Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@sagetaylors

 

Bu kez onları bir sapık gibi gizlice takip etmeyecekti.

Hazırlanıp evden çıkmadan önce Gena'ya kısa bir mesaj atmıştı.

Drake: Evde yapacak iş kalmadı. Size katılmamda bir sakınca var mı?

Cevap ancak işkence gibi geçen bir kaç dakikanın ardından gelebilmişti.

Gena: Deli misin? Dom bilek güreşi müsabakasında finale kalmak üzere. Eğlenceyi kaçırmak istemiyorsan kıçını kaldır ve hemen Kulüp 365'e gel ;)

Dom'dan bahsetmesi bir anlığına yüzünü ekşitmesine sebep olmuştu ama bu, Gena'nın içten daveti karşısında heyecanlanmasına engelleyememişti. Lacivert bir gömlek ve kotla elinden geldiğince hızlı hazırlanıp hemen evden çıktı.

Kulüp 365, Santa Monica İskelesi'ne yüz metre yürüme mesafesinde, büyük bir iş hanının zemin katındaydı. Sabahları koşarken önünden geçerken tabelasını defalarca görmüş, fakat içeri hiç girmemişti.

Hatırladığı mekânın önü akşam saatlerinde genellikle kalabalık olurken bu kez boştu. Gündüzleri üzeri toz yığınıyla kaplı tabela, şimdi rengârenk ışıklarını yakmış, müşterilerine alenen göz kırpıyordu. Mavi boyalı pirinç kapı isteyen herkes rahatlıkla girebilsin diye açık bırakılmıştı.

Drake bir önceki gece kulübünde olduğu gibi kapıda güvenlik ekibinden iri bir adam veya kulak patlatan cinsten müzik seslerinin dışarıya taşmasını bekledi ama etrafta hiç yaşam belirtisi yoktu.

Şaşkınlıkla karanlık koridor ve alt kata inen dönen merdivenlerin de boş olduğunu fark etti. Gerçi loş ışığa doğru ilerlerken karşısına göğüslerini burnuna sokmaya çalışan esmerlerin çıkmamasına sevinmişti.

Merdivenlerden indikçe sessizliği giderek artan tezahürat ve alkış sesleri bozunca nedenini anladı. Müsabaka henüz sona ermemiş olmalıydı. Bu da girişin neden bu kadar boş olduğunu açıklıyordu.

Yanılmamıştı. İçeriye bir sis gibi çöken sigara dumanının içindeki kalabalık grup tek bir yerde toplanmıştı. Bağıra çağıra kalkıp inen yumruklar, ter ve alkolün verdiği ekşimsi tat havayı kırbaç misali dövüyordu. Bahis sahiplerinin kabaran coşkusu gittikçe artan adrenalinle birleşince kadınlı erkekli gruptan duvarları titreten sesler yükselmeye başlamıştı.

Drake barda tek başına dikilen çelimsiz adama doğru ilerleyip bir bira istedi. Elindeki eski bezle bardakları kurulayan yaşlı barmen düşük göz kapaklarının altından ona uykulu gözlerle bakıyordu. Kır saçları da tıpkı kirli sakalı gibi diken dikendi. Cildi o kadar beyazdı ki damarları görünüyordu.

Adam önce onu duymamış gibi baktı. Sonra da sigarası ağzındayken kalın sesiyle konuştu.

"Şişe mi fıçı mı?"

Drake fıçı biraların el yapımı olduğunu ve pek sağlıklı olmadıklarını biliyordu. Ama diğerlerine göre daha ucuzdu. Öğrencilik yıllarında sık sık tercihi fıçı biradan yana olurdu. Hem hesaplı hem de lezzetliydi. Ta ki, günün birinde hastalanıp iki gün boyunca kusup durana dek. Midesinde virüs olduğunu söyleyip okuldan izin almak zorunda kalmıştı. O günden sonra fıçı bira içmemeye yemin etmişti.

"Şişe olsun lütfen."

Adamın tepkisi kaş çatmak olmuştu ama Drake umursamadı. Tekrar zehirlenmek istemeyecek kadar midesini seviyordu.

"Siz gençler, gerçek bir biranın kıymetini asla öğrenemeyeceksiniz."

"Belki bir gün. Bu dünyadan defolup gitmek istediğimde."

Drake gülümseyerek içkisinin parasını ödedi. Adamın dudaklarının memnuniyetle kıvrıldığını gördükten sonra arkasını dönüp coşmuş kalabalığa baktı. Çok geçmeden gözleri masalardan birinin üzerine çıkmış, insanların tepesinde çığlık çığlığa tepinen ufak tefek kızıla takılmıştı.

Gena nerede olursa olsun ortama uyum sağlayabilen mükemmel genlere sahip bir kadındı. Canlı, enerjikti ve tutkuluydu. Hayatında onun kadar yaşamdan zevk alabilen birini daha tanımamıştı. Kendine ona neden âşık olduğunu sorduğu her seferinde aldığı yanıtların başında Gena'nın yaşama sevinci geliyordu. Üstelik bu sevinç bulaşıcıydı. Drake ona bakarken kendini gülümserken buldu.

İçinde olduğu her durumdan zevk alabilen, kendine eğlenecek yer ve zaman tanımayan bu çılgın kadın onu büyülüyordu.

Bir festivalde yüzünü gözünü boyayıp dans eden insanların arasına hiç tereddüt etmeden katılabilirdi. Ya da sıcak yaz günlerinde bir sokak fıskiyesinin altında serinleyebilir veya işe geç kaldığı zamanlarda arabanın arka koltuğunu rahatlıkla giyinme kabini olarak kullanabilirdi. Üstelik bunu yaparken bağıra çağıra şarkı söylerdi. Drake sırf bu yüzden onun işe her gün geç kalmasını dilerken buluyordu kendini. Çünkü böyle zamanlar arabayı o kullanıyordu ve dikiz aynasını kullanamasa bile hayal gücü acayip hızlı çalışıyordu.

"Dayan diyorum Dom! Az kaldı! Sık dişini, haydi!"

Tanrım. O çılgın eteklerinden birini giymişti yine. Bu seferki parlak deriden kırmızı bir miniydi. Hani şu krom kaplı gibi görünenlerinden. Ayağındaki topuklu gladyatör çizmelerin ipleri uyluklarına kadar tırmanıyor görenlerin kalp atışlarını hızlandırıyordu. Koluna renkli bir bandana dolamıştı ve üzerindeki askılı beyaz bluzun üzerine, o havaya zıpladıkça sağa sola savrulan tahta boncuklardan rengârenk kolyeler takmıştı.

Kalabalığın, "DİCK! DİCK! DİCK!" diye -anlaşılan Dom'ın rakibin adı buydu- bağırmasına karşılık, tiz sesiyle "DOM! DOM! DOM!" diye karşılık vererek ortalığı çınlatıyordu.

Bu haliyle tıpkı maçlardaki susmak bilmeyen fanatiklere benziyordu. Fakat Gena kesinlikle onlardan çok daha çılgın ve vahşiydi. Ve de ateşli.

Bir ara coşkulu sesler ayyuka tırmandı ve hemen sonra tüm tezahüratlar yerini itiraz homurtularına bıraktı. Gena havaya zıplayıp coşkulu bir çığlık attığı sırada Drake Dom'ın kazandığını anlamıştı.

"Evet! Evet! Evet! İşte böyle koca adam! İşte böyle! Biliyordum. Kazanacağımızı biliyordum. Wuhuuu!"

Drake dirseğiyle arkasındaki tezgâha yaslanmış eğlenen gözlerle Gena'yı izlerken birasından bir yudum daha aldı ve bir anlığına Gena'nın yatakta da böyle çığlıklar atıp atmayacağının hayallerini kurmaya başladı. Lanet olsun, düşüncesi bile pantolonunun içinde hareketlenmesine yetmişti.

"Bir Margarita." diye seslendi barmene ve onun parasını da ödedi.

Dikildiği yerde kendi kendine sırıtırken birden Gena onu fark etti ve masadan aşağı atlayıp hızla kollarına koştu.

"Onu gördün değil mi? Dom, o kadar güçlüydü ki. Tanrım Drake! Ama rakibi de hiç fena değildi doğrus6. Adam kolay pes etmedi. Bir ara neredeyse maçı kaybediyoruz sandım fakat son anda toparladı. Vay canına. İnanabiliyor musun, üst üste tam altı maç kazandı. Bütün gece bedava içki içebileceğiz."

Gena neşeyle kollarında zıplayıp dururken Drake yalnızca onu izlemekle yetiniyordu. Kadının ne anlattığı umurunda değildi. Onu böyle kollarında saatlerce tutabilirdi.

Alev gibi saçları omuzlarından aşağı bir çağlayan misali dökülüyor, zümrüt yeşili gözleri mutlulukla ışıldıyordu. Ona özel turuncu Gena çilleri kalp şeklindeki yüzüne acayip yakışıyor, gülümsediğinde daha bir parlak ve daha kızı bir ton alıyordu.

Yanağına yapışan turuncu bir saç tutamını eliyle çekmeye yeltendiği sırada Dom yanlarında belirdi.

"Evet Drake! Gördüğün gibi bu gece içkiler benden. Endişe etmene hiç gerek yok, bu gece dilediğin gibi zom olabilirsin."

Drake adamın ona tepeden bakan gururlu sırıtışını görmezden geldi. Adam Gena'yı kendine çektiğinde kollarının arasından çıkan kadının boşluğu çoktan yerini buz gibi bir soğuğa terk etmişti.

"Teşekkür ederim ama kendi içkimin parasını genellikle kendim ödemeyi tercih ederim. Ayrıca hayatımda hiç zom olana kadar içmedim."

"Bu doğru. Maddie ile kendimizi dağıtana kadar içtiğimiz gecelerde bizi eve götürmesi için hep Drake'i çağırırdık."

"Şövalyelik kanında var desene."

"Sadece sevdiğim insanlara sahip çıkmayı seviyorum diyelim."

İki adam gergince bakıştı.

"Üstelik Drake ne kadar içerse içsin asla zom olmaz."

"Bu doğru mu?"

"Dediğim gibi asla o kadar çok içmedim. O yüzden evet, doğru sayılır."

Dom bir baş hareketiyle anladığını belirtti. Drake adamın bozulduğunu çatılan kaşlarından anlamıştı.

"Eee, gecenin şampiyonuna bir öpücük yok mu?" diyerek Gena'ya döndü adam.

Genç kadın daha cevap veremeden, adam ahtapot gibi kollarıyla kızın incecik belini sararak, dudaklarını dudaklarına sertçe yapıştırdı.

Drake çenesini sıkarak içkisini kafasına dikti ve dönüp barmenden bir tane daha istedi.

"Sana kazanacağımızı söylemiştim tatlım. O herif benim için çocuk oyuncağıydı. Karşımda nasıl da ter döktü gördün değil mi?"

"Gerçekten inanamıyorum. Bir an gerçekten kazanacak diye çok korktum. Çok az kalmıştı."

"Yanılıyorsun. Yalnızca adamı oyalayıp yorulmasını sağlamaya çalışıyordum. Kazanmasına imkân yoktu. Şu pazılara baksana. Sen ne dersin Drake?"

Yeni şişesinden bir yudum alan Drake, "Ne? Ah pardon. Ne yazık ki maçın sonuna ancak yetişebildim," dedi sahte bir tebessümle. "eminim dediğin gibidir. Tebrikler."

"Sağ ol ahbap. Şans meleğim yanımdayken kaybetme gibi bir ihtimalim yoktu zaten."

Adam yeniden uzanıp Gena'nın dudaklarına yumulunca, Drake bu kez gözlerini dikip onları izledi. Belki kendi kendine bu şekilde eziyet etmeye devam ederse aklı başına gelir de kıza çok geç olmadan gerçek hislerini açabilirdi.

Gena elinin birini durdurmak ister gibi adamın göğsüne dayayıp kendini geri çekti. Utanmış gibi bakarak adamın kolunun altına girdi ve kirpiklerinin altından Drake'e mahcup bakışlar gönderdi.

O sırada yanlarından geçen adam, "Bu maçın mutlaka bir rövanşı olacak Dom." dedi sırtına samimiyetle vurarak. "Bu şekilde bitmez."

"Ne zaman istersen Dick." dedi Dom karşılığında gülerek.

"Bende bir şeyler içmek istiyorum. Bağırmaktan boğazım kurudu."

"Soğutulmuş biraya ne dersin?"

Gena başını hayır derecesini iki yana salladı.

"Viski?"

"Gena böyle gecelerde ilk olarak martini içer. Ona ancak ikinci veya üçüncü kadehinden sonra bira içirebilirsin."

Drake, Gena'nın en sevdiği içkinin siparişini çoktan vermişti. Soğutulmuş ve tek zeytinli.

Bardağından bir yudum alan Gena şaşkınlıkla gülümsedi.

"Sağ ol Drake. Mmmm. Bu tam istediğim kıvamda olmuş."

Dom bardağından büyük bir yudum alarak aralarına girdi. Drake adamın gerildiğini fark etti.

"Keşke biraz daha erken gelebilseydin Drake. Böylece müsabakaya sende katılabilirdin."

"Ben, bilek güreşinden pek anlamam."

Adam köpüklü birasını höpürdeterek içtikten sonra Drake'e küçümser bir bakış attı.

"Bilek güreşinden anlamaz mısın? Dövme yaptırmaktan da hoşlanmıyorsun sanırım. Zom olana kadar içmiyorsun. Söylesene hayattan nasıl zevk alıyorsun dostum?"

"Bu saydıkların olmadan da yaşanıyor."

"Evet, ama nasıl? Bence cesaret yönün biraz zayıf kalmış senin. Azıcık yeniliklere açık dostum."

Adam hoşlanmadığını bildiği halde ona dostum demeye devam ediyordu.

"Dom! Çocuğu rahat bırak."

"Yalan mı söylüyorum. Drake'in böyle yerlerden sıkılabileceğini söyleyen sen değil miydin? Açıkçası Gena sen geldikten sonra hep birlikte başka bir mekâna geçmeyi planlıyordu ama gecenin şampiyonu ben olduğuma göre bedava içki hakkımı riske atmayacağım."

"DOM!"

Adam Gena'nın ikinci uyarısını da görmezden gelerek, gümüş yüzüklerle dolu parmaklarını Drake'in göğsüne vurmaya başladı.

"Korkmana gerek yok dostum, işin özü eğlence."

Drake göğsüne vuran parmaklara sonra da adamın siyah gözlerinin içine olabildiğince sert bakarak, "Bunu bana sen mi söylüyorsun?" diye sorunca Dom elini yavaşça çekerek yutkundu.

"Yani, çekinme demek istiyorum. Bir bilek güreşini kaybetmek dünyanın sonu demek değil. Ya da zil zurna sarhoş olmak."

Drake adamın neden böyle davrandığını anlayabiliyordu. Gena'yı o gece kurtaranın kendisi yerine onun olmasını belli ki hazmedememişti. Bu gece de kendince bir şeyleri ispatlamaya çalışıyordu.

"Sana söyledim, ilgilenmiyorum."

"Ama ben ısrar ediyorum. Sana güzel bir teklifim var. Madem bedava içkiyle ilgilenmiyorsun o zaman senin seçeceğin yerde istediğin hesabı ödemeyi kabul ediyorum."

"Neden illa ki Drake ile bilek güreşi yapmak istiyorsun?"

"Sen erkeklerin işine karışma tatlım." diyerek Gena'yı tersledi adam. "Ne diyorsun Drake?"

Drake az önce neşeyle gülerken birden somurtmaya başlayan Gena'ya bakmaya devam ediyordu. Kadının tüm hücrelerine kadar saf öfkeyle dolduğunu hissetmişti. Adam onu sözleriyle incitmişti. Öyleyse Drake de pekâlâ onun bir kaç kemiğini kırabilirdi. Yalnız bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Adam tepeden tırnağa kadar kas ve dövmelerle kapalıydı. Üzerindeki deri ve taktığı zincirler ona ürkütücü bir hava veriyordu üstelik. Cesaretini toplamak istercesine yumruklarını sıktı.

Yeniden adama döndü. Dom'ın meydan okuyan gözleri üzerindeydi. Drake gömleğinin kollarını sıvamaya başladığı sırada sinsi sırıtışıyla ağzı bir yana kıvrıldı. Gena hızla gözlerini devirdi.

"Siz iki antilop, ne haliniz varsa görün. Bir testosteron savaşını daha kaldıramam. Ben tuvalete gidiyorum."

Gena gittikten sonra bilek güreşi için hazırlanan özel masalardan birine geçtiler. Drake dirseğini mindere yerleştirerek diğer eliyle güç almak için masadaki kolu kavradı. Dom çoktan ona kaslarla bezeli kollarından birini uzatmıştı.

"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum."

"Sahi mi? Ne yapıyor muşum?" dedi adam alayla.

"İntikam almaya."

"Bunu neden yapayım?"

"Çünkü seni küçük düşürdüm."

"Gena'nın yaralandığı geceden bahsediyorsan çoktan unuttum. Hem Gena'nın hiç bir şeyden haberi yok, hatırladın mı? Senin sayende artık beni bir kahraman gibi görüyor."

Adamın sırıtışı giderek sinirini bozmaya başlamıştı. Lanet olsun ki haklıydı. Çünkü buna kendisi sebep olmuştu fakat o anda başka çaresi yoktu. Eğer Gena'yı hastaneye kendisinin getirdiğini söyleseydi oraya neden geldiğini de açıklamak zorunda kalacaktı. Takip edildiğini öğrenseydi Gena çok kızardı. Diğer yandan adamla ilk randevusuydu ve hayal kırıklığı yaşamasını istemiyordu. Kadının hayatı bu türden kalp kırıklıklarıyla doluydu.

El ele tutuştuklarında adamın elini sertçe sıktı. Gösterdiği direnç karşısında Dom afallamıştı. Ama hemen sonra kendini toparladı ve koluna daha güçlü asılmaya başladı. Çok geçmeden seyirciler etrafına toplanmıştı.

"Gena bilmeyebilir, ama ikimiz biliyoruz. Bu da seni rahatsız ediyor, itiraf et."

"Doğru, senin varlığın beni rahatsız ediyordu..." dedi adam, sonra da Drake'in bileğini kıracak kadar sertçe bükmeye başladı. "Başta Gena'da gözün olduğunu zannedip, sana gıcık oluyordum. Hastanede evde Gena ile bir saniye bile bizi yalnız bırakmıyordun."

Drake'in kolu dirseğine kadar yanmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp nefesini tuttu. Tüm ağırlığını omzuna verip var gücüyle asıldı. Kollarındaki damarlar zorlanmadan dolayı şişmeye başlamıştı. Adamın koluna tutunan eli titriyordu. Dom'ın kontrollü halinin karşısında Drake buram buram ter döküyordu.

"Gena benim için çok değerli, anlıyor musun?"

Drake sıkılı dişlerimin arasından zorlukla konuşabilmişti. Tüm enerjisini kol kaslarına harcamak gücünü tüketiyordu.

"Evet. Gena da sana aynı şekilde değer veriyor. Bunun için mutlu olmalısın."

"Mut-lu-yum."

"Bende öyle." dedi Dom. Sesinde bir tuhaflık vardı. Sanki Drake'in karşısında zorlanmasından keyif alıyor gibiydi. Lanet adam bir damla bile terlememişti. Oysa Drake'in gömleği su içindeydi.

"Artık mutluyum. Neden Biliyor musun?" Kalabalık Dom'ı alkışlıyordu. Tezahürat sesleri ortalığı inletti.

Drake titreyen çenesindeki dişleri sıkarken adam öne doğru eğildi.

"Çünkü sonunda bir nonoş olduğunu öğrendim."

Drake'in gözleri birden fal taşı gibi açıldı. Adam onun boşluğundan yararlanıp bileğine asıldı ve Drake'in kolunu sertçe mindere yapıştırdı. Öyle sert bastırmıştı ki kolundaki demir bileklikteki zımbalar Drake'in tenine battı.

Kalabalık kazananı alkışlarken Drake yaralı kolunu tutuyor, güçlükle nefes alabiliyordu.

"DRAKE!" Gena koşarak yanların geldi. "Tanrı aşkına Dom, şu yaptığına bak!"

Gena Drake'in bileğinden akan kana bakıyordu.

"Oh, hayır. Canın acıyor mu Drake?"

Acıyordu. Ama asıl acıyan yeri bileği değildi. Üstelik Gena'nın şefkatli dokunuşu onu daha derinden yaralıyordu.

"Sana temiz bir havlu bulmalıyız."

"Kendi başının çaresine bakabilir tatlım. Drake kocaman bir adam."

Son kelimede hissettiği alay yüklü sesle Drake başını kaldırdı. Şu anda yumruğunu adamın yüzünün ortasına çakmak için büyük bir istek duyuyordu. Ama yapmayacaktı. Eğer yaparsa bunu Gena'ya açıklayamazdı.

"Drake, uzat elini de bir bakayım."

"İyiyim ben."

Drake elini öfkeyle Gena'nın tutuşundan kurtardı.

"Sevgilin haklı." diye bağırınca Gena irkildi. "Bana çocuk muamelesi yapmayı kes artık! Başımın çaresine bakabilirim."

Omuzları yenilgiyle çöken Drake, Dom'ın sessiz gülüşü ve Gena'nın şaşkın bakışları altında kanayan bileğini tutarak oradan ayrıldı. Bu kez Gena'yı incitenin kendisi olduğunun farkındaydı. Dom'a ve bu gece buraya geldiği için kendine lanet ediyordu. Dick denen adam haklıydı. Bu iş burada bitmeyecekti. Bu maçın rövanşı mutlaka olacaktı. İşte o zaman Drake hem Dom'a hak ettiği karşılığı verecek hem de Gena ile arasındakileri düzeltecekti.

Şimdi; gitme ve yaralarını kendi başına sarma vaktiydi.
....

Hayatında böyle bir baş ağrısıyla uyandığını hatırlamıyordu. Perdelerin arasından giren güneş ışığı, göz kapaklarının altına sızarak retinalarını yakıyordu sanki. Kafatasının içinde yüzlerce fil aynı anda hem davul çalıp hem de tepiniyormuş gibiydi.

Madison gözlerini zorlukla açtığı anda iki şeyin farkına vardı.

Birincisi; kendi yatağında değildi.

İkincisi ve en önemlisi; elbisesi üzerinden çıkarılmıştı.

Göğüslerini örten beyaz çarşaflara tutunup bilmediği yatakta hızla doğruldu. Bu hareket yüzünden başı daha çok zonklamaya başlamıştı.

Eğer kendininkinde değilse kimin odasındaydı öyleyse? Çarşafların altına baktı. Ve neden çıplaktı?

Kendi kaldığı odadan farklı olarak bir duvarı boydan boya camla kaplı yatak odasının diğer ucunda gömme bir gardırop, büyük bir şifonyer ve duvara monte dev bir televizyon vardı.

Odanın içi ilahi bir beyazlığa sahipti. Yatağın durduğu yer yüksek bir platformdaydı. Yalnızca camdan dışarı baktığınızda bile manzara bütün Las Vegas'tı. Ayrıca balkonunda kendine ait özel bir yüzme havuzu ve portatif bir bar bile vardı. Havuzun turkuaz rengi duvardan içeriye, ta yatağına yansıyordu.

Madison telaşla etrafına bakınırken bu odaya nasıl geldiğini hatırlamaya çalışıyordu. Ve kıyafetlerine ne olduğunu.

Geceye dair bölük pörçük anılara sahipti ve çoğunu sisten bir perdenin ardından zorlukla seçebiliyordu.

Kumarhanede Eduardo ile birlikte Rulet masasında oturduğu zamanı hatırlıyordu. Sonra da onunla ofisine gidip bir içki içtiğini. Daha sonra ise... Hayır, daha sonra o adamla olanları hafızasında silmek istiyordu.

Kendini zorluyordu ama Eduardo'nun ofisinden kaçarcasına çıktıktan sonrasına dair hiç bir şey hatırlayamıyordu. Zihnini her zorladığında başı isyan edercesine zonklamıştı. Kasları yorgundu. Ve çok susamıştı.

Komodinin üzerinde tanıdık ağrı kesicileri ve meyve suyu bardağını görünce bir anda paniğe kapıldı. Yoksa bu oda?

Aman Tanrım. Nick.

Nickholas'ı hatırlıyordu. Onunla Eduardo'nun odasının önünde karşılaşmışlardı. Madison o sırada öfkeliydi. Sonra Nick'in ima ettiği şeyler yüzünden daha çok öfkelenmişti. Tam gitmek üzereydi ki, adam onu bahçeye doğru çekiştirdi.

Beyazlar içindeki sunağı hatırlıyordu.

Tutku dolu öpüşmeleri aklına geldiği sırada Madison inleyerek elleriyle yüzünü kapattı. Yüce İsa. Etrafta gazeteciler vardı. Patlayan flaşlar, art arda sorulan bomba misali sorular beynine bir sel gibi akmaya başladı.

"Hanım efendi kim Bay Andersson?"

"Ne zamandan beri birliktesiniz Bay Andersson?"

"Yeni sevgiliniz mi? Bize yüzünü dönebilir mi?"

"Aşkınızı dünyaya ne zaman duyurmayı planlıyorsunuz?"

"Bir açıklama yapmayacak mısınız?"

Tanrım, hayır. Madison başını ellerinin arasına alıp öne doğru uzandı. Kusacak gibi hissediyordu. Şimdi bazı şeyler netleşmeye başlamıştı. En azından bir kısmı. Nickholas'la öpüşmüştü. Adam onu kollarına alıp izin bile istemeden şehvetle öpmüştü. Ve Madison da ona aynı hazla karşılık vermişti. Evet, şehvetle. Madison hayatında hiç bir adamı öpmediği gibi öpmüştü Nickholas'ı. Üstelik ağız sıvıları birbirininkine karışıncaya dek adamın onu diliyle okşamasına izin vermişti. Veya bunu yapan kendisiydi. Artık kimin kimi daha fazla tahrik ettiğinin bir önemi yoktu. İkisi de zincirlerinden kurtulmuş gibi birbirinin yüzüne gömülmüştü. Tonla gazetecinin şahitliğinde üstelik. Madison hapı yutmuştu.

Yataktan doğrulup aceleyle telefonunu ararken bir yandan da Nickholas'la yatıp yatmadıklarını hatırlamaya çalışıyordu. Yatakta ve hâlâ çıplak olduğuna göre belli ki yalnızca öpüşmekle yetinmemişlerdi. Kahretsin.

Odanın içinde deli gibi dönmeye başlarken bir anlığına durdu.

Peki ya Nickholas değil de bir başkasıyla yattıysa? Olabilir miydi?

Ne saçmalıyorsun Madison?

Zihninde hatırlamak istemediği sahneleri geri getirmeye çalıştı. Eduardo onu ofisinde öpmeye kalkışmış, sonra da adama ileri gittiği için bir tokat atmıştı. Sonra adamı bir daha gördüğünü hatırlamıyordu. Madison bir türlü kafasını toparlayamıyordu. Anıları da tıpkı üzerinde yattığı yatak gibi darmadağınıktı.

Burası Nickholas'ın süiti ve yatağı ise durum fenaydı. Eğer Eduardo'nunki ise o zaman sandığından daha da kötü bir belanın içine batmıştı. Kahretsin. Yoksa hafızası ona oyunlar mı oynuyordu? Hiç bir şeyi hatırlamayacak kadar çok içtiğine inanamıyordu

Ne acı ki onu bile hatırlayamıyordu.

Yerde yığınla kıyafet vardı. Fakat görünürde elbisesi onların arasında yoktu. Rengine ve kokusuna bakarak bunların Nick'e ait olduklarını söyleyebilirdi. Dün gece adamın üzerindekileri anımsamaya çalıştı. Mavi bir takım mı giymişti? Evet evet, sanırım maviydi. Eduardo siyah saçları ve aynı renk smokiniyle gece kadar karaydı.

Bu bilgi bir parçasının rahatlamasına sebep oldu. Ama yalnızca küçücük bir parçasının. Geri kalanı hâlâ endişeden ölmek üzereydi.

Midesine kramplar girerken yerden bir parça daha kıyafet aldı ve onun bir baksır olduğunu anlayınca kaşlarını çatarak hızla odanın diğer ucuna fırlattı. Kendi iç çamaşırları neredeydi tanrı aşkına? Adam doymak bilmez iştahıyla onları da mı yemişti yoksa?

Dizlerinin üzerinde eğildi. Yatağın, tekli koltuğun altına bakınmaya başladı. Sonunda bir köşeye atılmış küçük el çantasını bulup çıkardı. Cep telefonu içindeydi ve ekranında yüzden fazla cevapsız çağrı vardı.

İşte şimdi hapı yuttum!

Poposunun üzerine yığılıp kaldı. Aramaların çoğu B.B'dendi. Oğluyla beraber patlattığı skandal haberi öğrenmiş olmalıydı. Gece haberlerinde Madison'ın biricik oğlunun bademciklerini diliyle çıkarmaya çalışırken gördüğünde kadının yüzünün aldığı hali hayal bile edemiyordu. Gece boyunca kovulduğunu söylemek için ona ulaşmaya çalışıyordu belli ki. Belki de çoktan ilk uçağa atlayıp buraya gelmiş ve Madison'ı otuz farklı şekilde öldürmek için otelin altını üstüne getiriyordu.

Gena'ya ait aramaları pas geçti. Arkadaşıyla konuşmadan evvel B.B'ye bir açıklama yapması gerekecekti. Hem yiyeceği azardan sonra Gena'nın teselli edici moral konuşmasına daha çok ihtiyacı olacaktı.

İyi de ona ne anlayacaktı?

Derken şeytan ininden uyandı ve telefon elinde titremeye başladı. Madison yaşadığı panik yüzünden neredeyse elindeki telefonu düşürüyordu. Ekrandaki isim korku filmlerindeki beklenmedik sahneler gibi iliklerine kadar ürpermesine neden oldu.

Madison telefonu açmadan önce sertçe yutkundu.

"Bayan, Bayan Brooklyn?"

"Madison! Tanrı aşkına. Akşamdan beri seni kaç defa aradığımdan haberin var mı?"

"Şey, akşamki parti o kadar hareketliydi ki telefonumu nerede bıraktığımı hatırlamam uzun zamanımı aldı efendim." Bu pek yalan sayılmazdı. Kadının inanmasını umdu. "ona daha yeni kavuştum."

"Ve eminim bulur bulmaz da beni arayacaktın, öyle değil mi?"

"Bir bakıma öyle diyebiliriz aslında."

"Pekâlâ, neler oluyor?" diyerek yeniden sözünü kesti kadın. "Akşam neler olduğunu bana anlatmanı istiyorum. Tek bir detayı bile atlama. Geçiştirme de yapayım deme çünkü bilirsin hemen anlarım."

"Ne öğrenmek istediğinizi pek anlayamadım efendim."

Madison zaman kazanmaya çalışırken alt dudağını ısırıyordu. Nasıl bir açıklama yapacağını bilmiyordu çünkü lanet olsun ki kendisi de neler olduğunu henüz bilmiyordu.

"Madison. Seni uyarıyorum. Nickholas'ın asistanı olabilirsin ama böyle durumlarda benim için çalıştığını unutmamalısın."

"Bakın Bayan Brooklyn, size yemin ederim ki ben-"

"Kimdi o kız?"

"Pardon?" Ne?

"Anlamamış gibi davranma. Nick'in o partide öptüğü kadından bahsediyorum. Sen hâlâ uyanamadın mı yoksa? Oğlumun akşam haberlerinde ve sabah gazetelerindeki boy boy çıkan resimlerde kollarında gördüğüm kadından bahsediyorum. Basın dünden beri Nick ve meçhul aşkının haberleriyle çalkalanıyor. Nickholas'ın yeni aşkı kim? Kadının yüzlerce fotoğrafı var ama bir tekinde bile kahrolasıca yüzü görünmüyor. Sen yakından görebildin mi? Tanıdığımız biri mi?"

"A, şey..." Ne? Resimlerde yüzü çıkmamış mı? Bu Tanrı'dan bir işaret olmalıydı. Ya da bir mucize.

Madison bir anlığına verecek bir cevap bulamadı. Göğüslerinin üzerinde bağladığı beyaz çarşafla odanın içinde ileri geri yürümeye başladı. Kimse Nickholas'ın öpüştüğü kadını görmemiş miydi yani? O halde henüz o kişinin Madison olduğunu kimse bilmiyordu. Bu durumdan sıyrılmak için hâlâ bir fırsatı varı öyleyse.

"Madison? Senden bir cevap bekliyorum. Hemen."

"E-evet efendim. Şey. Yani tanıdığımız biri. Sanırım. Medyanın yakından takip ettiği biri de olabilir tabi."

"Sanır mısın? Olabilir mi? Bunlar cevap olamaz. Kim? Ben tanıyor muyum? Bu soruyu geç. Eğer ünlü biriyse elbette tanıyorumdur. Bana derhal bir isim söyle!"

İsim. İsim. Neden aklına tek bir isim bile gelmiyordu. Nickholas'ın aşk hayatı bir jinekoloğun randevu defterinden bile daha kalabalıktı. Şimdi isteyince neden bir tanesi bile aklına gelmiyordu?

Madison cam sehpanın üzerindeki dergi kapağında gördüğü bikinili kadın fotoğrafını görünce dergiyi hızla kapıp sayfaları karıştırmaya başladı.

"Tanıdığımız birisi. Hatta sizin de çok yakından tanıdığınıza eminim Bayan Brooklyn. Bu arada Bay Andersson'ın Bayan West ile sözleşmeyi imzaladıklarını biliyor muydunuz? Partide iki ya da üç hafta içinde deneme çekimlerine başlayacaklarını konuştular."

"İsim Madison. O sözleşme zaten cepteydi."

"Ah, ama size söylediğim için Bay Andersson bana çok kızacak."

"Oğlum benden hiç bir şey saklamaz. Söyle hemen, yoksa endişelenmen gereken kişi Nickholas olmayacak."

Madison kadını konuşturarak zaman kazanmaya çalışıyordu. Sayfaları süratle çevirirken sonunda bir tanesinde durdu. Resimde tıpkı kendisininkiler gibi gür kestane rengi saçları olan kıvrımlı bir güzel büyükçe bir kanepede kurulmuş sıcak tebessümüyle kameraya poz veriyordu. Kadını bir yerden anımsıyordu fakat o anda kim olduğunu çıkaramadı. Zaten bir önemi de yoktu. Üzerinde daha fazla düşünmesi gerekmiyordu. Ünlü biri olduğu belliydi, o yüzden şansını deneyecekti.

"Madison-"

"Barbara. Kadının adı Barbara Collen'dı."

Karşı tarafta ses kesilmişti. Madison ekrana bakarak telefonun yüzüne kapanıp kapanmadığını kontrol etti.

"Bayan Brooklyn? Orada mısınız?"

"Buna inanamıyorum." diye ciyakladı birden kadın. "Oğlum Barbara Collen ile mi birlikte yani?"

Madison bir anda öncekinden daha büyük bir panik dalgasıyla sarsıldı. Yoksa Nickholas'la Barbara Collen'ın birlikte olmaları ateşle suyun yakınlaşması kadar imkânsız mıydı? İyi ama Nick için sorun olmamalıydı. O nefes alan her kadınla çiftleşmek üzere programlanmıştı.

Bianca birden kahkahalarla gülmeye başlayınca dizlerinin onu daha fazla taşıyamayacağını hisseden Madison kendini yatağa bıraktı.

"Bu inanılmaz bir şey." diye haykırdı tekrar kadın.

Madison afalladı. İyi anlamda mı, yoksa kötü anlamda mı inanılmazdı bilmiyordu ama telefondan gelen neşe dolu kahkahalar nedense kulağına ölüm marşının çanları gibi geliyordu.

"Bana harika bir haber verdin Madison. Barbara Collen ha! Tanrım. Bir gün bunun olacağını biliyordum. Bu son zamanlarda duyduğum en muhteşem haber. Şimdi beni iyi dinle Madison. Nickholas'a bunu bildiğimi sakın belli etme ve ben Barbara ile konuşuncaya dek benden haber bekle."

"Barbara mı? Onunla mı konuşacaksınız yani? Peki ya basın? Gazeteciler?"

"Nickholas'a geceden beri ulaşamıyorlar. Muhabirlerden önce oğlumu bulursan onlardan önce benimle konuşmasını sağla. Gerisini ben hallederim."

"Pe-peki efendim."

Madison yakasındaki çarşafları yumruğuyla sıkarken telefon yüzüne kapanmıştı. Ne yazık ki, kadının çınlayan kahkahaları Madison'ın kulaklarından bir türlü gitmiyordu. Neden içinden bir ses büyük bir hata yaptığını söylüyordu.

İçindeki sesi susturdu. Başını silkeleyerek ayağa kalktı. Başka çaresi yoktu. Nickholas Andersson'la yatarak zaten hayatının en büyük hatasını yapmıştı, bir de bunu dünyaya duyuramazdı. Şimdi içine düştüğü durumu düzeltmek için bir fırsatı vardı ve bunu sonuna kadar kullanacaktı. Öncelikle giysilerine bulmalıydı.

Yatak odasından çıkarak ana salona geçti. Karşı tarafta banyo olduğunu tahmin ettiği bir kapı daha vardı. Bir banyo da uyandığı yatak odasında vardı fakat Madison onu kullanmak istemiyordu.

Doğruca diğer banyoya yürüdü ve kapıyı aniden açtı. Açar açmaz olduğu yerde donup kaldı. Nickholas Bianca'nın rahminden çıktığı andaki kadar çıplak halde camekânın ardında duş alıyordu. Kahrolası camlar buzlu değildi. Dolayısıyla Madison adamın her bir ayrıntısını en küçük kusurlarına varıncaya kadar görebiliyordu.

Gerçi bu yalan olurdu. Adamın vücudu için kusursuz demek daha uygundu. Geniş omuzları vardı. Çok geniş. Bir kadının sığınmak isteyeceği kadar güçlü kollar. Dar kalçalarına doğru daralan ince üçgen bir vücut. Ve muhteşem bir popo.

Madison adam duş alırken edepsizce onu izlemeye devam ettiğini fark etmedi. Gözlerini istese de adamın sıkı kaslarından alamıyordu ki. Eğer tüm gece bu vücudun altında ezilip durduysa hatırlamıyor olması büyük haksızlıktı doğrusu.

Nick saçlarındaki şampuanı durularken bir anda geriye dönünce göz göze gelmişlerdi. Madison irkildi ve hızla arkasını dönmeyi akıl etti. Fakat yakalandığını biliyordu. Nicholas'ın yüzünde beliren yaramaz sırıtışı kaçıracak kadar hızlı olamamıştı. Elbette daha aşağılarda olanların da farkındaydı. Yüce Tanrım, gözden kaçacak gibi değildi ki.

Su sesi aniden kesildi.

Madison kulaklarına kadar kızardığını görmesin diye saçlarıyla yüzünü örtmeye çalışarak tam banyodan çıkmaya niyetlenmişti ki durdu. Aralarında utanacak ne kalmıştı ki?

"Demek sonunda uyanabildin. Bende seni kontrol etmeye yanına geliyordum."

Adamın kadife gibi sesini duyarak yeniden döndüğünde Nickholas belinde beyaz bir havluyla ona doğru geliyordu. Hissettiği hayal kırıklığı yüzünden kendi kendine kızdı. Uyandığında yaşadığı tüm şaşkınlık ve öfke geri gelmişti şimdi.

"İyi uyuyabildin mi bari?"

"Uyumak?"

"Haklısın." Nick güldü. "İkimiz de uyuyamayacak kadar meşguldük."

Adamın sabah neşesine lanet ediyordu. O kendini bu kadar kayıp hissederken Nick'in keyifli olması büyük adaletsizlikti.

"Şu an üzerimde ne var Nick?"

Nick'in gülüşü sağ yanağına doğru kaydı ve onu tepeden tırnağa ateşli bakışlarla süzmeye başladı.

"Sanırım hiç bir şey. Ve bence en güzel şey. Neden?"

Madison sorduğu soruya pişman olmuştu.

"Unut bunu. Baştan alalım. Kıyafetlerim nerede? Elbisem. İç çamaşırlarım?"

"Onlara ihtiyacın olduğunu sanmıyorum."

Nick ona doğru hevesle yaklaşırken bir adım geri çekilince adamın kolları boşluğu kavradı ve bundan hiç memnun olmamış gibi kaşlarını çattı.

"Neler oluyor Madison?"

"Bende bunu öğrenmeye çalışıyordum Nick? Neler oluyor? Neden senin odanda, düzeltiyorum yatağında ve çıplak halde uyandığımı bana açıklayabilirsen sevinirim."

"Bir dakika. Sen. Ne? Dün gece olanları hatırlamıyor musun yani?"

"Bir gazeteci ordusunun önünde beni öptüğünden bahsediyorsan evet, o kısmı maalesef hatırlıyorum."

"Bana karşılık verdin. O öpücüğü sende istedin Madison. Ve daha fazlasını da."

Madison elini kaldırıp onu susturdu. Başını iki yana sallayarak,

"Sus. Duymak istemiyorum." dedi.

Adamın gözlerinde bir anlığına belirip kaybolan kırgınlığı fark ettiğinde zorlukla yutkunabildi.

"Madison!"

"Hayır Nick. Neden olduğunu bilmiyorum ama dün geceye dair parça parça şeyler hatırlıyorum ve galiba bir süre de öyle kalmasını istiyorum."

"Ama neden?"

"Çünkü..."

Bunları adamın okyanus mavisi gözlerinin içine bakarken söylemek çok zor olduğundan bakışlarını aşağıya indirdi. Bu kez de çıplak ve ıslak göğüs uçları dikkatini dağıtmaya çalışıyordu.

"Çünkü ne Madison? Söyle hadi!"

"Çünkü aramızda her ne yaşandıysa bir... hataydı."

Nickholas sanki ona tokat atmış gibi geriye çekildi.

"Dün gece yaşananları bir hata olarak mı görüyorsun gerçekten? Madison buna inanmamı bekleyemezsin. Şuraya bak!"

Madison'ı banyodan çekiştirip oturma odasına getirdi. Sehpaların üzeri kırmızı güllerle kapalıydı. Şamdanlar ve mumlar her köşeye yayılmıştı. Sehpanın üzerinde dibine kadar içilmiş bir şampanya şişesi vardı. Geniş kanepeye çilekli fondü ve çikolata paketleri saçılmıştı. Madison'ın ayakkabıları koltuğun altındaydı. Yanında duran sutyenine benziyordu ama emin olamadı.

Yaşadığı dehşeti tarif etmek imkânsızdı. Dün gece burada ne haltlar olmuştu böyle?

"Hızlı bir gece geçirmişiz gibi görünüyor."

"Hızlı bir gece mi? Madison bana bak!"

Genç kadını kollarından tutup kendine bakmaya zorladı Nick. Alçak sesle,

"Dün gece hayatımın en muhteşem gecesini yaşattın bana Madison. Üstelik bunu yaparken sana elimi bile sürmedim. Yemin ederim."

Madison'ın gözleri hayretle kocaman açıldı.

"Ne yani? Biz... yani seninle ikimiz birlikte olmadık mı?"

Genç adam başını hayır anlamında iki yana sallarken gözlerinde hâlâ umut parıltıları vardı.

"İstemediğimi söyleyemem. Eğer içini rahatlatacaksa, bunu yapmayı her şeyden çok istediğim halde kendimi engellediğimi itiraf ediyorum. Bu geceyi birbirini yeni tanımaya başlayan iki yabancı olarak geçirmek istediğini söylemiştin ve bende sana saygı duydum. Bana kendini açtın Madison. Lanet olsun, benim de sana açılmamı sağladın."

"O halde, o halde aramızda hiç bir şey yaşanmadı."

"Yanılıyorsun. Çok şey yaşandı. Tahmin edeceğinden bile daha çok şey."

"Ben..." Madison'ın boğazı, hissettiği yoğunluktan dolayı tıkanmıştı. Nick ona böyle içtenlikle bakarken kelimeleri dışarı çıkarmakta zorlandı.

"Annen aradı."

Adamın bakışları aniden rüyadan uyanmışçasına değişti. Kaşlarının arasında ince bir çizgi oluştu.

"Ben, ona yalan söylemek zorunda kaldım. Gazetecilerin çektiği resimlerde öpüştüğün kadının kimliği belirsizmiş. Seninle öpüşenin ben olduğumu kimse bilmiyor. Bilseydi neler olacağını bir düşün. Tanrım Nick, başka çarem yoktu."

"Anneme ne anlattın."

"Beni anlamalısın Nick. Gerçekten yapamazdım. Ben..."

"Anneme. Ne anlattın Madison."

"Benden ona bir isim vermemi istedi."

Nick'in kaşları her cümlede daha çok çatılıyordu. Madison'ın midesi endişeyle çalkalanmaya başladı.

"Aklıma o anda gelen ilk ismi söyledim. O, o anda elime geçen dergilerden birinde gördüğüm biriydi. Senin için problem olmayacağını düşündüm."

"Sen, ne yaptım dedin?"

"Annene Barbara Collen'ı öptüğünü söyledim. Dün gece kollarındaki kadının o olduğunu söyledim. Büyük ihtimalle şu anda Barbara'nın danışmanına ulaşmaya çalışıyordur ama düzelteceğim. Yemin ediyorum her şeyi yoluna koyacağım. Ama bana yardım etmelisin."

Nick bir anda onu bırakıp uzaklaşınca Madison üşümüş gibi ürpererek çıplak kollarına sarıldı.

"Özür dilerim ama bunu yapmak zorundaydım Nick. Annene aramızda olanları açıklayamazdım. Hem merak etme, ben her şeyi çözeceğim tamam mı? Gerekirse Barbara ile konuşup kısa bir röportaj vermeniz için onu ikna ederim. Bedavadan reklamı olacağı için itiraz edeceğini sanmıyorum. Ama işin oraya varacağını düşünmüyorum, eğer annenle konuşup tek gecelik bir şey olduğunu söylersen konu kapanacaktır. Yakın gelecekte de tüm bu olanlar unutulacaktır. "

Nick bir heykel kadar hareketsizdi. Madison ne yapacağını bilemeyerek etrafına bakındı. Galiba şu anda yapacağı en doğru şey odanın içine dağılmış eşyalarını toplayıp orayı hemen terk etmekti. Kendisine ne olduğunu hatırladığında onunla yeniden yüzleşebilirdi.

Üzerinde hâlâ otel çarşaflarıyla kapıdan çıktı. Kendi odasına girdiğinde içinde yarım kalmış bir şeylerin eksikliğini hissediyordu. Nickholas'ı düşündü. Bütün gece yalnızca şampanya içip çikolata yediklerine inanamıyordu. O halde neden sabah uyandığında ikisi de çıplaktı? Üstelik adam ona muhteşem bir gece yaşattığını itiraf etmemiş miydi? Paylaştıkları şey eğer cinsellik değilse neydi?

Adamın ona attığı son bakışları hatırlayıp iç geçirdi. Sanki Madison bir şeyleri parçalayıp yıkmış gibi yenik duruşu gözünün önünden gitmiyordu.

Duş almak için banyoya gideceği sırada kapı çaldı. Otel görevlisi, şeffaf naylon bir poşetin içerisinde dün gece giydiği renkli elbiseyi getirmişti. Üzerinde "kusmuk lekelerinden arındırıldı" yazıyordu. Madison elbiseyi alarak koltuğa çöktü. O lekelerin nasıl olduğunu bile hatırlamıyordu. Bilseydi bile artık bir şeyleri değiştireceğini sanmıyordu.

Şu anda duş almaya sonra da Gena'yla konuşmaya ihtiyacı vardı. Hayır, duş bekleyebilirdi. Önce arkadaşıyla konuşmalıydı.

Telefonunu çıkarmak için çantasını açtı. O sırada yere düşen katlı bir kâğıt parçasına gözü takılmıştı.

Madison kâğıdı açıp okumaya başladığında hayatındaki en büyük ikinci şokunu yaşadı. İlkini Nickholas'ın yatağında uyandığında yaşamıştı.

Yüce Tanrım. Bu bir evlilik akdiydi. Üstelik altında Madison ve Nickholas'ın imzaları vardı.

Madison evlenmişti.

Nickholas Andersson onun kocasıydı.

Ve bir kaç dakika önce onu kendi elleriyle bir başkasına vermişti.

 

 

Loading...
0%