Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@sagetaylors

 

Baş ağrısı yüzünden gözlerini açmaya korkuyordu. Güneş, sanki asitmiş gibi göz kapaklarını yakıyordu.

Gena biraz kıpırdanınca yalnızca başının değil, tüm vücudunun da ağrıdığını hissetti. Ağzında ekşi bir tat vardı, üstelik genzi yanıyordu. Üzerinden bir tank ordusu geçmiş gibi hissediyordu kendini.

En son akşamdan kalma olduğundan bu yana ne kadar zaman geçmişti sahi?

Chad ile ayrıldığı gece miydi?

Yoksa David onu terk ettiğinde mi?

Madison ve Drake'in tüm itirazlarına rağmen genelde sevgililerinden ayrıldığı günlerde böyle zom oluncaya kadar içerdi. Dom henüz onu terk etmediğine göre, ne halt etmeye bu kadar içmişti öyleyse?

Başını yataktan bir milim kaldırınca beynine inen görünmez yumruk nihayet hatırlamasına yardımcı oldu.

Kahretsin Drake. Evet, Gena dün gece Drake ile dostluğunun bitişi şerefine kadeh üstüne kadeh devirmişti. Çünkü adam onu hiç de dostane olmayacak, akıl almaz bir şekilde öpmüştü. Hemde ne öpücük. Hatırladığında yerinden doğrulmaya çalışırken acıyla yüzünü buruşturdu.

"Bir süre başını yastıktan kaldırmamanı öneririm. Baş dönmen geçinceye kadar önce gözlerini gün ışığına alıştırmalısın."

Gena gözlerini yavaşça arka arkaya kırparken yeniden inlemesini engelleyemedi.

"Drake?"

Genç adamı henüz göremese de çok yakınında olduğunu hissediyordu.

Drake duyabildiği şekilde derin bir nefes alarak yumuşak bir sesle, "Buradayım." dedi. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Immm. Beş yüz fit yükseklikteki bir uçaktan paraşütsüz atlayıp tepe üstü yere çakılmışım gibi."

Genç adam gülerek, "Paraşütünün açılmamasına üzüldüm." dedi. "Daha önce hiç böyle uzun bir düşüş yaşamış mıydın?"

"Hayır, ama eğer yaşasaydım eminim böyle berbat hissederdim."

Drake yeniden güldü.

"Bu kadar komik olan ne?"

"Siz Bayan Harrison."

"Benimle dalga geçme. Görüyorsun ki kötü bir gece geçirdim."

"Daha iyi olduğun zamanların olduğunu kabul ediyorum. Yine de ben de berbat demezdim. Sizinle ilgili hiç bir şey... kötü olamaz çünkü." dediğinde sonunda başını çevirip onu gördü.

Drake bacaklarını iki yana açacak şekilde kaykılmış, menekşe renkli Josephine'inde başını kıvırdığı eline yaslamış keyifle onu izliyordu. Hemen arkasındaki pencereden sızan gün ışığı yakışıklı yüz hatlarına vuruyor, onu bu dünyanın dışından bir varlıkmış gibi gösteriyordu. Üzerinde bol bir eşofman altı ve spor yaparken giydiği, şu siyah elastik tişörtlerden biri olmasaydı neredeyse buna inanacaktı. Hani şu vücudu ikinci bir ten gibi saran ve her bir kasın çıplak gözle sayabileceği türden olanlardan.

Kol ve bacak kaslarının ne kadar belirgin olduğu buradan bakılınca bile fark ediliyordu ve inanılmaz seksi görünüyordu. Üstüne bir de adamın ona kilitlenmiş yoğun bakışları eklenince Gena ağzının kuruduğunu hissetti. Rahatsızca kıpırdanarak yatakta doğrulmaya çalıştı.

"Durun da size yardım edeyim." Drake hemen öne atıldı.

"Kes şunu! Kendim halledebilirim."

Genç adam onu dinlemeyip yastığını düzelterek dik oturmasına yardımcı oldu. Yorganı yanlara sıkıştırırken burnuna dolan erkeksi kokuyla Gena tüm bedeninin yenilenip canlandığını hissetti. Dudaklarının hizasında duran adamın iştah açıcı âdemelması, rahatlıkla yalayabilmesi, ya da dişlerini geçirebilmesi için onu resmen tahrik ediyordu. Kuruyan dudaklarını yalayıp ıslattı. Dişlerini geçirmek mi? Drake'e mi?

Elini biraz uzatsa adamın tenine dokunabilecekti. Burnunu ona değdirmemeye çalışarak kokusunu çaktırmadan ciğerlerine çekti. Dün gece hayal meyal adamın kollarında olduğunu hissettiğinde üzerinde yine aynı koku vardı. Bu adam parfümünü mü değiştirmişti yoksa hep böyle baş döndürücü kokuyordu da Gena mı fark edememişti? Tanrım. Ona neler oluyordu böyle? Yıllarca en yakın olduğu adamı arzuladığına inanamıyordu.

Drake soluklarının düzensizleştiğini fark etmiş olmalı ki, çarşafları düzeltme işine ara verip yoğun bakışlarını ona çevirdi.

"Kendinizi iyi hissetmiyor musunuz yoksa?" diye sorduğunda Gena arsız gözlerini adamın alt dudağına sabitlemişti.

Daha önce onun ne kadar dolgun ve ağzında nasıl lezzetli bir tat bıraktığını keşfedememişti. Drake'in ne kadar iyi öpüşebildiğini ve bir kadını sırf o dudaklarla getirebileceğini düşünmek... Gena adamın dudaklarını vücudundaki başka yerlerde hayal ederken inlemesini güçlükle bastırabildi.

Drake endişeyle kaşlarını çattı.

"Gena, sen iyi misin?"

İyi mi? Tanrım hayır. Hiç iyi değildi. Şu anda Drake'e yapmak istedikleriyle rahatlıkla bir dizi porno filmi çevrilebilirdi. Kafasındaki görüntüleri silkeleyerek atmaya çalışırken dirsekleriyle yaslandığı yerde hareket etmeye çalıştı.

"Ben. İyiyim. Sadece artık yataktan çıkmak istiyorum. Bana özel uşak muamelesi yapmayı da bırak artık."

Eliyle yorganı çekmesiyle altında yalnızca pamuklu külotu olduğunu fark etmesi bir olmuştu. Üzerinde ise hayal gücüne yer bırakmayan, şeffaf, askılı bir atlet vardı sadece. Göğüs uçları şehvetle tutuşan bedeninde alarm verircesine sivrilmişlerdi. Yüce Tanrım.

Gena yorganı açtığı hızla geri kapatmıştı ancak çok geçti. Drake ona kocaman açılmış gözlerle hâlâ yorganın altında sakladıklarını görebiliyormuş gibi bakmaya devam ediyordu.

Gena, gereksiz yere elleriyle göğüslerinin üzerini kapatınca genç adam rahatsız olduğunu düşünüp, geri çekilerek hızla boğazını temizledi.

"Af edersin. Şey. Eğer içiniz rahat edecekse soyunmanıza Bayan Corine yardım etmişti." dedi.

Gena bakışlarını ondan kaçırdı. Neden utanması gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu fakat o öpüşmeden sonra bir şeyler değişmiş, karşısındaki adam bir yabancı gibi gelmeye başlamıştı işte. Öte yandan onu soyması için Corine ‘den yardım istemesi iyi haberdi. Rahatlaması gerekirken neden hayal kırıklığı hissettiğini ise bir türlü anlayamıyordu.

Sonra birden farkına varmış gibi cırladı.

"Aman Tanrım. Dün gece başınıza ne türden işler açtım da bana böyle resmi davranıyorsun?"

Drake gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı

"Hayır Bayan Harrison. Yani asla! Sakın böyle düşünmeyin. Goldberg kardeşler sizin bu kadar içmenize izin verdikleri için kendilerini oldukça kötü hissediyorlardı ama olan oldu bir kere."

"Tanrım." Gena elleriyle yüzünü kapattı. Dün gece sarhoşken yaptıklarından korkarak, "Ne kadar kötüydü?" diye sordu.

Drake gülmekten yere serileceğinden korkuyordu. Kadının bu endişeli hallerinden içten içe keyif aldığı için kendini kötü hissetmesi gerekiyordu fakat tam aksine, tüm gece onun başucunda beklediği halde hiç olmadığı kadar iyi hissediyordu bu sabah.

"Tüm binanın zillerine basıp avazın çıktığı kadar bağırmak ve yöneticinin üzerine kusmak dışında pek bir şey yaptın sayılmaz aslında."

Gena acıyla inleyerek kendini yastıklara geri bıraktı ve anında yaptığına pişman oldu. Kimi kandırıyordu ki? Beyni kafatasından fırlayıp çıkacakmış gibi ağrıyordu. Bütün gün yataktan çıkamayacağını adı gibi biliyordu.

"Lütfen bana şaka olduğunu söyle."

"Şey, yöneticinin üzerine kusma kısmını abartmış olabilirim. Tam olarak kapısındaki paspasa kustun ama apartman sakinlerinin kapısını bir şişe viski için yumrukladığın kısmı doğru."

Gena yorganı tepesine kadar çekerek inledi.

"Öldürün beni!"

"Kendine bu kadar yüklenme." diyen Drake kıkır kıkır güldü. Adamın onun çaresizliğinden eğlendiği her halinden belliydi. Pislik! Bunların hepsi onun yüzündendi ve o karşısına geçmiş gülüyor muydu şimdi?

"Defol git başımdan Drake. Bana hemen Madison'ı çağır!"

"Üzgünüm tatlım ama evde seninle ilgilenebilecek tek kişi benim. Kızlar sabah erkenden durumunu kontrol ettikten sonra Andersson'ın setine gittiler. O adam dün gece Corine'i davet etmiş. Heyecandan yerinde duramıyordu. Kahvaltı bile etmeden gittiler. Sanırım akşamdan önce de dönmezler."

"Ah, lanet olsun."

"Dinle. Şimdi özel uşağın Drake sana güzel bir kahvaltı hazırlayacak. Ardından ağrı kesicileri de içtin mi söz veriyorum kendini daha iyi hissedeceksin."

Gena'nın yorganın altından, "Yanında taze sıkılmış portakal suyu da olacak mı?" diye sorması Drake'in dudaklarının yeniden yukarı doğru kıvrılmasını sağladı.

"Uslu bir kız olursan neden olmasın. Belki pankek ve vişne şurubu da olabilir. Ama soframa oturmadan evvel gidip duş almalısın. Hâlâ kusmuk kokuyorsun."

Bu kocaman bir yalandı. Drake yatakta onun yanına uzandığında kızdan yayılan çiçek kokuları hâlâ burnundaydı.

"Banyo filan yapmak istemiyorum!"

"Hadi ama Gena! Çık artık şu yorganın altından."

Drake yorganı üzerinden çekiştirirken Gena direniyor, çığlık çığlığa bağırıp itiyor, Drake ise kızın bu vahşi hallerine kahkahalarla gülüyordu.

"Yapma ama Balkabağım. Bütün gün o yorganın altında saklanamazsın."

"Evet yapabilirim. Git artık!"

İkisi de bunun zararsız bir oyun olduğunu düşünerek kendilerince eğleniyordu, ama sonra genç kadının tüm direnişine rağmen yorgan açıldı ve Gena'nın turuncu bir harman haline gelmiş saçlarının arasından öfkeli çilli yüzü belirdiğinde ikisi de donup kaldı.

Drake farkında olmadan onun üzerine çıkmıştı ve altındaki kıvrımlı beden hareket ettikçe kendi bedeninin de hareketlendiğini yeni yeni fark etmeye başlıyordu. Bakışlarını kızın nefes kesen güzelliğinden şaşkınlıktan kocaman açılmış göz bebeklerine dikti. Yüzleri birbirine o kadar yakındı ki nefesleri dudaklarına çarpıyordu.

Drake şu anda kadının yüzündeki her bir çili tek tek öpmek, oradan da kızın ateş gibi yanan dudaklarında kendini kaybetmek için neler vermezdi. Onu altındaki yatağa bastırmayı ve bacaklarının aralanmasını sağlayana kadar onu öptükten sonra...

Avuçlarının altındaki yorganı acımasızca sıktı. Vücudu Gena'ya sürtünmek, teninde öpülmemiş tek nokta bırakmayıncaya kadar öpmek için, içinde deli gibi bir istek duyuyordu.

Gena'nın, "Drake?" diye fısıldadığını duyunca daldığı erotik rüyadan uyanmak zorunda kaldı.

"Efendim?"

"Bunu bana neden yapıyorsun?"

Gena'nın yüzündeki acı çeken ifadeyi görmek nefret etmişti. Drake kendini güçlükle geri çekerek, yataktan çıktı. Gena ile çarşafların arasında yuvarlanmak belli ki kötü bir fikirdi. En azından bu şekilde değildi. Kız buna henüz hazır değildi ama bir gün olacaktı. İşte o zaman Drake ona sevişmenin zevkini en mükemmel şekilde tattıracaktı.

"Çünkü birinin seninle ilgilenmesi gerekiyor." dedi sonunda güçlükle bulduğu sesiyle.

Soluklarını düzene sokmaya çalışarak kapıya doğru yürüdü. İçinden taşan şehvetine gem vuramazsa işleri daha kötü bir hale getirmekten korkuyordu. Gena onu öptüğü için neler hissettiğini söylemeden evvel ikinci adımı atmayacağına dair kendi kendine söz vermişti.

"Yapabilirsen bir duş al. Kahvaltı yarım saate hazır olur." dedi ve hızla kapıdan çıkıp gitti.

Gena'yı yorganın altında alev alev yanan bir beden ve suçluluk hisleriyle baş başa bıraktığından habersizdi.

Gena temizlenmiş bir halde yarım saat sonra mutfağa girdiğinde enfes kokularla midesi guruldadı. Drake gerçekten de ona portakal suyu sıkıp, pankek yapmıştı. Bir tanesini hemen ağzına atarak,

"Tanrım, çok acıkmışım." diye homurdandı.

Drake sakatlıkları dilimleme işini bırakıp, dirseklerini tezgâha yaslayarak, kadının iştahla yemek yemesini izlemeye başladı.

Gena sözünü dinlemiş ve duş almıştı. Üzerinde yatakta giydiği o seksi iç çamaşırlarından farklı olarak uzun bol bir tişört ve şort giymişti. Nemli saçlarına beyaz bir havlu sarmıştı ancak kulaklarının yanlarından ve ensesinden taşan kızıl saç tutamları vardı. Yüzünde bir gram makyaj yoktu.

Böyle zamanlarda, yani Gena en doğal ve saf halindeyken çilleri daha ışıkta belirgin olurdu. Gena'ya göre bu kötü bir şeydi ve dışarı çıkmadan önce onları kapatmak için elinden gelen her şeyi yapardı. Drake ise nedenini asla anlayamamıştı. Bu haliyle o kadar güzeldi ki.

"Telefonumu gördün mü?"

Gena'nın sorusu üzerine kendini toparladı.

"Corine çantanla birlikte antredeki dolaba kaldırmıştı."

Gena telefonunu almaya gitti ve dönüşte ekranına bakarken küfretti.

"Bir sorun mu var?"

Genç kadın başını hayır anlamında sallıyordu fakat yüzü başka şey söylüyordu.

"Gena?"

"Tam on sekiz cevapsız arama ve mesaj var hepsi de Dom'dan." Başını kaldırıp onunla göz göze geldiğinde Gena'nın yüzü asılmıştı. "En son mesajında bana ulaşamayınca sabah uğrayacağını söylemiş."

Drake olan biteni kavradığı sırada tüm bedeni kaskatı kesilmişti. Aynı anda kapı çaldı. Gena korkuyla kapıya baktı.

"Gelen o olmalı."

Lanet olsun.

Genç kadının çaresizce bir kapıya bir ona bakması canını sıkmıştı. Lanet herif kapılarına kadar gelmişti demek. Elinden hiç bir şey gelmeyen Drake çenesini de yumrukları gibi sıkarak, genç kadının ağır adımlarla yürüyüp kapıyı açmasını izledi.

Neşeyle, "Günaydın güzellik." diyerek içeri giren adam Gena'yı hiç ağırlığı yokmuş gibi kollarında havaya kaldırıp döndürdükten sonra öpmeye başlayınca, Drake öfkesine rağmen olduğu yerden kıpırdayamadı. Şu anda vücudundaki her bir kas adamı parçalara ayırmak için adeta isyan ediyordu.

"Dün gece mesajlarımı almadın mı?"

"Hayır. Sana kızlarla dışarı çıkacağımı söylemiştim."

"Biliyorum ama dönünce ararsın diye düşünmüştüm."

Gena bakışlarını hızla adamdan kaçırdı. Aynı anda huysuzca kıpırdandı. Drake'in gözleri önünde adamın kollarında olmaktan ilk defa rahatsız hissetmişti. "Şey. Fırsatım olmadı." dedi.

Dom kuşkuyla bir Gena'nın havlu sarılı saçlarına bir de Drake'in görünüşüne baktıktan sonra kızı bırakıp mutfağa döndü.

"Baş başa kahvaltı mı yapıyordunuz?"

Gena daha cevap vermeden adam iri cüssesiyle çoktan sofraya yönelmişti bile.

"Harika. Çok açım. Size katılmamda bir sorun yoktur umarım."

"Dom belki de biz seninle..."

"Sofra harika görünüyor G. Sen mi hazırladın?"

Adam, Gena'yı duymazdan gelip sofraya gömüldüğünde genç kadın Drake'e mahcup bir bakış atmıştı.

"Hey Drake!" diye seslendi Dom. "Neden sende gelip bu enfes sofranın tadını çıkarmıyorsun? Baksana salatalık bile var."

Adam bütün bir salatalığı ona doğru sallayarak pis pis sırtınca Drake öfkeyle Gena'ya baktı.

"Size afiyet olsun." dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Benim birden iştahım kaçtı." dedi ve odasına yöneldi. Beş dakika içinde kulaklıkları ve koşu ayakkabılarıyla evden çıkıp gitmişti.

Gena daha evvel pişman olduğunu düşünüyorsa yanılıyordu. Az evvel olanlarla kıyaslanamazdı bile.

.....

"Ah!"

"Hey, dikkat etsene biraz!"

"Af edersiniz."

Yanından geçip gidenler ona ters bir bakış atarken söylenmeye devam etti. Malibu'daki plajın büyükçe bir alanı prodüksiyon ekibi tarafından resmen işgal edilmişti.

Yamacın eteklerine kurulan irili ufaklı çadırlar, daha yukarıda kalan karavanlar ve ikisi arasında deli gibi koşuşturan insanları gördükçe Corine cennete düştüğünü hissediyordu. Ne olmuş yani? O çılgın bir gazeteci adayıydı. Kaostan beslenmek kanında vardı.

"Corine tüm seti başımıza yıkmadan bir an önce dur artık."

"O ayaklı kostüm askılığı birdenbire önüme çıktı."

"Tabi, eminim kendi şeridinden gitmediği için sekizde sekiz suçludur."

Corine ablasına abartılı bir şekilde gözlerini devirip çekim yapılan alana doğru yürümeye devam etti.

"Burada ilgimi çeken çok fazla şey var. Birine bakarken diğerini kaçırabiliyor insan."

"Bu, sakar insanların uydurduğu sıkı bir bahaneye benziyor."

"Kim o sakar olan?"

Troy birdenbire elinde iki karton bardakla arkalarından bitince Madison sıçradı.

"Senin burada ne işin var tanrı aşkına?"

"Geldiğinizi uzaktan gördüm. İçecek bir şeyler istersiniz diye düşünmüştüm.

"Onun yerine Madison benim sakar olduğumu düşünüyor."

"Buna hayatta inanmam. O arabanın önüne kesinlikle kendi isteğinle atlamamıştın."

Corine ona pis pis baktı.

"Hatırlattığın için sağ ol!" dedi.

Genç adam sert bakışlara karşılık bağışıklık kazanmış gibi hiç etkilenmeyerek otuz iki diş birden sırıttı.

"Rica ederim."

"O kahvelerden biri benim mi?" diye araya girdi Madison.

Troy, "Şey aslında Corine ile kendime getirmiştim," diye şakayla başladığı cümlesini Madison'ın uyarı dolu bakışlarının ardından, "neden birini sen almıyorsun?" diyerek tamamladı.

Anlaşılan hâlâ ölümcül bakışlardan etkilenen zayıf bir yanı vardı.

Madison sahte bir gülümsemeyle, "Teşekkürler Troy." dedi ve elinden kaptığı bardaktan uzun bir yudum içti. "Oh tanrım. Kahvaltı bile etmeden geldiğim için bu iyi geldi."

Kahvenin diğerini Corine'e uzatan Troy bakışlarını genç kızdan ayırmadan, "İsterseniz size yiyecek bir şeyler de bulabilirim." diye mırıldandı.

"Gerek yok." dedi Madison. "Öğle yemeğini bekleyebiliriz."

"Evet. Sanırım bir saat sonra öğle molası verecekler."

"Sabahın köründe seni burada görmeyi hiç beklemiyordum doğrusu Troy. Nick seni işe filan mı aldı?"

"Onun gibi bir şey. Buradakilerin bazı dekorasyon fikirlerime ihtiyacı olduğunu keşfettim."

"Dekorasyon mu?" Bu sözcük Corine'in ilgisini çekmiş gibi arkasını döndü genç kız. Troy ışıl ışıl gülümsemesini ona yöneltmişti.

"Evet. Avustralya'dayken eski eşyaları topladığım küçük bir atölyem vardı."

"Antika gibi mi?"

Troy bu kez gerçekten güldü. "Hayır, o kadar eski şeyler değil. Sadece yenilenmeye müsait eşyaları toplayıp onararak ihtiyaç sahiplerinin satın almasını sağlıyordum. Bunun için gerekli malzemeleri de babamın dükkânından temin ediyordum. Bir çeşit ikinci el eşya işi."

"Bu harika bir şey. Peki, neden hâlâ o işi yapmıyorsun?"

Troy kızların yanında bu konuları konuşmaktan rahatsızlık duyuyormuş gibi ağırlığını bir ayağından diğerine verdi.

"Şey, bir süre önce paraya ihtiyacım olduğu için dükkânı içindekilerle birlikte ihtiyar bir adama satmak zorunda kaldım." Babasının borçları yüzünden olduğunu söylemeye lüzum yoktu.

"Oh, buna üzüldüm." dedi Corine.

Troy Madison'ın sessiz kalarak kartal gibi keskin bakışlarını ona diktiğini fark etmişti. Rahat görünmeye çalışarak, "Üzülme." diye geçiştirdi. "Şimdi burada olmaktan mutluyum."

Corine ona gülümseyince kızın gamzelerinin olduğunu fark eden Troy bir anlığına gözlerini ondan alamamıştı. Kızın o kadar masum bir yüzü ve bakışları vardı ki, gökten indirilmiş ilahi bir varlık gibiydi. Hele gözleri... İnsanı büyüleyerek içine çeken kara elmaslar gibiydi. Troy bu gözlerde ilelebet kaybolabilirdi.

Madison öksürerek araya girme ihtiyacı hissetti. "Ben gidip Nickholas'a bakacağım. Bir yere kaybolmayın."

Troy ona bakmadan başını evet anlamında sallarken, kız kardeşi eliyle bir işaret yapınca Madison gözlerini devirme isteğini güçlükle bastırdı.

Madison gittikten sonra Troy biraz daha rahatlamış halde kıza yaklaşarak," Ee burayı nasıl buldun?" diye sordu.

Corine etrafı hayranlıkla süzüyordu.

"Sahil tek başına bile bir harika." diye şakıdı. "Bununla beraber geldiğimden beri bir sürü yeni insanla tanıştım. The Orijinals'den Joseph Morgan'ı bile gördüm. Tanrım buna inanabiliyor musun? Bu projedeki kötü karakterlerden biriymiş."

Troy sinir olmuş gibi burnundan bir ses çıkardı. "Tam ona yakışan rolü bulmuşlar."

"Öyle deme. Bence o adam başrolü, hem de tapılası başrolü hak ediyor."

"Yapma Kara Dul. Bana o adamı yakışıklı bulduğunu söylersen seni zevksizlikle suçlarım."

"Yakışıklı mı?" Genç kız abartılı bir şekilde iç çekti. "O adam tam olarak bir tanrı." dediğinde Troy'un suratı asıldı.

Kendi kendine, "Tanrıymış." diye homurdandı. Tam o sırada kötü adam karşıdan silahlara ve zırhlara kuşanmış halde belirince Corine küçük bir çığlık attı.

"Aman tanrım. İşte orada. Gidip tanışmalıyım."

"Hey Corine bekle!"

"Üzgünüm ama bu fırsatı kaçırmam Troy. Kahve için teşekkürler."

Çok geçti. Corine çoktan fırlayıp gitmişti. Troy gün yüzüne çıkmamış bir küfür savurarak kızın peşinden yürüdü. Uzun zaman sonra ilk defa hoşlanmaya başladığı bir kızı dallamanın tekine kaptırmaya hiç niyeti yoktu.

Corine'i adamın yanında bulduğunuzda kız bir çayır bülbülü gibi şakıyordu.

"... Bölümlerin hepsi birbirinden güzeldi. Okuldan kızlarla haftanın bir gününü sırf sizi seyretmeye ayırdığımızı biliyor muydunuz?"

"Sahi mi?" dedi adam mutlulukla. Kızın ilgisine gülümseyerek karşılık veriyordu.

Adi herif. Elbette gülümserdi. Corine gibi bir kız onun da etrafında böyle dönse zevkten dört köşe olurdu herhalde.

Troy boğazını temizleyerek araya girdi.

"Corine, hadi tatlım. Bay Morgan'ı rahat bırakalım da işini yapsın."

Adam o yıldızlara özgü ışıl ışıl gülümsemesiyle Corine’e çapkınca gülümseyerek, "Hiç rahatsız olmuyorum." deyince Troy adamın gırtlağına sarılmamak için kendini zor tutmuştu.

"Biz yine de gidelim." dedi ısrarla.

Kızın tüm itirazlarına rağmen Troy onu çekiştirerek adamdan uzaklaştırırken Corine çırpınmaya devam ediyordu.

"Bırak beni mağara adamı! Sen kim oluyorsun da işime karışıyorsun?" diye öfkeyle bağırdı. Set ekibinin onları izlediğini fark edem Troy, sorun yok dercesine gülümsüyordu.

"Set sorumlusu tatlım. Unuttun mu?"

"Set sorumlusu filan değilsin. Dekorasyon şeyisin."

"O halde senden sorumluyum diyelim. Ablan seni bana emanet etti."

"Madison asla kurda kuzu emanet etmez."

"Bu ne demek şimdi?"

"Hiçbir şey. Bırak beni."

Genç kız direndikçe, adam onu kollarının arasında daha fazla sıkıştırıyordu. Corine gerçekten dişi bir kaplan gibi saldırıyordu. Başka biri olsa şimdiye çoktan pes ederdi.

"Hiç, bir kedi gibi tırmaladığını söyleyen oldu mu?"

"Kollarımı bırak da yüzüne neler yapacağımı kendi gözlerinle gör."

"Hiç sanmıyorum Kara Dul."

Troy karavanların olduğu bölgeye doğru kızı yürütmeye çalışırken, birden tek bir hareketle kızı omzuna atınca Corine bir çığlık attı.

"İndir beni Troy! Ciddiyim. Hem bana neden sürekli Kara Dul deyip duruyorsun anlamıyorum. Eğer bu bir benzetmeyse emin ol örümcekler nefret ederim."

"Evet, bu bir benzetmeydi ama hayır, her ne kadar kolların ve bacaklarınla iyi iş çıkarsan da seni asla sekiz bacaklı bir türle kıyaslamazdım."

"Ne o halde?"

"Yenilmezler’i duymadın mı?"

"Scarlett Johansson mı? Gerçekten mi? Beni o kadına mı benzetiyorsun yani?"

Troy, "Fiziksel olarak değil elbette." deyince Corine küçük çaplı bir kıskançlık hissetti.

"Canlandırdığı karaktere benziyorsun."

"Bunu da nereden çıkardın?"

"İnan bana bebeğim, seni ezmeye kalkışan sürtüğün üzerine nasıl atladığını görseydin sen de aynı şeyi söylerdin."

Corine, "Saçmalık." diyerek güldü. Ama içten içe adamın hayal gücü hoşuna gitmişti doğrusu.

Troy kızın pantolonun içindeki sıkı kalçalarına bakmamaya çalışırken dişlerini sıkıyordu. Şu an parmakları oraya doğru hareket etmek için resmen karıncalanıyordu.

Diğer yandan adamın omzunda baş aşağı halde sallanan Corine için durum tam tersiydi. Adamın yıpranmış kot pantolonun arka kısmında manzara mükemmeldi. Onu saran kol ve omuz kasları da aynı şekilde iyi hissettirmişti. Corine adamın koyu renkli tişörtünü sıkıca kavrarken yavaş yavaş sakinleştiğini hissetmişti. Fakat bunu ona asla belli etmeyecekti.

"Midem bulanmaya başladı."

"Sabret. Az kaldı. Sana iyilik yapıyorum inan bana."

"Nasıl bir iyilikmiş bu?" diye sormadan edemedi.

Troy sonunda onu gözlerden uzak, denize yakın sakin bir köşede omzundan indirdiğinde genç kız neredeyse hayal kırıklığıyla inleyecekti.

Troy kızı karavanın duvarına yaslayıp, yüzüne dökülen saçları eliyle tek tek düzeltirken onu dikkatle izlemeye devam etti. Adam onu o dar patika boyunca ve yokuş yukarı taşırken nefes nefes kalmadığına göre sıkı bir egzersiz programı olduğu belliydi. Corine ise adamın yüzündeki ellerini hipnotize olmuş gibi izlerken bile nefes nefeseydi.

"Çünkü o türden adamlar seni üzerler bebek."

"Ne türden adamlardan bahsediyoruz burada?"

Genç adam dudak büktü. "Bilirsin. Etrafındaki hayran kızlardan bir tür harem ordusu kurmaya çalışanlar. Morgan o türden adamlardan olmayabilir ama risk her zaman risktir."

"Bil diye söylüyorum. Bende o tür kızlardan değilim."

Bunu söylerken adama bir adım yaklaşması genç adamın kalbinin sıkışmasına neden olmuştu.

"Hangi tür kızlardan bahsediyoruz burada?"

Kızın dolgun dudaklarına bakarken ağzı birden kupkuru olmuştu. Diliyle dudaklarını ıslatma gereği duydu. Corine bir yırtıcının bakışlarıyla bu hareketi takip edince Troy pantolonun içinde sertleştiğini hissetti.

"Kendilerini kolaylıkla bir adamın kollarına bırakan türden."

Corine göğüsleri adama değecek şekilde yaklaşarak kollarını boynuna dolayınca, Troy refleks olarak irkilerek bir anlığına nefesini tuttu. Kızın gözleri kıvılcımlar saçıyordu. Troy bakışlarıyla bile onu etkileyebileceğini anladığı an mahvolduğunu düşündü.

Ellerini kızın dokunmak için yanıp tutuştuğu kalçalarına koyarak onu kendine doğru çekti. Corine bu hareketle mest olmuş gibi gözlerini kısıp ona kedi gibi yaslanınca Troy neredeyse inleyecekti.

Şu anda aklımdan geçenleri yapman için her şeyimi verirdim. Üzerime tırmanmanı. Tıpkı gözlerinle olduğu gibi dudaklarınla da beni esir almanı.

Bunları ona da söylemek isterdi. O gün okul kampüsünde kızı bir kazanın eşiğinden döndürdüğünde, Corine onu ezmeye çalışan kızı öldürmesin diye yaralı olduğu halde kızı ayırmaya çalıştığı sırada ve daha sonrasında ona karşı hiç böyle şeyler hissedebileceğini fark etmemişti. O sırada tek fark edebildiği kızı tutmaya çalışırken parmaklarına değen diri göğüsleriydi. Tıpkı şu anda hissettiği baskı gibi, sıcak ve mükemmeldi. Ama şimdi çok daha fazlasını istiyordu.

"Benden ne istiyorsun Troy?"

Yüce Tanrım. Kızın sesinin etkisini ta hayalarında hissetmişti. Kızı kavrayan kolları biraz daha gerilirken onu kendine sıkıca çekti. Ve başını biraz daha eğerek yalvarırcasına, "Öp beni!" diye fısıldadı.

Troy, bir sıçrayışta kucağına zıplamadan önce kızın gözlerinde şeytani bir şeylerin parladığını gördüğüne yemin edebilirdi. Fakat anın heyecanıyla onu kucağında sıkıca tutmaktan ve dudaklarına kapanan sıcak dudakların ona verdiği zevkten başka hiç bir şeyi düşünemiyordu.

Kızın öpücüğü vahşi ve açtı. Troy şaşkınlığını üzerinden atar atmaz aynı açlıkla karşılık verdiğinde demir gibi sert ve hazırdı. Vücutlarını karavanın duvarına yaslayarak kendini kızın sıcaklığına bıraktı. Kızın tadı adeta cennetten çıkıp gelmiş meyveler gibiydi. Arada iki kat kumaş olmasına rağmen kızın ona temas eden her yerinden adeta zevk fışkırıyordu.

Göğsüne değen iki küçük sertliği fark edince kızın da onun kadar tahrik olduğunu hissetti. Elini kızın tişörtünden içeri sokmak ve o sertlikleri avuçlamak için yanıp tutuşuyordu. Corine'in inlemeleri ise ona hiç yardımcı olmuyordu.

Kızın kollarında ateşten bir kora dönüştüğünü sandığı sırada aniden durunca, birden neye uğradığını şaşırdı.

Kucağından inen Corine geri çekildiğinde Troy ona afallamış gözlerle bakmaya devam ediyordu.

"Demek çabucak kendini erkeklerin kollarına atan kızlardan olmamam gerekiyor." diyen genç kız keyifle sırıtarak, pantolonun ağındaki sertliği inceliyordu.

"Bana bunu hatırlattığın iyi oldu."

"Corine!"

"Neyse ki Madison beni nasıl bir adam olduğun konusunda uyarmıştı."

Genç kız kıkırdayarak arsızca göz kırptı. Ve Troy tıpkı bir şapşal gibi ağzını açıp kapatmak dışında hiç bir şey yapamazken, koşarak geldikleri patikadan geri döndü.

Troy bu olanlarla inanamıyordu. Kız onu kıvama getirdikten sonra, öylece terk edip gitmiş miydi yani? Troy önce pantolonun ağına, ardından Corine'in gittiği yöne bakarken bir dizi küfretti.

Nasıl bir belaya bulaşmıştı tanrı aşkına?

......

Diğer yandan karavanın içinde hararetle öpüşen çift dışarıda olanlardan tamamen habersizdi. Madison bacaklarını iki yana açmış Nickholas'ın kucağında oturuyordu. Nick bir eliyle poposunu avuçlarken, diğeriyle ensesinden tutuyordu.

Dün gece o teras katındaki jestten sonra bir yerde bu noktaya gelmiş olmalılardı fakat Madison nasıl olduğunu anlayamamıştı. Nicholas'ın öpücükleri adeta kor gibi ve baştan çıkarıcıydı. Adam dudaklarından boynuna inmek için saçlarını omzundan geriye süpürdü. Madison adamın dudaklarını nabzının attığı yerde hissettiğinde başını geriye atmıştı.

"Tanrım Nick!"

"Şimdi durmamı isteme benden. Bırak tadını çıkarayım."

Kendine bir türlü inanamıyordu fakat Madison da bunu istiyordu. Boynunu biraz daha eğerek adama açıkça davet yolladı. Nick ıslak dilini boynundan köprücük kemiğine doğru kaydırdığına Madison'ın kalbi adrenalin yüzünden son sürat koşuyordu.

Hissettiği şehvetle adamın saçlarına asılınca, Nickholas'dan boğuk bir küfür işitti.

"Bu şekilde bir şeyler hatırlayacağıma gerçekten inanıyor olamazın."

"En azından denerken keyif alıyoruz."

"Neden bana o gece olanları anlatıp işimi kolaylaştırmıyorsun?"

"O zaman işin eğlencesi nerede kalır söylesene?"

Nick dişlerini önce tenine geçirip sonra da diliyle sıyırınca, karşılık olarak Madison'dan çıkan küçük çaplı bir çığlıkla ödüllendirildi.

"Setten seni bekliyorlar."

"Bırak beklesinler. Başrol kaprisleri derler." Bir anlığına geriye çekilip Madison'ın arzuyla gölgelenmiş gözlerine baktı. "Hem buraya kendi ayaklarınla gelmiş olabilirsin ama ben istemedikçe asla gidemezsin sevgilim."

"Troy kız kardeşimi taciz etmeye başlamadan evvel gidip Corine'i bulmalıyım."

"Onlar yetişkin insanlar. Başlarının çaresine bakabilirler."

Madison bunun farkındaydı fakat kız kardeşi tıpkı annesi gibi hislerine çabuk yenilen biriydi. Troy gibi arsız bir kadın düşkününden çok daha iyileri bile kalbini çabucak kırabilirdi.

"Duralım artık! Buraya yalnızca sana bakmaya gelmiştim."

"Eğer istersen beğenebileceğin daha ilginç şeyler gösterebilirim."

Üzerindeki deri ve metal karışımı eski dönem kostümünü öyle büyük zorluklarla giymişti ki. Üstelik soyunmak istese bile bu telaşla beceremeyeceğinden emindi. Yine de eğer Madison isterse seve seve yapabilirdi.

Madison'ın gözleri ilgi ve açlıkla adamın üzerindeki ağaç kabuğu rengindeki deri kıyafette gezinirken Nick toplarının şehvetle ağırlaştığını hissetti. Bu kadın bir bakışıyla bile onu mest edebiliyordu.

"Bence böyle de oldukça hoş." dedi Madison.

Adamın altında kaslı bacaklarını sıkıca saran deri bir pantolon, üzerinde ise kayışlardan ve metal zımbalardan oluşan örme zincirden gümüşi bir tunik vardı. Beline sıkıca dolanan kemer adamın muhteşem incelikteki fiziğini ortaya çıkarıyordu. Tuniğinden taşan pazıları şişkin ve ihtişamlıydı. Şimdi bronz teni ince bir ter tabakasıyla kaplı olduğu için ışıl ışıl parlıyordu. Saçları sevişmeleri sayesinde karmakarışıktı.

Nick boynuna kadar uzanan saçlarını eliyle geriye itip onu yeniden öpmek için uzandı.

"Bana böyle bakmaya devam etme sevgilim."

"Neden?"

Madison öpücüğüne karşılık verirken alt dudağını dişleyince genç adamdan küfürle karışık bir hırıltı yükseldi.

"Lanet olsun kadın, beni öldürmeye mi çalışıyorsun sen? Şu an ne kadar acı çektiğimi görmüyor musun?"

"Şey, bence oldukça seksi görünüyorsun."

Gülümsemesi Nick'in yüzünü kaplayınca Madison, midesinde havalanan kelebeklerin kanat çırpışlarıyla ürperdiğini hissetti.

"Sende bana böyle bakmayı kes o halde."

"Nasıl bakıyor muşum?"

Adamın kalın ve arzuyla boğuklaşan sesine kollarının sıkı kavrayışı da eklenince Madison heyecanını bastırmak için iç geçirdi.

"Seni yiyecekmiş gibi mi?" diye ekledi Nick.

"Corine de aynısını söylemişti."

Genç adam kadınların ıslanmasını sağlayacak bir kahkaha attı.

"O küçük örümcek iyi bir gözlemci. Doğru. Yalnızca seni tek ısırarak mı yoksa yalayarak mı yutacağıma karar vermeye çalışıyorum."

Madison karşılığında kıpkırmızı kesildi. Nickholas'ın yüzünü halini gördükten sonra açlıkla dudaklarına kapanmadan evvel son söylediği sözler bunlardı.

Madison adamın öpücükleriyle neredeyse serseme dönmüştü ki bir ses onu daldığı rüyadan çıkardı.

"Bir ses duydun mu?"

"Kalbimden gelen sesten bahsediyorsan eğer..."

"Ah hayır lütfen."

"O halde üzgünüm ama şu anda tüm duyularımla yalnızca sana aitim bebeğim."

İçeriye birinin girdiğini hisseden Madison'ın sırtından aşağıya bir ürperti indi. O sırada Nickholas'ın elleri boş durmadığı ve gömleğinin üzerinden göğüslerini okşadığı için arkasını dönmeyi başaramadı.

"Pardon!" dedi bir ses içeriden. "Böldüğüm için üzgünüm, Nick."

Kahretsin. Gelen Barbara'ydı. Tam zamanı.

Kadının ikisine bakan gözleri şok olmuş gibiydi ama sonra hızla eski haline geldi. "Kapıyı vurmuştum ama..."

Madison adamın kucağından kalkmaya çalışırken Nick genç kadını kollarında daha sıkı tutmaya devam etti.

"Önemli değil Barbara. Ne istemiştin?"

"Ah ben, şey. Setten çağırdığını söylememi istediler. Yönetmen bizi bekliyor."

"Bunun için buraya kadar gelmene gerek yoktu ama teşekkürler." dedi Nick.

İsteksizce kucağından kaldırdığı kanepeye bıraktıktan sonra Barbara'nın izlemesini umursamadan eğilip kızın dudaklarına ateşli bir öpücük kondurdu.

"İşim bitene kadar burada beklemek ister misin?"

"Seni izlemeyi tercih ederim."

"Tamam."

Nick Madison'ı kaldırdı. Birlikte karavandan çıktıklarında Barbara dışarıda onları bekliyordu. Kadın çekim alanına kadar el ele yürüyen çiftten gözlerini bir türlü ayırmamıştı ama bu Madison'ı rahatsız etmiyordu. Nedense Nickholas ile birlikteyken her şey tam da olması gerektiği gibi hissediyordu.

Sonunda yeni sahnenin çekim başladı.

Bu kez yüksek kayalıkların tepesinde bir grup adamın kılıçlarla yaptığı hararetli çarpışmayı izlemek herkes için nefes kesici bir zevk olmuştu. Mini bir helikopter ve dronlarla yapılan çekimi Madison adeta nefesini tutarak izliyordu.

Yanına yaklaşan Corine, "Sana söylemiştim, bu adam muhteşem." diye sessizce fısıldayınca kız kardeşini başıyla onayladı.

Madison etrafta Troy'u görememişti ama o anda bunu hiçbir önemi yoktu. Tüm dikkatiyle Nickholas'ın bir savaşçı gibi demir iskelelerin üzerine tırmanmasını ve kötü adamlarla çarpışmasını izliyordu. Nick gerçekten muhteşemdi ve ekrana çok yakıştığını düşünmeden edemiyordu.

Barbara'nın sahne için makyaja giderken önünden geçtiğini sadece göz ucuyla takip edebildi. Kadının ona attığı bakışların anlamını çözememişti.

Tam dikkatini yeniden filme verecekti ki o sırada büyük bir gürültüyle oyuncuları taşıyan iskele metrelerce yüksekten yere devrildi.

Büyük bir kargaşa ve çığlıklar eşliğinde herkes olay yerine koşturuyordu. Madison da Corine ile hemen arkalarındaydı. Oraya vardığında gördüğü şey karşısında gözleri yaşlarla doldu. Nickholas ve bir grup oyuncu tahta kalasların altında kalmıştı.

Madison'ın kalbi endişeyle sıkıştı. Herkes bir yerlere koşturup yardım için çırpınırken o öylece durmuş içinden dua ediyordu.

Lütfen Tanrım, lütfen ona bir şey olmasın.

 

Loading...
0%