Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.BÖLÜM: Davetsiz Misafir

@sagetaylors

 

 

"Oğlum nerede Antonio? STEFANO NEREDE?"

Angelo Greco adamlarıyla birlikte sabahın erken saatlerinde De Luca malikânesini bastığında, Antonio henüz uykudan yeni uyanmıştı. Bu yüzden üzerinde yalnızca göbeğinin üzerinde bağladığı bir sabahlık ve iç çamaşırı dışında hiçbir şey yoktu. Yine de yılların verdiği alışkanlıkla, Lorenna çığlık atıp çarşaflara sarınırken o bir yerlerden silahını kapmış ve eski düşmanına doğrultmayı başarmıştı.

"Bu da ne demek oluyor Greco? Evime bu şekilde girmeye nasıl cüret edersin?"

"Daha fazla sabrım kalmadı artık." Angelo ateş püskürüyordu. "Günlerdir oğlumdan bir haber yok ve sen beni oyalayıp duruyorsun. Bana hemen nerede olduklarını söylemezsen leşini yere sermekten bir an bile çekinmem."

"Sen aklını mı kaçırdın? Sana oğlunun yerini bilmediğimi daha kaç defa söylemem gerekiyor. Unuttun galiba. Kaybolan yalnızca senin oğlun değil. Kızım Sara da aynı şekilde ortada yok."

"Evet. Peşinden bir an bile ayırmadığın köpeğiyle birlikte."

"Ne demek istiyorsun?"

"Az önce o ikisinin geçen hafta Barselona yakınlarındaki bir havaalanında görüldüğünü öğrendim. Buna ne diyorsun?"

"Saçmalık!" Antonio hem şaşırmış hem de kızmıştı. "Bundan kesinlikle haberim yok."

"Kes artık zırvalamayı Antonio. Kızını buradan kaçırdığına göre Stefano'ya mutlaka bir şey yaptın. Söyle çabuk. O nerede?"

"Çok büyük bir hata yapıyorsun Greco. Daha yeni aramızda bir ateşkes imzalamışken sana bunu neden yapayım ki?"

Angelo kafası karışmış gibi görününce sakince devam etti.

"Dinle. Kızımı tekne gezisine çıkarmak isteyen senin oğlundu. Ortadan kaybolduklarında benim sana hesap sormam gerekirken ben bunu yapmayıp aramızdaki ateşkese sadık kaldım."

"Stefano'nun gemisini bir sahilde terk edilmiş halde bulduğumuzu biliyorsun. Fakat oğlum günlerdir ortalarda yok!"

"Bu konu hakkında en ufak bir fikrim bile yok. İnan bana. Ne Sara'nın ne de Stefano'nun yerini bilmiyorum. Sana en kutsal şeylerin üzerine yemin ederim."

"Lanet olsun Antonio! Yine de bu kadar sakin kalabilmen hiç hoşuma gitmiyor. Eğer bildiğin bir şey varsa ve benden saklıyorsan..."

Angelo, açık tehdidini anlaması için silahını avucuna daha iyi yerleştirmişti ama ateş edecek gibi görünmüyordu. Yine de hâlâ adamlarına ger çekilin emri vermemişti. Bu yüzden Antonio tedirgindi. Boğazı kurumuş, alnı gerginlikten boncuk boncuk terle dolmuştu.

"Sakin olmam endişeli olmadığım anlamına gelmez. Onları bulmak için neredeyse bütün şehri alt üst ettim. Adamlarım tüm hava limanlarını ve deniz yollarını tuttular. Eğer ülkeden ayrılmış olsalardı mutlaka haberim olurdu. Bir yanlış anlaşılma olmalı."

"NEREDELER O HALDE?" diye bağıran Angelo silahını her bir kelimesinin altını çizermiş gibi eski düşmanına sallamaya devam etti. "Bana oğlumu bul Antonio! Bana. Hemen. Oğlumu. Bul! Yoksa... olacaklara karışmam."

"Bu tartışmanın yeri benim yatak odam değil Greco. Önce sakin olup, adamlarına silahlarını indirmelerini söyle. Karımı korkutuyorsunuz. "

Angelo silahını indirip adamlarına da indirmeleri için bir işaret verdi. Antonio arkasında Lorenna'nın rahat bir soluk aldığını duymuştu. İtiraf etmek gerekirse kendisi de rahatlamıştı. İki taraf da nefeslerini tutmuş sessizce birbirini izliyordu. Tam o sırada çalan telefon sessizliği bıçak gibi böldü.

Angelo cebinden telefonunu çıkarıp yanıtladı. "Evet?" Karşı taraftan duyduğu haber renginin bir anda atmasına ve gözlerinin yaşlarla dolmasına neden olmuştu.

"Kimmiş? Çocuklardan biri mi? Söylesene Greco!"

Angelo, Antonio'nun telaşlı sorusunu duymazdan geldi. Bakıyor ancak baktığı yeri görmüyor gibiydi. Nefes alışı ağırlaşmış, dudakları aralanmıştı. Duydukları doğru olamazdı. Oğlu, tek varisi, ölmüş ve cesedi karaya vurmuştu.

Antonio ona yine yalan söylemişti. Tıpkı bir zamanlar zavallı Lena'yı aldığı gibi oğlunu da almıştı ondan. İstediği ateşkes filan değildi. Yalnızca ona daha fazla acı çektirmek istiyordu. Başarmıştı da. Bunun başka açıklaması yoktu. Bir De Luca'ya asla güvenmemesi gerektiğini bilmeliydi. Antonio onu mahvetmek istemiş, bunun için de oğlunu kullanmaktan çekinmemişti.

"Oğlum." dedi acı çeker gibi bir nefesle hırlayarak. "O ölmüş."

Antonio'nun göz bebekleri korkuyla irileşti. Az önce hissettiği rahatlama yerini hızla endişeye bırakmıştı. "N-ne? Nasıl olmuş bu? Konuş benimle Greco!"

Angelo'nun tüm bedeni öfkeden titriyordu. Hissettiği acının tarifi yoktu. Ense kökünde bir yanma ve parmaklarında uyuşma hissediyordu. Artık konuşulacak bir şey kalmamıştı. Silahını kaldırdı ve ateş etti.

Sonra da Antonio De Luca'yı; yıllarca düşmanı olan, önce sevdiği kadını ardından da oğlunu hunharca elinden alan adamı, çığlık çığlığa bağıran karısının kollarında bırakıp oradan ayrıldı.

.................................................

"Para que finalmente puedas recordar a tu madrina?" Demek sonunda vaftiz anneni hatırlayabildin?

"Cómo puedo olvidar a una mujer hermosa como tú? Cómo estás, Esperanza?" Senin gibi güzel bir kadını nasıl unutabilirim? Nasılsın Esperanza?

Sara kollarını bedeninde kavuşturmuş, Fabio ile yeni tanıştığı yaşlı kadının anlamsız konuşmalarını dinliyordu. Dilini bilmediği memlekete geleli henüz üç gün olmuştu.

Livorno'dan ayrıldıkları uçakla bir Fransız adası olan Corse'a, oradan sahte kimlik ve pasaportlarını ayarladıkları adamla buluştuktan birkaç gün sonra Barselona'ya, oradan da İspanya'nın en kalabalık üçüncü şehri olan Valensiya'ya geçmişlerdi.

Şüphe çekmemek için güneyli bir çift - Ricardo ve Maria Montes -rolüne bürünmüşlerdi. Sara kılık değiştirmek için kısa, siyah bir peruk ve güneş gözlükleri takmış, Fabio ise ensesine uzanan saçlarını kısaltarak, kirli sakal bırakmıştı.

Ucuz otellerde kalıp dikkat çekmemeye özen göstererek geçen bir haftanın ardından sonunda buraya, Fabio'nun sütannesinin yaşadığı mahalleye gelmişlerdi. O kadar kötü yerlerde konaklamışlardı ki Sara, temiz kokan çarşaflar ve taze kahve çekirdeklerinden hazırlanmış bir fincan sıcak kahve için adam öldürmeye bile razıydı. Burası küçük ve eski bir evdi. Ama en azından temizdi.

Yaşlı kadın Fabio ile biraz daha sohbet ettikten sonra dikkatle Sara'yı inceledi. Öylesine uzun uzun bakmıştı ki, Sara kendini mikroskoptaki bir canlı gibi hissetti. Konuşma bittikten sonra yaşlı kadın yerinden güçlükle kalktı ve geniş kalçalarını sallayarak peşinden gelmelerini işaret etti. Fabio da Sara'nın elinden tuttuktan sonra kadının peşine takılmıştı.

Sara kadının altmışlarında olduğunu tahmin ediyordu ama daha genç de olabilirdi. Kısa boylu ve tıknazdı. Yanakları bir buldoğunkiler gibi sarkmış, derisi güneşten yanmış ve kalınlaşmıştı. Teniyle kontrast oluşturan başına doladığı ince tülbent ise ayağındaki eskimiş terlikler gibi beyazdı.

Fabio, kadının henüz o bir bebekken yetimhaneye bırakıldığında orada çalışanlardan biri olduğunu anlatmıştı. O zamanlar üç küçük çocuğu olan Esperanza iyi bir Hristiyan olduğu için Fabio'yu da vaftiz ettirmiş ve onunla kendi çocuğu gibi ilgilenmişti. Fabio yetişkinlik çağına gelmeden önce yetimhaneden kaçmak zorunda kaldığında ise hiç tereddüt etmeden onu yanına almış ve İtalya'ya gidene kadar ona bakmıştı.

Sara Fabio'nun gerçek ailesine ne olduğunu merak ediyordu ancak sormak için doğru bir zaman olmadığını biliyordu. Onun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğini yeni fark etmişti.

Fabio Ricci, babasının yanında yıllardır çalışan en sadık askeriydi. Sara'nın en sevdiği rujun markasında tutun da, ayakkabı numarasına kadar en ufak detayları bilecek kadar yakınlardı. Fakat Sara, onun bir yetimhanede büyüdüğünü ve bir sütannesi olduğunu bile daha yeni öğreniyordu.

Esperanza onları yalınayak oyun oynayan sokak çocuklarının arasından geçirerek mahallenin arka taraflarındaki ahşap bir kulübeye götürmüştü. Sara, yolda onları merakla izleyen çocukların bakışlarına gülümseyerek karşılık verdi. Ancak çocukların ona gülümsemediğini görünce bu çabasından anında vazgeçmişti.

"Puedes quedarte aquí todo el tiempo que quieras." Burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz.

"De acuerdo mamá. Grascias ."

Kadın gözlerini Sara'dan ayırmadan ona bir şeyler söylemeye devam ediyordu. Fabio gülümseyerek kadına teşekkür edip gönderdikten sonra evin kapısını açtı. İçeride ağır ve yıllanmış bir koku vardı. Sara, Fabio'nun ardından karanlık odaya adım attığı anda buranın günlerce, hatta yıllarca kullanılmamış olduğunu anlamıştı. En son bir canlı yaşadığı zaman tekerleğin icadından önce filan olmalıydı.

Elveda temiz çarşaflar ve sıcak kahve.

Gıcırdayan ahşap zeminde sessizce ilerlediler. İçeride eski bir yatak, bir kanepe ve bir masa dışında köşede mutfak olarak kullanılan ufacık bir lavabolu dolap vardı sadece. Tam karşılarında banyo olduğunu düşündüğü bir kapı duruyordu. Ve hepsi bu kadardı. Burası bir ev değil, on metrekarelik bir odaydı. Lanet. Olasıca. Bir oda.

"Burada mı kalacağız yani?" Sara yüzünü buruşturarak tavandaki örümcek ağlarına, kararmış duvarlara, paslı musluğa ve kirli yatağa baktı.

"Şimdilik burada güvende oluruz. Ortalık yatıştıktan sonra daha iyi bir yere geçebiliriz."

Fabio ilerleyip odayı havalandırmak için pencerelerden birini açtı. Ancak içeriye tek gelen, yan evdeki çocukların ağlama sesleri ve yoğun ızgara dumanıydı. Üstelik pencere kapkara bir duvara açılıyordu.

"Belki de o pencereyi kapalı tutsak daha iyi olacak."

Fabio başını evet dercesine salladı. "Haklısın." Ardından pencereyi kapatıp yırtık perdeyi de önüne çekti.

"Daha önce burada Esperanza'nın oğlu Diego yaşıyordu. Bir çete olayına karışıp hapse atıldıktan sonra sanırım kimse buraya uğramamış. Kabul ediyorum, biraz pis ve bakımsız ama biraz sabun ve bir kova suyun temizlemeyeceği hiçbir şey yoktur derler."

Sırt çantasının ipleri omuzlarını kestiği halde Sara onu yere bırakmayı inatla reddediyordu.

"Onu söyleyenlerin iyimserliğine hayran oldum doğrusu." dedikten sonra etrafına bakınarak odada ilerledi. Elektrik düğmesi olduğunu düşündüğü bir düğmeyi çevirdiğinde tavandaki ampul cızırdayarak yanar gibi oldu ve etrafındaki birkaç güveyi havalandırdı. Ardından hızla söndü ve bir daha hiç açılmadı. Sara derin bir iç geçirdikten sonra kollarını bağladı.

"Benim yüzümden tüm bunlara katlanmak zorunda olman haksızlık. İtalya'da kalmama izin verseydin cenazemin buradan daha konforlu bir yere gömüleceğine yemin edebilirdim."

Fabio öfkeyle başını salladı. "Bir daha sakın ölümden bahsetme. Seni hayatta tutmak için gerekirse dünyanın öbür ucunda, karanlık bir mağarada bile yaşamaya razı olurdum."

Sara utanarak başını öne eğdi. Genç adam günlerdir doğru düzgün uyku uyumamış ve yemek yememişti. Buna rağmen bir kez bile halinden şikâyetçi olmamıştı. Hiç düşünmeden onun için adam öldürmüş ve hayatını tehlikeye atmıştı. Onu güvende tutmak için elinden gelen her şeyi yapmış, gittikleri her yerde önce Sara'nın dinlendiğinden ve karnının doyduğundan emin olmuştu. Şimdi de minnet duyduğu insanların hayatını hiçe sayarak onu buraya, eskiden yaşadığı mahalleye getirmişti.

Tüm bu fedakârlıklara gerçekten değdiğini mi düşünüyordu? Üstelik yıllardır onu aşağılayıp durmuş bir kadın için.

"Ben gidip sabun ve temiz havlu gibi şeyler bulayım. Gelirken akşam için de yiyecek bir şeyler alırım." Fabio muslukları kontrol etti ve suyun aktığını görünce sevindi. "Harika. Su akıyor. Banyoda elektrikli bir ısıtıcı ve kova olmalı. Ben gelene kadar suyu ısıtırsan döndüğümde banyo yapabilirsin." Tam çıkmak üzereyken Sara arkasından seslendi.

"Esperanza çok tatlı bir kadın."

Fabio döndü ve gülümsedi. "Öyledir. Çocukları olduğu halde hiç tereddüt etmeden yıllar evvel beni evine kabul etmişti."

"Bu inanılmaz." Sara durdu ve soracağı soruya hazırlanırken alt dudağını ısırarak saçını kulağının arkasına attı. "Şey. Ona bizim hakkımızda ne söyledin?"

Fabio'nun bakışları yumuşadı. "Esperanza ne kadar iyi yürekli olursa olsun tutucu bir kadındır. Eğer evli olduğumuzu söylemeseydim bizi asla evine almazdı."

"Anlıyorum." Sara'nın kalp atışları bunu duyunca anında hızlanmıştı. "Demek o yüzden ellerimize bakıyordu."

"Ah, evet." Fabio utanmış gibi gözlerini kaçırarak ensesini kaşıdı. "Ona ailenin rızası olmadığı için son anda kaçmaya karar verdiğimizi, bu yüzden de yüzük almaya fırsatımız olmadığını söyledim."

"Şey, yalan söylemiş sayılmazsın."

Sara omuz silkince Fabio kalbini yerinden hoplatacak şekilde gülümsedi. "Haklısın."

"Çıkmadan önce bana bakıp bir şeyler daha söyledi."

Bu kez Fabio'nun dudaklarına çarpık bir gülümseme belirdi. "Senin güzel bir kız olduğunu söyledi."

O kadarını tahmin etmişti. "Ah. Hepsi bu mu?"

"Ve sana sahip olduğum için dünyanın en şanslı adamı olduğumu."

Sara, yanaklarının hoş bir şekilde kızarmasına engel olamamıştı. Fabio bu görüntü karşısında içine derin bir nefes çekti. Bazen onun yanındayken soluksuz kaldığı oluyordu ve bu o anlardan biriydi. Kendini oradan ayrılmaya zorlamadan önce, o gelmeden bir şeye dokunmadan beklemesini ve ne olursa olsun kapıyı kimseye açmaması için onu sıkıca tembihledi.

Sara Fabio'nun ardından odaya bakarak iç geçirdi. Fabio onlar için uğraşırken o böyle boş boş oturacak mıydı yani? En azından genç adam dönene kadar çarşafları sökebilir, yerleri süpürebilirdi. Sonunda sırt çantasını tozlu sandalyelerden birine bırakmaya razı oldu. Madem bir süre burada saklanacaklardı, o halde burayı yaşanılır bir hâlle çevirmeleri şarttı.

.................................

Hiçbir şey onu böyle bir güne hazırlayamazdı. Vakit öğleni çoktan geçmişti. Açılışa gösterilen ilgi büyüktü ve misafir sayısı saatler ilerledikçe artıyordu.

"Bu kadar insana davetiye verdiğimizi hatırlamıyorum."

"Diğerleri onların davetlileri olmalı."

"Yine de bu kadar kalabalık olacağımızı tahmin etmemiştim. Sana o kadar hazırlığın ziyan olacağını söylediğim için üzgünüm canım."

"Servis masasındaki tepsilerin yenileriyle değişmesi gerekiyor Paola."

"Az önce Dante'ye o işi halletmesini söyledim. Sen artık konukların yanına dönmelisin."

"Emin misin? Yalnızca ikiniz idare edebilecek misiniz?"

"Elbette canım. Git hadi." Paola onu eliyle mutfaktan kışkışladı. "Rahip Don Bernardo yanında belediye başkanıyla birlikte gelmiş. Onları bekletmek istemezsin değil mi?"

"Aman Tanrım. Belediye başkanı mı dedin?" Daniella hızla eldivenlerini çıkarırken, "Davet ederken geleceğini hiç düşünmemiştim." dedi. Üzerine giydiği volanlı, düz beyaz elbisesinin eteklerini düzeltti. "Tanrım. Nasıl görünüyorum?"

"Tıpkı bir peri kızı gibi."

Daniella Paola'nın bu yorumuna içtenlikle gülümsedi ve kendine aynada son bir çeki düzen verdikten sonra arka bahçeye konuklarının yanına gitti.

Açılış gününde bu kadar fazla ziyaretçileri olacağını hiç tahmin etmiyordu. Mahalleden ve komşu köylerden gelenler, bankacılar, yöneticiler, hatta son gittiği kuaför bile buradaydı. Davetiye verdiği insanlarda çok daha fazla meraklı kalabalık bugün Sognare'ye akın etmişti. Tanıdığı yüzlerle selamlaşarak taşlık yolda ilerledi. Sonunda Şeytan Tepesi kilisesinin başrahibinin yanına gelerek nazikçe gülümsedi.

"Peder. Gelmenize çok sevindim. Sayın Başkan."

"Böylesine nazik bir daveti asla kaçırmazdım Bayan Lombardi. Ben de az önce sayın başkana sizin burada ne hoş değişiklikler yaptığınızdan bahsediyordum."

"Sahi mi? Beğenmenize çok sevindim."

Belediye başkanı yüzünde memnun bir gülümsemeyle "Evet." diyerek araya girdi. "Burası eskisinden çok farklı ve güzel görünüyor Bayan Lombardi. Sognare'nin geçmişteki halini bilen biri olarak gayet iyi bir iş çıkardığınızı söylemeden geçemeyeceğim. Böyle muhteşem bir yapı yok olsaydı cidden çok üzülürdüm."

"İnanın ben de öyle. Sognare benim çocukluğumun yaşadığı otel. Bir zamanlar Livorno'nun yıldızıydı. Amacım onu eski ihtişamlı günlerine geri döndürmekti."

"Ve bu konuda oldukça iyi iş çıkarmışsınız. Sognare'nin Livorno turizmine inanılmaz katkı sağlayacağını şimdiden söyleyebilirim. Sizin için gerekli tüm desteği sağlamaya bizzat gönüllü olduğumu bilmenizi istiyorum."

"Ah, bu gerçekten inanılmaz. O halde en kısa zamanda ileride yapacağım yeniliklerle ilgili sizi makamınızda mutlaka ziyaret edeceğim."

"Şeref duyarım."

"Ayrıca sayın başkan sizi önümüzdeki hafta kasabanın ileri gelenlerinin oluşturduğu meclise aday olarak göstereceğini söyledi." dedi peder.

"Birlikte kasabamızı daha iyi kalkındıracağımızı düşünüyorum. Siz ne dersiniz Bayan Lombardi?"

"Bu çok onur verici bir haber sayın başkan. Doğduğum kasaba için elimden gelen her şeyi içtenlikle yapacağımdan emin olabilirsiniz."

Daniella başkanla konuşmaya devam ederken bahçeye giren büyükanne ve büyükbabasını görünce tebessümü yüzünde büyüdü. Hiç bugünkü kadar gülümsediğini hatırlamıyordu. Servis masalarından bir kadeh şampanya alarak hızla başkana uzattı.

"Birazdan yanınıza dönerim. Lütfen ikramların tadını çıkarın." dedi ve hızla yanlarından uzaklaştı.

"Daniella tatlım."

"Hoş geldin büyükanne." Daniella Stella'nın ellerini tutarak kucakladı. "Gelmenize çok sevindim."

"Böyle bir günü kaçıracağımızı nasıl düşünebildin? Yüce Tanrım. Burası muhteşem görünüyor."

"Beğendin mi?"

"Beğenmek mi?" Stella yaşlı gözlerle torununa baktı. "Bizim yönetimimizdeyken bile Sognare bu kadar güzel değildi tatlım, inan bana. Seninle gurur duyuyorum."

Daniella başını mahcubiyetle yere eğdi. Sonra da Stella'nın arkasındaki adamla gözgöze geldi. "Peki, ya büyükbabam?"

"Ah, Gustavu bugün pek iyi değil tatlım. Üzgünüm ama ne seni ne de Sognare'yi hatırlayamadı."

Daniella hayal kırıklığını bastırmaya çalıştı. "Sorun değil. Önemli olan burada, yanımda olmanız. Hadi bahçeye geçin. Sizin için özel bir masa hazırlattım."

"Çok naziksin tatlım." Stella torununu yanaklarından öptükten sonra beyaz tüller ve masa örtüleriyle süslenmiş çardaklardan birine yöneldi. Yol boyunca onu ve Gustavu'yu tanıyanlarla tokalaşmayı ve sohbet etmeyi ihmal etmiyordu.

Daniella mutlu bir şekilde iç geçirirken telefonu cebinde mesaj sesiyle titredi. Tam daha mutlu olamayacağını düşünürken gelen mesaj kalbini yerinden oynatmıştı.

KORSAN KRAL: Şatonda her şey yolunda mı prenses? Seni özledim.

DANİELLA: Hiç beklenmedik şekilde iyi hem de. Bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim. Misafirlerin içinde daha önce hiç tanışmadığım bir gazeteci bile var. Bana otelle ilgili bir yazı dizisiyle ilgilenip ilgilenmediğimi sordu, inanabiliyor musun? Bu işte parmağın olduğunu düşünmemeye çalışıyorum.

KORSAN KRAL: Düşünme o zaman. Bu ilgiyi hak ediyorsun. Ama henüz beni özlediğini söylemedin.

DANİELLA: Özlediğimi biliyorsun. Burada olup kendi gözlerinle görmeni çok isterdim.

KORSAN KRAL: Bir gün. Çok yakında bir gün sevgilim. Yakında seni gözümün önünden bir an bile ayırmayacağım. Seni düşünmediğim tek bir an bile yok. Dudaklarımı yaladığımda hâlâ tadını alabiliyorum ve bu beni acayip sertleştiriyor.

Tanrım. Tüm gece ona dudaklarıyla yaptığı şeyleri hatırladığında Daniella'nın yanaklarına ateş bastı.

Franco'nun dün gece güvenini kazanmak için yaptığı küçük oyun hem çok düşünceli hem de çok ateşliydi. Daniella ona bu kadar kolay teslim olacağını hiç düşünmemişti, ancak aralarındaki çekim o kadar kuvvetliydi ki, kendini akıntıya bırakmak kadar kolay ve doğaldı. İçine girdiği ilk seferinde bile sanki yıllarca seviştiği erkekmişçesine rahat ve uyumlulardı. Franco onun vücudunu tanıyor, tüm hassas noktalarını sanki ezbere biliyordu. Bir virtüöz gibi, ne zaman hangi notaya basacağını bilerek gece boyunca vücuduna adeta şarkı söyletmişti.

Daha önce de yüzeysel sevişmeleri olmuştu ama böylesi bir hazzı ilk kez yaşamıştı. Ve bundan sonra başka bir erkekle yaşayabileceğini de sanmıyordu. Franco onun kilitlerini tek tek ve nazikçe kırarak Daniella'yı özgür bırakmıştı. Uzun zamandan beri kendini böyle mutlu ve huzurlu hissetmemişti.

DANİELLA: Bana insanların arasındayken böyle şeyler söylememelisin. Göğüs uçlarımın elbisemden fark edilmesini istemezsin.

KORSAN KRAL: Dio, mi stai uccidendo. Beni öldüreceksin sen. Oraya gelip seni omzuma atıp götürmeden önce git ve ev sahipliğinin tadını çıkar.

Daniella son mesajı okurken sırıtarak alt dudağını ısırdı. Söylediklerinin gerçek olmasını, Franco'nun özgür bir adam olup onu omzuna atıp herkesin içinden geçirerek mutlu yuvalarına götürmesini ne çok isterdi. Ne yazık ki, bu şimdilik mümkün değildi.

DANİELLA: Belki buna gerek kalmaz ve gecenin sonunda ben senin yanına gelirim, ne dersin?

KORSAN KRAL: İşte mükemmel plan diye ben buna derim. Gorgona'nın kapıları senin için daima ardına kadar açık olacak Donna Bella.

"SÜRPRİİİİZ!"

Daniella kafasını kaldırıp tanıdık sesin geldiği yöne baktığında şaşkınlığını saklayamadı.

"Gloria?"

"Sonunda seni buldum işte."

Daniella koşar adımlarla yürüyerek arkadaşına sarıldı.

"Gloria Estella Jones. Livorno'da olduğuna inanamıyorum."

"Düşündüm ve böyle bir günde yanında olmazsam nasıl bir arkadaş olurum dedim kendime. Bay Cooper'dan senelik izinlerimi toplu hâlde kullanmak istediğimi söyledim, sonra da valizimi hazırladım, uçak bileti için millerimi kullandım ve işte buradayım."

"Beni yine şaşırtmayı başardın. Bundan daha inanılmaz bir sürpriz yapamazdın."

"Dur da sana bir bakayım." Gloria onu bir kol mesafesinde tutup ıslık öttürdü. "Muhteşem görünüyorsun. İtalya havası sana yaramış."

"Bu kireç gibi tenle bronzlaşmam imkânsız ama."

"Yine de cildin çok canlı ve parlak görünüyor. Ve biraz da şey gibi görünüyorsun..."

"Mutlu mu? Çünkü öyleyim."

"A-ha. İşte bunu duyduğuma sevindim. İçimden bir ses mutluluğundaki en büyük payın o seks tanrısı adam olduğunu söylüyor."

"Hemen başlama!" Daniella gülerek arkadaşının omzuna vurdu.

"Doğru mu, değil mi?"

"Haklısın. Duymak istediğini bu mu? Şimdi mutlu musun?"

"Hmmm. Hem evet hem hayır. Detayları öğrendikten sonra belki daha mutlu olabilirim. Valizimi girişte bıraktım. Umarım bu harika otelde bana verebileceğin bir odan vardır."

"Elbette var. Seni rakiplerime asla kaptıramam."

"Yüce İsa. Arka bahçede bir yüzme havuzu bile var. Sognare'nin tüm imkânlarını kullanmak için sabırsızlanıyorum. Ama önce yiyecek bir şeyler bulmam lazım. Çok açım."

"Hadi gel, önce seni odana yerleştirelim. Sonra da karnını doyururuz."

"Ama lütfen unutma, detaylar Daniella."

"Sanki unutmama izin verirmişsin gibi." Daniella güldü. Sonra da aniden aklına gelen şeyle duraksadığında gülümsemesi yüzünde soldu. "Peki ya Jonathan? Ondan bir haber var mı?"

Arkadaşı gözlerini devirdi. "Gerçekten mi? Bu kadar önemli bir günde konuşmak istediğin konu Jonathan Wong mu?"

"Gloria!"

"Ta-maam. Bu ses tonunu biliyor ve pes ediyorum. Madem böyle güzel bir günü mahvetmek niyetindesin... Hazırsan söylüyorum." Gloria derin bir soluk alıp verdi. "Jonathan şartlı tahliyeyle salıverildi."

"NE?" Daniella'nın çığlık attığını duyan kalabalık aniden sessizleşince, Daniella onlara özür dilercesine bakıp arkadaşını hızla bir köşeye çekti. "Bu doğu mu?"

"Üzgünüm ama doğru."

"İyi ama nasıl?"

"Suçlamalar yetersiz bulunduğu için. Jonathan'ın saygın bir avukat olmasına karşılık ellerinde isimsiz bir tanığın suçlamaları vardı sadece. Hâkim yeni kanıtlar bulunana kadar tutukluluk süresine son verdi."

"Peki, bunu neden bana daha önce söylemedin?"

"Son zamanlarda yeterince kötü şeyler yaşamıştın. En azından açılışı atlatana kadar beklemek istedim. Buraya kadar da haberi bizzat benden duymanı istediğim için geldim."

"Tanrım." diye inledi Daniella. "Jonathan'ın dışarıda olduğuna inanamıyorum."

"Yine de senden yüzlerce kilometre uzakta, değil mi? Onu unutup hayatına devam edebileceğin kadar uzak bir yer burası. İşine ve yeni hayatına odaklan Daniella. Bırak da ne hali varsa görsün."

Keşke her şey Gloria'nın anlattığı kadar basit olsaydı. Eğer Jonathan dışarı çıkmışsa muhakkak ona yapılan suçlamaların arkasındaki kişiyi bulmaya çalışacaktı. Ve bu olduğunda da Daniella'nın kimliğinin ifşa olması ve peşine düşmesi an meselesiydi.

"Sen iyi misin Dani? Yüzün birden bembeyaz oldu."

"Evet. Evet iyiyim. Sadece biraz yorgunum."

"Bu adamla ilgili bana anlatmadığın ne var söylesene? Ondan yalnızca seni aldattığı için ayrılmadın değil mi? O herif sana çok daha kötü bir şey yaptı ve sen bana söylemiyorsun."

"Şimdi bunları konuşmayalım, olur mu? En azından bugün."

"Peki, ama bu günü atlattıktan sonra bana her şeyi anlatacağına dair söz vermelisin."

Daniella pes etmiş gibi kafa salladı. Daha fazla ondan gerçekleri saklayamayacağının farkındaydı. "Söz veriyorum."

...........................

Franco karnı doymuş miskin bir kedi gülümseyerek telefonunu cebine koyarken Carlos tekneden inmiş ona doğru hızlı adımlarla yürüyordu.

"Keyfinin yerinde olduğunu görmek ne güzel."

"Evet. O yüzden moralimi bozacak haberlerle geldiysen benden uzak dur."

"Üzgünüm ama işim bu. Sana hem iyi hem de kötü haberlerim var. Önce hangilerinden başlamamı istersin?"

"Kahretsin." Franco küfredip başını iki yana salladıktan sonra viskisinden küçük bir yudum aldı. Diğer eli pantolonunun cebindeydi. "Önce iyi olandan başla."

"Peki, ama ondan da önce bana nerede sabahladığını söylemek ister misiniz? Efendim..." Carlos alaycı yorumundan sonra uzanıp iki parmağıyla yakasındaki bağlanmamış papyona dokundu. "Görüyorum ki baskın için giydiğiniz smokin hâlâ üzerinizde."

Franco adamının elini nazikçe tutup yakasından çekerken sesi çelik kadar sertti. "Bu seni hiç ilgilendirmez."

"Güvenliğinden sorumlu biri olarak bunu bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Biliyorsun ki, Fabio gittiğinden beri istihbarat toplamakta giderek zorlanıyorum. Bir yerlerde yakalanmanın senin için ne kadar kötü olabileceğini ikimiz de biliyoruz, değil mi?"

Franco kaşlarını çattı. "Ne zamandan beri bana ne yapacağımı söylüyorsun?"

Carlos alınmış gibi yaptı. "Üzgünüm. Öyle anlaşılmasını istememiştim."

"İyi. Çünkü kendim için neyin doğru neyin yanlış olacağını en iyi ben bilirim. Şimdi söyle, Fabio ve Sara'dan haber var mı?"

"Evet. Sonunda sağ salim İspanya'ya vardıklarını öğrendim. Bağlantılarımız sayesinde gittikleri hiçbir yerde maddi sıkıntı yaşamayacaklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Yalnız..." Carlos iç çekti.

"Yalnız ne?"

"Stefano'nun babası Don Angelo."

"Ne olmuş ona?"

"Sanırım onların yurtdışına kaçtıklarını öğrenmiş. Peşlerine birkaç adamını gönderdi."

"İyi ya, sen de onların peşine kendi adamlarını yolla."

"Ben de tam olarak öyle yaptım." Carlos çenesini kaşırken gururla sırıtıyordu. "Onları adım adım takip edeceklerine emin olabilirsin."

"Adamlarını dikkatli ve tetikte olmaları konusunda uyar. Eğer bizimkilerin izlerini bulacak olurlarsa hiç tereddüt etmeden onlardan kurtulmalarını söyle."

"Emredersin. Bu arada içkinden ben de bir kadeh alabilir miyim? Hava baya sıcak ve susadım."

"Henüz değil. Cesetleri ne yaptınız?"

Carlos olumsuz yanıt karşısında yüzünü buruşturdu. "Temizlikçiler o işi halledip mekânı çoktan boşaltıp havaya uçurdular bile."

"Ya parayla tutulan kızlar?"

"Merak etme, orospular güvende. Konuşmamaları için ceplerine hatırı sayılır miktarda para konulup, isteğin üzere sınır dışı edildiler."

Franco başını salladı. "Güzel. Şimdi, iyi haberlere geç."

"Şey, bunlar iyi haberdi. O yüzden kötülere geçmeden bir içkiye ihtiyacım var."

Franco ona ölümcül bir bakış atınca Carlos şansını zorlamaktan vazgeçti. "Stefano Greco'nun bedeni bu sabah şişmiş bir hâlde sahile vurmuş. Cesedini balıkçılar bulmuş. Şu an ailesinin cesedi teşhis etmesi için morgda tutuluyor."

"Kahretsin!" Franco diğer eliyle çenesini ovuşturdu. "Bunu elbette bekliyordum ama biraz daha geç olmasını umuyordum."

"Devamı daha kötü. Haberi alan Don Angelo sabah erkenden adamlarıyla birlikte De Luca malikânesine baskın düzenlemiş. Bunu nasıl söyleyeceğim bilemiyorum patron ama...

"Ağzında geveleme de ne söyleyeceksen söyle hadi."

"Herkesin uykuda olduğu bir saatmiş. Bu yüzden gafil avlanmışlar ve Don Angelo'nun Bay De Luca'ya ateş etmesine engel olamamışlar."

Franco'nun eli, içkisini ağzına götürmek üzereyken havada asılı kaldı. "Ölmüş mü?"

"Hayır, ama ağır yaralı."

"Ve sen bunu bana şimdi mi söylüyorsun?"

"Kötü haberleri sona saklamamı söylemiştin."

"Kim demiş kötü haber diye?" İçkisinin sonunu bu kez keyifle yudumlayan Franco, "Don Angelo'nun bu kadar beceriksiz bir herif olduğunu kim bilebilirdi ki." diyerek içinden haince gülümsedi. Sonra da şişesinden kadehine bir parmak daha viski doldurdu. "Demek bizim ihtiyar ölmemiş ha? Başka yaralanan olmuş mu peki?"

"Hayır patron. Yalnızca Bay De Luca. Şu anda hastanede müşahede altında tutuluyor. Sanırım durumu ciddiyetini koruyor."

"Demek öyle." Franco boşalan kadehini arkasındaki sehpaya koydu. "Hastaneye benim adıma kocaman bir buket çiçek gönderilsin."

"Nasıl istersen."

"Ya da dur. Buket değil. Çelenk olsun. Çiçekçiye üzerine en büyüğünden kırmızı bir kurdele bağlamasını da söyle. Fiyonk halinde." Carlos ağzının kenarıyla gülümserken Franco pis pis sırıtıyordu.

"Olmuş bil patron."

"Peki, ya senden bugün için göndermeni istediğim diğer çiçekler."

"Hepsi bir saat önce Bayan Lombardi'nin oteline ulaştı. Şey, telefonunu denize attığım için daha önce de kendisinden özür dilediğimi biliyorum ancak kendi adıma da çiçek göndermenin doğru bir hareket olacağını düşündüm."

"İyi düşünmüşsün. Oldukça naziksin Carlos."

"Her zaman patron."

"Şimdi bir içkiyi hak ettin işte." Franco sandalyeye asılı ceketini omzuna atarak, "Otele her saat başı birer buket daha gül gönderilmesini istiyorum." dedi. "Güllerin kırmızı ve en iyileri olduğundan emin olunsun. Çiçekçiye, eğer her bir dal parmağı kalınlığında olmazsa, onların yerine kendi parmaklarına veda edeceğini hatırlatmayı unutma."

"Zevkle." Carlos gülümseyerek hevesle kendine de bir kadeh viski doldurdu.

"Odama çıkıp duş alacağım. Akşama misafirim olacak. Adamlara onu hiçbir prosedüre takılmadan içeri almalarını emret." Carlos başını sallarken "Ve bu defa ellerini kesinlikle ondan uzak tutmalarını sağla." diyerek sertçe uyardı Franco.

"Merak etme patron. Bu konuda hepsinin derslerini aldıklarından eminim."

"Güzel."

............................

Akşam olduğunda, müşterilerin bir kısmı odalarına yerleşmiş ve misafirlerin çoğu otelden ayrılmışlardı. Onları uğurlarken yüzlerinde gördüğü memnuniyet ifadesi tüm yorgunluğuna değmişti.

Tanrım, ne gündü ama...

Kelimenin tam anlamıyla tükenmiş durumdaydı. Bir ara yoğunluk o kadar fazlaydı ki, Gloria bile onlara yardım etmek zorunda kalmıştı.

Daniella merdivenlerden inerken ağrıyan boynunu ovaladı. Durup koridordaki vazoda içerisini adeta bir çiçek bahçesine dönüştüren kırmızı gülleri kokladı. Bu, bugün gelen sekizinci buketti. Hepsi de Korsan Kral etiketiyle gönderilmişti.

Franco'nun her şey olabileceğini düşünürdü ama uslanmaz bir romantik olabileceğini asla. Bugün ona attığı her mesaj bir öncekinden daha duygulu ve ateşliydi. Daniella adamın bunu, yalnız hissetmemesi için yaptığını biliyordu. Ve işe yaramıştı. Franco bugün yanında olamasa da, daima yanındaymış gibiydi.

Son halini görmek için mutfağa girdiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Büyükannesini orada görünce şaşırdı. Yaşlı kadın onu fark edince başını kaldırıp gülümsemesine karşılık verdi.

"Arkadaşını odasına çıkardın mı?"

"Evet. O kadar yorgundu ki, duş alır almaz yattı."

"Gloria tatlı bir kadın. Onu sevdim."

"Öyledir. Onca yolu benim için geldiği yetmezmiş gibi bir de servise yardım etti."

"Gerçek bir arkadaşın yapması gerektiği gibi."

Daniella girişte acı veren topuklularından kurtulduktan sonra yalınayak yürüyerek tezgâha yaslandı. Büyükannesi bazı otları didikleyip çaydanlığa yerleştirmekle meşguldü.

"Sen neden arkadaşlarının yanında değilsin?"

Stella omuz silkti. "Eski komşularımı pek de özlemediğimi fark ettim."

"Büyükanne." Daniella kıkırdayınca Stella da ona katıldı.

"Ayrıca bugün çok yoruldun. İyi bir bitki çayı içersen bu gece rahat bir uyku çekersin diye düşündüm."

Aslında bu gece niyeti uyumak filan değildi. Ama gizlice otelden ayrılıp hapishanedeki bir mahkûmu ziyaret edeceğini büyükannesine söyleyemezdi.

"Harika düşünmüşsün." diyerek pencereden dışarı baktı. "Büyükbabam ne yapıyor? Onu dışarıda yalnız mı bıraktın?"

"Ah, onu son gördüğümde şu yaşlı kütüphaneciyle kafa kafaya vermiş hararetli bir şekilde Fransızların tarihini tartışıyordu."

"Bay Gallardo mu?"

"Evet, o. O adam tarihten bahsetmekten, büyükbaban ise karşılık vermekten asla sıkılmıyor ama ben onları dinlerken sıkıldım. Gelip yeni mutfağında bir şeyler yapayım dedim."

"Biliyorsun büyükanne." Daniella tezgâhın etrafından dolanıp elini yaşlı kadının omzuna koydu. "Burası aynı zamanda senin de mutfağın."

"Teşekkür ederim canım." Stella elini elinin üstüne koydu. "Ama artık sana miras kaldığını bilmek hoşuma gidiyor."

"Benim de öyle."

"Miras demişken. Luigi'yi bugün göremedim. Yoksa onu açılışa davet etmedin mi?"

Daniella geri çekildi. "Davet etsem bile gelmeyeceğini ikimiz de biliyoruz."

"Ah." Yaşlı kadın üzülmüş gibiydi. Çaydanlığa su doldururken bakışlarındaki hüznü gizlemek için başını çevirdi. "Ben. Sanmıştım ki."

"Üzgünüm büyükanne ama Luigi'nin bu otelle ilgili fikri en baştan beri değişmedi. Korkarım hiçbir zaman da değişmeyecek."

"Neymiş o değişmeyecek olan?"

İki kadın kapıda durmuş onlara sırıtan adamı görünce şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Luigi elleri ceplerinde kapı girişine yaslanmış onları izliyordu. Şaşkınlığını ilk üstünden atan Stella oldu.

"Luigi! Bu ne güzel sürpriz."

"Bilirsiniz, sürprizleri severim. Hakkımda mı konuşuyordunuz?"

"Sadece bu oteli ne kadar sevmediğinden bahsediyorduk." diye araya girdi Daniella. "Bilmediğin bir şey değil."

"Sevmediğim doğru ama bu onu merak etmeme engel değil, öyle değil mi? Vay canına küçük kardeşim," Luigi uzun bir ıslıkla etrafı inceledi. "Görüyorum ki, her şeyi yoluna koymayı başarmışsın." Genç adamın pişkin sırıtışı Daniella'nın bıkkınlıkla göz devirmesine neden olurken Stella elini bir havluya kurulayıp yanına gitti.

"İyi ki geldin Luigi. Burada olman benim ve kız kardeşin için ne kadar önemli bilemezsin."

"Yaa, ne demezsin." diye kendi kendine mırıldandı Daniella.

"Dani! Abine karşı biraz daha nazik olabilirsin."

"Evet, küçük kardeşim. Bana karşı daha nazik olmalısın. Çünkü gelirken yanımda getirdiğim sürprizi görünce sevinçten havalara uçacaksın."

"Sürpriz mi?"

Stella coşkuyla gülümserken Daniella gerilmişti. Çünkü Luigi'nin sürpriz diye nitelendirdiği şeyler şimdiye kadar Daniella'ya beladan başka bir şey getirmemişti.

İki kadın yeniden bakıştığı sırada Luigi kapıdan çekilince arkasındaki adam ortaya çıktı. Stella ve Daniella'nın yüzü bu kez aynı anda hayret ve şokla donup kaldı. Çünkü karşılarında duran adam yıllardır görmedikleri Mario Lombardi'den başkası değildi.

İki adam içeriye girerken Daniella'nın dudaklarından fısıltı halinde tek bir sözcük dökülmüştü.

"Baba."

Stella ise gözyaşları içerisinde, "Oğlum." diye sayıkladı.

Ama en şaşırtıcı tepki son anda arkalarından mutfağa dalan ve yıllardır görmediği oğlunu karşısında görünce bir anda hiddete kapılan Gustavu'dan gelmişti.

"Katil! Buraya ne yüzle gelebildin?"

 

Loading...
0%