Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.BÖLÜM: Acıtan Gerçekler

@sagetaylors

 

 

"Gustavu!" Stella herkesin meraklı bakışları arasında şaşkınlıkla kocasının yanına koştu. "Aklını mı kaçırdın sen? Ne dediğinin farkında mısın?"

"Belli ki yaşlı moruk iyice kafayı yemiş." Luigi sırıtıyordu.

"Kes sesini Luigi!" Stella torununu azarladıktan sonra kocasını çekiştirmeye başladı. "Hadi, bahçeye çıkalım da biraz hava alalım."

"Hiçbir yere gitmiyorum Stella. Ayrıca aklım gayet başımda ve ne dediğimi de çok iyi biliyorum." Gustavu öfkeyle Mario'ya bakarken ağzından adeta tükürükler saçıyordu. "Henüz tek çocuğumuzu hatırlamayacak kadar bunamadım."

Daniella şok içinde başını sallayarak kendini bu kötü rüyadan uyandırmaya çalışıyordu. Öylesine şaşkındı ki, bütün gün karşılaştığı ve hayatının büyük bölümünde tanıdığı insanları bile hatırlamayan büyükbabasının yıllardır görmediği oğlunu hatırlamasına sevinememişti bile. Fakat hastalığı öyle ileri bir seviyeye ulaşmıştı ki, oğlunun bir katil olduğunu düşünüyordu.

Ancak Mario pek alınmışa benzemiyordu. Daha çok üzgün ve belki biraz da mahcup halde bakışlarını yere eğmişti. Yaşlandığı için şakaklarından başlayarak saçlarının büyük bir bölümü kırlarla doluydu. Fakat bu ona yakışıklılığından hiçbir şey kaybettirmemişti. Yanyanayken abisiyle aralarındaki benzerlikleri şaşırtıcıydı. Uzun boyu ve yapılı vücuduyla Mario Lombardi, Luigi'nin daha yaşlı bir versiyonu gibiydi.

Babası yıllar sonra buradaydı. Daniella bu gerçekle bir kez daha sarsılırken dengesini bulmak için bir yere tutundu.

"Ah, kes artık lütfen.” diye yakındı Stella. “Saçmalamalarından bıktım usandım artık."

Gustavu, "Neden doğru olup olmadığını ona kendin sormuyorsun?" dediğinde tüm başlar Mario'ya çevrildi.

Odaya ağır bir sessizlik çökmüştü. Havadaki gerilim bıçakla kesilecek kadar sertleşmişti. Stella hüzünle oğluna baktı. Gözlerindeki yaşlar yanaklarında ince bir yol oluşturuyordu. Daniella yaşlı kadının sormak istediği tonla sorusu olduğunun farkındaydı. Hatta kendisinin de.

Fakat daha ağzını açamadan Mario,"Sanırım babam Anna'nın ölümünden beni sorumlu tutuyor.” dedi. “Pek de haksız da sayılmaz. Hiçbir zaman ona layık bir koca olamadım. Belki de ondan ayrılarak hastalanmasına ben sebep oldum. Keşke zamanı geriye alabilseydim." derken ilk defa Daniella ile göz göze geldi. "Bunun için her şeyimi verirdim."

Daniella'nın şakakları zonklarken, bir elin göğüs kafesini giderek daha çok sıktığını hissetti. Nefes alamıyordu.

Gustavu, "Bunlar boş laflar." dedi sertçe. "Buraya neden geldin onu söyle?"

"Burada olmaya hakkım olmadığını biliyorum." Mario yutkundu. Güçlükle konuşuyordu. "Şehre bazı işlerimi halletmek için dönmüştüm. Luigi ile karşılaştığımızda bana Sognare'yi yeniden faaliyete geçirdiğinizden bahsetti. Gelip kendi gözlerimle görmek istedim."

"Ona mirasta payı olmadığını söyledim." diyerek araya girdi Luigi. "Bu otel yalnızca Daniella ve ikimize ait. Öyle değil mi küçük kardeşim?"

"Hakkın olan parayı alıncaya kadar." diye kestirip attı Daniella. Şu anda Luigi ile tartışacak durumda değildi.

"Asla aksini düşünerek buraya gelmediğime sizi temin ederim.” dedi babası. “Daniella, burada gerçekten muhteşem bir iş çıkarmışsın. Annemle babamın ne düşündüğünü bilmiyorum ama Sognare tanıyamayacağım kadar güzel olmuş."

Daniella başını bir kez onaylamak için eğdi. Teşekkür etmedi. Aniden konuşma kabiliyetini yitirmişti. Anna'nın hastalığı ve Amerika'da geçen kötü günlerden sonra babasının kendini annesinin ölümünden sorumlu hissetmesi ona kendini kötü hissettirmişti. Daha önce hiç onu suçlamamıştı. Ama bazen ayrılmasalardı ne olurdu diye merak etmeden duramıyordu. Annesi onu alıp ülkeyi terk etmek zorunda kalmasaydı, burada bir aile olarak yaşasalardı her şey daha farklı olur muydu? Belki de Anna hâlâ...

"Hem kendini hem de aileni mahvettin sen." diyen Gustavu oğlunun karşısına dikildi. Tüm bedeni öfkeden titriyordu. Daniella büyükbabasını daha önce hiç bu kadar kızgın görmemişti. "Tam bir insan ziyanısın."

"Gustavu yeter!" Stella kocası ile oğlunun arasına girdi. "Daha fazla hakaretlerini işitmek istemiyorum. Eminim Mario da istemiyordur."

"Onu şımartarak bu hale sen getirdin zaten. Şimdi eserinle gurur duyuyor musun?"

"Ben mi?" Yaşlı kadın elini hayretle göğsüne bastırdı. "Bunu bana nasıl söylersin? Tanrım. Bunun için ne yapmış olabilirim söyler misin?"

"Ne zaman verdiğim bir işi beceremediğinde ona ceza vermeye kalkışsam bana karşı çıkıp, onun tarafını tuttun."

"Çünkü verdiğin cezalar asla bir çocuğa uygun olmayacak türden acımasızca şeylerdi. O henüz çok küçüktü."

"Büyüdüğünde de hiçbir şey değişmedi. Cezalar onu sorumluluk sahibi bir adama çevirecekti ama sen buna mani oldun. Oğlumuz bir erkek gibi yetişmeliydi Stella, bir korkak değil."

"İkimize de haksızlık ediyorsun." Konuşurken büyükannesinin sesi titriyordu. "Mario yıllarca senin gözüne girebilmek için çok çalıştı. Ama hiçbir zaman senin takdirini kazanamayacağını biliyordu. Ve bunu anladığında da bundan vazgeçti. Ona daima iyi bir anne olmaya çalıştım. Yanlışı doğruyu ona gösterirken onunla- senin aksine- her zaman konuşmayı denedim. Senin tek bildiğin ise saçma sapan yasaklar koyup, onu bir yere kapatmaktı."

"Otoritemi sarsmak yerine bana destek olsaydın, oğlumuz şimdi bir katil olmazdı. Senin yöntemlerin sayesinde önce evliliğini bitirdi, sonra da kendi hayatını."

"Olanlar için beni suçlaman büyük haksızlık Gustavu. Ayrıca oğlumuza katil deyip durmaktan vazgeç."

"Yalan mı? O bir katil. Zavallı bir kadınının ölümüne sebep oldu."

"Yeter! İkiniz de susun artık!" Daniella sonunda sesini yükselttiğinde tüm başlar ona çevrildi. Gustavu kaşlarını çatmıştı. Zavallı Stella ağlıyordu. Luigi, bu karmaşadan büyük bir keyif almış gibi pis pis sırıtırken babası ona bakmaya çekiniyordu.

"Ebeveynliğinizi sorgulamak için sizce de biraz geç kalmadınız mı?"

"Daniella, kızım!"

"Lütfen baba!" Daniella elini kaldırdı. "Şimdi hiç sırası değil."

Daniella bacaklarına toplayabildiği güçle hızla mutfaktan çıkarken ortalığı karıştırdığı için Luigi’nin omzuna çarpmaktan haince bir zevk aldı. Abisinin babalarını buraya açılış gününde getirmesinin tek nedeni günü mahvetmekti anlaşılan. Alçak herif, sonunda bunu başarmıştı.

"Daniella!" Mario arkasından koşarak seslendi. "Seninle yalnızca bir dakika konuşmak istiyorum."

"Ama ben istemiyorum!" Daniella arkasını dönmedi. Kapıdan öyle hızlı çıkmıştı ki aniden çarptığı adamı fark edememişti.

"Costa!"

Bir sen eksiktin, der gibi adama bakarken genç adam onu kollarından tutmanın keyfiyle sırıtıyordu.

"Bu acelen ne?" Dedektif onu inceledikten sonra arkasındaki adamı görünce gözleri kısıldı. "Bir şey mi oldu?"

Daniella şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "H-hayır. Sadece dışarı çıkıp biraz hava almak istiyorum. Neden bana eşlik etmiyorsun?"

Costa başta itiraz etmek istermiş gibi gözükse de bu teklife balıklama atladı.

"Memnuniyetle."

.......................

İnsan kalabalığının yoğun olduğu sokakta bir satıcıya parasını ödedikten sonra tel raftan bir gazete çekti.

Birkaç şey almak için dışarı çıkmıştı. Dikkat çekmemek için üzerine giydiği beyaz tişört ve kot pantolonla sıradan bir turistten farksızdı. Sıklıkla taktığı siyah çerçeveli güneş gözlükleri her zamanki gibi gözündeydi. Yine de dikkatli olmalıydı. Bir haftadır vaftiz annesinin gösterişsiz evinde kalıyor, gerekmedikçe evden dışarı çıkmıyorlardı. İhtiyaç olduğunda ise tek başına dışarı çıkıyor ve bugünkü gibi birkaç saatte işlerini halledip geri dönüyordu. Günlerini gezip eğlenerek ve tonla para harcayarak geçiren Sara eve kapandığı için epey sıkılmış olmalıydı, ancak şimdiye dek bir kez bile şikâyet ettiğini duymamıştı.

Kaldıkları eski kulübede her gün akan sıcak su dışında konforlu sayılabilecek tek şey, tek kişilik yataktı. Sara kabul etmese de Fabio yatakta onun yatmasında ısrar etmişti. Kendisi bacaklarının sığmadığı küçücük kanepede uyumaktan memnundu. Gerçi bu yüzden beli ve sırtı fena halde ağrıyordu. Şimdi bile kamburu çıkmış gibi yürümemek için elinden geleni yapıyordu.

Kız geceleri uykusunda sayıklamaya devam ediyordu. Muhtemelen o pisliğin ölümü yüzünden hâlâ suçluluk hissediyordu. Fabio ise o pisliği geberttiği için en ufak bir pişmanlık duymuyordu. Yine olsa Sara'ya elini sürdüğü için o piçi aynı şekilde gebertirdi.

Çığırtkan satıcıların arasında ilerlerken genç bir kadının tezgâhına gözü takıldı. Tezgâhta rengârenk tahta boncuklardan yapılmış bilezikler, gümüş yüzükler, taraklar ve canlı renkli ojelerden oluşan koca bir stant vardı. Bir bilekliği eline alıp incelemekten kendini alamadı. Renklerin uyumu ve üzerindeki ilginç semboller hoşuna gitmişti. Satıcı kadın seyrek dişleriyle gülümseyerek ona bir şeyler söyledi. Fabio parmaklarının arasında çevirdiği boncuk bilekliğe bakıp gülümsedi. Daha pahalı takılar takmaya alışkın bir kıza böylesi basit bir şeyi hediye etmek belki de aptallıktı, ancak onun Sara'nın narin bileğinde nasıl görüneceği düşününce içini bir sıcaklık kapladı.

Hiç tereddüt etmeden kadına bilekliği paketlemesini söyledi. Sonra da yanına renkli ojelerden yarım düzine seçti. Kadınlar böyle şeyleri severdi değil mi? Özellikle de Sara. Belki bu ojelerle vakit geçirmekten hoşlanırdı.

Aldıklarını sırt çantasına koyduktan sonra kadına fazladan ödeme yapıp yoluna devam ederek otobüs durağına yürüdü. Otobüsü beklerken gazetenin sayfalarını çevirmeye devam ediyordu ki orta sayfada bir haberi görünce olduğu yerde dona kaldı.

Haber başlığında; Sicilya mafya baronlarından birinin veliahdının kıyıya vurmuş cansız bedeninden bahsediliyordu. Balıkçıların sabah saatlerinde bulduğu ceset, balıklar yüzünden tanınmayacak haldeydi. Ancak cesedi teşhis eden Angelo Greco "Bunu yapanların yanına bırakmayacağını" tüm dünyaya öfkeyle duyurmuştu. Haberin devamında aynı gün sabah saatlerinde ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Antonio De Luca'nın bu ölümle bağlantısı olduğu düşünülüyordu.

Fabio sesli bir küfür savurduktan sonra sigarasını yere atarak botunun tabanıyla ezdi. İşlerin bu kadar sarpa saracağını düşünmemişti. Oğlunun öldüğünü öğrenen Angelo hiç vakit kaybetmeden De Luca malikânesini basmış olmalıydı. Gazetede Bay De Luca'nın ölüp ölmediğine dair bir detay yoktu. Öyleyse hâlâ yaşıyordu. Keşke Franco'ya ulaşıp neler olup bittiğini öğrenebilseydi. Ne yazık ki, Franco ile uçağa binmeden önce bir müddet haberleşmemeleri konusunda anlaşmışlardı. En azından ortalık sakinleşene ve Greco'nun adamları peşlerini bırakana dek.

Olanları Sara'ya nasıl anlatacağını düşünürken elini öfkeyle saçlarının arasından geçirdi. O sırada durağa yaklaşan otobüse binmek için gazeteyi katlayıp çantasının içine tıkıştırdı. Şimdilik Sara'nın hiçbir şeyi bilmemesi en iyisiydi.

Evin kapısını açtığında genç kızı tek göz ocağın başında tencereyi karıştırırken buldu. Anlaşılan Sara yine yemek yapmaya çalışıyordu. Yüce Meryem! En son denemesi olan karidesli paellanın midesindeki izleri henüz geçmemişti bile. Fabio o gece sabaha kadar nasıl kustuğunu hatırlayınca iliklerine kadar ürperdi.

"Selam."

"Selam. Geldiğini duymadım."

"Oysa daima tetikte olmalıydın."

Sara mahcup bir şekilde, "Haklısın." dedi.

"Yemek mi yapıyorsun?"

"Korkma. Bu yalnızca makarna."

Korkma mı? Söylemesi kolay tabii.

Fabio kelimelerini kendine saklayarak alışveriş poşetlerini küçük masanın üzerine bıraktı. Sırt çantasını da çıkardıktan sonra Sara'ya yaklaştı.

Havayı koklayarak, "Fena kokmuyor." dedi. "Ne bu?"

"İspanyol yemekleri denemekten vazgeçtim. Bu Nonna’mın tescilli tarifi."

Bir kaşıkla tadına bakan Fabio keyifle mırıldandı. "Hımm. Yemek yapabileceğinden neredeyse ümidi kesmiştim. Neden bilindik tarifler yerine İspanyol mutfağına yöneldin aklım almıyor."

Fabio terli tişörtünü çıkartıp temiz birini almak için valizine doğru giderken Sara onu izlemekten kendini alamadı.

Yürürken tıpkı bir panter zarafetine sahipti. Özellikle her hareketinde dalgalanan o sırt kasları yok muydu? Fabio'nun incecik beli ve geniş omuzları vardı. Kolları da dâhil vücudu abartısızdı. Üstelik hepsi saf kastan oluşuyordu.

Adamın siyah bir tişörtü çıplak bedenine geçirmesini izledi. Sonra da göz ziyafeti sona erdiği için hayal kırıklığıyla iç çekti.

"Kendi memleketindeyken aşinası olduğun tatları özlemişsindir diye düşünmüştüm."

Fabio dönüp ona baktı. Gözlerindeki sıcacık bakış, Sara'nın yanaklarına ateş basmasına neden olmuştu.

"Ne yani? Tüm o beceriksizce denemeler beni memnun etmek için miydi?"

Sara yüzünün kızardığı anlaşılmasın diye ocaktaki sosa geri döndü. "Ben öyle bir şey demedim. İspanyol mutfağını daima merak etmişimdir. Esperanza da bana yardım etmeyi teklif edince becerebilirim sandım. Hem baksana tüm gün dört duvar arasındayım. Değişik bir şeylerle uğraşırsam sıkıntıdan patlamam diye düşündüm."

Fabio gözünde parlayan kıvılcımlarla ona doğru yaklaşınca genç kızın kalp atışları bir ritmini kaçırdı. Adam ona yaklaşmadan önce sırt çantasından bir paket çıkardı.

"Canının ne kadar sıkıldığının farkındayım. Yalnızca birkaç gün daha sabret. Ondan sonra birlikte bir akşam sahile ineriz, olur mu?"

Sara hevesle başını sallayınca genç adam gülümsedi. Tanrı Sara'nın yardımcısı olsun. Bu adam güldüğünde tüm dünyası tozpembe oluyor, içini yalnızca onun verebileceği bir huzur kaplıyordu.

"Belki bu şeyler canının sıkıntısını biraz olsun giderir."

Sara adamın elindeki poşete bakarak, "Bu nedir?" diye sordu.

Fabio omuz silkti. "Neden açıp kendin bakmıyorsun?"

Sara poşeti eline alıp içindekiler görünce yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. "Ama bunlar..." eline aldığı minik şişeleri havaya kaldırdı. "Bana oje mi aldın?"

Genç adam omuz silkerek dudaklarını büzdü. "Hoşuna gider sanmıştım. Evdeyken ne zaman odana kapansan bunlarla uğraşmaya bayılırdın. Eğer renklerini beğenmediysen yarın gidip..."

Sara aniden boynuna sarılınca Fabio'nun cümlesi yarım kaldı.

"Teşekkür ederim." diyen kız onu kucaklarken genç adam ona dokunmaya korkar gibi ürkekçe belinden kavradı.

Sara mutlulukla geri çekildiğinde hala gülümsüyordu. "Bunlar harikalar. Hepsini denemek için sabırsızlanıyorum. Sence önce kırmızı olanı mı sürmeliyim, yoksa pembe olanı mı?"

Fabio ne cevap vereceğini bilemeyerek ellerini iki yana açtı. Kız kollarından çıktığı anda büyük bir boşluk hissine kapılmıştı. Kızın kollarındaki varlığı nasıl da harikaydı. Ve nasıl da ona çabucak alışmıştı. Üstelik onun sayesinde mutlu olduğunu gördüğünde kendini bir kral gibi gururlu ve güçlü hissetmişti.

Boğazını temizleyerek, "Hangisini istersen onu sür. Bence hepsi de yakışacaktır." dedi. "Ama önce istersen yemeğimizi yiyelim. Açlıktan ölüyorum." Şimdilik onun bu mutluluğunun tadını çıkaracak, bilekliği vermek için daha uygun bir zamanı kollayacaktı.

"Kahretsin! Makarna sosu."

Genç kız panikle ocağa koşturunca Fabio kıkırdadı. Anlaşılan bu gece de, yemeği yaktığı için yiyemeyeceklerdi. Neyse ki, Fabio hazırlıklıydı ve gelirken enpanada (Kıymayla yapılan bir hamur işi) ile churros (Tulumbaya benzer bir tatlı) almıştı.

Sara hüsranla yanan sosu çöpe dökerken tencerede yalnız başına kalan haşlanmış makarnalara hüsranla bakıyordu. Dudaklarını büzerek, "Sanırım yemek yapmayı beceremediğimi kabullenmekten başka çarem kalmadı." dedi.

"Üzülme. Her başarılı aşçının geçmişte bir sürü başarısız denemesi olmuştur."

"Bunu sırf üzülmeyeyim diye söylüyorsun."

"Evet, ama umurumda değil. İyi bir aşçı olmak zorunda değilsin." diyen Fabio masaya yaklaştı. "Ayrıca gelirken yiyecek bir şeyler almıştım. Makarnayı bırak da buraya gel hadi."

Genç kız omuz silkip peşinden gitti. Sonra da akşam yemeklerini geçmişteki beceriksizlikleri üzerine sohbet ederek afiyetle yediler. Sara yemekten sonra yeni ojelerini denemeye girişirken, Fabio kanepeye uzandı. Yedikleri yemek ve sohbetten acayip keyif almıştı. Sık sık bakışlarının Sara'nın dudaklarına kaydığını fark ettiğinde ise hemen masadan kalkmıştı.

O günden sonra hiç öpüşmemişlerdi, ancak bu istemediğinden değildi. Tanrı biliyor ya hem de nasıl istiyordu. Sara'dan uzak durmak için uğraştığı onca yılda bile hiç şimdiki kadar zorlandığını hatırlamıyordu. O zamanlar da aynı çatı altında yaşıyorlardı fakat etraflarında yığınla insan vardı. Şimdi ise tek yataklı bir odada yapayalnızlardı. Kızın yaşadığı travmanın izleri henüz silinmemişken ona dokunmayı düşündüğü için kendini adi herifin teki gibi hissediyordu. Sırf bu yüzden her gece uykuya dalmadan önce yanı başında uyuyan Sara'ya yapmak istediklerini düşünerek kendine işkence ediyordu.

Ne zaman uykuya daldığını hatırlamıyordu. Bir hıçkırık sesiyle uyandığında aniden gözleri açıldı. Hızla yerinden doğrularak yastığının altındaki silahını kaptı. Ses Sara'dan geliyordu. Karanlık odada onun bir sandalyede ayaklarını altına alarak oturduğunu görünce yerinden fırlayarak ışığı açtı, sonra da yalnız olduklarını anlayınca rahat bir soluk aldı.

"Neyin var Sara? Yine kötü bir rüya mı gördün?"

Kız pembe tırnaklarıyla buruşturduğu gazeteyi ona doğru uzatınca Fabio içinden kendine okkalı bir küfür savurdu.

"Bana ne zaman söyleyecektin?"

Sara'nın gözleri ve burnu ağlamaktan kızarmıştı. Dudakları ve elleri ise öfkeden titriyordu. Fabio'nun içi birden pişmanlıkla doldu.

"Söyleyecektim." dedi sessizce.

"Ne zaman?" diye hıçkırdı genç kız. "Babam öldüğünde mi?"

"Sadece doğru zamanı bekliyordum."

"Doğru zamanı bekliyormuş." Sara başını çevirerek kendi kendine homurdandı.

"Bak, üzgünüm tamam mı? Antonio ile aran daima kötüydü. Bu kadar üzüleceğini tahmin etmemiştim."

"Onun için üzüldüğümü kim söyledi? O canavarın ölmesi umurumda bile değil. Ama o evde yalnızca Antonio yaşamıyor. Annem ve Nonna da oradalar ve Antonio vurulduğunda büyük ihtimalle annem de yanındaydı. Antonio ölmemiş olabilir ama bu o adamların bunu yeniden denemeyeceği anlamına gelmiyor. Yıllardır Cosa Nostra'nın içinde büyüdüm. İşlerin nasıl yürüdüğünü biliyorum. Grecolar, De Lucalardan bir kişi dahi kalmayana dek asla durmayacaktır. Ailem yok olana dek. Ve hepsi benim yüzümden, anlıyor musun? Benim yüzümden."

Sara hıçkırıklarla ağlamaya devam ederken Fabio çaresizce elini saçlarının arasından geçirerek ufak odanın içinde volta atmaya başladı. O gazeteyi atmadığı için kendine lanet ediyordu. Kızı nasıl teselli edeceğini bilmiyordu. İzin vereceğini bilse onu kollarının arasına çeker ve nefesi kesilinceye kadar sarılırdı. Fakat Sara bu kadar öfkeliyken denemek delilik olurdu.

"Bu kadar umutsuz olma lütfen. De Lucalar da Grecolar kadar güçlü bir ailedir. Babana ya da diğerlerine hiçbir şey olmayacak, inan bana."

"Adamlar evimize girip, babamı kendi yatak odasında kurşunladılar Fabio. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun söylesene?"

"Merak etme. Bir yolunu bulacaklardır. Bana güven."

"Tek yol teslim olmam."

Fabio aniden yürümeyi kesip Sara'ya baktı. "Ne dedin sen?"

"Beni duydun. Grecoların öfkesinin kaynağı benim. Beni alırsa aileme dokunmazlar."

"Bu konuyu kapattığımızı sanıyordum."

"Asla kapanmayacağını ikimiz de biliyoruz. Bu işin tek yolu Grecolara teslim olmam. Ancak bu şekilde ailemden uzak dururlar."

"Sen aklını kaçırmışsın. Sürdüğün o renkli şeyler yüzünden beynine fazla oksijen gitmiyor anlaşılan."

"Gayet aklım başımda benim." Sara yavaşça yerinden doğruldu. "Gidiyorum ve sakın bana engel olmaya kalkışma."

Sara çantasını yatağın altından çıkarıp şiltenin üstüne koydu. İçine birkaç parça eşyasını doldururken Fabio öfkeyle yanına gitti ve çantayı elinden kaptığı gibi odanın diğer ucuna fırlattı.

Sara şok olmuş halde ona bakakaldı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"Hiçbir yere gitmiyorsun dedim."

"Bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemezsin." Sara çenesini inatla havaya dikti.

"Söylerim ve söylüyorum. Hiçbir yere gitmiyorsun. Sana defalarca söyledim. Gitmek yok. Teslim olmak yok."

Fabio öfkeyle burnundan soluyor, yanlış bir şey yapmamak için yumruklarını açıp kapatıyordu. Bu kız ona her meydan okuduğunda damarlarındaki kan tersine akıyormuş gibi hissediyordu.

"Şimdi durum farklı. Önemli olan ben değilim artık. Ailem."

"Lanet olsun, elbette önemlisin." Fabio dayanamayıp kızı kollarından sıkıca tuttu. Kahretsin! Onu hızla tutup sarsmak ve ne kadar değerli olduğunu defalarca hatırlatmak istiyordu. Kız şimdi umutsuzca ona bakıyordu.

"Neden?" diye fısıldadı usulca. "Kim için?"

Hiç tereddüt etmeden, "Benim için." dedi Fabio. "Benim için önemlisin Sara."

Kız gözlerinin içine nemli gözler ve masum bakışlarla bakarken Fabio dayanamayıp onu kendine çekti. Sonra da dünyayı onun için yakıp yıkabileceğini ispatlamak istercesine tutkuyla öptü. Gitmesine izin veremezdi. Kızın anlayıp anlamaması veya ondan karşılık alıp alamayacağı umurunda bile değildi. Sara'ya karşı konulamaz bir arzu ve kör edici bir tutkuyla âşıktı. Ve bu aşkın önünde hiçbir güç duramazdı. Sara'nın kendisi bile.

...........................................

Dedektif Costa'yı gecenin son misafirleriyle birlikte uğurladıktan sonra, ertesi günün yemek planını hazırlamak için mutfağa geri dönmüştü. Babası ve Luigi'nin ne zaman gittiğini bilmiyordu. Stella ve Gustavu'nun da öyle. Açılışın bu kadar olaylı olacağını hiç düşünmemişti.

Costa'ya olanları üstü kapalı anlatmaya çalışmak ise işkencelerin en beteriydi. Artık adama zerre güveni kalmadığından onun sürekli etrafında bir yavru köpek gibi dolanmasından rahatsızlık duyuyordu. Sanki o lanet kolyeyi takmasa bile adam hâlâ onun ensesindeydi. Eğer Franco ile ilişkisinden şüphelenmeyeceğini bilse bir dakika daha bu duruma katlanmaz, ona ağzının payını verirdi. Fakat dedektife çıkışırsa şüpheleri daha çok üstüne çekmekten korkuyordu. Bu da Franco'yu tehlikeye atmak demekti. Mecburen bir süre daha üç maymunu oynamaya devam edecekti.

Menü için gereken malzemeleri hazırlarken kilerden bir şişe Merlot çıkardı. Tarihine bile bakmadan mantarını açarak kırmızı şaraptan kendine bir kadeh doldurdu. İlk kadehi nefes almadan kafasına dikti. Tanrım. Şarabın buruk tadı midesine ulaşır ulaşmaz hızla etkisini göstermişti. Bu yüzden vakit kaybetmeden ikinci kadehi doldurdu. Tam ikinci kadehin yarısına gelmişti ki, tezgâhın arkasında sessizde unuttuğu telefonunun ışığı Franco'nun ismiyle yanıp sönmeye başladı.

Korsan Kral arıyor...

Arama bittiğinde Daniella ekrana baktı. Otuz cevapsız arama ve bir dünya da mesaj vardı. Ve hepsi de Franco'dandı. Onu geri arayıp aramamakta kararsız kaldığı sırada telefonu yeniden çalmaya başlayınca tereddüt etmeden açtı.

"Selam."

"Tanrıya şükür. Bir ara o lanet telefonu hiç açmayacaksın sandım."

"Bu gece epey meşguldüm. Telefonu sessizde unutmuşum."

"Açılış gecen olduğu için affedildin Donna Bella. Ancak bir dahaki sefere bu kadar bağışlayıcı olamayabilirim. O zaman beni yumuşatmak için bir şeyler düşünmen gerekebilir."

Franco'nun sesindeki yaramaz ton, bozuk moraline rağmen Daniella'yı gülümsetmişti. "Bunu o zaman düşünürüz."

"Vay canına. Bu buz gibi cevabı hak etmek için ne yapmış olabilirim söylesene."

"Sen bir şey yapmadın." Daniella nefesini üfledi. "Sadece... zor bir geceydi."

"Anlatmak ister misin?"

"Hangisinden başlayacağımı bilmiyorum. Yıllardır görmediğim babamın aniden kardeşimle birlikte çıkagelmesinden mi, yoksa hafızasını kaybetmiş büyük babamın oğlunu görür görmez hatırlayarak, onu katil olmasıyla suçlamasından mı?"

"Katil mi?"

"Anlaşılan büyük babam, babamın bizi terk etmesi yüzünden annemin ölümünden onu sorumlu tutuyor. Haksız olduğunu, babamı boş yere suçladığını söylemek istiyorum fakat..."

"Fakat içinden bir ses onun haklı olduğunu söylüyor, değil mi?"

Daniella içkisinin kalanını kafasına diktikten sonra, " Evet." diye mırıldandı. Artık kendini öfkeli değil şarap yüzünden sersemlemiş hissediyordu.

"Bunun ne demek olduğunu iyi bilirim. Yıllarca ben de babamı annemin ölümü yüzünden suçlamıştım."

"Sahi mi?"

"Evet. Herkes bir zamanlar babamın anneme deli gibi âşık olduğunu söylüyor. Hatta bu aşk öyle büyükmüş ki, onu Angelo'nun elinden alarak, büyük ve güçlü bir aileyle düşman olmayı bile göze almış. Gerçek ise bunun tam tersiydi. Onların asla mutlu olduklarını görmedim. Tanrının her günü kavga ederlerdi. Annem sonunda ya babamdan nefret ettiğini söyleyerek, ya da dayak yediği için ağlayarak kendisini odasına kapatırdı."

Ebeveynlerinin kavga edişini izleyen küçük Franco'nun düşüncesi Daniella'nın yüreğini sızlatmıştı. Kendi ailesi de ara sıra kavga ederdi ancak Mario asla annesine vurmamıştı.

"Annem zamanla kendini alkole verdi. Hatta belki uyuşturucu bile kullanmıştır, kim bilir. Gerçi onu hiç uyuşturucu kullanırken görmedim. Ama ayık gezdiği saatlerin sayısı gezmediği saatlere kıyasla çok daha azdı. Babamın da onunla uğraşmaktan çok daha önemli işleri vardır. Sık sık iş seyahatlerine gider, giderken de köpeklerinden birkaçını annemin kapısına dikerdi. Sanırım günün birinde kaçıp gitmesinden korkuyordu. Ve bu korkusu sonunda gerçeğe dönüştü. O gün nasıl olduysa annem evden kaçmayı başarmış. Bulunduğunda ise boş bir depoda, elleri ve ayakları bağlanmış ve boğazı kesilmiş haldeydi."

"Tanrım, Franco." Daniella dehşetle gözlerini yumdu. Franco ilk kez annesinden bahsediyordu. "Çok üzgünüm."

"Babamı ona yaptıkları yüzünden hiç affedemedim. Annemin katillerinden birini öldürmek için orada bulunduğumda bile, içten içe hep onu suçladım. Babam annemin boğazına bıçağı dayayan kişi olmayabilirdi. Ancak onun yaşayan bir ölü gibi gezmesinin tek nedeniydi. Bu yüzden ondan hayatım boyunca nefret ettim."

"Ben... gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum."

"Bu gece buraya gelip kollarımda olmaya ne dersin?"

"Bunu her şeyden çok istediğimi biliyorsun ama yapamam. Bu gece olmaz."

Franco telefonun diğer ucunda derin bir iç çekti. "Anlıyorum. Kendimi bu gece yanımda olacağına çok hazırlamıştım. Yine de gelmeyi düşünürsen diye senin için limanda bir tekneyi hazır bulunduracağım."

"Başka sefere."

"Pekâlâ vita mia. O halde, bu gece senin hayalinle uyuyacağım."

Daniella sessizce gülümsedi.

"Çekilin önümden dedim. Franco ile görüşmeme engel olamazsınız."

"Lanet olsun!"

Franco bir küfür savururken Daniella oturduğu yerde dikleşti. Fazla şarap mı içmişti yoksa telefonun diğer ucundan bir kadın sesi mi gelmişi?

"Bir sorun mu var?"

Franco birine hızla İtalyanca bir şeyler söylüyordu fakat ahizeyi kapattığı için sesi boğuk çıkıyordu. Daniella neler olup bittiğini anlayabilmek için dikkat kesildi. Keşke konuşulanları duyabilseydi. Bir kadının sesi arka planda yine duyuldu ve Franco bilmediği küfürler savurdu.

Kimdi o kadın? Sabırsız bir âşık mı? Yoksa mafya babaları tarafından gönderilmiş başka bir hediye mi?

"Özür dilerim ama kapatmak zorundayım. Acil bir durum çıktı. Seni daha sonra ararım."

"İyi ama..." Daniella cümlesini tamamlayamadan Franco telefonu kapatmıştı bile. Daniella bir süre daha elindeki telefona bakmaya devam etti. Ekrandaki saat gecenin ikisini gösteriyordu. Bu saatte hangi lanet kadın hapishaneye bir mahkûmu ziyarete gelirdi ki? Tabii, Franco için önemli biri değilse.

Daniella başını iki yana sallayarak içinde kabaran kıskançlık duygusunu bastırmaya çalıştı. Hayır, Franco asla böyle bir şey yapmazdı.

Kafasını dağıtmak ve olanları unutmak için kolları sıvayıp yemek yapmaya girişti. Sabah kahvaltısı da dâhil tüm hazırlıkları tamamladığında saat 04.32 'yi gösteriyordu ve hâlâ gözünde tek damla uyku yoktu. Bu saatten sonra da uyuyabileceğini zannetmiyordu. O yüzden üzerine bir ceket alıp hava almak için bahçeye çıktı.

Ayakları onu arka bahçeye, oradan da falezlerin olduğu tepeye götürmüştü. Güneşin doğmasına daha çok vardı. Ufukta gri bulut kümelerinin arasında siyah bir gölge gibi uzanan Gorgona'yı görebiliyordu. Denizin ortasında adeta bir kale gibi dimdik ve marurdu. Franco oradaydı. Elini uzattığında tutabileceği kadar yakın, ancak kilometre lerce uzakta. Ondan haber alamadığı zamanlarda kiminle ve ne yaptığını hiç bilmiyordu ve bu acayip canını sıkıyordu.

Aniden aklına gelen çılgınca fikirle birden otele geri döndü ve arabasının anahtarlarını alarak yeniden dışarı çıktı. Birkaç dakika içinde limana gelmiş, teknelerin bağlı olduğu sahilde sessizce yürüyordu. Yol boyunca kendine bunu neden yaptığını sorup durmuştu. Adama gelmeyeceğini söylediği hâlde sabahın köründe neden evden çıktığını. Sebebi ister kıskançlık olsun isterse merak, içgüdüleri onu buraya, Gorgona'ya giden teknelerin yanına sürüklemişti. Ve Daniella içinde en ufak bir pişmanlık hissetmiyordu.

Franco'nun onun için ayarladığı tekneyi bulması çok üzün sürmedi. Etrafta içinde birkaç adamın bulunduğu başka tekne görünmüyordu. Daniella adımlarını hızlandırırken kalp atışları da adımlarıyla senkronize bir halde hızlanmaya başlamıştı. Sabah serinliğini hisseder hissetmez ceketine biraz daha sarıldı.

Adamlara yaklaşarak kendini tanıttı. Ve çok geçmeden buna gerek olmadığını anladı. Adamlar onu tanıyordu. Ayrıca onu karşıya geçirmek için beklediklerini söylüyorlardı.

Daniella tekneye binmek üzereyken adadan yaklaşmakta olan başka bir tekneyi görünce duraksadı. Önce Gorgona'dan kimin döndüğünü öğrenmeliydi. Bunun için hızla tekneye binerek adamların şaşkın bakışları arasında bir köşeye saklandı. Ve karanlığa onu gizlediği için şükretti.

Kalbi heyecanla atıyor, hissettiği adrenalin yüzünden damarlarına hızla kan pompalanıyordu. Tekne sahile iyice yanaştığında artık kalbinin gümbürtüsünü kulaklarında duyabiliyordu. Tekneden önce takım elbiseli bir adam inmişti. Daniella onu hemen tanıdı. Carlos. Franco'nun bir numaralı adamı.

Carlos tekneden iner inmez arkasını dönerek tutması için birine elini uzattı. Ve Daniella, mini etek giymiş kadını görür görmez hayatının şokunu yaşadı.

Çünkü; lanet tekneden inen kadın Lorenna De Luca'ydı.

Loading...
0%