Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17.BÖLÜM: Hepsi Geçecek

@sagetaylors

 

 


Günün en güzel saatleriydi. Güneş tenini yakıyor, rüzgâr taşıdığı yosun kokusunu yüzüne ve bedenine çarpıyordu. Dalgaların üstünde bir beşikteymiş gibi sallanarak ilerliyorlardı.

Sonunda istediği olmuş, o kaz kafalıya haddini bildirmişti. Bir Greco olduğunda ise onun gibi diğerlerine de ne kadar güçlü ve bağımsız bir kadın olduğunu, artık kimsenin onayına ihtiyacı olmadığını kanıtlayacaktı. Şu an içinden mutluluk dansı yapmak geliyordu. Buna engel olan tek şey o lanet adamın kelimeleriydi.

Benim küçük prensesim.

Fabio'nun bunu sırf onu üzmek için söylediğinden adı gibi emindi. Yıllar önce yaptığı bir hatayı hatırlatmak istemişti.

Lisenin ilk yıllarıydı. O zamanlar Sara henüz on dördünü yeni bitirmişti. Okulda popüler zamanları değildi ve tek tük edinebildiği arkadaşları henüz ailesinin kötü şöhretinin farkında değildi. Babasının kim olduğu ortaya çıktığında ondan bir vebalıymışçasına kaçacaklarını biliyordu. Çünkü herkes bilirdi ki; De Lucalar yalnızca ölüm getirirdi.

Sadece o nihai gün gelene kadar hoşça vakit geçirdiği kız grubunun tadını çıkaraktı. Sara arkadaşlarını seviyordu. Bir tek onların arasında kendini normal hissediyordu. Annesi her gün bir başka etkinlikte, seyahatte ya da alışverişteydi. Babası ise bir Don'du. Bu da bir mafya lideri olarak her türden pis işlerin içinde olduğu anlamına geliyordu. Bir gangsterin kızı değil de sıradan biri olduğu tek yer okuldu. Orada ders çalışıyor, kızlarla okul maçlarını izliyor ve sık sık erkeklerden bahsediyorlardı.

Şansı yaver gitmiş ve aylar sonra ilk defa içlerinden birinin doğum günü partisine davet edilmişti. Bu, aralarında bir çeşit kabul töreni gibi bir şeydi. Artık Sara da onlardan biriydi. Hem partinin kostümlü olması hem de o gece hayatında ilk defa dışarı çıkacağı için sevinçten havalara uçuyordu. Bu yüzden alışverişe gitmiş ve daha haftalar önceden ne giyeceğine karar vermişti.

Partide bir İspanyol dansçısı olacaktı. Siyah ve kırmızı renklerdeki fırfırlı eteği ve daha yeni olgunlaşmaya başlamış göğüslerini örten minicik büstiyeriyle oldukça havalı ve kadınsı görüneceğinden emindi. Partiye tüm okul, özellikle de futbol takımı davetliydi. Sara için bu; kız grubuna kabul edilmekten bile daha önemliydi. Çünkü takım kaptanı olan çocuktan aşırı hoşlanıyordu. Bu gece onun ilgisini çekebilmek için tüm hünerlerini göstermeliydi.

O yaştaki kızların yaptığı gibi makyaj yapmış ve saçlarını kabartabildiği kadar kabartmıştı. Akşamüzeri hazırlanıp evin merdivenlerden koşturarak inerken o kadar telaşlıydı ki, hızını alamayıp bir duvara toslamıştı.

Çarptığı gerçek bir duvar değildi elbette. Sadece saçları kadar koyu renk bir takım elbise giymiş, karanlık bakışlı bir adamdı. İtiraf etmek gerekirse resmen adamın üstüne çıkmıştı.

Sara Fabio ile ilk defa o zaman tanışmıştı.

Onu yakalayan adam, "Dur bakalım ufaklık." demişti. "Bu ne acele?"

O gün hazırlanmak için tam altı saatini bir yetişkin gibi görünmek için harcadıktan sonra bir genç kız için bundan daha aşağılayıcı bir hakaret olamazdı.

Sara o kadar öfkelenmişti ki, ayakkabısının topuğuyla adamın başını oracıkta ezmek istedi.

"Seni ilgilendirmez. Çekil önümden."

Fabio o zamanlar da bugün yaptığı gibi onu tutmuş ve gitmesine izin vermemişti.

"Bal gibi de ilgilendirir. Bugünden itibaren atacağınız her adımdan ben sorumluyum küçük hanım."

"Kim demişse seninle kafa bulmuş. Seni tanımıyorum bile."

"Adım Fabio. Ve sende Bay De Luca'nın küçük kızı Sara olmalısın."

Sara kaşlarını o kadar çatmıştı ki, alnı kırıştı. Öfkeden resmen burnundan soluyordu. Adam ona ikinci seferdir çocuk muamelesi yapıyordu. Oysa genç kızlığa adım attığından bu yana tam iki yaz geçmişti. Hem kör müydü bu adam? Göğüsleri ve kalçalarının ne kadar büyük olduğunu fark etmiyor muydu? Biraz ufak olsalar da oradalardı ve bir kadına aitmiş gibi duruyorlardı işte.

Fakat adam duygudan yoksun gözlerini gözlerinden bir saniye bile ayırmamıştı. Sara midesine giren ağrının sebebinin bu adam olduğundan emindi ve o anda ondan nefret etti.

"Adımın Sara olduğu doğru ama küçük filan değilim. Yakında on altı olacağım. Gözlerine bir baktırsan iyi edersin. Şimdi izninle gitmem gerek."

Yanından hızla geçip gitmeye çalıştığında Fabio bir kalkan gibi önüne geçerek ona mani oldu.

"Gözlerim gayet iyi görür küçük hanım. Ama sanırım sizin kulaklarınızda bir sorun var. Ya beni duymadınız ya da iyi anlayamadınız. Bensiz hiçbir yere gidemezsiniz. Babanızın emri böyle."

Sara bileğinde şangırdayan bilezikli ellerini beline koyup adama dik dik baktı. "Umurumda değil. O partiye yanımda zebani kılıklı bir adamla gitmektense ölürüm daha iyi. Babama aynen bunları söyle."

Adamın gözlerinin içinde konuşmaya başladıkları andan itibaren ilk defa eğlenen pırıltılar görmüştü. Ve bu onu umutlandırmıştı.

Ama ne yazık ki, her zaman olduğu gibi babası onun isteklerini görmezden gelmişti. Böyle durumlarda annesi de asla onun yanında durmazdı. Onu savunan bir tek Nonna olmuştu ama babasının emri kesindi ve sözünün çiğnenmesine asla izin vermezdi.

Adam onunla partiye gitmiş ve bir köşede heykel gibi dikilerek onu gece boyunca tüm arkadaşlarına rezil etmişti. Artık okulda kimsenin yüzüne bakamayacaktı. Sara bundan böyle hiç kimsenin onunla arkadaşlık etmeyeceğinden emindi.

Kim partisinde bir yetişkin isterdi ki?

Resmen kâbus gibi bir geceydi. Kız arkadaşlarıyla istediği gibi vakit geçirememişti -çünkü kızlar onunla takılmak yerine gece boyunca Fabio'nun peşinde koşmuşlardı- ayrıca partideki hiçbir çocuk Sara ile dans etmeye yanaşmamıştı. Çünkü ne zaman ona yaklaşacak olsalar adam ile göz göze geliyor ve uzaklaşmak için bir bahane uyduruyorlardı. Hepsi de korkak tavuğun tekiydi.

Sara henüz on beşinde olabilirdi ama asla korkak değildi. Eğer işler yolunda gitmiyorsa, yolunu işe uydurmasını bilirdi. Partide iyi vakit geçirmek istiyorsa ne yapıp edip Fabio'dan kurtulması gerektiğinin farkındaydı.

Bunun için de bir plan yaptı. Önce kız arkadaşlarından birkaçını oyalaması için adamın yanına yolladı. Adamın onu gözden kaçırdığı bir anda ise arka kapıdan gizlice süzülerek bahçeye sıvıştı. Fabio onu bulmak istiyorsa, bütün evi aramak zorunda kalacaktı. Sara'nın keyfi aniden yerine gelmişti.

Ondan kurtulmanın bu kadar kolay olmasını beklemiyordu ama olmuştu. Beklemediği başka bir şey ise arka bahçede onu bekleyen sürprizdi.

Futbol takımından tüm çocukları havuz kenarında görünce Sara'nın kalbi göğsünde taklalar attı. Özellikle takım kaptanlarından aşırı hoşlanıyordu. İsmi Adam'dı ve çok yakışıklıydı. Çocuk onu görünce şaşırmış ama baştan ayağa ilgiyle süzdükten ona gülümsemişti. Sara bu gülüş karşısında resmen erimişti. Derken yanına giderek onunla konuşmaya başladı. O kadar tatlı ve etkileyiciydi ki, Sara gözlerini çocuktan bir an bile ayıramıyordu. Sonunda şansı dönmüş, bir taşla iki kuş vurmuştu.

Adam ve arkadaşları hem onunla sohbet ediyor hem de ellerindeki plastik bardaklardan bir şeyler içiyorlardı. Ona da teklif etmişlerdi ve o da uslu bir kız gibi ikram edilen her şeyi içmişti. Bu hayatında yaptığı en aptalca hatalardan biriydi. Çünkü birkaç dakika sonra başı dönmeye, midesi bulanmaya başladı. Kısa süre sonra artık sesler kulağına kilometrelerce uzaktaymış gibi geliyordu. Üstüne üstlük çift görüyor ve söylenen her şeye deli gibi gülüyordu.

Yakışıklı kaptanın çekimine öylesine kapılmıştı ki, bünyesinin alkole dayanıklı olamayacağını hesaba katamadı. İçki onu fena çarpmıştı. Artık ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Tutunduğu bir şey son anda ellerinden kayınca bir anda dengesini sağlayamamış ve havuzu boylamıştı.

Daha önce nasıl öleceğini hiç düşünmemişti. Ama boğulmak kesinlikle seçeneklerden biri değildi. O kadar çok su yutmuştu ki öleceğini sandı. Suyun yüzeyine her çıkmaya çalıştığında, elbisesinin etekleri bacaklarına dolanıyor, bu yüzde daha da dibe batıyordu. Yüzeydeki parlak ışıkları ve insan siluetlerine doğru yüzmek için çırpınıyordu. Ama nedense kimse ona yardım etmek için kılını bile kıpırdatmamıştı.

Ciğerleri suyla dolmaya başlayıp, ağırlaşan bedeniyle dibe doğru çekildiğini hissettiğinde artık sonunun geldiğini düşünmüştü. Buraya kadardı. Ne gelecek hayalleri ne de ailesinden nefret etmesinin bir önemi kalmamıştı artık.

Tam her şeyin bittiğini düşündüğü anda sonunda kara bir gölge suya atladı ve onu batmadan önce bileğinden kavradı. Sara'nın gözleri kapanmadan evvel son hatırladığı şey sıcak kollara doğru çekildiğiydi.

Gözlerini yeniden açtığında ise sırılsıklam bir halde arabanın arka koltuğunda uzanıyordu. Kıyafetleri ve saçı üzerine yapışmış, tüm makyajı yüzüne akmıştı. Öyle titriyordu ki, dişleri birbirine çarpıyordu. Üzerini örten ve ona ait olmayan cekete biraz daha sarılarak doğrulduğu anda dikiz aynasından adamın hissiz bakışlarıyla karşılaştı. Fabio ona tek kelime etmemişti ama Sara'nın yaptığı aptallığı anlaması için kelimelere ihtiyacı yoktu.

İçine düştüğü durumdan utanarak hızla gözlerini kaçırdı ve bir süre sonra bedeni sessiz hıçkırıklarla sarsılmaya başladı. Ne kadar süre ağladığını bilmiyordu. Arabanın durduğunu anladığı anda başını kaldırdı.

Fabio yavaşça arkasına dönerek ona baktı. Sara adamın kıyafetlerinin ve saçlarının da ıslak olduğunu o ana dek fark edememişti. Kar beyazı gömleği üzerine yapışmış, kravatı dağılmıştı. Gözlerinde yine aynı ruhsuz bakış vardı. Sonra elini cebine attı ve gözyaşlarını silmesi için Sara'ya bir mendil uzattı.

"No llores mi princesita." Ağlama benim küçük prensesim.

Adam arabayı çalıştırmadan önce ona bunları söylemişti. Sara o kelimelerin ne anlama geldiğini çok sonra öğrenmişti. Fakat sanki hissetmiş gibi o gece bir daha hiç gözyaşı dökmedi.

Bir gemi düdüğü onu anılardan günümüze geri çekti. Yüz üstü uzandığı yerden doğrularak güneş gözlüklerinin ardından ona el sallayan genç adama baktı. Stefano'nun üzerinde yalnızca önü açık yazlık bir gömlek ve beyaz renkte mayo şortu vardı. Teni güneşten kızarmış, saçlarının rengi birkaç ton açılmıştı. Yüzünde milyon dolarlık bir gülümseme vardı.

Sara da ona el salladı. Adam bir şeyler söylüyordu ama motorun gürültüsünden ne dediği anlaşılmıyordu. Sonunda eliyle ona yanına gelmesini işaret edince genç kız yavaşça yerinden doğrulup bikinisinin bağcıklarını bağladı. Sonra da terliklerini giyerek adamın yanına koşturdu.

"Bütün gün orada yatıp güneşlenecek misin?"

"Dalmışım."

"Denemek ister misin?"

"Yapabilir miyim?" Genç kızın göz bebekleri anında büyüdü.

Stefano omuz silkti. "Matematik problemi değil. Ellerini şuralara koy ve sıkıca tut."

"Böyle mi?"

"Evet. Ne yaparsan yap ama dümeni sabit tut. Şu kolu görüyor musun? Hızı ayarlamak için onu ileri iteceksin."

Sara talimatlara aynen uydu. Tekne hızlanarak denizi yararcasına ileri atılınca tiz bir çığlık attı. "Aman Tanrım!"

Stefano keyifle sırıttı. "Başardın."

"İnanılmaz."

"Sana söylemiştim. Baş başayken daha iyiyiz."

"Bu harika."

O dümeni tutarken genç adam ellerini beline koyarak onu kendine çekti. "Asıl harika olan sensin." diye fısıldadı kulağına doğru. "Çok güzelsin."

Adamın sertliğini kalçalarında hisseden Sara'nın neşesi aynı hızla yok olmuştu. Bedeni istemsizce gerilirken gülümsemek için iradesini sonuna kadar kullanmak zorunda kaldı.

"Teşekkür ederim."

Stefano eğilip boyun çukuruna minik bir öpücük kondurdu. "Nişanlım eğleniyor mu?"

"E-evet. Hem de nasıl."

"Daha eğlenceli şeyler yapmak ister misin?" Adam ona kalçalarını sürterek yaslandı.

Kaba eller vücudunda dolaşmaya başlayınca Sara'nın zihninde alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Stefano boynuna öpücükler sıralarken elleriyle kalçalarını ve göğüslerini yoğurmaya devam ediyordu. Dokunuşlarından kaçmak imkânsızdı. Üstelik kaçmak için bir bahanesi de yoktu. Aylarca adamla flört etmiş ve sonunda onu evliliğe ikna etmişti. Şimdiye dek öpüşmekten ileri gitmemişlerdi ama bu, Stefano istemediği için değil buna fırsat bulamadıkları içindi. Çünkü Stefano'nun da dediği gibi asla yalnız kalamıyorlardı.

Şimdi ise denizin ortasında ve yapayalnızlardı. Ve Sara bu tuzağa kendi elleriyle düşmüştü.

Tanrım, ne yapmıştı?

Nişanlısı bacaklarının arasını avuçladığı sırada "Aslına bakarsan," dedi kollarının arasından sabun köpüğü gibi sıyrılarak. "biraz terledim ve yüzmek istiyorum. Neden serinlemek için bir yerlerde demir atıp suya girmiyoruz."

Adamı suda yeterince yorabilirse belki sekse yetecek enerjisi kalmaz ve erkenden uyur diye düşünüyordu. Sonrasında da acıktığını bahane eder ve yemeğin yanında ona içki içirerek sarhoş olmasını sağlardı. Eğer bugünü atlatabilirse yarın bir bahaneyle onu mutlaka geri dönmeye ikna edecekti. Sara bu umuda tutunarak adama ışıl ışıl gülümsedi. Ne yazık ki nişanlısı pek mutlu görünmüyordu. Yine de itiraz etmeden motoru durdurmuştu.

"Pekâlâ. İstediğin gibi olsun."

Genç kız çaktırmadan tuttuğu soluğunu bıraktı.

Şimdilik adamdan kurtulmayı başarmıştı. Fakat bunun geçici bir çözüm olduğunu, Stefano'nun onunla seks yapmak istediğini ve bu isteğini önünde sonunda gerçekleştireceğini adı gibi biliyordu. Sara da şimdiye kadar onunla seks yapmak istediğini zannediyordu.

Fena halde yanılmıştı.

 

............................

 

Ayın denizin üstündeki muhteşem dansını izlerken içkiyi biraz fazla kaçırmış olmalıydı. Başı dönüyordu. Saate baktığında gece yarısını çoktan geçmişti. Yanındaki şişe de, mezesi de bitmek üzereydi.

Saatlerdir kendisiyle verdiği savaşı sonunda kazanmıştı. Şayet kaybetmiş olsaydı, şu anda güvertede tek başına oturmak yerine aşağıdaki muhteşem kadının kollarında olurdu.

Daniella hikâyesini anlatırken sakin kalabilmek için kendini o kadar sıkmıştı ki, tüm kasları ağrıyordu. Kadının bir erkek ona dokunduğunda neden gerildiğini artık biliyordu. Şimdi ise ona nasıl davranması gerektiğini düşünüyordu. Kadının atlattığı travma yüzünden artık ona dokunmak eskisinden çok daha zor olacaktı.

Franco onun vurulduğu andan daha fazla korktuğu bir anı hatırlamıyordu. Fakat asıl şoku onun bedenindeki diğer yaraları gördüğünde yaşamıştı.

Nasıl bir orospu çocuğu alacağı birkaç dakikalık zevk için bir kadına böyle eziyet edebilirdi?

Üstelik bunda kadının rızası olmadığı ve acı çekeceğini bildiği halde.

Neyse ki artık o orospu çocuğunun bir adı vardı: Jonathan.

Jonathan Wong. Otuz yaşındaydı. Sibirya'da doğmuştu. Ailesi o doğduktan sonra Kuzey Asya'dan Amerika'ya göç etmişti. Yüksek tahsilini New York'taki büyük bir hukuk firmasında yapmıştı. Alanında başarılı olan avukat bozuntusu, şimdilerde W&W&W şirketinin küçük hissedarlarından biriydi. En yakın arkadaşı ve ortağı Benjamin Cooper adında güçlü bir savunma avukatıydı.

Franco, Jonathan ile ilgili daha bir dolu bilgiye danışmanı Carlos sayesinde bir saatten daha kısa bir sürede ulaşmıştı. İsteseydi çok daha kısa bir sürede adamın leşini Daniella'nın ayaklarının dibine serebilirdi. Fakat bunu bizzat kendisi yapmak istiyordu. Ve kıta değiştirip onun gırtlağını kesemiyor oluşunun tek nedeni ise piç kurusunun şu anda hapiste oluşuydu.

Edindiği bilgilere göre olaylar tam da Daniella'nın anlattığı gibi olmuştu. Wong, aldığı davalarda sahtecilik yaptığı iddiaları yüzünden sekiz ila on beş yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyordu. Ancak suçu henüz sabit görülmemişti. Avukatları, başta Cooper olmak üzere delillerin çürütülmesi için delicesine bir savaşa girmişlerdi. Daniella'nın henüz haberi yoktu ama kimliğinin ifşa olması ve adamın ilk celsede salıverilmesi ihtimali çok yüksekti.

Kadının adamdan korktuğunu zannetmiyordu. Zaten bundan sonra korkmasını gerektirecek bir durum da olmayacaktı. Artık Jonathan Wong diye bir adam yaşamıyordu. Franco adamla karşılaşacakları anı iple çekiyordu. Bakalım o orospu çocuğu çekeceği acılardan sonra hâlâ acıdan zevk alabilecek miydi? Onu öyle bir benzetecekti ki, onunla işi bittiğinde sikik herifi kendi annesi bile tanıyamayacaktı.

Belki de ona ufak bir ziyarette bulunması için önden birkaç adamını yollardı. Jonathan'ın karşılaşmalarından önce Franco De Luca'nın kim olduğunu öğrenmesi gerekiyordu.

Onun gibi küçük adamlarla uğraşmak kolaydı. Onu asıl endişelendiren Meksikalı ortaklarıydı. Adamlar sırf onların kurallarıyla oynamayı reddettiği için hiç tereddüt etmeden onun topraklarını kana bulamışlardı. Franco'ya kendi mekânında, üstelik yanında bir kadın varken saldırarak dünyanın en büyük hatasını yapmışlardı. Eğer bu yaptıklarının yanlarına kalacaklarını sanıyorlarsa fena hâlde yanılıyorlardı.

Daniella'nın kanlar içinde kollarına yığıldığı anı hatırlayınca öfkesi damarlarında lav gibi fokurdamaya başladı. Annesinin ölümünden bu yana kendini hiç bu kadar çaresiz ve korkmuş hissetmemişti. Hatta Valentina öldüğünde bile...

Daniella gözlerini kapattığında ve tüm çabalarına rağmen açmadığında neredeyse aklını kaçırmak üzereydi.

Saçlarını çekiştirdikten sonra kendine bir kadeh daha doldurarak kafasına dikti. Yakıcı sıvı midesine inerken boğazında oluşan yanma hissinin tadını çıkardı. Aptal kadın! Ölmek üzereyken bile espri yapacak kadar güzeldi. Franco onun inanılmaz hallerine kapılmadan edemiyordu. Ellerini ondan uzak tutmak için harcadığı çabayla koca bir şehri talan edebilirdi.

Kadın şu anda onun yanında güvendeydi. Ama bir o kadar da tehlikede sayılırdı. Adamlar hâlâ peşindeydi. Bu yüzden iyileştikten sonra onu geri götürmek zorunda olmaktan nefret ediyordu. Öte yandan kadına giderek daha çok bağlanıyordu.

Onu sonsuza kadar yanında tutamazsın.

Neden olmasın?

Peki ama nasıl?

Karanlık gökyüzüne bakarak iç geçirdi. Oralarda onu duyan birileri varsa yardım etmesi için dua etti.

"Cevap yok ha!" dedi kendi kendine.

Sonra da homurdanarak ayağa kalktı. Dengesini sağlamakta zorlanarak kamaraların olduğu alt kata indi. Tam kendi odasına yönelmişti ki, içinden bir ses kadını kontrol etmesi gerektiğini söyledi. Adımlarını Daniella'nın uyuduğu odaya yöneltip kulağına kapıya dayadı. Herhangi bir ses gelmeyince kapı aralığından kafasını içeri uzattı.

Daniella bembeyaz çarşafların arasında üzerinde yalnızca iç çamaşırlarıyla bir melek gibi uyuyordu. Franco'nun giydirdiği çamaşırlarla.

Elbette onu kendi elleriyle soymuştu ve bundan en ufak bir pişmanlık duymuyordu. Centilmen bir adam olsa bir kadının rızası olmadan onu soymazdı. Ama kimse onun centilmen bir adam olduğunu iddia edemezdi. O anda sadece yapması gerekeni yapmıştı. Bir yabancının ona dokunması seçenek dâhilinde bile olamazdı. İşkence olmadığını söyleyemezdi. Tanrım, hem de nasıl bir işkenceydi?

Kadının pürüzsüz tenini ellerinin altında hissettiği anı hatırlayınca aniden kaya gibi sertleşti.

Daniella konuşarak kafasını çevirince az kalsın kapıyı çekip bir korkak gibi kaçacaktı. Fakat az sonra kadından gelen mırıltıları işitince hâlâ uyuyor olduğunu anlamıştı. Genç kadın sayıklıyordu.

Franco kendine engel olamayıp içeri girdi. Ve onu yatakta kıpırdanırken buldu. Kadının yataktaki ufacık bedeni ter içinde kalmıştı.

Franco biraz daha yaklaşıp eliyle ateşini kontrol etti. Neyse ki fazla yüksek değildi. Bu da enfeksiyon riski yok demekti. Ancak sürekli terliyor, mırıltılar halinde anlaşılmaz şeyler söylüyordu. Söylediklerinin çoğu İngilizce olduğundan Franco anlamakta güçlük çekiyordu. Onu uyandırıp uyandırmamak konusunda tereddütte kaldı. Sonunda elindeki şişeyi yere bırakıp yatağın kenarına çöktü. Kadına biraz daha sokularak söylediklerini duymaya çalıştı.

"Yapma!" diyordu. "Yalvarırım dur!"

Franco anladığı sözler karşısında kaskatı kesildi. Genç kadın bir kâbusun ortasındaydı. Rüyasında o adi orospu çocuğunu görüyor olmalıydı. Daniella sağlam eliyle çarşafları sıkarken Franco da dişlerini sıkmaya devam etti. Ne yapacağını bilemeyerek bir müddet çaresizce onu izledi.

Birini kâbus görürken uyandırıp uyandırmaması gerektiğini nasıl bilecekti? Eğer uyandırırsa aniden daha çok korkabilirdi. Fakat uyandırmazsa bu kez de acı içinde kıvranmaya devam edecekti. Franco daha fazla dayanamayarak genç kadını yaralı kısma dikkat ederek omuzlarından tutup hafifçe sarstı.

"Uyan bella! Uyan hadi."

Birkaç denemenin ardından genç kadın sonunda keskin bir solukla gözlerini açtı. "Hayır. Hayır. Hayır!"

"Korkma. Geçti artık. Benim Franco." Franco kadını kollarının arasına alarak yavaşça sallamaya başladı. Elinde değildi. Ona yakın olma arzusu dayanılmazdı.

"Oh Tanrım. Franco."

"Geçti artık. Kötü bir rüyaydı."

Daniella arka arkaya derin soluklar alıp vererek ona sıkıca sarıldı. "O kadar gerçekti ki."

"Anlatmak ister misin?"

Daniella hızla başını sağa sola salladı. Franco onu bir müddet daha kollarında tuttuktan sonra bir bardak su doldurmak için yanından ayrıldı. Daniella bu boşlukta üşümüş gibi kendi bedenine sarılmıştı. Yatağın ortasında o kadar küçük ve savunmasız duruyordu ki, Franco hemen şimdi gidip o aşağılık herifi gebertmek istedi.

Suyu içmesine yardım ettikten sonra yastığını düzelterek onu yatağına geri yatırdı.

"Şimdi daha iyi misin?"

"Evet. Teşekkür ederim. Seni uyandırdım mı?"

"Uyumuyordum. Seni kontrol etmek için uğramıştım. İçeri girdiğimde sayıklıyordun."

"Uzun zamandır bu geceki gibi kâbus görmüyordum. Konuştuklarımızın etkisinde kalmış olmalıyım."

"Buna ben sebep oldum. Anlatman için seni bu kadar zorlamamalıydım."

"Kendini suçlama. Önünde sonunda birine anlatmalıydım." Genç kadın iç geçirdi. "En azından terapistim dışında birine."

"Anlıyorum. Uyumak için kullandığın herhangi bir ilaç varsa eğer-"

"Sakinleştirici ve uyku ilaçlarından bahsediyorsan, hayır. Beni uyuşturduklarını anladığım zaman onları kullanmayı bıraktım."

"Pekâlâ." Genç adam ayağa kalktı. "Eğer bir şeye ihtiyacın olursa hemen yandaki odada olacağım."

Daniella hızla yataktan doğrulmaya çalıştı. "Gidiyor musun?"

Genç adam kapının önünde duraksadı. Başını çevirdi. Ona bakmıyordu. "Kalmamı mı istiyorsun?"

Daniella hiç düşünmeden, "Evet." diye fısıldadı. "Lütfen." Sonra da mahcup olmuş gibi yatakta büzüştü. "En azından ben yeniden uykuya dalana kadar kalamaz mısın?"

Franco ağzının içinde bir küfür mırıldandı. Bunun hiç iyi bir fikir olmadığını, o yatağa bir kez girdiğinde bir daha asla çıkmak istemeyeceğinin farkındaydı. Fakat ne olursa olsun, bu onunla değil Daniella ile ilgiliydi. Ve kadının ona ihtiyacı vardı.

Ağır adımlarla yatağa geri yürüdü. Daniella'nın gözleri bir anlığına şaşkınlıkla büyümüştü. Franco gibi o da yaptığına şaşırmış olmalıydı. Genç adam çarşafları aralayıp yavaşça yanına sokulduğunda sertçe yutkundu.

"İstediğin oldu mu?"

Daniella başını yavaşça sallıyordu. Ay ışığının altında yüzü bir tanrıçanınkine benziyordu. Franco her ayrıntısını ezberlemek istercesine gözlerini üzerinde gezdirmeye devam etti. Ardında dayanamayıp uzandı ve yastığın üzerine dağılan siyah saçlardan bir tutamı parmaklarının arasına aldı. Temas bağımlısı bir manyak değildi ama alkolün de etkisiyle ona dokunmazsa ölecekmiş gibi hissetmişti. Kadını daha görüş odasında gördüğü ilk anda midesinde bir ateş yanmaya başlamıştı ve şimdi o ateş tüm bedenini kavuruyordu.

"Teşekkür ederim. Yani, kaldığın için."

"Senin için yapabileceklerimin neler olduğu bilseydin, benden kaçabildiğin kadar uzağa kaçardın."

Daniella nefesini tutmuş söylediklerinin ne anlama geldiğini düşünürken Franco başını yumruğuna yaslayarak onu izlemeye devam ediyordu. Diğer elini onun saçlarında, alnında ve yanaklarında gezdirdi.

"Ama şunu bil ki, asla sana zarar vermem."

"Biliyorum ve..." Daniella derin bir nefes aldı. "artık kaçmak istemiyorum."

"O halde bana güveniyorsun."

"En az senin bana güvendiğin kadar."

Franco gülümsedi. Bu, bir kadının aklını başından alacak bir gülümsemeydi.

"Nasıl bir rüya gördüğünü bilmiyorum ama kâbusların ne kadar kötü olduğunu biliyorum. Onlarla baş etmene yardım edebilirim."

"Sahi mi? Nasıl olacak bu?"

"Gerçekten öğrenmek istiyor musun?"

"Sanırım istemesem de söyleyeceksin."

Franco azıcık daha yaklaşarak dudaklarına yakın bir mesafede durdu. Daniella kalp atışlarını durdurmuş adamın aralanan dudaklarından çıkacak sözcükleri bekliyordu.

"Kâbuslar bilinçaltına yerleşmiş kötü anılardır. Bir yerde kötü anılardan kurtulmanın en iyi yolunun onları daha iyileriyle değiştirmek olduğunu duymuştum."

"Daha iyileri mi?"

"Hı hı."

"Ben. Bunu nasıl yapacağım peki?"

"İzin ver sana göstereyim."

Daniella daha bir şey söyleyemeden Franco uzandı ve onu yavaşça öptü. Dudakları ilk başta saygılı ve yavaştı. İlk öpücükten sonra dudakları aralanarak nefes alabileceği bir boşluk bıraktı. Sonra onu yeniden bu kez daha tutkulu ve ateşli bir şekilde öpmeye başladı. Daniella'nın tek yapabildiği öylece uzanmak ve adamın tüm bedenini harekete geçiren öpücüklerinin tadını çıkarmaktı.

"Franco?"

"Şşşt. Rahatla."

Franco dudaklarını ondan ayırmadan parmaklarını yüzünden boynuna, oradan da köprücük kemiğinde gezdirdi. Gümüş yüzükler ateş gibi yanan tenine değdiğinde genç kadın ürpermişti. Kadının titremelerinin geçmesini bekleyen Franco geri çekilerek,

"Sana dokunulmasına dayanamıyor musun?" diye sordu.

"Bu seninle ilgili değil. İnan bana. Ben... ben bu konuda biraz arızalıyım. Şeyden beri."

"Jonathan." diye hırladı Franco.

"Üzgünüm." Daniella'nın sesi kısıktı.

"Üzülme. İlk seferinde bana neden karşılık veremediğini anlıyorum. Ama gösteri gecesi farklıydın."

"O gece sanırım etrafta insanların olması gerginliğimin bir kısmını almıştı."

"Senin için gerekirse buraya bir stadyum dolusu insan toplayabilirim."

"Tanrım, hayır." Daniella kıkırdadı ve Franco bunun dünyanın en güzel sesi olduğuna karar verdi. Daha önce onu hiç gülerken görmemişti.

İstemsizce bu gülüşe karşılık verirken buldu kendini.

"Bana bir şans daha verirsen bu gece yalnızca senin için olacak."

Parmakları göğüs ucunu bulup oynadığında Daniella artık gülümsemiyordu. Hain meme uçları aniden öyle sivrilmişlerdi ki atletini delip geçmek üzerelerdi. Franco aşağıya bakıp sırıttı.

"Bu, bir evet sanırım."

İri eliyle göğüslerinden birini avucunun içine alıp sıktı. Daniella inlediğinde ise aynı el atletinden içeri girerek tenindeki okşayışına devam etti.

"Franco."

"Kendini bana bırak."

Franco yeniden yükselip bu kez onu nefesi kesilinceye dek öptü. Odayı nefes ve öpücük sesleri doldurana dek durmadı. Dudakları boynundan aşağıya ıslak bir yol izlerken Daniella sırtını gererek adama kendini sundu.

"Sana dokunmamın hoşuna gittiğini söyle."

"Evet. Hoşuma gidiyor."

"Devam etmemi istiyor musun?"

Franco eğilip meme ucunu uzun uzun emdiğinde Daniella yalnızca alt dudağını ısırarak karşılık verebilmişti.

"Konuş benimle Donna Bella."

"Evet, lütfen."

Genç adamın yüzüne yerleşen gülümseme buz kütlelerini bile ateşe verebilirdi. Başını eğdi ve dudaklarıyla yaptığı işkenceye devam etti. Önce bir göğüs ucunu, ardından diğerini emdi. Mürekkepli ellerle onları yoğurdu, dişleriyle ısırdı. Daniella çığlık atmamak için derin soluklar aldı. Nabzı deli gibi hızlanmıştı.

Franco doğrulup önce kendi üzerindeki tişörtü, ardından Daniella'nınkini çıkarttı. Daniella acısının sebebi olan yaralarının ortaya çıkması yüzünden gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Genç adam ellerini o yaralarda saygıyla gezdirip her birini şefkatle öptüğünde ise gözlerinin kenarından bir damla yaşın süzülmesine mani olamadı. Daniella elleriyle çarşafları sıktı.

"Franco."

"Geçecek. Söz veriyorum amore mio (aşkım)."

Dudaklarını bedeninden aşağıya doğru sürüklerken onu izleyen gözleri alev alevdi. Bacaklarını iki yana ayırıp aralarına girdi.

"Tadın da kokun kadar güzel mi öğrenmek için can atıyorum."

Adam başını eğip iç çamaşırını koklarken Daniella az kalsın zevkten çığlık atacaktı.

"Ah Tanrım."

Adamın dudakları nemlenen kumaşa sürtündü. Daniella öyle arzuyla dolmuştu ki, bedeni bacaklarının arasında bir nabız gibi atıyordu. Genç kadın itiraz edemeden Franco hızlı bir hareketle külotundan kurtuldu.

Odanın içinin karanlık oluşu durumu kolaylaştırmıyordu. Daniella adamın önünde tüm çıplaklığıyla dururken Franco onu ışıldayan gözlerle izliyordu. Bir süre onu izlemeye ve Daniella'nın anlamadığı şekilde İtalyanca kelimeler mırıldanmaya devam etti. Ardından dudaklarına günahkâr bir gülümseme yerleşti.

Franco onu sıkıca tutarak başını eğdi ve ağzını, Daniella'nın aklını başından almak için kullandı.

 

 

Loading...
0%