Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.BÖLÜM: Dostunu Yakın Tut, Düşmanını Daha Yakın

@sagetaylors

 

 

Grecolar Cosa Nostra'nın en eski ve köklü ailelerinden biriydi. Don Angelo, şimdiki liderleri ve ailenin ortanca oğluydu ve ağabeyinin talihsiz ölümünden sonra çok genç yaşta ailenin başına geçmek zorunda kalmıştı.

O sıralar daha üniversiteye bile gitmemiş olan ve bu sorumluluğu üstlenmek istemeyen Angelo'nun tek kaçış noktası bol bol seyahat ederek insanların arasına karışmaktı.

Sanata ve tiyatroya düşkündü. Bir konser salonunda olmayı, silah kuşanmış adamlarla dolu bir odada olmaya tercih ederdi. Bir mafya lideri olmak yerine ilk fırsatta kendini Fransa'nın en ünlü ressamlarından birinin sergilerinden veyahut İngiltere'nin göbeğindeki bir gösteri merkezinde, resitallerde ve müzelerde bulmak hoşuna gidiyordu.

Bu çarkın içindeki birinin doğal yolla ölmesi neredeyse imkânsızdı. Angelo da yaşlanıp yatağında huzur içinde ölemeyeceğinin farkındaydı. Bu yüzden kendine bir söz vermişti. Vakti varken hayatı yaşayabildiği kadar yaşayacak, gezecek, eğlenecek, aşık olacak, kısacası Cosa Nostra'nın ona yüklediği misyon yerine canı ne istiyorsa onu yapacaktı.

Ve dediğini yapmıştı. Otuz üç yaşına geldiğinde dünya üzerinde gezmediği ülke ve ayak basmadığı toprak kalmamıştı. Âşık olamamıştı belki ama ardında bir sürü kırık kalp bırakmıştı. O hovardalık yaparken, yerine tüm işleri babasının Consigliere (danışmanı) hallediyordu.

Ta ki, bir süre sonra ortalıkta aileyi yönetmeyi beceremediği yönünde dedikodular dönmeye başlayıncaya kadar. Angelo başta bu söylentilerin hiç birine kulak asmamıştı. Ancak danışmanının bir çatışmada ölmesinden sonra nihayet durumun ciddiyetinin farkına varmış ve Livorno'ya kesin dönüş yapmıştı. Bunun sırf onu yuvaya çekmek için bir tuzak olduğunu biliyordu. Düşmanları onun için planlar yaparken elbette Angelo da boş durmamıştı.

Fakat intikam planları yaparken kader ona çok başka bir oyun oynamış ve yıllardır hiçbir kadına ikinci kez dönüp bakmayan Angelo bir Fransız kızına âşık olmuştu. Üstelik filmlere konu olacak kadar saçma bir şekilde ve ilk görüşte.

Lena Morel'in güzelliği dünyevi olamayacak kadar sıradışıydı. Üstelik Tanrı, güzelliğini zekâsıyla taçlandırarak onu kutsamıştı. Ayak bastığı toprağa baharı getirdiğini düşünmek hiç de zor değildi. Gören herkesi bir bal arısı gibi kendine çekiyordu. Böylesine zarif ve güzel bir kadına âşık olmak Angelo için sorun değildi, hatta dünyanın en güzel şeyi bile olabilirdi.

Tabii Antonio De Luca da aynı kadına âşık olmuş olmasaydı...

O zamana kadar işlerini ittifak içinde yürüten iki aile, Lena yüzünden birbiriyle rekabet eden iki mafya lideri sayesinde düşman hale gelmişti. Angelo Lena'yı istiyor fakat Antonio İtalya'da iş bulmasına olanak sağladığı için kadınınüzerinde hak iddia ediyordu. Sahipleniciliği giderek bencilce bir isteğe ve takıntıya dönüşmüştü. En sonunda ne yapıp edip onunla evlenmeyi başarmıştı.

O günden sonra Antonio De Luca, Angelo'nun bir numaralı düşmanı oldu. Lena'nın ölümünden sonra ise intikam almak için yemin etmişti. Her ne kadar Antonio karısının ölümünden onu suçlu bulsa da, asıl gerçeği ikisi de biliyordu.

"Evime hoş geldin Greco. Bunca yıl sonra sen ve ben ha?" diyerek başını iki yana salladı.

Adamın abartılı karşılaması samimiyetten uzaktı. Angelo da aynı mesafeli tonda konuşarak adama yaklaştı.

"Davetin için teşekkürler Antonio. Görüyorum ki çok şey değişmiş."

"Biliyorsun. Yıllar oldukça acımasız."

"Haklısın."

De Lucaların ön bahçesinde gerçekleşen bu tatsız seremoniye iki düzine kadar koruma eşlik ediyor olmasaydı daha içten ve dostça görünebilirdi. Fakat iki adamın da gülen gözlerinin arkasına saklanan düşmanlık izleri henüz silinmemişti.

Antonio, "Yanılmıyorsam bu senin oğlun." diyerek dikkatini arkasında dikilen genç adama verdi.

"Evet. Seni oğlum ve veliahdım olan Stefano Greco ile tanıştırayım. Genç yaşına rağmen oldukça başarılı ve tutkulu biridir. Öyle olmasaydı burada olmazdık, öyle değil mi Stefano?"

Genç Greco çenesini gururla havaya dikerken alaycı bir gülüş dudaklarına yerleşmişti. Fabio bu gülüşü adamın yüzünden tek bir yumrukla silmemek için kendine güçlükle mani oldu.

"Ve bu da?" diyerek Antonio'nun arkasındaki genç çocuğu işaret etti Angelo.

"Oğlum Alessandro, bu yıl on altısını dolduracak."

O sırada babasının yanındaki yerini alan genç çocuk Stefano'yu taklit ederek göğsünü gururla öne çıkardı. Bakışlarını küçümsercesine karşısındaki yabancıların üzerinden ayırmamayı ona babası öğretmişti.

"Franco'nun hâlâ hapiste olduğunu duydum."

"Ve bir süre daha oradan çıkamayacak gibi görünüyor."

Antonio bunu o kadar duygusuz bir sesle söylemişti ki, Angelo'nun bir anlığına Franco için içi acıdı. Ne de olsa o, bir zamanlar sevdiği kadının oğluydu. Hayır, bu bir yalandı. Lena'yı hâlâ seviyordu.

"Fırsatın varken hayatın tadını çıkarmanı tavsiye ederim evlat. Ağabeyinin buna vakti olmadı." dedi genç De Luca'ya bakarak.

Konuşmanın gidişatından hoşlanmayan Antonio kaşlarını çatmıştı. "İçeriye girmeye niyetiniz var mı, yoksa orada dikilmeye devam mı edeceksiniz?"

Angelo yürümek için hareket ettiğinde arkasındakiler de onunla birlikte ilerleyince, "Yalnız ve silahsız." diyerek sert bir uyarıda bulundu Antonio.

Yaşlı Greco bir an tereddüt ettikten sonra adamlarının bir baş hareketiyle etrafa dağılmalarını emretti. Ardından belindeki silahını çıkarak Fabio'ya uzattı. Genç adam hızla hareket edip silahı ondan almıştı. Aynı şekilde Stefano'nun da teslim olacağını sanmıştı ama genç adam öfkeyle,

"Ancak cesedimi çiğnediğinde." diyerek onu kışkırtan bir bakış attı.

"Büyük bir zevkle." dedi Fabio ve bu yalan değildi.

İki adamın kan donduran sessizliğini Antonio'nun alaycı sesi bozdu.

"Bırak geçsin Fabio. Kolay teslim olmayan cesur adamlar daima hoşuma gitmiştir."

Angelo bu lafa bozulduysa bile belli etmedi ve sessizce gösterilen yolda ilerledi.

Beşi birlikte eve girdiklerinde onları kapıda neşeli bir şekilde Lorenna karşıladı.

"Bay Greco, hoş geldiniz. Ah, sen Stefano olmalısın. Demek kızımın kalbini çalan genç adam sensin. Ama merak etme sana kızgın değilim." İki adamla da tokalaşırken heyecandan adeta yerinde duramıyordu. "Sizi evimizde görmekten şeref duyduk."

Antonio, "Fikirlerini kendine sakla Lorenna." diyerek karısını sertçe susturdu. "Kusura bakmayın, karım abartılı sevinç gösterilerine bayılır. Neden gidip mutfakta yemeğin hazır olup olmadığını kontrol etmiyorsun? Hazır gitmişken misafirlerimize içecek bir şeyler getirmelerini söyle."

"Ben... şey, elbette."

Arkasını dönerek yürüyen genç kadının neşesi gözle görülür şekilde kaybolurken, Antonio onları çalışma odasına yönlendirdi.

"Kadınlar konu evlilik olunca daima heyecanlılar."

"Öyleler." dedi Angelo.

"Ve bu bazen sinirlerime dokunuyor."

"Kadınlardan bahsetmişken Bay De Luca." diye araya girdi Stefano. "Sara'yı henüz göremedim. Evde yok mu?"

Stefano'nun sorusu tüm dikkatleri genç adama çevirmişti. Antonio pervasız damat adayını merakla incelerken Fabio'nun gözleri resmen ateş saçıyordu.

"Stefano." dedi babası uyarırcasına.

"Sabırsızlanmanı anlayışla karşılıyorum evlat. Ama ne yazık ki, karımın aksine ben arkamızdan iş çevirdiğiniz için hâlâ size kızgınım. Kızım ve Nonna bize yemekte eşlik edecekler. Ondan önce şu hikâyeyi bir de senin ağzından dinleriz diye düşünmüştüm."

"Madem öyle..." Stefano çalışma odasındaki tekli koltuklardan birine geçerek rahat bir pozisyon aldı. Babası da çocuğu yaramazlık yapmış bir ebeveyn gibi başını sallayarak hemen karşısındaki koltuktaki yerini almıştı. İçeride Antonio, Fabio ve Grecolar haricinde kimse yoktu.

İçkiler geldikten ve sohbet koyu bir şekilde devam ettikten sonra Antonio'nun talimatıyla Fabio, Nonna'yı getirmek üzere üst kata çıktı. Tam koridoru geçmek üzereyken, Sara'nın kapısının önünde duraksadı. Kapıyı çalıp çalmamakta tereddüt ediyordu ki, kapı aniden açıldı ve genç kız tüm güzelliğiyle karşısına çıktı.

Fabio bir müddet nutku tutulmuş gibi öylece kızın güzelliğini seyretmekten kendini alamadı. Adeta efsunlanmış gibiydi.

Genç kızın üzerinde tüm gençliğini ve tazeliğini gözler önüne serecek, gece kadar siyah, tek omuzlu, mini bir elbise vardı. Süt beyaz tenine zıt elbise, göğüslerinden itibaren tüm vücuduna sıkıca oturmuş, yaptığı koyu renkli makyajı ve sırtına dalga dalga yaydığı sarı saçlarıyla onu adeta karanlık bir tanrıçaya dönüştürmüştü.

"Bana neden öyle bakıyorsun? Yüzümde bir tuhaflık mı var? Makyajım mı? Tanrım, diğer rujumu sürmem gerekirdi." diyen kız telaşla içeri koşturdu. Fabio'nun ayakları kendinden bağımsız bir kukla gibi peşinden gitmişti.

Bahsettiği ruj ateş kırmızısıydı ve insanın dikkatini yüzüne baktığı anda direk o dolgun dudaklara çekiyordu. Tabii bakışlarını muntazam göğüslerinden yukarıya çıkarmayı başarabilirse... Tek kelimeyle kusursuzdu.

"Saçım mı?" dedi aynaya bakarken. "Fazla mı kabartılı olmuş?" Fabio hiçbir şey söylemeyince, "Konuşsana!" diye azarladı onu genç kız.

Genç adam daldığı rüyadan kendini hızla çıkardıktan sonra kapıyı arkasından kapatarak genç kızın yanına gitti.

"Bu kılıkta sakın aşağıya inme."

Sara tüm masumiyetiyle elbisesini süzerken sordu. "O kadar kötü mü?"

Tanrım. "Hayır!" Genç adam kesik nefeslerle başını sağa sola sallıyordu. "Aksine."

"O halde?" Genç kız bu kelimeden etkilendiğini belli etmemek için başını eğerken Fabio onu kollarından sıkıca tutup kendine bakmaya zorladı.

"Eğer bu kılıkta aşağıya inersen Greco sana şimdiye dek âşık olmamışsa bile kesinlikle olacaktır."

"Sahi mi?" Genç kızın dudaklarında bilmiş bir tebessüm belirdi. "Bunun nesi kötü peki?"

Kahretsin. Çok kötüydü ama bunu ona nasıl anlatacağını bilmiyordu.

"Değildir belki. Yani, kötü olmayabilir tabii. Yine de üstünü değiştirsen fena olmaz. Şu makyajını da belki biraz azaltabilirsin."

Sara'nın gözleri belirsizlikle kısıldı. Fabio bugün fazlasıyla tuhaf davranıyordu. "Bu tam olarak ne demek oluyor?"

Fabio'nun sesi giderek kısıldı. "O zaman belki sana gözlerini dikip yiyecekmiş gibi bakamaktan vazgeçer."

Bakışları kesişti. Sara içinde bir şeylerin kıpırdandığını hissetti. Heyecan mıydı bu? Çok saçma. Fabio'yu yıllardır tanıyordu Onun karşısında öfke hissettiği çok olmuştu. Nefret ve hatta bazen acıma bile. Ama heyecan?

Ona böyle şeyler söylediği için neden heyecanlanacaktı ki?

"Yine başlama."

Gözlerini devirerek adamın tutuşundan kurtulup kapıya yönelince Fabio onu durdurdu. "Sara, lütfen!"

"Bu koruma olayını biraz fazla abarttığını düşünmüyor musun? Ayrıca kimse benim ne giydiğime karışamaz. Sen bile. Bırak kolumu yoksa babama odama gizlice girdiğini ve beni taciz ettiğini söylerim."

"Yapamazsın."

"Emin misin?"

Sara kaşlarından birini meydan okurcasına havaya kaldırınca genç adam tereddüt etti. Aslında o kadar da emin sayılmazdı. Sara daha önce de babasına defalarca şikâyette bulunmuş ve olur olmaz bahanelerle ceza almasını sağlamıştı. Fakat bu kez geri adım atmayacaktı.

"Yapacakların beni korkutmuyor." Seni o adamın kollarında görmektense ölmeyi yeğlerim.

Sara'nın boğazı hiç bilmediği garip bir duyguyla dolunca bir müddet konuşamadı. "Küçük bir kız çocuğu değilim artık Fabio."

"Bunu görebiliyorum." dedi genç adam ve ateşten bakışlarını kızın üzerinde gezdirdi. Bakışları öyle derine işliyordu ki, Sara ürperdiğini hissetti.

"Mezuniyet gecesinde senden o çocukla dansa gitmemeni istemiştim hatırlıyor musun?"

Genç kızın gözlerine hızla dolan öfke hatırladığının apaçık kanıtıydı. "Nasıl unutabilirim ki? Sırf vazgeçeyim diye elbisemin çiçeğini kopartıp atmıştın."

"Çünkü senin için yeteri kadar iyi olmadığını biliyordum. Bu dünyadaki hiçbir erkeğin senin için yeterli olmadığını biliyorum ama Stefano Greco, o belki de içlerinde en beteri. Nereden bildiğimi sorma. Sadece hislerime güven."

"Pekâlâ, Bay Kâhin. O engin önsezilerinizle benim için en uygun adamın kim olduğunu bana söylemek ister misiniz?" Genç kız baş döndürücü kokusuyla burnunun dibine kadar yanaşınca Fabio'nun nabzı istemediği şekilde hızlandı. İşin kötüsü bunu kızın da fark etmesiydi.

"Ben... hayır... yani elbette bilmiyorum."

"Kehanet buraya kadarmış demek." Sara omuz silkti. "Çekil önümden Fabio. Yemeğe geç kalıyorum."

"Bunu babandan kurtulmak için yaptığını biliyorum."

Genç kız tam kapıyı açmak üzereyken bu sözlerle bedeni adeta taş kesildi. Göz ucuyla yukarı baktığında adamın koluyla kapıyı tuttuğunu gördü. Sıcak nefesiyle ensesini yakarken fısıldıyordu. "Başka bir yolu olmalı."

Sara'nın boğazında yutamayacağı kadar büyük bir yumru oluştu. Fabio konuşurken teninde hissettiği ateşten ve midesindeki kelebeklerden hoşlanmadı.

"Başka bir yol yok. Olsa da bunun için yeteri kadar cesur değilim."

Kızın başka bir şey söylememesi üzerine kapıdan çekilmek zorunda kalan Fabio, bir süre gözlerini kapanan kapıdan ayıramadı. Sara yanılıyordu. Başka bir yol daha vardı. Fakat bunun için cesur olması gereken kişi o değildi.

........................

Daniella arkasından sessizce yaklaştığı kadının gözlerini elleriyle kapatırken sesini incelterek, "Bil bakalım ben kimim?" diye sordu.

"Ah, bir düşüneyim. Sesin benim küçük Dani'minkine çok benziyor. Ama o artık küçük bir kız çocuğu değil."

"Haklısın. Sanırım bu tür oyunlar için biraz fazla büyüğüm."

Yaşlı kadın arkasını dönüp ona gülümseyince Daniella geçip bankta yanındaki boşluğa oturdu.

"Aslına bakarsan sen her zaman benim küçük Dani'm olarak kalacaksın."

"Teşekkürler büyük anne."

"Hafta sonu gelirsin sanıyordum."

"Büyük babama olanları duydum? Nasılsın?"

Stella'nın karşılığında içine çektiği derin nefes, çaresizliğini ortaya koyuyordu. Onu kaldıkları ev yerine hastanenin bahçesinde bulacağını biliyordu. Bu sabah gelmeden önce aradığında ilgili doktoru ona büyük babasının dün gece bir kalp krizi geçirdiğini söylemişti.

"İyi uyuyamamanın dışında, iyiyim."

"Peki ya, o?"

"Doktorlar bugün daha iyi olduğunu söyledi. Dün geceki kriz hepimizi korkuttu ama artık iyi. Onlara inanıyorum çünkü kendine geldiğinden beri huysuzluğu üzerinde. Hemşirelerden başka kimseyi yanına sokmuyor. Ve sürekli hatırlamadığı karısını sorup duruyor."

"Ah, büyük anne." Daniella gözleri dolan kadına sıkıca sarılarak onu kendine çekti.

"Onun için bir yabancı olmak beni öldürüyor Dani. Ona istediğim gibi dokunamamak, sarılamamak. İçimden geçenleri anlatamamak. Bunu asla anlayamazsın. Gustavu bir ömür benim tek arkadaşım olmuştu. Onunla her sıkıntımı paylaşırdım. Başım sıkıştığında gideceğim tek yer onun yanıydı, başımı yaslayacağım tek omuz onunkisiydi. Şimdi hayatımda koskoca bir boşluk varmış gibi hissediyorum. O ölmedi. Hâlâ benimle olduğu için her gün Tanrı'ya şükrediyorum. Ama onu böyle görmek... artık dayanamıyorum."

"Ara sıra da olsa seni hatırladığını söylemiştin."

Stella başını umutsuzca iki yana salladı. "Başta gidip gelen hafızası artık tamamen kayboldu. Kim olduğunu bile hatırlamadığı zamanlar oluyor."

"Yüce Tanrım."

"Bana kur yapmaya çalışması ve her gün başka bir jestle yanımda olması başta eğlenceli geliyordu. Ama daha sonra, sanki hayatında hiç var olmamışım gibi davranmaya başladığında bundan nefret ettim. Artık onun için bir hiçtim. Stella ve Gustavu artık yalnızca mazinin tozlu sayfalarında ve fotoğraf albümlerinin arasında gömülü."

"Böyle söyleme lütfen. O hâlâ senin sevdiğin adam. O hatırlamasa bile sen hatırlıyorsun. Böyle dememiş miydin?"

"Evet. Ne dediğimi biliyorum. Bunu her gün sürekli kendime hatırlatıp duruyorum." Yaşlı kadın geriye çekilip gözyaşlarını hızla kuruladı. "Üzgünüm tatlım. Karşında ağlamak istememiştim."

"Bunun için özür dileme büyükanne. Ve sakın kendini yalnız hissetme. Artık yanında ben varım. Ne zaman konuşmak istersen, anlatmak istediğin her şeyi dinlemeye hazırım."

"Teşekkür ederim." Stella zorlukla gülümsedi. "Bana bir iyilik yap ve kafamı dağıt. Bana yaptıklarından bahset. Sognare nasıl? Vereceğin güzel haberlerin var mı?"

"Evet. Hazırlıklar neredeyse bitti sayılır. Yakında Sognare'yi yeniden açıyoruz."

"Biz mi? Yoksa Luigi ile sonunda anlaşmaya vardınız mı? Sana yardım etmeye mi karar verdi?"

"Pek sayılmaz. O ve ben sadece işlerin mali kısmıyla ilgili bir anlaşmaya vardık diyelim. Hâlâ oteli açmamın bir hata olduğunu düşünüyor."

"Demek öyle."

"Bahsettiğim kişiler Paola ve Dante. İşe aldığım harika bir çift. Bana her konuda çok destek oluyorlar. Onlar olmasaydı açılışı bu kadar kısa sürede asla hazırlanamazdım. İşte, bunlar davetiyeleriniz. Gerçi Sognare'ye gelmek için asla bir davetiyeye ihtiyacınız yok."

Çantasından çıkardığı zarfı Stella'nın avucuna bırakınca yaşlı kadın yeniden dolan gözlerle zarftan çıkardığı karta baktı.

"İnan bana beni bundan daha mutlu edemezdin tatlım. Sognare yok olmayacak ve bu sadece senin sayende oluyor."

Yeniden birbirlerine sarıldıklarında bu kez Daniella'nın da gözleri dolmuştu.

"Geleceksiniz değil mi? Ne yapıp edip büyük babamı da ikna etmelisin."

Geriye çekilen kadın gülen gözlerle ona baktı. "Elimden geleni yaparım."

Daniella Stella ile biraz daha sohbet ettikten ve birlikte Gustavu'nun durumunu öğrenmek için odasına çıktıktan sonra bakım evinden ayrıldı. Otoparktaki arabasına yürürken içi hem bir parça hüzün hem de mutlulukla doluydu. Bu yüzden biri arkasından seslendiğinde başta sesin sahibini tanıyamadı.

"Bayan Lombardi! Daniella!"

Daniella arkasına döndüğünde hastane otoparkında görmeyi beklediği en son kişi genç dedektifti.

"Bay Costa?"

Adam aralarındaki birkaç metreyi koşarak kat ettiğinden nefes nefese kalmıştı.

"İlginç bir tesadüf. Sizi burada görmeyi beklemiyordum."

"Pek tesadüf sayılmaz." dedi genç adam başını mahcup bir şekilde eğerken. "Sizi görmek için otele uğradığımda yardımcılarınız burada olduğunuzu söyledi."

"Öyle mi?" Daniella şaşkınlığını gizleyememişti. "Peşimden buraya kadar geldiğinize göre oldukça önemli olmalı."

"Aslına bakarsanız sadece bir kahve içmek için uğramıştım. Büyük babanızın kalp krizi geçirdiği doğru mu?"

Paola boşboğazlık etmişti demek. "Evet, ama durumu şimdi daha iyi."

"Buna sevindim."

İkisi bir müddet sessizce dikilmeye devam edince, "Şey..." dedi Daniella. "Madem buraya kadar geldiniz. Size bir kahve ısmarlayayım öyleyse?"

"Bu harika olur." Genç adam neşeyle gülümsedi. "Fakat şu aramızdaki resmiyeti kaldırsak nasıl olur?"

Bunu o kadar sevimli bir şekilde söylemişti ki, Daniella itiraz etmek için bir neden göremedi. "Pekâlâ. Her ne kadar burada doğup büyüsem de hâlâ bir yabancı sayılırım. Bildiğin iyi bir yer var mı?"

"Olmaz mı?" Genç adam keyifle arabasına doğru yürürken, "Beni takip et." dedi.

Daniella da kendi arabasına binip genç adamın peşine takıldı. Sahilde, şirin bir restoranın önüne park edip arabalardan indiklerinde kendine bunu neden yaptığını soruyordu. Costa sevimli bir adama benziyordu. Yine de biraz fazla hızlı gittiğini düşünmeden edemiyordu. Franco kadar hızlı olamaz, dedi iç sesi.

Oraya hiç girme.

Restoran öğlen saatleri olmasına rağmen neredeyse boş sayılırdı. Dalgaların kıyıya vurduğu kıyı şeridinde de birkaç masanın olduğu hoş ve samimi bir yerdi.

"Hava güzel. Dışarıda oturmaya ne dersin?"

"İyi olur."

Güneşli günler beyaz tenli bir kadınlar için daima bir kâbus olurdu. Bu yüzden masaları gölgeleyen hasır şemsiyelere minnettar olarak genç adamın işaret ettiği bir yere geçtiler.

Costa bir centilmen gibi sandalyesini çektiğinde Daniella nazikçe gülümsedi. Adamın, karşısında okullu bir çocuk gibi heyecandan kıpır kıpır oluşunu izlemek tuhafına gidiyordu. Birinin onunlayken hem bu kadar özgüvenli hem de acemice davrandığı başka bir zamanı hatırlamıyordu.

Dedektif bu kez üzerine oturan açık mavi tonlarında bir gömlek ve kot pantolon giymişti. Hafif uzamış saçlarını arkaya doğru taramak yerine serbest bıraksa daha hoş görünebilirdi ama bu Daniella'yı ilgilendirmezdi. Bu yüzden yorumunu kendine sakladı.

Kahvelerini sipariş ettikten sonra bir müddet denizi, ufukta ilerleyen gemileri, balıkçı teknelerini ve kıyıya bağlı sandalların suyun üzerinde huzur veren salınışını izlediler. Martı çığlıkları ve suyun şapırtısı, aralarındaki sessizliği bozan tek şeydi.

Bir süre sonra adamın manzara yerine kendisini izlediğini fark edince ona döndü.

"Burası oldukça güzel bir yer. Sık sık gelir misin?"

"Dışarıda yemek yiyeceksem ilk tercihimdir. Aç mısın bu arada? Buranın deniz mahsulleri bir harikadır."

"Teşekkürler, şimdilik kahve yeterli." diyerek gelen kahvesinden bir yudum aldı Daniella. "Livorno'da mı doğdun?"

"Ailem buranın yerlisidir. Babam çocuk yaştan beri bu denizlerde balıkçılık yapmış. O sırada annemin tek yaptığı şey ise ben ve altı kardeşime bakmak olmuş."

"Altı tane kardeşin mi var? Vay canına."

"Evet." Genç adam güldü. "Ailem kalabalık oluşuyla meşhurdur. Costa genlerini taşıyan herkesin en az dört çocuğu olur. Ben ailenin en küçüğü ve tek bekârıyım. Diğerleri evlenip ülkenin dört bir yanına dağıldı."

"Demek ailenle burada kalmayı seçtin?"

"Maalesef. Babam emekli olduktan sonra artık deniz görmek istemediğini söyleyerek Floransa'ya taşındı. Orada inek ve tavuk yetiştirebilecekleri küçük bir çiftlik satın aldılar."

"Sen neden gitmedin peki?"

"Ara sıra ziyaretlerine gidiyorum ama burayı seviyorum. Sanırım deniz ve onu hatırlatan her şey beni kendine çekiyor." diyerek gözlerinin içine bakınca, Daniella bakışlarını kaçırmak zorunda kaldı.

"Peki, ya sen? Seni buraya getiren şey ne oldu?"

Daniella omuz silkti. "Annemin ve teyzemizin ölümünden sonra beni Amerika'ya bağlayan pek bir şey kalmamıştı. Ailemin çağrısına uyarak buraya geldim ve pişman değilim. Büyük babam hiçbir şey hatırlamayacak kadar hasta ve büyük annem hayatının geri kalanından ona orada eşlik etmek için her şeyden vazgeçti. Onlar için Sognare'yi hayatta tutacak olmak bana kendimi iyi hissettiriyor."

"Çünkü daha önce gelip yanlarında olamadığın için suçluluk hissediyorsun."

Daniella kaşlarını çatınca Costa hızla ekledi. "Affedersin. Haddimi aştım sanırım."

"Haksız sayılmazsın."

"Bazen kendime engel olamıyorum."

"Yaptığın iş yüzünden olmalı." Daniella tebessüm edince Costa rahatlamış göründü.

"Galiba. Oteli açtıktan sonra ne yapacaksın? Hayatında biri var mı? Yani, çok erken olabilir tabii, buraya daha yeni taşındın ama... Belki daha öncesinde vardır ya da ne bileyim. Kahretsin." Genç adam gülerken yüzünü buruşturdu. "Yine çok fazla detaya giriyorum değil mi? Bu konularda pek iyi sayılmam."

Daniella'yı cevap vermekten adamın çalan telefonu kurtarmıştı.

Genç adam özür dileyerek masadan uzaklaştı. Daniella bu süreyi düşünmek için kullandı. Costa haklı olabilir miydi? Sognare'yi kendi vicdanını temizlemek için bir kurtuluş olarak mı seçmişti? Böylelikle kendince ailesine geri dönmediği günlerin borcunu mu ödemiş olacaktı? Hayır, dedi içinden. Ailesinin çağrısı olmasa da Sognare gibi bir yerin yok olmasına izin veremezdi. Bunun ne bir kaçışla, ne de temiz bir vicdanla ilgisi vardı. Sognare'yi seviyordu. Ve onu en çok kendi istediği için ayakta tutacaktı.

"Tekrar özür dilerim. Önemli bir telefondu."

"Sorun değil. Amirin miydi?"

"Nasıl anladın?"

"Yüzünün aldığı şekilden. Onunla konuşurken daima geriliyorsun."

"Şey," Costa ensesini kaşırken zorlukla tebessüm edebildi. "Moretti biraz ters bir adamdır. Her zaman aklına ilk geldiğini söyler, tıpkı benim gibi ama asla kötü bir niyeti yoktur."

"Niyetinden şüphem olmamıştı zaten."

"Üzgünüm, ama gitmem gerekiyor."

"Sorun değil. Benim de yapacak işlerim vardı zaten." Daniella cüzdanını çıkarmak için çantasını karıştırmaya başlamıştı ki, genç adam elini uzatarak,

"Lütfen." dedi. "Bu seferlik benim ikramım olsun."

"İyi ama..." Genç adamın ısrarlı bakışlarına karşı koyamadı. "Pekâlâ. Yalnızca bu seferlik ama."

"Yani başka bir sefer için umutlanabilir miyim?"

Daniella cevap vermek yerine yalnızca tebessüm etti. Adam hiçbir fırsatı kaçırmıyordu gerçekten. Birlikte arabaya doğru yürürken genç adam anahtarlarını cebinden çıkardı. "Bir saniye bekler misin? Sana bir şey vermek istiyorum."

Daniella arabanın yanında dikilirken Costa yolcu tarafındaki kapıyı açıp torpido gözünü karıştırmaya başladı. Aradığını bulamamış olacak ki, küfredip arabanın her yerini aceleyle didik didik etti. Küçük bir kutu çıkardığında bazı kâğıtların yere saçılmalarına da engel olamamıştı.

Küfrederek düşen kâğıtları tek tek toplarken Daniella da ona yardımcı oldu.

"Özür dilerim. Bugün neden böyle davrandığımı hiç bilmiyorum."

"Hepimizin kötü günleri olur."

“Haklısın.” Genç adam hızla gülümsedi. "İşte. Bu senin."

Küçük kutudan çıkardığı minik Deniz Kızı kolyesi Daniella'yı şaşırtmıştı. Ayrıca çok hoşuna gitmişti. Gümüş zincirin ucunda mavi gözleri ve balık kuyruğu olan gümüş saçlı bir denizkızı sallanıyordu.

"Bu... çok güzelmiş."

"Kasabada bir dükkânda gördüğüm anda aklıma sen geldin." dedi adam hayranlıkla yüzüne bakmaya devam ederken.

"Ben… bunu kabul edemem."

"Edersen beni çok mutlu edersin. Çok değerli bir şey değil zaten. Bunu sadece kasabaya bir hoş geldin hediyesi olarak düşün."

Kasabalıların onu başından beri pek sıcak karşılamadığı düşünülünce bu hediye Daniella'nın içini sıcacık etmişti. Kolyeyi geri vermek hiç içinden gelmedi.

"İzin verir misin?"

Daniella başıyla onaylayarak arkasını dönüp saçlarını ensesinden çekince genç adam kolyeyi boynuna taktı. Kolye çok güzeldi. Diğer yandan Daniella'nın dikkatini yere saçılan ve şu an bakmakta olduğu fotoğraflardan alamamıştı.

"Çok yakıştı.”

"Teşekkür ederim." diyen Daniella topladığı kâğıtları ona uzattı. "Sanırım bunlar senin."

"Ah, evet." Costa utanmış gibi gülümseyerek ona baktı. "Dağınıklık için üzgünüm. Bunlar son davanın dosyaları."

"Dur tahmin edeyim. Bu adamlar birer suçlu."

"Öyleydiler. Artık hesaplarını Tanrı'ya verecekler."

"Öldüler mi?"

Costa başını salladı. "Cinayet. Hepsi aynı şekilde öldürüldüğü için bir seri katil olduğunu düşünüyoruz."

"Nasıl öldürülmüşler?"

"Vahşice. Onları bulduğumuzda elleri ve ayakları bağlanmış, dizleri parçalanmış hâldeydi. Ve boğazları kesilmişti."

"Aman Tanrım."

"Korkunç olduğunu biliyorum. Detaylarla canını sıkmak istememiştim."

"Sorun değil."

"Onları en son görenleri bulabilirsek katillere de ulaşabilmeyi umuyoruz. Telefon bununla ilgiliydi. Şey, seni daha fazla sıkmadan gitsem iyi olacak."

Daniella'nın boğazı öyle kurumuştu ki, konuşmakta zorluk çekiyordu. "Tabii ki." dedi, sesi bir fısıltı gibiydi.

"Kahve için teşekkürler. Yine görüşürüz değil mi?"

Genç kız başını sallayınca dedektif gülümsedi. "Tamam o halde." dedikten sonra arabasına binip el sallayarak uzaklaştı.

Daniella'yı arkasında, kafasında bir sürü soru işaretiyle baş başa bırakmıştı. Fotoğraflardaki adamları tanımıyordu ama onları daha önce nerede gördüğünü hatırlıyordu.

Aynı adamlar Sara'nın ona verdiği bellekteki resimlerde bir gece kulübünde eğleniyordu. Ve sanırım onları ölmeden önce en son gören kişi de, adamlarla aynı masayı paylaşan Franco'ydu.

................

"Almanya ve Hollanda için bekleyen on sekiz tır dün gece geç saatlerde yola çıktı. Emrettiğiniz gibi tırların yarısı Tayvan'dan getirttiğimiz elektronik mallarla dolduruldu. Hepsi sandıklara özenle istiflendi. Alıcılar bu işleyişten çok memnun kalacaklar."

"Peki ya Amerika'daki müşterimiz?"

"O iş biraz sıkıntılı. Portekiz limanından Meksika'ya giden gemimiz geriye sekiz ton esrarla döndü."

"Lanet olsun!" Franco küfrederek yerinden kalkıp korkuluklara yürüyünce ardında bıraktığı adam koltuğuna yaslandı. Carlos cüsseli bir adamdı. Eski bir boksördü ve gördüğü en kanlı ortamlarda bile sağlam bir mideye sahipti. Ancak açıkta demir atmış yirmi metre uzunluğundaki tekneye bindiğinden beri her an akşam yemeğini güverteye çıkarmak üzereymiş gibi hissediyordu.

"Takas kabul etmediğimizi söylemiştik. Yalnızca nakit."

"Evet patron, ancak bu şekilde daha çabuk ödeme yapabileceklerini söylediler. Ayrıca..."

"Ayrıca ne?" Franco hızla arkasını döndü. Mavi gözleri fırtınalı denizler gibi kabarmıştı. Her an patlayacakmış gibi görünüyordu.

"Babanızın bu yöntemi kabul ederken sizin etmemenizi tuhaf bulduklarını söylediler."

"Babamın ne halt ettiği umurumda değil. Ben Franco De Luca'yım ve o puştların uyuşturucuyu benim aracılığımla ülkeye sokmalarını istemiyorum. Derhal geri gönderilmesini sağla."

"Bunu yapmak istediğine emin misin patron? Fuentesler Meksika'nın en azılı kartelidir. Bu, açıkça savaş demek olur."

"Riski göze alıyorum."

"Peki, ya polis ne olacak?"

"Ne olmuş?"

"Renato, Ruggiero, Riccardo, Sandro ve Silvestro'nun ölümünden sonra, her adımımızı kontrollü atmak zorundayız. Adamların öldürülüş şekilleri dikkatleri senin üzerine çekti ve şu anda tüm Toscana emniyeti peşimizde sayılır."

"Tüm Toscana polisi değil, yalnızca Moretti."

"Adam kafayı sizinle bozmuş görünüyor."

"Kolumun nerelere uzanabileceğinin farkında ve hapiste olduğum hâlde yapacak olduklarım onu deli ediyor."

"İyi de cezanın bitmesine daha yıllar var. Senden daha ne istiyor olabilir?"

"İstediğim an tüm suçlamalardan kurtulabileceğimi biliyor. Gorgona'da kurduğum düzenin farkında. Onu bozarak kendince adaleti sağlayacağına inanıyor. Sen onu bana bırak ve dediğimi yap."

"Limanlar bu kadar sıkı kontrol altındayken, yeni bir sevkiyat için beklememizi öneririm."

"Fikrini sorduğumu hatırlamıyorum." diyerek kestirip attı Franco. Keskin bakışı sohbete son noktayı koymuştu. Yerine oturup kendine bir kadeh viski doldurdu.

"Pekâlâ. Eğer benden istediğin başka bir şey yoksa-"

"Russo ile konuşma fırsatı bulabildin mi?"

Roberto Russo altmışlı yaşlarının ortalarında eski bir avukattı ve yirmi yılı aşkındır De Lucalara Consigliere (danışmanlık) yapıyordu. Antonio'nun sağ kolu ve en güvendiği adamıydı.

"Bay Russo şu sıralar çok meşgul olduğunu ve eğer ondan bir şey öğrenmek istiyorsanız bizzat kendinizin gitmeniz gerektiğini söyledi."

"Tam olarak böyle mi söyledi."

Carlos boğazını temizleyerek, "Hayır. Aslında söylediği kelimesi kelimesine, 'O piç buraya kendi ayaklarıyla gelmedikçe benden hiçbir bok öğrenemez' di."

Franco'nun yüzündeki sert ifadeye rağmen dudaklarında bir tebessüm belirdi. Adi herif, uzun zamandır ziyaretine gitmediği için onu resmen kışkırtıyordu. Russo babasının sağ kolu olabilirdi ama asla onun gibi bir canavar değildi. Franco'yu çocukluğundan beri tanır ve çok severdi. İçeriye girdikten sonra ona sayamayacağı kadar çok iyiliği dokunmuştu ve adı gibi biliyordu ki, bunların yarısından fazlasından babasının haberi yoktu.

Russo babasının kirli işlerine kılıf uydurmakta usta bir manipülatör olsa da, özünde iyi bir adamdı. Bu çarkın içinde olup da ne kadar iyi olunabilirse o kadar işte. Antonio'ya sadakat yemini etmişti ve ona asla ihanet etmezdi. Yine de Franco adamın bildiklerini ondan saklayacağını sanmıyordu.

Sara'nın gönderdiği bellekteki fotoğraflar babasının bilgisayarından kopyalanmıştı ve hepsi gerçekti. O fotoğraflarda Franco ve diğerleri aynı masada son kez oturmuşlardı. Ölümlerinden suçlanması için yanlış ellere geçmesi yeterliydi. Sara haklıydı. O fotoğraflar polisin eline asla geçmemeliydi.

İyi ama bu fotoğrafları babasına kim göndermişti?

Ve babası neden yok etmek yerine onları özel bilgisayarında saklıyordu?

Doğru cevapları ona verebilecek tek kişi Russo'ydu.

"İhtiyarın dediği gibi olsun. İlk fırsata ona güzel bir sürpriz yapalım."

"Nasıl istersen patron."

"Fabio'dan bir haber var mı?"

"Son görüştüğümüzde babanızla birlikte Grecoları misafir etmekle meşguldü."

"Demek Antonio Sara konusunda kararlı." Franco bardağına yeniden doldururken küfretti. "Ne yapmaya çalışıyor bu herif?"

"Anladığım kadarıyla kız kardeşinizi Bay Greco'nun oğluyla evlendirerek bir ittifak kurmak ve yıllardır süregelen düşmanlığı bozmak istiyor. Bunu da sırf uyuşturucu ticaretinin içine sızmak için yapıyor."

"De Lucalar bildim bileli uyuşturucudan uzak durmuştur. Aile bize bunu öğretir."

"Görünüşe göre babanız bu düzeni bozmak niyetinde."

Franco bileğindeki lastiği çekip bırakırken dişlerini gıcırdattı. Babasına söz geçiremeyeceğinin elbette farkındaydı. Antonio De Luca, her konuda olduğu gibi bu konuda da onu asla dinlemezdi. Diğer yandan zaten bunu yapmak gibi bir niyeti yoktu. Babası uyuşturucu işine girecek ve yüzüne gözüne bulaştıracak olsa bile onun için kılını kıpırdatmayacaktı.

Annesinin ölümünden sonra ilişkileri hiçbir zaman eskisi gibi olmamıştı. Babası sanki ona her baktığında annesinin -sözde- ihanetini hatırlıyormuş gibi nefret doluydu. Franco babasının sevgisini kazanmak için yıllar içinde çok çabalamış, yeri gelmiş onun için adam öldürmüştü. Fakat hiçbir işe yaramamıştı.

Yeni karısı ve çocuklarını eve getirdiği gün asıl ihanete uğrayanın babası değil annesi olduğunu anlayan Franco için Antonio artık ölü bir adamdı. O günden beri annesinin mutlak sonunu hazırlayan adamdan ölesiye nefret ediyordu.

"Adamlarımız Bayan Lombardi'yi takip etmeye devam edip etmeyeceğimizi merak ediyorlar."

Daniella'nın ismiyle göğsündeki sertliğin yumuşadığını hisseden Franco adamına döndü.

"Yeni bir gelişme mi var?"

"Şey patron. Nasıl söylesem bilemiyorum."

"Kıvranmayı bırak da konuş be adam!"

Kükremesi üzerine rengi iyiden iyiye yeşile dönen Carlos sertçe yutkundu. Adamın bir an önce söyleyeceğini söyleyip gitmesini istiyordu. Gecenin bu saatinde teknesinde kusmuk kokusu çekmeye hiç niyeti yoktu.

"Bayan Lombardi bu öğlen saatlerinde biriyle buluşmuş."

"Ne var bunda?" Adam sessiz kalınca Franco öne doğru eğilip gözlerini şüpheyle kıstı. "Kim?"

"Dedektif Fernando Costa."

Franco gözlerini bacaklarının arasındaki boşluğa dikerken burun delikleri öfkeyle açılıp kapandı. Buluşmanın detaylarını dinlemek, canını bileğindeki lastikten daha çok acıtmıştı.

 

 

 

Loading...
0%