@sadecelerden_s
|
İnsanlar geleceklerini merak ederlerdi değil mi? Acaba ben 5 yıl sonra neredeyim ve ne yapıyorum? Sorarlar bunu kendilerine. Belki de hayatları boyunca.
Küçük yaşlarımdayken yaptığım bir şeyi çok iyi hatırlıyordum. Pamuk Prenses hikayesinde ki cadı karakteri aynanın karşısına geçer ve şu cümleleri söylerdi yansımasına bakarak: "Ayna, ayna. Söyle bana... Var mı benden daha güzeli bu dünyada?"
Bense geçerdim aynanın karşısına. Küçük bedenimin yansımasına bakardım. "Ayna, ayna. Söyler misin bana? Sence gelecekte ki ben şu an ne yapıyor?"
O ayna hiçbir zaman bana yanıt vermedi. Çocukluk aklıydı zaten. Çocukken bütün masallar kulağa çok güzel ve mantıklı gelirdi.
Küçükken merak ettiğim geleceğim, şu an enkazdan farksızdı. Başıma yıkılan gerçekler, beton yığınları gibiydi ve ben artık onların altında kalmıştım. Ya sonum olacaklardı ya da o beton yığınının altından kurtulup yeni bir hayata başlayacaktım.
Bu mümkün müydü? Daha kötüsü olabilir mi dedikçe daha kötüsü geliyordu başıma.
Ağzımdan çıkarmayı beklediğim tonlarca kelime vardı. Hiçbiri dışarıya çıkamıyor ve birikiyordu içimde. Çığlıklar vardı içimde ve onları içimden atmak istiyordum. Avazım çıkana kadar bağırmak... Sadece bu. İçimde tuttuğum çok şey vardı ve artık bunları taşıyamıyordum belki de.
Acıdan ağrıyan göz kapaklarımı aralarken birtakım sesler ilişti kulağıma. Birilerinin adım sesleri... Henüz idrak edemezken kulaklarım tek bir cümle işittiğinde kalbim hareketlendi.
"Yoğun bakımda ki hastanız uyanmış, Harun Bey."
Yoğun bakımda ki hasta? Uyanmış. Aras...?
Gözlerimi hızla araladığımda karşımda ki ve yanımda ki koltuklarda oturup uyuyan bedenlere baktım. Hepimiz uyuyakalmıştık.
Fakat eğer bahsettikleri hasta Aras ise tam da şu an da onların uyanması gerekiyordu.
Uyuyakaldığım koltukta kıpırdanırken bir yandan büyük camdan içeriyi görmeye çalışıyordum. İçeride hemşireler vardı ve bir şeyler yapıyorlardı. Sedyenin önüne geldikleri için onu göremiyordum.
Yerimde doğrulup ayağa kalktığımda başım döner gibi oldu fakat hemen toparlayıp Müge'yi dürtükledim. "Müge? Müge... Uyanman gerekiyor."
Müge'nin az çok aralanan göz kapaklarını gördüğümde Çınar ve Ozan'ı da uyandırdım. Hepsi yarı baygın gözleriyle bana bakıyorlardı ve bulundukları ortamın neresi olduğunu unutmuş gibilerdi.
"Noluyor kızım saat kaç daha ya-" derken araya girdim hızla.
"Aras... Uyanmış sanırım." dediğimde hepsi ayaklandı.
Müge hızla yanıma ulaşıp "Gerçekten mi? Doktor mu söyledi, ne dedi?"
Çınar ve Ozan da beraber karşımızda durduklarında merakla sorularını sıraladılar.
"Bilmiyorum! Hemşireler içerideler. Yoğun bakımda ki bir hastanın uyandığından bahsediyorlardı..." Çınar büyük camın karşısına geçip içeriyi görmeye çalıştı. Birkaç saniye sonra hızla arkasına döndüğünde "Gördüm! Uyanmış cidden." dediğinde hepsi camın önünde dizilirken ben, ayaklarımın bağı çözülmüş gibi kaldım.
Sevinmem gerekiyordu. Değil mi? Ölmemişti. Yaşıyordu. Yaşayacaktı. Ama bundan sonrasında ne olacaktı gerçekten? Yaşanacaklardan korkuyordum. Aras er ya da geç bunu öğrenecekti. Öğrendiğinde vereceği tepkilerden ölesiye korkuyordum. Ödüm kopuyordu ya tekrar kendine bir şey yapmaya kalkışırsa diye. Bunu ilk yapışında ben yoktum belki yanında fakat her şey tepetaklak olmuştu ve her şey değişmişti.
Korkuyla adımlayarak camın önünde dikildiğimde nihayet onu gördüm. Gözleri hafif aralıklıydı ve bir yandan başında ki hemşirelere bir yandan da kolunda takılı seruma bakıyordu.
Bakışları buraya dokunduğunda bizi görmüş olacak ki, hafifçe kaşlarının çatıldığını ta burdan farkettim. Gözleri tek tek üzerimizde geziniyordu. Bu sefer bakışları benimle buluştuğunda birkaç saniyelik bir bakışma süregeldi aramızda. Gözlerini kapatıp tekrar açtığında artık bize bakmıyordu. Gözleri kolunda ki serumda takılı kalmıştı.
Ne hissediyordu? Her şey, herkes, ben bir yana. O canıyla mücadele etmişti. Saatlerce. Beş gün. Onun öncesinde haberi bile olmadan yaşadıkları, ona yaşattıkları...
İçimden sadece korktuğum gibi şeyler olmamasını diliyordum yüzlerce kez. Bu sefer daha kötüsü olmamalıydı. Bir şeyler yolunda gitmeliydi.
Yoğun bakım odasına girmekte olan doktoru gördüğümüzde ona doğru yöneldik. Biz sormadan o aklımızdan geçen soruları cevaplamaya başladığında sorgulamadan dinledik. "Gözünüz aydın. Hasta yaklaşık yarım saat evvel uyandı. Durumunu kontrol edip geliyorum. Burda bekleyin lütfen."
Ona engel olmayıp gitmesi için yol verdik ve beklemeye başladık. Artık saatler ve günler kavramı sona ermişti ve sadece dakikalarla yarışıyorduk. Alt tarafı birkaç dakika daha geçecekti ve durumunu öğrenecektik.
Öyle de oldu. Yaklaşık beş dakika kadar sonra doktor geri geldi ve bizi Aras'ın durumuyla ilgili bilgilendirdi. "Tekrardan söylediğim gibi. Ciddi bir kaza atlattı fakat hayati tehlikeyi de atlatmış durumda. Bedeninde ki yaralarda zamanla iyileşecektir. Fakat göğüs kafesine aldığı bir darbeden dolayı bir süre hareket ederken zorluk yaşayabilir. O da zamanla geçecektir. Endişe edilecek bir durum yok. Bir hafta daha burda kalmalı şimdilik. Sonrasına ilerleyen günlerde bakarız. Geçmiş olsun." dediğinde tam gidecekken Müge doktoru durdurdu.
"Görebiliyor muyuz peki?"
"Birazdan normal odaya alınacak hasta. Ondan sonrasında hepiniz hastayı yormamak şartıyla girebilirsiniz. Şimdilik 15 dakikalığına izin veriyorum." dediğinde doktora teşekkür ederek tekrar yanımıza geldi.
"Ne yapacağız şimdi?" diye sordu Ozan.
"Bekleyeceğiz işte oğlum." dedi Çınar fakat Ozan devam etti. "Onu demiyorum. Nasıl açıklayacağız ona?" dediğinde ölüm sessizliği girdi aramıza.
Bu sessizlik birçok şeyi ifade ediyordu. Bazı şeyleri bizim yerimize bu sessiz ortam dile getiriyordu.
"Hastaneden çıkana kadar beklesek iyi olurdu ama Mahir Bey bunu daha fazla saklamamız gerektiğini söyledi. O kadar kolay sanki de..." Çınar, Mahir Bey'in söylediğine yakınırken, dişimi dudağıma geçirip duruyordum. Biraz daha devam edersem kanayacaktı.
Kan. Aras. Kaza. Çip.
Hepsi bir anda sırayla canlandı zihnimde. Kolay değildi. Bunu ondan saklamak zordu fakat bu gerçeği veya gerçekleri ona söylemekte kolay değildi. Nasıl yapacaktık?
Yaklaşık yarım saat sonra işlemler tamamlanmıştı ve 1005 numaralı odanın önünde toplanmıştık. Ellerim titriyordu ve bacaklarım beni ayakta daha fazla tutamayacak gibiydi.
İçeriye girdiğimizde bize karşı nasıl bir tepki verirdi? Normal mi karşılardı yoksa geçen zaman boyunca üstüne çokça gittiğimiz için bize farklı mı yaklaşırdı?
Bütün ihtimaller daha da gözümü korkutuyordu.
Onun beyninde olan çip bana bütün bu yaşanan şeyler gibi korkutucu geliyordu. Ve o şey Aras'ın beynindeydi. Biraz sonra yüzüne bakacağım insanın zihninde.
Biraz sonra doktor odadan çıktığında bize döndü. "İçeriye girebilirsiniz fakat 15 dakikadan fazla kalmazsanız hasta için daha iyi olur. Ayrıca dediğim gibi onu konuşturarak fazla yormamaya çalışın."
Dediklerini hepimiz başımızla onaylarken son kez geçmiş olsun dileklerini ileterek koridorun sonunda kayboldu. Hepimiz birbirimize ne yapmamız gerektiğine dair bakışlar atarken Ozan öne çıktı ve elini kapı koluna uzattı. "Ben giriyorum ve arkamdan geliyorsunuz. Yoksa bu gidişle mahşere kadar burda dikiliriz." Haklıydı. Gerçekten şu an öyle bir durum içerisindeydik.
Yavaşça kapı kolunu indirip kapıyı açtığında içeriye girdi ve sakin adımlarla önce Çınar ardından da Müge girdi. Ben hâlâ kapının önünde dikilirken derin bir nefesi çekip içeriye girdim. Kapıyı arkamdan kapatıp tekrar önüme döndüm ve bir anlığına gerçekten durmasını dilediğim kalbimle yanlarına gittim.
Önce bizimkilere bakarken sonra bir anda gözlerim onu buldu. Kısık gözleriyle teker teker bize bakarken en son bende durdu bakışları. Çatılan kaşları gevşer gibi olduğunda o an zaman dursun istedim. O bana istediği kadar baksındı. Yeter ki yıllar boyu ne ile kandırıldığını öğrenmesindi.
"Ee.... Geçmiş olsun öncelikle. Uzun zamandır hasta ziyaretine gelmiyordum ciddi olmak gerekirse o yüzden gerginliğimi göz ardı edersen çok kâfi olur." dedi Ozan gülmeye çalışarak. Çınar göz devirip dirseğini hafifçe Ozan'ın karnına geçirirken Ozan aldığı darbeyle sağa kaydı. Bakışları Aras ve bizim üzerimizde gezinip duruyordu.
"Sorun yok. Sağol." Bir aydır duymadığım sesini kulaklarım işittiğinde o an sadece gülmek istedim. Gülümsemek. Ön plana çıkmak isteyen duygularım, hâlâ arka planda gizleniyordu.
Sesi hafif çatlak geliyordu. Mimik hareketlerinden anladığım kadarıyla bedeninde ki yaralar sızlıyordu ve yüzünü buruşturuyordu arada. Onun canı yanıyordu.
Benim canım yanıyordu.
"Nasıl hissediyorsun kendini? Fazla ağrın var mı?" Müge'nin sorusuna karşılık başını hafifçe sağa sola salladı. Konuşmadı.
"Kazayı hatırlıyor musun?" diye sordu Çınar.
Derin bir nefesi içine çekip tekrar dışarıya bıraktığında dudaklarını araladı. "İfade için geldiyseniz, şu an iyiyim. Hatırlıyorum her şeyi. Verebilirim ifademi." dediğinde buz kestim. O bunu normal bir şekilde söyledi. Bense şaşkınlıktan ağzımdan çıkan sorunun farkında bile değildim.
"N-ne ifadesi?"
Bana baktığında kaşlarını hafif çattı. "Siz..." dedi. Yutkundu. "İfademi almak için gelmediniz mi?" diye sordu.
Korktuğum şey oluyordu. Olmamalıydı. Olmasındı. Lütfen.
Lütfen.
"İfade için falan gelmedik. Dört gündür burdayız biz." Çınar sertleşen ses tonuyla sorusunu cevapladığında Aras kaşlarını daha çok çattı.
Ozan sessizce mırıldandı fakat ben duymuştum. "Beş gün ama..."
"Sizin şu an beni sorguya çekmeniz gerekmez miydi?" diye sordu Aras. "Ya da en azından kaza için ifademi almanız?"
Fakat o an yüzünde başka bir duyguya rastladım. Şaşkınlık. Aras bunu beklemiyor gibiydi. Bu yüzden bunları soruyordu. Belki de bize kızgın değildi. Sadece ona daha farklı bir şekilde yaklaşacağımızı düşünmüştü ve şu an ki tepkisi buydu.
Çınar sakince konuşmaya başladığında hepimiz sustuk. "Şu an sağlığın her şeyden önce geliyor. Kaza yaptığını öğrendiğimiz an soluğu burda aldık biz. Bu yanımda ki iki kız perişan oldu. Sen bunu mu sorguluyorsun şu an?"
"Fazla yorma istersen Çınar." Müge mırıldanarak konuştuğunda Aras araya girdi. "İyiyim ben." dedi. Devam etti. "O kadar şeyden sonra... Onca şeyden sonra sizin yanımda olup benim için endişelenmeniz bir tek bana mı... Tuhaf geliyor?" Duraksayarak konuştuğu için kendini zorladığını anladım. Bunu konuşmak bile onu geriyordu belki de. Yine de vazgeçmeyecek gibiydi.
"İnsanız biz Aras. Ölmeni falan mı aruzuluyorduk biz? Ölmen için gün mü sayıyorduk biz gözünün önünde?"
"Neyi kastettiğimi siz biliyorsunuz." dediğinde Çınar da sustu.
Bu odada kim masumdu? Kim suçluydu veya?
Hangimiz her anlamda dürüsttük? "Bir anda bana karşı... Tavrınızı değiştiren ne?"
"A-aras... Aslında bir şey oldu. Söylememiz gerekiyor ama..." Müge lafa başladığında Çınar onun kolundan tutup kendine bakmasını sağladı. "Şu an değil." dedi fakat Aras araya girdi.
"Ne şu an değil? Ne saklıyorsunuz siz?"
"Müge..." dediğimde bana döndü. Kaşlarımı yukarı kaldırdım. Çınar haklıydı. Şu an bunu konuşmamız doğru değildi.
"Nasıl saklayacaksınız ya? Kolay mı o kadar?" Müge'nin gözleri dolarken Çınar bu sefer iki omzundan tutup yavaşça kendine çevirdi Müge'yi. Birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra kollarını onun bedenine doladı Çınar. Sakinleşmesi için çabalarken Aras daha çok irdeledi.
Bunu nasıl söyleyecektik?
"Ne sakladığınızı söyleyin... Yoksa beni şu an... Burda kimse tutamaz." dediğinde öne atıldım. "Sonra konuşuruz. Şu an bu önemli değil..." dedim sesimin titrememesi için çabalarken.
Bir anda ayaklanmaya çalıştığını farkettiğimde ona doğru atıldık fakat Müge bir anda ağzından gerçeği kaçırdığında o da durdu. "Çip takmışlar sana!"
Durdu. Durdu. Durdu. Biz durduk. O durdu. Dünya durdu mu bilmiyorum ama benim için o an durdu. Akrep ve yelkovan hareket etmeyi bıraktılar mı bilmiyorum ama benim için o an ikisi de işlevini yitirdi.
Aras ilk başta hiçbir tepki vermedi. Sadece baktı. Teker teker gözlerimizin içine bakarken bir tepki vermesini bekledim. Fakat o bizden bir tepki bekliyor gibiydi.
Tekrar kafasını arkasına yasladı. Gözlerini kapattı ve birkaç saniye sonra geri açtığında ağzından sadece şu kelime çıktığında şoku derinlerimde yaşadım. "Biliyordum."
"Ne?" "Nasıl?" "Dalga geçiyorsan komik değil dostum..."
Sırayla hepsi bir tepki verirken benim ağzım açık kaldı. Şaka. Bu bir şaka olmalıydı. Ya da vereceği tepkiyi saklıyordu. Ya da...
Devamı yoktu. Nasıl biliyordu? Olamazdı.
Gülmeye çalıştı fakat vazgeçti sonrasında. "Biliyorum. Bir çok şeyi. Hepsini sonrasında anlatırım. Şu an... Sadece şu an bunu sormayın. Lütfen."
Hepimiz sustuk. Beklediğimiz şey kesinlikle bu değildi.
Biliyordu. Bir çok şeyi. Bir çok şeyden kastı neydi? Aras neyi ne zamandan beri ve nasıl biliyor olabilirdi?
Hafifçe öksürdüğünde dikkatle ona bakıyordum. Sanki yüzüne bakınca her şeyi okuyabilecekmisim gibi.
Bunca zaman bunu yapabilmişim gibi...
"Siz... Nasıl öğrendiniz? Bunu..." Hepimiz kaçamak bakışlar atarken sadece Çınar dürüst olmayı seçti. "Evren... Tanıyorsundur. Yakalanmış. İtiraf etti her şeyi."
"Ne? Her şeyi mi?" diye sordu merakla.
Çınar başını salladı. "Neden yıllardır bu işi yaptığını... Seni nasıl parmağında oynattığını... Her neyse işte." dediğinde Aras şaşırmış gibi duruyordu. Bunu beklemiyordu. Neden itiraf ettiğini düşünüyor olmalıydı. "Gerçekleri öğrendiniz yani?" dedi. Dudakları belli belirsiz kıvrıldı. "Ben de neden... Böyle davranıyorlar diyordum."
Canım yandı.
Eğer her şeyi o adam itiraf etmeseydi belki de biz gerçekten buraya sorgu için geliyor olurduk. En azından Çınar ve Ozan için öyle olurdu. Ben... Ne yapardım bilmiyordum. Bilmekte istemiyordum.
"Kızgın değilim size. Bilemezdiniz, ben de bilmiyordum." Tane tane konuşuyordu. Kendini bunları anlatma konusunda borçlu hissediyor gibiydi. Bize bunları anlatmayı kendine şart bellemişti.
"Bunlar ortaya çıktığında ne karar alınır bilmiyorum ama ben gerekirse yine de cezamı çekmeye razıyım."
"Gerçek suçlu sen değilsin." dedi Çınar.
Tebessüm etti. "Bir aydan fazladır katil olduğumu yüzüme vuran sen mi söylüyorsun bunu?" dediğinde zor tuttum kendimi. "Beynimde boktan bir alet olsun... Ya da olmasın. O insanları... Yine de ben öldürmüş sayılıyorum."
"Bize istediğin kadar kız, öfkelen ama bizim de gerçekten kötü hissettiğimizi bil. Sen... Nerden biliyorsun bilmiyorum ama biz bunu öğreneli beş gün oldu. Bunları öğrenmeden önce bizim gözümüzde suçlu durumda olduğun bir gerçekti."
Hakkıydı. Bizi tersleyebilir, belki de burdan çıkıp gitmemizi isteyebilirdi. Yine de o bunu yapmamıştı. Sakin kalmıştı. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu?
"Sonra konuşuruz, daha fazla yorma sen kendini." Çınar son kez konuştuğunda bize de kaş göz yapıp kapıya doğru adımladı.
"Bir ihtiyacın olursa dışardayız. Ozan desen ben uçar gelirim." dediğinde Aras tebessüm etmek için zorladı kendini. "Eyvallah."
Sırayla odadan çıkacakken adımı duydum. Onun ağzından adımı duydum. "Başak... Sen kalır mısın beş dakika?" Duymayalı çok olmuştu. Garip gelmişti.
Müge, Aras'a bakarak "Dinlenmen gerekiyormuş Aras. Doktor-" derken Aras lafını böldü. "Beş dakika. Bir şeyim yok benim." dedi sesi yumuşarken.
Bense Müge'ye hafifçe başımı salladım. Sonra o da mecbur kalıp diğerlerinin arkasından gitti. Kapının kapanma sesini duyduğumda elim ayağım birbirine girecek gibiydi. Benimle konuşmak istemişti. Korkuyordum. Hissettiğim şey buydu.
Arkamı dönüp odanın içine kaçamak bakışlar attığımda nefeslerim sıklaşmıştı. O hariç her yere bakmaya çalışıyordum fakat imkansızdı. Çekinerek ona baktığımda o zaten bana bakıyordu. Eskiden olsa bu kalbimi hızlandırırdı. Yine aynısı oluyordu fakat mutluluk hariç birçok duyguyu hissediyordum.
Ona baktıkça gözlerime akın eden yaşlar bana baskı uyguluyor gibiydi. Gözlerimi sıkıca kapatıp geri açtığımda akmaya hazır yaşlarım kayboldu. Fakat onun sesini duyduğumda kendimi tutmayı bırakmak istedim.
"Ağlama. Böyleyken silemem gözyaşlarını."
Başımı kendime gelmek istercesine iki yana salladığımda derin bir nefes aldım. "Yok..." dedim fakat devamını getiremedim. Ne diyeceğimi bilmiyordum ki. Ne diyebilirdim böyle bir durumda ona?
"Ben... Bir şeyler anımsıyorum da. Merak ettim sadece, emin olmak istedim." dediğinde merakla devamını dinlemek için bekledim. Kuruyan dudaklarının üstünde gezdirdi dilini. "Ben uyurken... Belki de yarı uyanıktım bilmiyorum. Odaya gelip benimle konuşan biri oldu mu hiç? Ya da sen..."
Duymuştu. Onunla yoğun bakım odasında konuşurken, ona dediklerimi duymuştu. Ne kadarını duymuştu bilmiyorum ama o beni duymuştu.
Beni duymuştu ve uyanmıştı.
"Bedenin uyanmayı reddediyormuş. Birinin... Gelip konuşmasının etkili olacağını söylemişti doktor. O zaman duymuş olabilirsin." dedim sakince açıklayarak.
Şaşırmamış gibiydi. Demek ki... Gerçekten uyku halindeyken uyanmak istememişti. Benim cümlelerim mi değiştirmişti onun fikrini? "Sendin konuşan. Hissettim." dedi belli belirsiz tebessüm ederken. "Uyanmamı bu kadar çok istiyor muydun gerçekten? Yoksa..." dediğinde araya girdim.
"Farklı şeyler düşünme. Ben..." dedim fakat durdum. Söyleyeceklerimi zihnimde toparlamaya çalıştım. Dürüstlüğü seçtim.
"Ölmeni istemedim tamam mı!? G-gözümün önünde can çekiştin günlerce. Göz mü yumacaktım ben buna? Senin için yaptım!"
"Uyanmak istemiyordun... Başına gelenler... Ben... Gerçek bir suçlu varsa o sen değilsin. Ölmek istiyordun belki de hâlâ. Buna izin verir miyim sanıyorsun!?" Patlayacak bir bomba gibiydim. Belki de patlıyordum şu an. İçimde tuttuğum birçok şey vardı. Sinir, üzüntü, öfke, endişe, korku.... Her şey. Her şey vardı içimde ruhumdan başka belki de.
Ruhum artık ölüydü.
"Ben sana hiçbir zaman kızamadım." dedi en sonunda. "Bana nefretle bakarken bile kızamadım sana. Haklıydın çünkü. Kızamadığım birini affedemem de." dediğinde gözlerinin içine baktım.
Kızamadığım birini affedemem de. Bu birçok şeyi ifade ediyordu.
Ben onu affeder miydim bir gün kendi içimde?
"Sen beni affeder misin bilmiyorum. Tek bildiğim şey... Bundan sonrasında, biz... İkimiz eskisi gibi olamayız sanırım." dediğinde kalbime bir hançer sapladı sanki.
"Olmak ister miydin?" diye sorarken buldum kendimi. Hayır, neden bunu sormuştum?
"Yani... Seni bir gün affedecek olsam, eskisi gibi olur muydu bazı şeyler sence? Yanlış anlama-" derken hızla araya girdi.
"Bunları unuturduk demiyorum ama... Belki diğer sayfaya geçerdik beraber. Kim bilir..." dediğinde tebessüm etti.
Diğer sayfa. Diğer sayfa bembeyaz yeni bir sayfa demekti ve bu yeni bir başlangıçtı bizim için. Bu olur muydu ki bu saatten sonra? Zor olurdu.
"Tek bildiğim şey..." dedi fakat durdu. Söyleyip söylememek arasında giderken beklentiyle baktım ona. "Belki de gurursuzun tekiyim, umurumda bile değil. Koma hâlindeyken... Senin sesini duyabilen ben, senden vazgeçemedi." dediğinde nefes almayı bıraktım. Gözlerimin dolmaması için kendi içimde büyük çabalarken devam etti. "Bu dediklerimin sende bir etkisi olmasa da... Sadece söylemek istedim. Senin ne hissettiğini tahmin edebiliyorum."
Bu kadar kolay mıydı onun için? Beni bu kadar sevmesi doğru muydu onun için?
Bunu düşünsem bile bir sonuca varamıyordum.
"Neyse... Sen, daha fazla yorma kendini. Bir şey olursa, ağrın falan..."
"Söylerim, belki" dedi. İtiraz etmedim.
Son kez gözlerinin içine bakarak çıktım o odadan. Kalbimi bırakıp çıktım belki de ordan. Artık bir kalbim var mıydı? Eski duygularım gün yüzüne çıkar mıydı? Çıkmalı mıydı ya da? Ölen o insanların ruhlarına haksızlık olur muydu?
~•°•°•°~ Selamlarrrr , nasılsınız?? Yeni bölümü nasıl buldunuz? Çok önemli bir sorum var... Sizce Başak ve Aras ileride eskisi gibi olabilirler mi? Bu konuda ki düşüncelerinizi çok merak ediyorum çünkü bundan sonra yaşanacak şeylerin kilit noktası burası aslında. Olaylar durulduktan sonra yan karakterlerin ağzından okuyacağımız bir iki bölüm de yazacağım. Ayrıca bu çip olayını daha detaylı da aktaracağım.
Sonra ki bölümde görüşmek dileğiyle...
YouTube hesabım; @sadecesudeew |
0% |