Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm

@sagetaylors

Corine Restoran Bar’ları severdi. İnsanlar akşam yemeklerini yedikten sonra hafif bir müzik ve içkileri eşliğinde bar köşesine çekilir ve sohbetlerine kaldıkların yerden devam ederlerdi.

Restoranın otantik atmosferinden daha ilk girişte etkilenmişti. Duvarlar soft bir keten rengindeydi. İçleri; birçok ilginç çiçek türleriyle dolu toprak saksılar etrafa serpiştirilmişti. Duvarlardaki çerçevelerde ünlü sanatçıların tabloları yerine rengârenk kuş motifleri kullanılmıştı. Bir köşede, gelen misafirlerin şiir, söz, resim gibi detaylarla doldurduğu bir anı köşesi mevcuttu. Tavandan sarkan kâğıt balon lambalar ortama hoş bir hava katmış, ışığı loşlaştırılarak yakın mesafedeki masalarda insanların birbirlerinden rahatsızlık duymaması sağlanmıştı. Duyulara işleyen hafif bir tütsü kokusu bütün mekânı sarmıştı.

"Burası çok güzelmiş. Daha önce hiç gelmemiştim."

Şık restoranlara göre daha ucuz ama zengin bir menüye sahipti. En azından kendi çalıştığı burgerciden çok daha iyi yemekleri olduğunu düşünüyordu. Köşede kendilerine ayrılan küçük, şirin masaya geçmişlerdi.

"Eskiden Gena ve Drake'le buraya sık sık gelirdik. Üniversitede, daha az çalıştığımız ve daha çok para hesabı yaptığımız günlerdi."

"Bu, bu gece hesabı benim ödeyeceğim anlamına mı geliyor?"

Madison güldü. "Hayır ufaklık. Bugünlük hesaplar bizden ama ileride mezun olduğunda ve bir gazeteci olarak ilk maaşını aldığında bunu sana hatırlatacağımızdan hiç şüphen olmasın."

Corine neşeyle omuz silkti.

"Bu hiç sorun değil. Hesabı şimdi de ödeyebilirdim."

Madison bunu yapacağından emindi. Bazen Corine'in ayakları üzerinde sağlam basabilen yirmi bir yaşında genç bir kadın olduğunu unutuyor olabilirdi. Ama yine de kardeşinin yalnızca bu gecelik, cebindeki paranın hesabını yapmadan eğlenmesini istiyordu.

"Dediğim gibi, bu gece hesaplar bizden. Kızlar gecesi. O yüzden arkana yaslan ve rahatla. Ne yiyeceğine karar verdin mi?"

"Evet." Corine, tepelerinde dikilen garsona bakmadan, "Ben şöyle bol peynirli ve soğanlı güzel bir İtalyan pizzası yemek istiyorum. “dedi.

"Daha besleyici bir şeyler seçseydin keşke."

"Başlama yine. Bu gece karbonhidrat komasına girmeme kimse engel olamaz."

Madison menüye bakarken iç geçirdi. "Pekâlâ. O zaman, bende ton balıklı ve bol yeşillikli bir makarna salatası alayım."

Genç kız yüzünü buruşturdu. "İğrenç."

"Bir arkadaşımız daha gelecek. O gelene kadar siparişleri bekletir misiniz lütfen."

"Sahi Gena nerede kaldı?"

Garson kadehlerindeki suları tazeleyip, menüleri toplarken Madison önce saatine sonra etrafına bakındı.

"Çoktan gelmiştir diye umuyordum. Bugün ajansta da yanıma uğramadı."

"Drake de öyle. Yani evde demek istiyorum. Sanki ben geldiğimden beri ikisi fazla ayakaltında olmak istemiyormuş gibi davranıyor. Drake'in vaktinin çoğunu odasında geçirdiği dikkatini çekti mi?"

"Garip ama evet. Arkadaşlarımı tanımasam bizden kaçtıklarını düşünürdüm."

"Ya da birbirlerinden."

Madison şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.

"İyi de neden? Gena ve Drake daima çok iyi anlamışlardır."

"Belki de bu kez sıkı bir kavgaya tutuşmuşlardır ve birbirlerinden bir süre uzak kalmaya karar vermişlerdir."

Madison dalgınlıkla suyundan bir yudum alırken Gena ve Drake'in kavga ettiklerini bir türlü gözünde canlandıramıyordu. O ikisi daima krema ve şeker gibi tatlı ve uyumlulardı. Bir aradayken dayanılmaz ve çekici, tek başınayken ise vazgeçilmezlerdi.

"O ikisini küs düşünemiyorum bile. Onları ayrı düşünmek Walter White ve Jesse Pinkman'ın ayrılmaları gibi bir şey."

"Breaking Bad değil mi?" Madison başını evet anlamında sallayınca, "Geçen sene bir haftanın içinde tüm sezonlarını birden izlemiştim." diye devam etti Corine. "Kesinlikle haklısın. Gerçek bir DEA ajanının Breaking Bad ekibine nasıl met yapılacağını öğrettiğini biliyor muydun? Bryan Cranston da bir kimya profesöründen yardım almış."

"Gerçekten mi?"

"Bu doğru. RJ Mitte, tıpkı dizide oynadığı karakter gibi beyni hasar görmüş biriymiş. Sebebi doğum sırasında oksijensiz kalmasıymış."

"Bu inanılmaz. Benden daha az film sektörünün içindesin ama çok daha fazla bilgi sahibisin. Bir köpekbalığı sezgilerine sahipsin Corine Goldberg ki bu seçtiğin meslek için oldukça iyi bir şey."

"Sadece etrafımda olup bitenlerle senden daha çok ilgiliyim diyelim."

"En yakın arkadaşlarımı daha az tanıdığımı mı ima ediyorsun bana? Bu yüzden ortalıkta neler döndüğünü anlamadığım için suç bende mi sence?"

"Seni hiç bir şeyle suçlamıyorum bebeğim. Sadece neden olmasın diyorum. Yani onlar da fani birer insan sonuçta. Şimdiye kadar iyi anlaşmış olmaları bundan sonra da öyle olacakları anlamına gelmez."

"Doğru. Ama yine de ben oyumu rastlantıdan yana kullanmak istiyorum. Yani isteyerek olamaz. Eğer aralarında gerçekten bir anlaşmazlık varsa umarım çabuk çözülür. O ikisi benim için çok kıymetli. Ve ben, değer verdiğim insanların küs kalmalarına asla dayanamam."

"Peki ya Nickholas?"

"Anlamadım? Ne olmuş Nickholas'a?"

"O da değer verdiğin insanlar arasında mı?" Corine'in kaşlarını oynatması bu soruyu sırf muzurluk olsun diye sorduğunun kanıtıydı.

"Nereden çıktı şimdi bu?"

"Yapma Mad. Adamın sana nasıl baktığını gördüm."

"Nasıl, bakıyormuş?" Bunu gerçekten merak ederek sormuştu.

"Diyetteyken bir dilim İtalyan pizzasına baktığım gibi. Yani tek lokmada yiyip bitirecekmiş gibi."

Madison'ın sahte gülüşü yerini hoş bir kızarıklığa bıraktı.

"Saçmalıyorsun. O, sadece benim patronum."

"Lanet olsun ki benimkinden bin kat daha yakışıklı bir patron. Ne kadar şanslı bir kadın olduğunun bilmem farkında mısın?"

"Benimle düzgün konuş!"

"Af edersin ama ne yazık ki ben haklıyım. Ve adamın senden hoşlandığı o kadar belli ki. Fakat asıl merak ettiğim senin onun hakkında ne düşündüğündü ki, sanırım yüzünün şeklini görünce cevabımı almış oldum."

"Ne varmış yüzümde?" Madison hızla çantasından küçük bir ayna kapıp yüzünü incelemeye başladığında Corine kahkahayı basıverdi.

"Tanrım, şu haline bak."

"Bu kadar komik olan ne?" gittikçe öfkeleniyordu.

"Sen." dedi kahkahalarının arasında Corine. "suratın. Ah Mad. Birden o kadar telaşa kapıldın ki."

"Gülmeyi keser misin artık. Herkes bize bakıyor."

Corine yenide omuz silkti. "Umurumda değil. Bu gece istediğimi yapabileceğimi sen söylemiştin, unuttun mu? Kızlar gecesi."

"Aklımdaki kendimizi rezil etmek değildi."

"Bana rahatla diyene de bakın. Bence asıl sen azıcık rahatlayıp, insanlar hakkında ne der diye umursamayı bırakmalısın."

"Senin kadar umursamaz olamıyorum diye kendimi suçlu hissetmeyeceğim."

"Her neyse. Konuyu değiştirme. Bana Nickholas'dan bahset. Aranızdaki şu şey ne kadar ciddi?"

Tanrım, bir bilseydi. Kız kardeşi, Nickholas Andersson'la yıldırım nikâhıyla evlendiğini öğrenseydi kesin ya kalkıp masada dans eder, ya da mutluluktan olduğu yerde tepinmeye başlardı.

"Hiç seks yaptınız mı?"

Boğazını serinletmek için içtiği suyu birden Madison'ın boğazına kaçırdı.

"Tanrım, ne kadar salağım. Elbette yaptınız. Sen bile onun gibi bir seks tanrısını geri çevirecek kadar aptal olamazsın."

"Kes şunu!" dedi Madison sertçe, ağzını bir peçeteyle silerken. Fakat Corine hiç aldırış etmedi.

Genç kız hayal kırıklığıyla iç geçirdi.

"Hayır." derken başını inatla iki yana sallıyordu. "Buna inanmamı bekleme."

"Evet."

"Tanrım Mad. Nicholas Andersson'dan bahsediyoruz. Ona hayır diyebildiğine göre gerçek bir azize olmalısın. Zekâna, aptal olduğun fikrini kabul edemeyecek kadar çok güveniyorum çünkü."

"Neden Nickholas'a hayır dediğim için aptal ya da bir azize olmak zorundayım. Yalnızca kendine saygısı olan bir kadın olamaz mıyım?"

"Sen delirdin mi?" Corine öne doğru eğilip sesini biraz daha alçalttı. "Biliyorsun işte. O Nickholas. Yani kadınların taptığı, onunla yatmak için sıraya girdikleri hatta bir organlarını seve seve feda edebilecekleri mükemmel yıldız oyuncu."

"Ne olmuş yani? Sahada onlardan binlercesi var."

"Of, Tanrı aşkına Madison! Bana onunla çalışırken ona karşı hiç bir şey hissetmediğini söylüyorsan, ciddi hormonel bozuklukların var demektir. Onu hiç çıplak gördün mü sen?"

Las Vegas’taki otelin banyosunda Nickholas ile karşılaştıkları anı gözünün önüne getirince Madison'ın vücudunun bazı bölgelerine ateş bastı ve yeniden suyunu yudumlamaya başladı.

Corine işaret parmağını ona doğru sallayıp küçük bir çığlık attı.

"A-ha. Biliyordum, biliyordum işte! Nasıldı?"

Madison boşalan kadehine bakarak, "sanırım daha sert bir şeylere ihtiyacım olacak." diye mırıldandı.

"Benim de öyle."

"Gena!" Tanrıya şükür. Madison birden soru tuzağından kurtulduğuna sevindi. "Nerelerdeydin?"

"Üzgünüm, geciktim. Bu akşam dışarıda acayip trafik vardı. Selam Co!"

"Selam G."

Gena yuvarlak masalarında aralarındaki sandalyeye kendini bıraktıktan sonra,

"Ee, ne içiyorsunuz?" diye sordu.

Corine isteksizce kadehini havaya kaldırarak, "Şimdilik yalnızca su." dedi.

"Çok sıkıcı. Garsonu çağıralım da bize şöyle kaliteli bir şarap açsın. Yemek söylediniz mi?"

"Seni bekledik."

"Sen iyi misin Gena? Biraz tuhaf görünüyorsun?" Arkadaşının yüzünün solgun olduğu Madison'ın gözünden kaçmamıştı.

"Ne? Ne olmuş? Yüzümde bir şey mi var yoksa? Neden öyle tuhaf bakıyorsunuz bana?"

Corine ve Madison birbirleriyle bakıştıktan sonra aynı anda dönerek, "Anlat çabuk!" diye çıkıştılar.

Gena birden küçücük olmak ister gibi sandalyesine gömüldü.

"Ne anlatmamı istediğinizi bilmiyorum. Yorgunum o kadar."

"Numara yapıyor."

"Corine'e katılıyorum. Problem nedir Gena?"

"İkiniz de orada durun bakalım." Gena kendini hızla toparlayıp masada dik oturmaya çalıştı. "Bende bir problem olduğunu da nereden çıkarıyorsunuz?"

Corine sandalyesine yaslanıp kollarını birbirine bağlarken surat astı.

"Harika. Sen Drake ile ablam da Nickholas ile arasındaki her neyse benden saklamaya devam edin bakalım."

Gena ve Madison bir süre söz birliği etmiş gibi masanın desenlerini incelemeye başlamıştı. İkisi de kimseyle göz teması kurmamaya çaba harcıyor gibi görünüyordu. Corine'in ise doğuştan gazeteci antenleri dikilmişti. Yemekler masaya geldikten sonra sessizliği ilk bozan Madison oldu.

"Tamam, artık surat asmayı kes ufaklık."

Corine pizzasındaki soğanları didiklerken alt dudağını sarkıtmaya devam ediyordu.

"Bana güvenmiyorsunuz. İlişkilerinizi benden gizliyorsunuz."

Bu kez içkisi boğazına kaçan Gena'ydı.

"İlişki mi dedi o? Benim Drake ile aramda sadece-"

"Senden bahsetmiyor Gena. Benimle Nickholas arasında bir şey olduğunu sanıyor."

"Tanrıya şükür."

"Düşünmüyorum, eminim."

"Ona söylemedin mi?"

"Neyi söylemedi mi?" Corine birden dikkat kesildi.

"Hiçbir şey. Gena kapa çeneni ve önüne dön! Ve sen ufaklık, bizim hayatlarımızı didikleyeceğine biraz da Troy'dan bahset."

"Ah, harika. Yine başa döndük işte."

"Troy mu?" Gena abla kardeşin söz düellosunu takip etmeye çalışırken kendini bir şeylerden geri kalmış hissediyordu. "Ne olmuş Troy'a?"

"Evet, ne olmuş Troy'a? Ona Denver'dan söz etsene." diye üsteledi Maddie.

Corine gözlerini devirdi. "Denver'da hiç bir şey olmadı. Sadece Troy Rupert beni bir manyaktan kurtarırken az kalsın bir arabanın altında ediliyordu."

"Daha ilk karşılaşmada bir kızı altına alabilen dünya da kaç adam vardır ki."

Corine bıkkınlıkla inledi.

"Bir dakika durun, aklım karıştı benim." diye araya girdi Gena. "Aynı Troy Rupert'tan mı bahsediyoruz burada? Hani şu Nickholas Andersson'ın arkadaşı olan."

"Ta kendisi."

"Evet, ablamın fikrine göre onu yatağa atmaya çalışan Nickholas Andersson'ın en yakın arkadaşı benim peşimde ."

"Sonunda itiraf ettin işte."

"Kayıtlara geçsin diye söylüyorum. Biz tamamen tesadüf eseri karşılaştık."

"Ne tesadüf ama!"

"Tamam. Yeter! İkiniz de kesin artık. Yemekleriniz bittiyse bar tarafına geçebilir miyiz? Çünkü ikiniz de ayık kafayla çekilmiyorsunuz."

Gena hiddetle birden masadan kalkınca, iki kardeş birbirine bakakaldı.

"Neydi şimdi bu?"

"Kahretsin. Sanırım durum gerçekten ciddi?"

Masada yarım bıraktıkları tabaklarına aldırmadan Gena'nın peşinden bara gittiler ve ancak o zaman Gena'nın tabağındakilere hiç dokunmadığın fark ettiler.

Barda oturan Gena içtiği bir dolu şarabın üzerine bir şişe viski ve bardak istemişti.

"Sizde ister misiniz?" diye sorduğunda Madison başını hayır anlamında sallarken Corine, "Ben içerim." dedi.

Madison ona ters bir bakış attığında ise karşılık olarak bir omuz silkme kazandı.

Madison arkadaşının omzuna dokunarak yumuşak bir sesle, "Neyin var tatlım?" diye sordu. Gena ikinci kadehi dolduruyordu.

"Her şey mahvoldu."

"Nedir mahvolan?"

"Ben. Biz. Her şey işte."

"Tatlım, seni anlayabilmemiz için bizimle biraz daha açık konuşman lazım."

Gena, "O, o her şeyi berbat etti." dedi ve kadehi tek seferde başına dikti. "Belki de her şeyi berbat eden bendim. En başından beri. Hayır hayır, ne zaman olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yok. Bu nasıl olur?" yeni doldurduğu bardaktakini de bir dikişte bitirdikten sonra hemen yenisini doldurmaya başladı.

Madison ve Corine iki yanındaki taburelere oturmuştu Gena'nın kendini sarhoş etmesine seyirci kalmak istemiyorlardı. Fakat ne yapacaklarını bilemeyecek kadar şaşkınlardı. Onu hiç bu halde görmemişlerdi.

"Bu şey Dom ile mi yoksa Troy'la mı ilgili Gena?"

"Dom kim?"

"Gena'nın yeni sevgilisi." diye açıkladı Madison.

"Ah. Erkekler."

"Gena?"

"Hı?"

"Cevap vermeyecek misin? Dom sana bir şey mi yaptı? Ayrıldınız mı? Bunu Drake'e anlattın ve o da sana ters bir şey mi söyledi? Bu yüzden mi aranız bozuk? Bir problem olduğunun farkındayız canım ama bize sebebini anlatmazsan sana yardımcı olamayız."

Gena'nın yüzü ona döndüğünde, yeşil gözleri gözyaşlarıyla ışıl ışıl parlıyordu. Gena pozitif yapısıyla çok sık ağlamazdı. Eğer bu duruma geldiyse gerçekten durum kötü demekti. Madison'ın gözyaşları karşısında yüreği sıkıştı.

"Bana şu anda hiç kimse yardım edemez. Şimdi konuşmak istemiyorum Maddie, yalnızca içmek istiyorum tamam mı? Beni rahat bırak."

Ve istemeyerek öyle yapmak zorunda kaldı. Şişenin dibini getirmekle meşgul arkadaşı, kendi kendine sızlanmaktan başka bir şey yapmazken onu izlemek dışında ellerinden hiç bir şey gelmemişti. Madison Gena ile defalarca konuşmayı denemişti ama çabaları her seferinde geri çevrildi. Sonunda sızmak üzereyken genç kadını durmaya ikna ettiklerinde vakit gece yarısını çoktan geçmişti.

"Ceketini giydirmeme yardım et Corine!"

"Tamam. İşte seni tuttum tatlım."

"Taksi çağırdın mı?"

"Daha iyisini yaptım." diyen Corine pis pis sırıtıyordu. Madison kardeşinin yaptığı şeyi sorgulamaya fırsat bulamadan telaşlı görünen Drake restoranın kapısından belirdi.

Madison önce Drake'e sonra Corine'e baktı. Genç kız omuz silkti.

Drake iki kolundan girilerek zorla ayakta tuttukları Gena'yı gördüğünde birden sersemlemişti ama kendini hızla toparlayarak yanlarına gitti.

"Tanrım Gena! O, iyi mi?"

"Olacak."

Madison daha fazla konuşamadan Drake kızın tek kolunun altına girip ağırlığının çoğunu yüklenmişti.

"Neden bu kadar içti?"

Corine hızla araya girdi. "Hiç bir fikrimiz yok."

Drake yürütmeye çalıştıkları kadının ayaklarının birbirine dolandığını fark edinceye kadar ona destek olmaya devam etmişti. Sonunda düşmek üzereyken genç kadını yakaladı ve kucağına aldı.

"Senin arabanla geldim." dedi Madison'a. "Arka tarafta."

"Tamam. Corine, sen Drake'e yardım et. Ben hesabı kapatıp hemen geliyorum."

"Merak etme."

Genç kız Drake'in peşine takılıp otoparka açılan kapıdan dışarı çıktığında elinde Gena'nın çantası vardı.

Drake öfkeyle, "Bu kadar içmesine neden izin verdiniz?" diye sordu. Sesi sertti. "Sabah dehşet bir baş ağrısıyla uyanması için mi?" Böyle olacağını biliyordu. Hep böyle olurdu. Gena zom olacak kadar içtiği gecenin her sabahı ve ertesi günü baş ağrısıyla ve neredeyse tüm günü yatakta geçirirdi.

"Bizi dinledi mi zannediyorsun. Kötü görünüyordu. Sürekli her şeyin berbat olduğunu söyleyip durdu. Sizin aranızda kötü bir şey mi geçti tanrı aşkına?"

Drake birden taş kesildiyse de belli etmedi. Kendini yürümeye zorlamaya devam etti. İyi mi kötü mü olduğunu o da bilmiyordu ama endişe şimdi içini bir kurt gibi kemirmeye başlamıştı.

Restoranın arka kapısından personele ait otoparka çıktılar. Genç adam bir yandan arabaya doğru yürürken, bir yandan kollarında kendinden geçmiş Gena'yı izlemeye devam ediyordu. Genç kadının başı göğsüne düşmüş, dudakları hafif bir O şeklini almıştı. Artık o dudakların tadının nasıl olduğunu biliyordu. Göründükleri kadar yumuşak ve tatlı olduklarını, bir erkeği sıcaklığıyla nasıl baştan çıkardıklarını ilk elden tecrübe etmişti.

Drake o tek öpücüğü dünyalara değişmezdi. Peki ya Gena? Birden yutkunmakta zorlandığını hissetti. Bu gece Drake onu öptüğü için mi sarhoş olacak kadar çok içmişti? Her şey berbat oldu derken ne demek istemişti? Gena için o öpücük bir fiyaskodan ibaretse eğer Drake bunu öğrenmeye dayanabilecek miydi peki?

Arabaya yaklaştıklarında, "Anahtarlar arka cebimde." dedi Corine'e. "Sen kullan."

"Tamam."

Genç kız arabaya binip kontağı çalıştırırken Drake arka koltuğa geçip Gena'yı nazikçe dizine yatırdı. Her an kusma ihtimaline karşı başını yana çevirmiş, onu daha iyi görebilmek için ise saçlarını yüzünden çekmişti. Kız şimdilik sessizce uyuyordu. Drake sokak lambasının aydınlattığı beyaz teninde, kızın nabzının attığı yeri buldu ve parmaklarını özlemle orada gezdirmeye başladı.

Neden Gena? Neden bu haldesin?

Belki de Gena doğruyu söylüyordu. O öpücük her şeyi berbat etmişti. Araları bir daha asla eskisi gibi olamayacaktı. Drake derin bir nefes alıp en iyi dostunu kaybetmenin acısıyla, gözlerini kapatıp arkasına yaslandı. Ok yaydan çıkmıştı bir kere. Ne olursa olsun vazgeçmeyecekti. Ucunda kazanmakta olsa kaybetmekte. Drake o öpücük için asla pişman değildi.

.....

Madison aceleyle restoranın kapısından çıktığı sırada sert bir şeye çarpınca durmak zorunda kaldı.

"Nick!"

"İyi geceler Maddie."

"Burada ne yapıyorsun?"

"Seni bekliyordum."

"Beni mi?"

"Sana bekleyeceğimi söylemiştim unuttun mu?"

"Ah." Ah. "Ben sadece..."

Madison adamın kollarının arasında durduğunu fark edince bir adım geri çekilme ihtiyacı hissetti.

"Seni alırım derken ciddi olmadığımı mı düşünmüştün? Kiralık arabam şu tarafta. Onu her ihtimale karşı kimsenin göremeyeceği bir yere park ettim."

Adamın küçük bir çocuk gibi içi içine sığmayan heyecan Madison'ı afallatmıştı. Onu bekleyeceğini söylerken ciddi olduğunu hiç düşünmemişti. Ama buradaydı işte.

"Ben, yani teşekkür ederim ama hemen eve gitmek zorundayım Nick. Gena'yla ilgilenmem gerek."

"Evet. Park yerinden çıkarken kız kardeşine rastladım. Sanırım ev arkadaşın da arabadaydı. Bana onunla ilgileneceklerini, senin endişelenmeyip keyfine bakman gerektiğini söyledi."

"Keyfime bakmak mı? Bunu Drake mi söyledi?" Gena bu haldeyken mi? İşte bu imkânsızdı.

"Hayır, Corine söyledi. Bak, arkadaşın için endişelendiğini biliyorum ama o kızı gördüm. Arka koltukta sızmış vaziyetteydi. Yanında onunla ilgilenen birileri var ve eminim uzun bir süre senin orada olup olmadığından haberi bile olmayacaktır." Madison ona kararsızlıkla bakarken, "Güven bana." diye devam etti Nick. "Eğer için rahat edecekse kız kardeşine telefon edip arkadaşının durumu öğrenebilirsin. Fazla vaktini almayacağıma söz veriyorum Madison sadece sana göstermek istediğim bir şey var. Eğer yine de gitmek istersen seni evine seve seve bırakırım."

Madison karar vermeye çalışırken boş otoparka bakıyordu. Arabası ortalıkta yoktu. Kız kardeşi ve Drake onu beklemeden gitmişlerdi ve o küçük cadının bunu bilerek yaptığına her şeyinin üzerine bahse girerdi. Ona Nick'le gitmekten başka seçenek bırakmamışlardı. Hem Nick böyle umutla bakarken ona nasıl hayır diyebilirdi ki? Omuzlarını çaresizlikle kaldırıp indirdi.

"Tamam. Yolda telefonla arar ve Gena'nın durumunu öğrenirim. Eğer iyi değilse ve bana ihtiyaçları varsa..."

"Harika." Nick önünde, adımlarını geri geri atmaya çalışırken ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Yani, evet eğer sana ihtiyaçları varsa söz veriyorum seni hemen eve geri götüreceğim."

"Pekâlâ."

Bu gece birlikte arabayı park ettikleri yere doğru ikinci yürüyüşleriydi. Madison gittikçe Nickholas'ın yanında daha rahat hareket ettiğini hissediyordu. Önceden de rahattı elbette ama bu farklıydı. Sanki arkadaşlardı. Oysa aralarındaki ilişki arkadaşlıktan çok daha karmaşıktı.

"Bana doğruyu söyle, tüm gece restoranın kapısında kamp kurmadın öyle değil mi?"

Nick otuz iki diş birden sırıtırken Madison gülümsedi. "Tahmin etmiştim."

"Yalnızca bazı ufak tefek ayarlamalar için buradan ayrıldım ama yerime bakacak bir gözcü bırakmıştım."

"Bir gözcü mü?"

Nick arabanın kapılarını açan düğmeye basarken, üstü başı yırtık, kirli giysileri olan ve sakal yığını halinde bir adam çöp kutusundan başını kaldırıp eksik ön dişleriyle ona sırıtıp el salladı. Nickholas de aynı içtenlikle karşılık verince Madison kıkırdadı.

"Buna inanamıyorum."

Nick arabayı işaret ederken hâlâ gülümsüyordu. "Bin hadi."

Arabayı ara sokaklardan usta manevralarla sürerek işlek bir caddeye çıkarana kadar gözlerini ondan ayırmadığını fark eden Nick sonunda ona baktı.

"Ne? Bana neden öyle tuhaf bakıyorsun?"

"Sadece nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyorum."

"Öğreneceksin." diyen adam yeniden dikkatini yola verdi. "Ee arkadaşın bu gece neden bu kadar çok içti? Aşk acısı filan mı?"

"İnsanlar yalnızca aşk acısı çektiklerinde mi çok içerler?"

"Bilmem. Sen söyle. Ben hayatımda daha önce hiç âşık olmadım."

"Barbara da buna dâhil mi?"

Madison soruyu o kadar ani sormuştu ki, düşünecek vakti olmamıştı. Nick'den gözlerini ayıramıyordu. Adamın kontrollü duruşu, araba kullanırken sakin ama kendinden emin hali adeta onu büyülüyordu. Üzerindeki keten gömlek yanık teninden acayip seksi duruyordu. Ve o kollar, Tanrım Corine haklıydı. Şişkin pazılarında görünen kaslar tam yalamalıktı.

Nick sorudan rahatsız olmamış gibi rahatlıkla vites değiştirirken ona tatlılıkla gülümsedi.

"Barbara'ya âşık olup olmadığımı mı merak ediyorsun? Hayır dersem ne düşüneceksin peki?"

"Yalancı olduğunu."

Nick bir kahkaha atınca Madison'ın hain nabzı hız kazandı. Kahretsin. Ondan etkileniyordu. Madison Nickholas Andersson'dan etkileniyordu. Üstelik tamamiyle ayıktı.

"Hakkımda böyle düşünmen çok acı ama doğruyu söylüyorum Maddie. Eğer Barbara'ya gerçekten âşık olmuş olsaydım sanırım bana yaptıklarına karşılık ondan bu kadar kolay vazgeçemezdim. Onunla olabilmek için delicesine çırpınır, onu yanımda tutabilmek için dünyayı durdurmak gibi çılgınca fikirler üretirdim muhakkak." Bunları söylerken arabayı durdurup içine işleyen gözleriyle Madison'a bakmaya devam etti.

"Yani onu gerçekten sevseydin ne olursa olsun ona bir şans verir miydin?"

"En azından denerdim. Âşık olduğunda affetmek vazgeçmekten daha kolay olmalı."

Madison yutkundu. "Hayatında hiç âşık olmamış bir adama göre çok bilgece sözler ediyorsun."

Nick yeniden gülümsedi ve arabadan inmeden önce, "Belki de senin aksine bu konuda daha kabiliyetliyimdir." dedi.

Genç kadın ne söyleyeceğini bilemeden öylece kaldı ve ancak o zaman büyükçe bir binanın arka kapısında olduklarını anladı. Arabadan indi.

"Neresi burası?"

"Bir arkadaşımın oteli."

Nick ona bakıp da öfkeyle gözlerinin çakmak çakmak yandığını görünce anında savunmaya geçti.

"Sinirlenince çok güzel olduğunu söylemek istiyorum ama sandığın gibi buraya seni bir otel odasına atmak için getirmedim."

"Bunu aklından geçirdiğin anda ölmüşsün demektir."

"Sakin ol ve biraz sabırlı ol bakalım." diyen Nick, sanki ısırmasından korkuyormuş gibi endişeyle elini uzattı. Madison küçük bir tereddüttün ardından uzattığı eli tuttu çünkü nereye gideceklerini gerçekten merak ediyordu.

Nickholas onu acil çıkış merdivenlerinden yukarı çıkarmaya başladı. Bir kaç kat çıktıktan sonra personel asansörüne bindiler ve çatı katına yükseldiler.

"Çatıya mı çıkıyoruz? " Hâlâ el ele tutuşuyorlardı. Nick ona çapkınca göz kırptı.

"Heyecanlandın mı?"

Cevabı evetti ama bunu ona söylememeye karar verdi. Heyecanını bastırmak için başını başka yöne çevirdi. Kalbi kaburgalarından dışarı fırlayacak gibiydi. Adamın fark etmemesini diledi.

Asansör en üst katta durunca ikiz kapılar tek yana kayarak açıldı. Madison karşılaştığı manzara karşısında bir anlığına nefesini tuttu.

Buradan bakıldığında tüm Los Angeles ayaklarının altındaydı. Rengârenk ışıkları, gürültü sokaklarıyla, eğlence kenti inci taneleri gibi parlayan yıldızlı gökyüzünün altında bütün ihtişamıyla karşılarındaydı. Madison manzaranın etkisinde ilerleyerek uç kısma kadar yürüdü.

"Bu, çok güzel Nick."

"Beğendiğine sevindim."

Madison başını çevirince Nick'in yerde bir örtünün üzerinde oturduğunu fark etti. Küçük bir piknik sepeti, bir şişe soğutulmuş şampanya ve yanında iki tane de kadeh vardı.

Madison kendini gülümserken buldu. "Bunlar da neyin nesi? Neyi kutluyoruz?"

Nick şampanya şişesini çalkaladıktan sonra mantarını büyük bir gürültüyle patlattı. Taşan içki parmaklarının arasından akmaya devam ederken Nick bardakları teker teker doldurup birini ona uzattı.

"Şimdi ben geç kalmış balayımızı diyeceğim ve sen yine öfkeleneceksin."

"Nick!"

Genç kadın ona aksi bir bakış attı.

"Tamam tamam. Elbette yalnızca sebep o değil. Otur haydi." Genç adam yanındaki boşluğu gösterdi. Madison altında şort etek olduğu için şükrederek rahatlıkla yere çömeldi.

"Bana o geceye dair hiç bir şey hatırlamadığını ilk söylediğinde yalan söylediğini düşünmüştüm." diye başladı adam. "yaşadıklarımızdan o kadar pişman olmuştun ki, zayıf hafıza bahanesinin arkasına sığınıp benden kurtulmaya çalıştığını zannediyordum." kadehini onunkine vurup bir yudum aldıktan sonra uzun uzun bardağın içinden yukarı doğru süzülen hava kabarcıklarını izledi.

"O gece sana ne olduğunu bilmiyorum ama artık hatırlamamanın bir bahane olmadığını biliyorum Madison. Bu yüzden de hatırlamana yardım etmeye karar verdim."

Madison şaşkınlığını üzerinden atar atmaz yeni bir bakış açısıyla etrafındakileri ve manzarayı incelemeye başladı ama hafızasıyla zihni arasındaki perdede en ufak bir çatlak bile oluşmamıştı.

"Ne yani, o gece ışınlanma yoluyla Las Vegas’tan Los Angeles’taki bu otelin çatı katına mı geldik biz?"

Nick yenide güldü. Madison ona bakmaya devam ederken kadehini bir kenara bıraktı.

"Hayır. O gece kaldığımız otelin çatı katına çıkmıştık."

"Piknik sepeti ve şampanyayla mı?" Genç kadın merakla kaşlarını kaldırdı.

"Onlar olaya sonradan dâhil oldular. Biz o gece beraber oldukça güzel vakit geçirdik Maddie. Seninle bir anda hiç kimseyle yapmadığım kadar derin bir sohbetin içinde buldum kendimi. Hiç çekinmeden sana kendimi açtım. Şimdi bunları hatırlamaman o kadar acı ki. Çünkü bunu yeniden yapabilir miyim hiç bilmiyorum. Aramızdaki şey o kadar sıcak ve samimiydi ki belki de hayatımızda kimseyle paylaşmadığımı bazı özel... şeyleri birbirimize anlattık. Ve bunu yaparken oldukça içtendik."

Madison bir anlığına nefesinin kesildiğini hissetti. Nick ona öyle derin ve anlamlı bakıyordu ki...

"O geceye dair hiç bir şeyi hatırlamaman hem iyi hem kötü yanları var benim için. Neden olduğunu sorma. Bunu kendin keşfedene kadar yanında olmak istiyorum sadece."

"Ne diyeceğimi hiç bilmiyorum Nick. Ben aramızda olanları hatırlamak, odanda neden çıplak uyandığımı ve o zamana kadar olanları bilmek istiyorum ama kafamda o geceyle ilgili her şey karanlık bir boşlukta gibi. Tek aklıma gelen şey kafamı bir yere çarptığım yönünde. "

"Güven bana." dedi Nick. "Kafanı hiç bir yere çarpmadın."

"Peki, ama nasıl? Yani şu hazırladıkların bile bana hiç bir şey anımsatmıyorken seninle neden evlendiğimin yanıtını nasıl bulacağım?"

"Sana yardım edeceğime söz veriyorum. Bu sorunu birlikte çözeceğiz."

"O zaman bana önce şunun cevabını ver. O gün, yani nikâhtan evvel bana bir yüzük takmış mıydın?"

"Neden? Yoksa bir şey mi hatırladın?"

"Evet. Bu akşam anımsar gibi oldum. Oldukça pahalı, şık bir yüzük taktığımı hatırladım ama gerçekten ona sahip olduğumdan emin değilim. Eğer onu kaybettiysem."

Nick'in yüzünden hızla bir gölge gelip geçti. Sıkıntıyla nefesini dışarı üfledi.

"Eğer kaybettiysen üzülme. Yenisini alırız."

Madison kederle yüzünü buruşturdu. Demek bir nikâh yüzüğü olmuştu ve onu daha ilk günden kaybetmişti.

Nick uzanıp elinden kadehi aldıktan sonra kendininkinin yanına koydu. İki parmağıyla çenesine dokunup yüzüne bakmasını sağladı. Bu gözlere bir ömür bakmaya doyamazdı.

"Hiç bir şey için üzülmeni istemiyorum. Belki de yüzüğü bir yere sakladın." yüzünü biraz daha yaklaştırdı ve "Hatırlaman için deneyebileceğimiz bir yöntem daha biliyorum." diye dudaklarına doğru fısıldadı.

Nick başını eğip ona yaklaşırken genç kadının kalbi öyle hızlı atmaya başlamıştı ki, kanı damarlarında patlayacakmış gibiydi.

Adam onu ensesinden tutup kendine çekerek yavaş ve nazikçe öptü. Dudakları birleştiği anda Madison içine titrek bir nefes çekti. Ardından teslim olur gibi adamın öpüşüne karşılık verdi. O kadar uzun zamandır direniyordu ki, artık ona karşı koyacak gücü kendinde bulamıyordu.

Nick onu kırılgan bir varlık, sanki her an avuçlarından yok olup gidecekmiş gibi itinayla tutuyordu. Dudakları dudaklarını ezercesine esir aldı.

Adam diğer eliyle beline sarılıp onu kucağına doğru çektiğinde Madison itiraz eder gibi olduysa da ona engel olmadı.

"Şşşt. Sakin ol ve her şeyi akışına bırakalım."

Tıpkı karanlıktan korkan bir çocuğu sakinleştirmeye çalışır gibi sesi yumuşak ve alçaktı. Madison'ın itirazı Nick alt dudağını emmeye başladığı anda boğuk inlemesine karıştı. Adamın dudakları sıcak ve talepkârdı. Öpüşürken yalnızca almıyor, bedeninde ne varsa adeta dudaklarından ona doğru akıtıyordu. Madison adamın tüm ateşini, şehvetini ve ona olan arzusunu bedeninde hissetti. O gece de böyleler miydi? Birbirlerini böyle tutkuyla öpmüş, sonra da çırılçıplak yatağa mı girmişlerdi?

Fakat Nick aralarında hiç bir şey geçmediğimi söylemişti. Ona yalan söylemeye cesaret edebilir miydi?

"Nick?"

"Hmmm." Nick dudaklarını boynuna kaydırdığında Madison'ın başı çılgınca dönüyordu.

"Nick lütfen!"

"Tanrım Madison. Konuşarak bu anı mahvetmeye kalkışma sakın. Senin yeniden öpmeyi o kadar uzun zamandır bekliyorum ki."

Madison adamın yüzüne bir süre baktıktan sonra birden ellerini adamın saçlarının arasına daldırıp dudaklarına yapışınca Nick küfretti. Bacaklarını biraz daha aralayarak elini Madison'ın bluzunun altında soktu. Okşadığı ten ipek gibi ve yumuşacıktı.

Madison dudaklarını aralayıp dilini adamın ağzına kaydırınca Nick altında ihtiyaçla kıvranmaya başladı. Beklenmedik saldırı karşısında neye uğradığını şaşırmıştı.

Kadını sanki bedeniyle bütünleştirmeye çalışır gibi kendine iyice bastırdı. Kalbi küt küt atıyor, tüm kanı bacaklarının arasındaki o malum bölgeye toplanıyordu.

Gece, ikisinin de tenlerindeki nemi yalarken kendilerini öpüşmenin hararetine kaptırmışlardı. Nick kadının kalçalarını avuçlayıp sıkarken, Madison onun saçlarını çekiyor, sanki mümkünmüş gibi ağzını ağzına daha çok yapıştırıyordu. Nick pantolonun içinde patlayacak gibiydi.

Sonra genç kadın birdenbire durdu. Geriye çekildiğinde Nickholas'ın gecenin karanlığında tutkuyla koyulaşmış gözlerine bakıyordu. Dudakları ve vücudunda Nick ile temas eden her nokta zonkluyordu.

"Nick, üzgünüm ama ben hiçbir bir şey hatırlamıyorum." Fakat yüreği, tam tersini söylercesine bir kuş gibi çırpınıyordu.

Adam ona tembel bir şekilde gülümseyince Madison'ın arsız kalbi bir anlığına atmayı unuttu. Adam bakışlarını dudaklarından ayırmadan, "Takma kafana. "diye mırıldandı. “Biz de sen hatırlayıncaya kadar denemeye devam ederiz."

Sonra onu ayak parmakları ayakkabılarının içinde kıvrılacak şekilde yeniden öptü.

 

 

Loading...
0%