@sadecelerden_s
|
Yazar...
Hastanenin soğuk ve kasvetli koridorları, insanı ürperten bir havaya maruz bırakırken; orada bulunan her insan için aynı durum geçerli degildi. Hastaneye kimi insan kontrol için, kimi insan sadece bir aşı için bile gelebilirdi. Hastanenin asıl soğuğunu ise canıyla mücadele edenler ve canıyla sınananlar hissedebilirdi.
Kimisi çökerdi duvarın dibine, kimisi ayaklarının sızısına bile dikkat çekmez, ayakta dururdu saatlerce. Sadece tek bir iyi haber alabilmek uğruna. Doktorların ağzından çıkacak tek bir cümleye bağlıydı her şey.
Başak, ayakta duracak gücü kendinde bulamayıp duvara sırtını yaslayarak çökenlerdendi.
Çınar, sırtı ve omuzları dik, endişeyle Başak'a ve Müge'ye bakarak ayakta bekleyenlerdendi.
Ozan, uzun zaman sonra ilk defa bu denli korkunç bir durumun içine düştüğü için bir çözüm bulamayıp Çınar ile beraber ayakta haber bekleyenlerdendi.
Müge ise Başak gibi perişan olup, sadece ve öylece oturduğu koltukta zemine bakarak haber bekleyenlerdendi.
Jandarma ekipleri beklese de onlar tepkisizdi. Kazada yaralananlara da nüdahale ediliyordu fakat şüphesiz en ağır yaralara sahip olan içerde canıyla savaşan Aras'tı. Ameliyata alınmadan önce bir doktor gelip, kafatasından ve kaburgalarından hasar aldığını ve bu yüzden iç organlarına zarar gelme ihtimallerinden bahsettiğinde herkesin içinde aynı korku peydahlanmıştı.
Ya ona bir şey olursa?
Aras, hiç şüphesiz bir katildi onlara göre. Gerçekler gün yüzüne çıktığından beridir bir kere bile onun yüzüne güler yüzle bakan olmamıştı. Sadece acıyarak bakmışlardı.
Henüz gün yüzüne çıkmayan bir gerçek vardı. Bu öğrenildiğinde her şey değişecekti.
Zamanı vardı. Her şeyin bir zamanı vardı ve o zaman doluyordu.
Dakikalar saatlere dönüştü. Saatler ise geçmek bilmeyen bir zaman dilimine. Saatler süren o bekleyişin ardından nihayet ameliyathanenin büyük geniş kapıları iki yana doğru açıldığında, üzerinde önlükleri ve ellerinde eldivenleriyle ameliyatına giren doktor çıktı. Herkes hızla ayaklanıp ona doğru yöneldiğinde kalp ritimleri duyulacak derecede kalbi atanlar vardı.
"Doktor Bey... Durumu nasıl?" diye sordu Çınar öne çıkarak. Kimseden çıt çıkmıyordu. İki dudağının arasından çıkacak kelimeleri gözetliyorlardı sadece.
Doktor başını hafifçe iki yana sallayarak yanıtladı soruyu. "Ciddi hasarlar almıştı. Ameliyat hem uzun hem de bir hayli zordu. Elimizden geleni yaptık..." dediğinde Başak hızla araya girdi.
"Bir şey mi oldu? Kötü bir şey mi oldu, söylesenize!?" Ozan, Başak'ı tutarken doktor hemen araya girdi.
"Hayır, hayır. Aras Bey çok zor bir ameliyat geçirdi. Gerekli müdahaleleri yaparak onu hayatta tutmayı başardık." dediğinde herkes içinde tuttuğu nefesi bıraktı o an. Gülmek istediler belki de. O yaşıyor, demek istediler ama onu da yapamadılar.
"Ne zaman görebiliriz?" diye sordu Müge, kendini toparladığını hissettiğinde. O da bir yandan Çınar'dan destek alıyordu yere sağlam basabilmek için.
"Ben de bu konuya değiecektim. Hasta şimdilik stabil diyebiliriz fakat önümüzde ki kırk sekiz saat ne olur bilemeyiz. Ciddi bir kaza atlattı ve dediğim gibi ciddi hasarlar da aldı. Önümüzde ki kırk sekiz saat boyunca yine aynı stabil durumda devam ederse, en büyük tehlikeyi de atlatmış olacak. Yoğun bakıma alacağız. Şimdilik kimseyi alamıyoruz maalesef." dediğinde ne tepki vereceklerini bilemeyen dört kişinin yüzüne bakıyordu doktor.
Hepsinin ayrı ayrı korkuları vardı bu hayatta. Hepsi birbirinden farklı şeylerle yüzleşmişlerdi bu zamana kadar.
Başak'ın en büyük korkusu, yeni yeni kazanmaya başladığı güven duygusunu tamamen kaybetmesiydi.
Çınar'ın en büyük korkusu, canından çok sevdiği kardeşiydi. Sahip olduğu hastalığa bir gün yenilmesi ihtimaliydi.
Ozan'ın en büyük korkusu, bir gün hiç tanımadığı ailesi gibi diğerlerinin de onu bırakıp gitmesiydi. Terk edilme duygusunu derinlerinde çokça yaşıyordu.
Müge'nin en büyük korkusu, her zaman babası olmuştu. Ölüp gitmesi bir yanaydı. O adamdan diri de olsa ölü de olsa her zaman korkmuştu ve korkmaya devam edecekti.
Bu dört kişinin farklı korkuları vardı sakladığı fakat ilk defa ortak bir korkuyu taşıyorlardı kendilerinde.
Yaklaşık on dakika kadar sonra kapılar tekrar açıldı ve doktorlar eşliğinde bir sedye çıkarıldı. Başak hariç diğerleri ayaklanıp sedyede yatan bedene bakıyordu. Başak gözlerini kapatmıştı ve sadece düşünüyordu. Ne olacak şimdi? O uyanacak mı?
Aras'ın yüzünde ki birkaç kesiğe bakarken içi burkuldu Müge'nin. Yüzünü Çınar'ın göğsüne gömdüğünde Çınar da onu kendine yaslayıp sarıldı. Ozan sadece giden sedyenin arkasından bakıyordu. Yaşanan birçok olumsuzluğa rağmen çevresindeki insanları güldürebilen biri olarak şu an o bile ne yapacağını bilmiyordu. Eli kolu bağlıydı. Sadece bakıyordu.
Bir saat daha geçti aradan. Hava iyice karardı ve hastanenin ışıkları aydınlatmaya başladı koridorları. Fakat yüreği yaralı insanların içlerini aydınlatma konusunda etkisiz kaldı floresan ışıklar. O fiziksel olarak aydınlatsa bile ruha ışık tutamazdı.
Yoğun bakım odasının dışında bekliyorlardı artık. Büyük camdan yatağında yatan Aras'ı görebiliyorlardı. Fakat baktılarında bile hemen bakış açılarını değiştiriyorlardı.
Aras'ın cezası mıydı bu? Onca insanın canına mâl olduktan sonra şimdi kendi canından olarak mı cezasını çekmiş olacaktı? Sağ kalsaydı ama hapishanede, dört duvar arasında sıkışıp kalsa yetmez miydi?
Bunun cevabı henüz belli değildi. Daha bir şeyler için çok erken sayılırdı.
İlerleyen dakikalarda Çınar'ın telefonunun zil sesi girdi sessizliğe mâhkum edilmiş ortama. Çınar sakince telefonu arka cebinden çıkarıp arayana baktığında yutkundu. Kulağına götürdü. "Buyurun amirim?"
Arayan Mahir Hanlı'ydı.
"Sana bir video gönderdim. Onu hep beraber izleyin. Önemli!" dedikten sonra telefonu Çınar'ın yüzüne kapattı.
Ozan Çınar'a bakıp ne olduğunu öğrenmek istercesine kaş göz yaptığında Çınar önce Başak ve sonra yanında oturan Müge'ye baktı. "Amirim bir şey göndermiş. İzlememizi istedi."
Başak kaşlarını çatarak zar zorda olsa yerinden kalktı ve Çınar'ın arkasına, Ozan'ın yanına geçti. Müge de ona dikkat kesildiğinde Çınar telefonundan kendisine mesaj olarak gönderilen videoyu açtı.
Ekranda görüş açılarına giren, kapalı bir oda ve içeride masanın bir ucunda oturan yapılı, hafif kilolu bir adam vardı. Saçları kır beyaz fakat yok denilecek kadar az olan bu adam Kenan Evren'di.
İstanbul'da ki en büyük mafya babası. Onu gerçek anlamda tanıyanlar, ona sadece Evren adıyla hitap ederlerdi. Bunun dışında kalan kişiler onun isminden başka hiçbir şeyini bilmezlerdi. Kendini içi altın dolu bir hazine gibi saklardı hep. Kendini çoğu kişiden üstün görür, herkese lafı geçerdi. Saygın biriydi. Fakat polislerin gözü de hep onun üstündeydi bu güne dek.
Yarın İstanbul'a geleceği öne sürülüyordu fakat bu daha da fazla vakit kaybı olurdu bu saatten sonra. Olabilecek en hızlı şekilde buraya getirilmişti ve sorgusu alınıyordu.
Karşısında Ufuk vardı. Pür dikkat ekrana bakan bu dört kişi ilk başta bu adamı tanıyamadılar fakat ilerleyen dakikalarda Ufuk'un ağzından çıkan iki isimle gerçeğin farkına vardılar.
"Kenan Evren... Demek düştün ayağımıza." diye lafa başladı Ufuk. Bu adamı yakaladığı için bir hayli keyifli duruyordu.
"Ben nasıl olsa kurtulurum. Sen beni ikinci kez nasıl yakalayacaksın onun planını yapmaya başla bence." dedi Kenan rahat bir ifadeyle.
"Uzatma. Ne soruyorsam cevaplayacaksın. Anlaştık mı?"
"Ben kimseyle anlaşma falan yapmam Komiser. İşime geleni cevaplarım."
Ufuk ona doğru atıldığında biri tarafından uyarılmış olacak ki kendine hâkim olmayı seçti.
O sırada Başak'ın aklında cevabını bekleyen bir soru vardı.
Adamın konuşma stili... Ona bir yerden tanıdık geliyordu. Aklına düşen ihtimalle acaba dedi.
Acaba bir zamanlar ona gizli notlar gönderen kişi bu adam olabilir miydi?
İyi ama... Neden yapsındı ki böyle bir şeyi? Bu kendini ele vermek olurdu. Aras, onun emrinde çalışan biriydi. Onun emriyle öldürmüştü bu zamana dek insanları... Neden?
"Musa Sancak... Tanışıklığınız nerden geliyor?"
"Çok eski dostumdur." dedi sadece. Devamını getirmediğinde Ufuk uzatmadı.
"Neden Aras Arslan'a böyle bir şey yaptırdınız? Kendisi isteyerek mi yaptı bu işi?" dediğinde Kenan'ın içinden sadece o çocuğun aklıyla dalga geçmek geliyordu. Yıllar boyu tek bir şeyden bile şüphelenmediğine şaşırıyordu.
"O çocuk yeteri kadar zeki değil." dedi.
"O ne demek?" diye sordu Ufuk.
Konuşulan her bir cümle, konuştukları her bir konu bir şeyleri açığa çıkarıyordu. Başak pür dikkat ne konuştuklarını dinlerken kulağı dışardan gelen her sese kapalıydı o an.
"Basbaya. Cidden bir şeyleri becerdiğini sanıyor. Oysa ona asıl aklı ben verdim. Peh! Bu saatten sonra hiçbir şey umrumda değil. Ben istediğim şeyi yeteri kadar elde ettim. Burdan da tereyağından kıl çeker gibi kurtulacağım."
"Her şeyi itiraf edeceksin yani?" dedi teyit etmek istercesine Ufuk.
"Kısmen. Sor bakalım ne soracaksın."
Ufuk gözlerini kısarak karşısında oturan adama baktı. "Aras Arslan'a ne teklif ettinizde bu işi kabul etti?" diye sordu.
"Para, her şeyin çözümüdür derler. Ona istediği parayı verdik sadece. O da artık nereye istiyorsa oraya harcadı. Hoş... Ben olsam hiçbir değeri olmayan ucu kaçık motor yarışlarına veya mototlara feda etmezdim o kadar parayı. Ama sonuç olarak işimi gördü." dediğinde Ufuk suratının ortasına sağlam bir yumruğu geçirmek istese de kendine bir şekilde engel oldu yine.
Fakat Çınar izlerken bile engel olamıyordu kendine. "Köpek muamelesi yapıyor resmen, aptal herif."
"Menekşe Arslan'ın bu olaylarla ilgisi ne?" diye sordu Ufuk.
"O kadının bir alakası yok. Ona dokunmayın." dedi Kenan. Ufuk bu tepkisine şaşırdı. "O da burada yalnız. Haberin vardır diye düşünüyorum."
"Var." dedi. "Boşuna tutuyorsunuz onu burada. Sadece yaptığımız işi biliyor. Zarar gelmesin diye sakladık onu."
"Zarar gelmesin diye sakladığınız kadın ifşa etti sizi ama. O nasıl olacak?" dedi ve sırıttı Ufuk.
Kenan cevapsız kaldı. Menekşe'nin en başından beri korkağın teki olduğunu biliyordu fakat buna rağmen güvenip ev vermiş ve saklamıştı onu. Pişman olmuştu.
"Musa Sancak peki? Onun da mı suçu yok diyeceksin?" diye sordu.
Başını iki yana salladı Evren. "Suç ortağım. Dediğim gibi söylediğim veya anlattığım hiçbir şey umrumda değil. İlk fırsatta kaçacağım burdan."
"O da mı mafya?" diye sordu Ufuk.
İşler çığırından çıkmaya başlıyordu. Artık söylenen her şeyin büyük bir önemi vardı.
"Aslında sağ kolum gibidir ama kendimden aşağıda görmedim hiç onu. Ne yaptıysak beraber yaptık." Ufuk bu dediğine inanmadı.
"Senin ne kadar burnun havada bir herif olduğunu bütün ekip biliyoruz. Yorma kendini." dedi dalga geçercesine.
"Musa hariç. Onu hep kendimle eşit gördüm. Aras'ı bana ilk gösterdiği zaman hiç şüphesiz güvendim ona. Beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı. Ne işe bulaştıysam arkamı kolladı. Allah ondan razı olsun." dediğinde Ufuk "Pislik herif." dedi tıslayarak.
"Bir şey mi dedin, duyamadım tam?" dedi sırıtarak Kenan. Ufuk içinden sabır dileyerek devam etmesini belirten bir komutta bulundu.
"Fakat Aras babasına düşkün bir çocuktu. Fazlasıyla. Eli hep iyi işlere giderdi. Kötüye gözünü bile açmazdı. Bu işede razı olmadı ilk başta. Fakat sonrasında alacağı para ve katılabileceği yarışları öğrenince... Belli ki bir şeyler değişti o an onun için."
"Fakat devamı öyle olmadı..." dediğinde Ufuk kaşlarını çattı. "İlk cinayetini işlediği gün. Elinde tuttuğu bıçak titriyordu adeta. Uzaktan izledim o gün onu. Bunun olacağını da tahmin ediyordum uzun zamandır. Neyse ki haklı çıktım. Hazırlıklıydım."
"Neyden bahsediyorsun? Ne hazırlığı?"
Kenan kaşlarını kaldırdı. "Ah, bunu öğrenememişsiniz demek ki. Zaten hastanedeymiş, er geç MR (emar) sonucunda görülür."
Başak kaşlarını çatarken konunun nereye vardığını anlamaya çalışıyordu sadece. Kafası allak bullak olmuştu. Çınar hariç hepsi aynı şeyi düşünüyordu. Çınar ise içinden acaba diyordu. Hayır, bunun olma imkanı yok. Olamaz, olmamalı.
Olmuştu. Yıllar önce olmuştu.
"Aras'ın beyninde onu etkisi altına aldığımız bir çip var." dediğinde herkes nefes almayı bıraktı. Gerçek ile sahteyi ayırt etmeye çalıştılar fakat bütün gerçekler işte tam o an ortadaydı.
Aras'ın beyninde bir çip.
Çip.
İmkansız gibi geliyordu fakat yurt dışı olanakları ve yapay zekası için bu gayette imkanı olan bir şeydi.
Başak, Müge, Ozan, Çınar... Hepsi sadece baktı o an ekrana. O dakikadan sonrasını dinleyemediler. Çınar ve Ozan birbirine bakarken Müge elini saçlarından geçirdi ve çekiştirdi.
Başak... İçinde fırtına kopuyordu. Patlayacak bir bombaydı belki de. Ya da büyük şiddetli bir deprem. Her şey olabilirdi. Her şey.
Bunu kaldıramazdı. Kaldırması gerekiyordu ama. Bu ona imkansız geliyordu şu an. Yanlış duyduğunu sandı belki de. Duymadı. Gayet iyi duydu kulakları.
"Ç-çınar ne diyor b-bu adam? Neyin yalanını atıyor bu adam Çınar? Çınar bir şey desene!?" Müge gözyaşlarına hâkim olamazken Çınar da ne yapacağını bilmiyordu. Video sona erdi. Videonun son 10 saniyesine bir rapor resmi eklemişlerdi. Hastane raporuydu. Aras'ın 17 yaşındayken yurt dışında geçirdiği bir kaza sonucunun raporuydu. Bu kaza... Aslında her şeyin başlangıcı bu kazaydı.
Kimse bilmiyordu. Aras bu hikayenin mağduruydu.
~•°•°•°~ Selaam diyoruum ve girişimi yapiyorum. Bölümü nasıl buldunuz..... En başından beri beyninde ki yapay zekaya sahip çiple yönetiliyordu Aras. O insanları bile isteye öldürmedi hiçbir zaman. Onu kontrol ettiler. Şuna da açıklık getireyim. Kenan'ın neden bu kadar rahat bir şekilde her şeyi itiraf ettiğine. Kenan her yerde eli kolu olan bir adam. Boşuna mafya değil. Daha önce işlediği birçok suçtan arakladı kendini. Kaçtı hep. Şunu söylemek gerekirse yine kaçacak. Artık sonrasında ne olur bilemem, spoi veremiyorumm. Sonra ki bölümde yazar anlatımıyla yani benim ağzımdan olacak. Sizce karakterlerin Aras'a karşı olan yönelimi nasıl değişecek?
YouTube hesabım; @sadecesudeew |
0% |