@sagetaylors
|
Odasının kapısını açmakta zorlanmasının nedeni, kucağında ağzına kadar dolu bir çamaşır sepeti, deterjan kutuları, Ipod'u ve bir avuç dolusu bozuk para olmasıydı. Ayağı işe yaramayınca dirseğiyle kapı kulpunu döndürmeyi denedi, işe yaramayınca sonunda küfredip sepeti yere atarak, havaya bir tekme savurdu. Bugün en nefret ettiği günlerden biriydi. Çamaşır günü. Ve daha şimdiden kan ter içinde kalmıştı bile. Bunda koşudan yeni dönmüş olmasının ve gardırobunu alt üst etmesinin de payı vardı elbette. Hafta sonu stüdyoda işi olmasına rağmen Gena evde olduğu için ertelemek istemişti. Ayrıca dışarı çıkmak için temiz tişörte ihtiyacı olacaktı. Oysa dolabında bir tane yedeği kalmamıştı. Dahası, pantolonlarından çoğunu kuru temizlemeye bırakmıştı ve şu anda şortunun içine giydiği şey son iç çamaşırıydı. Şortunun lastiğini çekip baktı. Hayır. Sonuncusu az önce kirli sepetini boylamıştı. Off kahretsin. Gena ile evde, üstelik baş başa yapabilecekleri tonla aktivite varken bugün yapmak istediği en son şey çamaşır yıkamaktı herhâlde. Ama Hoş, temiz ve bakımlı göründüğü zamanlarda da Gena onu pek fark etmiyordu ya. Neyse. Defalarca evden şık giyinerek çıkmış, farklı kadınlarla yemeğe gidiyormuş gibi yapıp Gena'yı kıskandırmaya çalışmış, fakat her seferinde hüsrana uğramıştı. Diğer yandan Gena'yı çıktığı adamlarla izlediği zamanlarda parmaklarında kemireceği tırnak eti kalmamıştı. Artık bu şansı değişecekti. Değişmek zorundaydı. Gena onu yalnızca bir arkadaş olarak görmeye devam etmemeliydi. Gay olduğunu düşünmesi bile arkadaşlık fikrinden çok daha iyiydi. En azında artık kız onu görmezden gelmeyi bırakmıştı. Gena onunla ilgileniyordu. Yakından ilgileniyordu hemde. Tamam. İstediği şekilde değildi belki ama bu kadarı bile şimdilik ona yetiyordu. Tanrım, Gena'nın ilgisine yavru bir köpeğinki kadar muhtaç olma fikrinden nefret ediyordu. Ama bak çaresizlik insana neler yaptırıyordu. Şimdi bu ilgiyi kullanmalı ve Gena'nın onu bir erkek -arzulayacağı bir erkek- olarak fark etmesinin yollarını denemeliydi. Sonrasında işler istediği gibi giderse ona gerçeği söyleyebilir ve cinsel tercihinin aslında hep kadınlardan yana olduğunu hatta hayatında tek bir kadına olduğunu, dahası bu kadının kendisi olduğunu ve her şeyi onun için yaptığını itiraf edebilirdi. Onu kollarına çekip uzun uzun ve hep hayalini kurduğu şekilde tutkuyla öptükten sonra elbette. Bu düşünce tüm kan akışını birdenbire tersine çevirmeye yetti. Şimdi vücudundaki tüm kan hızla tek bir noktaya yönelmişti. Gena'nın kapısının önünden geçene kadar hayal kurmaya devam etti. Madison bir kaç gün daha ortalıkta gözükmeyecekti. O halde ev arkadaşları dönene kadar Gena ile vakit geçirecekleri bir saniyeyi bile boşa geçirmemeliydi. Örneğin çamaşır işini birlikte halledebilirlerdi. Sonrasında da dışarıya çıkmak için plan yapabilirlerdi. Belki plaja inerlerdi. Veya sahilde bisiklete binerlerdi. Gena hiç birini yapmak istemeyip evde kalmayı seçerse Drake ona en sevdiği yemeği bile yapabilirdi. Lazanya. "Ne olmuş yani ancak cenaze töreninde giymeye uygun o şeyi muhteşem bir tanesiyle değiştirmişsem. Seni o elbiseyle Las Vegas'a göndereceğimi düşündüysen beni sandığım kadar iyi tanımamışsın bebeğim." Bu Gena'nın sesiydi. Telefonda hararetle konuştuğu kişi de Madison olmalıydı. "Beni valizini karıştırmakla suçlamakta serbestsin şekerim ama yalnızca hayat kurtaran bir kaç küçük dokunuş yaptığımı aklından çıkarmasan iyi edersin. Buna ufak çaplı bir arkadaş müdahalesi diyebilirsin. Evet, haklısın, aksesuarlar ve ayakkabılar konusunda biraz abarttığımı kabul ediyorum ama bagaj sınırını aşmadığım için en azından küçük bir teşekkürü hak etmiyor muyum sence?" Bu kız ve onun o sevimli küçük burnu başına yine iş açmışa benziyordu. Madison'ın şu an neler hissettiğini çok iyi anlıyordu aslında. Kendini Gay olarak hissettiğini açıkladığı ilk andan beri Gena'nın gardırobunu baştan ayağa yenilemek için kolları sıvadığı günler pek de uzak sayılmazdı. Pantolonlarını ve tişörtlerini daraltmış, bazılarına ise entelektüel kesikler açmıştı. Saçı ve vücut kıllarıyla ilgili operasyonlarını saymıyordu bile. Drake onları her hatırladığında yolunan tüy diplerine kadar ürperdiğini hissediyordu. "Hayır olamaz! Bunu bana yapamazsın!" Gena'nın sesi yatıştırıcı olmanın aksine heyecanlı ve yüksek çıkıyordu. Drake, onu elinde telefonla odasının içinde küçük bir ateş topu gibi hararetle bir ileri bir geri zıpladığını hayal edebiliyordu. Boşta kalan elini ise konuşurken sağa sola sallayıp duruyordu. Bu düşünce onu gülümsetti. Omzunu duvara yaslayıp dinlemeye devam etti. "O topuklularla düz yolda yürüyemem de ne demek. O kadar şık ve seksiler ki, bacaklarını kırma riskini bile göze almalısın bence. Şey, son kısmı şakaydı elbette. Neyse boş ver. Diğer konularda ciddiyim ama. Senin şu centilmen Morales ve megaloman Nick Andersson bence o Louboutinlerin altında ezilebilmek için ruhlarını şeytana bile satarlardı. Tamam tamam, sustum. Nee? Çıldırdın mı sen? Hayır! O cırtlak sarı elbiseyle düztabanlılar asla olmaz. Madison Goldberg seni uyarıyorum! Böyle önemli bir gecede o sıkıcı elbise ve o kahrolası düz ayakkabılarını giyersen yemin ediyorum seni asla affetmem, beni duydun mu? Tanrım! Neden onları yakmadığımızı bir türlü anlayamıyorum. O iğrenç şeyleri sırf gıcık olduğun yapışkan herifin tekiyle olan son randevunda adam senden soğusun diye almıştık unuttun mu?" Genç kadın birden arka arkaya derin nefesler almaya başlayınca Drake her an onun histeriye kapılmasından korktu. "Evet. Tamam. Sakinim. Demek giymeyeceksin. Harika. Sonunda kıyafet konusunda anlaştığımıza göre şimdi bana dün geceden ve şu Morales denen adamdan bahsedebilirsin." Genç kadının ruh hali nasıl çabucak değişmişti? Az önce onu duyan biri krizin eşiğinde olduğunu sanırdı. Şimdi ise tüm hücrelerine kadar dedikoduya açtı. Drake başını iki yana salladı. Kadınları anlamak gerçekten imkânsızdı. "Safkan bir İtalyan ve sana ilgisi var hım? Oh, mio dio! Peki ya Nick? Nick bu işe ne diyor? Dur! Sakın söyleme. Ben tahmin edeyim. Sen adamla dans ederken o tırnaklarını yiyordur muhtemelen. Ahggg! Saçmalamıyorum. Adama ters davrandığını sen söylememiş miydin? Kızıl boynuzlarımı filan parlattığım yok benim! Sadece aklımdan beni eğlendiren senaryolar geçiriyordum hepsi bu." Gena neşeyle kıkırdadı. "Kahretsin. Kapı mı? Madem oda servisi git de bak o halde. Ama bu konu burada kapanmadı haberin olsun. Seni seviyorum ve en yakın zamanda senden ayrıntılı bir Nick& Morales raporu bekliyorum ona göre. Ha, bu arada o partiye gitmeden önce bana son bir öz çekim göndermeyi sakın unutma. Aksi takdirde Vegas’ta kendine yeni bir ev baksan iyi edersin. Tamam, bu kısmı da şakaydı. Görüşürüz." Gena'nın telefon konuşmasına kulak misafiri olmak istememişti ancak sabahın bu saatinde onun ahenkli sesini duymak keyfini yerine getirmişti. Yüzünde şapşal bir sırıtmayla kendinden geçmişçesine duvara yaslanan Drake, kapı aniden açılınca kendini toparlamaya vakit bulamadı. "Drake! Ödümü koparttın! Kapımın önünde ne arıyorsun tanrı aşkına? Senin stüdyoda olman gerekmiyor muydu?" "Gena! B-ben..." Karşılaştığı manzara karşısında bir anlığına beyin hücreleri donan Drake doğru kelimeleri bulmakta zorlandı. Bunda kapının aniden açılmasının verdiği şokun yanı sıra, Gena'nın enfes bir şekilde dağınık turuncu saçlarıyla yataktan çıkmış yeni hali ve uzun bacaklarının birçoğunu açıkta bırakan Monster High baskılı tişörtünün de etkisi vardı tabi. Drake o tişörtün altında başka bir şey olmadığını düşünüp sertçe yutkundu. "Burada dikilmiş beni mi dinliyordun?" Onu mu dinliyordu? Şimdilik buna verecek bir cevabı yoktu, çünkü o böyle karşısına rüyalarından fırlamış gibi çıkmışken kalp atışlarının şiddetinden kulakları uğulduyordu. Gena gözlerini kırpıştırıp sorusunu tekrarladı. "Drake! Neyin var senin?" Sadece küçük çaplı bir kalp krizi geçiriyordu hepsi bu. Kahrolası kadın, ona o iri masum yeşil gözlerle her baktığında veya o ateş kızılı saçlarını kahkaha atarken sağa sola her savurduğunda, ya da dün geceki gibi birlikte televizyon izlerken başını kedi gibi omzuna her yasladığında, Drake'in kalbi göğüs kafesinde adeta taklalar atıyordu. Ve o dudaklar. Yüce Tanrım. Kadının dolgun ve öpülesi dudakları vardı ve belli ki dakikalardır hırsla ısırmaktan kızarmışlardı. Drake aklından geçen düşünceleri durduramıyordu. Çoğunlukla kız etrafındayken yarı erekte dolaştığı için kendinden utandığı zamanlar olduğunu kabul ediyordu. Gena'nın tanrı vergisi mükemmel bir vücudu ve pürüzsüz teni vardı. Ancak o hassas ve iyi yürekli kalbi, insanlarla olan iletişimindeki içtenliği, dahası onun sürekli birilerini mutlu etme çabası ve hassasiyeti, Drake'in kalbini tam on ikiden vurmaya yetiyor da artıyordu. Güzelliğiyle onu büyülemesi sadece bir artıydı. Ona karşı hissettikleri yalnızca ham şehvet olamazdı. Hayır. Drake bunun; bazı zamanlarda şiddetlenen bir arzu fırtınasının içinde savrularak yanan saf ve mutlak aşk olduğunu düşünüyordu. Ve yakın zamanda söndürülmezse eğer kendi küllerinde boğulacaktı. "Hayır. Ben. Çekim ertelendi. Çamaşır. Yani kirli çamaşırları yıkamak için..." diyebildi elindeki sepeti havaya kaldırırken. Sepetin ne kadar ağır olduğunu ve uzun süredir kollarında tuttuğunu ancak kolları ağrıdığında fark edebilmişti. Ne yazık ki elinden bırakamayacak kadar gergindi. Ayrıca bir şeylerin önünü kapatması konusunda da işe yarıyordu doğrusu. Gena'nın kaşlarından biri şüpheyle havaya kalktı. Drake'in duraksayarak anlatmak istediği şeyi çoktan anlamıştı fakat şimdi adamın gerilen kollarla kavradığı sepete bakarken aklında kirli çamaşırlardan çok daha fazlası geçiyordu. Drake'in üzerinde, biçimli karın kaslarını saran kolsuz siyah bir atlet ve koşu şortundan başka bir şey yoktu. Ağırlığı belli olan sepeti taşıyan kolları ve ayakları çıplaktı. Ve o kollar... Tanrım. Drake ne zaman bu kadar kas yapmıştı yahu? Uzun süredir spor yaptığını biliyordu. Hatta şimdi bile ondan yayılan sabun kokusuna bakılırsa koşudan yeni dönmüş ve duş almışa benziyordu. Dün gece kanepede yaslanırken o omuzların bir yastık kadar rahat ama güçlü olduğunu fark etmişti ama bu kadar kaslı olabileceklerini hayal bile edemezdi. "Stüdyoya gidecektim ama bir baktım ki hiç temiz kıyafetim kalmamış. Bende bugünü çamaşır günü ilan etmeye karar verdim. Belki sende benimle gelmek istersin diye sormaya gelmiştim ki içeriden sesleri duyunca konuşmanı bitirmeni bekledim." Kahretsin, bundan daha berbat bir açıklama yapamazdı herhâlde. Çaresiz işe yaramasını umdu. Gena'nın gözleri gözleriyle buluştu. Muntazam kaşları yumuşayarak normale dönerken yüzüne tatlı bir tebessümün yayılmasına sebep oldu. Sanırım işe yaramıştı. "İyi fikir Drake. Tek başıma aşağıda sıkıntıdan patlamak istemediğim için erteleyip durduğum yığınla çamaşırım birikmişti. Sanırım sana katılabilirim." "Harika. Yani benimde öyle." diyebilen Drake genişçe sırıttı. "Belki daha sonra birlikte sahile ineriz ha ne dersin? Çamaşırlardan sonra demek istedim. Başka bir planın yoksa tabi." diye aceleyle ekledi. Gena düşünürken çenesini kaşıdı. "Şimdilik yok. Sen önden in, üzerimi değiştirip arkandan yetişirim." Gena tam odasına girmek için arkasını dönmüştü ki Drake, "Bu arada," diyerek onu durdurdu. "Telefonda Madison'la mı konuşuyordun?" Gena kollarını kavuşturup dönerken ona seni yakaladım bakışı atınca, genç adam utanarak başını önüne eğdi. Bu hali oldukça... sevimliydi. "Daha çok benimle inatlaşıyordu diyelim. Kendisi aksini iddia ediyor ama aslında o kalın kafasının içinde benim fikrimi çoktan kabullendiğine eminim. Yemin ediyorum o kız inatçının teki. Moda konusunda da erkekler hakkında da ondan daha yaratıcı fikirlere sahip olduğumu bildiği halde onun için hazırladığım sürprizlere inatla sırt çeviriyor." "Belki de hiç kimsenin işine karışmasını istemiyordur, olamaz mı?" "Ben hiç kimse değilim ki." Gena ayağını hırsla yere vurmadan önce ona ters bir bakış attı. "Ne yani öyle yanlış bir kıyafetle bu kadar önemli bir toplantıda boy göstermesine izin mi verseydim." "Bunu da nereden çıkardın? Madison kendince tarzı olan zevk sahibi bir kızdır. Biraz rahat giyinmesini sever ama ben her zaman kendine yakışanı giydiğini düşünmüşümdür. Ayrıca nerede ve nasıl davranacağını da iyi bilir." "Partiler ve erkekler dışında her şeyi." diye bastırdı Gena. "Aklı başında ama toy. İlişkiler konusunda bir bebeğin masumiyetine ve gelişmemiş genlerine sahip o. Bir erkek ona kur yaptığında farkında olamıyor veya geç fark ediyor. Ve yanlış bir elbise seçimiyle bu şansı sıfırın altına düşebilir." "Hımm. Yani sen?" Drake aradığı cevabı yüzünde bulabilecekmiş gibi düşünceli bir tavırla bakıyordu. "Hımm yani ben, ne?" Genç adam birden panikleyerek yutkundu. Gözleri yuvalarından fırlayacakmışçasına açıldı. Ensesinden aşağıya soğuk bir ter damlasının yuvarlandığını hissediyordu. "Ne oluyor Drake? Neden bana öyle hayalet görmüş gibi bakıyorsun?" "Demek istediğim, sen erkeklerin sana kur yaptıklarını hemen fark eder miydin?" Gena, "Anında hemde." diye omuz silkerek gururla burnunu havaya dikti. "Kahretsin." "Anlamadım." "Önemli değil. Madison'dan bahsediyorduk." "Ah, evet. Anladığım kadarıyla şu Nick denen aktör bozuntusuyla Las Vegas'a gittiklerinden beri işler pekiyi gitmiyormuş. Öncesinde de pekiyi gitmiyordu gerçi. Adam anlaşmak üzere olduğu yapım şirketinin ortağı Morales denen birinin Madison'a ilgisi yüzünden ona biraz farklı davranmaya başlamış. Diğer adam biraz çapkınmış, oh ve sanırım çok da ateşli." Gena elini ateşe değdirmiş gibi salladı. "Ben daha ilk andan beri Madison için birbirleriyle kıyasıya savaştıklarını düşünüyorum. Gerçi Madison'a göre adam yalnızca kibar ve nazik davranıyormuş ve Nick de kümesinde başka horoz istemediği için kendince kabarıp duruyormuş. Kıçımın kenarı. Morales’i bilmem ama Nick'i çözmek de en az dergilerdeki bulmacaları çözmek kadar zor. Adamın bir yaptığı ötekini tutmuyor. Madison'ın şaşkına dönmesi çok normal. En iyi arkadaşımız büyük bir savaşın ortasında kalmak üzere ve hangi silahları kuşanacağından bile habersiz. Ben sadece ona seçeceği silahlar konusunda destek veriyordum." "Neymiş o silahlar? Topuklu ayakkabılar ve kırmızı ruj mu?" Gena, "Ha ha ha." diyerek soğuk bir kahkaha attıktan sonra keskin bakışlarını üzerine dikince Drake eğlenceyi bir kenara bırakmak zorunda kaldı. Gülümseyen yüzü birden sararıp soldu ve ağzı kupkuru oldu. Gena'yla şimdi burun burunalardı. Aralarındaki tek engel bir sepet dolusu çamaşırdı. Drake'in heyecandan kalbi şiddetle kaburgalarını dövmeye başladı. "Gözler Drake. Saydıklarında var tabi ama bakışlar hepsinden daha kuvvetli bir silahtır güven bana." dedi Gena ve ardından muhteşem bir şekilde göz kırptı. Dedikleri doğru olmalıydı. Bakışlar kesinlikle etkiliydi. Yoksa Drake'i böyle her defasında göğsünün ortasından vurulmuş gibi felç etmezlerdi değil mi? "Ben o partide göz alıcı olmasını, ortalığı biraz daha karıştırmasını istiyorum ki adamların tepkilerini açıkça görebilelim ama Maddie bunun saçma bir fikir olduğunu iki adamın da onunla sıra dışı bir ilgisi olmadığı yönünü savunuyor. Yine de şu anda aynanın karşısına geçmiş benim seçtiğim kombinleri denediğine her şeyimin üzerine bahse girerim. O iki şaşkın kesinlikle neye uğradığını şaşıracak." "Ya her şeyi bildiğini sanarak yanılıyorsan? Ya yaptığın sadece Madison'ı zor bir duruma sokmaktan başka bir işe yaramazsa?" Drake bu soruyu bir anda garip bir imayla sormuştu fakat Gena neyi kastettiğini anlayamadı. "Eğer Madison bu işin sonunda mutsuz olursa kendini affedebilecek misin Gena?" Açıkçası Gena işin bu kısmını hiç düşünmemişti. Ona göre her şey tozpembe bir masaldan ibaretti. Beyaz atlı prenslerin ve yakışıklı şövalyelerin güzel bir prensesler uğruna kıyasıya kapıştıkları bir masaldan. "Şey, aslında hayır. Yani aksini hiç düşünmedim ama. Madison güzel bir kadın ve hayatında biraz heyecanı hak ettiğini düşünüyorum. Kız kardeşi ve o aptal annesi için kendini nasıl paraladığını sende biliyorsun. Sadece küçük bir tetikleyiciyle hayatında güzel bir kaç saat geçirebilir. Ve inan bana o elbise ve ayakkabılarla bu mümkün." Drake'in kuşkulu bakışlarının ağırlığı altında genç kadının neşeli sesi giderek azaldı ve bir fısıltı halini aldı. Drake kararlıydı Gena'nın omuzları yavaş yavaş çökene ve oyuncağı elinden alınmış küçük bir çocuk gibi dudak büzene kadar tenkit eden bakışlarını üzerinden çekmedi. Gena en sonunda yaptığı hatanın farkına varmış olmalıydı ki birden suçluluk hissiyle elini sertçe alnına yapıştırdı. "Aman Tanrım Drake. Ben nasıl bir insana dönüştüm böyle? Herkese bilgelik taslayan ukala bir sürtük gibi konuşmaya başladım değil mi? Madison'ın fazla üstüne gittim. Ah ve bunu, bunu daha geçenlerde sana da yapmıştım üstelik. Lanet olsun bana! İkinizin hayatına üstelik sizden izin istemeden müdahale edip duruyorum. Yumuşak başlılığınızdan yararlanıyorum, size itiraz hakkı tanımadan hayatınızı resmen cehenneme çeviriyorum ama siz burada durmuş bana katlanmaya devam ediyorsunuz." "Hey hey, dur bir dakika." Drake elindekileri yere bırakıp onu kollarından yakalayarak yüzüne bakmasını sağladı. Somurtkan yüzüne bakabilmek için çenesinden tutarak yukarı kaldırdı. Kızın yüzü aniden canlılığını yitirmişti. Yüzü öyle solmuştu ki, yanaklarındaki çiller belirginleşmişti. Drake başparmağını en sevdiği beneklerin üzerinde gezdirdi. "Tüm bunlar da nereden çıktı şimdi? Kendin hakkında nasıl böyle bir yargıya vardığını bana da anlatır mısın?" "Hiç inkâr etme çünkü her şey açıkça ortada. Sen söyleyene kadar fark etmemiştim ama Tanrım hayatınıza nasıl burnumu soktuğumu görmüyor musun? Madison istediği elbiseyi giymekte sonuna kadar haklı. Sende öyle. Hayatınızla ilgili tüm tercihleriniz sizi ilgilendirir beni değil. Bana karşı nazik olmaya filan çalışma sakın Drake çünkü üzerinizde nasıl olumsuz bir etki bırakmaya başladığımı artık farkındayım." Kahretsin. Böyle acımasızca düşüncelere kapılmasını kesinlikle istememişti. Kadının küçük bir çocuk gibi surat asması Drake'in içinde onu giderek daha çok öpme arzusu uyandırıyordu. Fakat onu rahatlatmaktan çok yeni bir kaosa yol açardı bu. "Kimse senin hakkında böyle şeyler düşünmüyor tamam mı? Senin üzerimizde olumsuz hiç bir etkin olmadı şimdiye kadar. Hatta sayende ne tür ağdalardan uzak durmam gerektiğini bile öğrendim." Gena hafifçe gülümseyince Drake de ona katıldı. "Kendinden bir daha böyle kötü şekilde bahsetmeni istemiyorum, beni iyi anladın mı? Biz seni... seviyoruz Gena." dedi Drake yüreğinden dolup taşarak. Gena, "Sahi mi?" dedi umutla. "O kadar da kötü biri değil miyim yani?" Tanrım, kız öyle güzel ve masum bakıyordu ki, ona bakarken Drake'in içi acıyordu. Drake'in gözleri kadının muhteşem ağzının etrafında gezinen parmaklarını takip ederken derin bir iç geçirdi. "Asla. Hayatımda tanıdığım en muhteşem şeysin sen. Sadece biraz fazla heyecanlı ve şeysin..." "Neyim?" Gena'nın merakla sorduğu soruya Drake muzip bir sırıtışla, "Israrcı." diye cevap verince genç kadın bir saniye boyunca içine çektiği nefesini tuttu. Drake onun başta kızıp bağıracağını sandı. Oysa hiç beklemediği bir şey oldu ve Gena birden kahkahalara boğuldu. "Oh Drake!" Kadın aniden boynuna atılınca hazırlıksız yakalanan Drake'in gözleri kocaman oldu. Geriye doğru bir adım sendeledi ve ne yapacağını bilemeyen kollarını kadına beceriksizce sevdiği kızın etrafına doladı. Bu kadına bir gün benim diye sarılabileceği anı iple çekiyordu. "Bende sizi seviyorum ve sizin için en iyisini diliyorum inan bana. Heyecanımı içimde saklayamadığım için kusuruma bakma olur mu?" "Hişşşt. Sen, ağlıyor musun yoksa?" "Ne zaman kendimi kontrol etmesini öğreneceğim ben, Tanrım." diyerek burnunu çekti Gena. Hastaneden çıktığından beri aldığı ilaçların etkisiyle olmalı fazla hassaslaşmıştı. Gözlerinin dolduğu belli olmasın diye başını çevirdi ancak Drake bunu hemen fark etti. "Başınıza daha fazla bela olmadan kıçıma bir an önce tekmeyi bassanız iyi edersiniz. Arayıp bunu Madison'a da söylemem gerek." Genç kadın daha çok kendisini azarlar gibi bir tonda homurdanarak odasını girip kapıyı sertçe kapattı. Ve Drake'i ardında o harika kıçıyla neler yapabileceğinin hayalleriyle baş başa bıraktı. Yüzüne kapanan kapıya bakarken Drake'in yüzünü tembel bir sırıtış kapladı. Bela mı? Başlarına bela olduğunu mu düşünüyordu gerçekten? Bu kadın hayatlarına nasıl bir renk kattığının farkında mıydı? Aradan yarım saat geçmesine rağmen Gena aşağıya inmemişti. Drake'e bir özür mesajı atarak Dom'ın aradığını ve onu öğlen yemeğine çıkaracağı haberini verdi. Akşama dans etmek için adi herif onu yakınlardaki bir gece kulübüne götürecekti. Gena telafi etmek için bir dahaki sefere tüm çamaşırları yıkayacağına dair ona söz verdi. Drake için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu bu. Lanet çamaşırlar umurunda bile değildi. Tüm planları suya düşmüştü. Ne yaptıysa öfkesini bir türlü bastırmayı beceremedi. Buna bodrum kattaki tüm makineleri tekmelemek de dâhildi. Enerjisini tüketecek seviyeye geldiğinde, sonunda sevdiği kadın için daha çok savaşmaya karar vermişti. Artık oturup Gena'nın bir şeyleri fark etmesini beklemeyecekti. Bu yüzden bir an önce harekete geçti ve işe akşam için hazırlanmakla başladı. ...... Hangisine daha çok kızdığına karar veremiyordu. Yanına aldığını sandığı en sevdiği siyah elbisesinin valizinden çıkmamasına mı, yoksa Gena'nın bir kez daha haklı çıkmasına mı? Üzerinde arkadaşının son marifeti olan şaheserle aynanın karşısında bir tur daha dönerek kendine bir kez daha baktı. Bordo renkli kabarık ve kendinden desenli şifon elbisenin etekleri diz hizasındaydı. Altından bir karış gözüken siyah tülden tarlatanı, bel kıvrımına tam oturmasını sağlayan omuzlarından ve kürek kemiklerinden geçen çapraz askıları vardı. Şeritler göğüslerinin tam altından ve üstünden geçerek onları dik gösterecek kadar sıkıca sarmıştı. Dekoltesi tam kararındaydı. Ne dikkatleri üzerine çekecek kadar çok, ne de ilgi çekmeyecek kadar az, demişti Gena. Ve haklıydı. Arkadaşının valizinin alt kısmına -siyah elbisesini ve onunla uyumlu ayakkabılarını çıkararak- gizlediği siyah topukluları da giyince oldukça hoş göründüğünü itiraf etmek zorundaydı. Gena'ya boşuna kızmıştı. Aslında pek boşuna sayılmazdı. Her şeye burnunu sokmaya alışkın arkadaşı bu kez dozunu biraz fazla kaçırmıştı o kadar. Valizinin neden bu kadar ağır olduğu ortaya çıkmıştı. Üç gün için neredeyse bir ay yetecek kadar eşya getirmişti ve dörtte üçü kendi gardırobuna ait değildi. En kötüsü de topuklu ayakkabılardı. Madison bu kadar yüksek topuklara alışkın değildi. Eğer gecesi bu topuklular yüzünden berbat geçerse, o kızıl cadı bunun hesabını ödeyecekti. Küçük el çantasını almak üzere yatağa eğilmişken kapısı tıklatıldı. Gelen Troy olmalıydı. Bir saat kadar önce konuşmuş ve parti salonuna birlikte inmeyi kararlaştırmışlardı. Söylediğine göre Nick, Morales gelene kadar Fanny'e eşlik etmek için önden gitmek zorunda kalmıştı. Madison yüksek topuklularının el verdiği hızla kapıya doğru koşturdu. Troy'u karşısında beyaz smokinin içinde, tıraşlı ve taranmış saçlarla görünce hayretle kaşlarını kaldırdı. "Rupert. Oldukça hoş görünüyorsun." "Vay canına Maddie!" Troy ceketinin yakalarını tutarak gururla poz verirken birden siyah gözlerini hızla kırpıştırdı, sonra da oda numarasını kontrol etmek ister gibi bir kapıya bir Madison'a baktı. "Yanlış gelmedim değil mi? Burası A317 numaralı Madison Goldberg'in odası." "Ta kendisi, seni sersem." Madison gülerken adamı göğsünden iterek kendine yol açtı. Kapıyı ardından kapattığı sırada Troy onu tepeden tırnağa süzmeye devam ediyordu. Uzun bir ıslık öttürdü. "Bu gece seni pek fazla yalnız bırakmasam iyi olacak galiba. Vegas gecelerinin tehlikelerle dolu olduğunu duymuştum." Madison'a girmesi için kolunu uzattı. "Endişelenmen yersiz. Ben büyük bir kızım ve bu yaşıma kadar kimsenin korumasına ihtiyaç duymadım." "Hemde oldukça büyük." Troy'u göğüslerine bakarken yakalayınca dirseğini sertçe karnına geçirdi Madison. "Ne o, bana asılıyor musun yoksa?" Troy iki büklüm olmadan önce öksürmeyle boğulma arası bir ses çıkardı. "Bir şansım olacağını bilseydim, emin ol bir dakikamı bile boşa geçirmezdim." "Çok yazık." "Şansım var mı peki, söylesene?" Madison omuz silkerken genç adam yanıt beklercesine yüzüne bakıyordu. "Üzgünüm ama evrende erkek kıtlığı yaşanana dek arkadaşım olmakla yetinmek zorundasın Rupert." "Şimdi şansımın ne kadar yüksek olduğunu anladım işte." Genç adam eğlenircesine kaşlarını oynatırken Madison kahkahalarla gülmeye başladı. "Anladığına sevindim." Birlikte gülüşerek asansöre bindiler ve partinin yapılacağı kata indiler. Kapılar kayarak açıldığında kalabalığın ortasına düşmüşlerdi. İçerisi bir davet salonundan çok düğün salonunu andırıyordu adeta. Her yer farklı fromlarda beyaz çiçekler, kurdeleler ve tüllerle kaplanmıştı. Garsonlar bile beyaz takım elbise, beyaz papyon ve eldiven takmışlardı. Ellerindeki gümüş tepsilerle misafirlere içki ve ordövr servisi yapıyorlardı. Tanrım, ne kadar çok insan vardı burada böyle? Madison, davetlilerin oldukça pahalı ve şık, özellikle kadınların tasarım kıyafetler ve ışıl ışıl parlayan mücevherlerle özenle süslendiklerini hemen fark etmişti. Siyah sade elbisesiyle (tabi eğer giymiş olsaydı) belli ki bu renkli geceye hiç de uyum sağlayamayacaktı. Bu yüzden arkadaşına o kadar kızmasına rağmen minnet duydu. Troy'un kolunda ellerinde şarap kadehleriyle kalabalığın arasında dikilmeye ve tanıdık yüzler aramak için etrafa bakınmaya devam ettiler. Çok sürmeden biraz ileride altın rengi elbisesinin içindeki Fanny ile konuşan Nick'i fark ettiler. "Fanny West bu mu?" Troy ilkinden daha uzun bir ıslık öttürünce Madison nedense buna içerledi. "Ta kendisi." "Oldukça hoş kadınmış doğrusu. Beni tanıştırmayacak mısın peki?" "Yeryüzünde sulanmadığın tek bir dişi kaldı mı senin? Hem o işi arkadaşından istemelisin bence. Baksana kadının kuyruğundan ayrılmıyor." "Akıllı bir adam şansını her zaman zorlamalıdır." "Sana katılıyorum dostum." Morales'in yanlarına yaklaşmasıyla irkilen Madison hızla başını çevirdi. "Madison! İzin ver de sana doya doya bir bakayım." dedi adam. Morales etrafında hayranlıkla yarım tur atıp onu satın alacağı bir kısrak gibi incelerken Madison yerinde huzursuzca kıpırdanıp durdu. Adam gözleriyle onu çoktan soyup iç çamaşırlarına kadar ortada bırakmış gibi hissediyordu. "Bay Morales. Eduardo. Sizi Troy Rupert ile tanıştırmış mıydım? Kendisi Nicholas'ın en eski dostudur ve benim de yeni bir arkadaşım." "O halde artık benim de öyle. Memnun oldum dostum." İki adam tokalaştı. Morales'in yüzünde avını yakalamak üzere olan bir yırtıcının sinsi sırıtışı ve rahatlığı vardı. Troy ise yalnızca Troy'du işte. "Sizinle tanıştığıma memnun oldum Bay Morales. Harika bir otel ve parti." "Teşekkürler. Hizmetlerimizden memnun kalmanıza ayrıca sevindim. Her şey mükemmel olmuş değil mi? Fanny organizasyon işinde bir numaradır. İlgi odağı olmasını ise pek sever." dedi Nick'in koluna dokunurken kahkaha atan kadına dikkat çekmeye çalışarak. "Ona her konuda olduğu gibi bu konuda da güvenebileceğimi biliyordum. Sanırım az önce onunla tanışmak istediğini duydum. Harika bir kadındır inan bana. Bunu senin için yapmaktan memnuniyet duyardım fakat Bay Andersson'ın bu görevi benim yerime seve seve üstleneceğinden eminim. Neden yanlarına gitmiyorsun?" "İyi ama..." "Ah, Maddie'yi sakın dert etme sevgili dostum. Sen dönünceye dek onunla ben ilgilenirim." Troy bir an tereddüt ettikten sonra, "Pekâlâ," deyip omuz silkti. Genç adam yanlarından uzaklaşırken, Eduardo Madison'ın elini alarak önce arzu dolu bakışlarla dudaklarına ardından da kolunun kıvrımına yerleştirdi. "Bu gece muhteşem görünüyorsun dolcezza. Güzelliğin karşısında büyülendiğimi söylersem abartmış olur muyum?" Hemde nasıl, diye geçirdi içinden Madison. Ardından iç geçirdi. "Teşekkür ederim Eduardo. Her zamanki gibi çok naziksin." "Dünden beri gözüme hiç uyku girmedi ve inan bana uykularımın kaçmasının tek sebebi sensin." "Sana kâbuslar gördüren bir kadın için fazla iyimsersin." "Kâbus gördüğümü kim söyledi." Adam çapkınca göz kırptı. "Günahkâr rüyalardı cara (sevgilim). Şu an salonda senden daha göz alıcı bir şey göremiyorum." "İşte şimdi gerçekten abarttığını düşünüyorum." Morales'in müstehcen iltifatları karşısında yanakları kızaran Madison, adamın onu kalabalığın arasından sıyırarak sessiz bir köşeye çekmesine izin verdi. Durdukları açıdan Nicholas ve Fanny'i rahatlıkla görebiliyordu. Kadın Nicholas'ın yanında oldukça rahat ve samimi görünüyordu. Madison bu gece fazla içmeyeceğine dair kendine söz verdiği halde bardağından arka arkaya yudumlar almaya başlamıştı. Troy ile Fanny'i tanıştıran Nick gülümseyerek arkadaşına bir şeyler sordu. Hemen ardından aldığı cevaptan memnun olmamış gibi surat asarak aceleyle etrafına bakınmaya başladı. Madison onu aradığını hissetmişti. Kalbi bir an tekledi. Nedendir bilinmez o an hayatında ilk defa Nickholas'ın onu fark etmesini dilerken buldu kendini. Nick gruptan ayrılarak bir eli cebinde çevreyi sert bakışlarıyla taradığı sırada Madison bu kez de ilk kez adamı alıcı gözüyle incelemeye başladı. Adam hem yaptığı işle hemde dış görünüşüyle tam bir dünya fenomeniydi. Kullandığı aksesuarlardan giydiği kıyafetlere kadar ünlü markalar tarafından giydirilir, hayranları tarafından dikkatle takip edilirdi. Giysilerinin içinde daima şık ve erişilmez görünürdü. Bu gece ise her zamankinden çok daha yakışıklı olmuştu sanki. Onu tanımayan biri bile, geniş omuzlarına oturan lacivert takımının ve gözleriyle uyumlu ipek gömleğinin içinde bir film yıldız olduğunu hemen fark ederdi. İşaret parmağına kalın gümüş bir yüzük ve onunla uyumlu pahalı bir kol saati takmıştı. Bu defalık artı olarak kulağında zirkon taşlı minik bir küpe de vardı. Uçları güneşte sararmış kumral saçlarına özenle şekil vererek havalı bir şekilde arkaya taramıştı. Güçlü çene yapısı, karakteristik burnu ve insanın içine işleyen masmavi gözleriyle Nickholas Andersson her kadının rüyalarını süsleyecek türden bir adamdı. Madison neden bunu daha önce fark edemediğini kendine sordu. Adam, onunla tanışmak için karşısına çıkan meraklı insanlardan nazikçe izin isteyerek, bazılarına gülümser gibi cevap vererek kalabalığın içinde ağır adımlarla ilerlemeye devam ediyordu. O sırada Morales Madison'ın kulağına eğilerek bir şeyler fısıldadı. Ne anlattığı mühim değildi zira adam zaten çok fazla konuşuyordu. Ve nefesini ense kökünde hissedecek kadar yakınında duruyordu. Madison yeni bir rahatsızlık hissiyle ürperdi. Nazikçe gülümseyerek geri çekilmeyi denediyse de adam onu bir türlü bırakmak istemedi. "...bu gece masamda bana uğur getireceğine inanıyorum Maddie." diyordu kısık sesiyle. "Şans meleğim yanımdayken asla kaybetmeyeceğimi düşünüyorum." İşte Nick onları tamda o sırada fark etmişti. Genç adam gözle görülür şekilde irkildi. Madison başta şaşkınlığının sebebinin sadece üzerindeki farklı kıyafetler olduğunu sanmıştı. Fakat sonra o bakışların yerini yakıcı bir öfke aldı. Morales'i fark ettiği an Nick'in yüzündeki öldürücü ifadeyi fark etmemek imkânsızdı. Nickholas'ın aralarındaki mesafeyi hızla kat etmesini izlerken yüreği mengeneye sıkışmış gibi daralmıştı. Diğer taraftan Nick, Madison'ı o adamla sarmaş dolaş gördüğü an yerin ayaklarının altından kaydığını sanmıştı. Kadını, tüm kıvrımlarını saran muhteşem bir elbisenin içinde görmeyi beklemiyordu elbette. Ama onu asıl şaşırtan ve öfkelenmesine sebep olan şey giydiği açık saçıl elbise değil, tek omzuna attığı dalgalı saçlarının açıkta bıraktığı zarif boynuna sokulan adamın hükmeden varlığıydı. Adam giderek kadına biraz daha sokuluyordu sanki. Nick öfkeden cebindeki elini yumruk yapıp sıktı. Diğer elindeki kadehi bir dikişte boğazından aşağıya yuvarlayıp rastgele önünden geçen bir garsonun tepsisine bırakmıştı. "İyi akşamlar. Rahatsız etmiyorum ya?" "Nickholas. Geldiğini fark etmemiştik. Öyle değil mi cara? Gecen nasıl geçiyor dostum?" "Daha iyilerini görmüştüm." dedi Nick kabaca, sesindeki alaycılığın fark edilmesini umarak. "Her zamanki gibi çok şakacısın Nick. Yoksa partimizden sıkılmaya mı başladın?" "Daha çok biraz sabırsızım. Kabalık etmek istemem ama yokluğunda ortağına refakat etmekle meşguldüm. İzin verirsen artık partinin tadını çıkarmak istiyorum." "Oh evet, üzgünüm. İşlerimin yoğunluğundan partiye biraz geciktim. Ve gelir gelmez de..." Ve gelir gelmez de Madison'ın burnunun dibine bittin, diye isyan etti içinden Nick. "...bu muhteşem varlık karşısında büyülenmiş gibi kalakaldım." diyerek Madison'ın avucuna bir öpücük kondurdu. Nick'in tüm bedeni bu hareket karşısında gerildi. "Anlıyorum." "Benim yerime Fanny ile alakadar olduğun için sana minnettarım." "Bende öyle." "Anlayamadım." "Sen anlayışlı bir adamsın Morales. Madison ile ilgilenmekle sende bana bir iyilik yapmış oldun. Sanırım artık ödeştik." "Sanırım." dedi adam dişlerinin arasından. Nick adamın da en az kendisi kadar öfkelendiğine emindi. "O halde belki artık gece yarısına kadar diğer misafirlerinle de ilgilenmek istersin, ne dersin? Hepsi de seni görmek için sabırsızlanıyor olmalı." O ana kadar ağzını açıp tek kelime etmeyen Madison, "Gece yarısına kadar mı?" diye sorunca Nick ilk defa gözlerinin içine yoğun bir istekle baktı. "Gece yarısından sonra hep birlikte Casinoda şansımızı deneyeceğiz. Bana eşlik edersin değil mi?" Bu davet Morales'inkinden çok daha üstü kapalı fakat bir o kadar sıcak ve samimiydi. Madison başını olumlu halde sallarken buldu kendini. O sırada Nickholas'ın göz bebeklerinin heyecanla titreştiğini fark edemedi. "Bu arada, seni birileriyle tanıştırmak istiyorum Madison. Morales, müsaadenle?" "Beni mi? Kim peki?" "Evet. Eski bir arkadaşımın yeni sevgilisinin büyük bir yayınevi açtığını duydum. Biraz karışık bir mesele biliyorum. Genç yeteneklere şans verilmesinden yana olduğunu savununca ona yazdığın ufak tefek senaryolardan bahsettim. Seninle tanışmak için sabırsızlanıyor." Madison ne diyeceğini bilememişti. Nick ile konuşmalarından birinde ona karaladığı bazı taslaklardan bahsetmişti ama adamın onları hatırlıyor olmasına şaşırmıştı. Bir defasında da birlikte bazı senaryoları değerlendirirken üzerlerinde oynama yaptıkları takdirde nasıl olacağını tartışmışlardı fakat onlar da önemsiz detaylardı. "Şey, ne diyeceğimi bilemiyorum." Madison bir ona bir de hâlâ yanlarından dikilmekte olan adama baktı. Nickholas'ın bu ince düşüncesi karşısında resmen afallatmıştı. Öte yandan, Morales'in yanında bir dakika daha kalırsa sıkıntıdan patlayacaktı. "Sadece kime evet diyeceğine karar vermen yeterli." Nick ona elini uzatınca Madison bir anlığına tereddüt etti, fakat sonra uzattığı eli tuttu. Genç adamın yüzündeki sabırsız heyecan oldukça komikti doğrusu. "Seninle sonra görüşürüz Eduardo." "Evet, sonra görüşürüz Eduardo." dedi Nick daha yumuşak ama manalı bir ses tonuyla. Adamın yüzünün renkten renge girmesine aldırmadan Madison'ın elinden tutmaya devam ederek hızla oradan uzaklaştı. "Sence adama biraz kaba davranmadık mı?" "Aksine, ona fazla kibar davrandığımızı düşünüyorum." "Burada kimseyi tanımıyorum Nick. Adam sadece bana arkadaşlık ediyordu." "Bana daha çok çiftleşmeye çalışıyormuş gibi geldi." Madison elini hırsla geri çekmek istedi fakat bu kalabalıkta çok dikkat çekerdi. Bu yüzden kedi gibi tırnaklarını adamın avuç içine geçirdi. Nick acıyla irkildi ve buruşturduğu yüzünü ona çevirdi. "Bu ne içindi şimdi?" "Haddini bilmediğin için." "Haddini bilmeyen asıl o sapık herif. Göğüslerine nasıl baktığını fark etmedin mi?" "Sahi mi? Göğüslerim olduğunu fark eden birileri varsa ne olmuş yani?" Madison son kelimeleri söylememeyi dilerken gözlerini sımsıkı kapattı. Açtığında Nick karşısında pis pis sırıtmaktaydı. "Fark etmediğimi kim söyledi? Bence harika göğüslerin var." Madison hızla gözlerini devirdi. "Ama bu onları başkalarının gözüne sokabilirsin anlamına gelmiyor." "Şişşt! Yavaş ol biraz, birilerinin saçma sohbetimizi duymasını istemiyorum." "Kim duyarsa duysun umurumda değil!" "Beni tanıştıracağın yayınevi sahibi arkadaşın filan yoktu değil mi? Sırf beni oradan uzaklaştırmak için uydurduğun bir yalandı." "Oradan değil o adamdan." "Bunu neden yaptığını söylemeyecek misin? İki seferdir Morales'le konuşmamdan rahatsız oluyorsun. Asıl nedenin adamdan hoşlanmaman mı, yoksa kendince başka sebeplerin var mı?" "Ne gibi sebepler?" dedi Nick sertçe. "Kümesin tek horozu olduğunu ispatlamak gibi sebepler. Kendi bölgeni işaretlemek gibi sebepler. Lanet egonu kurtarmak gibi sebepler?" Nick cevap veremeyince Madison öfkeyle başını iki yana sallayıp, "Bende öyle düşünmüştüm." diyerek hızla yanından uzaklaştı. Gece boyunca birbirleriyle tek kelime etmek bir yana karşı karşıya bile gelmemişlerdi. Troy ile daha çok vakit geçiren Madison Morales'den özellikle uzak durmaya çalışıyordu. Sakin bir müzikle başlayan kokteyl, gece yarısına doğru hareketli müzikler, dans ve havai fişek gösterileriyle sona erdi. Kalabalık dağılınca Troy, Fanny ve Morales ile birlikte Casino’ya geçtiler. Eduardo yeniden Madison'a yanaşmaya ve bir saniye bile yalnız bırakmamaya kararlı görünüyordu. Nick adama gece boyunca tahammül etmeye çalıştı. Gözünü adamın bir türlü rahat durmayan ellerinden ayırmazken bu sayede yirmi bir masasında kaybettiği paralar için kendince sebepler üretmekteydi. Madison'ın ona attığı rahatsız bakışlardan adamın ne yaptığını bildiğini fakat karşı koyamadığını anlamıştı. Dahası, kalabalığın içinde eli kolu bağlı oturmaktan hiç hoşlanmamıştı. Peki, ama neden Nick onu bu kadar çok düşünüyordu? Neden o lanet olasıca herif kıza her dokunduğunda kollarını gövdesinden ayırmak için delicesine bir istek duyuyordu? Nick tüm gece bu sorulara cevap arayıp durmuştu. Bir yandan Fanny'nin gazıyla kart çekip dururken, diğer yandan içtiği viskinin haddi hesabı yoktu. Kazanmak umurunda olsaydı kadının verdiği taktikleri umursardı fakat Nick masaya kaybetmek için oturmuştu. Bir ara Fanny eğilip kulağına bir şey söylerken Madison ile göz göze geldiler. Küçük gardiyanının gözlerindeki kıvılcım da neyin nesiydi? Öfke miydi? Yoksa kıskançlık mı? Nick bu düşüncenin verdiği hisse tutunurken zevkten neredeyse dört köşe olacaktı. Morales son elde masadan kalkarak Madison'ı da beraberinde sürükleyince biraz canı sıkıldı. Nick'in kaybetmesi gereken bir yüzlüğü daha vardı ama elin bitmesine daha çok vardı. Sonunda bir onluk kart daha çekip amacına ulaştı. Başıyla Troy'a işaret edip yerine geçmesini istedi. Kaybettiği paralar sayesinde hafiflemişti ancak Madison'ın dakikalardır ortalıkta gözükmemesi üzerine başka bir ağırlığın çökmesine neden olmuştu. Kumarhane boyunca genç kadından bir iz arayarak ortalıkta gezinmeye devam etti. Ne çarklı masalar ne kollu makinalar... hiçbirinde yoktu. Onları bulamadığı her an içindeki öfkeye bir düğüm daha atılıyordu. Ve şimdiden öfkesi koca bir yumak olmuştu. Kalın perdelerle örtülü camlardan birinin arasındaki boşlukta genç bir kadının iniltilerini duydu. "Madison!" diye hızla perdeyi çekti ama orada oynaşan çifti görünce rahatladı. "İşine git dostum." dedi adam tersleyerek. "Üzgünüm. Siz devam edin." Nick tüm salonu baştan sona dolaştı ve en sonunda krupiyelerden birine Morales'in nerede bulabileceğini sordu. Aldığı cevap hiç hoşuna gitmemişti. Özel ofisinde. Nick ne amaçla kullanıldığını bilmediği özel ofisin yerini öğrenip hızla o tarafa yöneldi. Kapının önüne geldiğinde içeriye girip girmemekte bir an tereddüt etmişti. Ya içeride gördükleriyle başa çıkamazsa? Ya kendine hâkim olamazsa? En kötüsü, ya Madison bu yaptığı için ona çok kızarsa? İçerden oynaşma seslerini andıran kadın kahkahaları yükseldiğinde, tüm soruları kafasından silecek şekilde kan beynine sıçradı. Eğer az önce öfkelendiğini düşündüyse çok yanılmıştı. Çünkü şu anda öfkeden resmen köpürmek üzereydi. "Madison?" Nick kilitli kapıyı zorladı. "Sana aç diyorum Madison. İçeride olduğunuzu biliyorum. Aç dedim! AÇ!" Kapı açılmıyor, içerideki sesler giderek ahh - uhh tarzında inlemelere dönüşüyordu. Nick gerilip kapıya omuz atmak üzereyken arkadan gelen sesle olduğu yerde durdu. "Neler oluyor burada Nick?" Nicholas yumrukladığı kapıyı bırakıp hayretle arkasını döndü. "Madison! Sen? Ama içerideki kadın!" Genç kadın gözlerini kısarak dikkatle arkasındaki kapıya baktı. "Eduardo'nun özel ofisi mi orası? Orada olduğumu mu düşündün?" "Ben. Sanmıştım ki! Yani sen!" Nick arkalarındaki kapıya baktı. Madison'ın içeride olmadığını öğrendiğindeki rahatlama öfkesini silip süpürmüştü bir anda. "Morales ile birlikteydin. Sizi masadan birlikte ayrılırken görmüştüm?" "Evet, ama sonra yalnız kalmak istediğimi söyleyip hava almak için dışarı çıktım. Beni neden aramıştın? Bir dakika, içeride kim var?" "İnan bana bilmiyorum ve artık bilmek de istemiyorum." "Ama az öncesine kadar istiyordun." İçeriden gelen çılgıncasına sesler giderek çoğalınca Madison içeride kimin/kimlerin olduğunu bilmese bile neler döndüğünü hemen anladı. Ve birden gözleri dehşetle açıldı. "İçeride Eduardo'yla birlikte olduğumu düşündün?" Bu bir soruydu ve Nick cevap vermekten şiddetle kaçınıyordu. "Sen içeride kendini bir hiç uğruna paralarken yeni tanıştığım adamın tekiyle bulduğum ilk köşede oynaştığımı mı düşündün?" "Hayır Maddie, yani tam olarak öyle değil aslında, inan bana!" "Hayır sana inanmıyorum, daha doğrusu inanamıyorum. Hakkımda böyle şeyler düşünmene sebep olan ne söylesene? Ya da dur, en iyisi söyleme. Duymak istemiyorum." Madison asansör yerine merdivenleri kullanmaya çalışınca Nick anında peşine takıldı. "Nereye gidiyorsun?" "Senin olmadığın herhangi bir yere." Nick elini tutmaya çalışınca hızla geri çekti. "Anlatmama izin ver Maddie, lütfen!" "Hayır dedim neden anlamıyorsun." "Ama konuşmamız gerekiyor, bu çok önemli." Tartışırken bir yandan yürümeye devam ediyorlardı. Hava çok sıcaktı. Alt kattaki tüm havalandırmaya rağmen bahçeye açılan balkon kapıları ardına kadar açıktı. Nick sonunda Madison'ı ikna ettikten elini tuttu ve beraberinde bir kapıdan çıkarak yapay çimenliğe adımını attı. Bir kaç metre ileride beyaz güllerle çevrili bir sunak vardı. Madison otelin yıldönümü partisi yerine Fanny'nin kendi düğününü organize etmiş olabileceğini düşünürken tüm öfkesine rağmen gülmek istedi. Ortada bir damat eksikti. Nick'in onu sürüklediği yeri fark edince gülüşü yüzünde dondu. "Neden buraya geldik Nick? Sana söylüyorum. Konuşmak istiyorsan bence burası hiç de uygun bir yer değil!" Nick sonunda sunağın altında durup onunla yüz yüze geldi. Attığı hızlı adımlardan mıdır bilinmez nefes nefeseydi. Saçlarından serseri bir tutam alnından tek gözünün üzerine dökülmüştü. Madison'ın parmak uçları birden o tutamlara dokunmak için karıncalandı. "Madison." "Evet?" "Sana söylemem gereken önemli şey şu. Uzun zamandır düşünüyorum. Tüm o aptalca davranışlarımın ve sana olan tutumumun tek bir sebebi olabilir bence ve o da-" "Bay Andersson bir resim alabilir miyiz lütfen?" "Lütfen Bay Andersson!" "Yanınızdaki kız arkadaşınız mı Bay Andersson?" "Bay Andersson buraya bakın lütfen!" "Buraya!" "Bu tarafa bakın!" "Gülümseyin Bay Andersson!" "Kahretsin." Nick etraflarını çepeçevre saran gazeteci ordusunun bir anda nereden çıktığını anlayamamıştı. Parti basına kapalıydı. Kaldı ki bu otelde kaldıklarını bu geceki davetliler dışında bilen kimse yoktu. Belli ki lanet herifler birilerinden yine haber almıştı veya bir kaçı dün geceden onları takip etmiş olmalıydı. Oysa Nick onları atlattığından o kadar emindi ki. Her iki türlü de çok zamansız ortaya çıkmışlardı. "Gazeteciler! Tanrım Nick, şimdi ne yapacağız?" Nick elini bırakmadığı kadının panikle açılan gözlerine baktı. Zavallı kız titriyordu. "İlişkiniz ne zamandır sürüyor efendim?" "Bayan arkadaşınız kendi iş çevrenizden mi yoksa Bayan Brooklyn’nin modellerinden biri mi?" "Nasıl tanıştığınızı bize anlatmayacak mısınız Bay Andersson?" Nick avucunda tuttuğu yumuşak elin titremesine daha fazla dayanamadı. Madison belli ki korkmaktan çok paniğe kapılmıştı. Çevresini saran sorular karşısında, far görmüş tavşan gibi kalakalmıştı. Bu tarz diyaloglara alışkın değildi. Fakat Nick skandallara alışkındı. Bir anda aklında şekilleniveren fikirle bir taşla iki kuş vurabileceğine kanaat getirdi. Kadının elini hiç çekinmeden dudaklarına götürüp öperken ağzının kenarında çarpık bir tebessüm belirdi. "Sana bu gece ne kadar güzel olduğunu söylemiş miydim Madison?" "Ne? Nick saçmalama ve bir şeyler yap lütfen! Bırak şu elimi!" Tanrım şaşkınlıktan iyice açılan gözleri öyle güzeldi ki. Hafifçe makyaj yapmıştı ama makyaj yapmadan da çok güzellerdi. Nick içlerindeki milyonlarca yıldızı bıkıp usanmadan saatlerce seyredebilirdi. "Umarım birazdan yapacağım şey yüzünden beni affedebilirsin." "Seni hiç anlamıyorum. Tanrı aşkına ne demek şimdi bu-" Nick başka bir şey söylemesine fırsat vermeden Madison'ı hızla kollarının arasına çekti ve gazetecilere çekmeleri için dünyanın en unutulmaz pozlarından birini verdi. Madison dudaklarına kapanan sıcak dudakların baskısıyla öyle afallamıştı ki, yüzlerine patlayan flaşların ve kulaklarında çınlayan uğuldamanın sersemliğinden rahatsız olmayı aklının ucundan bile geçiremedi. Adamın kollarının arasında çelikten bir kozada gibiydi sanki. Ve Nick onu gittikçe daha da içine alıyor gibiydi. Adam onu koruyor, sarıyor ve hatta besliyordu. Adamın dudaklarından aldığı haz yüzünden dizleri titremeye başlamıştı bu yüzden omuzlarına sıkıca tutunmaya çalıştı. Nick için de durum farksız sayılmazdı. Kadının tadını aldıkça ona olan açlığı daha da artıyor, vücudu ihtirasla kavruluyordu. Yavaş yavaş başlayan öpüşme gittikçe şiddetlenerek, gazetecilere verilen pozdan erotik bir şova dönüşmek üzereydi. Nick daralan pantolonunun içinde giderek gerildiğini hissediyordu. Bir ara gelen gazetecilerin itiraz dolu seslerini ve güvenlik ekibiyle çıkan arbedenin uğultusu ayyuka yükselmişti. Fakat Madison ve Nick, ne kalabalık gazeteci ordusuna ne de etraflarını saran güvenlik departmanına aldırmadan birbirlerinin kollarında kaybolmaya devam etti.
|
0% |