@sagetaylors
|
Çekimler bittikten, güvenlik de dahil ekibin geri kalanı toparlanıp evlerine döndükten sonra yapacağı tek şey kendi evine gidip, pijamalarını giyerek arkadaşının yaptığı makarnadan kalanları tırtıklamakken, neden bu lüks kulüpteki prodüksiyon şirketinin verdiği yemeğe katıldığını soruyordu kendi kendine. Bunun tek sebebi büyük ve pek sevgili patronu B.B.'nin o yemeğe katılacak olması ya da, Nickholas'ın yeni işvereni Bayan Fanny West'in onu bu gece davet etmesi olamazdı elbette. Kadın akşam güneşini kıskandıracak bir güzellikte günün sonunda sete gelmiş, herkesle tek tek kaynaşırken Madison'ı gördüğüne sevindiğini nazikçe belli etmişti. Ama hayır. Bu yemeğe katılmasının da şarjı bitmek üzere olan telefonuna kardeşinden gelen çağrıya cevap veremeyecek kadar meşgul olmasının sebebi de; Nickholas'ın eski sevgilisi- şimdiki oyuncu partneri- tescilli dünya güzeli Barbara Collen’ın Bianca karşısında bir pot kırmasına engel olmaktı. Veya Nickholas'ın pot kırmasına. Gerçi masadaki samimi hallerine bakılırsa ortada pek müdahale edebileceği bir durum oluşacakmış gibi görünmüyordu. O gün bir halt yemiş ve Bianca'ya Las Vegas’taki gece oğluyla öpüşen kimliği belirsiz kadının Barbara Collen olduğu yalanını söylemişti. Çünkü o kadının kendisi olduğunu itiraf etmek, bir ejderhanın ağzından çıkacak kızgın alevlerde kızarmakla eşdeğerdi. Aman kalsın. Madison'ın bu günlerde Big Mag olmaya pek niyeti yoktu. Ne enteresandır ki, bu olayın üzerinden çok geçmeden, Bianca o sırada ülkenin diğer ucundaki bir dergi çekiminde olan Barbara'yla iletişime geçmiş, kadın da ışık hızıyla Los Angeles’taki yeni çekilen filme dâhil olmuştu. Aptal bir insan bile tüm bunların bir rastlantı olmadığını anlardı. Bu işte elbette B.B.'nin parmağı vardı. Aksi imkânsızdı. Kadının oğlu ile eski sevgilisini bir araya getirme çabası gerçekten takdire şayandı. Madison'ın asıl anlayamadığı Barbara gibi bir kadının müdahili olmadığı bir olay karşısında neden hiç renk vermediği ve ortama uyum sağlamaya çalıştığıydı. Bunun akla yatkın iki nedeni olabilirdi. A: Kadın zaten bir filmde başrol kapabilmek için iyi bir fırsat kolluyordu ve B.B. sayesinde bu fırsat ayağına kadar gelmişti. Ve B: Kadının asıl kapmak istediği, başrolden çok başka bir şeydi. Masada Bianca, Nickholas, Barbara ve Fanny West haricinde ekipten birkaç kişi daha vardı ve Madison dışında hepsi yemeğin yanında su yerine alkol tüketmeye alışkın görünüyorlardı. Madison kendine verdiği söze sadık kalarak meyve suyunu tercih etmişti. Çünkü en son ki içki macerası büyük bir baş ağrısıyla sonuçlanmıştı. Neyse ki Fanny bu akşam ortağı Eduardo'yu da yanında getirerek ona daha fazla eziyet etmemişti. O ısrarcı zamparayı bu akşam yeniden görmeye tahammülü yoktu doğrusu. Madison'ın o adamla ilgi son hatırladıkları hiç de hoş şeyler değildi. Ama nedense Madison o gece aralarında adamın ondan ısrarla aldığı tek bir öpücükten daha fazlasının yaşandığına inanıyordu. Fakat ne yazık ki anıları, Nickholas ile aniden ortaya çıkan evliliği gibi hafızasındaki bir köşede kilit altındaydı ve belli ki kendi istekleri dışında onları asla oradan çıkaramayacaktı. Bianca Fanny ile koyu bir sohbete dalmıştı. Diğer adamlar ise kendi hallerindeydi. Yalnızca genç bir illüstratör Madison'ın sol tarafında oturuyor, ara sıra ona film afişleriyle ilgili abartılı espriler yaparak Madison'ın dikkatini çekmeye çalışıyordu. İşin kötü yanı bunu yaparken kendini komik sanmasıydı. Yine de adam zararsız sayılırdı. Madison masanın karşısında oturan ikiliye bakarken kadehindeki buzlu meyve suyundan büyük bir yudum daha aldı. Nick ve Barbara hararetle ayrılmış bir çifte göre oldukça çabuk kaynaşmıştı. Nick kadehindeki kırmızı şarabı azar azar yudumlarken, merakla ona bakıyor, kadının anlattığı her şeye neşeyle gülümsüyordu. Madison neyin bu kadar komik olabileceğini merak ederken buldu kendini. Nickholas'ı daha önce de kahkahalar atarken görmüştü fakat bu sefer durum sanki biraz daha farklı gibiydi. Daha mı içtendi? Yoksa herkesin önünde adam açıkça mesleğini mi icra ediyordu? Kestirmesi güçtü. Madison giderek sıkılmaya başlıyordu. Keşke Troy da burada olsaydı diye düşündü. En azından o şapşalın esprileri bay illüstratörün gevezeliklerinden daha katlanılır cinstendi. "2015 yapımı Fantastik Fours filminin perde arkasında neler yaşandığını duymuşsunuzdur..." "Hayır. Ama pek merak ettiğim söylenemez." "Yine de bunu kesinlikle duymalısınız. Yapım tasarımcısının yeni fikirlerini sahne sahne kâğıda aktarmıştım. Çünkü bir anda eskilerini artık kullanmak istemediğini söylemişti. Herkes oyuncuların kaprisli olduklarını düşünür ama siz bir de yapımcı ve yönetmenleri görün." "İlginçmiş." "Gerçekten öyle. Her neyse. Yönetmen her sahneyi iyi planlamıştı. Çekimlerle uzun süre uğraştı. Görüntü efektleri, kostümler, dış mekan çekimleri hepsi muazzamdı. Fakat stüdyo şirketi montajda bunların birçoğunu kullanmak istemedi. Yönetmen filmi galada ilk defa izlediğinde çılgına dönmüştü. Kim ne derse desin adam haklıydı. Fantastik Four body horror ruhuna sahip çok iyi bir film olabilirdi ama ne yazık ki, başka sebeplerden dolayı harcandı." Madison esnememek için kendini tutarken iç geçirdi. Gözü bir milyonuncu kez Barbara ve Nick'e kaymıştı. Nickholas göğsünde düğmeleri açık beyaz keten bir gömlek giymişti. Güneşin altında daha fazla kalmanın etkisiyle daha da bronzlaşan teni, açıkta bıraktığı yakasında ve sıvadığı kollarında bu renkle daha belirgin bir hale gelmişti sanki. Saçları çekimden sonra aldığı duş yüzünden hâlâ ıslaktı. Sandalyesinde rahatça geriye kaykılmış, çorapsız ayak bileğini diğer dizinin üstüne atmıştı. Bir ara Madison'la göz göze geldiklerinde içleri gülen koyu mavi gözleri eğlenen ışıklarla parladı. Adam Barbara'nın yanındayken sürekli gülümsediği için Madison bu gülüşü üstüne alınmadı. Tüm ilgisini hızla yanındaki adama ve tabağındaki yemeyip eziyet ettiği balığa çevirmeye çalıştı. Adını hatırlayamadığı balık dilimi tereyağında güzelce kızarmıştı. Yanında haşlanmış sebze sapları ve bir parça zeytinyağlı kuşkonmazla şık bir tabakta servis edilerek önüne getirilmişti. Lezzetli görünüyordu ama üzerindeki sos her neyse çok kötü kokuyordu. Madison birdenbire iştahının kaçtığını hissetti. Keşke balık yerine diğerleri gibi kırmızı et söyleseydim, diye geçirdi içinden. Fakat artık çok geçti. İnatla balığını çatal bıçağıyla didikleyerek yiyormuş gibi görünmeye devam etti. "Deneme çekimlerini gördüm. Hepiniz gerçekten harika iş çıkarıyorsunuz çocuklar." Bianca'nın yükselen sesiyle herkes aralarındaki konuşmaya son verip ona doğru döndü. "Nick bu projeyle, özellikle de sizlerle yeniden film sektörüne dâhil olduğu için o kadar mutluyum ki anlatamam. Fanny zaten çok uzun zamandır hayatımda olduğu için onur duyduğum eski bir meslektaşımın ve en sevdiğim arkadaşımın yetiştirdiği eşsiz bir yetenek." "Beni şımartıyorsun Bianca." İpeklere bürünmüş Fanny, inci gibi dişleriyle mütevazı bir şekilde başını eğerek gülümsedi. "Yapmaya çalıştığım bu değildi hayatım. Zaten ne kadar istesem de, seni asla şımartamam. Sağduyun, zarafetin ve aklınla bu dünya da beni etkileyebilen bir kaç genç kadından birisin inan bana. Ama zaten bunları belirtmeye hiç gerek yok değil mi?" dedi tekrar masadakilere dönerek. "Eminim benim kadar sizler de bunu iyi biliyorsunuzdur." "Anne." Nick annesini yumuşak bir sesle uyardı. "Lütfen sevgili patronumu daha fazla utandırma." "Asla öyle bir niyetim yoktu Nick. Bu akşam bu masada toplanan herkes alanında gerçek birer profesyonel. Bunu söylemekten gurur duyuyorum. Gerek yönetmen, gerek yapım şirketi, ah ve Nick tabii ki." eliyle uzanıp oğlunun omzuna sevecenlikle dokundu. "Oğlum olduğu için söylemiyorum. Nickholas'ın oyunculuğunu tüm dünya biliyor ve takdir ediyor..." "Anne!" "Tamam, tamam. Daha fazla uzatıp seni de utandırmayacağım canım. Evet, ne diyordum. Bu ekip gerçekten muhteşem bir ekip oldu. Çekilecek filmin gişe rekorları kıracağını daha şimdiden görür gibiyim. Ayrıca tüm kalbimle öyle olması için de dua edeceğim. İşin daha çok başında olduğumuz doğru, fakat sevgili Barbara'nın da bu projede yer aldığını öğrendikten sonra artık hiç bir kuşkum kalmadığını rahatlıkla söyleyebilirim." Bu kadın gerçek bir manipülatör, diye geçirdi içinden Madison. Üstüne bir de usta bir yalancı. İşin içinde onun parmağı olduğundan emin olmasa Madison bile bu palavralara inanırdı. Atkuyruğu yaptığı saçlarını, straplez yazlık elbisesinden açıkta kalan çıplak omuzlarından geriye doğru savuran Barbara oturduğu yerden tatlılıkla gülümsüyordu. Kadın hiçbir şey yapmadan bile etrafına yoğun bir seksapelime yayıyordu. Madison'ın dergi sayfalarını telaşla karıştırırken gözüne çarpan ilk kadının o olmasına şaşmamalıydı. Dergideki pozunda sade ve güzeldi belki fakat yüz yüzeyken egzotik, göz alıcı bir güzelliğe sahip olduğunu itiraf etmeliydi. Saç rengi ilk bakışta Madison'ınkilerle aynı tonda gibi görünüyordu. Oysa dikkatli bakıldığında aralarında daha açık tonda gölgeler olduğu hemen anlaşılıyordu. Küçücük bir çeneye, minik kalkık bir buruna ve sivri elmacık kemiklerine sahipti. Gözleri etkileyici bir yeşildi. Gena'nın gözleri insana yemyeşil ormanları, huzur veren ağaçları, durgun gölleri anımsatırken onunkiler değerli taşları, ulaşılması güç diyarları hatırlatıyordu. Çekimlerde giydiği garip, kürk ve deri karışımı kıyafetlerin içindeyken bile, şu anda giydiği rengârenk şifon elbisesiyle olduğu kadar dikkat çekiciydi. Nickholas'ın bir zamanlar ondan neden etkilendiğini anlamak hiç de zor değildi. Madison hemcinsi olduğu halde gözlerini kadından ayırmakta zorlanıyordu. Ne yazık ki kadın aksi, geçimsiz veya birçok ünlü gibi kaprisli biri değildi. Keşke öyle olsaydı. O zaman onunla ilgili bu kadar olumlu düşüncelere sahip olmazdı. Aslında kadınla alıp veremediği hiç bir şey yoktu ama nedense Madison ondan garip bir elektrik alıyordu. Kadın Nickholas'ın çevresinde görmeye alışkın olmadığı türden, kibar, anlayışlı ve sıcakkanlıydı. Öğrendiğine göre bir kaç gün içinde tüm set ekibinin sempatisini kazanmayı başarmış, insanlarla iyi ilişkiler kurmuştu. Nickholas bile ondan ilgisini esirgiyormuş gibi görünmüyordu. Ama yine de Madison'ın içini kemiren bir şeyler vardı. Belki de bu film onlar için yeni bir başlangıç olur ve çift yine eskisi gibi bir araya gelirdi. Evliliğin kıyısından dönmüş birbirini seven bir çift için bundan daha güzel bir mucize gerçekleşemezdi değil mi? Ve elbette buna ilk sevinen kişi patronu B.B. olurdu. Kadının onlara bakarken attığı gülücükler, bir tolkshow programı sunucusununkilerden bile daha gerçekçiydi. Bu film her şeyin yoluna girmesi için güzel bir fırsat olabilirdi. Özellikle Nickholas'ın yerlerde sürünen prestijini geri kazanmasına ve ayrı olduğu eski sevgilisiyle yeniden barışmasına olanak sağlayabilirdi. Oğlunun hayatı düzene girdiğinde belki artık B.B. ona ihtiyacı olmadığına karar verir, böylelikle Madison da bebek bakıcılığından kurtulabilirdi. Böyle düşündüğünde kulağa harika geliyordu değil mi? Peki, neden öyle hissetmiyordu? Çünkü adamla saçma bir şekilde bir gecede evlendin ve bununla ilgili hâlâ hiç bir şey yapmadınız, dedi içindeki kötücül ses. Birileri öğrendiği takdirde ikisi için de işler her an daha kötüye gidebilir, annesinin itinayla kurmaya çalıştığı dünya yeniden Nickholas'ın başına yıkılabilirdi. Üstelik bu kez altında kalan yalnızca Nick olmazdı. Adam mutlaka bir yolunu bulup bu skandalı atlatabilirdi ama ya Madison? Madison bu işten yara almadan sıyrılabilir miydi? Cevabı hayırdı. Bu yüzden sorunlarına acilen bir çözüm bulmaları lazımdı. Tabii önce Nickholas'ı rahatsız edilmeden baş başa konuşabilecekleri sakin bir yere gitmeye ikna etmesi gerekiyordu. Şu hale bak, dedi hırsla kendi kendine, adam pervasız kahkahalarından birini daha atarken. Sanki ünlü bir film yıldızı olan kendisi değilmiş gibi, Madison şöhreti için ondan daha çok endişeleniyordu. "Ne tür yazılar yazıyorsunuz?" "Pardon. A-anlayamadım?" Genç illüstratör esmer yüzünde samimi bir gülümsemeyle diğer yanında oturan kumral, otuzlu yaşlardaki adamı işaret etti. "Az önce Alec ile sizden bahsediyorduk." "Benden mi?" Madison şaşkınlığını saklayamadı. "Evet. Nick ona sizin senaryolarda kendinizce yaptığınız ufak tefek değişikliklerden bahsetmiş." Madison Nickholas'a baktı ama genç adamın dikkati başka yerdeydi. "Sadece kendimizi eğlendirmek için ortaya attığım saçma sapan fikirler işte." "Bay Andersson hiç de öyle düşünmüyor." diye lafa girdi Alec denen adam. "Bana çoğu fikirlerinizin orijinallerinden daha gerçeğe yatkın olduklarını söylerken fazlasıyla ciddiydi." "Öyle miymiş?" "Evet. Bir reklam şirketinde metin yazarlığı yaptığınızı, boş zamanlarınızda ise senaryo çalışmaları yaptığınızdan bahsetti." "Evet, ama önemli olmadıklarını da söylemiştir eminim. Hepsi can sıkıntısıyla karalanmış çılgınca şeyler." "Birçok iyi senaryo çılgın fikirler sayesinde ortaya çıkar, bunu bilmiyor olamazsınız. Kendinizi bu kadar küçümsemeyin. Hem senaryo yazmayı ne zannediyorsunuz ki, bizlere gökten vahiy olarak inmiyorlar ki." Madison kendini tutamayıp bir kahkaha atınca Nick'in bakışları anında onların oturduğu tarafa kaymıştı. Bu kez Madison Nick'e aldırış etmeden Alec ile sohbet etmeye devam etti. Adamın film dünyasında dönen çarkları, bazen sırf yapımcılar veya yönetmen yüzünden çöpe giden onca senaryoyu anlatırken Madison onu ilgiyle dinlemeye devam etti. Arada sırada sohbete adının Steve olduğunu öğrendiği illüstratör de katılıyor, üçü birlikte harika vakit geçiriyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde masadaki herkes sohbetlerine kulübün havuz başındaki bar kısmında devam etmeye karar vermişti. Madison o kadar eğleniyordu ki, o sırada ne Nick'i ne de Barbara'yı umursamıştı. O yüzden arkasında hissettiği gölgenin varlığı ve onu Nick olması Madison'ı bir anlığına şaşırttı. "Selam Bay Andersson." "Alec. Çocuklar. Nasıl gidiyor bakalım?" "Gayet iyi. Madison gerçekten muhteşem biri. Onu anlatırken eksik bile söylemişsiniz." Nick, Madison'ın sıcak bakışları altında gülümserken elleri ceplerindeydi. "Ya sen Maddie? İyi vakit geçiriyor musun?" "Hemde nasıl. Alec ve Steve'den film dünyasıyla ilgili birçok yeni şey öğrendim." "Bu iyi işte." dedi Nickholas. Ne de olsa orası benim de dünyam Madison. "Doğru." diyerek heyecanla araya girdi Alec. "ama öğrenmeye hevesli olduğunu unutmamalı. Ve de yetenekli. O taslakları en kısa sürede okumak için sabırsızlanıyorum." Madison, "Ben..." diye kıvrandığı sırada, Nick bir elini omzuna koyarak, "Merak etme, göreceğine ben garanti veriyorum." diyerek araya girdi. "Pekâlâ." diyen Steve arkadaşının koluna uzandı. "Artık gitsek iyi olur dostum. Bu güzel davet için teşekkürler Bay Andersson." "Bana değil yapımcımıza teşekkür edin." "Çıkışta Bayan West'e de teşekkürlerimizi ileteceğiz elbette. Hadi Alec." Çekiştirilen genç adam önce Nick'le sonra da Madison'la hızla tokalaşırken gülümsüyordu. "Yine görüşeceğiz Madison. Bahsettiğim kitapları okumayı unutma" "Unutmam. Görüşürüz Alec." Giden ikilinin ardından el sallarken Nick bir kolunu tezgâha dayayıp Madison'a biraz daha yanaştı. "Ee ne düşünüyorsun?" "Hakkımda yaptığın dedikodular dışında mı?" "Ben dedikodu yapmam. Yalnızca onların senden haberdar olmalarını sağladım." "Böyle bir şey yapmana hiç gerek yoktu." "Belki. Ama içimden geldi. Hem Vegas'tayken..." Nick devam etmedi. Madison ne demek istediğini anlamıştı. Nick Vegas'taki o gece onu birileriyle tanıştıracağını söyleyerek kandırmıştı. Şimdi de belli ki, kendince kefaretini ödüyordu. Madison rahatsız olmuş gibi sandalyesinde kıpırdandı. Buna tek sebep konunun Vegas'a gelmesi değildi. Nickholas ona çok yakın duruyordu. Nefesini yanağında hissedecek kadar yakın. "Diğerleri nerede?" "Kim?" "Fanny West ile annen. Ve bir de…" "Barbara mı?" "Evet." "Ondan bahsederken neden bu kadar gerildin?" "Gerilmedim." Madison Nick'in bakışlarını diktiği noktada saçıyla oynamayı bıraktı. "Tamam, kabul. Gerginim. Senin de birazcık olsun gerilmen gerekmez mi?" "Neden?" "Tanrı aşkına Nickholas. Kadın nasıl oldu da bir kaç gün içinde L.A.'ya gelebildi? Nasıl birdenbire aynı filmde oynamaya başladınız? Üstelik kast daha en başından belirlenmişti. Teresa Hamilton'a ne oldu? Anlaşmasının fes edildiğini ve başka bir film için sözleştiklerini duydum. Hiç oynamayacağı bir filmden tazminat alarak işine son verilmiş. Tüm bunlar sana da garip gelmiyor mu?" O konuşurken Nick tombul bir bardaktan içkisini yudumlayarak ona gülen gözlerle bakmaya devam ediyordu. "Bakma bana öyle. Bir şey söyle!" "Tüm bunları bir gün içinde öğrenebildiğine göre istihbarat ağın epey geniş belli ki." "Şaka yapmıyorum Nick. Annen ve Barbara şu anda bir aradalar. Hiç endişelenmiyor musun? Birbirlerine sorular soracaklarından. Barbara'nın annene vereceği cevapların-" "Senin anlattığın yalanlarla uyuşmayacağından." diye tamamladı onu Nick. Madison iç geçirdi. "Evet." "Hayır." "Ne?" "Dedim ki, hayır." "Seni duydum." "O halde senin aksine en ufak bir endişeye kapılmadığımı anlamış olmalısın." "Bunun belli bir nedeni var mı peki?" "Çünkü anneme yalan söyleyen ben değilim. Hadi Madison. Rahatla biraz. Hanımefendiye bir duble viski verin lütfen." Barmen başını evet dercesine sallarken, "Hayır kalsın." diyerek adamı durdurdu Madison. "Uzun bir süre içkiye tövbeliyim." "Bunun evlendiğimiz geceyle ilgili olduğunu varsayıyorum." "Şşşt. Sesini keser misin lütfen! Birileri bizi duyabilir." "Buna benim yerime senin endişeleniyor olman ne komik öyle değil mi?" Madison kaşlarını çatarak adama dik dik bakmaya başladı. "Sen sarhoş falan mısın?" "Hayır, ama olmak istiyorum. Şu anda annem ve eski sevgilim bir kaç metre ötemdeki bir masada geleceğimle ilgili hain planlar kurarken benim burada onlardan ve tüm dünyadan gizlemek zorunda kaldığım karımla karşılıklı birer kadeh bile içemiyor olmam sence de çok acıklı değil mi?" "Sen aklını mı kaçırdın? Evlendiğimizi..." Madison sağa sola bakındıktan sonra adama yaklaşıp sesini bir ton daha alçalttı. "evlendiğimizi tüm dünyanın öğrenmesini mi istiyorsun? Bunu yapamazsın." "Bana engel olabilecek tek kişi şu anda karşımda duruyor, inan bana." Madison bir anlığına ne diyeceğini bilemeden adamın yüzüne bakakaldı. Neden heyecanlandığını, midesinde neyin veya nelerin kıpırdandığını bir türlü anlayamamıştı. Sertçe yutkundu. "Bunun iyi bir fikir olduğunu hiç zannetmiyorum Nick." Bu kez genç adam bardağındaki son yudumu aldıktan sonra sesli bir iç çekti. Sonra da barmene bardağını tazelemesini söyledi. "Bence daha fazla içmemelisin." "Bırak bari bu kadarına ben karar vereyim." "Daha açık konuş Nick." "Öyle yapmıyor muyum?" "Annem ve eski sevgilim geleceğime dair planlar yapıyorlar derken neden bahsettiğini açıkla?" Nick yeni bardağını eline alırken acı acı güldü. Barmen Madison'ın isteği üzerine ona yeni bir bardak taze sıkılmış portakal suyundan alkolsüz bir kokteyl hazırlamıştı. "Konuyu değiştirmekte üstüne yok değil mi? Pekâlâ. Değer verdiğim en kutsal şeylerin adına yemin ederim ki, şu anda ikisi kafa kafaya vermiş aramızın nasıl eskisi gibi olabileceği konusunda tartışıyordur. Gerçi Barbara ile annemden önce konuşmamın bir parça işe yarayacağını umuyorum. Ona hayatımda biri olduğunu söyledim." Madison'ın içtiği meyve suyu boğazına kaçınca şiddetle öksürmeye başladı. Nick keyifle bir peçeteyi alıp kızın dudaklarını temizlemesine yardım etti. "Sen... öhö... cidden...öhö...aklını kaçırmışsın." Kimse ona âşık olmanın akıllıca bir şey olduğun söylememişti zaten. Fakat Nick'in Madison'a bakarken, onun yanındayken kendini dünyanın en mutlu, en yenilmez adamı gibi hissetmesinin tek açıklaması bu olmalıydı. Madison'a âşıktı. Bu tıpkı damarlarına adrenalin yüklü bir iğne batırmak gibiydi. İnsanın canını yakıyor ama aynı zamanda canlandırıyor, yeniden hayata dönmesini sağlıyordu. Madison ona bakarken aklına gelen tek şey o dipsiz gözlerde ilelebet kaybolmaktı. Madison elinden peçeteyi kapıp çenesini sildikten sonra, "Ona söyledin mi? Ona her şeyi anlattın mı?" "Aslında bunu senin yapmanı beklemeye karar verdim." "Benim mi?" "Evet. Ne de olsa onu yalanlarınla hayatıma yeniden sokan sensin." "Onun eski sevgililerinden birisi olduğunu bilmiyordum ki." "Bense senin hayatındaki çakma sevgililerinden bile haberdarım tatlım." "Çakma sevgililerim mi?" "Şu Bay Mükemmel örneğin." Madison anında kıpkırmızı kesildi. "Ne olmuş ona?" Nick genç kadına özel alanını işgal edecek kadar yaklaştı ve kulağına ahlaksız bir ses tonuyla fısıldadı. "Öyle biri hiç olmadı değil mi? Ama merak etme." geri çekilip göz kırptı. "Onun arkadaşın Gena olduğu aramızda bir sır olarak kalacak." "Sana hiç pisliğin teki olduğunu söyleyen olmuş muydu?" "Birçok kez. Ama senin dudaklarından duymak ayrı bir keyif veriyor inan bana." "Tanrım. Biliyor musun, bazen sen... bazen sen fazlasıyla çekilmez biri olabiliyorsun." "Haklısın ama işte. İnsan tamamen kusursuz yaratılmıyor." Madison gözlerini devirirken Nick tatlılıkla sırıttı. "Barbara'ya başka ne anlattın?" "Ah, fazla bir şey değil. O gece kollarımdakinin çok özel bir kadın olduğunu ve o kendini hazır hissedene kadar onu tüm dünyayla özellikle ailemle paylaşmaya hazır olmadığımı söyledim. Bu yüzden yardımcımdan ki bu sen oluyorsun, meraklı anneme herhangi bir isim uydurmasını, onun da şans eseri dergilerden birinden onu bulduğunu anlattım." Madison çok özel bir kadından sonraki kelimeleri güçlükle algılayabilmişti. Ağzının bir karış açık kaldığını fark edince hızla kapatıp omzundaki çantanın sapıyla oynadı. Kahrolası elleri titrememeliydi. "Peki, o ne dedi? Yani, tüm bu olanlar ona da komik gelmiş olmalı." "Sanmıyorum. Bence ona daha çok mükemmel bir fırsat gibi gelmiştir. Barbara fırsatların kadınıdır. Şimdilik hayatımda biri olduğunu annemden ve basından gizlemek konusunda bana yardımcı olacağına söz verdi. Bunu benim güvenimi kazanmak için yapacağından ona bu konuda güvenim tam. Ama... " "Ama?" "Ama yakın zamanda hayatıma giren bu gizemli kadını merak edecektir. Ve ortaya çıkmadığı takdirde de kendi planlarını hayata geçirmek için harekete geçecektir." "Hiç bir şey anlamıyorum. Siz uzun zaman önce ayrıldınız. İnternet sitelerinde yazanlara göre kavgalı bir şekilde değil belki ama kesinlikle kırıcı bir sebepten. Yani aldatma öyle kolay kolay affedilebilecek bir şey değildir." Nickholas'ın gözleri bir anda buz gibi katılaşarak tüm sıcaklığını yitirdi. "Öyle zaten. Şu hayatta affedemeyeceğim tek şey varsa o da ihanettir." "O halde nasıl oluyor da annenle o... Oh!" Nihayet olanlar Madison'ın kafasına yer etmişti. "Lanet olsun. Seni aldatan oydu. Sana ihanet eden oydu." sonlara doğru Madison'ın sesi duyulmaz oldu. "Sanmıştım ki..." "Ne sanmıştın Maddie? Aldatan tarafın ben olduğumu mu?" Nick güldü ama sesi eğlenceden uzaktı. Başını itiraz edercesine iki yana salladı. "Neden şaşırıyorum ki. Elbette öyle sandın. Benden başka türlüsü beklenemezdi değil mi? Kimse beklemiyordu zaten. Bu yüzden onun yerine beni suçlamayı tercih ettiler. Tuhaf olan ne biliyor musun? Şimdiye kadar bunun umurumda olmadığını zannediyordum. Ama yanılmışım." Genç adamın yüzünde incinmişliğin izlerini görene kadar ne büyük bir gaf yaptığının farkına bile varamamıştı Madison. "Nick ben, öyle demek istememiştim." Nickholas artık onunla göz teması kurmuyordu. Bakışlarını içinde gizemli bir şeyler ararcasına kadehine dikmişti. Tam kendini affettirmek için bir şeyler söylemek üzereydi ki, Barbara ve Bianca yanlarında bitiverdi. "Sana burada olduğunu söylemiştim. Nickholas. Barbara kendini pekiyi hissetmiyormuş. Neden onu oteline kadar bırakmıyorsun?" "Gerçekten buna hiç gerek yok Bianca." "Ah, bence kesinlikle var tatlım. Bilirsin ben eski kafalıyımdır. Senin gibi genç ve güzel bir kadının bu saatte yalnız başına taksilerde sürünmesine asla gönlüm razı olmaz." Madison Barbara'nın onu aynı anda hem görmezden gelip hemde nasıl en ince detaylarına kadar inceleyebildiğine şaşırmıştı. Diğer yandan B.B.'nin ona, sanki orada değilmiş gibi davranması daha çok zoruna gitmişti. "Merhaba. Tanıştırılmadık sanırım. Adım Madison Goldberg. Anderssonların asistanıyım. Eğer yalnız gitmekten çekiniyorsanız, sizi otelinize kadar bırakabilirim Bayan Collen. Hem böylelikle Nickholas da Bayan Brooklyn'e eşlik etmiş olur. Bölgeyi ondan daha iyi bildiğime sizi temin ederim." Nick keyifle sırıttı. "Bence harika bir fikir. Ve dediklerine sonuna kadar katılıyorum Maddie." Bianca ve Barbara şaşkınlıkla birbirlerine bakarken Nickholas'ın gözlerinin içine sımsıcak ve gururlu bir şekilde bakması nedense o anda doğru bir şey yaptığını hissettirmişti Madison'a. Yüzüne rahat bir tebessüm oturtarak çantasından arabasının anahtarlarını aramaya başladı. "Eee?" dedi sonra da onları havada sallayarak. "Gidiyor muyuz, gitmiyor muyuz?" B.B. "İyi ama..." diye itiraz etmeye kalkışınca Madison hızla, "Merak etmeyin Bayan Brooklyn. Bu gece aranızda alkol almayan tek kişi benim. O yüzden içiniz rahat olsun, yeni oyuncunuzu sağ salim yatağına ulaştıracağım." diyerek lafı kadının ağzına tıkadı. Barbara tereddütle, "Pekâlâ." dedi. "Madem Madison'a bu kadar çok güveniyorsunuz." Madison'dan gözlerini alamayan Nick, "Hemde en değerli şeylerimizi emanet edecek kadar." dedi. "Öyle değil mi anne?" "Şey, tabi." dedi kadın gönülsüzce. "Bu arada tanıştığımıza çok memnun oldum Madison." Barbara soğuk ve tartan bakışlarla onu süzerken elini uzatınca Madison aynı dikkatle karşılık verdi. "Bende. Bende memnun oldum Bayan Collen. Seninle daha sonra görüşürüz Nick." "Beni nerede bulacağını biliyorsun tatlım." diye karşılık verdi genç adam. Madison Barbara'yı önüne katarak yürümeye başladıktan bir süre sonra ensesinde bir karıncalanma hissetti ve dönüp baktığında Nickholas'ın onu izlediğini fark etti. İstemsizce adamın gülüşüne karşılık verirken buldu kendi. Neden diye sordu sonra kendi kendine. Neden adam ona gülümseyince kalbi daha hızlı çarpmaya başlıyordu? Korktuğu şeyin başına gelmemiş olduğunu umarak önüne döndü ve hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Bu olamaz! Bu olmamalı! Barbara'yı oteline bıraktıktan sonra dosdoğru eve sürdü. Kadın arka koltukta oturmuş ve yol boyunca bir taksi şoförüyle ne kadar konuşuluyorsa o kadar konuşmuştu. Ama zaten bu Madison'ın umurunda bile değildi. Mademki kadın geçmişte Nickholas'ın kalbini kırmıştı. Ve mademki onu yeniden adamın hayatına aptallığı yüzünden kendisi sokmuştu. O halde onu tekrar üzmesine ve annesiyle bir olup hain tuzaklara düşürmesine asla izin vermeyecekti. Bu geceki gösterinin sebebi buydu diye kendini ikna etmeye çalışıyordu. Yol boyunca kadının Nick'i nasıl olup da aldattığını, daha doğrusu aldattıktan sonra hangi yüzle karşısına çıkmaya cesaret edebildiğini düşünüp durmuştu. Eğer Nick haklıysa kadındaki yüzsüzlük inanılmazdı. İşin aslını Nick'den öğrenene kadar Madison asla rahat edemeyecekti. Arabasını her zamanki park yerine çekti ve acele adımlarla kaldıkları dairenin merdivenlerini tırmandı. Anahtarlarıyla içeri girdiğinde loş salona ölüm sessizliği hâkimdi. Madison holün ışığını açarak salondaki üç farklı noktada oturan karaltılara baktı. Gena, Drake ve Corine... "Corine?" "İşte hayatımdaki en tatlı kadın, nihayet gelebildin." Kız kardeşi coşkuyla kollarına atılırken Madison şaşkınlıkla arkadaşlarına bakınmakla yetindi. Ne Gena ne de Drake tek kelime etmemişlerdi. Tepki bile vermiyorlardı. Suç işleyip cezaya kalmış çocuklar gibi başlarını yerden kaldırmıyorlardı. "Neyi var bunların?" Genç kız, "Bilmiyorum." diye fısıldadı. "Geldiğimden beri böyleler." Madison kollarındaki kardeşini son anda fark etmiş gibi irkilerek geriye çekildi. "Sahi sen buraya nasıl gelebildin?" "Seni aradım ve ulaşamayınca da havaalanından buraya bir taksiye atlayıp geldim. Kapıyı çaldım ama açan olmadı. Bende bana verdiğiniz yedek anahtarı kullanmak zorunda kaldım. Bir şeyi mi böldüm pek anlayamadım." İkisi de özenle hazırlanan sofraya, yanan mumlara şöyle bir baktıktan sonra, "Sanmıyorum." dedi Madison. "Gena?" "Benim odamda biraz işim var." diyen Gena yerinden hızla kalkıp fırtına gibi yanlarından geçip odasına koşturdu. "Tekrar hoş geldin Corine. Sonra görüşürüz Madison." "Drake? Bir şey mi oldu? Gena neden tuhaf davranıyor?" "Ee, şey. Ben en iyisi sofrayı toplayayım. Aç mısınız?" İki kardeş aynı anda, "Hayır." cevabını verince genç adam irkildi. "Tamam. Sofra kalsın o halde. Ben daha sonra toplarım. Siz ikinizin konuşacakları vardır eminim." Genç adam Gena'dan daha sakin ama ürkek adımlarla odasına giderken Madison şaşkınlıkla arkasından kapanan kapıya bakakalmıştı. "Bu neydi şimdi?" "Hiç bir fikrim yok." "Pekala genç bayan. Elimden bir tek sen kaldığına göre kaçmadan anlat bakalım. Dönem ortasında burada ne işin var." Genç kız coşkuyla kollarını iki yana açarak, "Sizi özledim!" diye haykırdı. Madison dik dik bakınca da coşkusu, "Pekala pekala, tamam." diyerek aynı hızla sönüverdi. "Okuldan atıldım." "Ne?" "Şaka yaptım. Sakin ol. Yalnızca bir kaç günlüğüne uzaklaştırıldım." "Yüce Tanrım. Neden Corine? Neden uzaklaştırıldın?" "Çünkü birileriyle kavga ettim tamam mı? Kızın tekinin ağzını yüzünü dağıttım." Şok geçiren Madison koltuğa doğru sarsak bir kaç adıma attı. "Aman Tanrım. Sanırım oturmam lazım. Yoksa düşüp bayılacağım." "Sakin ol Maddie. Yemin ediyorum önemli bir şey değildi. Bir kaç gün içinde yeniden okula geri dönmüş olurum merak etme. Bölüm hocası adıma dilekçe yazdı. Kızın da şikâyetçi olacağını zannetmiyorum. En azından babası öğrendikten sonra eminim onu ikna edecektir." "Bu nasıl oluyor açıkla bana? O kız kim? Babası neden böyle bir şey yapsın ki?" Corine başını hüzünle yere eğdi. Madison kendi saçlarından daha düz ve ince telli olan saçlarını elleriyle geriye taradı. Kız kardeşi başını kaldırıp ona baktığında iri gözlerinde yaşlar vardı. "Çünkü o adam, bizi terk eden adam Maddie. Okula o kadının kızı için geldi. Bizi terk ettiği kadının kızı için. Bana en azından bu kadarını borçlu olmalı." Madison kardeşinin gözyaşlarını silerken öyle şaşkın ve çaresizdi ki ne söyleyeceğini bilemedi. O yüzden şimdiye dek böyle durumlarla karşılaştığında yapabildiği en iyi şeyi yaptı. Ona sımsıkı sarıldı.
|
0% |