Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@sagetaylors

"Şu kısmın biraz daha düzleşmesi gerekiyor sanki."

Madison fön makinesini Corine'in gösterdiği yere tuttu.

"Böyle daha iyi mi?"

"Evet, daha iyi. Teşekkürler."

"Dün seninle pek konuşma fırsatımız olmadı Corine. Bana Troy ile aranızda neler geçtiğini anlatmayacak mısın?"

"Dün demişken, sana dün harika bir iş çıkardığını söylemiş miydim? Magazincilerle başa çıkışını televizyondan tekrar tekrar izledim. Resmen dehşet içindeyim Mad. Muhabirleri afallattın. Özellikle şu kendini beğenmiş olan kadın, neydi adı? Daisy mi? Kadın resmen neye uğradığını şaşırdı. Neden bilmiyorum ama bana onu güzelce bir paylamışsın gibi bir his var içimde. Günün birinde iyi bir muhabir olursam bana hatırlat da seninle pek dalaşmayayım. "

"Bırak şimdi Daisy'i. Bana Troy'dan bahset."

Kız kardeşi nefesini sesli bir şekilde dışarı üfledi.

"Anlatacak pek bir şey yok aslında. Amber beni ezmeye kalkıştığı sırada oradaydı ve beni ezilmekten kurtardı."

"Üzerine atlayarak mı?"

"Hayır. Daha çok ben onun üstündeydim sanırım, ama halinden şikâyetçi görünmüyordu."

"Eminim öyledir."

"Efendim?"

"Hepsi bu kadar mı?"

"Başka ne olabilir ki?"

Madison aynada genç kızla göz göze geldi. Corine hafiften kızarmış gibiydi.

"Bir de bana şey dedi."

"Ne?"

"Of Maddie. Sadece bana güzel olduğumu söyledi."

"Hiç bir fırsatı kaçırmayacağını bilmeliydim. Nedense daha fazlası olduğuna dair kötü bir his var içimde."

"Asla peşini bırakmayacaksın değil mi? Evet bana güzel olduğumu söyledi. Hatta göğüslerimin de gözlerim kadar güzel olduğunu ve onların altında seve seve can verebileceğini. O çatlak kız kesinlikle kıskandığı için beni ezmeye kalkışmış."

"Ah." Madison elindeki tarak ve fırçayı bir kenara fırlattı. "Tipik Troy işte. Yalnızca Troy bir kadının gözleri yerine göğüslerinin güzel olduğunu söyleyebilir. Veya her ikisini birden."

"Ona teşekkür ettim. Beni kurtarmaya çalışırken yaralanmıştı. Kolunda ve dirseklerinde ufak tefek sıyrıklar vardı."

"Çok yazık."

"Zavallıcığın şefkate ihtiyacı vardı."

"Eminim senden ona bakıcılık yapmanı istemiştir. Yarasını pansuman etmeni filan."

"Hayır. Yani teklif ettim ama başta istemedi. Bana önemi olmadığını ve uğruna ölünebilecek kadınlardan biri olduğumu söyledi. Bu kısmı abarttığını biliyorum ama..."

"Sadece o kısmı mı? Yüce Tanrım. Bana sakın etkilendiğini söyleme."

Kız kardeşi üzerine geçirdiği ipek bluzunun düğmelerini iliklerken bakışlarını hızla kaçırdı.

"Corine?"

"Ne? Ama söylerken gerçekten çok şekerdi. Hem neden bu kadar tepki veriyorsun anlamıyorum. Baksana, sen onunla benden daha önce tanışmışsın."

"Sorun da bu ya zaten. Onu senden çok daha önce ve çok iyi tanıdım."

"Arkadaş olduğunuzu söylemiştin."

"Daha çok Nickholas'ın arkadaşı ama evet benim de arkadaşım sayılır."

"Sorun ne öyleyse?"

"Sorun onun uslanmaz bir çapkın olduğu. Sorun onun tıpkı arkadaşı gibi havada uçan dişi sineğin peşinden gidebilmek için kendine kanat takıp uçabilecek kadar gözü kara biri olduğu. Ve anlaşılan şimdi de gözünü kardeşime dikmiş. Gülme."

Kız kardeşi kıkırdıyordu.

"Elimde değil. Daha önce elime erkek eli değmemiş bir bakireymişim gibi davranıyorsun. Hatırlatırım. Bekâretimi kaybettiğimde on yedi yaşındaydım."

"Diğerleri umurumda değil. Troy onlardan biri değil ve ben yaşadığım müddetçe kardeşimin kalbini kırmasına asla izin vermeyeceğim."

"Maddie." Corine yaklaşıp kollarını Madison'ın boynuna sıkıca doladı. "Aşırı korumacı davranıyorsun. Hiç kimse ama hiç kimse kalbimi kıramayacak merak etme. Troy yalnızca benimle masumca flört ediyordu."

"Troy ve masumluk? Bilmiyorum Corine." Madison başını iki yana salladı. "Onu gibi adamlar nefes alan ve vajinası olan herkesle flört ederler. Tek niyeti senin bacaklarının arasına girmek inan bana."

"Bunda ne kötülük var?"

"Tanrım..."

Madison öfkeden köpürdüğü sırada kapı çalınca sözleri yarım kaldı.

"Gena geldiği için dua et ama bu konuşma burada bitmedi küçük hanım." dedi kapıyı açmaya giderken. "O adama karşı dikkatli olacaksın. Ben seni her önüne gelene kolayca bacaklarını açabilen bir kadın olarak yetiştirmedim anlıyor musun? Çapkın erkeklerin bir kadının vajinası için ne türden numaralar çevirebileceğini bilsen şaşardın." Madison hızla kapıyı açarken söylenmeye devam ediyordu.

"Neden bu kadar geciktin?"

Kapıda elinde kahve bardağıyla şaşkın bir halde dikilen Nick'i görünce Madison'ın ağzı bir karış açık kaldı.

"Üzgünüm, beni beklediğini bilseydim daha erken gelirdim."

"Nick?"

"Selam." dedi Nick, yüzünde o yıldızlara özgü yaramaz gülümsemesiyle. "Bir şeyi bölmüyorum ya." Hızla içeriye bir göz attı. "Ben mi yanlış duydum yoksa sen az önce çapkın erkekler ve vajinalarla ilgili mi bahsediyordun?"

Madison hızla gözlerini devirdi. "Troy'dan bahsediyordum, sen üzerine alınma."

"Ah." Nick ahlaksızca sırıttı ve Madison lanet nabzının hızlanmasına engel olamadı.

Adam giydiği şort /etek ve boyundan bağcıklı çiçekli bluzu tepeden tırnağa incelerken Madison da aynısını yapmaya başladı.

Nick'in üzerinde düşük belli yıpranmış bir kot, bir gram yağ olmayan vücudunda hayal gücüne yer bırakmayan dar, beyaz, kısa kollu bir tişört ile kötü çocuk imajını tamamlayan güneş gözlükleri takmıştı. Gölgeli saçlarının uçları beysbol şapkasının kenarından dışarı taşmıştı.

Adam kolundaki pahalı saat koleksiyonundan birine bakarak,

"Bende saatin erken olduğunu düşünmüştüm." dedi. "Ama görünüşe göre seni tam zamanında yakalamışım. Bir yere mi gidiyordun?"

"Evet. Akşam yemeği." dedi. Nick'in suratı asılıp, kaşları merakla havaya kalkınca da, "kızlarla." diye ekleme ihtiyacı hissetti. Ve anında böyle hissettiği için kendinden nefret etti. Neden ona açıklama yapmak zorundaydı ki?

Nickholas anlayışla gülümsedi.

"Yetişemedim desene. Seni yemeğe ben çıkarmak istiyordum. Önceden haber vermem gerekirdi."

"Yemek mi?"

"Bilirsin. Şu yeni basın danışmanlığı işini kutlamak için."

"Ah." Madison elini havada umursamazca salladı. "Kutlamaya değer bir şey olduğunu düşünmemiştim."

"Kalbimi kırıyorsun." dedi Nick, hiç de öyle bir hali yokken abartarak.

"Özür dilerim. Öyle demek istemedim."

"Seni affedebilirim. Tabi eğer gideceğiniz yere kadar sizi bırakmama izin verirsen."

"Buna hiç gerek yok, arabam var."

"Olmadığını söylemedim. Yalnızca buraya kadar gelmişken bir işe yaramak istedim."

Nick ısrarla bakmaya devam edince, "Aslında düşündüm de," dedi Madison. "içki içeceğimiz için sanırım dönüşte taksiye binsek daha iyi olur."

"Harika. Ve dönüşte eğer isterseniz sizi yine bırakabilirim."

"Bunu gerçekten yapmak istediğine emin misin?"

"Neyi? Seninle vakit geçirmeyi mi?"

"Üç sarhoş kadının şoförlüğünü yapmayı."

"Zevkle." dedi Nick. Madison hangi soruya cevap verdiğini sormak istedi.

Nick geniş omuzlarından birini silkince bakışlarını adamın şişkin pazılarından elindeki ekstra boy kahve bardağına çevirmek zorunda kaldı. Adam elinde cennetten bir avuç altın tozuyla gelmiş olsaydı bundan daha mutlu olamazdı herhâlde.

"O kahve bana mı?"

"Aslında kendine almıştım ama içmek istiyorsan neden olmasın."

Madison hafifçe gülümsedi. "Hayır, teşekkürler."

"Kim geldi Mad?"

Corine Nickholas'ı görür görmez bir çığlık attı.

"Yüce Tanrım. Nickholas gelmiş." Genç kızın gözleri birden koskocaman açıldı. "Nickholas Andersson bizim evimizde mi? Bu inanılır gibi değil."

"Abartma Corine. Daha dün onun evindeydin." ve telefonundan adamın yüzlerce resmini çekmişti.

"Ne olmuş. Bu farklı ama."

Genç kız hareketli ve kıpır kıpırdı. Nick yerinde duramayan hayranlarına yaptığı türden saygılı bir gülümsemeyle kızla nazikçe tokalaşırken, Madison fırsattan istifade elindeki bardağı kapıp kahveden çaktırmadan bir yudum aldı. Tanrım, tadı tıpkı istediği gibiydi.

"Dün pek tanışma fırsatımız olmadı sanırım." dedi Nick. Kahvesine yapılan saldırıyı görmezden gelerek. "Corine'di değil mi?"

"İsim hafızan gerçekten müthişmiş." dedi genç kız. "Tıpkı diğer her şeyin gibi." derken dirseğiyle ablasını dürttü.

Madison sertçe öksürdü.

"Sahi mi?" Nick şaşırmış gibi yaptı.

"Maddie sana senin bir numaralı hayranın olduğumdan bahsetmedi mi?" Göz ucuyla ablasına ters bir bakış attı. "Elbette bahsetmedi. Bütün filmlerini daha vizyona girer girmez ilk günden izledim ve hepsine evet hepsine internetten bulabildiğim bütün sitelerden oy verdim."

"Çok tatlısın. Ve artık şimdi beni de senin bir numaralı hayranın yaptın."

Corine ablasına dönüp, Nick görmeden dudaklarını oynatarak, "Çok tatlı." deyince Madison gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Kahve yüzünden hâlâ boğazı acıyordu.

"Adamı rahat bırak Corine. Yoksa yemekten sonraki tatlıya elveda diyeceksin."

"Hâlâ küçük bir kızmışım gibi bana ceza verebileceğini zannediyor." dedi Corine.

Kız aniden bir ciyaktı koparınca Nick afalladı.

"Az önce popomu mu sıktın sen?"

Madison hiç oralı olmamıştı. "Nick bize restorana kadar eşlik etmek istiyor tatlım. Hâlâ yemeğe gitmek için bir şansın varken git de hazırlan istersen."

"Off pekâlâ. Seni tanıdığıma gerçekten sevindim Nick. Sana Nick diyebilirim değil mi? Ve umarım tekrar gelirsin."

Nick, "Evet diyebilirsin. Bunun için elimden geleni yaparım." deyince genç kız acayip sesler çıkarak yanlarından uzaklaştı.

"Seni aşağıda bekliyoruz." diye seslendi peşinden Madison.

Sonra da çantasını alarak Nick ile birlikte merdivenlerden aşağı inmeye başladı.

"Troy ile Corine'in Denver'da tanışmış olmaları sürpriz oldu."

"Evet, kötü bir sürpriz."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Ne düşüneceğimi açıkçası hiç bilmiyorum Nick. Sen Troy'un ailesini ziyarete gittiğini söylememiş miydin?"

"Evet."

"Ailesinin Avustralya'da yaşadığını zannediyorum."

"Babası orada. Annesi. Şey annesi uzun zaman önce Amerika'ya taşındı. Denver'da bir hastanede çalışıyor."

"Ayrı olduklarını bilmiyordum."

"Bilmediğin çok şey var." dedi Nick. "Her neyse. Seni rahatsız eden nedir?"

"Neden öyle söyledin?"

"Çünkü bir şeyin seni rahatsız ettiğini görebiliyorum. Anlatmak ister misin?"

"Sadece Troy'un Corine'in etrafında dolaşmasından pek hoşlanmıyorum diyelim."

"Bana çatlak bir kız yüzünden neredeyse ölümle burun buruna kaldığı bir anda onu ezilmekten son anda kurtardığını söylemişti."

"Bu doğru ama Corine'in hayatını kurtarmış olması, ona eteğinin altına girme hakkını vermez."

"Bu biraz sert oldu sanki."

"Ama doğru."

"Şimdi çapkınlar ve vajinalarla ilgili brifinginin nedenini anlıyorum sanırım."

Madison derin bir nefes aldı.

"Troy'un çok yakın bir dostun olduğunu biliyorum. Son zamanlarda benim için de iyi bir arkadaş oldu ama."

"Ama hepsi o kadar değil mi? Daha ileri gitmesini bir çapkının hoşlandığı bir kadına yaklaşmak istemesinin kötü bir şey olduğunu düşünüyorsun."

"Konu hoşlanıp hoşlanmaması değil. Konu önünde sonunda onun kalbini kıracak olması."

"Nereden biliyorsun?"

"Çünkü hep böyle olur."

"Tanrım." Nick sessiz bir küfür mırıldandı. "Senin bu kadar sığ düşünceli biri olduğun hiç aklıma gelmezdi."

"Sığ değil, sadece korumacıyım. Kız kardeşimin ne kadar hassas olduğunu biliyorum. Onun üzülmesini istemiyorum hepsi bu."

"Hayatını cam bir fanusunun arkasında gizlenerek yaşamasına yaşamak mı diyorsun sen. Düşmek, kanamak, yaralanmak ve yeniden kalkmayı öğrenmek zorunda. Evet, belki kalbi kırılır ama bu onu ileride daha güçlü biri yapar yalnızca. Kötü tecrübeleri elinden almaya çalışarak ona iyilik yaptığını sanıyorsun ama yanılıyorsun."

"Ne olsun istiyorsun? Göz göre göre onu mahvedecek bir adamın kollarına koşmasına izin vermemi mi?"

"Sadece olayları akışına bırakamaz mısın? Bırak, yaşanacaklar yaşansın. Şu dünyaya bir kere geliyoruz Maddie."

Akşam güneşi yeni çekilmişti. Birlikte küçük otoparka doğru yan yana yürüyorlardı. Nick kolunu arada bir Madison'ınkine sürtecek kadar yakınında kalmaya özen gösteriyordu. Madison nedense bu durumdan rahatsızlık hissetmedi. Nick ile ilk defa böyle baş başayken sakinlerdi. Yoksa ilk defa değil miydi?

Madison'ın zihninde birdenbire Nick ile el ele tutuştuğu bir anın anısı canlandı. Nickholas'ın parmakları kendi parmaklarının arasında kenetliydi. Adam elini dudaklarına götürüp gülümserken Madison'ın parmağında kocaman taşı olan pırlanta bir yüzük vardı. Havanın sıcak olmasına rağmen genç kadın ürperdiğini hissetti.

Bu bir rüya olmalıydı. Böyle bir şey gerçekte olmuş olamazdı değil mi? Hatırlayamadığı o gece Nick ona bir yüzük vermiş olabilir miydi? Neden olmasın, dedi içinden bir ses. Evlendiğinize göre bir yüzük de almış olabilir pekâlâ. Peki, bu gerçekten yaşandıysa, yüzük neredeydi?

"Arabam şu tarafta."

Madison otoparkta lüks, spor bir araba görmeyi bekliyordu. Ama onun yerine eski bir Mustang görünce şaşkınlığını saklamaya çalışmadı.

"Paparazzileri yeni atlatmışken yeniden peşime takmak istemedim." diye açıkladı Nick.

Onun için böyle zahmete girmesi Madison'ın hoşuma gitmişti.

"Bianca'nın tepkisi çok ağır oldu mu?"

"Basın açıklaması yüzünden mi? Sanırım bunu bekliyordu. Barbara ile yeniden bir araya gelemeyeceğimi artık anlaması lazımdı."

Nick ön kapıyı açıp Madison'ın ön koltuğa yerleşmesini bekledi. Sonra da siyah kaportanın etrafından dolaşarak şoför tarafına geçti. Corine karşıdan göründüğünde kemerlerini takmak üzerelerdi.

"Yine de Bayan Brooklyn’nin pes edeceğini sanmam."

"İyi bir sebebim olduğu sürece bende öyle." dedi Nick. Sonra da ona bakıp gülümsedi. Madison da kendini gülümserken bulmuştu. Son zamanlarda Nickholas'ın yanında bu çok sık tekrarlanır olmuştu.

Araba motoru kedi gibi bir mırıldamayla çalıştı. Corine içeri girdikten sonra başını iki koltuğun arasından ileri uzattı.

"Bu ilerideki gazetecilik kariyerim için harika bir başlangıç olacak. Maddie, inanabiliyor musun? Biz yemeğe giderken Nickholas Andersson şoförlüğümüzü yapıyor. Genelde hayallerimde tam tersi olurdu."

"Bu aramızda kalırsa sevinirim Corine." dedi Nick.

"Başımı kesseler bile hiç kimseye söylemem." Aynadan genç kızın dudağını ısırdığını gördü. "Şey, yalnızca sınıf arkadaşlarıma anlatabilir miyim? Lütfen! Lütfeeen!"

Madison, "Corine!" diye inlerken Nick, "Olabilir." diye onay verdi.

Restorana kadar sessiz sakin bir yolculuk olsun istemişti Madison. Ancak Corine yüzünden pek mümkün olmamıştı. Kız kardeşinin ileride iyi bir gazeteci olacağı sorduğu sorulardan anlaşılmıştı. Adama sormadığı soru kalmamıştı. Film çekimlerinden, sette yaşanan aksiliklere, oyunculardan yönetmene, özel hayatından hobilerine kadar aklına gelen her türden soruyu sormuş, hatta tıpkı onun gibi bazı filmlerin kötü sonlarını birlikte eleştirmişlerdi.

Nick kardeşine karşı sabırlı ve anlayışlı davrandıkça Madison bunun için adama minnet duymuştu. Diğer yandan konuşmaları yarım kaldığı için huzursuzdu. Barbara ile neden birlikte olamayacaklarını konuşmak istiyordu. Ve şu yüzük olayını ona sormalıydı. Gerçekten öyle bir yüzük varsa ve Madison kaybettiyse bunu bilmesi gerekiyordu.

Motor durunca arabadan ilk önce Corine indi. Madison konuşmak istediği için geride kalmıştı.

"Şimdi aklından ne geçtiğini gerçekten merak ediyorum." dedi Nick. "Yoksa şimdi de beni mi kız kardeşine karşı uyaracaksın?"

"Hayır." dedi Madison. Başını sallarken gülümsemesine engel olamıyordu. "Sadece teşekkür etmek istemiştim."

"Onu sete davet ettiğim için mi?"

"O da var tabii ama hayır. Sadece ona iyi davrandığın için."

"Corine çok tatlı bir kız. Troy'un ondan neden uzak duramadığını şimdi anlayabiliyorum. "

"O konuyu hiç açma istersen. Kardeşime göğüslerinin güzel olduğunu söylemiş."

Nick bir kahkaha atarken Madison ona öfkeyle baktı.

"Troy'a hak vermek zorunda olacağım hiç aklıma gelmezdi ama adam haklı. Sanırım bu Goldberg kadınlarına özgü bir özellik." derken adam bakışlarını derin dekoltesine indirmişti.

Madison'ın yanaklarını birden ateş bastı.

"Hadi ama yapma, benim göğüslerim ne Barbara'nın ne de Daisy'ninkiler kadar büyük." dedi ve sonra da söylediklerine pişman oldu. Kendini o ikisiyle kıyasladığı için kendine kızmıştı.

"Güzel olmaları için büyük olmaları gerektiğini kim söyledi."

Bu kez genç kadının yanaklarını saran ateş hızla göğüslerinin arasına inmişti. Nick ona öpecek kadar yakındı şimdi. Aralarındaki tek engel vites kutusuydu. Adamın kararan göz bebeklerinde Madison'ın gördüğü şey ise; şehvet.

"Pişman olacaksın."

"Dünyanın en güzel kadınıyla evlendiğim için mi?"

Bu sözler birden Madison'ı gülümsetti. Adam her fırsatta evliliklerinin bir hata olmadığını savunurken onun bu olaydan bu kadar rahatsızlık duyması garipti. Asıl rahatsız olduğun şey o geceye dair en ufak bir şey hatırlaman, diye hatırlattı kendine Madison.

"Yapma Nick?"

"Neyi yapmayayım?"

"Şimdi hiç sırası değil." Göz ucuyla restoranın kapısında bekleyen Corine'e baktı.

"Kardeşine söylemedin mi?"

"Gena dışında hiç kimseye söylemedim."

"Demek birilerine söyledin." Nick'in gözleri anında hevesle parladı. "O halde bende Troy'a bahsedebilirim."

"Hayır!"

"Neden?"

"Çünkü onun diline düşmek istemiyorum. O adamın ağzına düşmektense fosseptik çukurunda boğularak ölmeyi tercih ederim."

Nick bir kahkaha daha patlatınca Madison arabanın içinin sıcak olduğuna karar verdi. Adam kesinlikle ısıtıcıyı filan açmış olmalıydı.

"Bak bu konuda haklısın işte. Troy'un çenesi biraz düşüktür."

"Eğer ona söylersen yakında tüm dünya öğrenir."

"İyi ya," derken ona biraz daha sokuldu genç adam. Saçından bir tutamı parmağıma dolayınca Madison karnında kıpırtılar hissetti. "Bende bunu istiyorum."

Corine'in yaklaştığını gören Madison onu bir dirsek darbesiyle kendinden uzaklaştırdı.

"Tanrım, yakınımdayken bu kadar heyecanlanmana bayılıyorum. Hadi itiraf et artık."

"Neyi?"

"Benden çok hoşlanıyorsun. Ve eğer izin verirsen seni yatakta çılgına çevirmemden korkuyorsun. Sana dokunmamdan. Seni öpmemden. Ama en çok da tüm bunlardan zevk almaktan korkuyorsun."

Arabadan inmek için kapı koluna uzanırken, "Rüyanda görürsün." dedi Madison. Heyecandan elleri titriyordu.

"Her gece bebeğim."

Corine kapısını açarken Madison tek kelime etmedi. Ama Nick çıkışta onu bekleyeceğini söylediğinde çaktırmadan gülümsedi. Adam tek bir konuda haklıydı. Madison uzun zamandır bu yeni Nick'den gerçekten hoşlanmaya başlamıştı.

.......
Drake elindeki anahtarı yuvasına taktığı sırada kapı aniden açılınca en az kendisi kadar şaşırmış görünen Gena ile karşılaştı.

Kadının acelesi olduğu belliydi. Yine harikulade giyinip süslenmişti. Ayağında yüksek topuklular vardı. Dudakları en az saçları kadar yakıcı bir kırmızıya boyanmıştı. Elinde ince askılı bir çanta ve pas rengi bir hırka tutuyordu. Drake onun akşam gezmesine çıkacağını hemen anladı. Büyük ihtimalle, yine Dom denen pislikle buluşacaktı. Anahtarı avcunda sertçe sıktı.

"Aa, selam Drake." dedi Gena, sahte bir neşeyle kelimeleri uzatarak. "Bende tam çıkmak üzereydim."

"Bu kadar erken mi?"

"Şey, akşam yemeğini dışarıda yiyeceğiz."

Kahretsin. Tam da tahmin ettiği gibi.

"Anlıyorum."

Drake gitmesi gerektiğini bildiği halde sessizce kapı girişinde dikilmeye devam etti. Ne içeri girmek için bir hamle yapıyor, ne de kadının dışarı çıkmasına izin verecek yolu açıyordu.

Genç kadın gergin görünüyordu. Drake bunu konuşurken yüzüne bakmamasından ve sürekli saçıyla oynamasından anlamıştı. Huzursuz edici sessizlik uzayıp gittikçe aralarındaki hava ağırlaşmaya başladı.

"Pekâlâ."

"Pekâlâ."

Drake dudaklarını büzdü. "Sanırım artık gitmen gerekiyor."

"Evet. Bu akşam ofisten kızlarla buluşacağız."

"Harika." dedi düz bir sesle Drake. Rahatladığını belli etmedi. "Madison ve Corine de davetli mi peki?"

"Elbette." Gena bunu sanki aksi mümkün değilmiş gibi gözlerini devirerek söylemişti. "O ikisi benden önce çıkmış olmalı."

Demek evde yalnızlardı.

Drake kadını incelemeye devam ederken kapının eşiğinden içeri bir adım attı. Bakışlarını kadının alev alev yanan saçlarından, hatlarını saran limon sarısı elbisesine, oradan da krem gibi pürüzsüz bacaklarına indirdi. Onu bir süzgeçten geçirir ve her bir ayrıntısını ezberlemeye çalışır gibi içine çekiyordu sanki.

Gena bu bakışların ağırlığı altında sağa sola kıpırdanmamak için insanüstü bir çaba harcamak zorunda kalmıştı. Aniden göğüslerinden yukarısına ateş bastı. Öpüştükleri günden bu yana Drake'le karşılaşmamaya, özellikle baş başa kalmamaya özen göstermişti ama demek buraya kadardı.

Durumdan bu kadar rahatsız olması normaldi, değil mi? Sonuçta Drake onun en yakın arkadaşıydı ve yıllardır aynı evi, bazen aynı yatağı, hatta tanrı affetsin aynı kıyafetleri bile paylaşmışlardı. Ama adam ne yapmıştı? Onlara Gay olduğu palavrasını sıkmıştı! Sonra da hiç beklemediği bir anda Gena'yı kollarının arasına çekip öpmüştü.

Tanrım, hemde nasıl öpmüştü. Gena hayatı boyunca birçok adamla çıkmış, yüzlercesiyle öpüşmüş, onlarla çok daha ileri gittiği olmuştu. Fakat en iyi orgazmından bile bu öpüşmeden aldığı hazzın yarısını dahi alamamıştı.

Drake önce dudaklarıyla dudaklarını esir alıp onu hafifçe öpmüştü. Gena bu öpücüğü hiç beklemediğinden kurşun yemiş gibi kaskatı kesilmişti. Adam elleriyle sırtına bastırıp, onu kollarının arasına sıkıca hapsettikten ve tamamen hareketsiz kalmasını sağladıktan sonra ise dudaklarıyla bir şeylerin acısını çıkarır, sanki cezalandırır gibi, sert ve arzuyla öpmüştü onu. Dudakları dudaklarını adeta ediyordu. Gena'nın o anda itiraz etmesi gerekiyordu. Hatta onu itmesi ve hesap sorması gerekiyordu. Fakat öyle şaşkın ve garip hissediyordu ki, kendini olayların akışına bırakırken buluvermişti. Yanlış bir şey yapıp Drake'i üzmek istemiyordu. Oysa olanların hepsi yanlıştı.

Sonra adamın tutuşu daha da sıkılaşırken dudakları yeniden yumuşamış, Gena'nın dudaklarını diliyle ağır ve tüy kadar hafif öpücüklerle işkence edici bir yavaşlıkta okşamaya başlamıştı. Gena, adamın kollarında eriyip halıya yapışmamak için son anda omuzlarına tutunabilmeyi başarmıştı. Drake böyle öpüşmeyi nereden öğrenmişti tanrı aşkına?

Parmaklarının arasındaki kaslar sert ve canlıydı. Bacaklarının arasındaki baskı da öyle. İşte Gena o an Drake'in vücudundaki hiç bir yerin sandığı kadar yumuşak olmadığını anlamıştı.

Adamın öpüşmeye devam ederken, genzinden çıkardığı erkeksi hırıltılar Gena'nın dizlerinin bağını çözüyordu. Bu çok saçmaydı. En yakın arkadaşından etkilendiği için kendinden utanmalıydı ama Gena utanmıyordu. Dahası, adam diliyle dudaklarına bir kaç fiske vurup, altı dudağını hafifçe yalayarak çekiştirince, kesik bir solukla dudakları aralanmış ve adamın nemli dilini ağzından içeri almıştı. Genç adam sanki bu daveti beklemiş gibiydi. Drake dudaklarıyla yapabildiklerinin çok daha fazlasını dilini ve ellerini kullanarak yapıyordu şimdi. Parmakları teninde dans ederken genç kadının tüm bedeninin aynı anda hem ürpermesine hem de alev alev yanmasına sebep oluyordu. Gena bu baskıya daha ne kadar karşılık vermeden dayanabileceğini hiç bilmiyordu.

Öpüşmeleri kaç dakika sürmüştü?

Beş mi?

On mu?

Yoksa saatlerce mi?

Eğer Corine kapıyı açıp ışıkları yakmasaydı zaman kavramını unutup ne kadar ileri gidebileceklerdi peki? Gena daha kıyafetlerini çıkarmadan ter içinde ve sırılsıklam haldeydi.

Ayrıldıklarında ikisinin de dudakları kızarmış ve nefes nefeselerdi. Corine’in bir şey anlamaması için biri mutfağa giderken diğeri anında banyoya koşmuştu. Evet, bir şeyler yanlıştı. Yanlış olan şey; en iyi dostuyla öpüşmesinden böylesi vahşice zevk almasıydı.

Gena o günün hatıralarıyla dolu zihnini temizleyebilmek için başını hızla iki yana salladı.

"Evet. Artık gitsem iyi olacak."

Bir adım geri çekilip tam çıkmak için harekete geçtiği sırada Drake kolunu tutarak onu durdurdu.

"Bir dakika Gena."

Çıplak tenine gömülen parmakları sıkı değildi ama Gena'nın içinde bir şeyleri harekete geçirirken gözlerini kapatmasına yetmişti.

"Yapma Drake!"

"Sence de konuşmamız gerekmiyor mu? Daha ne kadar benden kaçmaya devam edeceksin?"

Şimdi adamın nefesi kulağını gıdıklıyordu.

"Seni öptüğümden beri yüzüme bile bakmıyorsun."

"Benim..." Gena yutkundu. "...biraz zamana ihtiyacım var."

"Zaman?" Drake gülerken başını iki yana sallıyordu. "Ne için zamana ihtiyacın var Gena? Söyle bana! Bir tokat atıp ne kadar adi bir herif olduğumu yüzüme haykırmak için mi? Çünkü bunu istediğini ama yapamadığını görebiliyorum. Yoksa o heriften ayrılıp kollarıma koşman için mi zamana ihtiyaç duyuyorsun? Eğer öyleyse söylemen yeterli, yemin ederim seni ömrümün sonuna dek beklerim."

"Sus artık!"

"Hayır!"

Drake iki bileğinden tutup onu kendine bakmaya zorladı. Gena bakışlarını kaldırmak zorunda kaldı ve adamın gözlerinin içindeki kararlılığı görünce paniğe kapıldı.

"Bu kadar zamandır sustum ve bana hiç bir şey kazandırmadı. Evet, çılgınca bir şey yaptığımın farkındayım. Ama bu dünyanın sonuymuş gibi davranmayacağım. Sen öyle olduğunu düşünebilirsin Gena ama Tanrı biliyor ya, benim için o öpücük hayatımdaki en muhteşem şeydi. Ve ömrümüm sonuna kadar asla unutmayacağım." Bir adım daha atarak genç kadına sokuldu." "Aramızdaki çekimin ne kadar mükemmel olduğunu görmüyor musun? Eğer seni öptüğüm için pişman olduğumu söylememi bekliyorsan üzgünüm ama bunu benden duyamayacaksın."

"Bizi kandırdın!"

Genç kadının haykırırken sesinin titrediğini fark eden Drake ellerini birazcık gevşetti. Ama bırakmaya korkuyordu. Onun avuçlarından kayıp gitmesini istemiyordu. Çatık kaşlarının altından cevap beklercesine yüzüne bakmaya devam etti. Gena'nın gözleri akmaya hazır gözyaşlarıyla parlıyordu.

"Bize yalan söyledin Drake! Şimdi ne yapmamı istiyorsun benden? Tanrım, bizi resmen aptal yerine koydun. Gay olduğunu söyledin. Benden yardım istedin. Peki, ben nasıl bu kadar kör olabildim."

"Senden yardım filan istemedim. Sadece bunu sen ve Madison dışında kimsenin bilmesini istemediğimi söyledim. Ama sen ne yaptın? Gidip sırrımı o göt lalesine anlattın."

"Tamam. Hatalıydım. Yardım istemedin. Ama ben yardım ederken hiç itiraz etmedin. Senin için kendimi paralarken, sana uygun birini bulmak için çırpınırken, seni yeni seçimlerine hazırlamaya çalışırken öylece izledin."

"Hırpalanan sen miydin?" Drake hayretle geriye çekildi. "Tüm o saçma fikirlerini üzerimde denemene izin verirken asıl hırpalanan bendim."

"Neden peki? Neden böyle saçma bir yalana başvurma gereği duydun? Hayatına heyecan katmak için mi? Dikkat çekmek için mi? Ne için?"

"Bu doğru. Çünkü senin dikkatini çekebilmemin başka yolu yoktu."

"Ve sende bu yolun Gay olmak olduğunu mu düşündün? Hah!"

"Arkadaş olarak gördüğün birine başka bir gözle bakmanı istedim. Bana ilgi göstermeni, yanımda olmanı istediğim için aptalın tekiyim."

"Evet öylesin. Ben hep yanındaydım zaten Drake!"

"Bu doğru değil. Aramızda sürekli başkaları oldu. Bir gün bir müzisyen, diğer gün bir barmen. Başka bir gün eski bir okul ya da iş arkadaşın. Hayatında sürekli başka adamlar vardı. Bunun benim için nasıl bir işkence olduğuna dair bir fikrin var mı senin?"

"Sen ne diyorsun Drake!"

"Her seferinde o piçlerin kırdığı kalpleri düzeltmek için yanında olmanın ne kadar zor olduğunu söylemeye çalışıyorum. Sana ağlayabileceğin bir omuz, öfkelendiğinde yumruklayabileceğin bir göğüs verdim ve inan bana Gena bunu yapmak sandığın kadar kolay olmadı. Seni dağılmış görmekten nefret ediyordum. Hâlâ da ediyorum ama artık daha fazla gücüm kalmadı anlıyor musun? Sana direnmekten yoruldum. Kalbime direnmekten yoruldum. Sonu ne olursa olsun kabul edip önüme bakmak istiyorum."

Drake kadının tatlı kokusunu duyabileceği kadar yaklaştı ve gözlerinin içine baktı.

"Çok uzun zamanda beri sana karşı hissettiklerimi açıklamaya hazırım ben artık Gena. Sorun: sen buna hazır mısın?"

Gena bir süre daha adamın gözlerinin içine korkuyla karışık kendine yabancı bir duyguyla bakmaya devam etti. Öfke miydi adama karşı hissettikleri? Tutku mu? Yoksa ikisi birden mi?

Çantasında telefonu titreyince kendini girdiği boyuttan çıkarmak zorunda kaldı.

"Geç kaldım." derken telefonundaki mesaja bakıyordu.

"Bence hâlâ vaktimiz var." dedi Drake. Kelimenin ağırlığı aralarında asılı kaldı.

Gena hiç bir şey söylemeden öylece yüzüne baktı bir süre. "Bunları daha sonra konuşuruz." dedi ve ardından kaçarcasına uzaklaştı.

"Bir dahaki sefere benimle ne yapacağına karar versen iyi olur Gena." diye bağırdı arkasından Drake. "Yoksa bildiğim tek şeyi yapmaktan geri durmam için bana sen bile engel olamazsın artık."

Gena merdivenleri inerken topuklarının üzerinde bir anlığına dengesini kaybedince kızardı.

Drake kadının arkasından bakarken burnunu çekti. Gülümsüyordu. Günlerdir göğüs kafesini sıkıştıran mengenelerden kurtulmuştu artık. İçinde çırpınan bambaşka bir şey vardı şimdi.

Umut.

 

Loading...
0%