@sagetaylors
|
Acil kapısından içeri girdiğinde, park yerinden itibaren koşturduğu için nefes nefese kalmıştı. Danışmada onu karşılayan kısa boylu, sarışın kadının yüzüne karşı heyecanla, "Gena, yani Georgina Harrisson?" diyerek soludu Madison. "Yaklaşık bir saat önce buraya getirilmiş. Galiba bilinç kaybı. Bir altmış sekiz boylarında, turuncu, uzun saçları ve yüzünde çok sevimli çilleri var." "Evet, hatırladım." dedi genç kadın, Madison'ın aksine sakince gülümsüyordu. "Soldaki koridordan ilerleyin lütfen, on altı numaralı müşahede odası." "Durumu nasıl peki?" "Üzgünüm, hastaların durumu hakkında herhangi bir bilgi vermem mümkün değil. Bunun için doktoruyla görüşmeniz gerekiyor. Yakını mısınız?" "Ev arkadaşıyım." "O halde Dr. Flores'a birazdan yanınızda olması için haber gönderirim." "Tamam, teşekkür ederim." Madison daha fazla vakit kaybetmeden ilaç ve dezenfektan kokulu koridorlarda hızla ilerlemeye başladı. Trafik kazası geçiren bir adam sedyeyle yanından hızla geçirilirken, aniden kenara çekilmek zorunda kaldı. "Yolu açın lütfen!" Yan yana oturan kederli hasta yakınları, yaralı ve acil müdahale gerektiren hastalar, etrafında hiç durmadan koşturan hastane personeli çoktan genç kadının başını döndürmeye başlamıştı. Yön duygusunu geri kazandığında koridorun sonunda plastik bir sandalyede oturan Drake'i fark etti ve tanıdık bir yüz görmenin verdiği rahatlıkla adımlarını hızlandırdı. "Drake!" Genç adam onu duyunca başını eğdiği yerden hızla kaldırdı. Omuzları çökmüştü. Uzaktan bakıldığında bile çok bitkin görünüyordu. Terk edilmiş küçük bir çocuğu andıran gözleri Madison'ın içini burktu. Drake, Madison'ı görünce yavaşça yerinden doğrulurken yüzüne minik bir tebessüm kondurmaya çalışmıştı. Tıpkı muharebeden yeni dönmüş yaralı bir askeri andıran perişan hali Madison'ın içine hızla korku tohumları ekmeye başladı. Onu karşılamak için kollarını iki yana açtığını gören Madison bir saniye bile tereddüt etmeden genç adamın kollarına kendini bıraktı ve başını adamın geniş göğsüne yasladı. "Yüce Tanrım. Yoksa Gena'ya bir şey mi oldu? O nasıl Drake? Söyle bana!" "Şşşt." Drake sırtını şefkatle okşarken sesi de sakinleştirici bir etkiye sahipti. "O iyi, merak etme. Şu anda içeride." Madison sesli şekilde nefesini bıraktıktan sonra geriye çekilip, dikkatle genç adamın yüzüne baktı. "Tanrıya şükür. Olay nasıl olmuş? Yalnız mıymış? Onu hastaneye kim yetiştirmiş? Telefonda hiç bir şey anlatmadın." Drake kollarında korkudan titreyen kadını elinden geldiğince sakinleştirmeye çalışıyordu. Yol boyunca kafasından felaket senaryoları geçirmemesi için ona bilerek fazla detay vermemişti. Madison'ın göz bebekleri endişeden kocaman açılmış, içleri her an akmaya hazır gözyaşlarıyla doluydu. "Önce biraz sakinleşmen gerek tamam mı? Gena iyi sayılır. Bir gece kulübündelermiş. Yalnız da değilmiş üstelik. Birden elektrikler kesilince, insanlar paniklemiş ve kalabalıkta ufak çaplı bir arbede yaşanmış. Gena izdihamın arasında ezilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Başının sağ tarafını sert bir yere çarpmış. Doktoru en kısa sürede uyandığı takdirde endişelenmemizi gerektirecek bir durum olmadığını söylüyor. Beyin sarsıntı ihtimaline karşı net bir şey söylemeden önce tahlil sonuçlarının çıkmasını bekliyorlar." "Olamaz. Hâlâ kendine gelmediğini mi söylüyorsun? Ne kadar süredir baygın?" "Bilmiyorum. Bir saati geçti sanırım. Tam olarak emin değilim." Madison boş gözlerle etrafına bakındı. "Sen aradığında iş yerinden çıkmak üzereydim. Bugün bir yığın çocukla bir dünya röportaj yapmıştım. Kafamdakileri kâğıda dökmekle o kadar meşguldüm ki, kahrolası zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamadım. Ben... ben Gena'yı aramalıydım Drake. Ama onu rahatsız etmek istemediğim için bunu yapmadım. Randevusu kötü gitseydi beni arar ve bir şekilde onu gidip almam için, bana bir işaret yollardı diye düşünmüştüm. Bu aramızdaki bir şifreydi. Mesaj atmayınca durumun iyi olduğunu düşündüm ve-" "Maddie, Maddie Maddie," Drake onu anında susturdu. Madison transtan yeni çıkmış biri gibi hissiz bakışlarla bakıyordu. "Bu bir kazaydı. Kendini suçlamayı bırak artık." Elleriyle zayıf omuzlarına masaj yaparak genç kadını rahatlatmaya çalışıyordu. Kim bilir. Belki de rahatlatmak istediği kendisiydi. Demek Gena'nın randevusu iyi geçiyordu... Drake'in zihni nedense bu cümleye takılıp kalmıştı. "Olanlar kimsenin suçu değildi. Kendine yüklenmenin kimseye faydası olmaz." Madison sessizce başını salladı. Derin bir nefes alırken tekrar sağa sola bakınmaya başladı. Tüm gücüyle sıkıca Drake'in ceketinin kollarına tutunmuştu. Sanki bıraktığı anda yere yığılacakmış gibiydi. Sonra birden aklına yeni gelmiş gibi soran gözlerle başını kaldırdı. "Ya Dominique? Yani Dom? Erkek arkadaşı. O da burada mı? Sen durumu hakkında bir şey biliyor musun?" Drake bir anlığına sessiz kalmanın daha kolay bir cevap olacağını sanmıştı. Ama elbette yanılıyordu. Madison ondan acilen cevap vermesini bekliyordu. Yüzünü başka yöne çevirirken azı dişlerini o kadar çok sıkmıştı ki, genç kadının fark etmesinden korktu. "Drake, bana cevap ver hemen? Dom'a bir şey mi oldu? Söyle lütfen!" "Hayır hayır!" Drake başını hızla iki yana sallarken Madison'ın omuzlarından tutmaya devam ediyordu. Bulabildiği en sakin tonla konuşmayı denedi. Gena'nın erkek arkadaşından bahsederken ne kadar sakin olabilirse o kadar tabi. "O iyi, merak etme. Gena'yı buraya o getirmiş, sonra da arayıp bana haber verdi. Bende seni aradım, gerisini biliyorsun işte. Tesadüfen buraya yakın bir yerlerde olduğum için senden daha önce geldim o kadar. Dom." sanki adamın adını söyleyince ortaya çıkacakmış gibi etrafına bakınarak gözlerini genç kadından kaçırdı. Giderek daha usta bir yalancıya dönüşmeye başladığı için kendini tebrik etmesi lazımdı. "O...buralarda bir yerde olmalı. Birazdan yanımızda olur." Madison'ın sakinleştiğini, kaslarının yavaş yavaş gevşemeye başlamasından anlayınca, kendisi de sonunda rahat bir nefes aldı. "İyi ki Dom yanındaymış Drake. İyi ki, Gena yalnız değilmiş. Çok şanslıyız." Drake, Madison'ın omzunun üzerinden arkaya baktığında gelen kişiyi görünce hem gerçek bir rahatlama hem de öfkeyi aynı anda hissetmesine şaşırmıştı. Gena'nın yeni erkek arkadaşı, sağa sola bakınarak telaşlı adımlarla onlara doğru yürüyordu. Drake yumruklarını sıktı. "Hemde ne şans. İyi adam da lafın üstüne gelir işte." Genç adam sesindeki iğnelemeyi Madison'ın fark etmemesini umdu. Eğer o anda arkasını dönmemiş olsaydı, dişlerini sıktığını ve adama öldürecekmiş gibi baktığını kesin görürdü. "Tanrıya şükür. Drake! Madison?" "Sen iyi misin Dom?" "Evet, iyiyim. Gena nasıl? Onu bir an yanımda göremeyince-" Drake birden yıldırım gibi atılarak araya girip genç adamı Madison'dan uzağa çekti. "Gena iyi merak etme. Biz de tam şimdi senden bahsediyorduk Dom. Onu o kalabalığın arasında ezilmekten kıl payı kurtarıp hastaneye yetiştirdiğin için sana ne kadar minnettarız bilemezsin." Adamın afallamış yüz ifadesine aldırmayan Drake, şüphe çekmemek için ona dostça sarılırken hızla sözlerine devam etti. "Drake ben-" "Biliyorum, biliyorum. Bunun senin için ne kadar zor bir durum olduğunu biliyorum dostum. Sen..." dedikten sonra, adamı arkasını Madison'a dönecek şekilde çevirip eliyle göğsünün ortasına öyle sert bir yumruk attı ki, dev gibi adam geriye kaymasın diye kolundan sıkıca tutmak zorunda kaldı. "...sen gerçek bir kahramansın inan bana." Dom göğüs kafesine yediği yumrukla nefesinin bir anlığına kesildiğini hissetmişti. Gözlerine acı gözyaşları hücum etti. Böylesi bir şiddeti kulüpte çıkan kargaşada bile görmemişti. Ancak tek kelime edemeden Drake onu koltuğunun altına sıkıştırıp, kafası karışmış halde onları izleyen, çatık kaşlı kadından uzaklaştırdı. Duyma mesafesinden çıktıkları anda sesini tehditkâr ama alçak bir tonda tutmaya çalışmıştı. "Şimdi beni iyi dinle aşağılık herif!" diyerek adamın suratına doğru hırladı. "Gena'yı buraya sen getirdin. Onunla birlikte kulüpteydin. Kargaşa çıktı ve Gena bayıldı. Sende onu kucaklayıp bulabildiğin ilk taksiye atıp buraya geldin. Soran olursa aynen bunları söyleyeceksin, anlaşıldı mı?" "Tüm bunlar bir saçmalık! Arayıp haber vermeseydin Gena'nın hastanede olduğundan bile haberim olmayacaktı. Ben, ben onu kalabalıkta kaybettim dostum, yemin ederim. Çok üzgünüm. Ama nasıl oluyor da sen onu benden önce-" "Ben senin dostun filan değilim, öncelikle bunu o kalın kafana iyice sok! Ayrıca bunların aynısını Gena'ya da söylersen, onu tamamen kaybedeceğini de sakın aklından çıkarma." "İyi ama-" "İstediğin gerçekten bu mu Dom? Onu kaybetmek mi?" Genç adam kafası karışmış gibi Drake'in hiddetle kararan yüzüne bakıyordu. Bir süre düşündükten sonra kararını vererek başını sağa sola salladı. "Güzel. Korkak bir adam olduğunu biliyordum ama en azından aptal değilmişsin." Dom yüzüne tuhaf bir ifadeyle bakarken hâlâ ağrıyan göğsünü ovalıyordu. "Peki, ama bunu neden yapıyorsun söylesene?" "Senin için yapmadığımı kesin." dedi Drake tükürür gibi. "Georgina Harrison’ın yakınları burada mı? Hastamız kendine geldi." Yaşlı doktorun bariton sesiyle konuşmaları bölününce, Drake adamın yanından ayrılmadan önce sırtına sertçe bir kaç kez daha vurup ona uyaran bir bakış atmayı ihmal etmedi. Odaya doktordan sonra ilk giren kişi Madison'dı. "Hey! Hastanenin en güzel hastası nasılmış bakalım." "Maddie! Çocuklar! Sizi gördüğüme ne kadar sevindim anlatamam." Gena'nın cılız ve ağlamaklı sesi fısıltıdan farksızdı. Uzattığı eli, yattığı çarşaflar gibi beyaz ve solgundu. Dudakları adeta toprak kadar kuruydu. Gözaltlarındaki çiller, en az yüzündeki kızıl- mor yara izleri kadar belirginleşmişti. Madison bekletmeden arkadaşının elini tutup yatağın kenarına oturdu. Başındaki sargıya dokunmamaya çalışarak saçlarını nazikçe kenara çekti. "Bende seni gördüğüme sevindim tatlım. Kendini nasıl hissediyorsun bakalım?" "Üzerimden bir fil sürüsü geçmiş gibi." "Yaklaştın sayılır. Şanslı kız! Neredeyse o sürünün altında kalıyormuşsun." Gena gözlerini kapatıp acıyla inledi. "Şanslı mı? Tanrım. Görmeliydin Maddie. Ortalık bir anda cehennem yerine dönmüştü sanki." "İyi ki görmemişim o zaman." Dr. Flores gülümseyerek elindeki çizelgeden başını kaldırıp araya girdi. "Gayet iyi görünüyorsunuz Bayan Harrisson. Ağrınız var mı?" "Tüm kemiklerimin kırılmadığına emin misiniz doktor? Çünkü hepsi aynı anda sızlıyor." "Bu çok normal. Çok fazla darbe aldınız. Peki ya başın?" "Arada bir zonkluyor ama idare edebilirim sanırım." "Bu iyi. Ağrı kesicilerin dozunu azaltıp durumunu kontrol altında tutacağız. Tomografi sonuçların temiz. Sabah olduğunda seni gönül rahatlığıyla evine gönderebilmemiz için, iç kanamaya dair herhangi bir belirti olup olmadığını, seni saat başı uyandırarak kontrol etmemiz gerekecek. Ben kontrol etmek için yine uğrarım. Şimdilik hepimize geçmiş olsun." Dr. Flores çıktıktan sonra Gena bir çocuk gibi mızmızlanmaya başladı. "Sabaha kadar burada kalmak istemiyorum. Lütfen biri doktorla konuşup beni eve götürmeye ikna edebilir mi?" Madison başını hayır anlamında sallayınca, Gena bu kez masum yeşil gözlerini hemen arkasındaki Dom'a dikti. "Beni buraya sen mi getirdin?" Dom Drake'e kısa ama telaşlı bir bakış atarak, "E-evet." diye kolayca yalan söyledi. "Her şey çok çabuk oldu Gena. Yemin ederim." "Kendini suçlu hissetmene gerek yok. Biliyorum. Onlara sen mi haber verdin diye sormak istemiştim?" dedi Gena, iki en yakın dostunu işaret ederek. "Senin telefonundan beni arayınca bir sorun olduğunu hemen anlamıştım." Gena'nın gözleri Drake'inkilerle kesişti. "Telefonum mu?" Drake, ceketinin iç cebinden Gena'nın telefonunu çıkarıp başucundaki komodinin üzerine koydu. "İşte burada. Seni getirdiklerinde arka cebindeydi." "Kırılmamış olması bir mucize o halde. Taksitlerini daha yeni ödemiştim." "Gerçekten şansın varmış demek ki." "Her neyse. Beni iyi tanıyan insanlar olarak bilmeniz gereken ilk şey, benim gibi hareketli birinin yatakta bu kadar uzun süre kalmasının oldukça tehlikeli olduğudur." "Üzgünüz güzellik." Dom diğer tarafa geçip Gena'nın yanına çöktü. Sonra da uzanıp ona yavaşça sarıldı. "Doktorun dediğini sende duydun. Bir süreliğine gözaltındasın." Gena göz kırpan adama dudak bükerek gözlerini yeniden kapattı. "Hiç biriniz beni anlamıyorsunuz." Kendini yastıkları bıraktığında ağrıyan başı yüzünden alçak sesli bir küfür savurdu. "Ben gidip yatış kâğıtlarını imzalayayım. Bu gece, huysuz bir hastaya refakatçi olarak ismimi nereye yazdırmam gerektiğini de sormalıyım anlaşılan." dedi Madison "Teşekkürler. En azından birinizin beni yalnız bırakmayacak kadar içinde merhamet kalmış olmasına sevindim." "Rica ederim. Arkadaşlar yalnızca kirasını ödedikleri evi değil bir hastane odasını da paylaşabilmeliler, öyle değil mi?" Gena gözlerini açmadan gülümsedi. "Bu, hastane masraflarına ortak olacağın anlamına mı geliyor." "Sanırım başını gerçekten fena çarpmışsın sen." "Kahretsin." İki kadın gülüşürken, "Ben de gidip kafeteryadan bize içecek kafeinli bir şeyler getireyim, ne dersiniz?" diyerek araya girdi Dom. "Hepimiz bu gece epeyce gerildik, öyle değil mi?" derken, göz ucuyla bir köşede sessizce dikilen ve gözlerini ona dikmiş bakan Drake'e suçlulukla bakıyordu. Kimseden cevap gelmesini beklemeden Madison'la birlikte odadan çıktı. İçeride uzun süren bir sessizlik olmuştu. "Seni dinlemediğim için tüm bunları hak ettiğimi düşünüyor olmalısın." Gena'nın sesiyle yaslandığı duvardan uzaklaşan Drake, yatağın ayakucuna kadar yürüyüp kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi. Âşık olduğu kadın bir hastane yatağında çaresizce yatarken ellerini ondan uzak tutabilmenin tek yolu bu gibi görünüyordu. "Böyle düşünmene sebep olan şey ne anlayamadım." "Bana geçmiş olsun demek için sarılmak yerine orada dikilmeye devam ettiğin için olabilir mi?" Gena yorgun göz kapaklarını yavaşça aralayıp, gür kirpiklerinin arasından ona puslu gözlerle bakınca Drake bir anlığına ne cevap vereceğini bilemedi. Dili tutulmuştu. Gena, bir hastane yatağında, solgun halde yatarken bile o kadar güzeldi ki. Kollarını çözerek ellerini huzursuzca ceplerine soktu bu kez. Bu kadın ona sanki içini görüyormuş gibi bakıyordu ama bu mümkün değildi, değil mi? Eğer öyle olsaydı, şimdiye kadar ona sırılsıklam âşık olduğunu muhakkak anlardı. "Ben... Ben sadece seni rahatsız etmek istememiştim. Yeterince yorgun görünüyorsun." "Korkma, daha fazlasını da kaldırabilirim. Eğer istiyorsan, sende herkes gibi bana rahatlıkla sarılabilirsin." Evet istiyordu. Ama herkes gibi sarılmak istemiyordu. O, kadınını kollarına alıp onu içine sokarcasına sarılmak istiyordu. İpekten saçlarını okşarken yanağına usulca dokunmak, kuruyan dudaklarına tüy kadar hafif öpücükler kondurmak istiyordu. Eğer yanında Dom yerine o olmuş olsaydı, onu asla tehlikeye atacak bir şey yapmayacağını söylemek istiyordu. Onu canından bir parça gibi koruyacağını, güvende olacağını, gözünün önünden bir saniye bile ayırmayacağını, daima onunla olacağını, çaresizce kulağına fısıldamak istiyordu. Üzerinde yattığı sert yatak yerine kollarında uzanmasını istiyordu. Her bir yarasını öpücükleriyle iyileştirmek, ona her şeyin geçip bittiğini söylemek istiyordu. Tüm bu hislerle dolup taşarken ona sadece sarılmayı göze alamazdı. Onun yerine yatağın yan tarafına yanaştı, yere çömeldi ve Gena'nın çarşafların üzerindeki zarif elini avuçlarının arasına aldı. Bakışlarını Gena'nın etkileyici gözlerinden bir saniye bile çekmeden dudaklarını elinin üzerine yavaşça bastırdı. "Bizi korkuttun Gena." Sesinin titrememesi için çabaladı. Gena'nın yüzünde yorgun bir gülümseme vardı. "Bunun için üzgünüm Drake. Böyle olmasını hiç istememiştim." "Biliyorum. Bana bir söz ver ve bir daha asla böyle bir şeyin başına gelmemesini sağla, olur mu?" "Bu sözü vermem mümkün değil. Galiba bu benim kötü giden lanetim." Gena bakışlarını tavana dikip hafifçe iç çekti. "Üvey annem bir bela mıknatısı olduğumu söylerdi hep. Çocukken başımı istemeden sürekli derde sokup duruyordum. Her gün komşu çocukların annesi eve şikâyet için gelirdi. Dediklerine göre benim yüzümden oğlanlarının başına gelmeyen kalmıyormuş. Bu doğru, Madison'a kadar kız çocuklarıyla hiç anlaşamazdım. Kırılan camlar, talan edilen meyve bahçeleri, ezilen çiçek tarhları, sürekli yaralanan çocuklar, kısacası mahalledeki her belanın tüm sorumlusu bendim. Bana bir isim bile takmışlardı. Gena'nın Gazabı. Sanki yaramazlık yapan tek çocuk benmişim gibi." "Gena'nın Gazabı ha? Bunu sevdim." "Dalga geçme!" "Üvey annen ne yapardı peki? " "Kadınlarla beni yüzleştirmek için hemen yanına çağırırdı tabi. Komşular beni ilk kez gördüklerinde şaşkınlıklarını asla gizleyemezlerdi. O zamanlar beni görseydin, çelimsiz, ufak tefek bir şey olduğum için onlara kesinlikle hak verirdin." Buruk şekilde güldü Gena. "Tüm o haylazlıkların benim gibi bir kızın başının altından çıktığına inanmakta zorlanıyorlardı anlaşılan." "Ama bu doğruydu, değil mi? Yani senin oldukça yaramaz bir kız olduğun." dedi Drake. Nedense heyecanlanmıştı. "Seni, ortalarda koşup duran, ufak tefek bir ateş topu olarak gözümde canlandırıyorum da." Gena gülünce Drake de aynı şekilde karşılık verdi. "Beni güldürme lütfen. Güldükçe başım daha çok zonkluyor." "Ah, ama buna alışkın olmalısın Gena. Seni, bela mıknatısı, küçük atom karınca." Drake'in alay yüklü neşeli sesi Gena'yı daha çok güldürdü. "Sana kes şunu dedim Drake. Gerçekten acıyor." "Annenin karnından bir baş belası olarak doğduğunu kabul edersen anında buna bir son verebilirim." Gena'nın kıkırdamalarının yavaş yavaş kesilmesiyle Drake'in yüzündeki gülümseme de solup gitti. Genç kadın ona dikkatle bakıyordu şimdi. "Hayır, annemden bir baş belası olarak doğmadım. O öldükten sonra böyle oldum sanırım ve bir daha da asla eskisi gibi olamadım." Genç adam boğazında, yutamayacağı büyüklükte bir yumru oluştuğunu hissetti. Amacı Gena'yı üzmek değil onu biraz olsun neşelendirmekti. "Eskisi gibi olmanı isteyen kim? Biz seni bu halinle seviyoruz." Bir damla yaşın genç kadının yanağından aşağıya doğru yuvarlandığını görünce ağız dolusu küfretti Drake. "Lanet olsun Gena. Özür dilerim. Seni üzmek istememiştim." Başparmağıyla yanağındaki damlayı silemeden, Gena onu elinin tersiyle hızla yok etti. Burnunu çekerek, "Sorun değil. Beni üzmedin." dedi. "Ne zaman hastalanıp yatağa düşsem biraz duygusallaşıyorum galiba. Annemin başucunda olduğum, sonrasında da yalnız kaldığım geceler geliyor aklıma. O kanserden öldükten sonra hastanelerden de hasta yataklarından da hep nefret etmişimdir. Bu yüzden pek sık hastalanmadığım için kendimi şanslı sayıyorum." "İkisi aynı şey değil Gena. Aklından böyle kötü şeyler geçirmemelisin. Üstelik sen asla yalnız değilsin. Biz varız." Ben varım. Seni ömrümün sonuna dek koruyacağım. Sana bir şey olmasına asla izin vermem. "Teşekkür ederim Drake. Sen, harika bir dostsun. Sen ve Madison hayatımda olduğunuz için o kadar şanslıyım ki." Gena gülümseyerek yorgun gözlerini kapattı. Drake çömeldiği yerden kalkmıştı. Uzun bir süre yatağında görünmeyen yaralarıyla yatan kadını seyretti. Gizlediği ne çok şey, göremediği çok fazla sırrı olduğunu düşünüyordu ve fırsatı oldukça onları keşfedeceğine dair kendine söz vermişti. Asıl şanslı olanın kendisi olduğunu biliyordu. Onun gibi bir kadını tanıdığı için. Sonra eğildi ve Gena'nın alnına minik bir öpücük kondurdu. "Bir şey değil güzel Balkabağım. Şimdi uyu artık." dedi sessizce. "İyileşmen için dinlenmen gerek." Oysa Gena çoktan uykuya dalmıştı bile. ..... "Bunu yaptığına inanamıyorum!" "Ama yaptım ve senin şu yıldız bozmasının çiçekleri gördüğünde yüzünün aldığı şekli göremediğim için nasıl üzüldüğümü tahmin bile edemezsin. Sana da, çiçeklerin kimden geldiğine dair sana tek bir soru bile sormaması biraz garip gelmedi mi?" "Bilmem." dedi Madison omuz silkerek. Gena'nın hastane yatağında karşılıklı oturmuş tahmin kartlarıyla oynuyorlardı. "Belki de onları görmemiştir." Gena şüpheyle kaşlarından birini kaldırırken iki eş kartı daha bulup kendi tarafına aktardı. "Bu yüzden mi, güpegündüz seni o okulda bulmak için yollara düştü." "Bunda abartılacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Oraya yalnızca bana yardım etmek istediği için geldiğini söyledi ve söylediklerinde sonuna kadar samimiydi." "Sen ona bir röportaj metni göndermişken ve bir gazeteciyle buluşması gerekirken, kalkıp sana gelmesi gayet normal yani öyle mi?" "Röportaj saatine daha çok vardı. Şey aslında, günün sonunda zamanı biraz aştı galiba. Ama onun randevularına sadık olmaması hiç bir şeyi kanıtlamaz. Nick böyle bir adamdır işte. O anda kafasına estiğini yapmasıyla ünlüdür." "Diğer bir ünlü olduğu konu da çapkınlığı." dedi Gena kıkırdayarak. "Ve şu hastane yatağımdan çıkmamak üzere iddiaya girerim ki, dün yapmaya çalıştığı tek şey seni tavlamaktı." "Ah, yapma lütfen! Nick beni neden tavlamak istesin ki! Bunu ilk denediğinde onu sert bir dille uyarmıştım." "Ondan sonrakinde de sert bir dizle." Gena yeniden kahkahayı bastı. Sargıları çıkmıştı. Artık başı ağrımıyordu ve bir an önce taburcu olacağı saati iple çekiyordu. Geceden beri doğru dürüst uyuyamamış ve Madison ile aptalca oyunlar oynayıp, telefondan film izleyerek vakit geçirmeye çalışmışlardı. "Evet anladım. Fakat görünüşe göre adam kolay pes etmiyor ha!" Kartlardan bir çift daha açınca Madison küfretti. "Hey! Hile yapıyorsun." "Sadece çok dikkatliyim bebeğim. Senin aksine gözlerim tamamen açık." Madison güldü. "Yanıldığını sana kanıtlayacağım. Çok değil, bir kaç güne kadar Nick kendine yeni bir oyuncak bulunca, beni rahat bırakacağına bahse girerim." "Bende adamın seni yatağa atmadan vazgeçmeyeceğine bahse girerim." "Yüz dolarına öyleyse." Madison kararlılıkla küçük parmağını uzatınca Gena, "İki yüz." diyerek parmağını onunkine geçirdi. Madison gözlerini bir yırtıcı gibi kısmıştı. "Seni açgözlü sürtük." "Kendinden bu kadar eminsen kaybedeceğin hiç bir şey yok demektir." "Fırsatçı!" "Korkak!" Yüz yüze eğilmiş, kenetlenmiş parmaklarını havada sallamaya devam ederlerken birden kapı tıklatıldı ve Drake elinde poşetlerle içeri girdi. "Geciktiğimin farkındayım kızlar ama eğer öğle yemeği getirip getirmeyeceğim konusunda bahse girdiyseniz, üzgünüm ama kaybettiniz." "Oh olamaz, öğle yemeği!" Madison bir anda yataktan fırlayıp sandalyenin üzerinde duran çantasını almak için koştu. Gülümseyerek, "Sanırım kaybeden Madison'dı." dedi Drake. Poşetleri koyduğu masaya karton kutuları tek tek çıkarmaya başlamıştı. "O kutularda ne var Drake?" "En sevdiğin şey?" Gena ellerini çırparak neşeyle, "Tayland yemeği!" diye cıvıldadı. Madison cep telefonunu eline aldığında, ekrana bakarak okkalı bir küfür daha savurdu. "Şarjı bitmiş. Kahretsin!" Arkadaşlarına döndüğünde ikisi de merakla ondan gelecek bir açıklamayı bekliyorlardı. "Yemeği bensiz yiyin çocuklar. Üzgünüm ama benim acilen çıkmam gerekiyor." "Önemli bir randevun mu vardı?" diye sordu Gena. Kaşlarını imayla yerinden oynatmıştı. "O kadar önemli olduğunu zannetmiyorum ama yine de özür dilemem gereken biri olduğunu düşünüyorum. Sen hastaneden çıkmadan önce dönmeye çalışırım." "Gena'yı düşünme sen. Onu eve ben götürürüm." dedi Drake içtenlikle. "Sağ ol Drake. İkinizi de seviyorum çocuklar. Sonra görüşürüz." Çantasını omuzladığı gibi Gena'nın yanına koşarak, arkadaşının yanağına aceleyle ıslak bir öpücük kondurdu. Drake'i öpebilmesi için genç adamın boynundan tutup aşağı çekmesi gerekmişti. İkili arkasından gülümserken o son hızla hastaneyi terk etti. ..... Andersson malikânesinin önündeki her zamanki yerine arabasını park ederek dışarı çıktı. Park yerinde B.B'nin son model Audi'sini görünce içinden bildiği tüm küfürleri sıralamaya başladı. Yol boyunca telefonunu araç şarjına takmıştı ve gördüğü kadarıyla yığınla geri dönmüş çağrı mesajları vardı. Aramaların birçoğu Nickholas'dandı. Öncelikle B.B'ninkileri dert etmesi gerekiyordu ama nedense etmemişti. Asıl açıklama yapması gereken kişi Nick'di. Bütün gece Gena'yı oyalamak için telefonunun şarjını hiç düşünmeden tüketmişti. Sonra da onu yeniden şarj etmeyi unutmuştu. Elbette bunların hiç biri bir mazeret olarak kabul edilemezdi. En azından bir şekilde arayıp, adama hastanede olduğunu ve gecikebileceği haberini vermesi gerekirdi. İşin gerçeği, Drake elinde yemek kutularıyla hastane odasından içeri girinceye kadar, Madison'ın Nickholas ile yiyeceği öğle yemeği tamamen aklından çıkıp gitmişti. Verdiği sözlere sadık kalmaya özen gösteren biri olarak, bu davranışı kendisine hiç mi hiç yakıştıramadı. O yüzden karşısındaki kişi Nickholas Andersson bile olsa bir özrü hak ediyordu. Romano her zamanki striptizci kız kıyafetiyle onu girişte karşıladı. "Madison." "Selam Mano. Nicholas'ı nerede bulabileceğimi biliyor musun?" "Bayan Brooklyn'le beraber çalışma odasındalar." "Teşekkürler." Madison yönünü çalışma odasına çevirdiğinde koridorda Troy ile burun buruna geldi. "Maddie! Selam!" Elinde bir tenis raketi vardı. "B.B buralardayken senin ortalıkta dolaşmaman gerekmiyor mu?" "Kim?" "Bayan Brooklyn. Ah, neyse boş ver." "Bende şimdi tenis oynamak için dışarıya çıkıyordum zaten. Üstelik bugün saklanmam gereken bir değil tam iki Andersson var, bana katılmak ister misin?" "Başkasıyla oyna Troy, hiç havamda değilim. "Ne tesadüf ki, Nickholas da öyle." "Nickholas ile aranızda bir sorun mu var?" "Bildiğim kadarıyla yok ama bugün nedense biraz aksiliği üstünde sanki." Madison gözlerini devirerek, "Harika!" dedi. "Tam da ihtiyacım olan şey." Troy sakince yanından geçerken, "Sana bol şanslar Maddie!" diyerek gülümsedi. Ukala herif! Kapıyı tıklatmadan önce Madison pantolon ve tişörtüne elinden geldiğince çeki düzen vermeye çalıştı. İki gündür aynı kıyafetleri giydiği - değiştirecek fırsat bulamadığı - için fazlasıyla buruşmuşlardı ama önemli olan temiz ve ter kokmuyor olmalarıydı. Savaşa hazırlanırmış gibi derin bir nefes alıp kapıyı iki kez tıklattı. Nickholas'ın sert emrini duyunca da yavaşça açarak içeri süzüldü. "Bakın sonunda kimler teşrif etmiş. Madison! Bu ne güzel sürpriz!" "Küstahlığın lüzumu yok Nickholas." diyerek oğlunu sertçe uyardı Bianca. "Eminim Madison'ın telefonlarımızı açmamasının geçerli bir açıklaması vardır." "Elbette Bayan Brooklyn." dedi Madison, içtenlikle gülümsedi. "Kesinlikle var. Ben-" "Bir açıklaman olduğunu bildiğimi söyledim Madison, duymak istediğimi söylemedim. Her ne mazeret uydurduysan, kendine saklayabilirsin." "İyi ama..." "Şu an bir toplantının ortasına habersiz daldığının farkında mısın küçük hanım." "Evet efendim. Özür dilerim." "Şimdi otur ve söyleyeceklerimi iyi dinle. Ve bir daha da asla sözümü kesme!" Madison içinden kadına saydığı sayısız küfrün yanında katil olmadan onu öldürmenin yollarını da arayarak, Nickholas'ın karşısındaki koltuğa yerleşti. Nicholas tek kişilik koltukta, bir ayak bileği diğerine dayalı rahat bir pozisyonda oturuyor olmasına rağmen, odaya girdiği andan itibaren adamdan ona doğru dalga dalga yayılan düşmanca bakışların tamamıyla farkındaydı Madison. Şimdi de annesi tarafından paylandığı için, ona çarpık bir şekilde sırıtıyordu. "Az önce de söylediğim gibi Nickholas, bu anlaşma bizim için oldukça önemli. Ayrıca Harold'ın şirketiyle ilk çalışmamız olacağı için senden daha özenli olmanı rica ediyorum. Harold ciddi bir adamdır. Onunlayken hareketlerini biraz daha kontrol altında tutmaya çalış lütfen. Bunun için bana istediğin kadar kızabilirsin ama siz Vegas'tayken Madison'dan bana hakkınızda her gün rapor vermesini istiyorum." "Rapor mu? Ama bu çok saçma." "Oraya arkadaşınla gitmek istediğin için sana karşı çıkmadım fakat bu her yapacağınız şeyi onaylayacağım anlamına gelmiyor genç adam. Yarın gece uçağınız kalkıyor, o zamana dek hazırlıklarını tamamla." "Bana hâlâ babamın neden özel jeti kullandığını söylemedin." "Söylemedim mi? Bir tıp konferansı ya da onun gibi bir şey içindi sanırım." B.B'nin ilk defa kendinden emin konuşmaması Madison'ın dikkatini çekti. Sanki Nick'in sorusuna cevap verirken biraz zorlanmış gibiydi. "Hı hımm. Eminim öyledir." diyerek ağzında bir şeyler geveledi Nick. "Her neyse. Yarın gece Haroldların ortaklarıyla bir yıldönümü partileri var. Benim de gelmem için ısrar ettiler ama şu an ara veremeyecek kadar yoğunum. Asistanıma bir özür çiçeği yollamasını ve Madison'dan biletleri yarın gece için ayırtmasını bu yüzden istedim. Madison, yarın akşamki partide Harold ve Fanny'nin çiçekleri aldığından emin ol." Madison başını sallayıp onayladı. "O geceki yıldönümü partisi ve ertesi geceki kokteyle hazırlıklısındır umarım?" Göründüğü kadarıyla kadın buraya yine bir kraliçe edasıyla buyruklarını sıralamaya gelmişti. Üzerine giydiği zeytin yeşili anvelop kesim elbisesi, düzgün fiziğini güzelce ortaya çıkarmış, gözündeki aynı renk gözlükler ona ufacık da olsa, resmi bir hava katmıştı. Son derece kusursuz ve pahalı bir moda anlayışı olduğunu her seferinde insanların gözüne sokmak zorunda mıydı? "Cevap ver bana Madison?" "Özür dilerim efendim, yanılmıyorsam benden sözünüzü kesmememi istemiştiniz." Bianca öfkelendiğini belirten bir şekilde muntazam kaşlarını çatıp, keskin bir nefes alınca, Madison sabit bakışlarını kıkırdamamak için yumruğuyla ağzını kapatan Nickholas'a çevirdi. "Şimdi ise senden bir yanıt bekliyorum!" "Üzgünüm ama parti ve kokteylden haberim yoktu efendim. Bavulumu bu plana göre hazırlamamıştım." "O halde Laurell'e butiğimi aramasını ve sana yarına kadar iki kokteyl kıyafeti ayarlamasını istemem gerekecek. Orada beni temsilen bulunacağın için üzerindekilere benzer şeylerle ortalarda dolaşmana izin veremeyiz." "Hazırlamadım dedim hazırlayamam demedim Bayan Brooklyn. Elbise işini kendim halledebilirim. Şimdiye kadar kıyafetlerimi hep kendim seçtim." "İnan bana söylemeseydin de anlardım zaten. Umarım yarına kadar zevkini biraz daha geliştirebilirsin." Madison sakinleşmek için içinden ona kadar saymaya başladı. Kadını, şu anda resmen parçalamak istiyordu. Anne-oğulun Madison'ın kıyafetleriyle alıp veremediği neydi tanrı aşkına? "Ayrıca hâlâ bir işin olsun istiyorsan o dilini de törpülemeni tavsiye ederim sana küçük hanım." ayağa kalkarken, "Nickholas'ın sana bu kadar tesir etmesine şaşırdım doğrusu." diye ekledi. Bende onu senin doğurmuş olmana, diye haykırmak istedi içinden Madison ama son anda sivri dilini törpülemesi gerektiği aklına geldi. "Hesap yaparken, bazen ihtimalleri de göz önünde bulundurmak gerek efendim." "Seni ihtimalleri hesaba katasın diye tuttuğumu unutuyorsun Madison. Bu arada, bugünkü ukalalığının gözümden kaçtığını da sanma. Şimdilik toplantı bitmiştir. Nick seninle uçuştan önce telefonda görüşürüz." "Elbette anne." B.B bir general ciddiyetiyle odadan çıkarken Nick de onun peşinden çıkmak üzereydi ki Madison kolundan çekerek onu durdurdu. Nick sert bakışlarını kolunu tutan ele dikmişti. "Bir şey mi vardı Madison?" Madison, adamın ona soğuk davrandığının farkındaydı. Ne yazık ki, bunda hakkı da vardı ama bir açıklama yapmadan ona kızgın kalmasına izin veremezdi. "Seninle biraz konuşabilir miyiz Nickholas?" Henüz kapatmadıkları kapıya bakarak, "özel olarak." diye ekledi Madison. Nick ricasına uyup kapıyı sertçe itti. "Evet. Seni dinliyorum. Ama öncelikle seni uyarmalıyım, eğer bana hesaplamadığın ihtimallerle ilgili saçmalıklardan bahsedeceksen hiç başlamamanı öneririm. Umarım ünlü bir film yıldızını ektiğin için epey mutlusundur." Madison derin bir soluk koyuverdi. Anne oğuldan hangisinin daha zor olduğuna bir an karar vermekte zorlandığını hissetti. İkisinin de egosu Madison'ın ulaşamayacağı kadar yüksekteydi. "Şu dünyayı ben yarattım havalarından vazgeçtiğiniz gün eminim daha çekilir olacaksınız." "Ne?" "Unut gitsin! Ortada ihtimal veya bahane yok. Bak, seninle bugün buluşamadım çünkü tamamen aklımdan çıkmıştı, tamam mı?" Nicholas tokat yemişçesine irkildi. Bu kez bakışları bıçak kadar keskinleşmişti. "Bu kadar açık sözlü olduğun için teşekkür ederim Madison. En azından saçma sapan bahanelerin ardına sığınıp beni aptal yerine koymaya kalkışmadın." "Dinle Nickholas, zor bir gece geçirdim. Gerçekten zor. Seninle yiyeceğim öğle yemeği düşüneceğim en son şeydi inan bana. Aklımdan çıktığı için gerçekten üzgünüm ama tüm gerçek bu. İçinde hiç bir art niyet veya seni ektiğim için bir memnuniyet yok. Şarjımın bittiğini bile bir saat öncesine kadar fark etmemiştim. Bu sorumsuzluğuma kılıf olamaz tabii ama sana elimden geldiğince dürüst olmaya çalıştığımı görmüyor musun?" "Elbette görüyorum. Eminim meşguliyet sebeplerin benden çok daha önemlidir. Ah. Seni bunun için asla suçlayamam Madison. Hayır. Bunun için sadece kendimi suçlayabilirim. Tam bir ahmak gibi davranıp seni yemeğe çıkarmaya çalıştım. Tanrım, bir an gerçekten arkadaş olabileceğimizi sanmıştım." "Asıl ahmaklığı şimdi yapıyorsun Nickholas. Beni dinliyor musun sen? Arkadaşım Gena dün gece-" "Hayır, daha fazla seni dinlemek istediğimi sanmıyorum. Ben cevabımı aldım tamam mı? Daha fazlasına ihtiyacım yok!" Nick kapıyı açıp arkasından sertçe çarpınca Madison onun duyabileceği kadar yüksek sesle bağırdı. "İkinizde bu kadar kalın kafalı olmak için özel bir karışım filan mı kullanıyorsunuz?" Nick birden kapıyı açıp onunla yüz yüze gelince genç kadın donup kaldı. "Sürekli siz diyerek kimden bahsediyorsun sen?" "Hiç kimse." dedi Madison sessizce. "İyi." Nick onu tepeden tırnağa şüpheyle süzüp, kapıyı tekrar çekti. Madison hırsla gözlerini devirdi. Aptal Andersson genleri.
|
0% |