Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.BÖLÜM: Kötü Sürprizler

@sagetaylors

 

 

İçeri girip, sırtını kapattığı kapıya yasladığında ucuz atlattığını düşünüyordu. Tanrım. Sessiz soluklarının arasında arabaların ardı ardına uzaklaşan motor seslerini dinlerken rahatlamanın verdiği his tüm bedenine yayıldı. Son araç da taşlık yolu terk ettikten sonra hızlıca mutfağa koştu. Kendine bir bardak su doldurup çabucak içerken yaşadıklarını sindirmeye çalışıyordu.

Sara'nın babası Antonio peşinde iki araba dolusu adamıyla birlikte az önce kızını almak için kapısına dayanmıştı. Adamın öfkesi neredeyse elle tutulur cinstendi. Etrafına korku salmak için tek yapması gereken gergin çenesi ve yumruk yaptığı elleriyle öylece durup onlara bakmaktı. Sonra da otoriter bir sesle Sara'ya arabaya binmesini söylemiş, genç kız da ikiletmeden babasının emrini yerine getirmişti.

Genç kız boynu bükük halde araç yolunda dikilen adamın yanından geçerken, "Onun bir suçu yok baba. Buraya kendi isteğimle geldim. Lütfen ona zarar verme." diyerek o kadar alçak sesle konuşmuştu ki, Daniella onu zar zor duyabilmişti.

"Sana arabaya bin dedim Sara." Adam onun sözünü kükremeyi andıran bir sesle kesmişti.

Zavallı Sara korktuysa bile belli etmemişti. Başını belli belirsiz sallamış, omuzlarını düşürerek Daniella'ya dokunaklı bir bakış atmış, sonra da Fabio'nun açtığı kapıdan içeri girmişti.

Antonio De Luca, Daniella'ya tek kelime etmemişti. Buna gerek yoktu zaten. Yaptığı gövde gösterisi niyetini açıkça ortaya koyuyordu. Bu ona, ailesi konusunda ikinci uyarısıydı. Daniella üçüncüsünde ne olacağını düşünmek bile istemiyordu.

Sanki bu olanlarla bir ilgisi varmış gibi.

Sanki Sara'yı oraya kendisi davet etmiş gibi...

Şimdi kızla hiç karşılaşmamış olmayı diliyordu.

Masaya oturup ağrıyan başını ellerinin arasına aldı. Bu deli saçması aileden de, onların tehditlerinden de bıkıp usanmıştı. Elinden geldiğince belaya bulaşmadan yaşamaya çalışıyordu. Buraya başka bir beladan kaçmak için gelmişken, nasıl olup da kendini saçma sapan olayların ortasında bulabildiğini bir türlü anlayamıyordu.

Önündeki tabağa bakarken Sara'nın çaresizliğini düşünmemeye çalıştı. Kızın gözlerinde gördüğü hüzün ve keder resmen içine dokunmuştu. Keşke onun için yapabileceği bir şeyler olsaydı. Ama ikisi için de en iyi şeyin birbirlerinden uzak durmak olduğunun farkındaydı. Franco'nun da dediği gibi, kendi işleriyle ilgilenmeliydi.

Adamı düşününce eli istemsizce ince bir sızı hissettiği ensesine gitti. Parmaklarının ucuyla ovaladığı yerde hafif bir şişlik vardı. Küfrederek başını kaldırdı.

Ah, lanet olsun.

Koşarak alt kattaki banyolardan birine girerek ışığı açtı. Boynunu görebilmek için ensesindeki saçları kenara çekti. Beceremeyince cep telefonuyla fotoğrafını çekmek için üst kata koştu. Yatağa oturdu. Sonra da fotoğrafı netleştirmek için büyüttü.

Ensesinde sinek ısırığına benzeyen bir kızarıklık vardı.

Franco'nun bir nefes kadar yakınında durmuş, gözlerinin içine bakarken onu nasıl etkisi altına aldığı anı hatırladı. Tıpkı bir sineğin örümcek ağına takıldığı anlardaki gibi hareketsiz kalmıştı. Adamın ses tonu, baştan çıkarıcı kokusu başını döndürürken, adi herif ona uyuşturucu vermişti demek.

Ona dokunan, saç diplerinde arzuyla gezinen parmaklarında hissettiği soğukluğun sebebinin adamın taktığı gümüş yüzükler olduğu sanmıştı. Neden bir anda sersemlemeye başladığını ve uykusunun geldiğini şimdi anlıyordu. İğne. Muhtemelen o şık yüzüklerden birindeydi. Onu bayıltmış, sonra da hayal gücünün bir eseri olduğunu sanması için gitmeden evvel arkasındaki bütün izleri yok etmişti.

"Orospu çocuğu."

Küfrederek telefonu bir kenara fırlattı. Karşısındaki boy aynasındaki yansımasına bakarken öfkeden zorlukla nefes alabiliyordu. Gözü Franco'nun dün gece oturduğu koltuğa kaydı. Adamın oraya nasıl da tahtındaki bir kral gibi yayıldığını, efsunlu gözlerini üzerinden bir saniye bile ayırmadığını hatırladı. Sonra sessiz bir yırtıcı gibi üzerine gelmiş, onu suçlamış, tehdit etmiş ve gitmişti.

Peki, ama bayıltmasının sebebi neydi?

Polise gitmemesi için mi?

Daniella'nın cezaevinden kaçtığını -içinden bir ses adamın bunu ilk defa yapmadığını söylüyordu- ihbar etmesinden mi korkmuştu?

Sebebi ne olursa olsun bunu yapmaya hakkı yoktu. Kendini ne zannediyordu bu herif? Anlamayacağını mı sanmıştı? Eğer öyleyse aptalın teki demekti.

Yataktan kalkmak üzereyken arka cebinde bir şeyin onu rahatsız ettiğini hissetti. Kot pantolonunun ceplerini yokladı ve bir şey dikkatini çekti. Cebinden çıkardığı serçeparmağı boyutundaki şeyin ne olduğunu anladığı anda onu oraya kimin koyduğunu da anlamıştı.

Bu bir taşınır bellekti.

Sara.

.........

Yetmiş sekiz... Yetmiş dokuz... Seksen...

Kapı ısrarla vurulduğunda Franco ikinci yüzlük barfiks setini tamamlamak üzereydi.

Duymazdan gelerek çaprazladığı ayaklarıyla kendini yukarı çekmeye devam etti.

Arka fonda eski bir Fransız şarkısı çalıyordu. Bu annesinin en sevdiği şarkılardan biriydi. Eskiden uyumadan önce onun sesinden dinlemeye bayılırdı. Şimdi, yalnızca plaklardan dinleyebiliyordu.

Boş zamanlarında ve özellikle kafasını boşaltmak istediği anlarda yaptığı en iyi şeylerden biri spor yapmaktı. Diğeri seksti, ancak son zamanlarda canı seks yapmak istemiyordu.

Düzeltme: herhangi biriyle seks yapmak istemiyordu.

Bir çift isyankâr mavi göz düşlerini esir alırken yapamazdı.

Seksen bir...

Seksen iki...

Bütün kasları acırken ve vücudu terden sırılsıklam olmuşken bile lanet olası aklını bir türlü o kadından uzaklaştıramıyordu.

Son bir saattir kafasını dağıtmak için bulabildiği her yöntemi deniyordu. Kasları yaptığı her egzersizin ardından isyan ediyor, kolları, sırtı adeta ateşe verilmiş gibi yanıyordu. Fakat ne koşu bandının hızlı temposu, ne de her zaman deşarj olmasını sağlayan kum torbası kadının yatağında uzanmış uyurken ki görüntüsünü hafızasından silmesine yardımcı olmuyordu.

Onu bayıltmak istememişti, ancak buna mecburdu.

Kadının evine girmeden önce hakkında küçük bir araştırma yapmıştı. Onun bir Lombardi kızı olduğunu, buraya satılmak üzere olan eski bir oteli yeniden faaliyete geçirmek için geldiğini biliyordu. Yani, anlattıklarının hepsi doğruydu.

Büyükannesi ve büyükbabası artık bir bakımevinde yaşıyorken ve onların dışında hayattaki tek akrabası ortalarda pek görünmeyen kumar düşkünü babası ve hayırsız abisiyken kadının bunu neden yaptığına anlam veremiyordu.

Ailesi küçük yaştayken boşanmış ve kardeşler anne babalarıyla farklı hayatları savrulmuşlardı. Bildiği kadarıyla Daniella o günden beri Livorno'ya hiç dönmemişti. New York'ta düzenli bir işi ve hayatı varken aniden neden buraya geldiğini merak ediyordu. De Lucalarla olan hızlı yakınlaşması ve kimsenin yapamadığını yaparak Nonna'yı ona getirecek kadar cesur olması da Franco'nun dikkatini çeken bir başka nedendi.

Arkasında bir güç olmadan bu kasabada yaşayan hiç kimse De Lucalara kafa tutma akılsızlığını yapmazdı. Bu yüzden başta kadının Meksikalıların adamı olduğunu sanmıştı. Adamlar uzun zamandır onunla bir anlaşmaya varmaya çalışıyordu, ancak Franco’nun şartları ağırdı ve ikna edilmesi zordu. Adamların daha yeni bir oyunu olduğunu düşünmüştü. Ancak istihbaratı ona kızın ne Mexikalılarla ne de onların yakınlarıyla biriyle ilişkisi olmadığı bilgisini vermişti.

Fakat bu onu kendini deşifre etmek uğruna gizlice kadının evine girmekten alıkoymamıştı.

Çünkü kim ne derse desin tesadüflere asla inanmazdı.

Daniella'nın da onu araştırdığını öğrendiğinde şaşırdığını söyleyemezdi. Bunu elbette bekliyordu. Fakat buldukları, eski gazete kupürlerinden fazlası değildi. Ve evdeki her şey kadının zararsız olabileceğine kanaat getirmesine neden olmuştu. Onunla tartışmak keyifli, enerji verici ve kesinlikle kışkırtıcıydı. Yine de sohbet bittiğinde onu bir rüya gördüğüne inanması için bayıltmıştı.

Ardında onun için çok fazla ipucu bıraktığının farkındaydı. Fakat akıllı bir kadınsa, verdiği mesajı çabuk anlar ve ondan sonsuza dek uzak dururdu.

Son uyarıyı kendine de hatırlatırken çalışmaya devam etti.

Doksan dört... Doksan beş... Doksan altı...

Güm! Güm! Güm!

Lanet olası kapı ısrarla çalmaya devam ederken nasıl yaptığı işe konsantre olabilirdi ki?

Dişlerini sıkarak kendini çektiği demir çubuğun üzerinde birkaç saniye asılı kaldı. Titreyen bedenine ve seğiren kaslarına son bir acı yaşattıktan sonra da bedenini serbest bırakarak ayaklarının üzerine indi.

"Gir!"

Kapı aralandı ve bir kolu askıda olan adam özür dilercesine başını içeri soktu. Franco gri üniforma giyen gardiyana göz ucuyla baktıktan sonra gidip kendine temiz bir havlu aldı. Adam başını kaldırıp onunla yüzleşmeye korkuyormuş gibiydi.

"Önemli bir şey olsa iyi olur Maurizio." Adama sertçe çıkıştıktan sonra saçlarını kurulamaya devam etti. "Bölünmekten hoşlanmadığımı biliyorsun."

Gardiyanın çürüklerle yeşile dönmeye başlamış yüzü, aniden kolundaki alçı gibi bembeyaz kesilmişti.

"Rahatsız ettiğim için üzgünüm efendim ama "dedi güçlükle yutkunduktan sonra. Sesindeki titreşimlere bakılırsa boğazı hâlâ acıyor olmalıydı. "şu size kafayı takmış müfettiş yanında bir adamıyla birlikte gelmiş ve sizinle görüşmek istiyor."

"Moretti mi?" Adam başını evet dercesine hızla salladı. "Ne istiyormuş?"

"Detay vermeyi reddetti. Yalnızca yürüttüğü bir soruşturmayla ilgili olduğunu söyledi."

Franco yarım ağız bir gülümsemeyle havlusunu boynuna astı. Sonra da buzlu içeceğinden bir yudum almak için yatağının yanındaki komodine yürüdü. Odada meşe ağacından yapılmış karyolayla uyumlu bir gardırop, yazı masası ve bir de kitaplık vardı.

"Onları görüş odasında beklet." derken çekmeceden daha büyük bir havlu alarak köşedeki cam kabine doğru yürüdü. "Duş aldıktan sonra geliyorum."

Adam başıyla onaylayıp odadan aceleyle çıkarken Franco altındaki şorttan kurtularak soğuk suyun altına girdi.

Gorgona uzun zamandır onun için bir hapishane olmaktan çıkmıştı. Burası artık onun yaşadığı yer, bir ev, hükmettiği imparatorluk, düşmanlarına karşı korunaklı bir kaleydi. Adadaki tek binaydı. Görünüşte devlete aitti. Ancak insanlığın geri kalanı gibi elbette içindekiler de satılıktı.

Buradaki mahkûmlar para için kendi babalarını bile öldürürlerdi. Geriye kalan bir avuç gardiyan ise devletten çok onun için çalışıyordu. Neden çalışmayacaklardı ki? Franco'da onların ihtiyacı olan iki şey vardı. Para ve güç. Burada akla gelebilecek her türlü ihtiyaçları gideriliyordu. Gorgona'ya düzenli olarak gelen ve açıkta bekletilen gemilerden sandıklar dolusu malzeme ve mühimmat onları buranın kralı yapıyordu. Karşılığında tek yapmaları gereken onun sözünden çıkmamak ve birkaç ayda bir gelen müfettişleri atlatmaktı o kadar. Sadakat konusunda bir köleden bile daha itaatkârlardı. Ona ihanet etmeye kalkışırlarsa bedelinin köpekbalıklarına yem olmak olduğunu bilecek kadar da akıllı.

Müfettiş Moretti, Franco'nun kurduğu düzenden şüphelenen ve onun üstüne gidecek kadar cesur tek kanun adamıydı. Kim bilir bu sefer hangi taşın altından çıktığını iddia edecekti.

Temizlendikten sonra üzerine ütülü bir pantolon ve gömlek giyerek misafirlerini karşılamaya gitti.

İçeri girdiğinde orta yaşının üzerindeki kır saçlı adamı pencereye dönük halde manzarayı izlerken, daha genç olan yardımcısını ise yanında dikilirken buldu. Adamı ilk kez görüyordu. Moretti genellikle yalnız çalışırdı.

"Beyler. Sizi buraya hangi rüzgâr attı?"

"Selam Bebek Yüz." Müfettiş içeri girdiği anda hızla arkasını döndü.

"Bu defa yalnız gelmemişsin." Franco elleri ceplerinde ağır adımlarla onlara doğru yürüdü.

"Tanıştırayım. Bu yardımcım Fernando Costa."

"Memnun oldum Bebek Yüz."

"Bana Franco demeniz yeterli." Franco sinirlendiğini belli etmeden masaya yaklaşarak bir sandalye çekti. "O lakabı yıllardır kullanmıyorum." Oturduktan sonra ayak bileğini dizine atarak rahat bir pozisyon aldı.

Moretti yardımcısına kısa bir bakış attıktan sonra karşısındaki boş sandalyeye oturdu. Franco iki adamı da göz hapsinde tutmaya özen gösteriyordu. Bulundukları odanın kameralarla donatılmış olmasının veya konuşmalarının kayıt altına alınmasının bir önemi yoktu. Sonradan izleyebilecek olsa bile, o an en ufak bir detayı bile kaçırmak istemiyordu.

"Ziyaretinizi neye borçluyum beyler? Herhalde önemli bir şey olmasaydı buraya kadar zahmet etmezdiniz, yanılıyor muyum?"

"Bu kadar sabırsız olduğuna göre, epey yoğun olmalısın." Moretti yardımcısına dönmeden başıyla bir işaret yapınca, genç adam iç cebinden çıkardığı zarfı ona uzattı. Müfettiş zarfın içinden beş adet fotoğraf çıkarıp masaya yaydı.

"Ne derler bilirsiniz. Vakit nakittir. İkisini de boşa harcamayı sevmem."

Costa, "Burada vakitten bol bir şeyiniz olmamalı." dediğinde Franco genç adama dik dik baktı.

Müfettiş boğazını temizleyerek araya girdi. Bu konuşmanın bir düelloya dönüşmesini istemiyordu. "Her neyse. Konumuza dönelim. Bu resimlerde son aylarda öldürülen beş erkek cesedi var. Hepsi de birbirine yakın zamanlarda ve benzer şekillerde öldürülmüşler."

Franco göz ucuyla resimlere bir bakış attıktan sonra yeniden dikkatini adama verdi.

"Adamların yüzü kan içinde müfettiş," dedi omuz silkerek. "onları bu şekilde teşhis etmem mümkün değil."

"Senden kimliklerini tespit etmeni istemiyoruz."

"Costa!" Müfettişin uyaran ses tonu genç olanı dizginlemiş görünüyordu. "Boğazları kesilerek öldürülmüşler. Öncesinde dizleri ve yüzleri parçalanmış. Birkaçının gırtlağı kesilmeden önce kendi dişleriyle boğulduğunu düşünüyoruz."

Franco adama tek kaşının altından sabırsız bir bakış attı. Parmakları yavaşça bileğindeki lastiğin etrafında dolanmaya başlamıştı.

"Adamların hangi örgüte ait olduklarını tespit ettik." diye devam etti Moretti. "Bunun bir çete içi hesaplaşma olduğunu düşünmemiz için her şey düşünülmüş."

"Fakat biz öyle olmadığına eminiz." dedi Costa yeniden.

Franco'nun bakışları Moretti ve ikisinin arasında gidip geldi. Sonra yüzüne hafiften şeytanı bir sırıtış yerleşti. Ardından bu gülümseme odayı dolduran alaycı bir kahkahaya dönüşünce iki adam merakla bakışmaya başladı.

"Yüce Tanrım." dedi Franco buna bir son verdiğinde. "Onları benim öldürdüğümü düşünmüyorsunuz değil mi?"

Moretti arkasına yaslandı. Yüzünde ihtiyatlı bir ifade vardı. Costa'nın yüzü ise gergin, bakışları sabitti. İkisi de cevap vermekten kaçındı.

Franco sonunda dayanamayıp ayağa kalktı. "Umarım bu saçma fikirlerinizden herhangi birine bahsetmemişsinizdir Müfettiş. Yoksa ikinizin de rozetini alıp sizi buradan pek de farkı olmayan bir akıl hastanesine tıkmaları an meselesi olur."

Franco gülmeye devam ederken Costa yumruklarını sıkarak bir adım öne çıktı. Moretti kolunu uzatıp onu durdurdu.

"Öldürülme şekilleri sana da bir şeyleri anımsatmıyor mu Franco?" Adam doğrudan gözlerinin içine bakarken Costa arkasından çarpık şekilde gülümsüyordu. "Dosyanda bu şekilde öldürülen iki kişi daha olduğunu biliyorsun. Bunlardan birisi annendi." Franco'nun gözleri tehlikeli bir şekilde kısıldı. Burun delikleri genişlerken öfkesi sıkılı yumruklarına yansımıştı.

"Diğeri de onun katiliydi. Annenin katilini benzer şekilde öldürdüğünü hepimiz biliyoruz. Yanılıyorsam söyle ama aynen bu resimlerdeki gibi elleri arkasından bağlanmış ve susturulmak için ağzına bir şeyler tıkılmıştı."

"Kravat." diye fısıldadı Franco. Sesinin titrememesi için kendine güçlükle hâkim oluyordu. "Ağzına tıktığım şey lanet bir kravattı."

Costa, "Dizlerini parçaladıktan sonra mı yaptın bunu yoksa önce mi?" diye sorunca Franco bileğindeki lastiği çekip sertçe bıraktı.

Gözlerini kapatarak teninde hissettiği acıya yoğunlaştı. Acı, öfkesini manipüle ederken konsantre olmasını kolaylaştırıyordu.

Gözlerini yeniden açtığında bedenini öfke de dâhil hissettiği tüm duygulardan arındırmayı başarmıştı. Artık hissettiği her şeyin yerinde saf acı vardı.

"Raporlarda yazanı mı duymak istiyorsunuz dedektif yoksa gerçeği mi?" dediğinde ikili şaşkınlıkla ona bakakaldı. "Belki de nasıl olduğunu en baştan dinlemek istersiniz. Annemi katleden orospu çocuğunun boyu benden epey uzundu. O yüzden şartların eşitlenmesi gerekiyordu. Golf sopası diz kapaklarını parçalara ayırıp onu benimle aynı hizaya getirmek içindi. Tabii bu ayrıca onun kaçmaması için de bir önlemdi." Başını eğerek iki adama dikkatle baktı. Bakışlarındaki soğukluk ikisini de ürpertmişe benziyordu. "Üstelik bu şekilde çok daha zavallı görünüyordu."

Franco ayağa kalkıp odanın içinde gezinmeye başlayınca müfettiş gerginlikle arkasına yaslandı. "Ağlıyordu. Hayatının bağışlanması için yalvarıyordu. Kan ve kusmuk dolu ağzından çıkan sesi midemi bulandırmıştı. Golf sopasının ikinci hedefi lanet sesini kesmek için çenesiydi. Ama bitmiyordu. Hâlâ iniltilerini duymaya devam ediyordum. Ben de sesini kesmek için kravatını boynundan söküp ağzına tıktım. Yani evet dedektif, sanırım bacaklarını kırdıktan sonraydı." dedi genç adama bakarak. "Yüzüstü yere kapaklandığında artık hareket edemiyordu. O noktadan sonra ellerini arkasından bağlamak biraz gereksizdi sanırım."

Adamların karşısında dikilip gözlerinin içine sırayla baktı. Soğukkanlılığı ikisinin de kanını dondurmuşa benziyordu. "Boğazının nasıl kesildiğini de duymak istiyor musunuz?"

"Bu itirafların hiçbiri dosyanda yazmıyor." Yeni yetme dedektif yutkunmadan önce söylediği sözlerle kaşlarını çattı. Yüzünde her an kusacakmış gibi acılı bir ifade vardı.

"Belki yazmıyordur. Ama böyle olduğunu düşündüğünüzü biliyorum. Bu yüzden burada değil miyim? Cezamı çekmek için."

"Bu olanlarla bir ilgin var mı Franco?" Soru Moretti'den geldi. "Cinayetleri sen işlememiş olabilirsin ama herhangi biriyle bir bağlantın varsa bilmek istiyorum."

"Bu dört duvarın arasında ilgilendiğim tek şey sabretmek ve cezamın biteceği günü beklemek Müfettiş. Zaten başka türlüsü benim için oldukça güç olurdu."

Franco'nun yüzünde muzır bir gülümseme vardı. Adamların ona inanmadığının farkındaydı ama hiçbir şeyi ispatlayamazlardı.

Moretti, "Anlattıklarını on altı yaşında bir çocuğun yapabileceğine inanmak da güç." dediğinde Franco'nun yüzündeki tebessüm hızla soldu.

"Bence bu görüşme yeterince uzadı." Franco kapıya yöneldi. "Hapiste olan ve uzun bir süre de buradan çıkamayacak bir adamla vaktinizi boşa harcamak yerine, gidip dışarıda gerçek katilleri arayın."

Müfettiş yarım bir gülümsemeyle başını bir kez salladıktan sonra, "Gidelim Costa." dedi. "Şimdilik buradaki işimiz bitti."

Franco odasına geri döndüğünde kapısında nöbet tutan gardiyanlardan biri bir adım öne çıktı.

"Bay De Luca, içeride bayan bir misafiriniz var."

"Tanrım, yine mi?" Kapıyı sertçe açtığında yatağında oturan kadını görünce önce afalladı, ardından kaşları öfkeyle çatıldı. "Yine ne istiyorsun Lorenna?"

.........

O kadar çok ağlamıştı ki, gözleri yerinden çıkacakmış gibiydi. Göz pınarlarının şimdiye dek çoktan kurumuş olması gerekiyordu ama hâlâ ara sıra akmaya devam ediyorlardı.

Yağlanmış saçlarını yüzünden çekerken kaç gündür burada kapalı kaldığını düşünüyordu ama hiçbir fikri yoktu. Karanlık bodrumda gece ve gündüz kavramının unutalı çok olmuştu. Koridorda sürekli yanan bir ışık vardı ancak sadece kapının altından sızdığı kadarını görebiliyordu.

Babası onu Daniella'nın yanında bulduktan hemen sonra eve getirmiş ve cezasını kestikten sonra buraya kilitlemişti. Daha önce yapmadığı bir şey değildi. Bu yüzden burada olmayı umursamıyordu artık. Sadece bu kez...

Sızlayan koluna dokundu. Aradan günler geçmesine rağmen ağrımaya devam ediyordu. Aşağılık herif onu öyle kötü dövmüştü ki, en sevdiği yüzü çürük içindeydi. Kolunu onu duvara çarptığı sırada incitmiş olmalıydı. Ve en kötüsü kaburgaları yediği tekmeler yüzünden acıyordu.

Gördüğü şiddetin sebebi yalnızca Daniella'yı görmeye gitmesi değildi. O da vardı tabii ama asıl sebep çalışma odasındaki bilgisayarı kurcaladığını öğrenmesiydi. Oysa ekranda şifreli koruma olmadığı için kendini şanslı hissetmişti. Bunun başka bir güvenlik önlemi olduğunu nereden bilebilirdi ki?

Babasını bu defa çok fena kızdırmıştı, ancak yaptığından pişmanlık duymuyordu. O bilgisayarda Franco'nun başını derde sokacak tonla şey vardı. Eğer herhangi biri polisin eline geçerse abisi o delikten ömrünün sonuna kadar çıkamayabilirdi. Franco’nun zarar görmesine izin veremezdi. Bu yüzden bulabildiği her şeyi o flash belleğe yüklemiş ve Dani'ye götürmüştü.

Neden bilmiyordu ama Daniella'ya güvenecek kadar ondan hoşlanmıştı. Ve ne olursa olsun doğru şeyi yapacağına inanıyordu. Onu bu işe daha fazla bulaştırmak istememişti fakat başka çaresi yoktu. Tanıdığı hiç kimseye bunu yapacak kadar güvenmiyordu. Nonna'dan yardım istemişti, ancak zavallı kadın, Franco ile konuşmayı başaramadan kalp krizi geçirmişti. Bu hatası yüzünden az kalsın bu evde onu anlayan tek insanı da kaybedecekti.

Franco'ya bir şekilde uyarmak zorundaydı. Bu yüzden Daniella'yı ikinci kez kullandığı için kendini kötü hissediyordu. Ondan yaptığı her şey için özür dilese bile, oraya neden geldiğini açıklamaya fırsat bulamadan babasına yakalanmıştı.

Şimdi tek yapabildiği Daniella'nın doğru şeyi yapması için dua etmekti.

Üst kattan bir kapının açılıp kapanma sesini işittiğinde oturduğu duvar dibinde dikleşti. Bu hareketi kaburgalarının sızlamasına neden olmuştu.

Gelen ayak sesleri merdivenleri inerek köşeyi döndü. Sara nefesini tutmuş kapının ardında göreceği yüzü bekliyordu. Babasının geri dönmeyeceğini umuyordu. Genelde cezası bitene kadar bir daha uğramazdı. Nonna veya annesi olabilirdi. Eğer onlardan biriyse gelirken yiyecek bir şeyler getirmelerini de umuyordu. Saatlerdir burada aç ve susuz beklemekten dudakları çatlamıştı.

Nihayet kapı açıldığında gözleri bir süre ışık yüzünden kamaştı. Elini siper ederken önünde beliren silueti seçmekte zorlanmıştı. Gelen annesi değildi. Uzun boyuna bakılırsa Nonna da değildi. Hayal kırıklığı midesine ağır bir taş gibi oturdu.

"Baban bir iş için dışarı çıktı." dedi Fabio içeri girerken.

Sara başını diğer tarafa çevirerek kendi kendine mırıldandı. "Sanki umurumda."

Fabio elindeki tepsiyi yere bıraktıktan sonra karşısında bacaklarını çaprazlayıp oturdu. Uzun boylu olduğu için bu onun için zor bir pozisyondu. Hatta normalde giydiği takım elbiseleriyle bu imkânsız olurdu. Ancak bu kez alışılmışın dışında üzerinde eskimiş bir kot ve üzerine oturan sade siyah bir tişört vardı. Onu o kadar uzun zamandır günlük kıyafetler içinde görmüyordu ki, genç kız birdenbire afalladı. Sonra da kendi kirli giysilerine bakıp utandı.

Dizlerini zar zor örten elbisesinin eteklerini çekiştirmeye başlarken, “Ziyaretini neye borçluyum?" diye sordu.

Fabio ona bakmadan, Pansumana ihtiyacın olabileceğini düşündüm.” dedi.

Sara tam aksi bir şey söyleyecekti ki, ilk yardım kutusunu açtığında içindeki ağrı kesicileri görünce başındaki ağrı 'ben buradayım' dercesine zonkladı.

“Ne kadar da düşüncelisin. Bir de fedailerin duyguları olmaz derler."

Fabio bu yorum karşısında sessiz kaldı. Koluna bakmak için izin istediğinde itiraz etmedi. Genç adam hırkasını çıkararak parmaklarını nazikçe kolunda gezdirdi. Sara'nın bu temas karşısında anında nefesi kesilmişti.

"Kendini nasıl hissediyorsun?”

“Bok gibi.”

Yanılıyor olabilirdi ama Fabio’nun dudakları gülümsemek istercesine seğirmişti.

“Ağrın düne göre az mı çok mu?”

Sara adamın dokunduğu yerlerden gözlerini ayırmadı. O an aklında tek bir soru vardı. Fabio kiralık bir katile göre nasıl bu kadar yumuşak dokunuşlara sahip olabiliyordu? Adamın dokunuşları krem sürerken daha da nazikleşince Sara kalbinin hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başladığını fark etti.

Onu birilerini öldürürken hiç görmemişti ama babası istediği takdirde gözünü kırpmayacağından emindi. Yine de...

"Sana bir soru sordum Sara."

"Neden umurunda?"

Kızın aksileşen sesi karşısında Fabio geri adım atmadı. "Huysuzluk etme de söyle hadi."

"Evet." derken dişlerini sıktı.

"Güzel."

Adam incinen koluna yeniden merhem sürüp, temiz bir sargı beziyle sarmaya başladığında Sara da delicesine atan nabzını sakinleştirmeye çalışıyordu. O kadar yakınlardı ki, adamın tıraş losyonunun enfes kokusunu alabiliyordu. Sık sık tıraş olmasına rağmen yüzünde her zaman bir günlük sakalı olurdu. Adeta kusursuz yüz hatlarındaki kara bir gölge gibiydi. İçlerinde herhangi bir duygu barındırmayan o kara gözler kendisine çevrildiğinde Sara heyecanını bastırmak için öfkesine sığındı.

"Sana ağrım olduğunu söylüyorum ve sen güzel olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Ağrın azalıyorsa kolun yalnızca incinmiş demektir." dedi Fabio sargı bezinin ucunu kolunun altına sıkıştırırken. "Kırık olmadığına şükretmelisin."

"Durumuma şükretmeliyim demek." Sara sinirle kolunu adamın dokunuşundan kurtardı. Sonra da aniden saplanan ağrı yüzünden pişman oldu.

"Yavaş ol." Adam ona uzandı. "Hâlâ çok hassas olmalı."

"Çek ellerini." Genç kız aniden patladı. "Daha fazla bana dokunmanı istemiyorum."

Fabio onu duymazdan geldi. İlk yardım kutusundan aldığı pamuğa sürdüğü solüsyonu elmacıkkemiğindeki morluğa hafifçe bastırınca genç kız beklemediği bu hareket karşısında tısladı.

"Sana bana dokunma dedim."

"Aksiliği bırak. Sadece yardım etmeye çalışıyorum."

"Ver şunu bana!" Elindeki pamuğu çekip alarak ağrıyan çürüklerden birinin üzerine bastırdı. "Senin yardımına ihtiyacım yok."

Aralarında uzayan bir sessizlik oldu. Fabio genç kızı izlemeye devam ederken Sara ona özellikle bakmaktan kaçınıyordu. Sonra sessizliği Sara'nın karnından gelen gurultular bozdu.

"Acıkmış olmalısın. Aşçı bugün en sevdiğin yemeyi yapmış."

Genç kız cevap vermedi. Utandığını belli etmemek için bakışlarını karşı duvara dikmişti. Adamın onu gözünü kırpmadan incelediğini hissedebiliyordu. Bakışlarının ağırlığı, sargılı kolunda, makyajdan eser kalmayan yaralı yüzünde ve elbisesinin açıkta bıraktığı bacaklarında geziniyordu.

Adamın nefesi ağırlaştı. "Buna engel olamadığım için üzgünüm." dedi aniden. Sara yeniden ona döndüğünde bakışlarını çabucak kaçırdı. Ancak gözlerinde fark ettiği şeyi gizleyecek kadar hızlı olamamıştı. Ne yazık ki, o bakışın merhamet mi, yoksa acıma mı olduğunu anlayamadan silinip gitmişti.

"Diğer yandan senin yaptığında affedilir bir şey değildi."

"Buraya babamın avukatlığını yapmaya geldiysen hiç zahmet etme."

"Öyle bir niyetim yoktu. Sadece babanın odasına izinsiz girerken aklından ne geçiyordu merak ediyorum."

"Sana neden söyleyeyim? Gidip babama anlatasın diye mi?" Genç adam sessizce ona bakmaya devam ettiğinde, "Beni babama senin ispiyonladığını bilmediğimi mi sanıyorsun?" diye çıkıştı Sara.

"Bunu benim yaptığımı mı düşünüyorsun gerçekten?"

"Bana masum numarası yapmaya kalkışma sakın. Gidebileceğim tek yer Daniella'nın yanıydı ve sende bunu biliyordun."

"Kendin söyledin. Gidebileceğin tek yer orasıydı. Baban da bunu biliyordu."

"Sana inanmıyorum."

"Neden böyle düşündüğünü bilmiyorum ama yemin ederim ki..."

"Neden mi böyle düşünüyorum?" Genç kız acı dolu kahkahası yüzünden patlayan dudağının acısıyla ödüllendirildi. "Çünkü daha önce de bunu yapmıştın kahrolası. Hem de defalarca." diye haykırdığında genç adam tokat yemiş gibi irkildi.

"İlk aklıma gelen mezuniyet balosunun olduğu geceydi, hatırladın mı? O geceye nasıl da hevesle hazırlanmıştım." Sara ağlamamak için dolan gözlerini hızla kırpıştırdı. Fakat yanağından bir damlanın süzülmesine engel olamamıştı. Kahretsin. İstediği en son şey bu adamın karşısında ağlamaktı.

"Eğer babama o gece Dario'ya bekâretimi vereceğimi söylemeseydin, her şey çok daha güzel olabilirdi." Burnunu çekti. "Senin yüzünden gecem tam bir felakete dönüştü. Babam Dario ile beni okulun soyunma odalarından birinde yakaladığında az kalsın ikimizi de öldürüyordu."

Sara o geceye kadar babasından defalarca tokat yemişti ama ilk defa o gün adam onu öldüresiye dövmüştü. Zavallı Dario ise onun yüzünden kırık bir bacakla aylarca hastanede yatmak zorunda kalmıştı. Sırf Sara ile birlikte olduğu için ileride iyi bir futbolcu olma şansını kaybetmişti. Babası o olaydan sona Sara'nın da üniversite hayallerine veda ettirmişti. O günden bu yana her şey giderek daha kötüye gidiyordu.

Genç kız birden gözyaşlarına boğuldu. Hıçkırıkları boğazına tırmanırken göğüs kafesi ağrımaya başladı.

"Sara?"

"Hayatımı cehenneme çevirdiğiniz için ikinizden de nefret ediyorum. Buraya gelip yaralarımı sarman umurumda değil, sende en az onun kadar kötüsün."

Genç adam aniden yumruklarını sıktı. Sara kendi kendine konuşmaya öylesine dalmıştı ki adamın çenesinde bir kasın seğirdiğini görememişti.

Sara gözyaşlarını elinin tersiyle silerken gülümsedi. "Ama ne var biliyor musun? Yakında ikinizden de kurtuluyorum. Bir gün evlenip bu evden defolup gittiğimde kendi cehenneminizde boğulmanız için her gün Tanrı'ya dua edeceğim."

"Sus. Konuşma artık."

"Duydukların hoşuna gitmediği için üzgünüm ama bu doğru."

"Bu nasıl olacak söylesene?"

Sara gözlerini kıstı. Adamın ağzından laf almaya çalıştığını anlamıştı ama umurunda değildi. Zaten yakında babası da her şeyi öğrenecekti. Ondan korkmuyordu.

"Stefano Greco bana evlenme teklif etti."

Genç adamın yüzünde öyle bir şok ifadesi belirmişti ki, Sara adamın bir anda hareketsiz kalışından felç geçirdiğini düşündü. Bu, ruhsuz sandığı adamda gördüğü ilk insani tepkiydi.

"Benimle dalga mı geçiyorsun? O adamı sokakta görsen tanımazsın bile."

"Sen öyle san."

Fabio sertçe yutkundu. "Ne zaman oldu bu? O adam sana ne zaman bu kadar yaklaşabildi?"

"Geçtiğimiz Noel'de bana telefonunu vermişti. Stefano ve ailesi bizim de katıldığımız bir partiye davetliydi, hatırladın mı?"

Nasıl unutabilirdi ki? Sara o gün üzerine ateş kırmızısı bir elbise giymişti. O kadar güzel ve nefes kesiciydi ki, Fabio ona bakarken içi acıyordu. O şerefsizin uzaktan Sara'ya dik dik baktığını fark etmişti, ancak adamın bu kadarına cesaret edebileceğini hiç düşünmemişti.

"Yalan söylüyorsun. O gün bir gerginlik çıkmaması için iki aile de birbirinden özellikle uzak duruyordu."

"Yine de Stefano bana ulaşmanın bir yolunu buldu." dedi Sara dudaklarında sinsi bir gülümsemeyle. "Garsonlardan biriyle bana telefon numarasını gönderip benden etkilendiğini ve onu aramamı istedi." Genç kızın hevesle parlayan gözleri ve gülümsemesi Fabio'yu çileden çıkarıyor, duyduklarının yalan olmasını diliyordu.

"Sen de onu aradın öyle mi?" diye aniden patlayıverdi. "Unut bunu! Baban asla o aileden biriyle evlenmene izin vermez."

"Stefano babasıyla konuştu. Bay Greco'da onunla aynı fikirde. Artık ailelerimizin arasında düşmanlık olsun istemiyorlar ve bunun için evliliğin en iyi yol olduğunu düşünüyorlar. Yakında babamla da konuşacaklar."

Grecolarla De Lucalar arasında yıllardır süregelen husumet yüzünden iki ailenin de arası gergindi. Sicilya'nın en varlıklı ve ileri gelen ailelerinden olmalarına rağmen birbirleriyle asla alışveriş yapmaz, iş ilişkisi kurmazlardı. Sara haklıydı. Yıllardır süregelen düşmanlık ancak bir evlilik bağıyla sona erebilirdi. Stefano'nun niyeti gerçekten bu olmasa bile çok yakında Antonio da bunu öğrenecek ve Tanrı korusun belki de kabul edecekti.

Fabio birden ayağa fırladı. "Asla. Duydun mu beni? O herifle evlenmeyi aklından çıkar." Ben yaşadığım sürece olmaz. "Baban o aileyle asla bağ kurmak istemeyecektir."

Genç adam başını iki yana sallarken sanki nefes alamıyormuş gibi görünüyordu. Sara adamın her an panik atak geçirecekmiş gibi hırıltılı soluk alışlarını izlerken yüzündeki gülümseme hızla soldu.

"Ne oldu? Yoksa artık bana işkence edemeyeceğin için üzülüyor musun?"

Genç adam konuşmamak için dudaklarını birbirine sıkıca bastırdı. İlk yardım kutusunu hızla topladıktan sonra da yemek tepsisini önüne iterek ayağa kalktı.

"Soğutmadan yemeğini ye."

Kapıdan çıkmak üzereyken genç kız arkasından, "Bu kadar üzülme." diye bağırdı. "Ben gittikten sonra yerime Alessandro'ya bekçilik yapmaya devam edersin."

Hayır. Üzülmüyordu.

Köşeyi dönüp kızın görüş alanından çıktıktan sonra sırtını duvara yaslayıp ağrıyan göğsünü ovuşturdu. O halde neden indiği merdivenleri ağır adımlarla çıkarken kendini bir ölüm mangasına eşlik ediyormuş gibi hissediyordu?

Loading...
0%