@sagetaylors
|
Garson içecekleri tazelemek için yanlarına yaklaştığında Stefano gözlerini kısarak arkasına yaslandı. "Bu herif gittiğimiz her yere peşimizden gelmek zorunda mı?" Stefano'nun sorusu üzerine Sara başını çevirip arkalarındaki masada çatık kaşlarla onlara dik dik bakmakta olan Fabio'ya döndü. Genç adamın duruşu bir heykelden farksızdı, ancak gözlerinde yanan öfkeyi bir kilometre öteden görmek mümkündü. Elleri masanın üzerinde birbirine sıkıca kenetlenmişti. O ellerle birçok insan öldürdüğünden emindi. Fakat Sara'ya dokunurken, yaralarını sararken oldukça yumuşak ve şefkatlilerdi. Nereden aklına gelmişti bu şimdi? "Bir mahsuru mu var?" dedi güçlükle yutkunarak. "Seninle birlikteyken onu etrafımızda görmek istemiyorum." Aile arasında taktıkları yüzüklerden sonra Stefano ile daha sık görüşmeye başlamışlardı. Artık eskisinden daha sık dışarı çıkıyor, babasına hesap vermek zorunda kalmadan canı ne isterse yapabiliyordu. Zaten Stefano yanındayken babası onun ne yaptığını pek sorgulamıyordu. Sonunda istediği özgürlüğe kavuşmuştu. Bu rahatlık Sara'ya iyi geldiğinden Fabio'nun varlığına takılmak aklının ucuna bile gelmiyordu. "Fabio sadece emirleri yerine getiriyor. Uzun zamandır benim korumalığımı yapıyor. Düşmanlarımız olduğunu biliyorsun." "Ben yanındayken bir korumaya ihtiyacın yok." diyerek kestirip attı genç adam. Elini kızın elinin üzerine sahiplenircesine koyarken sesi giderek sertleşiyordu. "Ben Stefano Greco'yum ve sen de benim nişanlımsın Sara. Çok yakında da karım olacaksın. Kadınımı koruyamazsam ne tür bir erkek olurum söylesene!" "Ben öyle bir şey de-" "Son defa söylüyorum. Bu adamın etrafında dolaşmasını istemiyorum. Bizi bir dakika bile yalnız bırakmıyor. Ondan gitmesini iste." Sara şaşkınlıkla bakakaldı. Nişanlısının neden bu kadar sinirlendiğini anlayamamıştı. Cosa Nostra’da doğan herkes korumalarla gezmeye alışkındı. Ancak Fabio ile tanıştıkları andan beri nedense yıldızları hiç barışmamıştı. Gerçi pek de haksız sayılmazdı. Fabio gözünü Sara'nın üzerinden bir an olsun ayırmıyor, onları asla yalnız bırakmıyor, nereye gitseler bir gölge gibi peşlerinde dolaşıyordu. Stefano ile bir kez bile başbaşa kalıp öpüşememişlerdi. Buna hevesli olduğundan değildi gerçi. Sadece genç adanım bunu istediğini düşünüyordu. Stefano sürekli ona dokunmak istiyordu. Yanındayken ya elini tutuyor, ya da ona sarılıyordu. Bu şekilde sevilip istenmek Sara'nın çok hoşuna gidiyordu. Öte yandan... içinde adını koyamadığı bir huzursuzluk vardı. "Fabio babamın yardımcısı ve sağ koludur. Emirleri yalnızca ondan alır. Bu yüzden ben söylesem de gitmeyecektir. Hem neden bu kadar takıldığını anlayamadım?" Genç adam elinin üzerindeki elinin baskısını arttırırken bakışları sertleşti. "Çünkü sana olan bakışlarından hiç hoşlanmıyorum." "Ne varmış bakışlarında?" "Fazla sahiplenici. Sanki senin koruman değil de... aşığınmış gibi." "İşte şimdi saçmalıyorsun." Sara bu konuşmadan giderek daha çok rahatsız olmaya başlamıştı. Elini usulca adamın parmaklarının arasından çekerken gözlerini kaçırdı. Yerinde huzursuzca kıpırdanarak suyundan bir yudum aldı. "İnkâr etmiyorsun?" Genç kızın içtiği su birden genzine kaçınca öksürüğünü gülüşünün arkasına saklamaya çalıştı. Telaşlandığının farkındaydı. Tek dileği Stefano'nun bunu fark etmemesiydi. "Fabio ve ben mi? Böyle bir şeyi düşündüğüne bile inanamıyorum. O sadece, o... Franco'nun yokluğunda bana abilik ediyor, hepsi bu." Bunun yalan olduğunu bal gibi biliyordu. Fabio onun için her şey olabilirdi ama bir abi, asla. O gece odasında neredeyse öpüşmek üzere olduklarını hatırlayınca yanaklarına ateş bastı. Adamın yatak odasının kapısında gitmemesi için ona yalvarışı, arkasında hissettiği sıcak bedeni ve aç bakışları hiç de masum değildi. O anları, o gece ve ondan sonraki gecelerde defalarca zihninde tekrarlamıştı. Ve eğer kalmış olsaydı aralarında neler yaşanabileceğini de ümitsizce hayal etmişti. Ümitsizce mi? Lanet olsun! Zihninin onu götürdüğü yerlerden hoşlanmamıştı. "Eğer seni bu kadar rahatsız ediyorsa babamdan onu bir daha peşimize takmamasını isteyebilirim." Bu sözleri neden söylediğini bilmiyordu. Aslında böyle bir şeyi hiç istemiyordu. Babası Fabio'yu geri çekmediğine göre hâlâ bu aileye güven konusunda şüpheleri olmalıydı. Ayrıca Fabio'nun varlığına o kadar alışmıştı ki, onunlayken asla korku hissetmiyor, bilakis göremediği anlarda telaşa kapılıyordu. Bu, bir türlü alışkanlık olmalıydı. Öte yandan kendi güvenliği kadar nişanlısını da düşünmek zorundaydı. Genç adamın Fabio yüzünden huzursuz olmasını istemiyordu. Stefano'nun yüzü yemeğe çıkmak için onu evden almaya geldiğinden beri asıktı. Teklifiyle onu bir parça mutlu edebileceğini düşünmüştü. Düşündüğü gibi de oldu. Yüzü bir anda aydınlanan adamın sırıtışı şeytani bir hâl aldı. "Bu harika olur sevgilim. Bu sayede belki artık baş başa kalabiliriz." dedi ve az önce sıktığı parmaklarını nazikçe tutarak dudaklarına götürdü. Sara'nın midesinin bu hareket karşısında heyecandan taklalar atması gerekiyordu. Ancak garip bir şekilde hissettiği tek şey sadece huzursuzluktu. Adamın ona bakışlarında zaman zaman çözemediği bir zalimlik seziyordu. Fakat bu o kadar hızlı kayboluyordu ki, kendi hayal gücünün bir ürünü olup olmadığından emin olamıyordu. Sanki karşısındaki Skype'ta saatlerce sohbet edip şakalaştığı adam değildi. Demek uzak mesafe ilişkisi yürütmek başkaydı, yüz yüzeyken başka. Belki de aradaki yaş farkı yüzündendi. Stefano ondan sadece yedi yaş büyüktü. Buna rağmen ona karşı daima sabırlı ve anlayışlı davranmıştı. Sadece Fabio etraftayken huysuzlaşıyordu. Peki, Sara hangisinin gerçek Stefano olduğundan nasıl emin olacaktı? Stefano aniden, "Yarın akşam bir tekne kiralayıp denize açılmaya ne dersin?" diye bir teklifte bulundu. "Yalnızca sen ve ben." Sara'nın gözleri istemsizce Fabio'nun olduğu tarafa kaymıştı. Sanki huzursuzluğunu sezmiş gibi genç adam oturduğu yerde aniden dikleşti. Nişanlısı haklıydı. Fabio'nun Sara'ya bakışları sahiplenme ve farklı bir ateşle parlıyordu. Nabzının deli gibi attığını görmezden gelerek gözlerini yeniden karşısındaki adama çevirdi. Stefano'yu daha fazla kızdırmak istemiyordu. Tek istediği onunla evlenip mutlu olmaktı. Fakat Fabio etraflarındayken bunun kolay olmayacağı belliydi. Cevap vermeden önce kadehine uzanarak şarabından uzun bir yudum aldı. Sonra da dudaklarına en başarılı olduğu gülümsemelerinden birini yerleştirdi. "Bu harika olur." “O halde yarın akşam.” Kadehini ona doğru kaldırdıktan sonra sırıtarak arkasına yaslanan genç adamın gözlerinde garip bir ışık yandı. Sara'nın mantığı ona doğru şeyi yaptığını olduğunu söylüyordu. Keşke yüreği de bunu kabul edebilseydi. ...............................
Montenero Kutsal Alanı, Livorno limanına bakan bir tepedeydi ve Madonna Delle Grazie'ye adanmış ünlü mabedi nedeniyle Toskana'nın en ünlü yerleri arasında yer alıyordu. Kutsal Alan'ın kökenleri, geleneğe göre zavallı sakat bir çobanın Meryem Ana'nın mucizevi görüntüsünü bulduğu ve içsel bir sezginin ardından onu Montenero tepesine götürdüğü 15 Mayıs 1345 Pentekost bayramına kadar uzanıyordu. Ayrıca haydutların sığınağı olarak bilinen ve bu nedenle karanlık, kasvetli kabul edilen yere "Şeytanın Dağı" adı veriliyordu. Daniella'yı güneşli bir günde buraya getiren sebep ise diğer insanların aksine Tanrı'ya şükranlarını sunmak değil, Paola ile birlikte yakında açılışı yapılacak otelin broşürlerini dağıtmaktı. Bunun için özellikle Baş Rahip Don Luca Bernardo Giustarini'nin kutsal ayininin olduğu günü seçmişlerdi. Paola yaşlı rahibin oldukça anlayışlı bir adam olduğunu ve insanların onu bu yüzden sevdiğini söylerken haklıydı. İzin istemek için yanına gittiklerinde yaşlı adam eskiden sık sık Sognare'nin arka bahçesinde büyük annesinin kendi elleriyle hazırladığı Panna Cotta'lardan yemeye geldiğini içtenlikle itiraf etmiş ve eğer onun kadar iyi bir aşçı olduğunu iddia ediyorsa burada dilediği kadar broşür dağıtabileceğini söylemişti. Daniella ise karşılık olarak bunu öğrenebilmesi için adama açılış gecelerindeki yemek için sayılı davetiyelerinden birini vermişti. Kısa sohbetlerinin ardından ayin başlamadan önce girişteki yerlerini almışlardı. Taş binanın içine girmek isteyenler onların dikildiği Arnavut kaldırımlı avludan geçmek zorunda kalacaklardı. Daniella, kasabalıların onu henüz tanımadıklarını ve tanıyanların ise üzerinde pek iyi bir izlenim bırakmadığının farkındaydı. Oysa Paola, gelenlerin çoğunu tanıyor ve onlarla Daniella'dan çok daha iyi iletişim kuruyordu. İnsanları karşılarken sürekli gülümsemesi ve onlara otel broşürlerinin yanında pişirdiği keklerden ikram etmesi işe yaramıştı. Kalabalığın ilgisi bir anda artmıştı. İçeriden yükselen org seslerini duyana kadar kadın erkek, genç yaşlı demeden herkesle sohbet ettiler. Birazdan ayin başlayacak ve herkes içeri girmiş olacaktı. İlahi söyleyen çocukların ahenkli sesleri eşliğinde kalabalık dağılmış, Daniella düşünceli bir şekilde boynundaki kolyeyle oynamaya başlamışı. Aklı birden geçen hafta sonu gittiği gösteri gecesine kaydı. İtiraf etmek gerekirse o geceden beri bulduğu her fırsatta düşünebildiği tek şey buydu. Uyumak için yatağına uzandığında veya uzun bir günün ardından duş alırken Franco ve onun akıl almaz becerileri zihninin duvarlarına sızıyor ve onu gafil avlıyordu. Bu hatıraların sonunda kaç defa kendinden geçtiğini hatırlamıyordu. Franco ona uzun zamandır unuttuğu bir şeyi hatırlatmıştı: kendi parmakları olmadan zirveye ulaşmanın dayanılmaz hazzını. Hiç o geceki kadar hızlı doruğa yükseldiğini hatırlamıyordu. Adamın varlığı adeta afrodizyak gibiydi ve çekim alanına girdiği anda etkisinden kurtulmak mümkün değildi. Öyle baştan çıkarıcı ve ateşliydi ki, Daniella ona karşı koymak için kullandığı duvarların her seferinde biraz daha alçaldığını hissediyordu. Üstelik adam bunu ona hiçbir çaba göstermeden yapıyordu. Yakıcı bakışları ve baştan çıkarıcı aksanıyla konuşması içindeki fitili ateşlemek için yeterliydi. Ona ne diyordu? Donna Bella mı? Tanrım. Bu kelimeler resmen Daniella'nın içindeki edepsizliği harekete geçiriyordu. Bu kadar zayıf hissettiği için kendinden nefret etti. Ondan bu kadar hoşlanmamalıydı. Francisco De Luca gibi adamlar ona göre değildi. Adam, Daniella'nın uzak durmaya çalıştığı her şeydi. Güç, para ve daima yükseklerde olan bir libido. En son bu kombinasyona sahip bir adamla birlikte olduğunda resmen dünyası kararmıştı. Jonathan'ın çarpık zevkleri ve tuhaf isteklerinden kurtulmak için kıta değiştirmek zorunda kaldığını da unutmamalıydı. Başta böyle olacağını düşünmemişti elbette. Hatta bağlanmak ve ufak tefek seks oyunları oynamak hoşuna bile gitmişti. Fakat daha sonra bu istekler giderek artmaya, şiddetin boyutu farklılaşmaya başlayınca vücudu yara izlerinden geçilmez olmuştu. Jonathan onu tüm bu saçmalıklara ikna ettiğinde işlerin bu kadar kontrolden çıkacağını tahmin etmemişti. Çünkü lanet olası adama bedenini emanet edecek kadar güvenmişti. Bunu bir daha asla yapmayacaktı. Daniella bir daha hayatını hiçbir erkeğin yönetmeyeceğine dair kendine söz vermişti. Bedeninin kontrolü de buna dahildi. Franco Jonathan gibi olmayabilirdi. Ancak o da en az onun kadar kontrol delisiydi. Bunu gösteri gecesi bir kez daha anlamıştı. Avucunun içindeki Deniz Kızı kolyesine baktı. Franco'nun bu kolyeyle alıp veremediği neydi? Bir şekilde kolyeyi ona Costa'nın hediye ettiğini anlamış olmalıydı. O halde sebep: kıskançlık mıydı? Hiç sanmıyordu. Adamın verdiği tepkiler kıskançlık krizinden çok farklıydı. Kolyeyi ona geri fırlatırken gözleri resmen nefretle yanıyordu. "Bakın burada kimler varmış? Hedefinde şimdi de masum ve inançlı insanları mı var?" Daniella merakla alaycı sesin sahibine döndüğünde bir grup kadının önünde dikilmiş, güneş gözlüklerinin arkasından ona kibirle bakan Lorenna De Luca ile karşılaştı. Giydiği açık renk takımı ve onunla uyumlu çantasıyla oldukça pahalı görünüyordu. "Özür dilerim. Ne demek istediğinizi pek anlayamadım?" "İyi günler Bayan De Luca. Ne kadar güzel bir gün değil mi?" Paola, kadından yayılan gerilimi hissetmiş olacak ki araya girdi. "Günüm sizi görünceye kadar gayet güzeldi. Bu kadını da alıp hemen gözden kaybolursanız belki geri kalanını kurtarabiliriz." Arkasındaki kadınlar kıkırdayınca Lorenna'nın dudakları zalimce yukarı kıvrıldı. Onu her bulduğu fırsatta aşağılamak hoşuna gitmişti. Daniella kadınların fısıldaşmalarının bitmesini bekledi. Ardından, "Bildiğim kadarıyla kiliseler halka açık yerler. Şahsi mülkünüzmüş gibi insanları kovamazsınız.” dedi elindeki broşürleri kıvırarak. Lorenna'nın gülüşü yüzünde aniden donup kalmıştı. Güzel bir kadındı. Yüzündeki makyaj ise sadece bu güzelliği daha çok vurguluyordu. Sade ve şık giyiniyordu. "Senin gibi biri yüzünden programımı iptal edecek değilim. Buradan gitmesi gereken biri varsa o da sensin." Paola kolundan çekiştirerek, "Hadi gidelim Daniella." diye fısıldarken Daniella omuz silkip kadına dik dik bakmaya devam etti. "Bence onu dinlemelisin. Daha fazla insanların nefretini kazanmadan önce buradan olabildiğince çabuk uzaklaşmanı tavsiye ederim. Yuvana geri dön." "Tam da olmam gereken yerdeyim. Benim yuvam burası. Livorno. Benden nefret edip etmemeniz umurumda değil Bayan Lombardi. Yani, ya varlığıma alışırsınız ya da yoluma çıkmazsınız." Lorenna'nın yanındaki kadınlar bu sert çıkış karşısında sus pus olmuşlardı. Artık kimse gülmüyordu. Lorenna bir adım öne çıkarken omuzlarını geriye attı. "Senden neden mi nefret ediyorum? Çünkü kızımın aklına girdin. Onunla oynadın. Seninle tanıştıktan sonra ilk defa ailesine yalan söyledi. Babasıyla günlerce arası bozuldu. Kayınvalidem az kalsın senin yüzünden ölüyordu. Ailemize ne kadar zarar verdiğini görüyor musun?" "Bunların hiçbiri ben istediğim için olmadı. Nonna için de Sara için de gerçekten üzgünüm. Olanları geri alabilseydim emin olun yapardım." "Yalancı!" Lorenna'nın gözleri öfkeyle kısılmıştı. "Bunların hepsini ailemize yakın olabilmek için yaptığını bilmediğimi mi sanıyorsun. Herkesi kandırabilirsin ama beni asla. Sana, seni burada istemediğimi söyledim ve kasabadan defolup gittiğini görmek için her şeyi yaparım." "O hâlde size bol şanslar hanımefendi. Çünkü hiçbir yere gitmiyorum." "Daniella. Hadi, gidelim buradan." Daniella giderek öfkesine mani olmakta zorlanıyordu. Paola’nın çekiştirdiği kolunu hızla ondan kurtardı. “Hayır. Dediğimi duymadın mı? Buradaki işimiz bitmeden hiçbir yere gitmiyoruz." "İşin bu mu? Bu zırvalıkları dağıtmak mı?" Lorenna broşürlerden bir tomarı havaya savurunca Daniella hiddetle öne atıldı fakat Paola onu son anda yakalamayı başarmıştı. "Yapma!" "Bırak beni Paola! Bırak da ona benimle uğraşmak ne demekmiş göstereyim." "Evet. Bırak da, bu sokak süprüntüsünün ne yapacağını görelim." Kadın kollarını gururla birbirine kenetlerken Daniella öfkeyle dişlerini sıktı. "Onun istediği de bu zaten. Seni kışkırtıp insanların gözünde haklı çıkmak. Oyuna gelme canım." Daniella geriye doğru çekiştirilirken önce yere saçılan broşürlere ardından kadına öfkeyle bakmaya devam etti. "Bu sadece bir uyarıydı." dedi Lorenna. "Seni öyle bir pişman edeceğim ki kasabaya geldiğin güne lanet edeceksin. İstediğin kadar broşür dağıt. Oteline gelecek tek bir müşteri bile bulamayacaksın. Bunun için elimden ne geliyorsa yapacağım." "Elinden geleni ardına koyma o halde. Sara'ya veya Nonna'ya asla zarar verecek bir şey yapmadım. Kızına en büyük zararı veren asıl sensin. Sen ve kocan. Kızın kendini yalnzı hissettiği için bana geldi. O koca evde tek bir arkadaşı bile yok. Benimle istediğin kadar uğraşabilirsin Lorenna. Ama yerinde olsam enerjimi bir yabancı yerine kendi çocuklarıma harcardım.” "Sen, hangi hakla benim anneliğimi sorguluyorsun?" Lorenna'nın kontrollü duruşu, kapakları bir anda açılan baraj gibi aniden yıkılmış, hiddetle üzerine atılmıştı. "Sara yerine önce serseri abinle ilgilen. Yoksa bir gün kodes yerine onunla mezarda karşılaşırsın." Kadın sivri tırnaklarını aniden Daniella'nın boğazına geçirince Paola bir çığlık attı. Daniella saldırının ilk şokunu atlatır atlatmaz karşı atağa geçmişti ki biri arkalarından seslendi. "Hey hey hanımlar! Durun artık." Daniella'nın vücudu adrenalinle dolmuştu. Bu yüzden onları ayırmak için araya girenin Costa olduğunu anlaması biraz uzun sürdü. "Biraz sakin olur musunuz lütfen. Burada neler oluyor?" "Tam zamanında geldiniz dedektif. Ben de tam zararlı solucanları kasabamızdan temizlemek üzereydim." "Bu sözler size hiç yakışmıyor Bayan De Luca. Kutsal bir yerde olduğunuzu size hatırlatırım." "Bunu önce yanınızdaki kadına söyleyin." "Önce sen bana saldırdın. Bunun kayıtlara geçmesini istiyorum. Bu kadından davacıyım." Lorenna üste çıkmaya çalışınca Costa onu durdurdu. "Tamam tamam. İkiniz de kesin artık. Ayin birazdan başlamak üzere. Bayan De Luca, neden arkadaşlarınızı da alıp içeri geçmiyorsunuz." "Ona haddini bildirdiğim için kimse beni suçlayamaz." "Size girin dedim." Genç adam ortamı ustalıkla sakinleştirip kendi aralarında söylenen kadınları Lorenna eşliğinde kiliseden içeri soktuktan sonra hâlâ öfkeyle burnundan soluyan Daniella'nın yanına döndü. "Sen iyi misin?" "Sence?” Daniella soluklarını düzene sokmaya çalıştı. “Bana ne dediğini duymadın mı?" "Evet duydum. Şimdi biraz sakinleşmeye ne dersin." "Sakin filan olmak istemiyorum. Oraya gidip o kadının kıçını tekmelemek istiyorum." "Bunun ne yeri ne de zamanı. Ayrıca üzgünüm ama bunu yaparsan seni tutuklamak zorunda kalırım." "Emin ol nezarette geçireceğim birkaç geceye değecektir." "Eminim öyledir. Yürüyelim mi yoksa seni omzuma atmamı mı istersin?" “Kendim yürüyebilirim.” Paola yere dökülüp saçılanları toplarken genç adam Daniella'ya arabasına kadar eşlik etti. "Daha iyi misin?" "Hayır, ama olacağım." Daniella alnını ovuşturdu. Sinirden hâlâ elleri titriyordu. "Kadın resmen aklını kaçırmış. Birden üzerime saldırdı." Costa ona boynundaki kanlı izleri temizlemesi için bir mendil uzattı. "Teşekkürler. Süper kahraman gibi ortaya çıkmasaydın ne olurdu bilemiyorum." "Böyle düşünmene sevindim. Hâlâ süper kahramanlara inanan birilerinin olduğunu bilmek güzel." Genç adam kendinden memnun sırıtırken Daniella aklına takılan soruyu sordu. "Günün bu saatinde buraya ışınlanabildiğine göre belki de gerçekten özel yeteneklerin vardır." "Ah, şey. Müsait olduğumda Rahip Giustarini'nin vaazlarını dinlemeyi severim." dedi genç adam. "Sanırım bugün şanslı günüm." Yalan söylüyordu. Daniella bunu bilmekten çok hissetmişti çünkü Costa konuşurken onun gözlerinin içine bakmamaya özen gösteriyordu. Şüphe; Daniella'nın içini bir kurt gibi kemirmeye başladı. Geçen hafta opera binasından çıkarken de yolun karşısında Costa'nın arabasına benzer bir araba gördüğünü anımsadı. Sadece kuruntu yapıyor da olabilirdi. Neticede araba arabaya benzerdi. Oysa bugün yine Costa hiç beklemediği bir anda aniden ortaya çıkıvermişti. Bu kadar tesadüf olabilir miydi? Bundan emin değildi fakat bu adamla ilgili bir şeyler onu huzursuz ediyordu. "Eee, bu akşam ne yapıyorsun?" "Sinirimin geçmesi için sanırım güzel bir şarap açıp biraz kitap okurum." "Kulağa harika bir fikir gibi geliyor." "Seni davet etmek isterdim... ama sanırım yalnız kalsam daha iyi olacak." "Sorun değil.” Costa anlayışla gülümsedi. "Zaten bu gece ofiste okumam gereken yığınla evrak var. Belki başka sefere." "Belki. İzninle." Adamın başka bir şey söylemesine fırsat vermeden yürüyerek uzaklaştı. Paola’nın gelmesini beklerken oyalanmak için cep telefonundan Luigi'yi aramaya karar verdi. "Selam küçük kardeş? Ne var ne yok?" "Sanırım sana saldıran adamı kimin gönderdiğini biliyorum." "Kimmiş?" "Sana bunu telefonda açıklayamam. Yüz yüze konuşsak nasıl olur?" "O hâlde saat sekizde sana mesaj atacağım adrese gel." "Tamam." Daniella telefonu kapattıktan sonra arkasını dönünce Costa'nın hâlâ onu izlemekte olduğunu gördü. Genç adamın bakışları gergindi. Hemen sonra ise yüzüne sevimli bir gülümseme yerleştirmişti. Daniella da aynı şekilde gergin bir tebessümle karşılık vererek arabasına bindi. ...........................................
Franco dakikalarca bekledikten sonra damalı tahtada siyah taşlarından birini oynatarak karşısındaki adamın tepkisini bekledi. Yaşlı adam hiç düşünmeden gümüş filini oynatarak bir taşını alınca canı sıkıldı. Bu hamleyi nasıl olur da hesap edemezdi? Yüzündeki ifadeyi gizlemek için purosunu yaktı ve ilk dumanını yanında oturdukları cam duvara üfledi. Karartılmış camın arkasından aşağıdaki geniş sahne ve üzerinde tepinen çılgın kalabalık rahatlıkla görünüyordu. Dj kabini, yanıp sönen renkli ışıklar, lazerler ve dans eden kızlarla çevriliydi. Tekno müziğin baskın sesi insanları sallıyor, zıplatıyor, saf enerji ve terden oluşan bir nabız gibi atıyorduı. Kulak zarlarının nasıl olup da bu gürültüde patlamadıklarına inanamıyordu. Neyse ki, bu oda ses geçirmezdi. "Bu oyunu oynamak için özellikle tuhaf yerler seçtiğinin farkındayım ama burası içlerinde en beteri." dedi yaşlı adam. "Yine de benden daha çok rahatsız olmuşa benziyorsun. Neden oynamıyorsun?" "Düşünüyorum." "Vigliacco(korkak). Eskiden bu kadar çok düşünmezdin." "Sen de eskiden bu kadar çok gevezelik etmezdin." Yaşlı adam kıkırdarken Franco ellerini çenesinin altında birleştirdi. Karşısında oturan adam yerine ona bir başkası korkak demiş olsaydı, şu anda son nefesini veriyor olurdu. Ama bu adam Russo'ydu. Vaftiz babası, babasının sağ kolu ve onun bu dünyada güvenebileceği bir numaralı adamdı. Yaşlandığı için saçları tamamen beyazlamış, teni güneşten kararmış ve kırış kırış olmuştu. Buna rağmen zekâsıyla ülkedeki adamların yarısından fazlasını cebinden çıkarırdı. Russo ona babasına olduğundan daha yakındı. Çocukluğundan beri başı ne zaman sıkışsa yardımına koşardı. Bir keresinden bisikletten düşmüş ve yara bere içinde kalmıştı. Franco, babası yerine soluğu doğruca Russo'nun yanında almıştı. Çünkü babası, kanayan yaralarını temizleyip iyileştirmektense yerine yenilerini açardı. Ve bir erkek olduğu için asla yanında ağlamasına izin vermezdi. Russo şimdiye kadar annesinden sonra gözyaşlarını görebilen tek insandı. "Artık adımlarımı daha temkinli atıyorum diyelim." Yaşlı adama bir taş daha kaptırmıştı. Adi herif keyifle gülümsüyordu. "Bunu polisi peşine takmadan evvel düşünecektin." Franco da karşılığında bir taşını alınca rahat bir nefes aldı. "Moretti beni korkutmuyor." "Ama korkutmalı. O adam şimdiye kadar kafasına ne koyduysa yaptı." "En kötü ne olur peki? Beni hapse mi atar?" Franco yarım ağızla güldü. "Kahretsin. Nasıl unuttum? Zaten bir mahkumum.” "Bir kaçak olduğun anlaşıldığında ve sürgüne gönderildiğinde de böyle gülebilecek misin bakalım? Bu ülkede Gorgona'yı mumla aratacak yığınla yer var." "De Luca malikânesi gibi mi?" Franco ürpermiş gibi yaparak gülümsedi. Russo cık cıkladı. "Ne zaman büyüyeceksin sen?" "Kim bilir? Belki, günün birinde." "Umarım ben ölmeden önce o gün gelir." "Henüz ölemezsin dostum. Daha benim için yapacağın tonla iş var." "Artık yaşlandım. Hâlâ isteklerini karşılayabilecek miyim emin değilim?" "Yine de babamın benimle ilgili planlarından haberdar olmalısın." Russo şaşırmıştı. "Ne planı?" "Gerçekten bilmiyor musun?" "Numara yapıyor gibi mi görünüyorum?" Russo arkasına yaslanıp iç geçirdi. "Antonio yine ne yaptı?" "Birkaç ay önce öldürülen beş çete üyesini hatırlıyor musun?" "Hani şu, seninle iş anlaşması yapmaya çalışan Kolombiyalı adamlar mı?" "Ve diğer çete üyeleri. Onlarla yaptığım görüşmelerden birinde birileri gizlice fotoğraflarımızı çekmiş. Babamın bunları neden bilgisayarındaki gizli bir klasörde sakladığını bana söyleyebilir misin?” "İnan hiçbir fikrim yok.” Russo gerçekten şaşkın görünüyordu. Franco arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne attı. "Polisin eline geçebilecek beş adamla aynı masada çekilmiş fotoğraflarım onun için iyi bir koz olabilirdi. Eğer Sara olmasaydı asla bundan haberim olmayacaktı. Geçtiğimiz günlerde Moretti ve sersem yardımcısı hapishanede ziyaretime geldi." "Cazzo Franco! Sana o adamlara bulaşmaman gerektiğini söylemiştim. Babanın yoluna çıkmamalıydın." "Ne yani, göz göre göre kadın ticareti yapmalarına izin mi verseydim?" Russo sıkıntıyla yüzünü ovuşturdu. "O adamları sen mi öldürdün?" "O beşi bir kadına önce tecavüz edip sonra da öldürdüler. Üstelik bunu sırf benimle bağlantıda olduğunu düşündükleri için yaptılar." "Sorumun cevabı bu değildi. Onları sen mi öldürdün dedim?" Franco bakışlarını kaçırmayınca yaşlı adam okkalı bir küfür savurdu. Sonra da bir taşını ileri sürdü. "Şah." Franco gözlerine inanamadı. "Bu durumda bile oyunu düşünebilecek kadar duygusuz bir piçsin." "Hayat bir oyun evlat. Ve eğer gözünü açmazsan çok çabuk yenilirisin.” Küfretme sırası Franco'ya gelmişti. Oyuna konsantre olmaya çalışıyordu ama artık imkansızdı. "Eğer baban adamlarla bağlantı kurduğunu öğrendiyse onları senin öldürdüğünü de biliyor demektir." "Fotoğraflar elinde olmadığı sürece bir önemi yok." "Antonio'yu tanıyorsam mutlaka bir kopyasını saklamıştır." Lanet olsun! Bunu o da düşünmüştü ama emin olmasının hiçbir yolu yoktu. Fotoğrafları ona Sara getirmişti ve bu yüzden zaten yeterince başını derde sokmuştu. Ondan başka kopyalar olup olmadığını öğrenmesini isteyemezdi. Fabio'yu da tehlikeye atamazdı. Babası muhtemelen daha sıkı önlemler almıştı. "Ne yapmalıyım?" "Öncelikle aptalca bir şey yapmadan önce benden haber bekle. Aptalca bir şey derken üvey anneni becermenden bahsediyorum." Russo'nun uyarısı üzerine Franco yüzünü buruşturdu. Bu adamın bilmediği tek şey ölümü olmalıydı. Tam itiraz etmek için ağzını açmıştı ki, "Hiç nefesini boşa tüketme." dedi yaşlı adam. "Uzun zamandır Lorenna'yı hem babandan intikam almak, hem de bilgi sızdırmak için kullandığını biliyorum." "Bilmediğin bir şey yok mu senin?" Russo omuz silkti. "Bilgi güçtür evlat.” "O hâlde neden hâlâ senden istediğim bilgilere ulaşamadın?" Bu kez yüzünü buruşturma sırası yaşlı adamdaydı. "Annenin katilini henüz bulamadığım için üzgünüm. Ama çok yaklaştım." Franco annesinin katillerinin bir değil iki kişi olduklarını hapse girdikten sonra öğrenmişti. Anlaşılan ikinci adam birincisinin akıbetini gördükten sonra akıllı bir adamın yapacağı gibi sırra kadem basmıştı. Yıllardı kaçıyordu. Fakat kaçmak asla bir kurtuluş değildi. Franco o adamı bulmak için ant içmişti. Ve bulduğunda da sonu diğerininkinden beter olacaktı. Kalesini oynatırken, "Bunun için sana kızmıyorum." diye soludu. "Adam tıpkı karabatak gibi. İzini çabuk kaybettiriyor." "Geçtiğimiz günlerde Livorno'ya döneceğine dair bir haber aldım." Franco aniden başını kaldırdı. Heyecanlanmıştı. "Kim olduğunu öğrenebildin yani? Neyin nesiymiş?" "Adını henüz öğrenemedim. Ama lakabı Grigio (Boz)" "Grigio." Ezberlemek istercesine adını nefretle andı Franco. “Bana onu nasıl bulacağımı söyle!" "Bulamazsın." Yaşlı adam cam sehpanın üzerinde duran tombul kadehinden bir yudum aldı. "Öyle bir adam istemediği sürece kolay kolay bulunmaz. Ancak onun sana gelmesini sağlayabilirsin." "Komik olma. Bunu nasıl yapacağım?" "Bir avı nasıl yakalaman gerekiyorsa öyle, tuzak kurarak." Franco başıyla onayladı. "Devam et." "Önce oltaya takacağın yemi iyi seçmen gerekiyor. Onu ancak bu şekilde ininden çıkarabilirsin. Sonra da…” "Elini çabuk tut ihtiyar. Yıllardır o delikte annemin katillerine hak ettikleri cezayı vermek için bekliyorum. Sabrım kalmadı." “Anlaşıldı.” Franco adamın sesindeki gergin tonu fark edememişti. Çünkü o sırada dikkati alt kattaki kalabalığın arasında gördüğü tanıdık bir yüze kilitlenmişti. Kaşları daha da çatılırken ağzının içinde bir küfür dolandı. "Burada ne işin var senin?" "Kimden bahsediyorsun?" Russo camın ardını görebilmek için boynunu uzattı. Franco ayağa fırlayarak purosunu cam tablada hızlıca söndürürken, "Üzgünüm ihtiyar." dedi. "Oyunumuza başka bir zaman devam ederiz." "Hey! Nereye gidiyorsun?" Russo arkasından söylenmeye devam ederken Franco çoktan kapıdan çıkıp gitmişti.
|
0% |