@sagetaylors
|
Rüzgârın sert fısıltısı, dalların arasından süzülerek ağaç yapraklarının sesine karışıyordu. Gri bulutlar gökyüzünü kaplamış, havayı deniz tuzu ve yosun kokusu sarmıştı. Muhtemelen birkaç dakikaya kadar yağmur yağacaktı. Bunu, odasının camından belki yüzlerce kez izlediği manzaraya bakarak anlamak mümkündü. Bir zamanlar burada yaşamanın ve Antonio De Luca'nın karısı olup, onunla aynı yatağı paylaşmanın nasıl bir his olacağını düşünmekten uyku tutmadığı geceler vardı. Para, güç ve yakışıklı bir yüzün onun kurtuluş bileti olacağına inandığı günlerde kiralık, tek göz odalı evinde, için için yanan bir ateşle o kadın olmak istediği pervasız gençlik hayalleri vardı. Antonio hayatını değiştirecek altın bir biletti onun için. Fakat kalbinin sahibi bir başkasıyken ve birlikte olduğu tek anlar, onu düzmek için arada bir uğradığı ufacık dairesiyken Lorenna istediği hayata nasıl sahip olabilirdi ki? Antonio ile tanıştığında köhne bir barda garsonluk yapıyor, her gece kokuşmuş adamların ona sarkıntılık etmelerini görmezden gelmeye çalışıyordu. Çocuk yaştan beri başının çaresine bakmaya öğrenmişti. Bir fahişe veya bağımlı bir anneden doğmuş olabilirdi. Veya belki de zengin bir ailenin sofistike kızının yatak maceralarından biriydi. Ne yazık ki ne annesini ne de babasını tanıyacak ve onlara hesap soracak fırsatı olmamıştı. Kendini bildiği yaştan beri bir yetimhanenin ranzasında büyümüştü. Büyüyüp sokakların yetimhaneden daha iyi olacağına karar verdiğinde ise bir arkadaşıyla birlikte oradan kaçıp hayata karışmıştı. Antonio hayatına girdiğinde henüz çok gençti ve neredeyse dibe batmak üzereydi. Kendi başına kurduğu dünyanın alt üst olmasına ramak kalmıştı. Adamın onunla ilgilenmesi hoşuna gitmiş ve ilk defa önemsendiğini hissetmişti. Bu yüzden onu yatağına almasına ve onunla duygusuzca sevişmesine izin vermişti. Tanrım, yatakta oğlu da tıpkı babası gibi ateşli ve tutkulu bir sevgiliydi. Bu kıyaslamayı yaptığı için cehennemde yanacaktı belki, ama gerçek buydu. Adam ona istediği şeyi -çok fazla para- veriyordu. Bu yüzden onu arada bir ziyaret etmesini sorun etmiyordu. Verdiği parayla kirasını ve faturalarını ödeyebiliyor, kalanıyla da ihtiyaçlarını karşılıyordu. Antonio De Luca adeta Tanrı'nın ona gönderdiği bir lütuftu. Cosa Nostra'da ise gerçek bir tanrıydı. İnsanlar onun önünde eğiliyor, bir sözüyle yaşamlarına veya ölümlerine karar veriliyordu. Lorenna'nın ondan başka kurtuluş şansı yoktu. İstediği her şeye ve daha fazlasına Antonio sayesinde kavuşabilir, yaşadığı o sefil hayattan kurtulabilirdi. Adamın ona sunduğu şeyler: para, tutku ve iyi bir düzüşmeydi. Fakat yalnızca bir süreliğine. Lorenna önünde sonunda adamın ondan sıkılıp gideceğini biliyordu. Hep giderlerdi. Bu yüzden Antonio'dan beklentileri zamanla değişmeye başlamıştı. Artık adamın ona verdiği kırıntılarla yetinmek yerine pastanın tamamını istediğini fark etmişti. İlişkilerinde duygulara yer olmadığını biliyordu. Lorenna zaten aşka inanmıyordu. Antonio'nun gecelerini onun koynunda geçirerek, sabah olduğunda karısına koşmasının nedeni de aşk değildi hastalıklı bir saplantıydı sadece. Adının âşık olduğunu söylüyordu ancak, Antonio gerçekte sadece yenilgiyi kabul etmekten korkuyordu. Lorenna böyle hastalıklı bir sevgiyle baş edebilir miydi, bilmiyordu. Üstelik bir de çocukları vardı. Gerçi Antonio, çocuğun kendisinden olmayabileceğini, bundan daima şüphe edeceğini ama gururu yüzünden bunu araştırmaya asla cesaret edemeyeceğini içkili bir anında ona itiraf etmişti. Karısı hâlâ başka bir erkeği sevdiği için acı çekiyordu. Başta rakibine karşı zafer kazanmış gibi hissetse de, zamanla karısının sadakatinden emin olamayan paranoyak bir adama dönüşmüştü. Kim bilir? Belki de sırf hissettiği suçluluk duygusu yüzünden teselliyi içki şişelerinde ve başka bedenlerde aramaya başlamıştı. Lorenna onu anlıyordu. Sevilmemenin, özellikle sevilmesi gereken kişiler tarafından önemsenmemenin ne demek olduğunu iyi biliyordu. Antonio ile yarım kalan ruhlarının tamamlandığını hissetmişti. Fakat bir türlü karısıyla olan bağını aşıp Antonio'ya ulaşamıyordu. Bunun için ona bir çocuk bile vermişti ama adamın kalbi hâlâ aşılamaz bir kale gibiydi. Antonio'da aradığı şey hiçbir zaman aşk olmamıştı. Hayır. Lorenna yalnızca onun sahip olduklarına ve gücüne âşıktı. Diğer yandan oğlundan talep ettiği şey bunun tam zıttıydı. Lorenna Franco'ya ilk çekim hissettiği andan itibaren onu delicesine istiyordu. Onu görüş odasında artık çocukluktan sıyrılmış ve genç bir delikanlıya dönüşmüş halde gördüğünden beri çılgıncasına arzuluyordu. Franco neredeyse çocuk yaştan beri hapisteydi. Fakat bu Lorenna'nın onu görmesine engel değildi. Ve bir bahaneyle her ziyaret ettiğinde Franco'nun biraz daha çekici ve yakışıklı bir adama dönüştüğüne şahit oluyordu. O sıralar kocası tarafından ihmal edilmiş libidosu için bu çok tehlikeliydi. Ve bir süre sonra kendine karşı koymaktan vazgeçti. Neden olmasındı ki? İkisi de tutkuya aç ve yapayalnızdı. Üstelik genç adam o dört duvar arasında dünyanın geri kalanından uzaktı. Lorenna ona sahip çıkabilir, ona istediği her şeyi verebilirdi. Hatta günün birinde Antonio öldüğünde ve yeni Don Franco olduğunda belki de... Riskli ve tehlikeli bir kumar oynadığının farkındaydı ama istediğini elde etmek için daha önce de böyle tehlikelere göğüs germemiş miydi? Eskilerin de dediği gibi "I frutti proibiti sono i più dolci"(yasak en tatlı meyveydi) Vücudu testosteron ile dolup taşan yeni yetme bir erkeği babasından gizli becermek o kadar da zor olmasa gerekti. Keşke zamanla kalbini ona kaptırmamayı da becerebilseydi. Oysa Franco kalbini kullanılmış bir peçete gibi buruşturup çöpe atmıştı. Şimdi de o adi piç kurusu, yaptıklarını babasına anlatmakla onu tehdit ediyordu. Bu sabah daha kapıdan içeri girdiği anda adamın bakışlarından niyetinin ne olduğunu anlamıştı. O ucuz kıza ilişkilerinin boyutunu anlattığı için Lorenna'ya öfkeliydi ve çoktan onu gözden çıkarmıştı. Ceza olarak da infaz ediyordu. Cama vurmaya başlayan ilk damlalarla birlikte Lorenna içkisinden bir yudum daha aldı. Bir zamanlar bu evde yaşamak en büyük hayaliyken, şu anda tek istediği kilometrelerce uzakta ve tek başına olmaktı. Hayat çok garip ve acımasızdı. Ve hiçbir zaman Lorenna'nın tarafında olmamıştı. O daima istediklerine kavuşmak için savaşmak zorunda kalan kadınlardandı. Şimdi de sevdiği adam ve evlendiği adamla bir savaşın ortasında kalmıştı. İkisi için de kolayca gözden çıkarılabilecek olması ise en acısıydı. Kapı aniden açılınca elindeki bardağı saklayacak vakti olmadı. Antonio, "Burada mıydın? Her yerde seni arıyordum." diyerek içeri daldı. "Bir şey mi oldu?" "Az önce Alessandro'nun okulundan aradılar. Bizimki bir süredir kayıpmış." "Tanrım. Yine mi?" "Evet." Antonio yaklaşırken elindeki bardağı fark edip kaşlarını çattı. "Sen içki mi içiyorsun?" "Şey..." diyerek ağzında bir şeyler geveleyerek sorusunu geçiştirmeye çalıştı Lorenna. "Hâlâ gebeliğe alışmaya çalışıyorum." Uzun adımlarla yanına ulaşan adam hızla bardağı elinden alınca bir parça içki Lorenna'nın beyaz bluzuna sıçradı. "Aklından çıkarmasan iyi edersin. Çocuğumuzu zehirlemene müsaade edemem." Lorenna korkuyla bir adım geriye sıçradıysa da yüzündeki ifadeyi bozmamayı başarabildi. "H-haklısın. Ben… düşünemedim. Alessandro'dan bahsediyordun?" diyerek hızla konuyu değiştirerek adamın dikkatini başka yöne çekmeye çalıştı. "Bir süredir kayıpmış da ne demek? Tanrım, nasıl bir okul bu böyle? Onlara avuç dolusu para döküyoruz ve bir çocuğa bile sahip çıkamıyorlar mı? Ya başına bir şey geldiyse? Ya kaçırıldıysa?" "Biraz sakin ol. Kaçırıldığını zannetmiyorum. Öyle olsaydı bizimle çoktan irtibata geçerlerdi. Alessandro'nun haylazlıklarından biri olmalı." "Düşmanlarımızın saldırısı yüzünden yeni ölüm döşeğinden kurtulmuşken nasıl bu kadar rahat olabilirsin?" Lorenna sinirle kollarını kavuşturdu. "Ya Grecolar oğlumuzu kaçırıp ona zarar verdilerse?" Antonio'nun bakışları dışarıdaki gökyüzünden bile daha karanlıktı. Dişlerinin arasından, "Merak etme. Buna cesaret edemezler." dedi sakince. "Adamlarım Alessandro'yu aramak için çoktan yola koyuldular bile. Oğlumuzu bulup sağ salim geri getirecekler. Hem belkide bir süreliğine okula ara vermesi daha iyi olur." Lorenna onaylarcasına kafasını salladı. "Bunların hepsi o sürtük kızının yüzünden." dedi Antonio tükürürcesine. Lorenna aniden irkildi. Antonio daha önce hiç böyle konuşmazdı. Sara onun öz kızı değildi. Adamla tanıştığı zamanlar Lorenna bir başkasından hamileydi ve o sıralar birkaç erkekle birden takıldığı için çocuğun kimden olduğundan emin değildi. Seks sırasında daima korunurdu, ancak belli ki o ay fazladan aldığı uyku ilaçları doğum kontrol haplarının etkisini azaltmıştı. Hamile olduğunu Antonio'dan gizlememiş, Antonio da bunu pek önemsememişti. Evlendiklerinde ise Sara'ya babalık yapmayı kabul etmişti. Lorenna'nın tek şartı Sara'nın bunu bilmeden büyümesiydi. "Kızın o Greco oğlanını karşımıza damat diye diktiği günden beri başımıza gelmeyen kalmadı. En sağlam adamlarımdan birini baştan çıkartıp onunla kaçtığı yetmiyormuş gibi tam eski düşmanımla ittifak kurmuşken oğlunu öldürüp bizi boktan bir kan davasının ortasında bıraktı." "Sara'nın masum olmadığını kabul ediyorum ama asla bir adamı öldürmeye cesaret edemez." "Sence sorun bunu onun veya altına yattığı bir başka herifin yapmış olması mı?" "Kızımızdan bir fahişeymiş gibi bahsetme Antonio." diye çıkıştı Lorenna. Aniden siniri tepesine çıkmıştı. "Senin kızın." diyerek sertçe karşılık verdi Antonio." Sonra da aniden bir elinin tırnaklarını pençe gibi boğazına takarak Lorenna'nın nefesini gırtlağında düğümledi. "Ayrıca bir daha bana karşı sesini yükseltecek olursan hamile olduğunu umursamam seni şuracıkta gebertirim, beni anladın mı?" Lorenna karşılık olarak yalnızca başını sallayabilecek ufacık bir hareket yapabilmişti. Gözleri nefessizlikten yaşarıyor, boğazından hırıltılar yükseliyordu. Ciğerleri oksijen ihtiyacıyla yanmaya başlamıştı ki Antonio onu serbest bıraktı. "Şimdi gidiyorum. Sen de en kısa sürede doktorundan bir randevu al. Çocuğun durumunu kendi gözlerimle görmek istiyorum." Neden böyle bir şey istemişti ki şimdi? Yoksa ona güvenmiyor muydu? "Senin gelmene lüzum yok. Doktora kendim giderbilirim." "Birlikte gideceğiz dedim. Bu konu tartışmaya açık değil." dedi adam sertçe. Kahretsin. Antonio tam kapıdan çıkmak üzereydi ki birden duraksayıp arkasını döndü. "Ayrıca çocuk doğuncaya kadar içki şişelerinden uzak dursan iyi edersin. Bu bir uyarı değildi Lorenna. Ciddiyim. Bir daha görürsem sonuçlarına katlanırsın." Antonio gittikten sonra yatağın ucuna usulca ilişen genç kadın ağrıyan boğazını ovuşturup ciğerlerini nefesle doldurmaya çalışıyordu. Bu defa kendini öyle berbat bir duruma sokmuştu ki, kurtuluşu tahmin ettiği kadar kolay olmayacaktı. Yine de denemek zorundaydı. ............... Karanlık onu ürkütüyordu. Müfettiş Moretti'yi beklerken bilmediği bir sebepten dolayı izlendiği hissine kapılmıştı. Perdeyi aralayıp belki ellinci defa dışarıdaki boş otoparka baktı. Taşlık yolda kendi aracı dışında başka araç yoktu. Etrafta herhangi biri de görünmüyordu. Tüm bunları kaç kez kontrol ettiğini bilmiyordu. Fakat içinden o uğursuz hissi bir türlü atamıyordu. Saatini kontrol etti. Müfettiş ile konuşalı neredeyse yarım saat oluyordu. Adam telefonda Daniella'nın sesini duyduğunda başta şaşırsa da, anlattıklarını dikkatle dinlemiş ve ortada bir cinayet olmamasına rağmen en kısa sürede yanında olacağına söz vermişti. O zamana dek oradan ayrılmamasını ve hiçbir şeye dokunmamasını sıkıca tembihlemişti. Daniella hiçbir şeye dokunmamıştı. Fakat odadaki boğuşma izleri ve yerdeki kan yüzünden fazlasıyla endişeliydi. Babasının başına gelebilecekleri düşündükçe vücudunun titremesine engel olamıyordu. Kollarıyla bedenini sararak odada volta atmaya devam etti. Peki Mario'nun peşindekiler kimdi? Ondan ne istiyorlardı? Ve en kötüsü ona zarar vermişler miydi? Tüm bu sorular beynini bir kurt gibi kemirirken odanın içini bir aracın farlarının güçlü ışığı aydınlattı. Daniella hızla kapıya yöneldiğinde tanıdık beyaz sedanın binaya yanaştığını gördü. Arabadan Moretti ve Costa aynı anda inmişlerdi. Daniella içinden küfretti. Costa'nın da onunla birlikte geleceğini tahmin etmeliydi. İki adam taşlık yolda ilerleyerek ona doğru yürüdü. Moretti bir adım önde durarak, "İyi akşamlar Bayan Lombardi." dedi. "Müfettiş. Dedektif." Daniella iç çektikten sonra iki adamı da başıyla selamladı. "Beni kırmayıp geldiğiniz için teşekkürler." "Açıkçası telefonunuzu aldığımda epey şaşırdığımı söylemeliyim. Kayıp vakalarıyla ilgilenmediğimizi biliyor olmalısınız." Costa yerinde huzursuzca kıpırdanırken ağırlığını bir ayağından diğerine verdi. Tüm dikkati rahatsız edici bir şekilde Daniella'nın üzerindeydi. "Biliyorum. Yine de ben... "Daniellla konuşurken alnını ovuşturdu. "sanırım bu durumda kimi arayacağımı bilemedim." "Anlıyorum." Adam başını anlayışla salladıktan sonra daha fazla üstelemedi. Keskin bakışlarını üzerinden arkasındaki aralık kapıya çevirdi. "Babanızın kaldığı oda bu mu?" "Evet." "Görebilir miyiz?" Daniella kenara çekilerek adamların geçmesi için yolu açtı. Moretti ve Costa odaya girip etrafı incelemeye başladığında Daniella da kapı girişinde dikilmiş onları izliyordu. Moretti eşyaları tam olarak dokunmadan bir eldiven yardımıyla karıştırmaya devam ederken Costa titizlikle yatakların altını ve çekmeceleri kurcalıyordu. "Burada yaşayan kişinin babanız olduğundan emin misiniz?" "Resepsiyona sahte bir isimle kayıt yaptırmış ama evet, o olduğundan eminim. Şuradaki gömlek son gördüğümde üzerindeydi." dedi yerdeki buruşmuş giysi yığınını işaret ederek. "Ayrıca annemin ona otuzuncu yaş gününde hediye ettiği saat banyo aynasının önünde duruyor." "Sizce neden sahte bir isim kullanmış olabilir?" "Gizlenmek için elbette." "Telefonda peşinde birilerinin olduğundan şüphelendiğinizi söylemiştiniz. Bunu düşünmenize sebep olan şey neydi?" "Konuşmaları tuhaftı. Yıllar sonra ilk kez şehre dönmüştü ve aynı hızla geri gitmeye hazırlanıyordu. Sebebini sorduğumda ise yalnızca buna mecbur olduğunu söyledi." "Bu da size birilerinden kaçtığını düşündürdü." "Tam olarak öyle sayılmaz. Bu sadece... kötü bir his diyelim." Daniella yeniden üşümüş gibi kollarını ovuşturdu. "Ben çok küçükken annemle boşandılar. Biz annemle Amerika'ya taşındığımızda o ve kardeşim burada kaldı. Fakat sonra babamın onu da terk ettiğini öğrendim. Luigi'yi büyük babamlara bırakıp ortadan kaybolmuş. Yıllarca bizi terk etmesinin arkasındaki nedenin yalnızca onun yanlış tercihleri ve annemle anlaşamaması olduğunu sanmıştım." Güldü. "Bu tuhaf çünkü eskiden babamın annemi çok sevdiği için onu asla terk etmeyeceğini düşündürdüm hep. Şimdi ise..." Moretti, "Şimdi ise?" diyerek konuşmasında ısrar etti. Costa ona göz ucuyla bakınca Daniella boğazını temizleyip Moretti'ye döndü. "Ne düşüneceğimi gerçekten bilmiyorum. Son konuşmamızı düşünmeden edemiyorum. Hali çok... garipti." "Ne gibi?" "Biri ya veya birilerinin onu bulmasından korkuyormuş gibiydi. Bizden uzaklaşmasından bir zorunluluk, bir fedakârlıkmış gibi bahsediyordu. Veya belki bana öyle geldi, bilemiyorum. Kafam öyle karışık ki." "Onu en son ne zaman gördüm demiştiniz?" "Birkaç gün önce veda etmek için otele beni ziyarete gelmişti." "Size nereye gideceğini söyledi mi?" "Hayır. Yalnızca gideceğini söyledi. Daha doğrusu gitmek zorunda olduğunu. Sonra da bana bunu verdi." Daniella elini cebine atıp küçük taş parçasını çıkardı. "Bu nedir?" "Büyük babasının ona küçükken verdiği bir hediye." "Bir anlamı var mı?" "Daniella omuz silkti. "Amerikalı yerliler tarafından koruyuculuğuna inanılan ametist taşından bir boz ayı heykelciği." Moretti taş parçasını elinde evirip çevirerek inceledikten sonra Daniella'ya geri verdi. "Yani sizce bir daha geri dönmeyecekti, öyle mi?" "Öyle hissettim." "Bir şey buldum efendim?" Costa'nın sesiyle ikisi de ona döndü. Genç adam elinde tuttuğu şeffaf poşeti iyice görebilsinler diye havaya kaldırmıştı. İçinde birçok ulusa ait pasaportlardan bir yığın ve çeşitli miktarlarda yabancı para vardı. Moretti pasaportları incelerken Daniella şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Hepsi de birbirinden farklı isim ve fiziksel özelliklere sahip adamlara aitmiş gibi görünse de aslında tek bir kişiye aitlerdi. Babasına. "Sanırım babanızın birilerinden kaçtığı konusunda artık şüpheye yer kalmadı. Bu kadar farklı kimliğin başka açıklaması olamaz." Moretti pasaportları yeniden poşete koyup Costa'ya geri verdi. "Buraya bir olay yeri inceleme ekibi göndermeleri için merkezi ara hemen." "Emredersiniz efendim." "Bayan Lombardi. Siz de bizimle karakola gelip ifade vermelisiniz." "O, yarın sabah ülkeden ayrılacaktı." dedi Daniella dalgınlıkla. "Bunun için havayolu şirketlerini ve yolcu gemilerini araştıracağız. Bakalım elimizdeki isimlerle herhangi bir bilet satın alınmış mı?" Daniella başıyla onayladı. Öyle hareketsizdi ki kendini adeta uyuşmuş gibi hissediyordu. "Kardeşiniz. Onunla da konuşmamız gerekiyor. Anladığım kadarıyla babanızla sizden daha fazla irtibat halindeymiş." "Öyle sayılır." "Tamam. Burada işimiz bitti. Gidip etrafta şüpheli birilerini görmüş mü diye resepsiyondaki adamla konuşacağım." Daniella ona adamın televizyon izlemekten burnunun ucunu bile göremediğini söyleyecekti ki, son anda vazgeçti. En iyisi bunu kendisinin keşfetmesiydi. Müfettiş odadan çıktıktan sonra tam arkasından gitmek üzereydi ki Costa uzanıp koluna dokundu. Daniella irkilerek geriye döndü. "Affedersin. Seni korkutmak istememiştim." "Sorun sen değilsin. Sadece bu gece fazlasıyla gerginim." "Tahmin edebiliyorum. Baban için endişelendiğini biliyorum." "Bu çok tuhaf çünkü..." Daniella gözlerini genç adamın omuzunun arkasındaki bir yere dikti. "onun için yıllardır endişeleneceğim onca zaman varken bir kere bile aklıma gelmemişti. Şimdi ise hayatta olmamasından ödüm kopuyor." Costa ayakkabılarının burunları birbirine değecek kadar ona yaklaşarak omuzlarından tutunca Daniella başını kaldırıp genç adamla göz göze gelmek zorunda kaldı. "Seni anlıyorum Daniella. Ama ne olursa olsun olanlar için kendini suçlama." "Elimde değil." Daniella omuz silkti. "Hiç uzun süredir gerçek sandığın bir şeyin aslında tamamen yalandan ibaret olduğu fikrine kapıldın mı?" Costa gözlerini kaçırdı. "Hayır. Ama birini hayal kırıklığına uğratmanın ne demek olduğunu iyi bilirim." "Ah, lütfen başlama yine." Daniella ellerini kullanarak adamın tutuşundan sıyrıldı. "Daniella?" Daniella odadan çıktığında Costa hemen arkasından koştu. "Senden defalarca özür dilediğimi biliyorum. Yine de beni affedemediğini düşünüyorum ve bu canımı acıtıyor. Sana yaşattığım şey yüzünden kendimden nefret etmediğim tek bir gün bile yok inan bana." "Bu konuyu kapattığımızı sanıyordum." Daniella hızlı adımlarla yürürken Costa da adımlarını ona uydurmaya devam etti. "Ben de öyle sanıyordum ama şu haline bir bak..." diyerek yeniden önünde durdu. "gözlerime bakarak konuşamıyorsun bile." "Ne olmuş?" "Üstelik bu gece benim yerime amirimi aradın. Bu hiçbir şeyin düzelmediği anlamına geliyor. Bana hâlâ kızgınsın?" Bu bir soruydu ve Daniella cevabını vermeden adamın peşini bırakmayacağını biliyordu. "Yanılıyorsun. Kızgın filan değilim." "Sana inanmıyorum." "İnanıp inanmaman umurumda değil. Bu akşam Moretti'yi aradım çünkü..." Daniella sustu. Daha fazla konuşmak istemiyordu. Neden onu bu kadar zorluyordu? Her şeyi unutup önlerine bakamazlar mıydı? Costa başını eğerek karşısında dikilmeye devam edince huzursuzlandı. Daniella'ya bakan gözleri meraklı ve sabırsızdı. "Çünkü ne?" "Yapma." "Bana sadece nedenini söyle? Bu gece lanet olasıca patronum yerine neden beni aramadığını bilmem gerek." "Eğer söylersem peşimi bırakacak mısın?" Costa'nın bakışlarında bir şeyler titreşti. Pişmanlık ya da itirazdı belki. Yine de başını evet dercesine salladı. "Çünkü sana artık güvenmiyorum." Daniella adama bir tokat atsaydı ancak bu kadar etkili olabilirdi. Costa fiziksel bir darbe almışçasına geriye doğru sendeledikten sonra olduğu yerde kalakaldı. Bedeni bir heykel gibi kaskatı kesilmişti. Dudaklarını birbirine sıkıca bastırırken yaralı bakışlarını ondan kaçırmadı. Ancak Daniella onu daha fazla görmek istemiyordu. Onunla karşılaşmak istemediği için bu gece Costa yerine Moretti'yi aramıştı. Sanırım sonunda Costa da onu ne kadar incittiğini anlamıştı. Bu yüzden adamın etrafından dolanıp yoluna devam etti ve onu çektiği vicdan azabıyla baş başa bıraktı. .................. Eski bir fabrikanın kazan dairesinin merdivenlerinden çabucak inerken hemen arkasından Carlos ve birkaç adamı onu takip ediyordu. Franco'nun avuçları karıncalanıyor, teninin altında sabırsız bir engerek gibi gezinen adrenalin yüzeye çıkmak için fırsatını kolluyordu. Beklediği an nihayet gelmişti. Şimdi annesinin hayattaki son katili için ölümlerden ölüm beğenme vaktiydi. Dar merdivenlerden indikten sonra koridor buyunca uzanan havalandırma borularının takip etti. Yolun sonu geniş bir açıklığa çıktığında ise duraksadı. Roberto Russo ve beş adamı sandalyeye oturttukları birinin etrafını sarmıştı. Eski dostu bir bastona dayanmış, tek gözünü kısmıştı. "Tam zamanında geldin Franco." dedi hırıltılı sesiyle. "Biz de tam Bay Grigio ile geçmişi yâd ediyorduk." "Size ona dokunmamanızı söylemiştim." Franco hızlı adımlarla ilerlerken, öfkeyle kaşındaki ve dudağındaki bir yarıktan gömleğine kan sızmış olan adamı inceledi. Oturtulduğu sandalyede kolları ve bacakları sıkıca bağlanmıştı. Onun sesini duyunca başını güçlükle kaldırıp yorgun bakışlarını yüzüne dikti. Tıpkı annesi gibi. Franco görüntüyü zihninden silip atmak istercesine kafasını silkeledi. "O benim." "Sakin ol evlat. Sadece sen gelene kadar sıkılmasın diye çocuklar onunla biraz oynadı o kadar." Franco Russo'ya ters bir bakış attıysa da yaşlı kurt bundan pek etkilenmişe benzemiyordu. "Herhangi bir şey söyledi mi?" "Hayır. Hızlı bir itiraf işin tadını kaçırırdı zaten, öyle değil mi?" Russo adama dönüp güldü. Bir avcının avına attığı türden korkutucu bir gülücüktü. "Bunca yıldır bizden kaçmayı iyi başardı. Ödülü de büyük olmalı." Franco adamın önünde hafifçe eğilip çenesini ellerinin arasına aldı. Adamın soluğu güçsüzdü. Yarı aralık göz kapaklarının altından ona attığı bakış boş ve cansızdı. Franco bir anlığına gözlerinde tanıdık bir ifade olduğunu hissetse de, hızla bu hissi kafasından attı. Bu adam onun için sadece bir yabancıydı. Yıllardır aradığı can düşmanı. Annesinin katili. Uğruna türlü acılara ve işkencelere katlanmıştı. Sırf onu karşısındaki bir sandalyeye oturtacağı ve gözlerinin içine bakarak intikamını alacağı günün hayaliyle yaşamıştı. Sonunda o gün gelip çatmıştı işte. "Benim kim olduğumu biliyor musun?" Adam yavaşça başını iki yana salladı. Franco dişlerini göstererek bir yırtıcı gibi gülümsedi. "O kadının oğluyum. Hani şu gırtlağını kestiğiniz ve bunu yapmadan önce onu bağlayıp dizlerini parçaladığınız, sonra da bağırmasın diye ağzını bir bezle tıkadığınız zavallı kadının." Grigio'nun gözleri fal taşı gibi açılırken dudakları ufak bir soluk için aralandı. "O zamanlar sadece küçük bir çocuktum." diye devam etti Franco. "Annesinin katillerini aynı şekilde öldürmeye yemin etmiş bir çocuk. Sanırım artık yeteri kadar büyüdüm." "Ben..." "Sen... Çok şanssız bir adamsın Grigio çünkü bugün en iyi günlerimden birinde bile değilim. Gerçi öyle olsaydım bile sana merhamet eder miydim, emin değilim. Bugünü çok uzun zamandır bekliyorum." dedi Franco parmaklarını birbirine geçirip kütürdettikten sonra. "Yalvardığın takdirde işkencenin dozunu bir miktar azaltmayı düşünebilirim, ama ölümün kesinlikle yavaş ve acılı olacak." Son kelimeyle birlikte sesi buz kütleleri gibi soğudu." Buna kendini hazırlasan iyi edersin." Adam başını sallayarak gözlerini teslimiyetle kapatarak fısıldadı. "Umurumda bile değil." "Seni iyi duyamadım?" "Dedim ki," adam yeniden konuşmadan evvel susuzluktan çatlayan dudaklarını yalayarak yutkundu. "Senden korkmuyorum. Kaçmaktan yoruldum. Artık ne olacaksa olsun." Bu, beklediği yanıt değildi. Adamın salya sümük ağlaması ve onu affetmesi için ayaklarına kapanmasını beklemişti. İşleri onun için bu şekilde kolaylaştırması canını sıkmıştı. "Yıllardır korkak bir fare gibi saklanan biri için oldukça cesur sözler bunlar." "Önemsediğim insanlar için buna mecburdum." "Demek önemsediğin insanlar vardı." "Artık yok." dedi adam kararlılıkla. "O yüzden bana istediğini yapabilirsin." Bu gözler... Franco ona neden bu kadar tanıdık geldiklerini çözemiyordu. Sanki onu uzun zamandır tanıyormuş gibi, sanki o gözlere defalarca sevgiyle bakmış gibi hissetmekten kendini alamıyordu bir türlü. Üstelik adamın bir katile göre fazla onurlu ve korkusuz oluşu da kafasını karıştırıyordu. Onun yerinde bir başkası olsa çoktan ona yapacaklarının korkusuyla pantolonuna doldurmuş olurdu. Fakat adamın kendini öldürmesi için ona sunması Franco'nun iştahını kaçırıyordu. Adamın çenesini bırakarak yavaşça doğruldu. "Bu bir taktik mi Grigio? Sana yapacaklarıma razı olarak çekeceğin cezayı hafifletebileceğini mi sanıyorsun?" Franco cıkcıklayarak ceketini çıkarıp Carlos'a fırlattı. Sonra da beyaz gömleğinin manşetlerini teker teker çözüp kollarını sıyırmaya başladı. "Az önce de söylediğim gibi, yalnızca yalvardığın takdirde işkencenin dozunu azaltmayı düşünebilirim." Adam başını iki yana salladı. "Asla. Bana dilediğini yapabilirsin. Eğer bu annenin acısını hafifletecekse hiç durma." Franco ona öyle sert bir tokat attı ki adamın başı hızla diğer yana savruldu. "Sakın onun adını bir daha ağzına alma." Adam ağız dolusu kanı yere tükürdükten sonra başını yeniden ona çevirdi. Hâlâ yalvarmaya başlamamış veya küfretmemişti. Ne biçim herifti bu? "Acı çeken birini nerede görsem tanırım evlat. Acını gözlerinden okuyabiliyorum." "Kes sesini!" "Mademki sonunda öleceğim o halde dilediğim gibi konuşabilirim." Grigio ona kanlı dişleriyle gülümsedi. Adamlarından biri ona haddini bildirmek için öne atılınca Franco elini kaldırarak onu durdurdu. "Konuş o halde. Bana onu neden öldürdüğünüzü anlat? Bana masum bir kadının son anlarını anlat." "Hikâyenin tamamını dinleyecek kadar yaşamama izin vereceğini zannetmiyorum." Franco omuz silkti. "Belki de yanılıyorsun." Adam sessizce güldü. "Gerçekten bana inanacağını bilsem bir saniye bile düşünmezdim. Ama sanırım bu nefesimi boşa harcamaktan başka bir şeye yaramayacak." "Ben olsam denemekten çekinmezdim. Anlatacaklarını ilginç bulabilirim." "O halde son kelimesine kadar dinleyeceğine söz ver." Franco birkaç saniye düşündükten sonra başını bir kez salladı. "Pekâlâ, söz." "Önce şuna bir açıklık getirelim. Belki inanmayacaksın ama anneni ben öldürmedim." Franco'nun gömleğinin kolunu kıvıran eli aniden durdu. Gözlerindeki karalar öyle büyümüştü ki mavileri adeta yok olmuştu. Adamı yeniden tokatlamak için içinden büyük bir arzu duydu. Fakat onu dinleyeceğine söz vermişti. Bir ölüm mahkûmunun son arzusu olarak bu kadarını yapabilirdi. "Buna inanacağımı düşünüyor olamazsın." "Biliyorum ve senden bana inanmanı beklemiyorum ama gerçek bu." Franco sessiz kalınca adam devam etti. "Nikola yani katil sanarak öldürdüğünüz diğer adamla mahalleden arkadaştık. Evlendikten sonra üstüne üstlük bir de komşu olmuştuk. Gündüzleri aynı şantiyede çalışıyorduk." Lena'nın diğer katilinin ismini duyunca Franco'nun bedenindeki tüm kaslar aniden gerilmişti. "Fazla bir kazancımız yoktu. Bu yüzden akşamları bulabildiğimiz işlerde çalışarak faturalarımızı ödemeye çalışıyorduk. Bu çoğunlukla gece kulüpleri ve kumarhanelerdeki kapı güvenliği gibi basit işlerdi. Kazancımız bizi ne zengin ediyor ne de fakirlikten kurtarıyordu. Fakat buna mecburduk. Bakmamız gereken ailelerimiz, okuyan çocuklarımız vardı." Grigio kederle iç geçirdi. "Kızım ileride üniversite okumak istiyordu. Onu istediği okula gönderebilmek için para biriktirmem gerekiyordu. Fakat ay sonunu zor getiriyorduk. Ailemden borç istemekten bıkmıştım. Babamla aram pek iyi sayılmazdı ve ondan her para istediğimde benimle tartışıyordu." "Sadede gel." diye sertçe çıkıştı Franco. "Sabaha kadar acıklı hayat hikâyeni dinlemek istemiyorum." Adam pes bir nefes verdikten sonra sertçe yutkundu. "Biraz su içebilir miyim?" "Ona su verin." dedi Russo. Adamlar bir şişe suyu açıp içmesine yardım ettiler. Suyun çenesinden sızıp gömleğini ıslatmasını umursamadan kana kana içtikten sonra teşekkür ettiğinde Franco eliyle devam etmesini söyledi. "Borçlarımız yüzünden epey sıkışmıştık. Bu yüzden Nikola'nın bulduğu bazı... yasadışı işleri kabul etmekten başka çaremiz kalmamıştı." "Ne gibi işler?" dedi Franco kuşkuyla. "Bilirsiniz. Adam kaçırma, tehdit ve şantaj." Grigio'nun yüzü büyük bir günahını itiraf etmişçesine buruştu. "Basit ama tehlikeli işlerdi. Adamların mekânlarını basıyor, onlara bizi tutan adamların isimlerini verip, onlardan istediklerini yerine getirmedikleri takdirde başlarına gelebilecek kötü tesadüflerden bahsediyorduk. Acımasızcaydı ama aynı zamanda eğlenceliydi de. Çünkü korkuttuğumuz çoğu adam zaten pisliğin tekiydi." Grigio hafifçe güldü. "Ve birçoğu onlara yaptıklarımızı hak ediyordu. Ta ki son işe kadar her şey yolunda gitmişti." Grigio acı dolu bakışlarını ona dikince Franco'nun midesi alt üst oldu. Birazdan duyacaklarının hiç hoşuna gitmeyeceğini anlamıştı. "Bu defa korkutmamız gereken bir kadındı." dedi Grigio ve hemen ardından bakışlarını kaçırarak devam etti. "Nikola'ya işi kabul etmememizi, bizim bir kadını korkutabilecek adamlar olmadığımızı anlatmaya çalıştım. Ama beni dinlemedi. İşi çoktan kabul etmiş ve yüklü miktarda parayı ön ödeme olarak almıştı. İşi tamamladığımız takdirde diğer yarısını da alacaktı. Teklif edilen miktarı söylediğinde gözlerim yerinden çıkacaktı. Çok paraydı. Bizi uzun bir süre bu işlerden uzak tutacak kadar çok. O an içimden bir ses, bu işin sonunun iyi bitmeyeceğini fısıldadı. Ne olursa olsun o bir kadındı ve bu işten kolay kolay kurtulamayacağımızı hissediyordum." Franco gözlerini kısmış sessizce adamın anlattıklarını dinliyordu. İş dediği kadın annesiydi. Birileri Lena'yı korkutmak istemişti, öldürmek değil. Peki, o halde kim ve neden ona böyle işkence etmişti. "İşi kabul ettiniz." Grigio Franco'yu başıyla onayladı. "Bu işten sonra bir daha asla bu tarz şeylere bulaşmayacağımız konusunda Nikola'dan söz vermesini istedim. Artık kendimi aynada tanıyamıyordum. Ve gördüğüm adamdan nefret ediyordum. Çocuklarım ve karımın yüzüne bakmak her geçen gün biraz daha zorlaşıyordu." "Neredeyse sana acımaya başlayacağım." dedi Franco alayla. "Bunları bana acıman için anlatmıyorum. Benden gerçekleri istedin. İşte gerçek bu. O kadını yakalayıp zorla o depoya götürürken ne kadar pişman olduğumu bilmen gerek." Franco azı dişlerini kıracak kadar sıktı. Sıkılı dişlerinin arasından "Nasıl?" sözcüğü güçlükle çıkmıştı. Adam acı çeker gibi gözlerini yumdu. "Onu trafik ışıklarında kıstırdık. Arabasıyla bir yere gidiyordu. Ve yalnızdı. Bunu elbette önceki takiplerimizden biliyorduk. Trafik lambası kırmızıyken aniden arabasına bindiğimizde çığlık atamayacak kadar şaşırmıştı. Nikola ona silahını uzattı ve biz dur diyene kadar sürmesini söyledi. Kadın dediğini yaptı. Onu yönlendirdiğimiz yere gelene kadar bir yandan arkadaşıma yalvarmaya devam ediyordu. Çantasında çok para olduğunu, onu ve mücevherlerini alabileceğimizi, yeter ki onu rahat bırakmamızı söyledi. Bir oğlu olduğundan ve evde onu beklediğinden bahsettiğinde içimden küfrettim. Çünkü bizim de çocuklarımız vardı ve ne kadar yaptığımız iş kötü de olsa, biz kötü insanlar değildik." "Hâlâ ikna olmuş değilim Grigio." Adam onu duymazdan geldi. "Nikola'nın tek amacının çabucak onu bizden istenen yere götürmek sonra da defolup gitmek olduğunu anlamıştım. Kadını teslim ettikten sonra işimiz bitecekti. Ama öyle olmadı." Grigio başını iki yana sallayıp dudaklarını sıktı. "Eve vardığımızda kapıyı bizi tutan kişi açtı. Ancak bize paramızı vermek yerine kadını bir sandalyeye oturtmamızı ve onu sıkıca bağlamamızı emretti." Franco hikâyenin bundan sonraki kısmını duymak istediğinden emin değildi. Yine de annesinin son anlarını dinlemekten kendini alamıyordu. Carlos neler hissettiğini anlamışçasına bir elini omzuna koyup sıkınca Franco kurtulmak için silkinip öne doğru bir adım attı. "Sonra ne oldu?" Grigio cevap vermedi. Başını yere eğmişti. Omuzları sessiz hıçkırıklarla sarsılırken Franco adamın saçlarından tutup başını kaldırdı. Sicim gibi gözyaşları adamın kanlı suratında koyu lekeler bırakıyordu. "Sana, sonra ne oldu dedim?" "Onu bağladık." dedi adam hıçkırarak. "Lanet kadını bağladık ve onun... onun kadına dilediği gibi işkence etmesine izin verdik." Lanet olsun! Franco'nun öfkesi bir kasırga bulutunun arasındaki şimşekler gibi aniden patlayınca adamı tutan eli biraz daha sıkılaştı. "Anlat! Kimdi? Anneme hangi adi herif işkence etti? KONUŞ!" Franco'nun sesi boşlukta yankılanınca adamlar birer adım geriye çekildiler. Russo bile bundan sonra adamı onun elinden kurtarabileceğinden şüpheliydi. "Franco!" diye uyarırcasına seslendi ancak Franco'nun öfkeden gözü hiçbir şeyi görmüyordu. "KONUŞ HADİ!" Franco adamın gırtlağına yapıştı. Öylesine sıkıyordu ki, adamın nefes alması bile bir mucizeydi. "Hangi adi herifti? Bana sizi tutan adamın ismini söyle!" Adam ellerinin arasında can vermek üzereydi. Teni mosmor olmuş, gözleri gözyaşları yüzünden kızarmıştı. Yine de dudaklarının arasından birkaç kelimeyi çıkarmaya uğraşıyordu. Russo öne atılıp onu durdurmayı denedi. "Yapma Franco. Onu öldürürsen hiçbir şey öğrenemezsin." Franco onu duymuyordu. Adeta transa girmiş gibiydi. Bir kâbus misali adamın boğazına çökmüştü. Şu an yüz adam gelse yine de adamı onun ellerinden alamazlardı. "Konuş Tanrı'nın cezası. Kimdi o adam?" Franco'nun elleri adamın dudaklarından dökülenleri anladığı anda aniden donup kalmıştı. Geri çekilerek yanlış anlayıp anlamadığını görmek için adamın yeniden konuşmasını bekledi. "Adam değildi." diye fısıldadı Grigio zorlukla nefes alırken. "Kadın. Anneni öldüren bir kadındı."
|
0% |