Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@sagetaylors

 

Madison hiç vakit kaybetmeden asansörü kendi katına geri çıkarttı. Kapılar açılır açılmaz koridora fırladı ve fırtına gibi odasına girdikten sonra kapıyı ardından sertçe çarptı.

Nicholas bir şeylerin peşindeydi. Bunu anlamamak için bir insanın aptal olması gerekirdi. Zaten bu projeyi bu kadar çabuk kabullenmesinin ardında bir şeyler olduğundan şüphelenmişti. Şimdi de dişi West ile baş başa kalmak istediğini belirterek Madison'ı anında başından sepetlemişti.

Odasına girer girmez ilk işi bilgisayarında kısa zamanda oluşturduğu Harold&Fanny West dosyasına ulaşmak oldu. Aile hakkında topladığı bilgilerin içindeki bir şeylere ihtiyacı vardı. Özellikle Nick'in planlarını bozacak bir şeylere.

Baba West; birçok dalda ödül alan en iyi yapımlarda yer almış, zamanının en başarılı aktörlerinden biriydi. Şimdilerde ise altmışlarına merdiven dayamış, zamanının çoğun golf oynayarak geçirmeyi seven zengin bir emekliydi.

Seksenlerde yüz güzeli seçilen Eva adındaki karısıyla, kızı daha okul çağına gelmeden evvel ayrılmışlardı. Harold hovardalığıyla ünlü bir adam değildi. Bu yüzden basın, kısa sürede tekrar evlenmesine hiç şaşırmamıştı. İkinci karısı bir avukattı ve Bianca ile yakın arkadaşlardı.

Harold'ın Bianca ile dostluğu beyazperde yıllarına dayanıyordu. Hatta birlikte peş peşe iki filmde başrolde oynamışlardı.

Aktörlüğü kırklı yaşların ortalarında bırakan Baba West, bundan on yıl önce kuruculuğunu yaptığı Westminster prodüksiyon şirketini kurmuş, okulundan mezun olur olmaz kızı Fanny'i Halkla ilişkiler müdürü olarak yanına almıştı. Ah şu zenginler! diye geçirdi içinden Madison. Ağızlarında hep gümüş kaşıkla mı doğmak zorundalardı.

Sonraki dönem Fanny'nin genel başkanlığını yaptığı şirket, dudak uçurtan yıllık sermayeleri ile milyar dolar bütçeli filmler çekmeye başlayarak her yıl film sektöründe adından hatırı sayılır şekilde söz ettirmeyi başarmıştı.

Fanny, yirmi altı yaşında, çalışmayı sosyal hayattan önde tutan, hırslı, başarılı, bekâr ve hoş bir kadındı. Tıpkı babası gibi medya da aşırılıklarıyla ilgili adına tek bir kötü haber bile yapılmamıştı. Yani, Nick'in tam zıttıydı.

Peki, o halde ondan istediği neydi?

Kadının herhangi bir zayıf noktası yokmuş gibi görünüyordu. Bu da Madison'ın işini giderek zorlaştırıyordu.

Fanny West'in birbirinden şık ve pahalı gece kıyafetleri içinde, babası, birlikte çalıştığı insanlar ve ünlü aktrislerle objektiflere gülümseyerek verdiği zarif pozları hızlıca geçerek biyografisini yeniden taradı.

Genç kadın ayrıca branş olarak medya/televizyon okumuş, üniversiteyi iyi bir dereceyle bitirmişti. Başarılı öz geçmişinde ilgilendiği müzik dalları, hatta çaldığı enstrümanların isimleri bile vardı.

Vay vay vay... Belli ki Bayan West, babasının yolundan gitmiş olmasaymış, iyi bir şarkıcı veya belki söz yazarı/besteci bile olabilirmiş.

Madison elinde tuttuğu Vegas broşürlerine tekrar bakarken planı yavaş yavaş zihninde şekillenmeye başlamıştı. Pek mükemmel bir plan sayılmazdı. Hatta daha iyilerini yaptığı bile söyleyebilirdi. Üstelik bu kez şansa zekâsından daha fazla ihtiyacı olacaktı. Geri kalanı; Madison'ın yaratıcılığına kalmıştı.

En azından bu şekilde bir taşla iki kuş vurma ihtimalim yüksek, diye düşündü. Bir yandan Nicholas'ın dişi West ile ilgili planlarını bozmaya çalışırken, diğer yandan B.B'nin arzu ettiği büyük jesti hayata geçirme fırsatı bulabilirdi. Her halükarda zararda değil kardaydı.

Nick'den alacağı intikam ve adamın gece boyunca karşısında kıvranıp durmasını izlemekle duyacağı zevk de cabasıydı.

Hevesle telefonunu eline alıp gerekli numaraları tuşlamaya başladı. Otel müdürü de dâhil bir kaç yere telefon açtıktan sonra odasından çıkarak hararetle karşı odanın kapısını çaldı. Kapı yarım dakika içinde açılmayınca bu defa yumruklarını kullanmıştı.

Six packlerini ve açıkça daha fazlasını sergilemek amacıyla gri bir sabalık ve aynı kumaştan siyah ipek baksır giyen Troy birdenbire karşısında belirince Madison aynı hızla gözlerini kapattı.

"Tanrım, göz çukurlarım yanmadan önce şu görüntüyü kapat hemen!"

"Madison! Selam! İyi ama neden? Gördüklerini beğenmedin mi yoksa?"

"Şu anda son beş saniyeyi hafızamdan silmekle meşgulüm Rupert. Sana önünü kapat dedim."

Troy sabahlığının kuşağını bağlarken neşeyle gülümsüyordu.

"Üzgünüm diyeceğim ama değilim. Bu güzel ziyaretini neye borçluyum? Beni bu kadar çabuk özlemene sevindim ama Nick ile yemeğe ineceğinizi sanıyordum. Keşke geleceğinden önceden haberim olsaydı. Akşam yemeğini kendime göre söylemiştim."

Önce tek gözünü açarak tehlikenin geçtiğinden emin olan Madison, "Aç değilim." dedi. "Yalnız mısın?"

"Evet ama..."

"İyi."

Genç kadın onu itip içeri girdi.

"Tabi. Neden içeri gelmiyorsun?"

"Sana acilen bir şey sormam gerek."

Genç adam durumun tuhaflığını anlayınca yüz ifadesi aniden ciddileşti.

"Problem ne? Sen iyi misin?"

"Olacağım. Uçaktayken bana okulda eksik kredilerini kapatabilmek için Fransızca dil eğitimi dersi almak zorunda kaldığından bahsetmiştin, hatırlıyor musun?"

"Evet. Ne olmuş?"

"Ne kadarını hatırlıyorsun?"

Troy saç diplerini kaşırken düşünüyordu.

"Açıkçası Fransızca konuşmaktansa bir kadınla Fransız stili öpüşmeyi tercih ederim. Denemek ister misin?"

"Troy Rupert! Laflarına dikkat et! "

"Tanrım, tıpkı annem gibi konuştun." Genç adam ürpermiş gibi yaptı. "Bir erkeği denediği için suçlayamazsın değil mi? Kendimi ifade edecek kadar iyi konuşuyorum diyelim, öğrenmek istediğin nedir?"

"Güzel o halde benimle geliyorsun. Şimdilik daha fazla soru sorma. Sana ne yapacağını yolda anlatırım. Hazırlanman için tamı tamına üç dakikan var."

"Üç dakika mı? Delirdin mi sen?"

"Pekâlâ, yüz seksen saniye olsun."

"Aradaki fark ne söylesene?"

"Bilmem. Kulağa daha rahatlatıcı gelir belki diye düşünmüştüm."

Troy gözlerini devirerek Madison'ın ardından kapıya doğru yürürken sızlanmaya devam ediyordu.

"İyi ama nereye gidiyoruz? Henüz bifteğimi bile bitirmedim. Şuna bir baksana! O kadar sulu ve lezzetli görünüyor ki, tanrım onu yemeden seninle hiç bir yere gelemem."

Madison yolun yarısında duraksadı. Kar beyaz örtüsü yere kadar uzanan tekerlekli bir arabayla odanın ortasındaki sehpaya taşınmış, gümüş işlemeli tabaklarda en az sekiz çeşit yemek saymıştı.

"Somon balığı ve biftek mi?" Midesinin bulantısını gizleyemedi. "Sen ciddi misin? Nasıl midesi olan bir adam balıkla kırmızı eti birlikte yiyebilir ki?

"Her güzel şeyin tadına bakmak isteyen bir adam."

Madison yeniden kapıya doğru yürürken, "İki dakikan kaldı Rupert." diye seslendi.

"Bana ne olduğunu anlat, bende seninle hiç itiraz etmeden istediğin yere geleyim. Yoksa o bifteği yemeden hiç bir yere-"

Madison bir anda U dönüşü yaparak yemek masasının önünde durdu ve biftek dolu tabağı alıp adamın eline tutuşturdu.

"İşte, etin de seninle birlikte gelebilir. Artık mutlu musun? Vaktimiz daralıyor. Acele et. Ayrıca sana hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum ama hava alanında temelleri yeni atılan arkadaşlığımıza hiç de yakışmayan şu nezaketsiz davranışın yüzünden bana hâlâ borçlusun. Ve benimle hâlâ arkadaş kalmayı istiyorsan borcuna sadık bir adam olsan iyi olur."

"Bekle! Hangi nezaketsiz davranıştan bahsediyorsun? Ne borcu? Hiç bir şey anlamadım. Elbette seninle hâlâ arkadaş kalmayı istiyorum."

"Öyleyse kaldır kıçını. "

Troy, eline tutuşturulan tabakla, hızla kapanan kapıya şaşkın bir balık gibi ağzını açıp kapatarak bakıyordu ki,

Madison'ın kapının arkasından, "Bir dakika Rupert!" diye bağırdığını duyunca, eti filan boş verip telaşla yatak odasına koşturdu.

.....

Bir saat sonra otelin önünde kiralık arabalarından indiklerinde Troy'un kafasındaki soru işaretlerinin bir kısmı hâlâ yerli yerinde duruyordu. Madison sorduğu tüm sorulara üstü kapalı cevaplar vermişti. Tek kelime İngilizce bilmeyen bir adamın yanına gitmişlerdi - ki görünüşe göre adam ünlü biriydi - ve ona yüklü miktar para karşılığında ufak bir iş teklif etmişlerdi. Adamın parada gözü olmadığı belliydi ama kadınlar konusunda aynı şey söylenemezdi.

Konuşma boyunca neredeyse Madison'ın içine düşecekti. Neyse ki, Troy tam bir centilmen gibi Madison'ın yanında olarak o kart zamparaya hiç fırsat vermemişti.

Daha sonra mekân sahibiyle de anlaşma yapan Madison'ın büyük bir sürpriz hazırladığı belliydi. Fakat bu sürprizi kimin için hazırladığı şüpheliydi.

Genç kadın, bana güven dediğinde Troy daha fazla üstüne gitmekten vazgeçti. Zaten onu ilgilendirmezdi.

Lobiye girerken, "Şimdi odama gidip akşam yemeğimle yaşadığım orgazmıma kaldığım yerden devam edebilir miyim?" diye sordu.

Madison yüzünü ekşi bir şey yemiş gibi buruşturdu. "Iyyy tanrım, senin yüzünden bir daha asla yemek yiyemeyeceğim sanırım. Evet. Kaybol hemen."

"Çok kabasın. Bir teşekkür yok mu?"

"Affedersin. Her şey için teşekkürler."

"Ne zaman istersen bebek!"

Madison adamın nasıl becerdiğini bilmediği bir şekilde aynı anda hem sırıtıp hem ıslık öttürerek asansörlere doğru salınışını başını sallayarak izledikten sonra saatine baktı ve aceleyle yerini otel müdüründen öğrendiği restorana yöneldi.

Otele bağlı dünya mutfağına ait tam sekiz küçük, altı büyük işletme vardı. Nickholas ve Fanny’nin gititkleri bir İtalyan restoranıydı. Hâlâ içeride olduklarını tahmin ediyordu çünkü onları bir süre daha oyalaması için garsonların hesaplarına yüklü bahşişler göndermişti.

Bir de şu müzisyenin ekstra şovu ve mekân ücreti vardı tabi. Vegas'ta kaldıkları süre boyunca limuzini kullanamayacakları için dönüşte bir de araba kiralamak zorunda kalmışlardı. Son bir saatte harcadığı parayı hayatı boyunca harcayamazdı. Zengin ve kaprisli olmak amma masraflıydı.

Neyse ki, Bianca ona yapacağı jest için hiç bir masraftan kaçınmamasını tembihlemişti.

Madison yüzünü kaplayan sinsi sırıtışın yerini en masum yüz ifadesiyle değiştirmeyi başardıktan sonra derin bir nefes alarak restorana giriş yaptı.

Şov zamanıydı.

Müşteri portföyü kalabalık olmayan, yani kaymak tabakaya hitap eden şık mekanlardan biriydi burası. Bakışlarını masalarda gezdirirken ikiliyi bulması fazla uzun sürmemişti. Nede olsa siyah smokinleriye yuvasına yirmi dört saat yiyecek taşıyan karıncaları andıran garsonların istilasına uğramış çok fazla masa yoktu etrafta.

Madison kararlı adımlarla ilerleyerek gelen ikramlara teşekkür etmekten başı dönen çiftin karşısına dikildi. Nicholas'ın garsonlara attığı şaşkın bakışları nedense yapmacık bulmuştu. Sanki bu jestin onun tarafından yapıldığını biliyor gibiydi.

"İyi akşamlar. Umarım çok geç kalmamışımdır. Nickholas inanmayacaksın ama Vegas'ın trafiği L.A'dan da beter. Her yer turist kaynıyor. Eğer işini bilen bir taksiciye denk geldiysen paçayı kurtardın demektir, aksi halde günün faciaya dönüşebilir. Bu arada hava kararınca sokakların daha da kalabalıklaştığını söylediler. Gece otelden dışarı çıkmayı düşünüyorsan yeniden düşün derim."

"Madison? Senin, senin burada ne işin var?"

İşte şaşırmak diye ben buna derim.

"Bu hanım efendiyi tanıyor musun Nick?"

"Evet, şey Fanny, işte sana bahsettiğim Madison."

Bahsettiğin mi? Benden mi?

"Ne kadar kabayım. Lütfen kendimi tanıtmama izin verin. Ben Bayan Brooklyn’nin ikinci yardımcı asistanıyım. Ayrıca Bay Andersson'ın özel işleriyle ilgileniyorum. Tüm gün aktiviteleri, medyayla olan ilişkisi, hakkında çıkan haberlerin takibi, sağlık ve beslenme programı, seyahatlerindeki rutinleri de görev tanımıma dâhil elbette." Kendi kendine kıkırdadı. "Aynı anda ne kadar fazla detayla uğraştığımı bilseydiniz şaşardınız. İsmim Madison Goldberg. Tanıştığımıza memnun oldum."

Uzanıp konuşamayacak kadar afallamış görünen kadının elini sıktı. Sonra da teklif beklemeden Nickholas'a en yakın sandalyelerden birine oturdu.

"Geciktiğim için üzgünüm. Buraların yabancısı olduğum için, gerekli yerlere gidip gerekli düzenlemeleri yapmam sandığımdan uzun sürdü. Ama merak etmeyin hepsini hallettim."

"Ne düzenlemesi?"

"Geleceğinizi bilmiyordum Bayan Goldberg." dedi Fanny hayretle.

"Madison. Lütfen bana Madison deyin."

"Elbette, Bayan Madison. Nickholas yemekte bize katılacağınızı söyleseydi, sizi muhakkak beklerdik."

"Çok naziksiniz ama aldırmayın lütfen. Patronların çalışanlarının yemek düzenlerini önemsediği bir iş yerine rastlamadım henüz."

Kadın gülümsedi. Gerçek bir gülümsemeydi. Madison yavaş yavaş kadını kazanmaya başladığını hissediyordu.

Kıyafeti; klasik kesim, beyaz bir pantolon ceketten ibaretti. İçine giydiği siyah dantelli büstiyeriyle başarılı bir şekilde sadeliği seksapelliğe dönüştürmeyi başarmıştı. Madison'ın tahmin ettiğine göre doğal sarışındı. Ya da kuaförü o kadar kaliteliydi ki boya olduğu anlaşılmıyordu.

Ufak dokunuşlarla hem şık hem de güzel görünmesini becerebilen bir kadındı. Yüzünde çok az makyaj vardı. Elmacık kemikleri çıkık, yüzü çenesini öne çıkacak kadar sivriydi. Gözleri yosun yeşiliydi. Saçları, zarif boynunun etrafında parlak sarı dalgalar halinde omuzlarına dökülüyordu. Boynunda hoş, inci bir gerdanlık ve onunla uyumlu bir yüzük takmıştı.

Kadın görüntü itibariyle Madison'dan tam puan almıştı. Göz ucuyla Nickholas'a baktı. Gömleğiyle uyumlu safir mavisi gözleri, huzursuzlukla ona bakarken neredeyse içine işliyordu. Demek onu burada gördüğüne pek sevinmemişti. Aman ne hoş.

"Akşam yemeğini odanda yiyeceğini sanıyordum."

Madison, sıktığı dişlerinin arasından konuşan adama eğlenerek baktı.

"Odamda mı? Bayan West'in nazik davetini geri çevirebileceğimi nasıl düşünürsün Nick? Beni beklememenizi, eğer işlerimi erken bitirebilirsem size yetişebileceğimi söylemiştim." Genç adamın duyamayacağı mesafeye eğilerek kadına, "Uçak yolculuğundan sonra kulakları hep böyle ağır işitir." diye alçak sesle fısıldadı. Oysa Nick aralarındaki mesafeye rağmen söylediği tek bir kelimeyi bile kaçırmamıştı.

Genç adam keten peçetesini masaya fırlatıp, kaba bir dilde homurdanmaya başladı.

"Neyse. Kalkalım mı artık? Burada yeterince vakit kaybettik. Otelin diğer kısımlarını görmek için sabırsızlanıyorum."

Nick yerinden doğrularak genç kadına nazikçe elini uzatmadan önce aralarında duran dosyayı kolunun altına sıkıştırdı.

"Ne o? Hemen gidiyor musunuz? Fakat ben tatlılarımızı birlikte yeriz diye düşünmüştüm."

"Üzgünüm Madison ama geç kaldın." dedi Nick keyifle sırıtarak. "Biz tatlılarımızı çoktan yedik bile."

Tam kalkmak üzerelerdi ki Madison öne atıldı.

"O halde kahve? Birlikte birer kahve içelim."

Fanny tereddütle Nick'e bakmıştı ama Nick bu bakışı fark etmedi. Tüm ilgisi gecesini mahvetmeye çalışan esmerin üzerindeydi.

"Kahvelerimizi de içtik. Sağ ol Madison. Hatta o kadar çok şey yiyip içtik ki, midemizde başka herhangi bir şeye yer kaldığını hiç zannetmiyorum."

"Ama ben Bayan West ile daha yeni tanışmıştım. Ve ondan oldukça hoşlandım. Kalıp benimle biraz daha sohbet edemez misiniz?"

Madison'ın samimi itirafı Fanny'i gülümsetmişti.

"Bende Madison'a katılıyorum Nick. Zaten yemeğe beklemeyerek ona yeterince kabalık ettik. Biraz daha kalıp sohbet edebiliriz sanıyorum. Ayrıca bende kendisinden hoşlandığımı itiraf ediyorum."

"Pekâlâ, ama bana kumarhaneyi gezdireceğine dair sözünü unutma."

"Unutmadım. Eduardo geldiğinde birlikte gezdireceğiz. Eduardo benim ortağım bu arada." diyerek genç kadına açıklama gereği hissetmişti. "Bu oteli geçtiğimiz yıl birlikte satın aldık."

"Biliyorum." dedi Madison eliyle garsonlardan birini çağırırken.

Nick umutsuzca gözlerini devirip sandalyesine geri çöktü.

"Yanılmıyorsam bu babanızdan ayrı kendinize ait ilk özel yatırımınızdı değil mi? Ama Bay Morales için öyle olmadığını, San Fransisco ve Batı Virginia'da buna benzer otelleri olduğunu duymuştum. İç dizaynlarını bizzat kendi yaptığı söyleniyor. Çocukluğunuzdan beri arkadaş olduğunuz doğru mu?"

"Evet. Eduardo harika bir iç mimardır. Ve çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Onunla yıllara meydan okuyan bir dostluğumuz var."

"Ne harika öyle değil mi Nick? Tıpkı seninle Troy gibi."

"Birileri dersine iyi çalışmış anlaşılan."

Fanny Madison'ın araştırmasından etkilenmiş görünüyordu.

"Elbette Bayan West. Yalnızca film sektöründen hoşlanmadığınız için mi, yoksa kendinize yeni bir iş kolu seçmek adına mı bu otele ortak olduğunuzu merak ediyorum."

"Ah, film sektörünü elbette seviyorum. Setlerde çok fazla vakit geçirdim. Neredeyse kameralarla birlikte büyüdüm diyebilirim. Bu oteli alarak farklı bir alanda biraz nefes almak istemiştim hepsi bu."

"İşte bunu duyduğuma sevindim. İtiraf etmeliyim rahatladım. Çekeceğiniz son filmin konusu hakkında size sormak istediğim o kadar fazla soru vardı ki."

"Senaryoyu okudun mu?" dedi Fanny hayretle.

Nick birden oturduğu yerde dikleşti.

"Hemde hepsini. Ejderha adamlar serisi mükemmel bir fikir gerçekten. Şimdiye kadar benzerleri yapılmıştı ama eminim ki bu içlerinde en iyisi olacak. Seriyi daha önce kitap olarak da okumuştum. Ünlü yazarların kitaplarından uyarlanan filmler, eğer iyi işlenirse okuyucuyu kitlesini sinema salonlarına çekmek için en ideal yollardan biri bence."

"Bence de öyle. Herkesin bu işi düzgün yapamadığı konusunda seninle hemfikirim. Fakat ben ekibimize ve yönetmenimize sonuna kadar güveniyorum."

Madison "Ve başrol oyuncumuza." derken özellikle Nickholas'a bakmıştı. "Bu yüzden Nicholas'ın devam filmlerinde oynayamayacak olmasına ne kadar üzüldüğümü anlatamam."

Nick birden panikledi. "Ne-neden oynayamayacakmışım anlayamadım?"

İşte beklenen cevap gelmişti.

"Çünkü Fergus karakteri ilk kitabın sonunda ölüyor, yoksa bilmiyor muydun?"

Masada rahatsız edici bir sessizlik oldu. Fanny boynundaki incilerle oynarken Nick ateş saçan gözlerle Madison'a bakıyordu. O sırada genç garsonlardan biri masaya geldi.

"Ah, ben bir şişe şampanya istiyorum lütfen. Elinizdekinin en iyisi olsun."

"Bir şeyi mi kutluyoruz?"

Fanny'nin sorusuna, "Bilmem, bunu bana siz söyleyeceksiniz." diye başka bir soruyla yanıt verdi Madison, Nick'in elindeki dosyayı işaret etti. "Ufukta Westminster ile bir anlaşma olabilir mi?"

Fanny tam cevap vermek üzereydi ki, "Bu seni hiç ilgilendirmez." diye sert bir şekilde kestirip attı Nick.

Öfkeliydi. Genç kadın hâlâ durumu kavrayamamış olabilirdi fakat Madison, Nick'in dakikalardır bir volkan gibi içten içe kaynamaya başladığını ve her an patlamaya hazır olduğunu görebilecek kadar iyi tanıyordu onu. Bu yüzden kabalığını görmezlikten gelmeye çalışmıştı. Şimdilik.

"Affedersiniz. Aranızdaki anlaşma benim ilgi alanıma girmiyor elbette. O halde başka bir şeye içelim." Garsona döndü. "Bize önerebileceğiniz farklı, güzel bir şeyleriniz vardır muhakkak!"

Genç garson başta cevap vermeye çekinmişti. Belli ki böyle konularda acemiydi.

"Eğer sizin için de uygunsa hafta sonuna özel kokteylimizi önerebilirim hanım efendi. Veya arzu ederseniz daha özel bir şey."

Madison birbiriyle garip bir şekilde bakışıp duran ikiliden gözlerini ayırmadan omuz silkti. "Şaşırt beni."

Garson gittikten sonra cep telefonu sesi duyulana kadar masadaki sessizlik devam etmişti. Fanny, özür dileyerek kalktığında Nick hızla Madison'ı bileğinden yakalayıp kendine çekti.

"Ne haltlar karıştırdığını bilmediğimi mi sanıyorsun?"

"Kim? Ben mi? Sadece Bayan West ile tanışmak istemiştim. Bunda ne kötülük olabilir ki? Çok hoş bir kadın."

"Bana masum numarası çekmeye kalkışma sakın Madison çünkü ancak bir kuzunun yanındaki kurt kadar inandırıcı olabilirsin."

Genç kadın güldü. "Bana bir kuzu kadar saf ve masum olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?"

"Anneme casusluk yapabilmek için arkamdan iş çevirmeye kalkıştığını bildiğimi söylemeye çalışıyorum. Oyunun mükemmel Madison, tebrikler ama dikkatli ol, çünkü tehlikeli sularda yüzüyorsun."

Bunları söylerken nefesini yüzünde hissedecek kadar yakındı. Öyle ki, adamdan gelen temiz sabun ve tıraş losyonunun kokusunu rahatlıkla alabiliyordu Madison.

"Ben sadece işimi yapıyorum ama belli ki sen kamera arkasında da rol yapmaya devam ediyorsun. O dosya da benden saklamanı gerektirebilecek ne yazıyor olabilir merak ediyorum. Neredeyse her maddeyi ezbere biliyorum."

Nick aceleyle dosyayı evrak çantasına tıkıştırırken, "Anlaşmayla ilgili bir iki ufak değişiklik yaptık sadece." diyerek geçiştirdi. "Önemli olduğundan değil."

"Ah sahi mi? Şimdi kim masum numarası çekiyormuş bakalım. Senaryosunun tek bir sayfasını bile okumadığına emin olduğum bir film anlaşmasını imzalamak üzeresin. Söylesene asıl sen neyin peşindesin? Bu gece kimin için buradasın? Sevgili annenin gözüne daha fazla girebilmek için mi, yoksa Bayan güzel ve zengin West'in bir sonraki sevgilisi olabilmek için mi?"

Nick ona öyle uzun ve incinmiş gibi baktı ki, Madison bakışlarının ağırlığından gözlerini kaçırmak zorunda kaldı.

"Üzgünüm, arayan Eduardo'ydu." dedi masaya dönen Fanny. "Küçük bir işi çıktığını, yarım saat içinde yanımızda olabileceğini söyledi."

Nick ve Madison hızla birbirlerinden ayrılmışlardı. Aralarındaki gerginlik, karanlık bir sis gibi üzerlerine çökmüştü.

"Eğer hâlâ istiyorsan kumarhaneyi sana tek başıma gezdirmekten zevk duyarım Nick."

"Sorun değil Fanny. Başka bir akşama da bırakabiliriz. Eduardo gelene kadar havuz başında bir şeyler içmeye ne dersin. Baş başa."

Bir anlığına söyledikleri yüzünden pişmanlık hissettiği için tam bir aptal olmalıydı. Adi herif, istediğinde nasıl da tatlı dilli ve kibar olmayı başarabiliyordu ama. Şimdi de aklınca Madison'ı yeniden devre dışı bırakmaya çalışıyordu.

"Az önce hiç bir şey yiyip içemeyecek kadar tok olduğundan bahsetmiştin."

"Birden basit bir kokteylden daha sert bir şeylere ihtiyacım olduğunu fark ettim."

Madison kokteylleri servis eden garsona gülümsedikten sonra, içeceğinden büyük bir yudum alarak arkasına yaslandı. Şimdi bombayı patlatmanın tam zamanıydı.

"Üzgünüm ama ikiniz de hiç bir yere gidemezsiniz." dedi ciddiyetle. "En azından bu gece."

"Ne demek şimdi bu?"

"Şaka yapıyor olmalısın."

"Hayır, şaka yapmıyorum Bayan West. Size küçük bir sürprizim var." Saatini son kez kontrol ettikten sonra, "Tam olarak bir saat on yedi dakika sonra Fransız virtüöz Arthur H. Kırmızı Vadi'deki programına ekstra olarak bizim için mini bir konser vermeyi kabul etti. O yüzden acele etmezsek geç kalabiliriz. Eminim böyle bir geceye hazırlanmak için bir kadının bir kaç dakikadan daha fazlasına ihtiyacı olacaktır."

"Bir dakika bir dakika." Fanny birden oturduğu yerde dikleşerek tüm dikkatini Madison'a verdi. "Bahsettiğin Arthur H. bildiğimiz Arthur H. mi? Piyanist ve besteci?"

"Ta kendisi."

"Aman tanrım. Vegas'a geleceğini duymuştum ama yıl dönümü partisi hazırlıklarıyla o kadar meşguldüm ki tamamen aklımdan çıkmış. Hatta önceki hafta partiye katılması için bir davet bile yollamıştım fakat menajeri programının tamamıyla dolu olduğunu söylemişti." Nickholas'a döndü. "Ah Nick bu harika bir sürpriz. Piyanoya olan düşkünlüğümü bilmeniz o kadar ince bir davranış ki anlatamam. Ve Arthur, tanrım ona gerçekten bayılıyorum. Saat kaçta demiştin?"

"Mekânın açılışından önceki saat için adımıza ayırtılmış dört kişilik bir rezervasyonumuz var."

Fanny heyecandan terlemiş olacak ki, eliyle yüzünü yellemeye başladı.

"Dört kişilik mi? Troy da mı geliyor?" diye sordu Nick.

"Ben Bay Morales'i kastetmiştim."

"Ah!"

"Çok düşüncelisin Madison. Bu gerçekten harika bir fikir. Eduardo'yu arayıp en hızlı şekilde beni alıp Kırmızı Vadi'ye götürmesini isteyeceğim. Sizinle orada buluşuruz olur mu? Madison haklı. Daha fazla vakit kaybetmeden gidip Arthur için hazırlanmam lazım. Sizin için limuzini gönderirim."

"Araba işini dert etmeyin. “dedi Maddie. "O kısmı hallettim."

Fanny masadan kalkarak hızla Madison'ın yanına geldi ve ona sıkıca sarıldı.

"Bu sürprizin benim için ne kadar değerli olduğun asla bilemezsin Madison. Sana nasıl teşekkür edeceğimi gerçekten bilemiyorum."

"Bana değil, Bayan Brooklyn'e ve Nicholas'a teşekkür edin. Ben yalnızca onların emirlerini yerine getirdim."

"Mütevazı olman değerini daha da arttırıyor inan bana, ama sende bundan daha fazlası olduğunu hissediyorum. Şimdi müsaadenizle. Nickholas?"

"Müsaade senin Fanny."

Nick genç kadını uğurlamak için yerinden kalkarken ilk raundu kaybetmiş boksör gibi yenikti ama öfkesini gizliyordu.

"O halde yarım saat sonra sizinle orada buluşuruz."

"Mümkün olduğu kadar erken gelmeye çalışacağız."

İkili genç kadının telaşsız ama heyecanla yanlarından uzaklaşmasını izledikten sonra birbirlerine döndüler.

"Çok sevindi öyle değil mi?"

Madison masumca içkisini yudumlarken Nick garsonun getirdiği makbuz defterini imzalıyordu. Sonra da sandalyesini geri iterek Madison'a nazikçe elini uzattı.

"Hâlâ vaktimiz var. Birlikte biraz dolaşmaya ne dersiniz Bayan Goldberg?"

Bayan Goldberg mi? O-ooo.

İşte bunu beklemiyordu. Madison hazırlıksız yakalanmıştı. Karşısında en son görmeyi beklediği kişilik sakin ve kibar bir Nickholas'dı.

"N-nereye mesela?

Nick havalı bir şekilde omuz silkerken elini meydan okurcasına havada tutmaya devam ediyordu. Çenesi kasıldığı halde gözleri vaat doluydu.

Etrafına bakındıktan sonra Madison bu teklifi daha fazla karşılıksız bırakmayacağını anladı ve adamın eline uzandı.

Avucu ılık ve yumuşaktı. Nick onu hiç ağırlığı yokmuş gibi bir anda sandalyesinden yukarı çekmişti. Gülümsemesi kanarya yutmuş kedi gibiydi.

"Sana burada kaldığımız süre içinde kullanman için bir araba kiraladığımızı, yani kiraladığımı söylemiş miydim? Faturayı elbette Bayan Brooklyn’nin hesabına kestirdim. Buradaki bütün harcamaları onun hesabından yapmamı istedi çünkü. Spor arabalardan pek anlamam ama kiralayan şirket kesinlikle memnun kalacağını söyledi. Senin garajındakiler gibi olamaz tabi ama-"

"Güzel. Hadi, gidip görelim şunu."

"Şimdi mi?"

"Neden olmasın?"

Nick elini beline atarak tüm nezaketiyle yanında yürürken Madison kendini bundan daha rahatsız hissedemezdi. Vazgeçti. Onun nezaketini istemediğini fark etti.

Adamın öfkesine alışkındı. Lanet olsun, yılışıklığına ve saçma sapan şakalarına, hatta hakaretlerine bile. Ama bir köpekbalığını andıran soğukkanlılığı onu ürkütüyordu.

Valenin arabalarını getirmelerini beklerken Madison tırnak etlerini kemirecek kadar tedirgindi ama belli etmemek için sürekli gülümsüyordu. Nickholas ise ellerini pantolonun ceplerine sokmuş, gözlerinde sinsi bir pırıltıyla bakışlarını üzerinden bir an olsun ayırmıyordu.

Arabaları geldiğinde Madison garip bir şekilde rahatlamıştı ki bu saçmaydı, zira biraz sonra adamla daha kısıtlı bir alanda baş başa kalacaklardı.

"Bir Aston Martin. Güzel seçim."

"Teşekkür ederim."

"Sen kullanmak ister misin?"

"Hayır hayır. Vegas trafiğinin bana göre olmadığını anlayacak kadar test ettim."

"Sen bilirsin." diyen Nick uzanıp yolcu kapısını açarak Madison'ın binmesini bekledi. Sonra da kapatıp şoför tarafına geçti.

Bu çok tuhaftı. Kendini Nicholas'ın yanında hiç bu kadar gergin hissettiği olmamıştı. Masadaki o son bakışmalarından sonra aralarında bir şeyler değişmiş olmalıydı. Nick'in acı ve incinme dolu ifadesi Madison'ın içindeki merhametli yanına dokunmuştu belli ki, bu yüzden de adama söyledikleri yüzünden kendini kötü hissetmişti. Fakat bu Nickholas Andersson'dı. Adam ülkenin bir numaralı aktörüydü yahu. Ondan daha iyi kim rol yapabilirdi ki?

Esas soru gerçekten rol yapıp yapmadığıydı. İşte Madison'ın aklını kurcalayan ve huzursuz eden nokta burasıydı.

Nick motoru çalıştırdı ve gürüldeyen ses Madison'ı gülümsetti.

"Yarışlara katılmayacağımızı biliyorum ama yine de motor gücü motor gücüdür."

Nick ona beklediği takdir dolu bakışı attıktan sonra bir şey söylemeden yola koyuldu.

Sessizlik giderek büyüyordu. Madison stresten derisinin bir davul gibi gerildiğinden emindi. Elinden geldiğince konuyu dağıtmaya, ortamın havasını kırmaya - ki bunu neden yaptığını bile bilmiyordu- çalışıyordu fakat Nick tek kelimelik cevaplarıyla bir şekilde kendini dış dünyaya kapatmış görünüyordu.

Madison sonunda dayanamadı.

"Kışkırtıcı olmak gibi bir niyetim yok ama kafandan neler geçtiğini bilirsem daha iyi hissedeceğim sanırım."

"Kışkırtıcı olmak mı, kim sen mi?" Nick güldü ve bu tuhaf gülüş farkında olmadan Madison'ı incitti. "Ne o, beni müstakbel yapımcımın önünde yeterince rezil edemediğin için üzülüyor musun yoksa?"

"Yalnızca doğruları söylediğim için mi, sanmıyorum."

"Her şeyin dürüstlükle halledilemeyeceğini artık öğrenmen gerekiyor."

"Benim kitabımda dolandırıcılık yazmıyor."

"Lanet olsun biliyorum!"

"O halde benimle oyun oynamaya kalkma da anlat hadi. Ne zırvalıklar planlıyorsun? Çünkü eğer yüzyılın skandalına hazırlanıyorsan en azından önceden bilip tedbir almak işimi kolaylaştırırdı."

Nick direksiyonu aniden kırarak kenara çekti. Sonra da artık gizlemeye çalışmadığı öfkesiyle Madison'un üzerine eğildi.

"Tanrım, insanı kışkırtmak konusunda gerçekten çok başarılısın. Şimdi beni iyi dinle çünkü bana ne yaptığın konusunda hiç bir fikrin olduğunu zannetmiyorum. Benim yaşadığım dünya da dürüstlük para etmiyor anladın mı? Biri diğerinin başını ezmeden yükselemez. Hayatımın kontrolünü elinde tutmaya çalışmaktan vazgeç. Bana daha iyi bir adam olabilirmişim gibi davranmaktan da. Öyle biri değilim çünkü. Hiç olmadım. Burnunu bir daha üzerine vazife olmayan işlere sokarsan eğer..."

"Devam et. Eğer daha fazla ileri gidersem ne olur Nick? Beni kovar mısın?"

"Beni daha fazla zorlamak istemezsin Madison. Sana açıkça o yemeğe gelmemeni, kısacası ayakaltından çekilmeni söylediğimde dediğimi yapmalıydın. Ama sen yine her zamanki gibi iş bitiriciliğinle neleri mahvettiğini bile bilmeden ortalarda boy göstermeye kalkıştın."

"Mahvettiğim nedir söyler misin bana? Benden Fanny'e özel bir jest hazırlamamı isteyen annendi. Tüm öğleden sonramı buna kafa patlatmak ve ayarlamalar yapmak için harcadım ben. Peki, kimin için? Sırf takdir nedir bilmeyen bir kadın ve onun beş para etmez oğlu için. Sana bir şey söyleyeyim mi Nick? Galiba beni kovmana gerek kalmayacak."

Madison ani bir hareketle otoyolun ortasında birden arabadan inince Nick afalladı. Kadın o kadar hızlı davranmıştı ki, aynı hızla kendini dışarı atmayı başaramadı.

"Maddie bekle!"

Madison korna seslerine aldırmadan arabaların arasından rüzgâr gibi geçmeye devam etti.

"Canınız cehenneme Anderssonlar. Mümkünse hayatımın sonuna kadar yüzünüzü bile görmek istemiyorum."

O kadar hızlı yürüyordu ki Nick arkasından koşturmak zorunda kalıyordu.

"Sana bekle dedim." kolundan tutup son anda kadını durdurmayı başardı.

"An itibariyle sizden emir almıyorum bayım."

"Sana ne zaman emir verdim söylesene?" Madison göğsü öfkeyle inip kalkarken verecek bir cevap bulamayınca Nick devam etti.

"Benden, annemden hatta bu işten ne kadar nefret ettiğini bilmediğimi mi sanıyorsun. Elbette biliyorum. Tanrı'nın yarattığı her gün bizden kurtulmak için dua ettiğini de öyle. Fakat artık neden yapmadığını biliyorum. O yüzden gidemezsin. Beni duydun mu gidemezsin." Nick nefes nefeseydi. Yalvarır gibi söylenmiş o son kelime Madison'ı duraksatmaya yetti.

"Kız kardeşim için başka bir yol bulabilirim."

"Haklısın. Ama sorun sadece kız kardeşin değil. Bu ikimizle ilgili Maddie. Sana söylememem gereken pek çok şey söyleyip, hak etmediğin kadar çok şey yaptım. Bu gece için daha farklı planlarım olduğunu kabul ediyorum ama hırsımı senden çıkarmamalıydım."

"Cinsel hayatınla ilgili planlarını alt üst ettiysem eğer senin adına gerçekten üzgünüm."

"Keşke benim için gerçekten üzülebilseydin." dedi Nick kederle iç geçirerek. "Ama hayır, planlarımın hiç birinde cinsellik yoktu."

"O halde ne?"

"Bak, sana her şeyi anlatacağım ama önce arabaya bin lütfen!"

"Şimdi Nick. Bana her şeyi şimdi anlatacaksın. Yoksa hiç bir yere gitmiyorum."

"Kahretsin tamam." Nick bir elini çaresizlikle saçlarının arasından geçirdi.

"Tahmin ettiğin gibi bu projenin en ufak bir satırını bile okumadan kabul ettim. Kabul etmemin tek sebebi Fanny ve onun Vegas'taki oteliydi."

"Sadece kadının zenginliği için mi bilmediğin bir senaryoya balıklama atladın yani!"

"Hayır. Anlasana. Kadının ortağı olduğu otelde büyük bir kumarhanesi var. Anlaşmayı imzaladıktan sonra ondan bir miktar avans isteyecektim. Bundan annemin haberi olmamasını özellikle rica ettim."

"Ne kadarlık bir avanstan bahsediyoruz burada?"

Nick duraksadı.

"Beş yüz bin dolar."

"Beş yüz bin dolar mı?" Madison'ın gözleri yuvalarından uğradı. "Bu parayla ne yapmayı düşünüyordun peki? Ah hayır, sakın bana kumar oynayacağını söyleme."

"Oynayacaktım. Ve sonra da kaybetmiş gibi yapacaktım."

"Kafamı gerçekten karıştırmayı başarıyorsun. Kaybetmiş gibi yapmak da ne demek?" Madison yanından geçen arabadaki adam açık camdan ona hakaret edince adama orta parmağını gösterdi.

Tüm trafik alt üst olmuş, arabalar etraflarında küfreder gibi korna çalmaya devam ediyordu.

"Parayı bir başkasına verecektim."

"Kime?"

"Bak sana şimdilik daha fazlasını anlatamam. Ama benim için önemli biri olduğunu söyleyebilirim. Anlaşmanın şartları değişti. Fanny şimdi bu para karşılığında Westminster'la iki yıllık bir sözleşme imzalamamı istiyor. Böylelikle istedikleri her projede koşulsuz şartsız oynayacağımı kabul etmiş olacağım."

"Bunu nasıl yaparsın Nick? Bu, bu resmen kölelik."

"Mecburum. Ne olur anla beni?"

Madison'ın kollarından tutarak ona yalvarırcasına bakmaya devam etti.

"Senden sadece bir kaç gün daha istiyorum Maddie. Ondan sonra gitmek istersen, yemin ediyorum sana engel olmayacağım. Kalıp burada kaldığımız süre boyunca her şey yolundaymış gibi davranmaya devam etmelisin. Senden istediğim sadece..."

"Benden istediğin sadece istenmediğimde ayakaltında dolaşmamam. Galiba anladım."

Madison başını sallayıp dikkatle yüzüne bakarken Nick zorlukla fısıldayabildi.

"Hiç bir şeyi anladığını sanmıyorum."

Nick ya ne söylediğini bilmiyordu ya da kendince yeni bir oyun oynuyordu. Madison duyduklarına inanamıyordu. Kendini nasıl bir çıkmaza soktuğundan haberi var mıydı bu adamın?

Eğer bir daha dünyaya gelirse, davranışları tutarlı olmayan biriyle asla çalışmayacağına yemin etti.

"Bana bir daha ayakkabının altındaki bir sakızmışım gibi davranmaya kalkışırsan Nick yemin ederim seni mahvederim, beni anladın mı? "

"Daha ne kadar..." Nickholas susup ellerin üzerinden çekerek başını aşağı yukarı salladı. "Anladım. Pekâlâ. Şimdi gidebilir miyiz artık? Yolun ortasında biraz daha dikilmeye devam edersek paparazzilere gece haberlerine yetişecek yeni bir malzeme vermiş olacağız."

Madison başını şüpheyle salladıktan sonra yavaşça arabaya doğru yürümeye başladı.

Uzun zamandır tanıdığı yanı, adama özrünü de alıp bir tarafına sokmasını ve ne hali varsa görmesini söylemek istiyordu. Diğer yandan içinden minicik bir ses sadece ona birazcık daha zaman verip güvenmesini söylüyordu.

Madison hangi sesi dinlemesi gerektiğini bilmiyordu. Tek bildiği Nick'in bu gece konuşurken her zamankinden daha karmaşık sinyaller yaydığıydı.

Ve hepsinden daha önemli olan soru şuydu: Nick o kadar parayı gözü kapalı olarak kime verecekti?

Her kimse, bu kadar büyük bir fedakârlığa değse iyi olurdu.

 

Loading...
0%