Yeni Üyelik
41.
Bölüm

Motorcu: Adı Meva 14. Bölüm - Meva

@sadecelerden_s

Yazar...

 

"Kimse bilmiyordu. Aras bu hikayenin mağduruydu."

 

Günü gelir... Bu kadarı da olmaz, dediğin şeyler yaşanıverirdi ve bir tokattan farksız yüzünü sıyırır geçerdi. Sıyırmakla da kalmaz, kanatırdı yüzünü. Yüzün kana bulanırken sen hiçbir şey yapamazdın ve sadece izlerdin başına gelenleri.

 

İzlerdin. İzlerdin ve yüzleşmeye çalışırken daha da kanın içine çekilirdin. Yüzünden akan her bir damla kan, bütün gerçeklerin deliliydi.

 

Yoğun bakım odasının önünde bekleyen dört farklı insan vardı şimdi. O dört insan kan gölünün içine batmışlardı. Öğrendikleri şey her birinin beynine işlerken artık hiçbiri sağlıklı düşünemiyordu. Her şey o kadar yalandan ibaret geliyordu ki... Sık sık gözlerini kapatıp açan Başak, bu gerçekliğin içinden kurtulmak istiyordu.

 

Bazen gerçekleri öğrenmek daha da acıtırdı kalbini.

 

Hayat, hiçbir şeyden haberin yokken daha çekilebilir bir yerdi aslında. Hiçbir şeyin farkında değilken, acı gerçekler zihnini kurcalamaz ve beynini deşmeye çalışmazken...

 

Belki de saf dediğiniz insanlar bu yüzden bu kadar mutlu görünüyordu. Çünkü her şeyden habersizlerdi. Her şeyden ve hiçbir şeyden.

 

Başak, saf kelimesinden nefret ederdi. Kendisine bu sıfatın yakıştırılması, onun için büyük bir cezadan farksızdı. Zamanında birçok hata yapmış olması onu aptal bir insan yapmazdı.

 

Fakat kendi de kabulleniyordu artık. O gerçekten gözünün önünde ki şeyleri göremiyordu belki de. Bu yüzdendir ki aylarca sevdiği adam hakkında birçok şeyden habersiz kalmıştı.

 

O adamın beyninde, onu kontrol altına aldıkları bir çip vardı.

 

İmkansız gibi geliyordu. Bir çip... Nasıl bir insan beyninin içinde yer edinebilirdi ki? Kolay bir şey miydi bu?

 

Belki de herkes için zor bir iş değildi bunu yapmak. Değildi. Gerçekten değildi.

 

Yapay zeka fazla ileriye gidiyordu ve haddini aşıyordu belki de. İnsanlar haddini fazla aşıyordu ve yapmamaları gereken birtakım icatlar çıkarıyorlardı.

 

Bunun için onlar da suçlanamazdı ki...

 

Hikayenin tek suçluları, Kenan Evren ve Musa Sancak'tı. Ezeli dostlar.

 

İkisi de birbirinden zeki insanlardı. Yıllardır bu işin içindelerdi fakat Aras'ın teslim olması her şeyi tepetaklak etmişti onların çapında. Aras'ın geri dönmesi ve her şeyi açık etmesi, onlar için hiç iyi olmamıştı.

 

Kaçmışlardı. Kaçmışlardı ve en sonunda kolluk kuvvetlerin eline düşmüşlerdi. Fakat Musa kaçmıştı yine ve yine. Evren bilerek yapmamıştı bunu. Hatta polisler onu yakaladığında iki bileğini birbirine birleştirip onlara doğru uzatmıştı. Alın, beni yakaladınız dercesine.

 

Bunu bile isteye yapmıştı. Her şeyi o karakolda anlatmıştı. En kilit noktayı bile. Anlatmadığı şeyler de vardı elbet. Dillendirmediği detaylar. Derinlere inmeyecekti. Onun keskin planlarına göre 24 saat sonra o karakoldan da kurtulacaktı. Yapacaktı bunu.

 

Evren, kolay kolay yenilmeyen, diz çökmeyen bir adamdı. Elbet oradan da kaçacaktı. Fakat sonrasında ne olacağı şimdilik bir sırdı.

 

Aras 17 yaşındayken yurt dışında geçirdiği bir kaza sonucu beyin kanaması geçirmişti. Ta o zamanlar planlanıyordu, sır gibi sakladıkları iş. Bu işi Aras'ın yapması gerekiyordu onlara göre. Başkası da yapabilirdi elbet. Fakat onlar kurban olarak Aras'ı hedef almışlardı.

 

Kaza gibi ameliyatta yurt dışında fazlasıyla uzman bir doktor tarafından yaptırılmıştı. Tehditler ve şantajlar. O doktora zorla o çipi taktırmışlardı. Bu hiçbir zaman hastane tarafından veya yetkili başka kişiler tarafından bilinmemişti.

 

Onlar yıllardır sırlar üzerine iş yapıyorlardı.

 

Bu çip Evren'in malikanesinde ki cihazlara bağlıydı. Aras'ın diledikleri zaman zihnini kurcalayabiliyorlardı.

Aras o kazayı atlattıktan bir yıl sonra, yani 18 yaşındayken, bu işi ona teklif etmişlerdi. Aslında her şey o gün başlamamıştı. Her şey, o çipin Aras'ın beynine yerleştiği ve tutunduğu gün başlamıştı.

Sadece cinayet saatlerinde. Sadece o zamanlar onu kontrol ederlerdi ki, o bıçağı karşısında ki bedene saplayabilsin. O silahı karşısından ki bedene ateşleyebilsin. Aras ise bunun farkına varamazdı. Hiçbir zaman da varamadı. Yıllarca bazı zamanlarda sebepsiz yere baş ağrısı çekerdi. Çok kez sorgulardı bunu. Fakat sebebini hiçbir zaman anlamış değildi.

 

Sebebi çipti. Küçük, basit bir çip yüzlerce kirli işe dahil edilmişti.

 

Saatlerce orada oturdular. Sadece düşündüler. Şok oldular. İnanmadılar belki de. Bir şekilde bunu kafalarında doğruladıklarında ise kendilerine bile inanamadılar.

 

Bu... Gerçekten farklı bir boyuttu. Artık ne yapacaklarını bilemiyorlardı.

 

Artık nerdeyse vakit, gece yarısını geçmişti sabaha yaklaşıyordu. Hepsi uykusuz sayılırdı. Fakat hepsi uykudan çok başka bir şeylerin düşüncesindeydiler.

 

Bir saat daha geçti. Bir saat daha ve bir saat daha. Arada bir ayağa kalkıp yürüyordu Çınar. Aynı yerde dolaşıyor, aynı yere geri dönüyordu. Gözleri kızarmıştı.

 

Müge fazla dayanamamış ve uyuyakalmıştı yarım saat önce. Üstünde Çınar'ın ceketi örtülüydü ve dar hastane koltuğunun üzerinde gözleri kapalı, uyku alemindeydi.

 

Ozan, suskundu. Ne tepki vermeliyim diye düşünüyordu. Böyle bir duruma nasıl bir tepki verilirdi ki? Veya verilir miydi? Ne yapacağını bilemiyordu. O yüzden susuyordu.

 

Başak... Sinir krizi geçirmişti. İlk başta sorgulasa da küçük bir kriz geçirmişti fakat sonrasında bir şekilde kendine gelmişti. Sorguluyordu. Sadece sorguluyordu ve sürekli aynı konuyu zihninde tekrarlayıp duruyordu.

 

Aras uyanmalıydı. Aras uyanmalıydı ve hepsinin kafalarında dönüp duran soru işaretleri artık ortadan kalkmalıydı. Aras'a beyin MR'ı çekilmeliydi. Kenan Evren'in söyledikleri bu şekilde kanıtlanarak, artık başka bir yoldan gitmeleri gerekiyordu.

 

Eğer anlattıkları gerçekse, Aras artık bu oyunun kurbanı olmamalıydı daha fazla. Sadece gerçek suçlular gitmeliydi o dört duvar arasına. Fakat yine de bu adalete kalmış bir şeydi.

 

Dakikalar saatlere dönüşürken zaman onlara çok ağır işliyor gibi gelse de, aslında zaman bi anda geçip gitti. Öyle ki, saatler de günlere dönüştü ve artık kazayı atlatalı yaklaşık dört gün oldu. Hepsi günün çoğunluğunu o yoğun bakım odasının önünde geçiriyorlardı. Daha güçlü kalmaları için gereken yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını da Çınar ve Ozan vesiylesiyle bir şekilde karşılamaya çalışıyorlardı. Ağızlarından geçebilen lokmalar adına görenler şükrederdi.

 

Böyle bir durumda kim ağzına bir kaşık çorba götürmek isterdi ki?

 

İstemediler.

 

Başak, onca zaman bir şekilde dayanmaya çalıştı. En sonunda daha da güçsüz duruma düştüğünü farkettiğinde kendini toparlamaya çalıştı. Bir kaşık bile olsa bir şeyler yemeyi denedi, hastanenin kafeteryasında.

 

Hepsi beraber yukarıya tekrar çıktıklarında onlarla beraber gelen doktorun da elinde birtakım dosyalar vardı ve çatık kaşlarıyla onları incelercesine bakışlarını kaldırmıyordu yukarı.

 

Müge ve Çınar doktorun yanına ulaştıklarında yeni bir gelişme olup olmadıklarını soracaklardı ki, doktor onlardan önce davranmayı seçti günler sonra.

 

Hepsi doktorun karşısında dikildiklerinde doktor sıkıntılı nefesini vurdu dışarıya. "Yaklaşık dört gündür uyutuluyor Aras Bey. Dün gece çoğu ilacın dozunu azaltıp o şekilde serumları taktırtmıştım. Yani şimdiye uyanması muhtemeldi." dediğinde Başak korkuyu iliklerinde hissetmeye başladı.

 

Kurumuş dudaklarının üzerinde gezdirdi dilini. "Uyanmadı ama?"

 

Başını salladı doktor. "Yolunda gitmeyen bir şeyler var fakat bunun bedensel veya fiziksel sağlık ile ilgili bir şey olduğunu düşünmüyorum." dediğinde daha açık konuşması gerektiğinin farkına vardı ve uzatmadı.

 

"Bana çok bir detay verilmedi fakat bildiğim kadarıyla Jandarma arabasıyla adliyeye giderken olmuş bu kaza. Bir suçlu muydu hasta?" diye sorulduğunda tüm soluklar tutuldu.

 

"Tam öyle sayılmaz. Siz devam edin lütfen." Çınar'ın ağzından çıkanlara karşılık Başak ona baktı. Çınar pişman mıydı Aras'a karşı onca ters yaklaşımından sonra? Öğrendikleri onda nasıl bir etki yaratmıştı?

 

"Hastanın yakınlarısınız diye umuyorum. Normal yaşantısında geçirdiği herhangi kötü bir dönem veyahut geçirdiği birtakım travma oldu mu?" diye sorduğunda dördü de afalladı.

 

"Zor bir dönemden geçiyordu." dedi yine Çınar konuşarak. Başak'ta doktora bakarak kafasını salladı ve onayladı.

 

"Dozu sıfıra indirecek kadar azalttığımız hâlde hâlâ derin bir uykuda. Biz bunu psikolojik olarak yorumluyoruz. Hasta kazadan önce geçirdiği dönemden psikolojik olarak etkilenmiş olabilir. Bu yüzden yine psikolojik olarakta vücudu uyanmayı reddediyor olabilir. Uyanması için uyku halindeyken dahi kendine tutunacak bir yurt veya bir dal arayışı içinde olup onu bulamamıştır. Bu yüzden hâlâ uyanmadığını düşünüyoruz. Diğer doktor arkadaşlarımla da konuştuk bu konuyu kendi aramızda. Onlar da başka bir açıklaması olmayacağını düşünüyorlar."

 

Her bir cümleyi soluksuz dinlediler. Her biri zihinlerine kazındı. Görün, bunlar işte asıl gerçekler, dercesine.

 

Aras, uyanmak istemiyordu.

Asıl gerçek buydu.

Acı gerçek buydu.

Artık bu hayatta kendine yaşayacak bir alan bile bulamıyordu. Çünkü bu koskoca şehir ve o şehirin insanları, Aras'ı günden güne bitirmişti.

 

"Sorumu mazur görürseniz sevinirim. Hasta ile daha önce duygusal bir bağ yaşamış veya yaşayan biri var mı hayatında?" diye sorduğunda gözler Başak'a döndü. Başak'ta kendine bakmak istedi o an.

 

Bu sorunun cevabı bizzat kendisiydi. Fakat ne diyeceğini bilemedi. "Ben..." dedi. Durdu. Doktor gözlerinin içine bakarken kalp atışları hızlandı gitgide.

 

"Şu an hastayla konuştuğunuz şeyler, onun bir kulağından girip diğerinden çıkmayacak nitelikte. Ona söylediğiniz her şey hastanın beynine kazınıyor. Yani sizi duyabiliyor. Sadece tepki veremiyor. Eğer onunla beş dakika bile olsa, olumlu şeyler hakkında konuşursanız... Her şeyin değişme imkanı var. İmkansız değil asla." dediğinde tekrardan Başak'a döndü gözler. Eli ayağı birbirine girdi. Nefes almak istedi. Yapamadı. Çekemedi nefesi içine.

 

Aras, hayata tutunmak istiyordu belki fakat aradığını bulamıyordu. O bütün yalanların ortasında kaybolmuştu. Başak ona doğru yolu gösterecekti.

 

Aras'ın deyişiyle Başak onun Meva'sıydı. Eviydi, yurduydu, sığınacağı limanıydı. Meva bu anlamlara geliyordu. Ve Başak Aras'tan bunu duyduğu günden sonra, merak edip anlamını araştırmıştı.

 

Aras'ın Meva'sı Başak'tı.

 

Yaklaşık yarım saat sonra, üstünde hastane önlüğüyle tek başına içeri girdi Başak. Aras'ın yüzüne baksaydı ağlar mıydı kendini tutamayıp? Bunu istemiyordu. Fakat deli gibi bakmak istiyordu yüzüne.

 

Gerçekleri öğrenmeden önce Aras'a karşı duyduğu kin duygusundan sonra bir anda ona karşı eskisi gibi olmayı özlemesi bencillikten sayılır mıydı? Böyle olmasını istemiyordu.

 

Sedyenin yanında ki yüksek tabureyi çekti kendine. Oturdu üstüne. Şu an sadece ikisi vardı. Birisi kendinde bile değilken diğeri ayık hâliyle bile kendinde değil gibi hissediyordu.

 

Başını yavaşça kaldırıp bakışlarını Aras'ın yüzüne çıkardı. Yüzünde geçmeye başlayan ve hafif izi kalan küçük kesiklere baktı. Kapalı gözlerine baktı. Belki açar diye bekledi. Açar ve yine görür o kömür siyahı gözleri. Dudaklarına baktı. Belki iki dudağını aralar diye bekledi. O hoş ses tonuyla konuşur diye. Konuşmadı.

 

Konuşmasını istiyordu deli gibi.

 

İnsan böylesine tepetaklak olur muydu bir anda?

 

"Beni affetmeni istemiyorum zaten, demiştin ya... Aynısını şimdi sana desem çok mu saçma olur." dedi ve güldü. Daha doğrusu gülmeye çalıştı.

 

"Onca şey varken bu mu saçma olacak diye düşünüyorum sonra. Onca şey..." devam etmekte zorluyordu kendini. Bu konuşmayı yapmadan burdan çıkmayacaktı. Kararlıydı.

 

"Sen... Nasıl kaldırdın ki tüm bunları? Nasıl başa çıktın onca şeyle? Senin ak-" diyecekken sustu. Senin aklınla bile oynarlarken ve senin bundan haberin olmazken kim bilir ne kadar çok suçladın kendini...?

 

Demedi. Her şeyi duyabilirdi. Uyku halindeyken dahi şu an bunu duymasını istemiyordu. Belki hatırlamayacaktı uyandığında fakat yine de şu an bunu dillendirmeyecekti.

 

"Beni affetmeni istemiyorum ki ben zaten..." dedi bu sefer gerçekten gülerek.

 

Sonra tekrar baktı uzun uzun yüzüne. "Ben de seni affeder miyim bilmiyorum zaten. Bunca şeyden sonra affeder miyiz birbirimizi? Nasıl yok sayarız ki tüm bunları?"

 

Derin bir nefes almak için çabaladı. "Meva..." dedi ve tebessüm etti. "Sığınacak yurt, yer. Senin için her daim bu muydum peki? Senden nefret ettiğim zamanlar bile. Belki de edemediğim zamanlar. Yüzüne bile bakmaktan kaçındığım zamanlar senin inatla baktığın yüz müydü hep Meva?"

 

"Haksızlık değil miydi bu? Kendine haksızlık değil miydi bu hiçbir zaman? Ben her şeyin sorumlusu olarak seni suçlarken ve sinirle üstüne yürürken bile mi isteyerek baktın yüzüme?"

 

Düşündü. Sordu kendine. Daha çok yandı canı. "Neden bulamadın o zaman beni? Beni bulduğun hâlde uyanmak mı istemedin veya?"

 

Bunun doğru olma ihtimali bile kalbinde bir zelzele yarattı.

 

"Belki bir daha aynı olmayız seninle. O kadar yaşanılan şeyden sonra... Belki eskisi gibi gelmeyiz birbirimize. Ama sen ölmemelisin." dediğinde titredi her uzvu. Gözyaşlarına hâkim olmaya çalışırken zar zor konuşmaya devam etti.

 

"Yaşa Aras. Lütfen... Hiçkimse değilse sadece benim için. Ben istedim diye. Ben olmasam bile sen yaşayamadığın o hayata başla yeniden. Lütfen... Duy beni. Duymana ihtiyacım var."

 

Başak Aras'ı hiçbir zaman duyamamıştı. Oysa şimdi onu duyması için yalvarıyordu Aras'a.

 

Aras'ın hiçbir zaman kıyamadığıydı o. Elinde olsa herkesten sakınacağı güzelliği. Çok bakmıştı Başak'ın gözlerinin içine. Gör beni dercesine. Bunca şeyin içinde gömülüyorum ben toprağın altına. Kurtarır mısın beni?

 

Başak'ın bir eli, yavaşça gitti Aras'ın eline. Dokundu. Tuttu. Soğuktu Aras'ın eli artık. Her zaman sıcacık olan, Başak'a bir zamanlar şefkatle dokunan o el, burada ölümün kıyısında gibiydi belki de.

 

Ve farkında bile olmadan sıkıca kavradı Aras'ın elini. Daha çok baktı yüzüne. Uyanmasını istiyordu. O hakettiği bir hayatı yaşamalıydı artık. Uyanması gerekiyordu. Belki onun hayatında bir yeri olmazdı artık ama yine de ona ikinci şansı kendisi yaratmak istiyordu.

 

Birkaç dakika daha bekledi. En sonunda ağır adımlarla çıktı yoğun bakım odasından. Diğerlerinin yanına döndü. Meraklı ve endişeli bakışlar Başak'ın üstünde toplanırken o hiçbirine bakmadan lavaboya gitmek için koridorun sonuna gitti. Lavaboya gidip boş kabinlerden birine girdi ve içine ağlamayı bıraktı. Günlerdir içinde sakladığı her şeyi boşaltırcasına ağladı.

 

Zaman geçti. Zamanın içinde kayboldular. Her saat onlar için yeni bir umuttu. Sürekli Aras uyanır diye kendi uykularından vazgeçiyorlardı. Öğlenken akşam oldu. Akşamken gece yarısı. Tekrar gün başa döndü ve sabah oldu. Hepsi uykusuna yenik düştü en sonunda.

 

Aynı dakikalarda bir çift göz aralandı, soğuk ve duvarları bembeyaz geniş bir odanın içerisinde. O bir çift göz,bütün umutların yeşermesine vesile oldu. Onlar uykularına yenik düşüp rüyalar alemine dalarlarken, karşı odada savaşında galip gelen bir beden uykusundan uyandı.

 

 

~•°•°•°•°•~

Eveeet, yine bol duygusal bir bölümle geldim

 

​​​​​​Öncelikle şunu söylemeliyim ki sizi ağlatmaktan zevk aldığım yok lütfen bana sövmeyin🙏 (bunu yazarken bile gülüyorum....)

İçimin en çok parça parça olduğu sahne, kesinlikle Aras'ın uyanmayı reddettiği o yerdi. Bunca şeyden sonra kim ister ki öyle bir hayata gözlerini açmayı?

Neyse çocuğumu çok sevdiğim için ölmesine izin vermedim tabikide paishakhwakshkshs

Bölümü nasıl buldunuz?

Bundan sonra olaylar durulana kadar biraz yaşananlar ve geçmiş olaylar hep gün yüzüne çıkacak, daha Aras bile o çip olayını bilmiyor. Bunu öğrendiğinde asıl kıyamet kopacak. Bu yüzden önümüzde ki birkaç bölüm fazla aksiyonlu geçicek fakat sonrasında normale geçiş yapacağız ve daha çok Başak ve Aras ilişkisi üzerinde duracağız.

 

Sonra ki bölümde görüşmek dileğiyle

YouTube hesabım; @sadecesudeew

 

 

Loading...
0%