Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@sagetaylors

2.Bölüm

 

Madison'ın ardından masada uzun süren bir sessizlik yaşandı. Sonunda ilk konuşan Troy oldu.

"Bianca senin hakkında dakikası dakikasına rapor veren birini tuttuğuna göre, fena çuvalladın demektir. "

Çayını yudumlayan Nicholas fincanını yerine bırakırken sakince nefesini üfledi.

"Tahmin bile edemeyeceğin kadar hemde."

"Anlatmak ister misin? Yani, vakitten bol bir şeyimiz yok nasıl olsa. Dün akşam hep ben konuştum sen dinledin. Şimdi sıra bende."

"Anlatacak pek bir şey yok aslında."

"Deneyebilirsin."

"Pekâlâ."

Nicholas hayatının tepetaklak giden son bir kaç yılını özetlemeye başlamadan önce, kollarını sandalyesinin kolçaklarına dayayıp, hatırlamak için gözlerini kısarken parmak uçlarını birbirine değecek şekilde birleştirdi.

"Önceki sene ünlü bir film şirketiyle yeni bir anlaşma imzalamak üzereydim. Mükemmel bir aksiyon filmi olacaktı. Senaryo sıkıydı. Ekip sağlamdı. Gişe rekorları kıracağına dair aramızda iddialaşmalar bile başlamıştı. Mekân araştırmaları ve bütçe değerlendirmesinden sonra vakit kaybetmeden deneme çekimlerine başladık. Uzun zamandır hiç olmadığım kadar hevesli ve enerjik hissediyordum kendimi. Ne zamandır böylesine bir role adapte olmamıştım. Bomba gibi bir film olacaktı. Hissediyordum. Oynayacağım rol tam benlikti. Aklına eseni yapan, asi, hırslı, gözü pek ve savaşçı bir adam."

"Bana tanıdığım birini hatırlattı."

"Aynen. Rolüme daha ilk anda ısınmıştım. Senaryoyu neredeyse ezbere biliyordum. Her şey iyi başlamıştı. Ta ki, başrolü paylaşmak zorunda olduğum piç herifle karşılaşıncaya dek." Troy devam etmesi için dik dik baktığı sırada Romano çaylarını tazelemek üzere yanlarına gelmişti.

"Gazeteleriniz Bay Nicholas."

"Teşekkürler Mano."

Romano ona bakmayan Nickholas'a içtenlikle gülümseyip, Troy'a da bariz bir şekilde surat astıktan sonra kalçalarını kıvıra kıvıra geldiği gibi geri gitti. Nicholas'ın aksine Troy kadının arkasından büyülenmiş gibi bakakalmıştı. Nicholas boğazını temizleyince,

"Ah özür dilerim, nerede kalmıştın?" diyerek hızla kendini toparladı.

"Falcom Freeman'da."

"Ah, hayır dostum o olmaz. O adam olmadığını söyle bana lütfen."

"İnan bana oyunculuğundan arta kalan zamanlarda o herif götün tekidir. Uzun zamandır bana kafayı takmış durumdaydı. Neredeyse girdiğim her işte karşıma çıkıyor, ya bana yönlendirilen bir anlaşmayı bozuyor ya da kendi almak için rüşvet teklif ediyordu. Şey, rüşvet kısmından pek emin değilim ama şüphelerim var elbette. Her neyse. Kısaca adam beni piyasadan silmek konusunda kararlıydı diyebilirim. Çekimler sırasında da beni tahrik etmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı."

"Dur sonunu tahmin edeyim. Sende dayanamayıp bir gün adama kafa göz daldın öyle değil mi?"

"Tüm ekibin önünde hemde. Yönetmenler, yardımcı oyuncular, asistanlar ve sahne arkasında kim varsa."

Troy bir kahkaha patlattı. "Tam senlik bir hareket doğrusu. Gözümde canlandırabiliyorum dostum. Ama söz konusu kadınlar olmadığında kolay kolay tahrik olmazsın sanıyordum."

"Sorun da bu ya zaten. Piç kurusu bu role uygun olmadığımı söylediğinde onu kulak ardı ettim. Oyunculuğum berbatmış, s*klemedim bile. Ama o lanet herif annemin adını ağzına almaya başladığı sırada öyle çok öfkelenmiştim ki beynim kızgın barbekü ateşinde dağlanıyor sandım. Benim yalnızca annemin bir gölgesi, hatta taklidi ve çevresindeki herkes gibi oynatmaktan zevk aldığı bir kuklası olduğumu iddia etti. Tıpkı babam gibiymişim. Asla bir gün B.B. kadar başarılı ve şöhretli olamayacağımı ve bu işleri artık bırakmamın daha doğru olacağını söyledi. Annem gibi kucaktan kucağa atlamadığım sürece hiç şansımın yokmuş. İşte bende film tam da o andan koptu. Aramızda yaklâşık üç metre mesafe vardı ve ben adamın üzerine nasıl uçtuğumu hatırlamıyorum bile. Beni üzerinden ancak yüzünü dağıtmama saniyeler kala alabilmişlerdi."

"Off dostum. Bu hiç iyi olmamış işte. Gerçi adamın hak etmediğini söyleyemem ama."

"Kötü oldu. Ama ben onu yumruklarken, "sakın yüzüme vurma!" diye attığı çığlıkları duymak her şeye bedeldi inan bana."

Troy güldü. "Ya sonra?"

"Tahmin edebileceğin gibi şirketle anlaşmam feshedildi. Yönetmen benim gibi agresif bir oyuncuyla bu filmi çekemeyeceğini söyledi. Aldığım avansı iade etmek zorunda kalmıştım ki, işin en boktan kısmı onu çoktan harcamıştım."

"Ah olamaz. Peki ya Falcon?"

Nicholas sessizleşince Troy bir küfür savurdu.

"İşi o şerefsiz aldı değil mi?"

"Daha iyisi. Benim rolümü aldı ve filmi tamamladı."

"S*ktir." Troy'un gözleri yuvalarından fırlamıştı. "Yaz başında vizyona giren film."

"Tahmin yeteneğinden hiç bir şey kaybetmemişsin."

"Lanet olsun. Oğlum o filmi belki on defa izledim. İyiydi. Gerçekten iyiydi."

"Biliyorum." Nicholas gazetesini eline aldı ve sayfalarına dalgınlıkla göz gezdirmeye başladı. Troy'un iştahı kapanmış gibi görünüyordu, tabağındakilerle oynamaya koyuldu.

"Daha sonra işleri yoluna koyacak yeni bir anlaşma bulamadın mı?"

"Sette başrol oyuncularından birini yumrukladıktan sonra mı? Hollywood'un acımasız kurallarından haberin olmadığı o kadar belli ki. Kötü şöhretim kulaktan kulağa hızla yayılmaya başladığı sırada teklifler anında bıçak gibi kesilmişti. Önceden imzaladığım uzun süreli reklam sözleşmeleri hariç doğru düzgün bir senaryo görmeyeli epey oldu."

"Ama Bianca bu sorununu çözmüş görünüyor. Yani şimdi kapına senaryoları yığdığına bakılırsa."

"Menajerim olacak kıç yalayıcı işi bıraktıktan sonra ipleri o eline aldı. O günden beri de hayatımı yoluna koymak için uğraşıyor."

Nicholas umursamaz bir tavırla gazetelerin birini bırakıp diğerini alırken Troy oturduğu yerde kıpırdandı.

"Peki ya Maddie? O bu işin neresinde devreye girdi?"

Arkadaşının sorusu üzerine Nicholas kaşlarını çatarak tekrar iç geçirdi.

"Freeman'la yaşanan o talihsiz olaydan sonra hayatımı biraz daha hızlı yaşamaya başladım diyelim. Gece geç vakitlere kadar dışarıda kalıyor ve neredeyse eve her gece zil zurna sarhoş geliyordum. İçki, uyku ve seks arasında bir yerlerde yuvarlanıp gidiyordum işte. Kızlar, daha çok kız, partiler... Günler süren. Bazen kendi evimde bazen de bilmediğim yerlerde uyanır olmuştum. Esrar içiyordum. Kumar oynuyordum. Kısacası kendimi ve paramı saçabildiğim kadar çok etrafa saçmaya çalışıyordum. Böyle gecelerin sabahından birinde annem Madison ile birlikte çıkageldi."

Nicholas o sabah dağınık yatağında iki kadınla birlikte yarı çıplak halde uyandığında kendi adını bile zar zor hatırlayabiliyordu. Ancak annesinin odasına girip öfkeyle beynine kazıdığı sözleri ve Madison'ın yüzünün aldığı şekli unutmasına imkân yoktu. Kız resmen dehşete kapılmış görünüyordu. B.B. Madison'ı tanıttığında ve bundan böyle davranışlarından onun sorumlu olduğunu söylediğinde ise bu kez dehşete kapılma sırası Nicholas'daydı.

Başta bunun büyük bir şaka olduğunu sanmıştı. Yani ufak tefek bir kızın onun gibi bir adamın hayatını düzene sokması fikri kulağa çok... Komik geliyordu doğrusu. Ancak Madison'ın kaya gibi sert bir iradesi vardı ve Nicholas bir şeyi kafasına koyduğunda onu caydırmanın neredeyse imkânsız olduğunu çok geçmeden anlamıştı.

"Onu bir yaşam koçu olarak düşün." demişti annesi. "Hayatını düzene sokmanda yardımcı olacak bir asistan."

Nick başta itiraz etmeye çalışmıştı fakat o sırada kızın, yatağındaki kadınları giydirip apar topar evden gitmelerini sağlamaya çalıştığını görünce donup kalmıştı. Hayatında hiç bu kadar soğukkanlı ve anında ortama uyum sağlayabilen biriyle daha karşılaşmamıştı.

Hareketleri öylesine profesyonel ve mekanikti ki, Nick'in onun bir insan olmadığına dair şüpheleri olduysa bile, daha sonra onu evden kaçırmak için elinden geleni yaptığında ve kız hiç bir numarasına kanmadığında buna ikna olmuştu. Lanet olsun, bir keresinde onu çaresizce baştan çıkarmaya bile kalkmıştı.

Ve Madison Goldberg Nick'in en çekici gülümsemelerine bile kanmayacağını göstererek ona kolay lokma olmadığını kanıtlamıştı. Kısa süre içinde de hiç istemeden Nicholas'ın hayatında annesinden bile daha çok yer almaya başlamıştı.

"O sabah hayatımın en büyük fırçasını yemekle kalmamış, özgürlüğümden de olmuştum. Annem kredi kartlarıma el koymuş ve bir daha başımı belaya sokmamam gerektiğine dair üstü kapalı uyarılarda bulunmuştu. Bazı insanlara borçlandığımı öğrenmişti. Borçlarımı ödeyeceğini fakat harcamalarımı bundan böyle onun gözetimi altında yapacağımı söyledi. Ailemize yakışır şekilde davranmadığım takdirde ise son çare olarak beni büyükanneme sevk etmekle tehdit etti."

"Büyükannen mi?" Troy gülmemek için yanağının içini ısırıyordu. "Bu yaşta hâlâ o yaşta bir kadından korktuğunu söyleme sakın bana?"

"Korkmuyorum." dedi Nicholas bir an hiddetle. Büyükannesinden korkmuyordu. Ancak ondan çekindiğini itiraf ediyordu. Annesinin evde olmadığı o uzun çekim günleri boyunca Nicholas'ın her şeyiyle hep büyükannesi ilgilenmişti. Katı bir kadındı. Kuralcıydı. Bir erkeği hayalarından yakalamayı iyi bilir, sonra da onları ezebildiği kadar ezerdi.

Diğer yandan Nick'in annesinin yokluğunda hiç göremediği sevgiyi ve şefkati göstererek, kendini kötü hissettiği zamanlarda yanında olarak kendini daha özel hissetmesini sağlardı. Büyükannesinin onun için beslediği umutları vardı. Onu hayal kırıklığına uğratmaktansa Nick bir kolunu feda etmeye hazırdı.

"Sadece çekiniyorum tamam mı? Eğer Bianca Brooklyn'nin ve Madison'ın kaçığın teki olduğunu düşünüyorsan yaşlı Andersson için o ikisini toplayıp yüzle çarp derim."

"Bu kulağa korkunç geliyor adamım."

"Ve inan bana öyledir de. Ya annemin Madison'ı başıma sarmasına izin verecektim ya da büyükannemle uğraşmam gerekecekti. Pek fazla seçeneğim yok gibiydi. Kontrol o andan itibaren artık o ikisinin eline geçmişti."

"Sence ağzı ne kadar sıkıdır?"

Nicholas arkadaşına baktığında yüzündeki endişeli çizgileri anında fark etti.

"Maddie mi? İnatçı ve diktatör olabilir ama merak etme güvenilirdir."

"Dinle dostum. Yıllar sonra buraya hayatını mahvetmeye gelmediğimi bilmeni istiyorum. Kesinlikle ailenle aranda daha fazla soruna yol açmak istemem. Ama şunu bil ki, eğer gerçekten zor durumda kalmış olmasaydım senden yardım istemek için buraya kadar gelmezdim. Başka gidecek hiç bir yerim yok."

"Biliyorum. Artık bunları düşünme." diyen Nicholas dikkatini yeniden gazetesindeki magazin ekine verdi. "İstesen de hayatımı bundan daha kötü bir hale getiremezsin zaten."

"Peki, şimdi ne yapacağız? Anladığım kadarıyla paranın tüm idaresi Bianca'nın elinde. Ondan bu parayı benim için istediğini öğrendiği anda kabul etmeyecektir."

"Bir yolunu bulacağız."

"Adamlar parayı dört hafta içinde bulamazsam beni ve babamı öldürmekle tehdit ettiler Nick."

"Sana sorun yok dedim."

"İyi ama..."

Troy sıkıntıyla ellerini saçlarının arasına daldırdığı sırada Nicholas gazetedeki bir habere yoğunlaşmıştı. Sonunda gazeteyi masaya fırlatarak birden ayağa fırladı.

"Bak sana ne diyeceğim. Öncelikle bana güvenmeni istiyorum tamam mı? Ne yapıp edip o adamlara olan borcunu ödeyeceğimizden kuşkun olmasın. Şimdi biraz rahatlaman gerek. Kalk hadi!"

"Nereye gidiyoruz?"

Nicholas'ın yüzünde aniden pis bir sırıtış belirdi.

"Biraz eğlenmeye."

......

O sırada Madison, Nicholas'ın çalışma odasındaki masada oturmuş, senaryoların arasında kaybolmuş durumdaydı. Bir yandan onları okuyup kendince bir düzene sokmaya uğraşırken, bir yandan da Nick'in yeni/eski arkadaşı hakkında fikir yürütmeye çalışıyordu.

Nicholas'ın yanında çevresindekileri tanıyacak kadar uzun zamandır çalışıyordu. Ve şimdiye kadar Troy denen adamın varlığından bile haberi yoktu. Adam ona sempatik davransa da pek tekin görünmemişti doğrusu. Üstelik Nick'in yanında özellikle geçmişlerinden bahsederken biraz gergin göründüğünü hemen fark etmişti. O ikisi ne işler çeviriyor bilmek istiyordu.

Ama ondan önce bu senaryoları bitirmesi gerekiyordu. Saatine baktı. Öğlen olmuştu. Bir kahve molası vermek için geriye yaslanmıştı ki, kapı aniden açılarak Nicholas tüm ihtişamıyla karşısında belirdi.

"Selam, nasıl gidiyor bakalım?"

"Sence?"

Üzerine açık renk bir gömlek ve pahalı olduğu belli olan spor bir ceket ve eskitilmiş kot giyen Nicholas dergi kapağından fırlamış halde şirin bir şekilde gülümsedi.

"Bu kez işe yarar bir şeyler var mı bari?"

Madison, "Aslında şurada ilginç bir şeye rastladım..." diyerek kâğıt tomarlarının arasından bir dosya bulmak üzere kâğıtları karıştırmaya başlamıştı ki Nicholas, "Daha sonra." diyerek hızla lafını kesti.

Hemen arkasında dikilen Troy'un şık bir şekilde giyinmiş olduğunu ve aynı masum ifadeyle omzunun üstünden sırıttığını fark eden Madison şüpheyle duraksadı.

"Selam Maddie! Nasıl gidiyor?"

"Siz ikiniz bir yere mi gidiyorsunuz?"

"Evet, şey. Troy'la biraz dolaşıp hava almak istiyoruz. Senin için sakıncası yok değil mi?"

"İyi ama..."

"Sana sorun etmeyeceğini söylemiştim."

"Peki ya..." Madison birden ayağa kalktı.

"Lütfen bizim için rahatsız olma."

"Nicholas."

"Sağ ol Maddie. Akşam yemeğinden önce dönmeye çalışırız."

"İyi ama B.B. nereye gittiğini sorduğunda..."

Nicholas Madison'ın cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden kapıyı hızla çekip kapatmıştı.

"ona ne söyleyeceğim?"

Madison şaşkınlıkla arkalarından kapanan kapıya bakakaldığı sırada kapı yeniden açılınca boşta bulunup irkildi.

"Ona biraz eğleneceğimi ve bir kaç kıç tekmeleyeceğimi söyle. Ve belki birilerini becereceğimi de."

Nicholas kapıyı aynı hızla çekti ve sonra son bir şey söylemek için yeniden açtı.

"Ah ve Maddie. Beni şu sıkıcı okuma işinden kurtardığın için sen gerçek bir meleksin."

Adam suratına meşhur film yıldızı gülümsemelerinden birini yerleştirip göz kırparken, üzerine siyah güneş gözlüklerini de takarak kapıyı aynı hızla tekrar kapattı.

Madison'ın ağzı, akvaryumdaki bir balık misali açılıp kapanmıştı. Sonunda pes bir nefes vererek koltuğuna geri yığıldı.

....

Dışarı çıktıklarında, "Sana kolay olacağını söylemiştim." dedi Nicholas neşeyle. Üzeri güneşten korunaklı otoparka doğru yürümeye başladıkları sırada Troy arkalarına bakıp durmaya devam ediyordu.

"Şu anda her şeyi annene yetiştirmek için telefonu eline almadığından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"Çünkü o Maddie. Her şey olabilir ama tembihlediğim durumlarda asla bir ispiyoncu değildir."

"Nereye gittiğimizi hâlâ, ah kutsal Meryem adına! Bu bebeklerin hepsi senin mi?"

Nicholas farklı renk ve modellerdeki spor arabalarının önünde gururla dikilirken ellerini iki yana açarak gülümsedi.

"Seç birini."

Arkadaşı çoktan her birinin parlayan kaportasını elleriyle taciz etmeye başlamıştı bile.

"Ne yani, bunlardan birine mi bineceğiz şimdi?"

Nicholas Troy'un bir arabadan ötekine şaşkın ve çocuksu bir mutlulukla yürüdüğünü görünce ellerini ceplerine sokup hafifçe gülümsedi. Kendisi böyle ufak tefek şeylerden zevk almayı unutalı uzun zaman olmuştu.

Troy önce gümüş renkli bir Aston Martin One-77 'e yoğunlaşmıştı ki hemen sonra tek kapılı beyaz Ferrari'yi gözüne kestirdi. Ama daha sonra kırmızı Lamborghini Centenario’yu görünce hızla fikrini değiştirdi. En son Koenigsegg Regera ile Bugatti Chiron arasında gidip gelmeye başladığı sırada boğazından anlamsız sesler çıkarmaya başlamıştı.

"Dostum hangisini seçmem gerektiğine bir türlü karar veremiyorum. Tanrım hepsi çok iyi."

"Daha iyi bir fikrim var. Neden sen kullanmıyorsun?"

"Şaka yapıyorsun." Troy'un gözleri ellerinin altındaki ayna misali yansımasına bakarken ışıl ışıl parladı.

"Bir an önce kararını versen iyi olur."

"O zaman, Ferrari hayır hayır Honda. Olmaz, tamam şu, işte şu... Bugatti."

Nicholas omuz silkti. "Anahtarlar üstünde."

"Off! Vay canına."

 

Troy kahkahalar atarak gece mavisi arabanın şoför koltuğuna geçer geçmez Nicholas da hemen yanına oturdu. Araba güçlü motoru sayesinde iç gıcıklayan bir mırıldanmayla çalışınca Troy yüksek sesle inlemeye başladı.

"Adamım sanırım fena tahrik oldum. Bu bebeğin sesi bi harika. Şu motorun uğultusunu duyuyor musun?"

"Pantolonunda sertleştiğini görebiliyorum."

"Ne dedin?"

Troy irkilerek önünü kontrol edince Nicholas kıs kıs güldü. "Gazla hadi serseri."

Arkadaşı sırıtarak hemen dediğini yaptı. Arabayı vitese takıp motoru bağırtarak gazı öyle bir kökledi ki, güvenlik kulübesindeki Sammie onlar geçerken kapıları son anda açmaya ancak fırsat bulabildi.

.

"Daha çok işin var mı?"

"Bir günde bitecek gibi görünmüyor, yalnızca Nicholas gelene kadar vakit öldürmeye çalışıyorum. Onun da fikrini alıp yarına kadar bir karara varmamız lazım."

"Demek koca bebeğin bu akşam hapishanesine geç kaldı."

Madison telefonu kulağıyla omzu arasına sıkıştırıp saatine bir göz atarken odanın içinde yürümeye devam ederek pencerenin önünde durdu.

"Haklısın. Geç kaldı."

"Ne yapmayı planlıyorsun? Bence hemen polise haber vermelisin veya 911 ara. Ya da dur, en iyisi annesi olacak o cadıyı ara ve bir güzel fırça yemesini sağla."

"Yapamam. Benden onu bu seferlik idare etmem için rica etti."

"Ama senin paranı o değil Bayan Becerici ödüyor."

"Ona şöyle demeyi keser misin?"

"Büyük Kaltak nasıl?"

Madison kıkırdadı.

"Hayır Gena. B.B. yeterli."

"Sen bilirsin."

"Teşekkür ederim."

"Akşam yemeğine gelememen yazık oldu ama. Drake fırında muhteşem soslu bir tavuk pişiriyor bu gece. Kokusu mutfaktan buraya kadar burun deliklerimi nasıl taciz ediyor bi bilsen. Mımmm."

"Drake demişken o ne yapıyor?"

"Banyoda. Ona aldığım yeni ağda setini deniyor."

"Ah Gena. Çocuğu rahat bırak artık."

"Ben ne yapıyorum ki? Eşcinsel olmaya karar veren kendisiydi. Şimdi zorluklarına katlanmak zorunda. Ona göğüs kıllarından kurtulmasının şart olduğunu söyledim. Erkek olsun kadın olsun göğüs kılları iğrençtir."

"Herkes için değil. Tanrım Gena, canı çok yanıyor olmalı."

"Hey Drake!" diye seslendi Gena telefonda. "Yardıma ihtiyacın var mı?"

"Ne diyor?"

"Anlamsız homurtular çıkarıyor. Umarım ağdayı banyonun zeminine bulaştırmamıştır. Gidip kontrol etsem iyi olacak."

Drake bundan altı ay önce son sevgilisiyle de işleri yürütemeyince bir akşam elinde yapay penislerle çıkagelip cinsel tercihlerinde bir U dönüşü yapmaya karar verdiğini açıklamıştı. Söylediğine göre artık şansını erkeklerle denemeye devam edecekti. Sanki bu çok kolaymış gibi.

Madison kulaklarına inanamayarak olduğu yerde çakılıp kalırken, Gena kahkahalarını tutamayıp bir süre kanepede, sonra da karnını tutarak yerlerde yuvarlanıp durmuştu.

Drake kendi halinde, içine kapanık bir çocuktu. Diğer yandan oldukça yakışıklıydı aslında. Gür, koyu kahverengi saçları ve insanın içini ısıtan sıcak çikolata rengi gözleri vardı. Uzun boylu ve ince yapılıydı ancak son yıllarda yaptığı ring sporları sayesinde vücudu epey kas yapmıştı.

Onun gibi bir adamı karşı takıma kaptırmak kadınlar açısından büyük şanssızlıktı doğrusu. Gerçi ne Gena ne de Madison onun bir arkadaştan fazlası olabileceğini hiç bir zaman düşünmemişlerdi ama yine de onu bir kız kardeş olarak görmek de istememişlerdi. Drake her kızın sahip olmak isteyeceği türden, fedakâr ve yardımsever bir arkadaştı hepsi o kadar. Keşke aşk hayatı da dostluğu kadar kolay olsaydı.

Madison Drake'in cinsel tercihinin geçici olduğunu düşündüğünden pek üstünde durmamıştı. Ancak Gena her fırsatta ona dişi olmanın zorluklarını kanıtlamayı kafasına takmış görünüyordu. İlk işi onu bir kuaför salonuna götürmek ve manikür - pedikür yaptırarak eziyet etmek olmuştu. Zavallı Drake, tam iki gün boyunca sızlayan parmak uçlarıyla dolaşmak zorunda kalmıştı. Daha sonra Gena gardırobunda ciddi değişiklikleri hedef almıştı. Gena'nın imajında yaptığı değişiklikler sayesinde Drake artık bol tişörtler ve kotlar yerine dar gömlek ve skinny pantolonlar giymeye başlamıştı.

Şimdilik cinsel yönündeki değişimi iş arkadaşlarından ve apartmandaki komşularından saklı tutmaya özen gösteriyor ama kendine göre birini bulana kadar Gena'nın onun için önerdiği tavsiyeleri sıklıkla denemeye devam ediyordu.

"Ben gelene kadar uslu durun lütfen!" diye uyardı Madison.

"Merak etme, yemekten sonra film gecesi yapmayı planlıyoruz. Televizyondaki şov programları ve paparazzi haberlerinden sıkıldım. Şu anda Falcon Freeman'ın düzenlediği partide olabilmek için neler vermezdim."

"Ne partisi?"

"Kanal 67'de. İzlemedin mi? Bu dünya da mı yaşıyorsun sen?"

"Canlı yayın mı?"

"Evet. Şu anda onun o yakışıklı yüzüne bakıyorum." Gena özlemle bir iç çekti.

Madison aceleyle uzaktan kumandayı eline alıp duvardaki dev ekran televizyonu açtı.

"Basına açık bir partiymiş. Reklam şirketi yerine bir dergide çalışıyor olsaydık şimdi eğlenceye bedava biletimiz olmuş olacaktı."

Televizyondaki muhabir ünlü film yıldızının evinden canlı yayına bağlanırken Madison dikkat kesilmişti.

"Adamın evini gördün değil mi? Yalnızca bahçesindeki çiçek dekoru bile benim bir senelik maaşım kadar."

"Yanındaki adam kim?"

"Bruce Warren. Yeni menajeriymiş. Tanıyor musun?"

Lanet olsun. Tanıyordu. Yani, adamı daha önce hiç görmemişti ama kim olduğunu biliyordu.

"Hey, neyin var senin Maddie? Sesin biraz tuhaf geliyor."

"O adam."

"Freeman'ın menajeri mi?"

"Evet. Dinle Gena, benim hemen kapatmam lazım."

"Sorunun ne olduğunu söylemeden asla olmaz. Beni merakta bırakmadan anlat hadi."

Madison çoktan çantasını kapıp kapıdan çıkmıştı bile.

"Şimdi olmaz. Gitmeliyim"

"Nereye? Hey Maddie!"

Madison telefonu arkadaşının yüzüne kapatıp hızla çantasına attı. Romano koridorda karşısına çıktığında ona çarpmamak için kenara çekilirken bile konuşmak için durmadı.

"Bir yere mi gidiyorsun? Akşam yemeği hazırlamıştım."

"Sen ye Mano, beni bekleme." diyen Madison anahtarlarını çıkardığı gibi arabasına koşturdu.

Birilerinin kıçını tekmeleyeceğimi söyle!

Kahretsin. Neden içindeki kötü his ona Nicholas'ın Freeman'ın partisine gittiğini söylüyordu? Çünkü bu doğruydu.

Belki birilerini becereceğimi.

Bunu daha önce nasıl olmuş da düşünememişti. Adamın şimdiki menajeri, Nick'in istifa eden eski menajeriydi ve belli ki Nick bunu bir şekilde öğrenmişti. İşler daha da kötüye gitmeden önce onu bulup durdurması gerekiyordu.

Volkswagen'in gaz pedalını lastikler ötene kadar kökledi ve dış kapılardan adeta uçarcasına geçti. Sammie'nin arkasından bir şeyler söylendiğini duymuştu ama durup dinleyecek vakit yoktu.

.

"Buraya neden geldiğimizi hâlâ söylemeyecek misin?"

"Eğlenmek için ne zamandan beri bir nedene ihtiyacın var senin?"

Nicholas gösterişli girişten ana salona geçerken, ona bakıp göz kırpan kadınlara etkileyici gülümsemelerinden birini gönderdi.

Takım elbiseli garsonların tepsilerde ikram ettiği kadehlerden birini Troy'a uzattıktan sonra kendi için de bir tane aldı ve köpüklü içkiyi hızla kafasına dikti.

"Kendi olmasa da en azından ikramları kaliteli."

"Ne dedin?"

"Yok bir şey. Hadi gidelim."

Troy etrafındaki gürültüden başka bir şey duymakta zorlanıyordu. Bir kaç açık bar bulup içtikten sonra lüks bir villanın kapısında durana kadar Nick ona nereye gittiklerinden bahsetmemişti. Ve şimdi yine bir şey söylemiyordu.

"Surat asmayı bırak artık Troy. Keyiflen hadi."

Troy adeta sarayı andıran evin dekorasyonunu incelerken hiç bir masraftan kaçınılmadığını açıkça görebiliyordu. Ne ana salonun ortasındaki kocaman süs havuzu ve tepede sallanan taşlı avize, ne dışarıya açılan kapılardan görünen ahşap-cam kaplamalı kış bahçesi ne de bahçedeki top sahası büyüklüğündeki yüzme havuzu normal şartlardaki bir insanın karşılayacağı türdendi. Evin sahibi her kimse ultra zengin olduğu belliydi. Gelen davetlilerin giyimindeki özene ve marka çılgınlığına bakılırsa özelikle ev sahibini etkilemeye çalıştıklarını söylemek de mümkündü.

Troy bahçeye çıktıklarında kalabalığın daha da çoğaldığını fark etti. Rengârenk pırıltılı kıyafetler içindeki kadınlar ve yanlarında ihtiyar - genç para babası zengin adamlar... Bir kaç kameraman ve gazeteci olduğunu tahmin ettiği kişilerin birilerinin çevresini sardığını gördüğünde Nickholas'ın oraya yöneldiğini fark etti ve hemen arkasından uygun adım seğirtmeye devam etti.

"Bu evin kime ait olduğunu hâlâ söylemedin."

Nicholas alayla, "Bir arkadaşa." diye belirtti. "Birazdan sizi tanıştırırım merak etme. Hem zaten tanıdığın biri." deyince içtiği içki Troy'un midesinde hızla dönmeye başladı. Sertçe Nickholas'ın koluna yapışarak,

"Sakın." diye tısladı. "Bana, o olmadığını söyle."

"Kim?"

"Numara yapmayı kes Nick. Kim olduğunu bal gibi biliyorsun işte!"

Nick'in yüzündeki serseri gülümseme genişleyerek büyüdü.

"Bu kadar gergin olma adamım. Eski bir dosta selam vereceğiz hepsi o kadar."

İşte Troy da bundan korkuyordu. Yine de arkadaşını yalnız bırakmamak adına onu takip etmeye devam etti.

Kendinden emin duruşuyla yürüyen Nickholas'ı gören herkes ya hızla kenara çekiliyor, ya da yüzlerinde beliren endişe ifadesiyle birbirleriyle fısıldaşmaya koyuluyordu. Troy bu işten hiç mi hiç hoşlanmamaya başlamıştı.

Sonunda kalabalığın yoğunlaştığı noktaya geldiklerinde Nickholas duraksadı.

"İzninizle." diyerek son bir kaç kişiyi daha aşmayı başardığında aradıkları adamla karşı karşıya kalmışlardı.

Falcon Freeman.

Troy'un midesi panikle kasıldı. Ancak Nickholas halinden memnun görünüyordu.

"Müsaade eder misin tatlım?" diyerek bir kadının elindeki kadehi kibarca kaptı ve ona şaşkınlıkla bakan adama doğru kaldırdı.

"Nasılsın Bruce. Freeman. Güzel partiymiş doğrusu?"

Nick içkisinin yarısını bir dikişte bitirirken Freeman'ın yanındaki adam huzursuzca yerinde kıpırdanmaya başlamıştı.

Falcon iğneleyici bir tonla, "Andersson." diyerek bir adım öne çıktı. "Partime teşrif etmen ne hoş bir sürpriz. Sana davetiye gönderdiğimizi hatırlamıyorum, yoksa göndermiş miydik Sisi?"

Yanındaki esmer hatun vahşi bir kurt gülümsemesiyle, "Olabilir." dedi. "O kadar çok insana davetiye yolladık ki hatırlamakta zorlanıyorum."

"Her neyse." dedi adam. "Burada olmana sevindim. Biz de Bruce ile yeni anlaşmamızı kutluyorduk. Bruce'u hatırlıyorsun değil mi? Ah, ne kadar unutkanım." sinir bozucu bir sertlikte güldü adam. "Onu elbette tanıyorsun. Nede olsa bir kaç ay öncesine kadar senin için çalışıyordu, değil mi? Ama anladığım kadarıyla, senin başarısızlıklarla dolu geçmişinden sıkılmış olacak ki, daha iyi para kazanabileceği bir kapıya geçmek istedi. İnsanlar böyledir işte eski dostum. Birileri bir diğerini yukarıya tırmanmak için hep bir basamak olarak kullanır."

Falcon konuşurken yanındaki Bruce denen adam büzüldükçe büzülüyor, havanın ılık olmasına rağmen haddinden fazla terliyor ve adamın laflarına arada bir nazikçe gülümseyip kafa sallamakla yetiniyordu. Troy, biraz daha konuşmaya devam ederse adamın kendi terinde boğulacağından korkmaya başladı.

Nickholas yüzündeki alaycı ifadeyi hiç bozmadan içkisini bitirip bir yenisini bulduğunda Troy kulağına fısıldamak için kolunu tuttu.

"Hadi dostum, bu kadarı yeter. Bence hemen gidelim buradan."

"Daha değil."

Nickholas bir silkinişle Troy'un tutuşundan hızla kurtuldu. Yırtıcı bakışlarını Falcon ve Bruce’tan bir an olsun ayırmıyordu. Çevrelerini saran gazeteci topluluğu her an bomba bir haberin patlayacağı ümidiyle kameralarını ve objektiflerini hazır bekletirken nefeslerini tutmuş olanları izliyordu.

"Söyleyeceklerin bitti mi Freeman. Çünkü eğer bittiyse, izin verirsen benim de iki çift lafım olacak."

"Elbette."

Falcon nazikçe gülümserken eliyle gazetecileri işaret ederek olası bir rezilliğe karşı Nickholas'ı sessizce uyarmakla yetindi. Ancak Nickholas bu uyarıyı göz ardı etmeye niyetliydi.

"Buraya aramızdaki anlamsız düşmanlığa bir son vermek için gelmiştim." diye devam etti Nicholas, Troy dâhil yanındaki herkesi şaşırtmayı başararak.

"Görüyorum ki benim eski menajerimle çalışmaya başlamışsın. Zamanında Bruce'un epey faydasını görmüştüm. Doğrusu işinde oldukça iyidir. Şimdi benim yerime eski bir dostumun işine yarayacak olmasından dolayı da mutluyum." diyerek boş kadehini dolu birininkiyle değiştirmeye kalktı. Troy öne atılarak onu durdurmaya çalıştıysa da Nicholas'ın savuşturmasıyla başaramadı.

Nicholas yeni içkisini de bir dikişte içip bitirdi.

"Neden seni tanıyan insanların ilk tercihlerinin ben olduğumu hiç düşündün mü Freeman?" diye devam edince kalabalıktan gürültülü bir iç çekiş yükseldi. Falcon'un yakışıklı yüzü birden giydiği gömlekten bile daha koyu kırmızıya dönmüştü.

Nicholas, "Öyle değil mi Sisi?" diyerek adamın yanında dikilen çatık kaşlı kadına çapkın bir gülücük gönderdi.

"Cehenneme git Andersson!"

"Zevkle tatlım."

"Hemen çık git evimden Andersson."

"Ah bence bunu düşündüğün her halinden belli, Freeman? Bak sana ne diyeceğim, sen tüm bu misafirlerinin önünde benim her alanda," derken özellikle parmaklarıyla tırnak işareti yapmıştı. "senden daha iyi olduğumu açık yüreklilikle itiraf et, bende Bruce ile senin çok daha önceden arkamdan iş çevirip, anlaşmalarımı bloke ettiğiniz gerçeğini görmezden geleyim, ha ne dersin?"

"Seni aşağılık herif! Evime gelerek bana böyle hakaret etmeye nasıl cüret edersin?"

Falcon hiddetle kükreyince Nicholas kıkırdayarak ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. Olduğu yerde hafiften sallanmaya mı başlamıştı? Troy koluna girerek onu dik tutmaya çalıştı.

"Ne yaparsın Freeman? Yoksa bana yumruk mu atarsın? Hiç sanmıyorum. Bence hayatında hiç centilmence dövüşmemişsindir, yoksa tırnakların mı incinir? "

"Seni orospu çocuğu!"

"Nicki, hadi dostum. Bu kadarı fazla. Sarhoşsun."

"Bırak beni! Sarhoş filan değilim." diyen Nick arkadaşının kollarından o kadar hızlı kurtuldu ki Troy bir anlığına onun sarhoş olmadığına inanmak zorunda kaldı.

"Bana erkekçe bir şeyler göster hadi Freeman! Bak, senin aksine ben yüzümün dağılmasından endişe etmiyorum. Hadi Freeman! GÖSTER BANA!"

Kalabalığın şaşkın nidaları arasında Falcon bir anda bağırarak Nicholas'ın üzerine atıldı ve sıktığı yumruğunu genç adamın yüzüne yapıştırdı.

İkili birlikte yere yuvarlanırken etraftan çığlıklar yükselmiş, insanlar bir anda paniklemişti. Flaşlar ardı ardına patlarken Troy ne kadar uğraştıysa da olayı görüntülemelerine engel olamamıştı.

Adamları kudurmuş Falcon'u Nickholas'ın üstünden çekmeye çalışırken lanet herif hiç bir şey umurunda değilmiş gibi yerde uzanmış kahkahalarla gülüyordu.

"Çıkarın onu buradan! Gözüm görmesin! Çabuk çıkarın!"

"Lanet olsun dostum, yaptığını beğendin mi?"

"Hemde nasıl dostum." Hık! "Hemde nasıl."

Troy, bir yandan kıkırdarken bir yandan hıçkırıp duran Nicholas'ın kolunun altına girerek onu yerden kaldırmaya çalıştığı sırada kalabalığın arasından yumuşak bir ses belirdi.

"Nickholas!"

Nickholas tek gözünü açıp tepesinde Madison'ın dikildiğini görünce hafifçe sırıttı.

"Dileğin kabul oldu Sisi. İşte, zebanim de geldi."

"Troy, lütfen hemen götür onu buradan."

Troy Madison'ın emrine itaat edecek kişilerden biri olmasaydı bile o ses tonundan sonra sözünden katiyen çıkmazdı. Nicholas'ın kolunu boynundan geçirerek ağırlığını yüklendi ve sersemlemiş arkadaşını konukların arasından çıkışa doğru sürükledi.

Madison, Nick'in arkasından bakıp iç çektikten sonra sert bakışlarını diğer iki adama çevirdi.

"Onu böyle tahrik etmemeliydiniz Bay Freeman."

"Sen git de bunu o serseriye söyle küçük hanım. Evime gelip partimi basan kendisi."

"Ve siz de bu partiyi onun gözüne sokmak için elinizden geleni yaptınız öyle değil mi?"

Adam diyecek laf bulamayınca, Madison bu kez Bruce denen adama döndü.

"Peki ya sizin Bay Warren? Bir zamanlar Anderssonların dostu olduğunuzu sanıyordum. En azından bu şekilde bir ihaneti hak etmeyecek kadar çok sırtlarından para kazanmışsınızdır, yanılıyor muyum?"

Adamın asılan suratı Madison'ı azıcık da olsa tatmin etmeye yetmedi.

"Bende öyle tahmin etmiştim. Bay Freeman, olayın tüm sorumluluğunu ben üstüme alıyorum. Davetiyenizi çöp öğütücüsüne atmak yerine Bay Andersson'ın masasında bırakarak büyük bir hata yaptığımın farkındayım. Eğer bu olayın basına yansımamasını sağlarsanız karşılığında yüklü bir tazminat almanızı garanti edebilirim." Adam sessiz kalınca," Bunu bir düşünmenizi tavsiye ederim." diyerek özellikle belirtme gereği hissetti.

Madison sözlerini bitirdikten sonra, hayret dolu bakışlar arasında hızla kalabalığın arasında kaybolarak uzaklaştı. Şimdi ilgilenmesi gereken yaramaz ve dayak yemiş bir velet vardı.

Loading...
0%