@sagetaylors
|
Bir süre daha sessizlikte birbirlerine sarılmaya devam ettikten sonra ilk geri çekilen Madison oldu. "Hadi rahatla ve bana neler olduğunu anlat." Corine bir kaç dakika öncesine göre daha iyi görünüyordu. Yine de, derin bir nefes alarak dönem başında okula kayıt olarak son sınıflara transfer olan yeni kızdan bahsederken alın çizgileri hiç azalmamıştı. "Onu görmen lazımdı Mad. O kadar kibirli ve gıcık bir kız ki, gören de Marshallların soyundan geldiğini filan sanır. Zaten son sınıfta okul değiştirdiği için tüm okul onun arızalı bir tip olduğuyla ilgili söylentilerle çalkalanıp duruyordu. Sanırım daha ilk günden bir kaç kişiye sataşarak yönetimden ihtar almış. Yaptıklarını umursadığımdan değil ve sana yemin ederim ki son olanlara dek onun babamızın üvey kızı olduğundan haberim bile yoktu." Madison anlayışla başını sallarken, Corine saçından bir tutamı kulağının arkasına atarak devam etti. "İlk olarak kütüphanede karşılaştık. Boş vaktimde Vietnam savaşında ölen gazetecilerle ilgili bir kaynaktan kendime yarayacak ders notları çıkarıyordum. Birdenbire tepemde dikilerek o kaynağa benden daha çok ihtiyacı olduğunu, çünkü Profesör Towle'nin ondan ceza olarak bir kaç saat içinde Savaş Muhabirleriyle ilgili bir yazı hazırlamasını istediğini söyledi. Eğer biraz daha kibar davranmış olsaydı belki ona yardımcı olabilirdim. Ama bana karşı öyle bir bakışı vardı ki, bir insana değil de tiksindiği bir yaratığa bakıyordu sanki. O anda değil ama işim bittikten sonra kitabı alabileceğini söyledim. Ama söylediklerimin bir tekini bile dinlediğini zannetmiyorum. Çünkü benim işim daha acil diyerek önümdeki kitabı çekip almaya kalkıştı. Ona aklını kaçırmış gibi baktım ve sonra da kitabımı hırsla geri aldım. Eşyalarımı toplayıp gitmeden önce, daha önce kitap için ufacık bir şansı varsa bile artık onu kaybettiğini söyledim. Sonra da orayı terk edip kendime daha sakin bir köşe bulmaya gittim. Düşmanca bakışlarını daha o andan itibaren ensemde hissetmiştim. Onu takip eden günlerde de bu böyle devam etti. "Çok geçmeden okulda kendi gibi bir kaç kız bulup takılmaya başladığında artık radarından tamamen çıktığımı düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Ucuz arkadaşlarıyla beraber tezahürat yaptığım futbol maçlarına ardından grup partilerine geldi. En sonunda da çalıştığım burgerciye gelince hâlâ bana takık olduğunu anladım." Madison'ın kaşları endişeyle birbirine yaklaştı. "Çalıştığın yere mi geldi? " "Bana öyle bakma. Ben her şeyi kitabına uygun yaptım. Yemin ederim." "Bundan bir an bile kuşku duymadım." Corine yeniden ellerine bakarak anlatmaya devam etti. "Tahmin edeceğin gibi oraya geleceğini bilmediğim için başta çok şaşırdım ama sonra umursamadım. Sıradan bir müşteriymiş gibi davranıp, siparişlerini getirip işime bakarsam ilgimi çekemediğini görünce vazgeçer sandım. Ama o sonuna kadar şansını zorlamaya devam etti. Önce hamburgerinin etinin soğuk olduğunu söyledi. Öyle olmadığını bildiğim halde hemen gidip yenisiyle değiştirdim. İçeceğini yanlış getirdiğimi söyledi, hiç itiraz etmeden yeniledim. Çalıştığım yerde sorun çıkarmasını istemiyordum. Hem müşterilerimin hem de patronumun gıcık bir kız yüzünden huzursuzlanmasına ihtiyacım yoktu. Gerçi müşterilerin birçoğunun durumu anladığını sürekli kahkaha sesleri gelen masaya tuhaf bakışlar atmalarından anlamıştım. Her neyse. En sonunda bir saattir elini bile sürmediği patateslerin çıtır çıtır olmadığında ısrar edince bende ipler kopma noktasına geldi. Kızın karşısına geçip, yemediği için soğuyan patatesleri yüzünden yapabileceğim hiç bir şey olmadığını söyledim. Onu yiyip yememekte özgürsün ama ne olursa olsun parasını ödemek zorundasın dedim. Kız - bu arada adı Amber- bana kendisinin müşteri benimse çalışan olduğumu ve müşterilerin daima haklı olduğuyla ilgili kuralları bilip bilmediğimi sorarken benimle resmen alay ediyordu. Bende karşılık olarak ya yediklerinin veya yemek istemediklerinin parasını ödemesini ya da defolup gitmesini söyledim. Aşağılık kaltak bana cehenneme kadar yolun var diye çemkirdi. Yemin ediyorum oracıkta gırtlağına sarılacaktım. Onun yerine sabır timsali biri gibi davranıp hay hay dedim ve tam arkamı dönmüş gidiyordum ki peşimden bir şangırtı sesiyle olduğum yerde donup kaldım. Dönüp baktığımda masadaki servis tabakaları da dâhil ne varsa hepsi yerde ve paramparça haldeydi. Amber onların tepesinde, galibiyet kazanmış bir kumandan edasıyla ayakta dikilmiş, kollarını göğsünde bağlamış sırıtıyordu. Ne yaptığını gördünüz mü? diye söylendi yanındakilere. Bütün yemeğimi mahvetti, sakar şey. Hepsi de onaylarcasına başlarını salladı. O sırada patronum mutfak tarafından koşup geldi. Adam, yerdeki kırıkları ve etrafa saçılan yiyecek kalıntılarını görünce gözleri yuvalarından fırladı tabi. Bir kaç müşteri masum olduğumu savunmaya kalkıştı ama o, Amber ve diğerlerinden sakarlığım yüzünden özür dilemekle meşgul olduğu için duymadı tabi. Tam ağzımı açıp kendimi savunmak için bir şeyler söyleyecektim ki, bunun yararı olmayacağına karar verdim. Patronum eski kafalının tekidir ve müşterilerine - ne kadar sinir bozucu olursa olsunlar- personelinden daha çok önem verir. Çünkü müşteriler bir işletmenin geleceğini belirler. Çalışanlar ise- özellikle öğrenci grubu- gelip geçicidir. Bu yüzden Amber ve diğerlerinden yerlere kadar eğildiği bir reveransla dikkatsiz personeli adına özür diledikten sonra yemeğin parasının müesseseden olduğunu söyledi. Amber ve çetesi halinden memnun oradan ayrılmış ancak gecenin faturası bana kesilmişti." "Bir dakika, bir dakika ne? Utanmaz adam, tüm zararı sana mı ödetti yani?" Corine Madison'ın şefkat ve öfkeyle çarpılan yüzüne bakınca mahcup bir şekilde başını öne arkaya salladı. "O kız ve arkadaşları tam bir haftalığıma mâl oldu." "Ama bu haksızlık." "Bende aynı şeyi söyledim ama pek faydası olmadı." "Şimdi anlıyorum. Benden bir kaç hafta önce o parayı istediğinde aslında patronun haftalıklarınızı geciktirmemişti..." "Amber'in kırıp döktükleri yüzünden bizzat el koymuştu." diye tamamladı sözlerini Corine. Omuzları bir nefesle yükseldi. "Sana yalan söylediğim için beni affedebilecek misin bilmiyorum. Tüm bunları anlatıp senin de canını sıkmak istememiştim." "Sen asla benim canımı sıkamazsın canım." Madison uzanıp genç kızın ellerini tuttu. "Keşke bende aynı şeyi Amber için söyleyebilseydim. Ama o kız tam bir yürüyen felaket anlıyor musun? Bakışlarıyla bile bir insanı yaralamayı becerebiliyor. Yaptığı sinir bozucu hareketler gün geçtikçe çığ gibi büyümeye başladı. Bir gün dersliklerden birine girdiğimde tahtada adımın yanında Sürtük kelimesinin yazıldığını gördüm. Başka bir gün masada unuttuğum notlarım paramparça edilmişti. Bir seferinde oturduğum sıraya kocaman bir parça sakız yapıştırılmıştı. Kendimi yeniden ilkokulda gibi hissetmeye başlıyordum. Kızın davranışları komik derecede çocukçaydı. Bu yüzden onun bir embesil olduğuna karar verdim. Eğer yönetime şikâyet etseydim eminim anlattığım çocukça şakalar yüzünden bana gülerlerdi. Fakat Amber'in bana olan nefreti, onu görmezden geldikçe çoğalıyordu. Bir gün okul çıkışında karşıdan karşıya geçmek üzereyken spor arabasıyla neredeyse bana çarpıyordu." Madison içine sesli bir soluk çekerken tokat yemiş gibi sıçradı. "Ne diyorsun sen Corine?" "Eğer o sırada yoldan geçen bir çocuk tam zamanında beni kenara çekmiş olmasaydı pestile dönmüş olacaktım. Üstelik arabada yalnız da değildi. Futbol takımından biri daha vardı." Corine'in yüzü allak bullak olunca Madison hemen anladı. "Şu geçen yıl bahsettiğin takım kaptanı çocuk mu?" Genç kız başını mutsuzlukla evet anlamında salladı. "Ta kendisi. Ona olan sempatimi ne zaman keşfetti, onu nasıl ayarttı hiç bir fikrim yok ama oradaydı işte. O cadının arabasındaydı." "Ah Corine. O çocuktan çok hoşlandığını biliyordum." "Artık değil." Küskünce omuz silkti Corine. "Hem artık ne fark eder ki? Amber gibi bir gerzeği seçerek bize karakterinin nasıl olduğunu kanıtlamış oldu." "Haklı sayılırsın. Peki ya sonra ne oldu?" "Ben yerde bir yabancının üzerinde yatarken, Amber açık camdan kolunu sarkıtmış güneş gözlüklerinin ardından bana gülümsüyordu. Dikkat çekmeyecek kadar ufak bir böcek olduğum için beni göremediğini söyledi. Cümlenin başına da tiksinti dolu bir sırıtışla üzgünüm eklemeyi ihmal etmedi tabi." "Bu yaptığı şaka değil, bu, bu düpedüz cinayete teşebbüs. Onu şikâyet etmeliyiz." "Bana ne oldu gerçekten bilmiyorum ama sanırım sabır taşım oracıkta çatlayıverdi ve son hatırladığım şey beni tutan çocuğun kollarından kurtulur kurtulmaz bir anda kendimi kızın üzerine attığım oldu. Yemin ederim onu o arabanın camından nasıl çekip çıkardığımı ve yere yatırıp üzerine çıktığımı hatırlamıyorum bile. Beni üç kişinin zorla durdurabildiğini söylüyorlar. Sadece arkamdaki çocuğun sürekli olarak kulağımın dibinde sakinleş artık Kara Dul diyerek beni tutmaya çalıştığını anımsıyorum. Kendime geldiğimde nefes nefese ve yumruklarım sıkılı haldeydi. Ellerimin Amber'in kanıyla kaplı olduğunu ancak onun tırnaklanmış yüzünü görünce fark edebildim." Corine başını ellerinin arasına alıp öne doğru eğildi. "Of Maddie! Kendimi nasıl böyle bir durumun içine sokabildiğimi hiç bilmiyorum. Amber babasının beni mahvedeceğini, çünkü onun çok zengin ve tanınmış biri olduğunu söylediği anda durmam gerekirdi. Adının Harrison Gold olduğunu söylediğinde onu bırakmalıydım. Ama yapamadım. Kahretsin." Başını iki yana sallayarak kaldırdığında yaşlı gözleri Madison'ınkilerle buluştu. "O ismi söylediği anda ona daha çok vurmuş bile olabilirim. Tanrım. Sanki babamıza olan tüm kinimi, nefretimi o kızın üzerine boşalttım." "Bence Amber'e haksızlık ediyorsun. Onun da insanların nefretini kazanmak konusunda üvey babasından kalır yanı yokmuş anlaşılan." Corine'in dudaklarında beliren zayıf tebessüm Madison için dünyalara bedeldi. "Gel buraya." diyerek genç kızı yeniden kollarının arasına çekti. "O olaydan sonra Amber revire kaldırıldı, takım kaptanı da onunla birlikte gitti tabi. Eminim benim nasıl bir vahşi olduğumu öğrendikten sonra bana asla yaklaşmamaya ant içmiştir. Kırık bir diş dışında Amber'in iyileşmeyecek yaraları olmadığı söylendi fakat olay okul sınırları içinde olduğundan dekana kadar gitmişti. Komite bir karara varana kadar bölüm başkanı hakkımda uzaklaştırma kararı aldıklarını söyledi. Yüce Tanrım. Sürtüğün teki yüzünden her an eğitim şansım elimden alınabilir. Düşünsene Mad. Üstelik mezuniyetime aylar kalmışken. Bitiş çizgisine bu kadar yaklaşmışken… " Madison kardeşini kol mesafesinde tutup gözlerini kararlılıkla ona dikti. "Yüzüme bak Corine! Hemen öyle pes etmek yok, beni duydun mu? Yaptığının doğru olduğunu savunmuyorum ama eh, kız da olanları biraz hak etmiş doğrusu." "Biraz mı?" Kardeşinin sorgulayan bakışlarına gülerek karşılık verdi. "Pekâlâ, haklısın, fazlasıyla hak etmiş demek daha doğru. Hem kendin söyledin. Senin adına dilekçe veren kadın, neydi ismi?" "Bayan Kennedy." "Evet, o. Belli ki oralarda bir yerde sana hak veren birileri daha var." "Evet. Uyumlu bir öğrenci olduğum ve iyi ders notlarım sayesinde komitede adıma olumlu oy kullanacağına dair beni temin etti. Zayıf bir ihtimal ama belki o adamdan... Yani eğer babamla da konuşup komiteye benim için iyi şeyler söylemesini istersek..." Madison, "Hayır!" diyerek bu fikre hiddetle karşı çıktı. "O adama şimdiye dek hiç bir konuda ihtiyacımız olmadı Corine. Bundan sonra da olmayacak, anlaşıldı mı?" "Evet." "Güzel." Küçük kardeşinin hayal kırıklığıyla boynunu bükmesine dayanamayan Madison ses tonunu yeniden ayarladı. "O halde söyle bakalım Kara Dul. Dönüşün şerefine ne içmek istersin?" Corine'in gülümsemesi bu kez bulaşıcıydı. "Hiçbir şey. Bugün oldukça yorucu bir gündü. Hemen yatsam iyi olacak." "Tamam. O halde şimdi git ve benim yatağımda dinlen. Ben kanepede uyurum." "Bu rahatsız kanepede yatmak istediğinden emin misin? Yatağın ikimize yetecek kadar büyük sayılır." "Rahatsız bir kanepede uyumayı, huysuz bir attan sabaha kadar çifte yemeye tercih ederim." Corine ayağa kalkarken, "O kadar dağınık yatmıyorum." diye itiraz ederken sesi sertti. Öte yandan gülümsüyordu. "Tek bir şartla burada yatmana izin veririm. Kahvaltıda beni şu lezzetli donutlar yapan meşhur kafeye götüreceğine söz vermelisin. Denver'da asla o kadar iyilerini yapamıyorlar." "Anlaştık." Corine tam gitmek üzereyken, "İyi geceler öpücüğüm nerede benim?" diye seslendi arkasından Madison. Kız kardeşi geri dönerek Madison'ın yanağına sesli bir öpücük kondurdu. "İyi geceler Mad." "İyi geceler Corine." Madison ışığı söndürdükten sonra bir örtü alarak rahatsız kanepeye yerleşti. Kız kardeşinin başına bela olan kız - üstelik o kızın babalarının üvey kızı olması- yüzünden morali bozulmuştu. Harrison onları terk ettikten sonra tek çocuklu bir dulla evlenmiş, yıllar içinde o kadından iki çocuğu daha olmuştu. Corine'e söyleyememişti ama Amber denen kızın saldırganlığının asıl nedenini babalarıyla olan bağdan kaynaklandığından şüpheleniyordu. Harrison Gold ile uzun bir aradan sonra görüşmenin artık zamanı gelmişti. Yardım istemek için değil belki ama en azından üvey kızının pençelerini kız kardeşinden uzak tutmasını ondan isteyebilirdi. .... Ertesi sabah hem bel hem de baş ağrısıyla birlikte uyanmak berbat bir histi. Bütün gece bir yandan Nickholas ile evliliğinin her geçen gün nasıl bir çıkmaza girdiğini düşünürken, diğer yandan Corine için neler yapabileceğini düşünmek ve bunu yaparken kanepede dönüp durmak pekiyi bir fikir değildi anlaşılan. Baş ağrısı için Americano'nun yerini hiç bir şeyin tutamayacağın biliyordu fakat bel ağrısı için yapabileceği hiç bir şey yoktu. Üzerinden kayan örtüyü düzeltmeye çalışırken sehpanın üzerindeki telefonu o bilindik melodiyle titremeye başlayınca Madison inleyerek örtüyü tepesine kadar çekti. Pazar sabahının daha kötü geçmesi için hiç bir şey B.B. ile boy ölçüşemezdi. Sonunda pes edip telefonu açtı. "Günaydın Bayan Brooklyn." "Duyduklarım doğru mu?" Madison bir anda telaşa kapıldığını belli etmemeye çalıştı. "Ne-Ne duydunuz?" Olamaz! Yoksa her şeyi öğrendi mi? "Barbara ile Nick." "Barbara ile Nick mi?" "Söylediklerimi tekrarlamayı kes Madison. Barbara ve Nick şu anda beraberler." Madison oturduğu yerde dikleşirken ağzı bir balık gibi açılıp kapandı. "Şu an her ne iş yapıyorsan hemen bırakıp malikâneye gitmeni istiyorum senden." "Aslına bakarsanız henüz yataktan çıkmamıştım. Sabahın bu saatinde ta Malibu'ya gelmemi mi istiyorsunuz?" "Malibu mu? Beverly Hills'den bahsediyorum ben. Nickholas'ın oturduğu evden. Aklın nerede senin?" "Sanırım hâlâ gördüğüm kötü kâbusta." Veya içine düştüğü. Barbara ve Nick mi? Midesi birden düğüm düğüm oldu. "Saat, birçoğumuz için o kadar da erken sayılmaz." Madison göz ucuyla duvar saatine baktı. "Haklısınız. Yedi on beş birçok kişiye göre geç bile sayılabilir. Eğer bugün günlerden pazar olmasaydı tabi." "Kes sızlanmayı Madison. Seninle anlaşmamızda gün ve saat programı yaptığımızı hatırlamıyorum. Bana esnek çalışma saatlerine alışkın olduğunu söylemiştin. Yoksa yanılıyor muyum?" "Haklısınız Bayan Brooklyn. Konunun ne olduğunu artık öğrenebilir miyim?" "Her neyse. Bu sabah neşemi sen bile bozamayacaksın. Dün akşam yaptığın şey başta hoşuma gitmemişti ama belli ki niyetin farklıymış. Ve bu, gerçekten iyi bir hamleydi Madison." "Hangi hamlemden bahsediyoruz burada?" "Barbara'yı Nickholas'ın evine bırakmandan bahsediyorum elbette." "Bir yanlışlık olmalı, ben Bayan Collen'ı oteline bırakmıştım." "Yanlışlık yok. Barbara şu anda Nick'in evinde." Madison kanepede hızla doğrulup oturdu. Biri bir kova dolusu buzlu suyu başından aşağı dökse ancak bu kadar ürperebilirdi. "Şimdi kulaklarını aç ve beni iyi dinle. Sen sebep ol ya da olma Barbara bir şekilde o evde. Ve anlaşılan gazetecilerin bundan haberi olmuş. Şu an oğlumun kapısının önüne kamp kurmuş bir basın ordusu var." Demek Barbara Nickholas'ın yanındaydı. Bütün gece. "Benden ne istediğinizi hâlâ anlayamadım." dedi donuk bir sesle. "Anlayabilmen için daha açık olayım öyleyse. Senden Nickholas'ın evine gitmeni ve durumu kontrol altına almanı istiyorum. Nick ve Barbara gerekirse bir süre daha kendilerini eve kapatsın veya el ele kameraların karşısına çıkıp aşklarını ilan etsinler umurumda değil. Durumu bizim lehimize çevirecek her şey için sana sonuna kadar izin veriyorum. İnsanlar Barbara ve Nick'in yeniden bir araya geldiklerini düşünmeli. Ama bir araya gelmelerinin nedeninin yalnızca film olduğu bilinmemeli, beni anladın mı?" Madison'ın, "Evet." derken telefonu tutan elleri titredi. "Gayet iyi anladım. Peki, neden bunu bizim yerimize Nickholas'ın basın danışmanı halletmiyor? Veya Barbara'nınki." "Çünkü kızı bu işin içine girmeye ben ikna ettim. Ve ona arkasında olup tam desteğimi vereceğime söz verdim. Ayrıca Nick'in basın danışmanının işine an itibariyle son verdim. Bundan böyle bu görev senin." "Ama ben." "İtiraz istemiyorum Madison. Zaten bize pek faydası dokunmuyordu. Ben Barbara ile konuştum. Ortalığın bu kadar karışacağını düşünememiş fakat alacağımız her kararın arkasında olacağını söyledi." Elbette düşünememiştir, diye geçirdi içinden Madison. Daha çok işine gelmiştir hatta. "Daha fazla oyalanma da git artık. Ve bana güzel haberlerle dön." "Hı hı." "Unutma. Gelişmeleri haber akışından takip edeceğim. Bu arada şu ismi lazım değil çocuk hâlâ oğlumun evinde mi kalıyor, bilmek istiyorum." "Troy mu?" "Kim olduğunu biliyorsun işte." "Bir kaç gün önce şehir dışına çıktığını duymuştum. Döndü mü bilmiyorum." "İyi. Umarım bir daha asla dönmez. Tamamen yalnız olmaları iyi olmuş." Romano’nun hâlâ o evde çalıştığını hatırlatmak gereği görmedi Madison. Bianca'nın kendi kendine homurdandığını bildiğinden sessiz kalmayı tercih etti. Zaten hâlâ şok içindeydi. Barbara'yı kendi elleriyle oteline bırakmamış mıydı? Hangi ara geri dönmüş olabilirdi? Belki de onu Nick davet etmişti. Hayır, hayır! Başını hızla iki yana salladı. Nick asla öyle bir şey yapmazdı. Kadın onun arkasından bir taksiye binerek Nickholas'a gitmiş olmalıydı. Başka türlüsü olamazdı. B.B. bir kaç sıkı tembihten sonra telefonu yine bir hoş çakal bile demeden yüzüne kapatınca Madison hazırlanmak için odasına koştu. Corine duştan yeni çıkmıştı. "Bir yere mi gidiyorsun?" "Evet. Şey. Biraz işim çıktı." "Pazar sabahı erkenden mi? Kahvaltı etmeyecek misin?" Madison'ın hareketleri mekanikti. Blucinini kalçalarından yukarı çekecekken, "Üzgünüm." dedi. "Aç değilim." "Telefonla konuştuğun kimdi?" "Bayan Becerici." "Kim?" "Bayan Brooklyn'di. An itibariyle Nickholas Andersson'ın yeni basın danışmanı olduğumu ilan etti. Yine bir pisliğini temizlememi istiyor benden." Siyah, kolsuz sade bir tişörtü kafasından geçirirken, kız kardeşi birden yatağın üstüne zıplayıp çığlık atmaya bağırmaya başladı. "Nickholas Andersson mı dedin az önce sen? Aman Tanrım. Seninle geliyorum." "Hayır gelmiyorsun." "Gena ve Drake erkenden çıkmışlar. Daha yeni geldim ve beni şimdiden evde bir başıma mı bırakacaksın?" Gena ve Drake bu saatte nereye gitmiş olabilirlerdi ki? Üstelik haber bile vermeden. İşte bu garipti. Neyse. Onlarla daha sonra hesaplaşacaktı. "İyi. Çabuk hazırlan o halde. Fazla vaktimiz yok." Madison kafa karışıklığıyla saçlarını toplarken Corine çoktan valizindeki en sevdiği elbiseyi seçmişti. ..... Bianca haklıydı. Nickholas'ın evinin önünde dev bir gazeteci ordusu vardı. Güvenlikten Sammie onlarla baş edemeyince destek istemiş, iki iri yarı korumayı ana kapıya dikmişti. Tanımadığı bir kaç üniformalı adam ise girişteydi. Madison arabayla içeri girmeyeceğini anlayınca, yolun biraz aşağısına park etmek zorunda kaldı. Bir kaç hantal kanal minibüsü yolu tıkamıştı. Kameramanlar ve ellerindeki mikrofonlarla hazır halde bekleyen muhabirler evden bir kişinin bile kafasını dışarı uzattığı takdirde onu kapacakmış gibi hazırda bekliyorlardı. Madison kalabalığı yararak ilerlemeye çalışırken Corine hemen arkasındaydı. "Geri çekilin! Geri çekilin lütfen! Müsaade edin." Yerlerini terk etmek istemeyen kalabalıktan rahatsız homurtular yükseliyordu. Madison onları duymazdan geldi. "Hey Sam! Benim Madison. Geçmemize izin verin." "Hemen Maddie. Çocuklar Bayan Goldberg'e yolu açın." Kapıyı cüsseleriyle kaplayan korumalar kenara çekilince Madison ve Corine zorlukla o tarafa doğru yöneldi. İnsanlar bu kez de onların kim olduklarını merak etmeye başlamıştı. "İzin verin geçeyim." "Barbara Collen'ın burada olduğuna dair bir duyum aldık. Aralarında yeniden bir aşk mı başlıyor acaba?" "Bay Andersson veya Bayan Collen durumla ilgili bir açıklama yapacak mı?" "Biri bir açıklama yapsın. Daha ne kadar bekleyeceğiz." Madison kalabalığın önüne geçip kapının önünde durdu. "Durumun doğruluğunu teyit ettikten sonra size gerekli açıklama yapılacaktır arkadaşlar. Lütfen şimdi izin verin." "Peki, siz kimsiniz?" diye bir soru sordu biri. "Ben Bay Andersson'ın yeni basın danışmanıyım. Biraz sonra her kanalın temsilcilerinden oluşan ufak bir grubu ön bahçede toplanması için çağıracağız. Düzenlemeleri halledebilmem için bana biraz zaman verin lütfen." "Bir dakika. Kenara çekilin! " Aradan sıyrılan ufak tefek bir kadın Madison'ın karşısına dikildi. Yüzü tanıdıktı ama Madison o anda kim olduğunu çıkaramadı. "Ben Kanal 9'un muhabiri Daisy Landon. Bay Andersson ile daha sonra özel bir röportaj yapmak istiyorum. İsmimi verirseniz eminim beni hatırlayıp kabul edecektir." Nickholas'ı bilmiyordu ama Madison kadını hatırlamıştı. Güzel bir kadındı. Ayrıca kendinden emin duruşu ve küstah gülüşü de ona en az üzerindeki pahalı takımı kadar yakışıyordu. Madison arkasını dönmeden önce," Elbette Bayan London." dedi. “Sizin için boş bir tuvalet ayarlamaya çalışırım." "Tuvalet mi?" Madison manidar gülümsemesini görmesi için kadınla yüz yüze geldiğinde Daisy resmen şok geçirmiş haldeydi. "Tuvalet mi dedim? Af edersiniz. Zaman. Zaman demek istemiştim." Daisy denen kadının yüzü, şimdi kırmızının bin bir tonuna bürünmüştü. Onu taş kesilmiş halde ardında bırakan Madison Corine'i de alarak kapılardan içeri girdi. "Orada ne oldu az önce?" "Hiçbir şey." "O yüzden mi kadının yüzü Meksika biberi yemiş gibi bir anda mora döndü." "Sana öyle gelmiş. Sıcak yüzündendir." "Eminim öyledir." Corine daha fazla üstelemedi. Ablasının anlatmak istemediği bir şey olduğunu fark etmişti. Onun yerine tüm ilgisini içeri girdikleri büyük malikâneye vermeyi tercih etti. "Sen burada bekle. Birazdan dönerim." Corine arkasından, "Hiç merak etme. Uslu duracağıma söz veriyorum." diye seslendiğinde, Madison çoktan üst katın merdivenlerini tırmanmaya başlamıştı bile. Onları nerede bulacağını bilmiyordu. Bakmak için aklına ilk gelen yerin Nickholas'ın yatak odası olmasından da nefret ediyordu. Ama buradaydı işte. Kapının önünde. Ve eli kapı tokmağına uzanırken bile titremesi kesilmiyordu. Kapıyı çalmalı mıydı? Yoksa diğerlerinde olduğu gibi içeri bir anda mı dalmalıydı? Madison kararsızdı. Eğer kapıyı çalarsa ve içeridelerse onlara ne söyleyecekti. Oraya seks yapıp yapmadıklarını kontrol etmek için geldiğini mi? Hem hangi hakla? Kafasındaki tüm sorulardan kurtulmak için başını iki yana sallayarak kapı tokmağına uzandı. Yavaşça çevirip açarken içeriden ses gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Ses yoktu. Madison araladığı kapıdan içeri girdi. Nickholas'a ait eşyalarla sade bir şekilde lacivert tonlarında döşenmiş oda gördüğü kadarıyla boştu. Köşeyi dönüp nedense yatağı da görmek istiyordu. Örtüsünün bozulmadığını görünce içindeki küçük kız resmen dans etmek istedi. Madison biraz daha ilerledi. Peki, yatak sonradan düzeltilmiş olamaz mıydı? Sabahın bu saatinde mi? diye cevapladı kendi sorusunu. İçinin bir parça rahatladığını görmezden gelerek banyo kapısına yöneldi. İçeriden su sesi gelmiyordu. Bu da ona Vegas'taki gibi bir manzarayla karşı karşıya kalmayacağının işaretiydi. Kapıyı araladı ve ıslak olmayan duşa kabin ile kullanılmamış havluların görüntüsü tuttuğunu bile fark etmediği soluğunu salıvermesine sebep oldu. Tanrım, neden bu kadar gerildiğini anlayamamıştı. Nickholas'ın bir kadınla ilk yatışı olmayacaktı ya bu. Bu sefer neden farklıydı. Sahiplenici yanı, kocan olduğu için diyordu. Ama içten içe bundan çok daha fazlası olduğunu hissediyordu. Şükürler olsun ki burada değillerdi. Daha fazla orada kalmanın bir anlamı yoktu. Tam geri dönmek üzereyken kitaplığın arasına sıkıştırılmış karton kahve bardağı dikkatini çekti. Belki de bu sabah kahvesini içemediği içindi. Ama hayır, daha çok Madison'ın içtiği markanın kutusu olduğu içindi bu. Biraz daha yaklaşınca üzerinde kendi isminin yazdığını görüp şaşırdı. Bu bardak, Nickholas'ın tuvalette ondan çaldığı kahveye aitti. Madison o zamanlar nasıl öfkelendiğini gayet iyi hatırlıyordu. Şimdi ise, içi aptalca bir mutlulukla dolmuştu. Sırıtışını bir an evvel yüzünden silip odadan dışarı çıkmalı ve evin diğer odalarında ikiliyi aramalıydı. Bu kez tercihen daha az mahrem olan yerleri elbette. Ve sonunda çalışma odasının önünden geçerken içeriden sesler geldiğini işitti. "Ben... Ben bunu yapamam." diyordu kadın. "Hiç bir şey değişmemiş gibi davranamam." "Lütfen!" diye acıklı bir sesle yalvarıyordu adam. "Hatalı olduğumu biliyorum ve senden son bir şans istiyorum. Bu güzel tesadüfü bu şekilde heba edemeyiz. Sana neden böyle davranmak zorunda kaldığımı açıklayacağım. Sadece beni dinle sevgilim." Madison'ın dudakları şaşkınlıkla aralandı. İçeriden gelen sesler tanıdıktı ama konuşmalar kulağını kesen kırık cam parçaları gibi canını acıttı. "Artık sana nasıl güvenebilirim bilmiyorum. Bu... bu çok zor." "Hiç bir anlamı yoktu." diye ciddiyetle devam etti Nickholas. "Sana yemin ederim. Bir oyundu sadece. Üstelik hatırlanmayacak bile." Madison'ın giderek yavaşlayan nabzı, nefes bile alamaması, ayakta durmasını zorlaştırdı. Bu konuşmanın Barbara ve Nick arasında geçtiğini anlamıştı, anlayamadığı konunun ne olduğuydu. Yoksa? İçindeki kötü bir his kendisi olduğunu söylüyordu ama Madison inanmayı reddediyordu. Ne yapacağını bilemeyerek iki eliyle kapı pervazına tutundu. Bir şekilde o kapıyı çalmak zorundaydı fakat elleri öyle sertleşmişti ki, resmen iki kaya parçası gibiydi. Kaslarını yumuşatmak içim yumruklarını bir kaç defa açıp kapatmayı denedi. Ve sonunda kapıyı çaldı. Nick'in bariton sesi, "Gel." diyerek ona ulaşınca Madison bir hamlede kapıyı açtı ve gördüklerine inanamadı. Nickholas üzerinde beyaz bir tişört ve kot pantolonla çalışma masasının arkasındaki sandalyede bacak bacak üstüne atmış rahat bir pozisyonda oturuyordu. Hemen karşısındaki sandalyede aynı rahatlıkla Barbara duruyordu. İkisinin ellerinde de bir deste kâğıt vardı ve onu gördüklerine şaşırmış görünüyorlardı. "Maddie. Bu ne sürpriz." Nickholas mavi gözlerine ulaşan bir gülümsemeyle ayağa kalkarken Barbara'nın omuzları gerildi. "Geleceğini bilmiyordum." diyerek elindeki kâğıtları masaya fırlattı Nick. "Bende Bayan Collen'ın buraya geleceğini bilmiyordum." dedi Madison kadına bakarak. "Yoksa oteline bırakmak için bu kadar aceleci davranmazdım." Barbara'nın kendinden emin duruşu bozulur gibi oldu. Yüzüne daha samimi bir tebessüm yerleştirmeye çalışırken nedense acemi bir oyuncuya benziyordu. "Ben... Senaryoyla ilgili kafama takılan bazı şeyler hakkında Nick ile karşılıklı konuşmanın daha iyi olacağına karar verdim." "Evet." diye araya girdi Nick. "Bizde az önce haftaya çekilecek bölümlerin üzerinden geçiyorduk." Madison o anda iki şey hissetti. Biri duyduğu seslerin senaryo metni olduklarına dair olan rahatlama, diğeri ise Nickholas'ın ona olan yoğun bakışlarının etkisiyle hissettiği güçlü kalp çarpıntısı. "Ve o kadar acildi ki anlaşılan bunun için sabahı bile bekleyemediniz." Bu sözler istemediği kadar sert çıkmıştı ağzından. "Ne demek şimdi bu?" Barbara hiddetle yerinden doğruldu. "Bu ne saçmalık. Nick?" Nick ikisine de bakmıyor, burnundaki bir noktayı kaşıyordu... Gülüyor muydu o? "Saçmalık nedir biliyor musunuz Bayan Collen. Tartışmalı bir şekilde ayrıldığınız eski sevgilinizle aynı filmde oynamayı kabul ettikten sonra, gecenin bir yarısı basını da peşine takarak onun evine geri gelmek. Üstelik bir ordu dolusu insan kapınızı kırmak üzereyken siz burada karşılıklı oturmuş senaryo çalışıyorsunuz." "Bu seni hiç ilgilendirmez." "Eğer tatil sabahı uyuyacağım uykuyu engelliyorsa bal gibi ilgilendirir. Ayrıca ben Nick'in..." Nick bir an başını kaldırıp onunla göz göze geldi. Madison o an gerçeği söylemeye ne kadar yaklaştığını fark ederek yeniden sessizliğe gömüldü. Fakat kadının o kadar kolay pes etmeye niyeti yoktu. "Sen Nick'in ne?" Madison kocaman bir lokmayı yutar gibi yutkunurken gözlerini Nick'den ayıramadı. "Ben Nickholas'ın yeni basın danışmanıyım." diyebildi sonunda. "Bu sabah itibariyle." Nick'in gözleri hayal kırıklığıyla gölgelenirken Madison gözyaşlarını bastırmaya çalışarak çenesini kaldırdı. "Şimdi gidip dışarıdaki topluluğa bir açıklama yapmanız bekleniyor. Eğer aranızda yeni başlayan bir şeylerin haberini vermeyi düşünmüyorsanız bunun için tam sırası." "Aramızda hiç bir şey yok." dedi sertçe Nick. "Ve sanırım gerçekten bir şeyler olmasını beklemek saçmalıkmış." Barbara homurdanarak odadan çıkıp gittiğinde Nick ve Madison hâlâ yüz yüzelerdi. "Biliyor musun tahmin ettiğim kadar cesur değilmişsin." "Yapma lütfen Nick." "Ne zaman gerçeklerle karşılaşacak olsan kaçacak delik arıyorsun." "Aramızdaki şey o kadar da gerçek sayılmaz." "Biz evlendik lanet olası." Nick aniden sesini yükseltmeye başladı. "O geceye dair hiç bir şey hatırlamıyorum." "Yine de bu gerçeği değiştirmez. Sen benim karımsın." "Benim için değiştirir. Seninle, bu evlilikle ne yapacağımı hâlâ bilemiyorken karınmış gibi davranmamı bekleme benden." "O halde izin ver sana yardım edeyim." Genç adam şimdi yalvarır gibiydi. Bir avucunu kaldırıp Madison'ın yanağına yasladı. "İzin ver sana o gece olan her şeyi yeniden yaşatayım." "Ben..." Madison bir adım geri adım atınca Nickholas'ın eli boşluğa kaydı. "Ben bunu yapamam." Nickholas'ın bakışları buz gibi sertleşti. Yüzü karanlık bir hal aldı. "O halde neden buraya geldin?" "Çünkü annen böyle..." "Bana yalan söylemekten vazgeç artık Madison. Bu kapıdan girerken yüzünün şeklinden n kadar zamandır o kapının önünde olduğunu anlamak zor değildi." "Ne saçmalıyorsun sen?" "Bir kere olsun dürüst olmanı istiyorum senden. Beni Barbara'dan kıskandığını kabul et. Ve kocan olduğumu." Madison hiç de inandırıcı olmayan bir kahkaha attı. "Sen aklını kaçırmışsın." "Bence asıl senin aklın başında değil. Üstelik de berbat bir yalancısın." "Yalan söylemiyorum. Seni kıskanmadım." "Demek öyle." Nick'in bakışları tehlikeli bir hâl aldı. Madison korkması gerektiğinin farkındaydı ama aptal gururu yüzünden geri adım atmadı. "Evet." "O halde Barbara ile bir birlikteliğim olsa seni rahatsız etmeyecektir." "Ne? Ben. Elbette hayır." "Görelim bakalım." Nick bu sözlerin ardından odadan fırtına gibi çıkınca Madison vakit kaybetmeden arkasından gitti. Bir yanı bir delilik yapmadan evvel adamı durdurmak isterken diğer yanı belki de doğru olanın bu olduğunu söylüyordu. Onlar birbirlerine göre değildi. Bu ilişki en başından sağlıksızdı. Bahçe kapılarına yaklaştığında Nickholas'ın Barbara ile el ele tutuşmuş muhabirlerin karşısında görünce, göğsünde bir daralma hissetti. Tanrım, yanılıyor olabilir miydi? Bu adamı sandığından daha fazla önemsiyor olabilir miydi? "Değerli basın mensupları..." diye başladı Nick. Kalabalık çılgınca alkışlamaya başladığında gözleri bir anlığına Madison'ınkileri buldu. "...sizi bu kadar beklettiğimiz için üzgünüm. Hepinize açıklamaktan mutluluk duyacağınız bir haberimiz var..." Madison daha fazla dinlemeye dayanamayacaktı. Kalbi güm güm atarken gözlerini sıkıca yumdu ve felaket treninin ona çarpmasın bekledi. "Neler oluyor burada Mad." Corine yaklaşıp elini şefkatle omzuna koydu. "Sen, iyi misin?" İyi değildi. Kulakları uğulduyordu. Bütün hücreleriyle Nickholas'ın konuşmasındaki tek bir kelimeyi bile duymayı reddediyordu. Gözlerini yeniden açtığında açıklık alanda yeni bir alkış dalgası kopmuştu. Flaşlar patlıyor, sorular ardı arkası kesilmeden yağmaya devam ediyordu. "Peki film ne zaman vizyona girecek?" diye sordu biri. "Tarih belli mi?" "Hayır." dedi Nick. "Henüz belli değil. Emin olun açıklanınca önce sizlerin haberi olacak. Bayan Collen ile aramızda iş dışında herhangi bir ilişki olmadığını öğrendiğinize göre şimdi lütfen artık burayı boşaltın." Uğultu daha da artmaya başlamıştı. Fakat gazeteciler Nickholas'ı dinlemiş, gruplar halinde dağılmaya devam etmişlerdi. Nick geri döndüğünde yoğun bakışları Madison'ın üzerindeydi. Burnunun dibine kadar girip onunla göz göze geldiğinde Madison nefes almayı kesmişti. "Bir daha," dedi Nick yalnızca ikisinin duyabileceği bir sesle. "Bana meydan okurken dikkatli ol karıcığım." Genç kadın gözlerini kırpıştırdı. Şu anda adamı tokatlamakla çekip öpmek arasında kalmıştı. İkisini de yapamayacağından başını bir kez salladı. "Burada neler oluyor millet." Bu Troy'un sesiydi. Omzunda bir sırt çantasıyla bahçe kapısında dikilmiş sırıtıyordu. "Şu hale bakın, ben uçakla sekiz bin mil yol teperken, üzerine bir uçak yolculuğu daha çekerken siz benden habersiz burada parti veriyorsunuz ha! Neden hiç kimse konuşmuyor? Nick? Madison? Hey bir dakika, sen..." dedi hayretle yanlarına yaklaşan genç adam. "...peki, senin burada ne işin var Kara Dul?"
|
0% |