@sagetaylors
|
Sognare (Rüya) Oteli hafızasındaki görüntüsünden hiçbir şey kaybetmemişti. Yıllar içinde revize edilirken ana hatlarına sadık kalınan bina neredeyse yarım asırdır Lombardilere aitti. Büyükanne ve büyükbabasının son anına dek titizlikle ayakta tutmaya çalıştıkları bu özel yapı bir aile mirasıydı ve bir vakıf arazisinin üzerine inşa edilmişti. Uzun zamandır arazi için ödedikleri kira devlet ödeneğine katılıyordu. Ta ki, büyükanne ve büyükbabası artık oteli işletemeyecek kadar yaşlandıkları için bir huzur evine yerleşmeye karar verene dek. Son seçimlerden sonra değişen yeni belediye başkanının aldığı kararda, kontratın çoktan dolduğu ve sözleşmenin yenilenmemesi halinde mülkü boşaltmaları gerektiği bildiriliyordu. Mektubu ona gönderen yerel bir emlak şirketiydi. Mektupta Sohgnare'nin akıbeti hakkında söz sahibi olan kişiler olarak Daniella ve ağabeyi Luigi'nin ismi yazılıydı. Ve eğer derhal bir karar verilmezse her şey sona erecekti. Daniella ailesi için bu kadar değerli bir yerin yıkıldığını veya el değiştirdiğini düşünmek bile istemiyordu. Sognare Oteli eskiden kasabanın en gözde ve en kaliteli mekânlarından biriydi. Stella ve Gustavu için önemliydi. Tuhaf ama onun için de... Çocukluğunda anne ve babasıyla-henüz boşanmamışlarken- sık sık buraya gelir ve ağabeyiyle birlikte vaktinin çoğunu otelin arka bahçesinde geçirirlerdi. Partiler, kutlamalar, bayramlar, evlilik yıldönümleri gibi özel günlerde Sognare insanların bir numaralı tercihiydi. Stella ve Gustavu'nun nazik ilgisinden hoşnut olanlar oradan daima memnun ayrılırlardı. Otel mimari yapısı itibariyle de akıllarda kalıcı bir yer bırakıyordu. Fildişi rengindeki sütunlarıyla kemerli girişi, arka kısma kadar uzanan ve bahçeyi panoramik açıdan izleme şansına sahip verandasıyla, denize bakan odaları, otel tam bir 18.yüzyıl mimari harikasıydı. Büyükannesi ön bahçeyi beyaz krizantemler, ekinezyalar ve begonvillerle doldurarak insanlara görsel bir şölen sunuyordu. Ama otelin asıl sevilen yeri arka taraftaki kuş kafesini andıran kameriyelerdi. Yazın ikindi vakti kadınların beş çaylarını, akşamüstü ise erkeklerin iş toplantılarını yapmak isteyeceği türden bir yerdi. Hemen önlerinde Meksika fasulyesini andıran dev bir yüzme havuzu, düzinelerce meyve ağacı, akçaağaçlar ve daha aşağısındaysa kocaman yaşlı bir söğüt ağacı bulunuyordu. Büyükbabası her yaz söğüt ağacına kral tahtını andıran tahta bir salıncak asar ve Daniella'yı boş zamanlarında bıkıp usanmadan sallardı. İlk romantik genç kızlık hayallerini o salıncakta okuduğu kitaplar sayesinde kurduğunu anımsadı. Onun için çocukluğunun en mutlu anıları burada, Sognare'deydi. Şimdi onu bu kadar yalnız ve terk edilmiş görmek kalbine bir bıçağın saplanması kadar acı veriyordu. Arabasıyla bahçe yoluna yaklaşarak motoru kapatmadan dışarı çıktı. Büyük parmaklıklı dış kapı paslanmış ve yabani otlarla sarmalanmıştı. Otomatik bir mekanizması varsa bile bu haldeyken çalışması imkânsız görünüyordu. Ardına kadar açık olmasının bir tesadüf olduğunu düşündü. Belki de kapı yıllardır bozuktu. Arabasını içeri sürerek, aralarından çimenlerin fışkırdığı taşlık yolda ilerledi. Büyükbabası buradaki parke taşların denizaşırı bir ülkeden getirttiğini söylemişti. Tıpkı binanın iki yanında kule gibi uzanan sütunlar gibi kemik renginde olan taşlar mermer kadar parlak ve pürüzsüzdü. Etrafına hızlıca bir göz atmaya çalışınca ön bahçenin oldukça bakımsız olduğunu fark etti. Otelin üzerinde isminin yazılı olduğu altın harfler tıpkı girişteki tabela kadar solmuş ve paslanmıştı. Çocukluğunda gökkuşağını andıran renklerinin bir tekini bile etrafta görememek büyük hayal kırıklığıydı. Onların yerine her yeri bol miktarda saman renginde dikenli otlar ve karahindibalar sarmıştı. Tüm bunlara rağmen otel hala güzelliğinden bir şey kaybetmemişti. Tıpkı hiçliğin ortasındaki yaşlı bir gelin gibiydi. Suyu çekilmiş fıskiyeli süs havuzunun etrafından dönerek geniş Arnavut kaldırımının önünde arabayı park etti. Havuzun bir zamanlar dilek havuzu olduğunu sananlar, içini metal parayla doldururlardı. Şimdi ise içinde yalnızca yosun ve küf vardı. Binanın ana kapısına geldiğinde işlemeli kanatları ve ahşap panjurları inceledi. "Tanrım, çok güzelsin." diye mırıldandı güneş gözlüğünü tepesine iterken. Bina hatırladığından daha büyük ve heybetliydi. Evet, yaşlıydı ama ilk katı çevreleyen ince direkli geniş verandası ona çok zengin bir hava katıyordu. Bodrum katını da sayarsak dört katlıydı. Çatısı ikinci katın yarısına kadar uzanıyordu. Çok fazla odası var, diye geçirdi içinden. Şimdiden perdeleri sıkı sıkıya örtülmüş Fransız stili, üstü oval camlardan tam yirmi tane saymıştı. Bu kadar camın temizlenmesi ve perdelerin asılması epey zamanını alacaktı. Binanın etrafında bir tur atma işini sonraya bırakıp ön kapıya ilerledi. Kapıyı çalmak saçma olacağından sadece açık olup olmadığını kontrol etti. Elbette değildi. Etrafta anahtarın saklı olabileceği bir yer arıyordu ki arkasından gelen bir ses onu korkuttu. "Birine mi bakmıştınız, signora (hanımefendi)?" Daniella duyduğu erkek sesiyle aniden sıçrayarak arkasını döndü. "Yüce Tanrım." dedi küt küt atan kalbini susturmak için elini göğsüne bastırarak. "Beni korkuttunuz bayım." "Özür dilerim." dedi adam hiç de öyleymiş gibi görünmeden. "Önemli değil. Ben, ben sadece burada yalnız olduğumu sanmıştım." "Geldiğinizi uzaktan gördüm ama size yetişemedim. İsmim Camillo Mancini. Bu otelin satış ve pazarlama işiyle ilgilenen gayrı menkul danışmanıyım," diyerek ceketinin cebinden çıkardığı bir kartviziti uzattı. Daniella kartı aldı ancak inceleme gereği duymadı. Aklı adamın söylediği son cümleye takılmıştı. "Ayrıca civardaki en iyi emlak ve yatırım uzmanlarından birisiyim." Daniella adamı kısaca inceledi. Uzun ve ince yapılı biriydi. Muhtemelen otuzlarının başında olmalı diye düşündü. Bu sıcakta koyu renk bir takım giyecek kadar da işini önemsiyordu. Keşke terlememenin de bir yolunu bulabilseydi. Adamın yüzü ve ensesi sırılsıklamdı ve güneşin altında bir tereyağı gibi erimek üzereydi. "Memnun oldum Bay Mankini." "Mancini." Diyerek düzeltti onu adam. "Ah doğru. Affedersiniz." Daniella karttaki ismi yeniden okudu. "Sanırım beni hatırlamadınız? Sizinle telefonda konuşmuştuk. İsmim Daniella Lombardi." Adamın el sıkışması da kendisi gibi zayıftı. Üstelik avuç içleri ıslak ve kaygandı. Daniella'nın rahatsızlığını fark etmiş olacak ki, cebinden kumaş bir mendil çıkarıp ellerini ve saç diplerini hızla kurulamaya başladı. "Affedersiniz ama hatırlayamadım." Daniella adamın mendiline uzaydan gelen bir yaratıkmış gibi bakmaya devam ederken adamı son anda duyabildi. Bu zamanda hala kumaş mendil kullanan kalmış mıydı? "Stella ve Gustavu Lombardi'nin torunuyum." Adamın fındık kadar olan gözleri birden kocaman açılarak ona şaşkınlıkla baktığında Daniella acaba İngilizce mi konuştum diye merak etti. Uzun zamandır Amerika'da yaşadığı için ana diliyle ilgili fazla pratiği yoktu. "Bay Mancini?" "Şaşkınlığımı bağışlayın lütfen," dedi kafasını iki yana sallayan adam. "ama yanılmıyorsam Amerika'da yaşıyordunuz değil mi?" "Bu doğru." "Küstahlığımı mazur görün ama buraya kadar gelmenizi anlamaya çalışıyordum. Bir vekâletnameyle de bu işi kolaylıkla çözebilirdiniz." "Anlayamadım. Ne vekâletnamesi?" "Otelin satışı için elbette. Kardeşiniz bahsetmedi mi?" Şaşırma sırası şimdi Daniella'daydı. "Ben, yani biz, onunla son konuştuğumuzda bana bu fikrinden bahsetmemişti." diyerek yalan söyledi. Luigi ile görüşmeyeli aylar oluyordu. Onu en son ne zaman aradığını bile hatırlamıyordu. Noel'de veya Paskalya'da olabilirdi. Fakat bu kadar önemli bir şeyi ona danışmadan karar vermesine sinirlenmişti. "Size söylememesi tuhaf." dedi adam ince kaşlarından birini şüpheyle havaya dikerek. "Otelle ilgili kararımızı yüz yüze konuşuruz diye düşünmüştüm. Uçaktan iner inmez de doğruca buraya geldim." "Anlıyorum. Neyse, artık burada olduğunuza göre resmi işlemleri derhal halledebiliriz." "Sanırım ortada bir yanlış anlaşılma var Bay Mancini. Sognare satılık değil. Buraya onu satmak için gelmedim." Adam Daniella ona tokat atmış gibi irkildi. "Fakat otel için bulduğum müşteri..." "Müşteri mi?” Daniella kollarını kibirle göğsünde kavuşturarak savunma pozisyonu aldı. “Hissedarların ortak rızasını almadan oteli birilerine satışa mı çıkardınız yoksa?" "Ben... yani siz.. şey ben sanmıştım ki..." Adam giderek daha fazla terlemeye başlarken sertçe yutkundu. "Diğer ortak kesin olarak satmak istediğini söyleyince... satış için bütün evrakları hazır ve kaporanın ödendiğine dair elimde bir de belge var üstelik." Lanet olsun sana Luigi! Daniella başını hırsla iki yana salladı. "Bakın Bay Mancini, size oteli satmak istediğimizi söylediğimi hatırlamıyorum. Benden teyit almadan işlemlere başlamanız büyük saçmalık. Sognare'yi kendim işletmek istiyorum. Ve kararım kesin. New York'tan buraya kadar da bunun için geldim." "Bu oldukça karışık bir durum." Adam terli kafasını kaşıdı. "Taraflardan biri satmak isterken diğeri istemiyor. Beni nasıl zor bir duruma düşürdüğünüzün farkında mısınız? Müşterim bundan hiç hoşlanmayacak." "Üzgünüm ama bu benim sorunum değil. Erkek kardeşimle uzun zamandır görüşmüyoruz, dolayısıyla kararından haberim yoktu. Keşke ona para vermeden önce rızamı almak aklınıza gelseydi." "İyi ama..." "Bay Mancini lütfen!" diyerek onu susturdu Dani. "yorgunum ve içeri girmek istiyorum. Şimdi eğer müsaade ederseniz anahtarları alabilir miyim?" Daniella adamın kafasındaki çarkların dönmeye başladığını görebiliyordu. Biraz bekledikten sonra, "Peki ya kapora ne olacak?" diye sordu. "Eğer söylediğiniz kadar iyi bir yatırımcı olsaydınız ortakların tamamının imzası olmadan ödeme yapılmaması gerektiğini bilirdiniz. Dolayısıyla o parayı kardeşimden geri almak sizin işiniz." Daniella kendini gayet iyi ifade ettiğini düşünüyordu. Adamın söylediklerinden hiç hoşlanmadığını anlamak için yüzünün yüz farklı tonda kızardığını görmesine gerek yoktu. Bay Mancini'nin bir İngiliz'i andıran soluk teni şimdi öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Öfkesini hızla kontrol altına almaya çalışıyormuş gibi yutkunduktan sonra, "Bir yere kaybolmayın lütfen." dedi. "ben hemen dönerim." Adamın koşar adım uzaklaşıp binanın arka tarafında gözden kaybolmasını izleyen Daniella iç geçirdi. Şimdilik adamı atlatmış olabilirdi ancak sorun tamamıyla çözülmüş sayılmazdı. Luigi'nin ona sormadan oteli satmaya kalkıştığına inanamıyordu. Kaldı ki, büyükanne ve büyükbabasının da bu karardan haberi olduğunu zannetmiyordu. En kısa zamanda onlarla ve Luigi'yle konuşmalıydı. Sognare Lombardilere aitti. Ve Daniella yaşadığı sürece de öyle kalacaktı. Rahatlamak için çantasından kâğıt ve kalem çıkararak emlakçıyı beklerken bir yapılacaklar listesi hazırlamaya başladı. Plan yapmak onu daima sakinleştirirdi. Listenin en başına Luigi'yi aramayı ve bakımevine gitmeyi not aldı. Sonra da etrafında gördüğü eksikleri madde madde sıralamaya başladı. Her iki bahçenin de iyi bir bakıma ihtiyacı olacaktı. En fazla özeni isteyen ön bahçeydi. Müşteriler otele geldiğinde ilk olarak gördükleri şeyden etkilenmeliydi. Karşılama komitesi olarak rengârenk çiçekler ve tohumlar sipariş etmeyi bir kenara not etti. Onlar gelmeden evvel de kuru otları temizleyecekti. İlk katın pencerelerindeki camların birkaçının kırık olduğunu fark etmişti. Tabelaları renklendirmek için boya ve aydınlatma direkleri için lambalara ihtiyaç vardı. Karanlıktan nefret ederdi. Bu yüzden içeride de değişmesi gereken ampuller olup olmadığını kontrol edecekti. Girişten itibaren yol boyunca ağaçlara renkli fenerler asmanın aydınlatmaya katkısı olabilirdi. Arabasını yanına park ettiği eski süs havuzunu da içini dolduracağı tropik balıklarla yepyeni bir Koi havuzuna çevirmek ilginç bir fikirdi. Bunları da defterine not ettikten sonra binanın çevresinde yürümeye devam etti. Otel yeniden faaliyete geçtiğinde bazı işler için fazladan elemana ihtiyacı olacaktı, ancak o vakte kadar tüm işi kendisi yapması gerekecekti. Yoksa tüm birikimi kısa sürede eriyip giderdi. Tabii tüm bunlar için için videolara, ondan önce de internete ihtiyacı olacaktı. Telefon hattı ve interneti bağlatması gerektiğini not aldı. Bazı geceler film izlemek isteyebileceğini düşünerek kablolu yayını da listeye eklese hiç fena olmazdı. Ondan sonra da... Konuşma sesleri işitince başını sesin geldiği tarafa çevirdi. İki erkeğin alçak perdeden tartıştıklarını duyduğunda çoktan o yöne yönelmişti bile. Bay Mancini'yi arka bahçede yaşlı bir adamla tartışırken buldu. Bu adam bahsetti müşteri olmalıydı ve bağırıp çağırarak konuşmasına bakılırsa adam otelin satılık olmadığını öğrendiğinde pek de mutlu olmamıştı. Adamı yatıştırmak ve sorularına cevap vermek için yanlarına gidebilirdi ama bunu yapmayacaktı. Ne de olsa bu onun problemi değildi. Mancini'yle tartışan adam altmışlarında olmalıydı. Kısa boylu ve tıknazdı. Kır saçlı başının tepesi çoktan kelleşmeye başlamış, yağlı göbeği pantolonunun kemerinden dışarı fırlamıştı. Öfkeli yüzü kaskatıydı ve sürekli "Troia!(sürtük)" diye bağırıp duruyordu. Daniella'nın bazı argo sözcükleri anımsayamaması ne kötüydü. Tartışma bittiğinde adam Daniella'yı fark edip ondan tarafa düşmanca bir bakış attıktan sonra hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Giderken emlakçıya ne söylediyse adamın suratı az evvelkinden daha kırmızıydı. Daniella'yı görür görmez yüzüne hızlıca bir tebessüm yerleştirmeye çalıştıysa da bunda pek başarılı olamamıştı. "Bayan Lombardi. Size beni beklemenizi söylemiştim." "O adam kimdi?" Daniella giden adamın arkasından bakmaya devam ediyordu. "Bay Colombo iyi bir müşterimdir. Fakat oteli satmaktan vazgeçtiğiniz için epey sinirlendi." "Size oteli satmak istediğimi hiç söylemedim ki." dedi Daniella meydan okuyan bir tavırla. Mancini buna cevap vermek yerine kendi kendine bir şeyler homurdandı. "Anahtarınız burada, gelin benimle." Birlikte karşılaştıkları kapıya geldiler. Adam kapıyı açıp geçmesi için bekledi. Daniella içerideki karanlığa rağmen derin bir nefes alarak adımını attı ancak bunu yapar yapmaz anında pişman olmuştu. Ağır ve keskin bir koku sert bir yumruk gibi yüzüne çarpmıştı. "Tanrım, bu koku da ne böyle?" "Muhtemelen yarasa pisliğidir." "Yarasa mı?" "Yarasalardan korkar mısınız?" Adam burnunu az önce terini sildiği kumaş peçeteyle kapatırken bıyığının kenarıyla belli belirsiz gülümsedi. "Bina uzun zamandır kapalıydı. Bu yüzden rutubet ve küf de mevcut tabii." "Daha çok fare ölüsü gibi kokuyor." "Olması muhtemel elbette." Daniella ürperdiğini belli etmemeye çalıştı ama ister istemez midesi bulanmıştı. Mancini bunu daha önce yüzlerce defa yapmış gibi otelin detaylarını -özellikle kötü yanlarını- vurgulayarak sıralamaya devam etti. "Alt katta mutfak, yemek odası ve kabul salonu var. Prizlerden hiç birine dokunmayın sakın. Elektrik tesisatı eski ve yenilenmesi gerekiyor. Ne zaman düğmelerden birini kaldıracak olsanız ampullerden bir kaçı patlıyor. Mutfak kısmında durum daha beter." dedi gül ağacından dolap kapaklarından birini açarken. "Fırın ve buzdolabını çalıştırmak istediğinizde kabloların yanmadığından emin olun. Bu bölgede sık sık elektrik kesintileri yaşanır. O yüzden tesisatı yeniledikten sonra bir güç dengeleyici reaktör ve jeneratör taktırmanızı tavsiye ederim." Daniella, "Jeneratör yok mu?" diye sorduğunda adam durdu ve ona yandan bir bakış attıktan sonra omuz silkti. "Varsa bile o kadar uzun zamandır kullanılmıyor ki çalışacağını zannetmiyorum." Mutfaktan çıkıp üst katın merdivenlerine geçtiler. "Peki ya telefon hattı?" "Şanslıysanız kablolar fareler tarafından kemirilmemiştir ve aboneliği yenilettiğiniz takdirde kısa sürede kullanıma açılacaktır. Tabii bunun için şehir merkezine kadar gidip başvuruyu bizzat yapmanız gerekiyor." "New York'ta bu tür işleri bir telefonla halletmek mümkün." "Livorno'da değil." "Anlıyorum." Daniella adamın bu kadar karamsar konuşması yüzünden öfkelenmeye başlıyordu. Niyetini anlamamak için aptal olması lazımdı. Ona tüm olumsuzlukları sıraladığı takdirde bu yerden kaçacağını sanıyor olmalıydı. Ancak Daniella'nın ne kadar inatçı ve kararlı biri olduğunu henüz bilmiyordu. "Alt katın camlarının neden kırık olduğunu biliyor musunuz?" "Bazıları sert rüzgârlardan bazılarıysa yağmacılar tarafından kırılmış olabilir." "Yağmacılar mı?" "Evsizler. Bilirsiniz. Boş mekânları çok severler." "Mülkü koruyan bir bekçi filan yok mu? Buranın vakıf arazisi olduğunu sanıyordum." Adam üst kata çıkan merdiven boşluğunda durup ona baktı. "Evet ama bina özel bir mülk. Ve sahipleri parasını ödemedikçe kimse burası için parmağını dahi kıpırdatmaz. Oteli işletmeye karar verdiğinize göre belki önce bir bekçi tutmak istersiniz." Daniella bu yorumu görmezden geldi. Üst kata çıktıklarında karanlık odaların kapılarını ardına kadar açık buldular. Zemin toz içindeydi. Kirliliği azaltmak için mobilyaların üzeri beyaz çarşaflarla örtülmüştü ama pek yararı olmamıştı. Üstelik üzerinde iriki ufaklı lekeler vardı. Daniella'yı en çok mutlu eden her odada küçük bir şömine olmasıydı. "Bunların her biri tek bir merkezi sisteme bağlı olmalı." dedi kendi kendine. "Böyle bir bina ancak bu şekilde ısıtılabilir." Daniella'nın şöminelere hayranlıkla baktığını gören Mancini dudaklarını büzerek yanına geldi. "Yine de o şeyleri yakmadan evvel iyi bir baca temizliği yaptırmanızı tavsiye ederim. Yoksa binayı tek bir kibritle tutuşturmanız işten bile değil." Daniella bıkkınlıkla iç geçirdi. "Merak etmeyin Bay Mankini, gerekli tedbirleri almadan bu binada tek bir mum bile yakmam." Adamın adını sırf gıcıklık olsun diye yanlış söylemişti. Karşılığında sinirlendiğini görmek ise içini ufak bir tatmin hissiyle doldurdu. Hiç tanımadığı bir adamın ondan nefret etmesine tahammül edemiyordu. Kasabada yeni gelenlere karşı bu kadar kötü davranıldığını hatırlamıyordu. Belki de yanılıyordu. Adamın ona Daniella'nın fark etmediğini sandığı zamanlardaki bakışları tıpkı kiler dolabının altından çıkan bir haşereye olduğundan farksızdı. "Güzel. Eminim kış gelmeden çatıyı da onarmak istersiniz." "Çatının nesi var?" "Kiremitler signora." dedi Mancini, peşinden gelmesini umarak koridora çıkarken. "Kırık kiremitler içeriye yağmur suyunun dolmasına neden olurlar. Gelin de göstereyim." Daniella son kattaki bir odaya girdiklerinde basık olan eğimli tavanı nedense sıcak ve samimi bulmuştu. Dörtgen olan odanın bir duvarı boydan boya camla kaplıydı ve balkonundan görünen eşsiz bir deniz manzarası vardı. Bu oda mutlaka benim olmalı düşündü. Kafasında hızlı bir hesap yaparak bir köşeye yatağını ve gardırobunu kurabileceğini, fazlalık eşyaları attıktan sonra diğer duvara ufak bir yazı masası ve tekli bir kanepe atabileceğini düşündü. Eğer diğer katlarda müşterileri kalacaksa, burası tam ona göreydi. Duvarlar ve yerler alt katların döşemeleri gibi ahşaptı ve iyi bir cilaya ihtiyacı vardı. Maalesef ki araları açılmış, aşınmış ve çoğu kısımlar yağmur suları yüzünden çürüyüp parçalanmıştı. Hüzünle cam kaplı bir vitrinin yanına gitti. İçindeki porselen demlik ve bir kahve fincanı seti olduğunu görünce aklına uzun zamandır kahve içmediği gelmişti. Stella'nın her perşembe kasabalılar için bahçede düzenlediği çay partilerini hatırladığında içi burkuldu. Muhteşem lezzetteki tatlı bonboloniler çay partilerinin vazgeçilmeziydi. Daniella'nın göğsü özlemle sıkışırken midesi de aynı anda açlıkla guruldadı. Hissettiklerinden bihaber olan adam "Gördüğünüz gibi," diyerek perdelerden birini havaya ağır bir toz tabakası kalkmasına yetecek şekilde hızla kenara çekti. "bina bakımsızlıktan neredeyse çökmek üzere. Bayan Lombardi, üzgünüm ama burası bir harabe." Daniella öksürmekten bir süre konuşamadı. Evde biriken yılların tozu ve kiri bir anda ciğerlerine oturuvermişti. "Evet, farkındayım." dedi sulanan gözlerini silerken. Adam kollarını göğsünde kavuşturarak kibirli bir halde karşısında dikildi. "Hala burada kalabileceğinizi düşünüyor musunuz?" Daniella adamın yanından geçip cam kenarına doğru yürüyerek denizin kayalıklara vurduğu noktaya ve karşı sahildeki belli belirsiz görünen gri adaya baktı. Ada ufkun ortasında yalnız fakat heybetli görünüyordu. Diğer takımadalardan uzakta, fırtınalara ve dalgalara rağmen tek başına ve hala ayaktaydı. Tıpkı Sognare gibi. Nasıl bir işin içine bulaştığının farkındaydı. Sognare onun eviydi. Ve Daniella ne olursa olsun evini ikinci defa terk etmeyecekti. "Daha iyisini yapacağım," derken gözlerinde yeni bir ışık belirdi. "Başkalarının da kalmak istemesini sağlayacağım." .............................. Hava kararmadan önce yapabildiği tek şey bavullarını dördüncü kata kadar taşımak sonra da yatağını ve eşyalarını koyacağı dolabı temizlemek olmuştu. Yanında getirdiği atıştırmalıklarla karnını doyurmuş, karanlık çökmeden elektrik tesisatını kontrol etmişti. Mancini bir konuda yalan söylemiyordu. Elektrik düğmelerini çevirdiği anda kablolardan garip sesler çıkmaya başlıyor ve birkaç lambanın patlamasına neden oluyordu. Bodrum katında bir jeneratör vardı ancak onun da yakıtı bitmişti ve gecenin bir yarısı benzin istasyonu aramak istememiş, bu yüzden alt katta bulabildiği bir kaç küçük mumla idare etmek zorunda kalmıştı. Binanın yüzde altmışının ahşap olduğu, dolayısıyla her an alev almaya müsait olmasından dolayı sabaha kadar gözüne uyku girmemişti. Neyse ki sular hala akıyordu da kısa da olsa bir duş alabilmişti. Tabii elektrik olmadığından suyun ısısı da kutuplardakine eş değerdi. Sabah uyandığında eskimiş bir şilte üzerinde yatmaktan beli ağrıyordu, şampuan yerine sabun kullandığı için saçları tiftik tiftik olmuştu ve uykusunu alamadığı için biraz huysuzdu. Fakat her şeye rağmen pırıl pırıl bir güneşin yatağını ısıtması içini umutla doldurmuştu. Dışarıdan gelen kuş cıvıltıları ve Ligurya Denizi'nin rahatlatan nağmeleri kulağına dolarken, ona yeni bir güne başladığının müjdesini veriyordu. Yeni hayatının ilk gününe hoş geldin. New York'taki kalabalık şehir hayatından farklı olarak burada seslerin kulağa daha berrak ve yalın geldiğini fark etti. Araya karışan araç kornaları veya insan sesleri olmadan doğayı bu şekilde dinlemek insanı rahatlatıyordu doğrusu. Odasına bağlı küçük balkona çıkarak bir süre manzaranın keyfini çıkardı. Karşısında uçsuz bucaksız gibi görünen denizi bölen ufak ada yine gözüne takılmıştı. Mavinin iki farklı tonu arasında duran hayaletimsi bir gölge gibi ona sinsice göz kırpıyordu. Hiç kolay olmayacak, dedi içindeki olumsuz ses. Burası gerçekten bir harabe. Ama başaracağına inanmak zorundaydı. Roma bile bir günde kurulmamıştı değil mi? Eğer Sognare'yi eski görkemli günlerine kavuşturabilirse potansiyeli gereği burayı dünyanın sekizinci harikasına bile çevirebilirdi. Tamam, biraz abartmıştı ama yine de bu güzelliği bir kez görenlerin yeniden gelmek isteyeceğine inanmak istiyordu. Aşağıda bir sahil olduğunu hatırlayarak bahçeye çıktı ve falezlerin kenarına kadar yürüyüp, kayalıkların arkasına saklanmış pirinç korkulukları buldu. Aşağıya kadar kıvrılan merdivenler bahçeyi kumsala bağlıyordu. Rüzgârın biraz sert estiğini fark edince üzerine şal aldığı için mutlu oldu. Dalgaların kıyıya çarptığı sahile indiğinde ayakları ipek gibi yumuşak kumlarla buluştu. Yanılmamıştı. Altın rengi kumsal hala eskiden olduğu kadar saf ve el değmemişti. Aradaki kayalık ufak koyu diğer sahilden ayırdığı için yabancıların istilasına uğramaktan kurtulmuştu. Eskiden olduğu gibi buraya bir kaç şezlong ve sazlık şemsiye alırsa misafirleri denizin ve kumun keyfini rahatlıkla çıkarabilirdi. Tüm bunlar artık benim, diye düşünerek gülümsedi. Hemen sonra ise sadece yarısına sahip olduğu aklına geldi. Bu sorunu derhal çözmeyi umarak dün gece yatmadan önce Luigi'yi aramış, fakat numarasının artık kullanım dışı olduğundan ona ulaşamamıştı. Ağabeyiyle ilişkisi daima uzak ve yüzeysel olmuştu. Bazı bayramlar telefonla konuşurken, bazen uzun zaman birbirlerinden haber alamadıkları oluyordu. Anne ve babaları boşandıktan sonra Daniella annesiyle Amerika'ya taşınmış, Luigi ise babasıyla burada kalmak istemişti ve o günden beri ilişkileri hep mesafeliydi. Luigi'nin yıllar içinde öfkesi hiç azalmamıştı. Onları terk ederek aileyi dağıtanın annesi olduğunu düşünüyordu. Daniella ise taraf tutmuyordu. Onun için önemli olan kimin haklı ya da haksız olduğu değil, ailesi için daha çok kimin çaba gösterdiğiydi. Ebeveynlerinin kavga etmelerinden daima nefret etmişti. Evlilikleri zamanla o kadar bozulmuştu ki, artık aynı evin içinde birbirlerine tahammül edemeyen iki yabancıya dönüşmüşlerdi. Son kavgaları büyüyüp de Anna gitmek istediğinde Mario ona engel olmamıştı ve kısa bir süre sonra da annesi boşanma davası açmıştı. Daniella ne kadar zor olduğunu, bazı durumlarda uzaklaşmanın iltihaplı bir yaradan kurtulmak kadar gerekli olduğunu biliyordu. Ürperdiği için şalına biraz daha sarıldı. Geçmişi kafasından atmaya çalışarak emlakçıdan aldığı numarayı tuşladı. Eski tanıdıklara ulaşamayınca kardeşinin yeni numarasını Bay Mancini'den istemek zorunda kalmıştı. Telefon uzun bir süre çaldıktan sonra nihayet ağabeyinin uykulu sesi bir küfür eşliğinde duyuldu. "Her kimsen, tanrının cezası saatin kaç olduğundan haberin olmadığın belli." "Aslında tam olarak dokuz otuz dokuz." Adam kısa bir an şaşkınlıkla duraksadıktan sonra öksürdü. "Küçük kardeş?" Luigi'nin onu tek seferde tanıması Daniella'yı şaşırtmıştı doğrusu. Ağabeyinin kafası her zaman biraz dumanlı olurdu ve uykudan uyandığı zamanlarda ise genele kendi ismini bile hatırlamazdı. "Seninle konuşmamız gerekiyor." "Beni nasıl buldun?" "Doğru soru bana numaranın değiştiğini neden söylemedin olacaktı." "Unutmuşum." diye geçiştirdi Luigi. Daniella bu konuda yalan söylediğini düşünmüyordu. "Hiç şaşırmadım." "Sabahın köründe beni aramanın nedeni azarlamak mı? Eğer öyleyse hiç havamda değilim." “Cazzo Luigi! (kahretsin) Ne sikim oluyor? Uyumak istiyorum. Hemen kapa şu lanet telefonu!" Arkadan bir kadının kaba sesini duyunca yalnız olmadığını anlamıştı. "Calmati (sakin ol) bebeğim! Lütfen! Umarım gerçekten önemli bir konudur ufaklık çünkü Sofia'yı uyandırdın ve eğer uykusunu alamazsa bütün gün huysuzlaşır." "O halde onu uykusuyla başbaşa bırakıp başka bir odaya geçsen iyi olur." "Bekle bir dakika." Çarşafların hışırtısı, kadının yeniden küfretmesi ve bir kapının açılıp kapanma sesi duyulduktan kısa bir süre sonra erkek kardeşinin sesi artık daha ayık geliyordu. "Ev arkadaşım biraz sinirli biridir ve bu kadar erken saatte uyandırılmaktan nefret eder." "Rahatsız ettiğim için üzgünüm. Sana dün gece ulaşmayı denedim ama eski numaran kapalıydı. Telefonunu Bay Mancini’den aldım." Telefonda bir şişenin kapağının açılma sesini duyduğunda Daniella ayakkabılarını eline almış kumsal boyunca yürüyüşüne devam ediyordu. Ilık meltemin tenini tatlı tatlı okşaması bu konuşmayı bir parça daha tahammül edilir hale getiriyordu. "Kim dedin?” “Sognare ile ilgilenen şu emlakçı bozuntusu.” “Ah evet. Ne olmuş? Yoksa otelle ilgili bir gelişme mi var?” “Evet var.” Daniella iç geçirirken burun kemerini sıktı. "Tamam. Bak, anlaman için kısa keseceğim. Sadece Livorno'da olduğumu haber vermek için aradım." Uzun bir duraksama oldu. Luigi'nin şaşırmış olduğunu varsaydı. Sanırım böyle bir şeyi beklemiyordu. Sonra, "Vay canına." diyerek güldü. "Bilseydim seni karşılamaya gelirdim küçük kardeşim." "Hayır gelmezdin." Sadece dalga geçiyordu. Daniella ona ihtiyacı olduğunu söylese bile kardeşi ucunda çıkarı olmadıkça onun için parmağını dahi kıpırdatmazdı. "Bunu yapmayacağını ikimiz de biliyoruz, o yüzden zırvalamayı kes." "Pekâlâ." dedi genç adam bozuntuya vermeden. "Şimdi neredesin peki? Buraya gezmek için filan mı geldin? Bak, eğer kalacak bir yere ihtiyacın varsa üzgünüm ama ben de Sofia'nın yanında kalıyorum. Ve az önce de bahsettiğim gibi o biraz şeydir. Bilirsin işte... sinirli. Üstelik misafirlerden de hiç hoşlanmaz." "Rahat ol, seni kalacak bir yere ihtiyacım olduğu için aramadım. Bunun için arayacağım son kişi bile değilsin." Luigi bu kez bozulmuş gibi bir süre sessiz kaldı. "Ne istiyorsun o halde?" "Şu anda kalacak bir yerim var ama yalnızca yarısına sahibim. Ve öğrendiğim kadarıyla diğer yarısını satmak üzereymişsin. Senden bu fikrinden vazgeçmeni istiyorum. Sognare'yi birlikte işletebiliriz." Ağabeyi kahkahalarla gülmeye başlayınca telefonu kulağından uzaklaştırdı. "Söylesene bu kadar komik olan ne?" "Aklını kaçırmış olmalısın. Çünkü bu tamamıyla saçmalık!" "Saçmalık filan değil. Şimdiye kadar senden en ufak bir iyilik dahi istemedim. Senin benden istediklerini de şu dakikadan itibaren hemen unutabilirim. Doğru duydun," dedi Luigi'nin hayrete düşmüş gibi çıkan sesi karşısında. "bir dakika içinde geçmişte bana ait olan tüm borçlarını silebilirim. Karşılığında senden tek istediğim oteli satmaktan vazgeçmen." "Sen cidden delisin." "En azından arkandan gizlice iş çevirmiyorum. Neden oteli satmak istediğini senden değil de bir yabancıdan öğreniyorum, söyler misin?" "Çünkü senin satmak istemeyeceğin hiç aklıma gelmemişti." "Ama istemiyorum. Üzgünüm Luigi ama o parayı iade etmek zorundasın." "İmkansız. Camillo ile iyi bir fiyata anlaştık. Ona oteli satacağımı dair söz verdim ve ben sözümden asla dönemem." "Kime ne söz verdiğin umurumda bile değil. Otelin yarısı benim ve ben de kendi payımdan vazgeçmiyorum. Büyük annem ve büyük babam oteli bize satalım diye vermedi. "Bu kadar duygusal olma lütfen kardeşim. Onlar artık birbirlerini bile hatırlayamayacak yaştalar. Oteli bize neden bıraktıklarını sanıyorsun? Onunla ilgilenmek istemedikleri için. Biz neden isteyelim ki?" "Kendi adına konuş. Ben o oteli istiyorum." "Neden? Orayı gördüysen eğer ne kadar bitik durumda olduğunu da anlamışsındır. Alacak birilerini bulmuşken bence o yıkıntıdan şimdi kurtulmamız en iyisi." "Biliyor musun, hala duygusuz bir piç kurusu olduğunu görmek midemi bulandırıyor." "Aptal olmaktansa duygusuz bir piç olmayı tercih ederim. Biraz kafası olan biri oradan hiç bir halt olmayacağını bilir. Ayrıca o satıştan gelecek paraya ihtiyacım var benim. Bir yığın insana borcum var." "Her şeyin para için olduğunu tahmin etmeliydim. Aslında otelin satılıp satılmaması umurunda bile değil, öyle değil mi?" "Bu seni hiç ilgilendirmez. Yıllar sonra buraya gelip bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemezsin." Luigi öfkelenmişti. Daniella da öyle. İstediğini alana kadar alttan alması gerektiğini biliyordu ancak sabrı taşmak üzereydi. "Sen de bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemezsin ve ben oteli satmak istemiyorum." "İyi o halde, bana parayı sen ver ve otel senin olsun." "Para mı?" Daniella afallayınca Luigi zayıf bir sesle güldü. "Neden o kadar şaşırdın? Madem o oteli bu kadar çok istiyorsun kesenin ağzını aç bakalım." "Ne kadar paradan bahsediyoruz burada?" Luigi ona rakamı söylediğinde Daniella sertçe yutkundu. "Ne oldu? Yoksa o kadar paran yok mu küçük kardeşim?” "Bana düşünmem için biraz zaman ver." Luigi içtiği -büyük ihtimalle alkollü bir içecekti- şeyden dolu dolu bir yudum aldıktan sonra, "Tamam." dedi. "Sana bir hafta mühlet. Parayı bul, oteli al. Aksi halde Camillo ile anlaşmamız geçerlidir." Daniella'nın bir şey söylemesine fırsat vermeden ağabeyi telefonu suratına kapatmıştı. Harika. Şimdi bir yerlerden para bulması lazımdı. |
0% |