@sagetaylors
|
Sonunda ona geçmişiyle ilgili tüm gerçeği itiraf etmişti. Yaptığı iğrençliğin telafisi olarak geçmişi öne sürmek saçmalıktı belki, ama buna mecbur kalmıştı. Bir hata yapmıştı. Ve şimdi bunun sonuçlarıyla yüzleşmek zorundaydı. Yaptığı yüzlerce hatadan yalnızca biriydi ancak en kötüsüydü. Çünkü bu kez incittiği kişi intikam almak istediği bir düşman değil, sevdiği kadındı. Donna Bella'sıydı. Onun için yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını söylerken doğruyu söylüyordu. Şu anda yeri göğü birbirine katmak ve o Lorenna cadısını cehenneme postalamaktan başka istediği hiçbir şey yoktu. Daniella'nın ona nasıl baktığını bir türlü aklından çıkaramıyordu. O bakışın yalnızca tek bir anlamı olabilirdi: tiksinti. Tıpkı şu anda aynadaki aksine bakarken hissettiği gibi. Viskisinden büyük bir yudum aldı. Daniella, ondan sanki Franco dokunduğunda onu kirletecekmiş gibi uzak durmuştu. Buna hakkı da vardı. Franco hayatı beş para etmez adamın tekiydi. Ömrünü hapishanelerde geçirmiş, tek amacı intikam almak isteyen bir canavardı. Aklı başında ve mantıklı bir adamın yapması gerektiği gibi belki de gerçekten Daniella'dan uzak durması gerekiyordu. Ne yazık ki, Franco ikisi de değildi. Daniella'nın acıyla dağlanmış, üzerine bir de hayvanın biri tarafından izleri bırakılmış bedenini bir kere sahiplenmişti. Dudakları ve elleriyle o bedeni yeniden şekillendirmek için uğraşmış ve onu hayata döndürmüştü. Şimdi sonsuza dek yalnızca ona aitti. Bu yüzden ondan uzak kaldığı her an, öfkeden kudurmasına neden oluyordu. Daniella'yı kaybetmek üzereydi. Lanet olsun, belki de çoktan kaybetmişti. Onu yeniden kazanmak için bir şeyler yapmalıydı. Fakat, öncesinde Lorenna ile hesaplaşmalıydı. O kadın, savurduğu tehditlerin boşa olmadığını anlamak zorundaydı. Franco viskisinin kalanını bitirdikten sonra gömleğini üzerine geçirirken Carlos'u aradı. "Tekneyi hazırla. Lanetli De Luca malikânesine gidiyoruz." Yarım saat sonra malikânenin marinasına yanaşmışlardı. De Luca teknelerinden biri limanda demirliydi. Bu tekneyi sekizinci yaş gününde ona babası hediye etmişti. Franco o zamanlar bile bunun cömert bir hediyede çok fazlası olduğunu, sırf Lena’yı etkileyebilmek için yapılmış bir jest olduğunu anlayabilecek yaştaydı. Babası annesinin sevgisini oğlunu kullanarak kazanmaya çalışacak kadar zavallıydı. Çabaları sonuç vermediğinde ise zalimliğe başvurmuş ve ikisine de hayatı zindan etmişti. Burada bulunduğu son ânın üzerinden uzun zaman geçmişti, ancak malikâne hiç değişmemişti. Annesinin saatlerini harcadığı bahçesi hâlâ bıraktığı gibiydi. Bunun sebebinin Nonna olduğundan adı gibi emindi. Nonna annesinin çiçekleriyle ilgilenmeyi o öldükten sonra kendine adeta görev edinmişti. Lena'nın denize bakan terasında gün boyu oturduğu sandalyenin yerini şık bir köşe takımı almış ve artık evin içinden pikaptan çalan Fransız ezgileri yükselmiyor olsa dahi Lena'nın ruhu hâlâ bu evde yaşıyordu sanki. De Luca malikânesi daima bakımlı, konforlu ve çevredeki en gösterişli evdi. Ancak hiçbir zaman ona ve annesine huzur veren bir yuva olmamıştı. Burası onun cehennemiydi. Lena'nın ise mezarı. Şimdi bile, hissettiği tek şey eve yeniden dönmenin sevinci değil, hayaletlerin ve iblislerin yaşadığı perili bir mekândan duyduğu huzursuzluk ve ürpertiydi. Tekneden indiğinde Carlos hemen arkasındaydı. Ona neden buraya geldiklerini sormamıştı. Emirlerini nadiren sorgulardı. Franco onun nedenini az çok tahmin ettiğini biliyordu. Adamlarının yarısını hızla malikânenin çevresini gözetlemeye, diğer yarsını da içeridekileri kontrol altında tutmak için yönlendirmesinden niyetinin dostça bir ziyaret olmadığını anlamış olmalıydı. Bunun anlamı: kimse bu evden onun izni olmadan ayrılmayacaktı. En azından canlı olarak. Franco çift kanatlı kapıyı bir kral edasıyla savurup içeri girdiğinde De Lucalar kahvaltı sofrasındaydı. Onu ilk fark eden masanın başındaki yüksek arkalıklı sandalyesinde röpteşambırıyla oturan babası oldu. "Sen... Buraya nasıl gelebildin?" Antonio'nun sorusuna rağmen sesinde en ufak bir şaşkınlık yoktu. Nonna, "Franco?" diye mırıldanmadan önce içine keskin bir soluk çekti. Şüphesiz içlerinde gelişine en çok şaşıran, çatalının ucundaki lokması ağzında kalakalmış olan Lorenna'ydı. Kadının teni bir anda kireç gibi bembeyaz olmuş ve gözleri yerinden çıkacakmış gibi büyümüştü. Franco, kadının korkusunun kokusunu bu mesafeden bile alabiliyordu. İçi tarifi imkânsız bir tatminle doldu. "İnan bana hiç zor olmadı." diyerek kendinden emin adımlarla yürümeye devam etti. "İmkânlarımın ne kadar elverişli olduğunu bilmiyor olamazsın." "O fare deliğinde kendine bir imparatorluk kurmana yardım etmiş olmam, evime davetsizce girip çıkmana izin vereceğim anlamına gelmiyor." "Oysa son zamanlarda davetsiz misafirlere alışkın olduğunu sanıyordum." "Lafı uzatma da gelişinin nedenini açıkla?" "Babama geçmiş olsun dileklerimi bizzat iletmek istemiş olamaz mıyım?" Franco masanın ucunda durup ceketinin kollarından siyah gömleğinin uçlarını çekiştirdi. Sonra da uzanarak kâseden kırmızı bir elma seçti. Masadakilerin her hareketini izlediklerinden emin olduğu için özellikle Lorenna ile göz teması kurmamaya özen göstermişti. Yine de kadının ellerinin titrediğini görebiliyordu. Elmasından bir ısırık alırken babasıyla göz göze geldi. Antonio'nun kaşları her zaman olduğu gibi çatıktı. Babası o kadar sık kaş çatıyordu ki, zamanla alnında derin çizgiler oluşmuştu. Keskin bakışları mağrur ve soğuktu. Ömründe bir kere bile ona şefkatle baktığını hatırlamıyordu. Nonna "Franco." diye mırıldandı usulca. Sesi heyecan ve mutluluktan titriyordu. "Nasılsın Nonna?" Franco büyükannesine sıcacık bir tebessüm gönderdi. Yaşlı kadın tekerlekli sandalyesini ona doğru sürmek üzereyken Antonio, "Yerinde kal anne!" diyerek onu durdurdu. "Önce neden burada olduğunu söylesin." Franco sıktığı çenesini havaya dikti. "Yoksa ziyaretim hoşuna gitmedi mi?" "Evimde bir kanun kaçağı varken sevinmem mi gerekiyor?" Franco güldü. Yanaklarını geren, alaycı bir gülüştü. "Kanunlardan bahsedene de bakın. Duyan da parasını uyuşturucu ve silah kaçakçılığından değil de, şerefli yollardan kazandığını sanır." "Bu ne cüret!" Antonio masaya sert bir yumruk attı. "Benimle konuşurken kelimelerine dikkat et." Franco ellerini teslim olurcasına havaya kaldırarak, "Affedersin." dedi. "Yanlış bir şey mi söyledim?" "İnan bana beni kızdırmak istemezsin. Saldırı yüzünden polis zaten ensemizde. Senin burada olduğunu duyulursa bu hiç iyi olmaz." "Ne kadar da aptalım. Oysa bir anlığına gerçekten de benim için endişelendiğini düşünmeye başlamıştım." Franco elmasından bir ısırık daha aldıktan sonra yüzünü buruşturarak kalanını masaya geri fırlattı. "Nedense bu evdeki bazı şeylerin tadı bir süre sonra insana kötü gelmeye başlıyor." Bunu söylerken Lorenna'ya kısa bir bakış atmış ve kadının yüzündeki kanın çekilmesini keyifle izlemişti. "Saçmalamayı kes de sadede gel artık. Sonra da itlerini de alarak hemen evimi terk et hemen!" Eğer babası ona ismiyle hitap ettiyse, kesin çok sinirlenmiş demekti. Bu da alacağı intikamın zevkini ikiye katlıyordu tabii. "Demek buraya geliş sebebimi merak ediyorsun?" Franco Lorenna'ya sinsice baktı. Kadın niyetini anlamış gibi dudaklarından dökülecek sözcükleri nefesini tutarak bekliyordu. "Ama baştan uyarayım, duydukların pek hoşuna gitmeyebilir." "Uzatma da söyle hadi." Antonio sabırsızdı. Franco tam, "Madem ısrar ediyorsun-" diyerek konuya girmek üzereydi ki, Lorenna, "İzin verin Franco'dan evvel ben bir şey açıklayayım." diyerek hızla araya girdi. Tüm şaşkın bakışlar birden ona dönünce sesinin fazla heyecanlı ve yüksek çıktığını fark eden Lorenna kekeleyerek, "T-tabii bir mahsuru yoksa." diye ekledi. "Bu kadar önemli olan ne?" Antonio araya girilmesinden hiç hoşlanmazdı. Yine de Lorenna'nın ne söyleyeceğini daha çok merak etmiş olmalıydı ki, eliyle devam etmesini işaret etti. Franco bu çıkıştan kuşkulanmıştı. Kadının nasıl bir karşılık vereceğini merak ediyordu. Belki de Franco'nun ilişkilerini açıklayacağını anlamış ve ondan önce itiraf etmeye karar vermişti. Her halükarda Franco için hava hoştu. Antonio onu önünde sonunda öldürecekti. Sonra da sıra ona gelecekti. Franco bunu çoktan göze almıştı. Ok yaydan çıkmıştı bir kere. "Hamileyim." Lorenna'nın sözlerini sindirmek herkesin bir dakikasını almıştı. Salonda sağır edici bir sessizlik yaşanırken Franco başından kaynar suların döküldüğünü hissetti. Hamilelik... Bir bebek; planlarının arasında değildi. Lanet olsun. İşler bundan daha karmaşık bir hâle gelemezdi. Antonio şaşkınlıktan donup kaldı. "Ne dedin sen?" "Dediğimi duydun." Lorenna sandalyesinde yavaşça arkasına yaslanırken tıpkı genç bir kız gibi utangaç bir gülümsemeyi yüzüne kondurmayı da ihmal etmemişti. "Bu haberi sana baş başayken vermek istiyordum, ancak madem ailemizin büyük çoğunluğu burada, şimdi söylemenin daha uygun olacağına karar verdim. Evet, Sara henüz kayıp ve Alessandro da yatılı okulda ama-" "Ne zamandan beri biliyordun?" Antonio'nun sesinde bu kez şüphe vardı. "Şey, birkaç haftadır." "Ve bunu bana şimdi mi söylüyorsun?" Sesi sertleşen Antonio hızla sandalyesinden kalktı. "Her şey çok hızlı gelişti. Sana… daha önce söyleyecektim ama saldırıya uğramıştın ve hastanede geçen günler... " "Yani bundan eminsin?" "Neden bu kadar şaşırdın?" "Sadece…" Antonio başını iki yana salladı. "bu gerçekten inanılmaz." Şaşıran yalnızca Antonio değildi. Franco da afallamış halde olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu. Nonna düz bir sesle, "Böyle bir şüphen olduğundan hiç bahsetmemiştin Lorenna?" diye sorduğunda genç kadın aniden öfkeye kapıldı. "Özel hayatımın detaylarını sizinle paylaşmam gerektiğinin farkında değildim." diye kibirle çıkıştı. Ancak Nonna cevap vermek yerine ona kuşkuyla bakmaya devam etmişti. "Kaç haftalık peki? Doktora gittin mi?" Antonio ayağa kalktı. Bir anda Franco ve onun geliş nedeni tamamen aklından çıkmıştı. "H-hayır ama yakında giderim merak etme. Hem zaten daha çok yeni." Lorenna çabucak cevap verip hızla ağzına bir şeyler tıkıştırmaya devam etti. Nedense az önce kapanan iştahı bir anda geri gelmiş gibiydi. Sürekli bakışlarını kaçırması ve sesindeki tereddütlü tonlama düpedüz yalan söylediğini gösteriyordu. Lorenna ondan gelecek tehdidi sezdiği için yalan söylüyor olabilir miydi? Franco yumruklarını sıktı. Antonio kafasında kısa bir hesap yaptıktan sonra karısını sandalyesinden kaldırarak ona sarıldı. "Bu haber moralimi nasıl yerine getirdi bilemezsin sevgilim. Bana dünyaları bahşettin." Lorenna tuttuğu soluğunu bıraktıktan sonra kocasının omzunun üzerinden ona muzaffer bir şekilde gülümserken Franco dişlerini gıcırdatmaktan başka bir şey yapamıyordu. Sinirden çenesini öyle sıkmıştı ki, kemiklerinin kırılmaması mucizeydi. "Beni tebrik etmeyecek misin Franco?" Kadının sırıtışı da tıpkı yılanlarınki kadar soğuk ve hesapçıydı. Franco başını bir kez sallayarak, "Tebrikler." dedi. "Umarım bebeğini sağlıkla dünyaya getirir ve ona uzun seneler annelik edebilirsin." "Bu da ne demek oluyor?" Antonio bir anda öfkelenerek ona döndü. Franco omuz silkti. "Ne yazık ki, annemin böyle bir şansı olmamıştı." Lorenna bozulduysa bile bunu açıkça belli etmeyecek kadar bilinçliydi. Antonio Franco'ya sertçe artık gitmesi gerektiğini söylediğinde, Franco zaten gitmek üzere olduğunu söyleyerek hızla kapıya yöneldi. Eğer Carlos o sırada kapıyı onun için açmasaydı, kapıyı kırıp içinden geçebilecek kadar öfkeliydi, Adeta bir boğa gibi burnundan ve kulaklarından alevler çıkıyordu. Bir an evvel onu boğan bu yerden kurtulmak için öyle acele ediyordu ki, birinin ona seslendiğini duyamadı. Franco yaşlı kadının arkasından tekerlekli sandalyesiyle ona yetişmeye çalıştığını görünce duraksadı. "Nonna?" "Yine bana veda etmeden gidiyorsun." "Üzgünüm... ben, ben daha fazla burada kalamam. Beni anlamalısın." "Seni anlıyorum. Sadece rahatsız olduğun şeyin baban mı yoksa Lorenna mı olduğunu çözmeye çalışıyordum." Franco kafası karışmış gibi bakınca yaşlı kadın bilgiç bir şekilde gülümsedi. "O kadının yalan söylediğinden adım gibi eminim." "Yalan mı?" Franco'nun kaşları çatılınca, "Evet." diyerek devam etti Giuseppina. "Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama onun bu hamilelik zırvasını az önce uydurduğundan hayatımın geri kalanı üzerine bahse girebilirim. Ben yaşlı bir kadın olabilirim Franco ama kör ya da aptal değilim. Hamile bir kadının nasıl davranması gerektiğini bilecek kadar da tecrübeliyim. Lorenna hamile filan değil." "Bundan emin misin?" "Hayır ama yakında kokusu çıkar nasılsa. Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama sebebinin seninle ilgili olduğunu düşünüyorum, yoksa yanılıyor muyum?" Franco'nun bedeni aniden taş kesildi. "Benimle ne ilgisi olabilir ki?" "Sen söyle. Kapıdan içeri girdiğin anda Lorenna'nın şaşkınlıktan renginin nasıl bembeyaz kesildiğini gördüm." "Şaşırması normal değil mi? Sonuçta burada olmamam gerekiyordu." "Gelişin hepimiz şaşırttı elbette, ancak Lorenna daha çok... korkmuşa benziyordu." Franco bakışlarını kaçırdı. Bunun onu ele verdiğini biliyordu, ancak yaptığı şeyi -Lorenna ile yaptıklarını - büyükannesine itiraf edecek kadar yüzsüz değildi. Üstelik buraya üvey annesini -kardeşlerinin annesini- babasına gammazlamak için geldiğini de söyleyemezdi. Ama amacı buydu, değil mi? Antonio'nun gözlerinin içine baka baka karısını becerdiğini -hem de defalarca- söyleyecek ve ikisinin de yıkılışını izlemekten büyük zevk alacaktı. Fakat Lorenna ondan önce davranmış ve ortaya attığı iddiayla oyunda bir adım öne geçmişti. Şah. Franco her şeye rağmen bunun yalan olmasını, o kadının bunu son anda korkudan uydurmuş olmasını diliyordu. Peki ya gerçekten hamileyse? O zaman çocuğun ondan olma ihtimali neydi? Olmaz. Bunu sakın düşünme bile. Franco sıkıntıyla yüzünü sıvazladı. İçinde fırtınalar kopuyor, midesinde şiddetlenen gerilim yüzeye çıkmak için adeta fırsat kolluyordu. Şimdi, buraya geldiğinden daha kötü bir ruh hali içindeydi. "Üzgünüm ama bunlarla uğraşamam. Gitmem gerek." "Bana sonradan pişman olacağın bir şey yapmadığını söyle." Franco tam tekneye binmek üzereyken aniden biri başının tepesine bir çivi çakmış gibi olduğu yerde kalakaldı. Arkasını dönemedi. Evet diyememişti. Lanet olsun ki, hayır da diyemiyordu. Kahretsin! Sessizliğini bir onay olarak gören yaşlı kadın tahminlerinde yanılmadığını anlayınca içine keskin bir nefes çekti. "Ah Franco, ne yaptın sen?" "Hoşça kal Nonna." "Franco bekle!" Fakat Franco onu duymazdan geldi ve arkasına bile bakmadan tekneye bindi. Açık denizde son sürat ilerlerken rüzgâr tenini yalıyor, ıstırap ve pişmanlık pençesini boğazına takmış sıkıyordu. Lorenna bombanın pimini çekip kucağına atmıştı. Sikik babasının yüzündeki o mutlu ifadeyi görmekten nefret ediyordu. İğrenç yüzünü keşfettiği ve onu gerçeklerle yüzleştirdiği için büyükannesine öfkeliydi. Ama en çok da kendine öfkeliydi. Az kalsın bir anlık hırsı yüzünden kardeşlerini öksüz bırakacak, annelerini kendi babalarına öldürtecekti. Sanki yaşadıkları şeyin sorumlusu yalnızca oymuş gibi. Sanki kendisinin bu olanlarda hiç suçu yokmuş gibi. Neyse ki o sırada babasının danışmanı -eski dostu- Russo aramış ve ona tüm öfkesini yöneltebileceği başka bir sebep vermişti. "Geçmişinle hesaplaşmaya hazır mısın evlat? Grigio’yu yakaladık." .................... Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Adreste yazan binanın önüne geldiğinde stresten saç diplerine kadar terlemişti. Kalp atışları öyle hızlıydı ki, her an kalp krizi geçirebilirdi. Yol boyunca yaptığı gibi bu defa arkasına bakmadı ve gidip paslı bahçe kapısının önünde durdu. Mahalle eski ve terk edilmiş evlerle doluydu. En yüksek bina üç katlıydı. Etrafta görebildiği tek şey kirli çöp bidonları, küfür olduğunu tahmin ettiği İspanyolca duvar yazıları ve camları kırılmış, lastikleri patlamış hurda arabalardı. Burası Tanrı'nın bile unuttuğu o yer olmalıydı. Elindeki adresi tekrar kontrol etti. Bir yanlışlık yoktu. Ondan gelmesini istedikleri yer burasıydı. Notu kimin yazdığını bilmiyordu, ancak Grecolardan biri olduğunu tahmin ediyordu. İzlerini buraya kadar takip edeceklerini hiç düşünmemişti. Hatta üzerinden geçen zaman zarfında onu unuttuklarını bile ümit etmişti. Ne kadar da aptaldı. Oysa adamlar bu süreyi ailesinden bir başkasını ele geçirmek ve onu bu tuzağa çekmek için kullanmışlardı. Alessandro'yu kaçırmak oldukça akıllıca ve zalimce bir hareketti doğrusu. Okul müdürleri ortadan kaybolduğunu fark ettikleri anda-kardeşi sık sık okuldan kaçtığı için bu bazen uzun zaman alırdı- kesin ailesine haber vermirlerdi. Eğer öğrendiyse annesi üzüntüden perişan olmuş olmalıydı. Ne de olsa Alessandro'ya düşkünlüğü farklı bir boyuttaydı. Babası bile Franco'nun aksine erkek kardeşlerine karşı fazla korumacı ve titiz davranıyordu. Alessandro okul çağına geldiğinden beri İtalya'nın dışındaki yatılı okullarda okutulmuştu. Sebebi geleceğin veliaht prensi -Franco'dan sonra elbette- olması olabilirdi. Ya da belki de, babasının onunla ilgili başka planları vardı. Sebep ne olursa olsun bu Sara'yı hiç rahatsız etmemişti. Hatta Alessandro gibi bir baş belasından uzakta yaşamak ona iyi bile gelmişti. Şimdiye dek. Sara, başını kaldırıp binanın kırık pencerelerine baktı. Kardeşi burada tutuluyorsa çok korkmuş olmalıydı. Üzerinden bin yıl geçse o küçük bok parçası için üzüleceği aklına gelmezdi. Fakat onu elleri ve ağzı bağlı halde çaresizce bir şekilde gözyaşları içinde görmek yüreğini sızlatmıştı. Tamam, fotoğrafta gözyaşı gördüğünü hatırlamıyordu ama kesinlikle kardeşinin ağlayacak kadar korkmuş olduğunu tahmin ediyordu. Demir kapıyı açmadan önce derin bir nefes aldı. Omzunun üzerinden son kez arkasına bakmamak için büyük çaba sarf ederek içeriye girdi. Ahşap verandası olan eski, iki katlı bir gecekonduydu burası. Ayaklarının altında gıcırdayan tahta merdivenlerden çıkarak kapının önünde durdu. Kapı, daha o çalmadan evvel açılınca Sara korkuyla geriye sıçramamak için tabanlarının üzerinde sallandı. "Hoş geldiniz Bayan De Luca." dedi kapı eşiğinde beliren siyah takım elbiseli adam. Yanılmamıştı. Kapıyı açan Stefano'nun sağ kolu, Grecoların da bir numaralı adamıydı. İsmini hatırlamıyordu ancak, adamı yüzündeki yaradan tanımıştı. Sağ tarafını dikine bir şekilde bölen ve çenesine kadar inerken gözünün yarı kapalı görünmesini sağlayan çirkin bir yaraydı. Stefano da diğerleri gibi asla korumasız dolaşmazdı ve Yaralı Yüz daima onun yanında olurdu. Nedense yalnızca tekneyle açıldıkları gün hiçbirini yanına almak istememişti. Adam omuzunun üzerinden arkasındaki yola şöyle bir bakış attı. "Güzel. Yalnız gelmişsiniz. Korumanızı atlatabileceğinizden emin değildim." "Alessandro nerede?" Sara sesinin titrememesi için elinden geleni yapmıştı, ancak başarılı olduğunu sanmıyordu. "Demek hemen konuya girmek istiyorsunuz?" Adam sessizce güldü. "Kardeşiniz iyi, merak etmeyin." "Onu görmek istiyorum." "Neden önce içeri girmiyorsunuz?" "Hemen." "Bu kadar inatçı olmanız hiç hoş değil Bayan De Luca." Sara adamın ceketinin altından çıkartıp ona doğrulttuğu silaha bakıp sertçe yutkundu. "İçeri girmeyeceğimi söylemiyorum. Sadece öncesinde onun iyi olup olmadığını bilmem gerek." Adam düşünceli bir şekilde ona baktıktan sonra başını bir kez salladı. Sonra da üst kattaki adamlarına seslenip çocuğu getirmelerini söyledi. Bir süre sonra gıcırdayan merdivenlerden iki adam kollarından tuttukları Alessandro'yla birlikte aşağı inmişti. Sara nefesini tutup, hızlıca kardeşinin iyi olup olmadığını kontrol etti. Ağzı bir koli bandıyla kapatılmış, kolları arkasından sıkıca bağlanmıştı fakat yaralı değildi. Biraz hırpalanmış görünse de Tanrı'ya şükür ki iyiydi. "Alessandro!" Hızla ileri atılınca, adam önüne geçerek Sara'nın çocuğa ulaşmasına engel oldu. "İstediğinizi yaptım. Şimdi onu serbest bırakın." "Öyle bir söz verdiğimi hatırlamıyorum." Adamın çirkin sırıtışı yaralı yüzünün daha da korkunç görünmesine neden olunca Sara ürperdiğini hissetti. "Canınızın yanmasını istemiyorsanız hemen içeri girin Bayan De Luca." Sara korkuyla titreyerek başını iki yana salladı. "Olmaz." "Anlamadım?" "Duymadınız mı, size olmaz dedim." "Beni zor kullanmak zorunda bırakıyorsunuz." Adam ona doğru tehditkâr bir adım atınca Sara, "Alessandro!" diye bağırdı. "Hemen yere yat!" Sara, çocuğun söylediğini yapıp yapmadığını göremeden hızla yere kapaklandı. Aynı anda kurşunlar başının üzerinden bir sinek vızıltısı gibi uçuşmaya başladığında tek yapabildiği elleriyle başını koruyup çığlık atmamaktı. Yaralı Yüz'ün cesedi büyük bir gürültüyle yanıbaşına düştü. Göz ucuyla baktığında adamın alnının ortasında kocaman ve kıpkırmızı bir delik olduğunu gördü. Ölürken gözlerini kırpmaya bile vakti olmamıştı. Gözlerini sıkıca yumup, elleriyle başını korumaya devam etti. Diğer ikisinin cansız bedenleri de yere düşer düşmez Sara hızla doğrulup kardeşinin yanına koştu. Şükürler olsun ki, Alessandro bir kez olsun sözünü dinlemişti. Korkmuş ve gözleri yerinden fırlamış çocuğu hızla döndürerek ağzındaki bandı çıkardı. "İyi misin? Tanrım Alessandro, bir yerine bir şey oldu mu?" "Hayır, ben iyiyim." "Şükürler olsun." Sara kardeşini kucağına çekerek ileri geri sallarken hissettiği rahatlama yüzünden gözyaşlarına boğulmak üzereydi. "Sana bir şey olacak diye öyle korktum ki." Alessandro cevap vermedi. Sara bu kez onun da ağladığından yüzde yüz emindi. "Nasıl? Anlamıyorum, bu nasıl oldu?" Sara, kapı eşiğinde beliren Fabio'ya minnet dolu bir bakış atarken kardeşinin bileklerindeki ipi gevşetmeye çalışıyordu. Fabio'nun elinde uzun namlulu yarı otomatik bir tüfek vardı. Tozlu tişörtü, bacaklarını saran kotu ve asker postallarıyla tıpkı bir savaş tanrısını andırıyordu. İkisinin de iyi olduğunu görünce ciğerlerini derin bir nefesle doldurdu. "Fabio mu? Onları Fabio mu öldürdü yani?" Alessandro'nun inanamıyormuşçasına sorduğu soru ikisini de güldürmüştü. "Vay canına. Aptallık edip buraya tek başına geleceğini ve ikimizi birden öldürteceğini düşünmüştüm." Kabul etmek istemese de, Sara'nın başta böyle bir planı olduğu doğruydu. O notu okuduğunda yaşadığı şoku ve adamlarla yüzleşmeye tek başına gitmeyi aklından geçirdiğini hatırlıyordu. Fakat tehlikenin büyüklüğünü düşününce buna cesaret edememişti. Söz konusu olan kardeşinin hayatıyken hiçbir şeyi riske atamazdı. Gangsterler ve onları öldürmek konusunda uzman olan birinden yardım almadan buluşmaya gitmek intihardan farksızdı. Bu yüzden notu okuduktan sonra gözyaşlarını silmiş, kısa bir duş almış ve çıktıktan sonra Fabio'ya her şeyi anlatmıştı. Fabio önce onun bu işe karışmasını istememiş ve kardeşini kurtarmaya tek başına gideceğini söylemişti. Ancak Sara buna itiraz etmiş ve kendisinin de gelmesini şart koşmuştu. Çünkü tek başına başarısız olduğu takdirde Sara'nın hayatta kalma ihtimali de yoktu. Bunun doğruluğunu kabullenen Fabio zor da olsa sonunda ikna olmuştu. "Kapa çeneni." Sara kardeşinin kafasına bir şaplak attı. "Daha ilk dakikadan beni seni kurtardığıma pişman etme." Alessandro güldü. Fabio ona elini uzatınca hemen tutup ayağa kalktı. "Nasılsın Alex?" "Keskin nişancı olduğunu bilmiyordum." "Bir ara yaptığım bir işti." dedi Fabio utanmış gibi gözlerini kaçırarak. "Vay be! Tüfeğin çok büyük ve havalı." "Öyledir." Sara gülümseyerek Fabio'ya anlamlı bir bakış atınca genç adamın dudakları gülümsercesine seğirdi. Alessandro üstünü başını silkeledi. "Bir gün bana nasıl kullanacağımı öğretmelisin." Fabio elindeki tüfeğe bakarak omuz silkti. "Neden olmasın." "Erkek erkeğe muhabbetiniz bittiyse, artık gidebilir miyiz lütfen? Kan kokusu midemi bulandırmaya başladı." Fabio başıyla onaylayarak onları çıkışa yönlendirdi. Karşı kaldırıma geçtiklerinde, "Beni burada bekleyin. Hemen dönerim." dedikten sonra hızla eve geri koştu. Sara ve Alessandro ne olduğunu anlamaya çalışarak birbirlerine bakıyordu. Birkaç dakika sonra evden yükselen dumanlar genç adamın içeride ne yaptığını kanıtlıyordu. Fabio cesetlerden kurtulmuştu. ................... "Merhaba." Daniella küçük bankonun arkasında televizyon seyreden adama sesini duyuramayınca bir kez daha seslendi. "Affedersiniz. Birine bakmıştım." Sonunda adam onu fark etmiş fakat ayaklarını masanın üzerinden indirmeye zahmet etmemişti. Ne ile meşgul olursa olsun gelen müşteriyle ilgilenmemesi büyük kabalıktı. Burası merkezden epey uzakta, yaklaşık yirmi odalı ufak bir moteldi. Çalışanların misafirperverliğine bakılırsa odaların yarısından çoğu boş olmalıydı. "Kim?" dedi adam gözünü televizyon ekranından ayırmadan. Son zamanlarda popüler olan yeni bir yarışma programını izliyordu. "Mario Lombardi." "Burada o isimde biri kalmıyor." "Bunu kayıtlara bakmadan söylemeniz ne tuhaf." "Bana inanın hanımefendi. O isimde biri olsaydı bilirdim." Daniella şaşkınlıkla cebindeki not kâğıdını çıkararak Luigi'nin ona verdiği adresi kontrol etti. Yanlışlık yoktu. Adres doğruydu. Luigi, Mario'nun dönüş için ertesi sabaha bilet aldığını söylemişti. Daniella sadece gitmeden evvel babasıyla son bir kez daha görüşmek istiyordu. O günkü konuşmalarından sonra kendini kötü hissetmişti. Babasıyla yıllar sonra karşılaştıklarında onunla tam da bu şekilde konuşmayı planlamıştı, ancak olması gerektiği gibi kendini daha iyi hissetmemişti. Bunda babasının onlardan sakladığı bir şeyler olduğunu düşünmesinin de payı vardı tabii. Onlardan yıllarca uzak kalmak zorunda hissettiren önemli bir şey. Daniella er ya da geç bunun ne olduğunu öğrenecekti. Günlerdir düşünmekten gözüne uyku girmemişti. Kafası babasıyla öyle meşguldü ki, Franco ile ayrılığının acısını bile tam olarak sindirememişti. Hayatındaki erkeklerden ve onların çıkardığı sorunlardan nefret ediyordu. "Yine de emin olmak için sizden kayıtlarınıza bakmanızı rica etsem." Adam sıkıntıyla üfleyerek ayaklarını masadan indirdi. Yarışma reklama girdiği için Daniella kendini şanslı sayıyordu. Adam önündeki defterdeki sayfaları çevirirken parmağını yaladı. "Odalarımızın yalnızca üçü dolu signora. Birinde yaşlı bir kadın kalıyor. Diğeri turist bir çifte ait. Son odada kalan adamın ismi ise Bruno Bozzetto. Yani aradığınız kişi burada değil." "Bir dakika. Bruno Bozzetto mu dediniz? Şu ünlü çizgi film animatörü mü?" Adam şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırıp, önündeki deftere yeniden baktı. "Hayır, signora bence o olamaz." Daniella, "Bence de olamaz." diye doğruladı adamı. Ama babası olabilirdi. Çünkü Bruno Bozzetto Daniella'nın küçükken en sevdiği çizgi filmlerin çizeriydi. Ve babasına, günün birinde onun kadar iyi filmler yapabilecek bir animatör olacağını söylediği zamanı hatırlıyordu. Bunlar küçük bir çocuğun unutamayacağı büyük hayalleriydi. Ve belli ki babası da unutmamıştı. Eğer gizlenmek istiyorsa bundan daha iyi bir sahte isim bulamazdı. "Bay Bozzetto'nun kaç numaralı odada kaldığını öğrenebilir miyim?" diye sorduğunda adam hâlâ isim benzerliğinden dolayı şaşkındı. Daniella'ya oda numarasını söyledikten sonra yeniden televizyonun başına kuruldu. "Arka taraftaki taşlık yolu takip edin. Sondaki yeşil kapı." Daniella taşlık yolun sonundaki odanın önüne geldiğinde yüreği ağzına gelmişti. Çünkü kapı aralıktı ve karanlıkta görebildiği kadarıyla içeride kimse yoktu. Yavaşça aralık kapıyı itip ışıkları açtı. Dağınık yatak boştu ve kırılmış eşyalardan bir yığını etrafa saçılmış hâlde görünce içindeki panik boğazına tırmandı. Sanki odada bir fırtına çıkmış ve her şeyi bir köşeye savurmuş gibiydi. Yerde, geçen gün babasının onunla konuşmaya geldiği gün giydiği gömlek duruyordu. Bu eşyalar kesinlikle babasına aitti. Zeminde birkaç damla kan olduğunu fark edince yüreği ağzına geldi. Babasının burada biri ya da birileriyle boğuştuğunu anlamak için dedektif olması gerekmiyordu. Tanrım, ya ona bir şey yaptılarsa? Ya öldürdülerse? Daniella telaş içinde odanın içinde bir ileri bir geri yürümeye başladı. Polisi araması gerektiğini biliyordu, ancak babasının yanlış kişilere bulaşmış olmasından ve eğer yaşıyorsa başının bu kez de kanunla belaya girmesinden endişe ediyordu. Öte yandan hayatı tehlikedeydi ve bu kanunla başının derde girmesinden daha beterdi. Tanrım. Keşke Franco'yu arayıp ondan yardım isteyebilseydi. Şu anda güvenebileceği birine o kadar ihtiyacı vardı ki. Franco ne yapıp edip babasını bulurdu. Fakat ondan yardım istemesi yeniden onu görmesi demekti. Ve şu anda bunu kaldırabileceğinden emin değildi. Luigi'yi aramak işe yaramazdı. Ağabeyi beceriksizin tekiydi. En son polis karakolundan onun kıçını bile Daniella kurtarmıştı. Dedektif Costa da seçenekler arasında olamazdı. O adama yeniden güvenmektense Franco'nun ayaklarına kapanırdı daha iyi. Son anda aklına gelen isimden sonra kendine yeniden düşünme izni vermeden hızla telefonunu çıkarıp birkaç numarayı tuşladı. "Merhaba. Toscana polis departmanı mı? Cinayet masasından Müfettiş Moretti ile görüşmek istiyordum. İsmim Daniella. Daniella Lombardi."
|
0% |