Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@sagetaylors

 

Gena hiç bir zaman iyi bir aşçı olduğunu iddia etmemişti. Evet, yemek pişirmeyi de en az yemek kadar çok seviyordu ama mutfakta becerebildiği çeşitlerin sayısı iki elin parmaklarını geçemiyordu ne yazık ki. Onun için özel zamanlarda mutfağa girmek de yemek yemek kadar sıradan bir zevkti sadece. Pratik olduğu kadar doyurucu olmaları da önemliydi tabi. Bu yüzden Peynirli Makarna Drake'in olduğu kadar Gena'nın da favorisiydi.

Gena bu tarifi rahmetli annesinden öğrenmişti. Elise mutfakta harikalar yaratan bir kadındı. Sıradan bir akşam yemeğini bile ufak tefek dokunuşlarla muhteşem bir şölene çevirebilir, iştahsız bir insanı ağzının sularını akıtarak masasına hevesle oturtabilirdi. Geleneksel mavi puantiyeli masa örtüsünün üzerinde yanan hoş kokulu mumları, bir demet taze mevsim çiçeği ve salatanın etrafındaki minik süslemeler Elise'nin imzası gibiydi.

Bu yüzden Gena mutfakta annesine yardım etmekten çok onu iş üstündeyken izlemekten hoşlanırdı. Tıpkı bir balerin edasıyla zarifçe oradan oraya koşturması, fonda çaldığı bir müziğe arada sırada eşlik edip şarkı söylemesi, sunum tabaklarına kendince kondurduğu minik şekilli sebzeler, pişirdiği leziz şeylerin kokusunun mutfağı sardığı o büyülü anlar Gena'nın rüyalarından uzun süre çıkmamıştı. Annesi gülerek bir parça unu ya da kremayı Gena'nın yüzüne bulaştırmaktan hoşlanırdı. Sonra da birlikte kahkahalara boğulurlardı.

Elise öyle neşeli, öyle hayat dolu bir kadındı ki, Gena onun gibi birinin erken yaşta hastalanıp ölmesinin hep dünyanın en büyük haksızlığı olarak görmüştü.

Genç kadın giderek zayıflayıp yatağa düştükten sonra bile neşesini uzun bir süre kaybetmemişti. Ama mutfakları eğlenceli olmaktan çıkmış, evleri eski heyecanını yitirmişti. Her zaman pırıl pırıl parlayan evyenin içi bulaşıklarla dolmaya, tezgâhın üzerini taze kurabiye kavanozları yerine ilaç şişeleri almaya başlamıştı. Eskiden olduğu gibi evin içinde yüksek sesle müzik de dinlenemiyordu artık çünkü Elise sürekli olarak sessizliğe ve dinlenmeye ihtiyaç duyuyor, Gena ve babası da buna saygı gösteriyordu.

Kimi günler ağır mide bulantıları yüzünden genç kadının teni o kadar solgun ve kuru oluyordu ki, Gena onu bir parça neşelendirebilmek için tüm kuralları yıkıp annesinin odasını rengârenk çiçeklerle donatmak, mutlu olup yüzüne renk geldiğini görebilmek için dans edip şarkılar söylemek isteğiyle dolup taşıyordu. Üstelik tüm bunları hiç içinden gelmediği halde sırf annesi için yapmak istiyordu. Ne yazık ki çoğu şeyde olduğu gibi tüm bunlar da ona yasaktı.

Gena o günleri ve yasakları andıran katı kuralları asla unutmayacaktı. Örneğin evde genel temizlik haricinde kullanılan özel dezenfektanlar vardı. Çünkü mikroplar annesini hasta ediyordu. Ziyaretçiler yasaktı. Bu yüzden eskisi gibi sık misafir ağırlayamıyorlardı. Dışarıdan yemek ısmarlayamıyorlardı. Mesela peperoni pizza veya ıslak hamburger yiyemiyorlardı çünkü mide kanseri olan Elise'nin yemek konusunda da artık hassa ve sınırlı bir menüsü vardı. Lezzetli ve yağlı şeyler yememeliydi. Bu sebeple evde pişirmeleri de doğru olmazdı.

Annesi son dönemlerde yataktan hiç çıkamaz, yemek dahi yiyemez olduğunda Gena için en büyük ve en dayanılmaz olanı ise o lanet borular yüzünden annesine doya doya sarılamamasıydı. Gena'nın en nefret ettiği şey, işte bu son katı kuraldı.

Son ameliyatından sonra Elise'nin karnının dışına plastik bir tüp takmışlardı ve bu sayede güçlükle beslenebiliyordu. Buna rağmen annesi çok zayıftı. Gena ona sımsıkı sarılırsa narin kemiklerinin birbirine geçip kırılmasından korkuyordu.

Bazen genç kadın uzun saatler boyunca kıpırtısız uyurdu. Yaşadığına dair tek belirti soluk alış verişiyle şişip inen göğüs kafesiydi. Babası, işe gitmediği zamanlarda çaresizce ve bitik bir halde ölü gibi yatan karısının başında sabahlara kadar beklerdi. Gündüz vakitlerinde ise babasının yerini komşularından biri olan yaşlı bir kadın alırdı, fakat geri kalan zamanların çoğunda Gena annesiyle baş başaydı. Bu da okul dönüşü kendi yemeğini kendisi hazırlamak zorunda olduğu anlamına geliyordu. İşte böyle anlarda Gena basit bir sandviçi bile annesini taklit ederek, kulaklıkla müzik dinlerken ve etrafta onun gibi dans edip dönmeye çalışırken hazırlardı. Bu eski bir alışkanlıktı. Ritmi yakaladığında, yemek yapmanın hem ne kadar keyifli hem de ne kadar kolay olduğunu ona annesi kanıtlamıştı. Tıpkı şimdi radyoda çalan ve Elise'nin sevdiği eski parçalardan birinin remixini dinlerken yaptığı gibi. Hit the road Jack.

Gena'nın kulakları bu ritme aşinaydı. Ayakları bu müziği duyduğu anda kendiliğinden hareketleniyor, beli sağa sola kıvrılıp bükülürken kalçaları sallanmaya başlıyordu.

Ellerini yıkayıp, kuruladı. Her şey annesinin usulüne uygun olduğu halde, Gena'ya göre bir şeyler yerine oturmuyordu sanki. Ne yaparsa yapsın yemekleri asla Elise'nin yaptıkları gibi lezzetli olmuyor, tarifler, ölçüler birebir aynı olmasına rağmen kokusunda, tadında bir şeyler hep eksik kalıyordu. Gena annesinin sırrının ne olduğunu hiç bir zaman çözememişti ve zaten bir süre sonra da önemsememişti. Öyle ya da böyle, ona göre yaptıkları güzeldi. Annesininkiler gibi mükemmel olması gerekmezdi.

Bir zamanlar annesinin onun için yaptıklarını hatırlamak onu mutlu etmeye yetiyor da artıyordu. En son birlikte yaptıkları yemeği daha dün gibi hatırlıyordu. Havuçlu Kek.

Elise Gena'ya turuncu saçları ve çilleri yüzünden hep "Havuçlu Kekim" derdi. Gena hem bu sebepten ötürü hem de en sevdiği atıştırmalık olduğundan o minik kekleri bayıla bayıla yerdi. Ta ki o son seferine kadar...

Annesinin kendini iyi hissettiği günlerden biriydi ve uzun zaman sonra Elise yeniden mutfağa girmişti. Gena okuldan döndüğünde annesini ayakta ve elinde bir çırpma kâsesiyle gördüğünde heyecandan neredeyse düşüp bayılacaktı. Elise'nin yanakları ilk defa beyaz değil al aldı ve kusmadan yiyeceklere yaklaşabiliyordu. Hatta... gülümsüyordu. Gena annesini o kadar uzun zamandır gülerken görmemişti ki, birden neden o yatakta yatmak yerine mutfakta olduğunu sorgulamak aklına bile gelmemişti.

Elise kızına normal zamanlarda olduğu gibi yumuşak bir sesle gidip üzerini değiştirmesini, elini yüzünü yıkadıktan sonra da mutfağa gelip ona yardım etmesini, çünkü birlikte havuçlu kek yapacaklarını söylemişti. Gena süratle annesinin dediklerini yerine getirdikten sonra mutfağa koşmuş ve birlikte gerçekten de tarçınlı-havuçlu kek yapmaya başlamışlardı.

Annesi malzemeleri çoktan tezgâha sıralamıştı. Elise mutfakta eskisi kadar hareketli değildi belki ama Gena bunu o zamanlar hiç dert etmemişti. O kadar uzun zamandır onunla birlikte bir şeyler yapmayı özlemişti ki, genç kadının sık sık duraksadığını ya da terlemeye başladığını bile fark edememişti.

Her şeye rağmen kekler çok güzel pişmişti. O yaşına kadar Gena'nın hayatında gördüğü en muhteşem, en kabarık şeylerdi. Üzerlerini krema ve şekerlemeyle güzelce süslemişler, sonra da onları büyükçe bir tabağa dizmişlerdi.

Fakat Elise o gece ağırlaştığı ve hastaneye kaldırıldığı için Gena o keklerden bir tekini bile yiyememişti. Annesi günlerce hastanede - girilmesi yasak odalardan birinde - yatmış ardından da bir veda bile etmeden hayata gözlerini kapatmıştı.

Üzerini peynirle donattığı makarna tepsisini fırına verdikten sonra gidip müziğin sesini kıstı. Akşam akşam neden bu kadar melankolikleştiğini anlayamıyordu. Altı üstü peynirli makarnaydı. Havuçlu kek değil.

İki elini tezgâha dayayarak, sarkıttığı başını iki yana salladı. Biraz düşününce içine düştüğü acı ruh hali mantıklı gelmeye başlamıştı. Başını kaldırıp yılın en seksi çiftlerinden oluşan duvar takvimine baktı. Bu takvim bir derginin yılbaşı ekiydi. Sonbaharın bitmek üzere ve yerini serin kış gecelerine bırakacağının habercisi son yapraklar en üstteydi. Annesinin ölüm yıldönümü de bunlardan biriydi.

Gena başını çevirerek derin bir iç çekti. Şimdi yas tutmanın sırası değildi. Bu gece Drake'in canını sıkan şeyin ne olduğunu öğrenebilmek için bünyesindeki tüm pozitif enerjiye ihtiyacı olacaktı. Annesi iyi bir sofranın da iyi bir yemek kadar hakkının verilmesi gerektiğini söylerdi.

Geri dönüp hazırladığı sofraya baktı. Madison bu gece geç geleceği için servisi iki kişilik hazırlamıştı. Masaya; beyaz şık bir masa örtüsü, cam vazoda yol üstündeki çiçekçiden aldığı sarı gülleri ve gümüş görünümlü şamdanda yanan tek bir mumu eklemişti. Elisa'nın hazırladığı sofralardaki gibi bir salata yapamamıştı belki ama en azından yeşilliklerin iyice yıkandığından emin olmuştu. Yemeğin üstüne tatlı olarak köşedeki pastanedeki sıcak suflelerden almıştı. Drake gördüğünde kesinlikle bayılacaktı.

Neşesi yerine gelince sırıtarak önlüğünü çıkarıp tezgâhın yanına astı. Tam saçındaki bandanayı çözmüştü ki kapı açıldı.

Gelen Drake'di. Gena içinde garip bir heyecan dalgasıyla zıplayarak kapıya koştu.

"Selam! Hoş geldin."

Drake, ona bakmadan ağzının içinde homurdandığı soğuk bir, "Selam." geveledikten sonra odasına doğru yürümeye başlayınca Gena önüne geçerek onu durdurdu.

"Bekle bir dakika bakalım ahbap. Hepsi bu kadar mı?"

Drake hafif bir omuz silkmeyle, "Başka ne söylememi bekliyorsun ki?" diye sorunca Gena ellerini beline koyup tatlı tatlı gülümsedi.

"Cidden hepsi bu kadar mı?"

"Yorgunum Gena. Ne söyleyeceksen çabuk söyle." Gena karşısında sessizce dikilmeye devam edince bıkkınlıkla, "Pekâlâ." dedi Drake. "Aklına gelince söylersin o halde. Ben odamda olacağım."

"Hey dursana!" Gena tekrar önüne geçti ve havayı bir av köpeği gibi koklamaya başladı. "Sen şimdi bana, ilgini çekecek hiç bir koku almadığını mı söylüyorsun?"

Gena kokunun kaynağının geldiği yeri başıyla işaret ederken hâlâ Cheshire kedisi gibi sırıtıyordu. Oysa Drake'in bakışlarındaki soğukluk sesine de yansımıştı.

Bıkkınlıkla, “Peynirli Makarna mı?" diye sordu.

Gena ellerini coşkuyla çırpıp yerinde zıpladı. "Sıkı dur. Yanında tatlı olarak da... sufle var."

"Kendin mi yaptın?"

"Peynirli makarnayı mı? Tabii ki ben yaptım. Başka kim olacak."

Drake abartılı bir şekilde gözlerini devirdi. "Hayır. Sufleyi."

"Oh, hayır. Onları köşedeki pastaneden aldım. Her zaman aldıklarından ve en sevdiklerinden elbette."

"O zaman neden mucize yaratmış gibi karşıma geçmiş sırıtıyorsun?"

Drake dönüp odasına gitmeden önce Gena'nın yüzündeki gülümsemenin yavaş yavaş solmasını bekledi. İçinde onu fena bozduğu için ufacık bir tatmin hissetmeliydi. Ama onun yerine kendini tam bir pislik gibi hissetti. Kapının önüne vardığında, eli kapı kulpunda geri döndü. Gena bıraktığı yerde arkasından merakla bakakalmış öylece bekliyordu. Bu Drake'in kendisini daha da kötü hissetmesine neden oldu.

"Özür dilerim Gena, öyle demek istememiştim."

Gena savunmacı bir şekilde duruşunu dikleştirip kollarını göğsünde bağladı. Şimdi bakışları daha sertti.

"Özrünü tek bir şartla kabul ederim. Hemen geçip sofraya oturacak ve benimle karşılıklı yemek yiyeceksin!"

"Çok buyurgansınız leydim."

"Siz de bugünlerde fazlasıyla hıyarsınız lordum."

Gena kabarık saçlarını savurarak dönüp mutfak masasına doğru yürüyünce, Drake gülmemek için kendini tutarken, omuz çantasını yere bırakıp peşinden gitti.

Ve salonun orta yerinde kalakaldı. Gördüklerine inanamıyordu. Gena'nın onu davet ettiği masa özenle hazırlanmıştı. Şamdanlardan mumlara, çiçeklerden peçetelere kadar her şey kusursuz görünüyordu. Köşedeki buz dolu kovada bir şişe soğutulmuş şarap dahi vardı. Üstelik masa iki kişilikti. Bu da yemeği baş başa yiyecekleri anlamına geliyordu. Drake'in hain kalbinin ritmi bu düşüncenin cazibesiyle anında bozulmaya başladı.

"Neyi kutluyoruz?"

"Hiçbir şeyi. Yalnızca sana özel bir yemek hazırlamak istemiştim. Ne zamandır şöyle baş başa oturup konuşamıyoruz."

"Yeni sevgilinden fırsat bulamadığın içindir." diye kendi kendine söylendi Drake.

"Efendim?"

"Hiç."

Hâlâ inanamıyordu. Tüm bunları Gena onun için mi hazırlamıştı?

Gena omuz silkip fırından çıkardığı makarna tepsisini masada duran suflelerin yanına koyduktan sonra ellerini iki yana açtı.

"Eee, bana ne düşündüğünü söyle?"

Ne mi düşünüyordu. En sevdiği yemekler ve şarap eşliğinde âşık olduğu kadın aynı masadaydı. Moralini yerine getirebilecek bundan daha iyi bir birleşim olamazdı. Makarna muhteşem kokuyordu. Gena da öyle. Ayrıca yine her zamanki gibi çok güzeldi.

Tarçın rengi bir mini eteğin üzerine beyaz askılı bir bluz giymişti. Boynunda gümüş melek kolyesi asılıydı. Alev rengi saçları göğüslerine ve sırtına kızıl bir şelale gibi dökülüyordu. Ayakları çıplaktı.

Üzerindekiler bugün iş yerinde giydiklerinden farklıydı. Ah evet, Drake onu günlerdir umursamamak için elinden gelen her şeyi yapmıştı, ancak Gena gibi bir afeti görmezden gelmek yetenek istiyordu doğrusu. Öpülesi dudaklarına yavruağzı bir parlatıcı mı sürmüştü? Tanrım.

Drake söyleyeceklerine hazırlanmak için önce boğazını temizledi.

"Şey, her şey gerçekten harika görünüyor Gena ama cidden pek aç değilim."

Yalancı! Bunu söylemek hiç de kolay olmamıştı. Çünkü sofra da en az Gena kadar lezzetli görünüyordu. Ama Drake'in de bir kalbi vardı ve onu daha fazla hırpalamamak için kendince bazı kurallara ihtiyacı vardı. Gena'ya gerçekleri itiraf edene, onun aşkını kazanana kadar onun karşısında zayıf düşmeyecek, duygularına asla yenilmeyecekti.

"Ne yani, bu kadar özenle hazırladığım sofraya oturmayacak mısın şimdi?"

"Özür dilerim Gena."

Drake tam gitmek üzereyken Gena'nın sert sesiyle donup kaldı.

"Asıl ben özür dilerim Drake! Eve yemek yiyemeyecek kadar yorgun geleceğini bilseydim, tüm bunlarla uğraşmazdım."

"Gena!"

"Tamam, hiç bir şey söylemene gerek yok. Önemli değil. Madem canın bir şeyler yemek istemiyor, o halde bende tek başıma yerim."

Gena asık suratla masaya oturup tabağına bir parça makarna keserken, Drake ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Bu kadar hazırlık yaptığı bir sofraya oturmayarak Gena'yı üzdüğünün farkındaydı. Ancak aralarında kalması gereken özel bir durumu Dominique denen adama anlattığı için hâlâ ona çok kızgındı. Öte yandan onu görmezden gelerek de bir sonuca varamayacaklardı. Artık konuşmaları gerekiyordu. Ve şu anda belki de bunu tam sırasıydı.

"Tamam tamam." diyen genç adam hemen karşısındaki bir tabureye yerleşti. Gena'yı çok az şey böyle sindirebilirdi. Ve henüz kafasını kaldırıp ona bakmadığına göre epey incinmiş demekti.

"Önce eller."

"Evet, haklısın."

Drake banyoya gidip geri döndüğünde Gena tabağına servis yapıyordu. Önüne makarna dolu bir tabak bırakınca Drake yavaşça çatalını eline aldı ve merakla sordu.

"Madison yok mu?"

"Hesapta olmayan bir işi çıkmış. Son konuştuğumuzda setten çıkmak üzeydi. Sanırım şimdi de bir kulüpte Barbara adında bir kadını Nickholas'ın altına girmeden evvel uzaklaştırmaya çalışıyordur. Bir kere daha koca- yani adamın kıçını toplamakla meşgul olacağı için muhtemelen geç gelir."

Gena iki kadehe de şarap doldurup birini Drake'e uzattı.

"Teşekkürler."

Soğutulmuş sıvı genç adamın boğazından aşağıya kayarken ağzında mayhoş bir tat bırakmıştı ama aroması hoşuna gitti.

"Güzelmiş."

"Cabernet 2012."

"İyi seçim."

Drake rahatsızlıkla sandalyesinde kıpırdanmaya başladı. Sonunda Gena ona bakmıştı fakat şimdi de kadının ezici bakışları altında çiğnediği lokmaları yutmakta güçlük çekiyordu.

"Bir şey mi oldu Gena? Bana neden öyle tuhaf tuhaf bakıyorsun?"

Gena ince parmaklarını çenesinin altında birleştirdi ve en inandırıcılıktan uzak samimiyetiyle,

"Bunu bana sen söyleyeceksin." dedi. "Neler oluyor Drake?"

"Hiçbir şey. Hiç bir şey olduğu yok. Yalnızca yorgunum o kadar." Genç adam bakışlarını tabağına indirdi. "Yoğun bir haftaydı."

Drake tabağındakilerle oynamaya geri dönünce Gena yeniden arkasına yaslanıp sessizlik içinde şarabından bir yudum aldı.

Genç adam da içkisini yudumluyor, arada kadehin üzerinden kadına kaçamak bakışlar atıyordu. Tanrım, kadın mum ışığında öyle ışıl ışıl ve güzel görünüyordu ki, tıpkı yaz bahçesindeki bir tanrıçaya benziyordu. Alev kızılı saçlarıyla geceye renk katan bir ateş tanrıçasına. Drake'in kalbi bu görüntü karşısında hopladı. Ancak Dom denen adamın lafları bir mantra gibi beyninin içinde yeniden dönmeye başladığı sırada Gena'ya olan tüm zaaflarını bir kenara bırakması gerektiğini hatırladı. Gena'ya ve güzelliğine lanet olsundu. Bu gece onun tatlı dilinin ve güzelliğinin esiri olmayacaktı.

"Hatırlıyor musun Drake? Üniversite son sınıftayken bir gün beni kütüphanede tek başıma ve düşünceli bir halde yakalamıştın. Sonra bana neden o durumda olduğumu sormuştun. Bende sana yalnızca finaller yüzünden olduğunu ve önemli olmadığını söylemiştim. Ve sende bana, bu laflarla birçok insanı kandırabilirsin Gena ama beni asla kandıramazsın demiştin. Ve nihayetinde itiraf ettirmek için kütüphaneden kovulmamızı sağlayana dek beni gıdıklamıştın."

O günü hatırlayınca Drake'in yüzündeki sertlik yerini duygusallığa bıraktı. Dudaklarının ucu mutlulukla titreşti. O gün Gena'yı o halde bulduğunda nasıl telaşlandığını gayet iyi hatırlıyordu. Onu orada ve tek başına mutsuz görmekten nefret etmişti. Gena, gülüp eğlenmek, adeta neşe ve eğlence için yaratılmış bir kadındı. Onu acı çekerken görmek Drake'in içini paramparça etmişti. O an değil kütüphane, ucunda okuldan kovulmak bile olsa onu yeniden kahkaha atarken görebilmek için her şeyi yapabilirdi.

"İşe yaramıştı, ama değil mi?"

"Evet. O gün babamın işten çıkarıldığını ve bir süre bana okul ihtiyaçlarım için harçlık gönderemeyeceğini öğrenmiştim. Sen de bana üzülmememi, bir iş bulup çalışabileceğimi, hatta gerekirse bana yardım edebilmek için mesaiye kalabileceğini, dolayısıyla arkadaşların bugünler için olduğunu ve önemli olanın dostluk olduğunu vurgulayan bir kaç cümle daha sarf etmiştin."

"Evet, hepsini gayet iyi hatırlıyorum Gena. Ama bunun konumuzla ne ilgisi var onu anlamıyorum. Şimdi sende konuşturuncaya kadar beni gıdıklayacak mısın yani?"

"Neden olmasın."

"Senden otuz kilo daha ağır ve yirmi santim daha uzun olduğumu bilmem hatırlatmama gerek var mı?"

"Ne olmuş yani? Beni o kadar da küçümseme. Küçükken kısa bir süreliğine judo eğitimi almıştım."

"Ve güçlü."

"Hah. Kas gücün olabilir ama bence asıl önemli olan şey beyin gücüdür."

"O yüzden mi o herifle..." Drake anında sözlerimi yuttu. Makarna tabağını itip şarabına uzandı. Yeniden öfkelenmeye başlamıştı.

"O yüzden mi, ne?"

"Boş ver. Bir önemi yok."

"Hadi ama Drake. Sen asla sonu gelmeyen önemsiz cümleler kurmazsın. Beni kıvrandırmak istiyorsan kabul, başardın. Bir haftadır acabalarla acı çekiyorum. Acaba Drake benimle şu yüzden mi konuşmuyor, acaba bu yüzden mi bana kırıldı? Artık anlat da bileyim."

"Anlatacak bir şey yok."

"Bana kızgın değilsin yani?"

"Sana kızgın olduğumu düşündüren ne?"

"Yapma Drake. Ben senin kaç yıllık arkadaşınım. Üstelik aynı evin içinde, birlikte yaşıyoruz. Ailelerimizden daha çok birbirimizi görüyoruz. Bırak da ne zaman ve kime kızgın olduğunu bilecek kadar tanıyayım seni."

Drake hiç bir şey söylemedi.

"Pekâlâ. Hadi tahmin oyunu oynayalım. Ben bir tahminde bulunayım, sende evet veya hayır de."

"Hiç oyun oynayacak havada değilim Gena."

"Mızıkçılık yapma." Gena kollarını masaya dayayıp öne doğru eğildi.
"Ben konunun o gece Dom ve yaptığınız bilek güreşiyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Seni buna zorladı mı? Bu yüzden mi bana kızgınsın. Seni oraya çağırdığım için mi?"

"Beni oraya sen çağırmadın ki, unuttun mu, ben kendi kendimi davet ettirdim. Ayrıca hiç kimse beni yapmak istemediğim bir şeye zorlamadı. Zorlayamaz da. Ben kendi isteğimle o yarışa katıldım."

"O halde seni inciten ne?" Gena'nın sesi şefkatli bir tona büründüğünde Drake bundan nefret etti. Ona acımasını istemiyordu.

"Bana sebebini söyle Drake."

"Sebebini mi öğrenmek istiyorsun. Tamam. Kulaklarını aç ve beni iyi dinle o halde. Çünkü tüm bu kızgınlığımın sebebi ne Dom ne de o aptal bilek güreşi. Sebebi sadece sensin Gena. Sen ve o tutamadığın çenen."

"Çenem mi, ne?" Genç kadının yeşil gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. "Ben hiç bir şey anlamıyorum."

"Ah, sahi mi? Daha açık anlatayım o halde. Ben o adamı yenebilirdim Gena ama yenilmek de umurumda değildi çünkü bu bir oyun, savaş değil. Ama o adamın ağzından nonoş olduğumu duymak, işte bu hazırlıklı olmadığın biri tarafından sırtından vurulmak demektir."

Gena'nın gözleri şimdi yerinden fırlayacakmış gibi açılmıştı.

Drake ufak bir tatmin hissiyle masadan kalktı. Ama hâlâ öfkeliydi. Üstelik karşısındaki sevdiği kadındı ve onun karşısındayken kendini nasıl kontrol etmesi gerektiğini hiç bilmiyordu. Derin nefesler alarak odanın ortasına kadar yürüdü.

"Ben, gerçekten bilmiyordum Drake. Sana bunları söylediğini bilmiyordum." Gena kendi kendine mırıldandı. "Alçak herif. Bunu nasıl yapar."

"Asıl sen bunu bana nasıl yaparsın Gena? Neden?" Drake dönüp gözlerinin içine baktı. İçlerinde acı ve öfke vardı.

Gena kendini savunmak ister gibi yerinden kalkıp ona doğru yürümeye başladı.

"Sana yemin ederim ki kötü bir niyetim yoktu Drake. Yalnızca sana uygun bir arkadaşı olup olmadığını öğrenmek için sormuştum. Konuyu o açmıştı. Kız arkadaşın olup olmadığını, eğer varsa birlikte bir şeyler yapabileceğimizi söyleyince, ben... ben... güzel olacağını düşünmüştüm. Yani bilirsin. Çiftler halinde takılmak."

Drake gözlerinin içine incinmiş gibi bakmaya devam ederken başını iki yana sallayınca Gena'nın gözleri dolmaya, alt dudağı titremeye başladı.

"Bak. Tek istediğim senin mutlu olmandı Drake. Yemin ederim."

"Hayır. Senin tek istediğin benim cinsel tercihimi değiştirdiğim için beni küçük düşürmekti."
"Bunu nasıl söylersin!"

"İtiraf et Gena. Tüm çaban bana ve kendine bir şeyleri ispatlamak içindi. Çünkü bunu bir türlü kabul edemedin. Her fırsatta sürekli bana seçimlerimin yanlış olduğunu hatırlatmaya çalışıyorsun. Kendini haklı çıkarmak için elinden geleni ardına koymuyorsun değil mi?"

"Yanılıyorsun. Yemin ederim." Genç kadın Drake'in ellerine yapıştı.

"Tüm o saçmalıklara sırf senin hatırına katlandım Gena. Bana ağda yapmana, kuaföre götürüp saçlarıma fön çektirmene, hatta tüm gardırobumu dilediğince yenilemene izin verdim. Bunların Gay olmakla hiç bir ilgisinin olmadığını bildiğim halde üstelik. Ama beni aşağılamana asla izin veremem, duyuyor musun beni? Bunu ne sen ne de o orospu çocuğu erkek arkadaşın yapabilir."

"Haklısın. Kendim adına da Dom adına da senden özür dilerim."

"O aşağılık herif adına hiç bir şey yapmanı istemiyorum senden."

"İnan bana söylediğin gibi bir niyetim hiç olmadı Drake. Evet, bazı şeyler hakkında gözlerini açmaya çalıştığım doğru. Ama en iyi dostlarından birisi yanlış bir yoldaysa onu uyarmak için elinden geleni yapmaz mıydın? Senin, senin bir bunalımda olduğunu düşündüm ve yardımcı olmaya çalıştım. Benim yerimde sen olsaydın benim için aynı şeyi yapmaz mıydın?"

"Ben senin seçimlerine asla karışmazdım." Hiç karışmadım.

"Tamam. Haklısın. İleri gittim. Söz veriyorum bir daha asla ama asla işlerine burnumu sokmayacağım. Şimdi lütfen Drake, hatalarımı telafi etmem için bana bir fırsat ver."

Drake başını çevirince Gena çenesinden tutup onu gözlerine bakmaya zorladı. Bir nehir kadar durgun olan gözleriyle gözlerinin içine öyle derin bakıyordu ki, Drake bu bakışlarda boğulmak istiyordu.

O sırada radyoda çalan şarkıyla Gena'nın ruh hali birden canlandı.

"Aman Tanrım. Mezuniyetimizde dans ettiğimiz parça bu. Bu Tanrı'dan bir işaret olmalı. Hadi Drake..." Gena koşa koşa gidip müziğin sesini açtı. Sonra da geri gelip Drak' in kaçmasına fırsat vermeden ellerine yapıştı.

"Dans et benimle."

"Gena lütfen!"

"İtiraz istemiyorum. Aksi halde bütün gece çektiğim vicdan azabı yüzünden sabah kalmadan ölebilirim."

Bu kadar kolay olmamalıydı. Drake en azından bir parça daha direnebileceğini düşünüyordu. Oysaki kadın ellerini beline, kendi kollarını da boynuna dolayıp ona sımsıkı sarıldığı anda Drake'in son irade kırıntısı da yok olup gitmişti. Remember When'in notaları odada çınlarken, kalpleri birbirlerinin üzerinde atmaya, bakışları çarpışmaya devam etti. İkisi de yalnızca melodilere odaklanmıştı. Sanki müzik onları alıp bambaşka diyarlara götürmüştü.

Birlikte geçirdikleri güzel anlara...
Paylaştıkları acılara...

Benim ve de senin genç olduğumuz ve zamanın hareketsiz durduğu
Ve tüm bildiğimizin aşk olduğu zamanları hatırla...
Sen ilktin,
Ben de öyle
Seviştik ve sonra ağladın
Hatırla o zamanları

Sözlere yemin ettiğimiz ve yolları yürüdüğümüz...
Kalplerimizi verdiğimiz, başlangıç yaptığımız...
O zamanları hatırla, zordu
Yaşadık ve öğrendik, hayat ters köşe yaptı
Neşe de vardı, acı da
Hatırla o zamanları...

"O geceyi hatırlıyor musun?"

Gena başını göğsüne yaslamıştı. Drake çenesini kadının mis kokulu saçlarına dayayıp sallanmaya devam etti.

"Seni partiye götürecek serseri son anda vazgeçmişti."

"O gece için haftalar öncesinden hazırlanmıştım. Kıyafetim, saçım, makyajım, her şeyime özenmiştim."

"Ve o aptal seni ekti."

Gena burnunu çekti.

"Ağlamaktan makyajım berbat olmuştu. Elbisem de kırış kırıştı. Ama sen o halimle bile bana eşlik etmeyi teklif ettin. Sırf kırılan gururumu kurtarmak için."

"Bence her şeye rağmen çok güzeldin."

Gena kıkırdayarak başını kaldırdı. Gözleri akmak üzere hazır bekleyen gözyaşlarıyla parlıyordu.

"Yalancı."

"Doğruyu söylüyorum. Çok güzeldin. Hâlâ çok güzelsin. Bense çaresizdim."

"Aptal bir kızı teselli etmekten çok daha iyilerini hak ediyordun."

Oysa ben tek bir kişiyi istiyordum.

Drake bunları yüksek sesle söylemek üzereyken Gena'nın kollarında aniden gerildiğini hissetti. Genç adamın kaşları çatılmıştı.

"Bir şey mi oldu?"

Gena alt dudağını ısırdı. Bir parça mahcup bir parça da edepsiz bir sırıtışla gülümsüyordu.

"Şey, bunu söylemek bana düşmez ama sanırım az önce cinsel tercihlerinde yeni bir gelişme oldu Drake."

Drake aralarında duran ve kızın karnına yaslanan sertliğini fark edince sessizce küfretti.

Gena gülmemek için kendini zor tutuyor gibi görünüyordu. Ama ondan uzaklaşmamıştı. Drake'in nabzı hızlandı.

"Gena!"

"Tamam tamam. Yani bu iyi bir işaret olmalı. Görünüşe göre penisin hâlâ bir kadının varlığını algılayabiliyor."

Genç kadın ona arsız bakışlar atarken dans etmeye devam etmişti. Drake nefes almakta güçlük çekiyordu. Bu işkenceye daha fazla katlanamayacaktı. Parmaklarını kadının ensesine sararak onu kendine doğru yavaşça çekti.

Bedenleri yapışan Gena'nın şaşkınlığından duyduğu muhteşem hazla kadını tutkuyla öpmeden önce dudaklarına kısacık bir cümle fısıldadı.

“Daha fazlasını da yapabiliyor.”

 

Loading...
0%