Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@sagetaylors

Gena uzun bir süre boyunca Drake'in sertçe çarptığı kapıya bakakaldı. Ardından donuk bakışlarını kaba davranışından bihaber sofradakileri silip süpürmekle meşgul olan adama çevirdi.

"Hey bebeğim! Daha ne kadar orada dikilmeye devam edeceksin?" diye seslendi Dom, portakal suyundan bir yudum almadan önce. "Güzel şeyler hızla tükenmek üzere ona göre."

Drake'in onun için özenle hazırladığı sofraya adamın yüzsüzce yerleşmesi yetmiyormuş gibi bir de tutup onunla alay etmesi Gena'nın tepesini attırmıştı. Bir kaç saniye öncesine kadar tüm hislerinden arındırılmış duygusuz bez bir bebek gibi boş ve anlamsız hissediyordu kendini, oysa şimdi...

İki yanında sıktığı yumruklarıyla bastığı yerleri titretmek istercesine, cüssesinden daha sert adımlarla adama doğru yürüyerek tepesinde dikildi.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun söylesene?"

Dom arkasını dönmeden omuz silkti. Ona bakmaktansa pankekine tereyağı sürmekle daha çok ilgileniyor gibiydi.

"Gördüğün gibi kahvaltımı yapıyorum canım. Sende denemelisin. Bu şeyler müthiş olmuş."

Şimdi de bir pankeki ucundan tutmuş tıpkı az önce Drake'le alay ettiği salatalık gibi ona doğru sallıyordu. Gena'nın yüzünde bir kas seğirdi. Adamın sinirlendiğini anlaması için sesini bir ton daha yükseltti.

"Tüm bunları neden yaptığını soruyorum sana?"

"Çünkü sabahları kahvaltı etmek âdetimdir."

"Benim evimde değil."

"Ne olmuş yani? Burası sevgilimin evi."

Gena'nın öfkesi gittikçe kabarıyordu. Sıktığı yumruklarına hâkim olabilmek için derin bir nefes alıp kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Gelmeden önce haber vermeliydin."

"Denedim. Ama telefonuna cevap vermedin. Dün gece çok mu içtin?"

"Müsait olmadığımı anlamış olmalıydın."

Mekanik cevaplarıyla sonunda adamın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Dom lokmasını çiğnemeye ara vererek ona tepeden tırnağa dik dik baktı.

"Şimdi gayet müsait görünüyorsun." Merakına yenilip taburesinde döndü. "Ateşin filan mı var senin?"

Gena uzattığı elden aniden kaçarcasına uzaklaşınca genç adamın kaşları çatıldı.

"Bana ciddi ciddi bozulmuşsun sen." dedi bir gerçeği dile getirirmiş gibi.

Ha şunu bileydin.

"Ben. Ben kendimi bugün pekiyi hissetmiyorum Dom. Bu yüzden sanırım görüşmek için pek uygun bir zaman değildi."

"Hey tatlım. Ben buradayım tamam mı? Senin için ne gerekiyorsa yaparım."

Adam tabureden inmeye kalkışınca Gena içgüdüsel olarak bir adım geri çekildi. Dom'ın yumuşayan yüzü anında sertleşti. Gena'nın ondan uzak durması fikri yüzüne bir tokat yemiş gibi hissettirmişti.

"Neler oluyor Gena? Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Önce ben sordum, unuttun mu?"

Genç adamın genzinden, zorlama bir espriye gülüyormuş gibi bir tıslama çıktı.

"Sevgili Drake'ciğine az önce salatalıkla yaptığım şakadan bahsediyorsan eğer..."

"Hiç komik değildi." diye sertçe cümlesini tamamladı Gena. Adama bakışları buz gibiydi.

Dom sandalyesinde kıpırdandıktan sonra inip ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı.

"Bak tatlım üzgünüm. Sadece şakaydı tamam mı? Bana böyle davranman gerekmez. Hadi bir öpücük ver de barışalım."

"Bunu ona o akşam da yaptın değil mi?"

Gena onu duymazlıktan geliyordu. Şimdi bakışları suçlar gibiydi. Dom bu bakışların altında bir anlığına ezildiyse bile, hemen sonra savunmaya geçti.

"Bunu sana o mu anlattı? Gelip bir bebek gibi omzunda ağladı mı?"

"Kes şunu artık! Onu ne kadar kötü bir duruma düşürdüğünün farkında bile değilsin. Ve beni. Aslında en yakın arkadaşımın en özel sırlarını sana anlatarak asıl kötülüğü ona ben yaptım ama yine de bunu onun yüzüne bu kadar iğrenç bir şekilde vuracağın aklımın ucundan bile geçmemişti."

"Yapma ama Gena, o herif nonoş lafına bozulacak biri değil."

Gena'nın gözleri birden koskocaman açıldı.

"Ona böyle mi söyledin?" Parmağıyla göğsünü dürtüp adamı geriye doğru sendeletti. "Tanrım! Sen nasıl bir pisliksin böyle. Ona bunu nasıl söylersin?"

"Bak bunda abartılacak bir şey yok tamam mı? Adamın eşcinsel olduğunu bana kendin söyledin."

"Bunu sana, ona hakaret edebilmen için söylemedim seni sersem!" Gena üzerine yürümeye devam ediyordu. Dom ona tepeden bakacak kadar iri bir adamdı ama yine de bu ufak tefek kadın onu korkutuyordu.

"Biliyorum tatlım. Ona bir arkadaş bulabilmemiz için anlattın, farkındayım. Fakat tanıştığımız günden beri o adamdaki bir şeyler çok... Tuhaftı anlıyor musun? Sana bakışlarında hep, hep farklı bir şeyler var gibiydi."

Artık Gena bunun nedenini biliyordu ama bunu karşısındaki adama asla söylemeyecekti. Bu işleri daha kötü bir hale sokmaktan başka bir işe yaramazdı çünkü. Tanrım, Drake'in ona karşı hisleri üçüncü kişilerin fark edebileceği kadar belliydi ve Gena bunu nasıl olmuştu da fark edememişti? Başka kimler biliyordu peki?

"O herif..."

"Onun bir adı var. Drake."

"Evet Drake. Senin benimle olmamdan rahatsız gibi görünüyordu. Devamlı gözü üzerimizdeydi. Sanki bir açığımı kollar gibiydi. Fark etmemiş olamazsın. Sürekli bizi takip ediyordu."

"Abartıyorsun Dom."

"Hayır abartmıyorum. Yemin ederim. Seninle çıktığımız şu akşamı hatırlıyor musun? Bardaki izdiham yüzünden az kalsın eziliyordun."

Gena o geceyi ve yaşadığı dehşeti yeniden hatırlayınca kemiklerine kadar ürperdi.

"O gece panikleyerek kaçmakta hata ettiğimin farkındayım ama..."

"Dur bir dakika, ne?"

"Bu doğru. O gece önce bir korkak gibi kaçtım ama hata yaptığımı fark edip seni aramak için hemen geri döndüm. Çoktan gitmiştin. Seni o gece hastaneye yetiştiren ben değildim, Drake'di."

Gena hissettiği şokla sarsıldı. O gece onu ezilmekten kurtaran Drake miydi yani? Peki, ama neden hiç bir şey söylememişti? Ya da daha önemlisi onu neden takip etmişti? Zihni karışmıştı.

Dom ona yaklaşmaya çalışınca geri çekilecek kadar kendindeydi neyse ki.

"Hâlâ anlamıyor musun bebeğim? Bütün gece peşimizdeymiş ve gizli gizli bizi izlemiş. Başka türlü nasıl olaylara o kadar hızlı müdahale edebilirdi ki?"

"Ama bana beni hastaneye getirenin sen olduğunu söylemişti."

"İnan bunu neden yaptı bende anlamış değilim ama iyi bir niyetle olmadığı kesin. Beni sana söylememem için tehdit etti."

Oysa Gena sebebini tahmin edebiliyordu. Yine de tüm bu yalanlara öfkeliydi. Drake ona kaç kez daha yalan söylemişti? Boğazı düğümlendi. İçine çığlıklar atarak hıçkırıklarla ağlama isteği doluyordu.

"Bu yaptığı beni huzursuz etmişti. Kimse sevgilisinin peşinde dolaşan ve ona yiyecekmiş gibi bakan bir erkek arkadaş istemez inan bana. Her ne kadar o adam dost olduğunu iddia etse de. Bu yüzden bende asıl niyetini anlamak için onu birazcık kışkırtmış olabilirim. "

Adam Gena'ya doğru bir kaç adım attı. Genç kadın düşüncelere dalmıştı.

"Bir pislik gibi davrandığımı biliyorum ama inan bana G. Başka bir niyetim yoktu."

Kadını şefkatle kollarından tutarak gözlerinin içine bakmasını sağladı.

"Drake senin en yakın arkadaşın olabilir."

Gena artık bundan o kadar emin değildi. O öpücük ve şu anda duydukları her şeyi tamamiyle değiştirmişti.

"Ve ona yaptığım hareketi kaba bulduğunu biliyorum."

Dahası, iğrenç ve küçük düşürücü bulmuştu. Sebebi ne olursa olsun, kimse bu şekilde aşağılanmayı hak etmiyordu. Kaldı ki, bu biraz da Gena'nın suçuydu.

Drake bir eşcinsel değildi. Tam bir erkekti. Gena bunu, yatakta adam onu ağırlığıyla çarşafların altında ezmeden öncesinde bile hissetmemiş miydi? Ta, en başından onun bir şekilde yalan söylediğini ispatlamak için elinden ne geliyorsa yapmamış mıydı? Şimdi karşısındaki adamı suçlamak kolaydı. Kendisinin Dom'dan ne farkı vardı?

"Sana yemin ederim güzelim. Kıskanç bir erkeğin sevgilisi için hissettiği endişe dışında hiç bir şey düşünmüyordum."

"Ne endişesi?"

"Ne endişesi mi? Adam günün yirmi dört saati seninle birlikte Gena. İşte, evde. Hatta bu evdeki lanet banyoyu bile ortak kullanıyorsunuz."

"Sözlerine dikkat et Dom!"

"Tamam, peki. Banyoyu unut. Market alışverişinden temizliğe kadar her şeyi birlikte yaptığınız bir gerçek ama. Adamın biri sevgilimle benden daha fazla vakit geçiriyorken onun gerçekten şey olup olmadığını test ettiğim için kimse beni suçlayamaz. "

"Gay."

"Evet. Gay."

"Peki."

"Tamam."

"Test ettin mi?"

"Ne?"

Genç adamın söz düellosundan sonra bir an kafası karıştı. Gena kararlılıkla yüzüne bakmaya devam ederken gözlerini bir kaç kez kırpıştırdı.

"Dedim ki, onu test ettin mi?"

"Ha evet, şey. Yani sayılır."

Gena söyleyeceklerini sabırla bekliyordu.

"Ve?"

"Ben, ben pek emin değilim aslında ama sanırım imalarım her seferinde onu kızdırıyordu. Adam yani Drake ona nonoş dediğimde ve az önce ona şu hareketi yaptığımda da kızdı değil mi? Ve bana karşı davranışları vahşiydi."

"Vahşi mi?"

"Bilirsin. O gece bilek güreşinde ve daha önce hastanede senden söz ederken bana olan tavrı düşmancaydı."

Dom'ın sesi çaresizce azaldı. Sanki Gena'dan çok kendini ikna etmeye çalışıyordu. Kendini ne kadar zor bir duruma düşürdüğünü fark ederek panik içinde terlemeye başladı.

Gena arkasını dönüp yürüyünce telaşla peşine düştü.

"Hey Gena. Böyle yapma. Bak ben, ben gerçekten çok üzgünüm. Ona o kadar sert davranmak istememiştim. Bu kadar tepki vermesini beklemiyordum. Hayır, lanet olsun, aslında bekliyordum. Bu da onun sana olan ilgisini kanıtlayacaktı ve sen benim yerime şimdi onun kıçına tekmeyi basıyor olacaktın."

Gena dış kapının önünde durunca genç adam da ona çarpmamak için durmak zorunda kaldı.

Kadın kapıyı açıp önünde sabırsızca ayağını yere vurmaya başladığı anda Dom başına gelecekleri anlamıştı.

"Ne yazık ki şu anda senin kıçına tekmeyi basıyorum Dom."

"Gitmemi mi istiyorsun benden?"

"Bunu daha açık nasıl anlatabilirim bilemiyorum."

"Konuşabiliriz G. Sana açıklayabilirim."

"Bunu denedin ve bende seni yeterince dinledim."

Genç adamın yüzü karanlık bir hal aldı. Bakışları sertleşirken azı dişlerini sıktı.

"Bana bunu neden yaptığını söyle önce ve bende gideyim."

"Çünkü şu anda seni görmek istemiyorum. “Ve sanırım ömrümün sonuna kadar bir daha asla.

Dom ayaklarına bakarken sinirle kıkırdamaya başladı. Başını iki yana sallıyordu.

"Hayır hayır. Bu benimle ilgili değil, değil mi?"

"Ne saçmalıyorsun, elbette seninle ilgili."

"Hayır. Bu seninle ve o piç kurusu nonoş olmayan ev arkadaşınla ilgili."

"Onun hakkında düzgün konuş!"

"Konuşmazsam ne olur?"

Gena sabır dilercesine tavana baktı. Sonra da parmağıyla kapıyı işaret etti.

"Gitmeni istiyorum Dom. Şimdi!"

"Pekâlâ pekâlâ. Gidiyorum." Adam yüzüne doğru eğilip, "Ama şimdilik." diye sessizce tısladı. "Bu iş burada bitmedi G."

Onu öpmek için eğildiğini zanneden Gena kendini hızla geriye çekince genç adam bir küfür savurdu. Koca eliyle kapı pervazını sertçe yumrukladıktan sonra merdivenlerden aşağı inmeye başladı.

Gena bu hareket karşısında korkmasa da irkilmişti. Adamın arkasından çarptığı kapıya sırtını yaslayıp derin nefesler alarak olduğu yere çöktü.

........

"Hastanın adı neydi?"

"Nicholas Andersson. Az önce de söylemiştim."

"Ah evet. Ne talihsiz bir kaza olmuş."

"Evet, öyle."

"Şimdi durumu nasıl peki?"

"Gayet iyi, teşekkürler."

Kadın gözlerini ekrandan ayırmadan, klavyede sürekli bir şeyler yazarken dakikalar geçmek bilmiyordu sanki. Madison sabırsızlıkla ayağının tekini yere vurmamak için kendini güçlükle zapt edebiliyordu. Sinirleri çok bozuktu ve aklı 1050 numaralı odada yatan hastasındaydı. Gerçi odadan ayrıldığında Nick hâlâ ağrı kesicilerin etkisi altındaydı fakat şimdiye kadar çoktan uyanmış olmalıydı.

Bankonun arkasındaki kısa boylu, tıknaz ve lacivert üniforma giymiş kadın soru sormak yerine elini çabuk tutmuş olsaydı yirmi dakika önce işi bitmiş ve Nick'in yanına dönmüş olacaktı. Bazı insanlar, karşılarındakinin sohbet havasında olmadıklarını neden anlamamakta ısrar ediyorlardı.

"İşte. Taburcu işlemleri için şu formu doldurup, boşluklara imza atmanız yeterli."

Tanrıya şükür.

"Hepsi bu kadar mı?"

"Evet. Nesi oluyorum demiştiniz."

Madison, "Sizin için bir önemi olmadığını söylemiştim." diyerek cevabı yapıştırınca kadın bu kez bozulmuş gibi kaşlarını çattı.

Kusura bakma, dedi içinden Madison kadının büzüşen dudaklarını görmezden gelirken. Bunu hak ettin.

Madison zaten kazadan beri soğukkanlılığını korumak için elinden geleni yapıyordu ama bu çok zordu. Asma köprünün yerle bir olduğu ve onu tutan iskelelerin toz bulutu yayarak çöktüğü an hâlâ gözlerinin önünden gitmiyordu. Kalemi tutan elinin titrediğini görünce parmaklarını bir kaç kez açıp kapattı. Eğer bedenini bankoya yaslamasaydı her an düşüp bayılacağından korkuyordu.

"Sanırım bunlar tamam. Doktoruyla ne zaman görüşebiliriz."

"Ben Doktor Peterson'a haber verip sizi bulmasını sağlarım." dedi kadın. Bakışları ve ağzından çıkan sözcükler azarlar gibiydi. Az önceki meraklı halinde eser kalmamıştı şimdi. Madison içinden görünmez bir omuz silkti. Normalde olsa karşısındakini incittiği için endişelenebilirdi fakat onun yerine endişelenmesi gereken bacağı kırık bir yıldız oyuncusu vardı şimdi.

Madison yüzüne kondurduğu zoraki bir tebessümle evrakları kadına teslim ettikten sonra Nickholas'ın odasına yollandı.

Kapıyı vurmak istedi önce ama aralık olduğunu görünce içeriye bir göz atma gereği duydu. Nick'in anne ve babası gelmişti ve onlar ailecek bir konuşmanın ortasındayken içeri girmesi doğru değildi. Madison önce alçak sesli konuşmaların kesilmesini bekledi ardından kapıyı vurup ürkek bir şekilde içeri girdi.

"Bayan Brooklyn, Bay Andersson. Nasılsınız?"

"Teşekkürler." Yanıt veren hızla ona doğru dönen adam olmuştu.

Adam gözlerini kısıp ona baktı. "Sen Madison'sın değil mi? Seni şirketin kuruluş yemeğinde görmüştüm. Nick'in yardımcısıydın sanırım."

Adam yüzünde geniş bir gülümsemeyle ona elini uzatınca Madison afalladı ama yine de uzatılan eli kararlılıkla sıktı.

"Asistanı evet. Ayrıca yeni basın danışmanıyım." Ve gizlice evlendiği karısı.

"Bu harika." dedi adam neşeyle. "Yanılmamışım."

"Doğrusu, hafızanız oldukça güçlüymüş efendim."

"Ah, güzel bir kadınla tanıştıysam, muhakkak aklımda tutmaya çalışırım."

Bianca alaycı bir ses çıkardı. Madison'ın yanakları hafiften pembeleşirken Nickholas gözlerini devirdi.

Nickholas'ın babası, uzun boylu ve
Nick gibi kalıplı bir adamdı. Atalarından aldığı gür ve kalın telli saçlarının arasındaki hafif kırlar, sarışın olduğu için fazla belli olmuyor, üstelik adama ayrı bir hava katıyordu. Ayrıca, delici mavi gözleri - etrafındaki ince çizgilere rağmen - dikkati yakışıklı yüzüne çekmeyi başardığından fark edilmesi oldukça güçtü.

Terzi elinden çıkmış koyu takım elbisesi ve doktorluğunu vurgulayan kemik çerçeveli siyah gözlükleriyle adam, Clark Kent'in sarışın ve daha yaşlı bir kopyası gibiydi.

"Sizi yeniden görmek çok güzel efendim."

"Seni de öyle Madison. Ama keşke bu şartlar altında olmasaydı, değil mi? Ve bana Bay Anders diyebilirsin." Adam samimiyetle gülümseyince Madison'ın yanakları daha da kızardı. Sanırım Andersson erkeklerinin kadınlar üzerindeki tipik etkisiydi bu.

"Haklısınız. Tekrar geçmiş olsun."

"Kaza nasıl olmuş?"

Madison, sohbetlerini bölen sert sesin sahibine döndü hemen. Bianca pencerenin kenarında gururla dikilmiş, kardelen renginde şık ve yumuşak bir döpiyesin içinde güzelliğiyle tıpkı bir baş meleğin masumiyetine bürünmüştü. Onlara odaklanmış keskin bakışları ise ancak bir yırtıcınınkiler kadar masum olabilirdi.

"Aslında kimse nasıl olduğunu tam olarak bilmiyor. Teknik ekip gerekli bütün kontrollerin yapıldığını iddia ediyor. Halatlar ve iskeleler son dakikaya kadar defalarca testten geçirilmiş fakat..."

"Saçmalık." diyerek sertçe kestirip attı Bay Anders. "Eğer gerekli önlemler alınmış olsaydı bu kaza asla yaşanmazdı. Kesinlikle bir ihmal olmalı. Veya komplo. Yarın ilk iş avukatlarımızı arayıp şirkete dava açmanız olmalı Bianca."

"Westminster'a mı?" Madison şaşkınlıkla bir Bay Andersson'a bir de yatakta sessizce ve canı sıkılmış gibi yatan Nickholas'a baktı.

"Böyle bir şey asla olmayacak."

"Neden? Fanny'nin babasıyla dost olmanız oğlumuzun neredeyse ölümün eşiğinden döndüğü gerçeğini değiştirmiyor."

"Ortada bir ihmal varsa Fanny bununla ilgilenecektir zaten."

"Emin olamayız. Olayı hasıraltı edebilirler. Tazminat davası açıp, onların canını okumalıyız."

"Bu kadarına gerçekten lüzum var mı baba?"

O ana kadar ilk defa konuşan Nickholas'ın alçak sesi, altındaki öfkeyi bastırır gibiydi.

"Elbette var. Sen bu işe karışma. Dediğimizi yap Madison."

"Asıl sen bu işe karışma Anders. Ve unutma ki sen Madison'a emir veremezsin!"

Bianca'nın sesi ilk kez bu kadar yükselmişti. Madison kadının öfkesinin sakinlik maskesi altında ustaca gizlemesini hayranlıkla seyretti.

"En azından gerekli incelemeler yapılana kadar beklesek?" diye araya girme cesareti gösterdi Madison fakat kimse onu dinlememişti.

"Hayır! Dediğim gibi, şirket çıkarları yüzünden bu olayı kolaylıkla örtbas edebilirler. Buna izin veremezsin Bianca. Nickholas senin olduğu kadar benim de oğlum."

"Bunu hatırlamana sevindim."

Bianca kocasına sert bir şekilde bakınca adam kelimelerini yutmak zorunda kaldı. Onun öfkeyle yumruklarını sıkması Madison'ın dikkatinden kaçmamıştı.

"Nickholas'ın çekimlere devam edemeyeceği için başına gelebilecekleri düşünebiliyor musun?" diye devam etti Bianca. Hayır. Eğer suçlamalar yersizse anlaşma iptal olabilir ve oğlun işsiz kalabilir. Ona bu projeyi buluncaya kadar neler çektiğimizden haberin var mı senin?"

"Benimle oğlumu umursamıyor muşum gibi konuşma!"

"Keşke oğlun dibe batmak üzereyken de bu kadar duyarlı olabilseydin..."

"Yeter artık!" diyerek onları susturdu Nick. Yüzü acı ve öfkeyle çarpılmıştı. Madison yanına gidip onu teselli etmemek için kendini zor tutuyordu.

"İkiniz de kesin şunu artık. İşin aslını öğrenene kadar kimse kimseyi hiç bir şey yüzünden suçlamıyor, anlaşıldı mı? Bu sadece bir kazaydı. Sette her zaman kazalar yaşanır. Ve sen anne, benim için daha fazla endişelenme istersen ha! Başının çaresine bakacak kadar büyük bir adamım."

"Biliyorum Nick. Ben sadece kariyerin-"

"Kariyerin canı cehenneme!"

Madison havadaki gerilim yüzünden boğulacak gibi hissediyordu kendimi. Nickholas'ın neler hissettiğini düşünmek bile istemiyordu. Oğlu ölümden yeni dönmüşken kadın nasıl oluyordu da hâlâ kariyer telaşına kapılabiliyordu aklı almıyordu.

Madison yatağa bir adım yaklaşmak üzereyken genç adamın ikaz yüklü sert bakışıyla olduğu yere çakılıp kaldı.

"Bunları daha sonra konuşacağız evlat. Ben gidip durumun hakkında doktorunla görüşeyim. Sonra da seni çıkaralım buradan."

Nickholas, babası odayı terk ettikten hemen sonra derin bir nefes alarak kendini yastıklara bıraktı. Gözlerini sıkıca kapatmıştı.

"Babanın söylediklerini umursama. Bende bir kaza olduğunu düşünüyorum. Eğer aksi ispatlanırsa elimden çekecekleri var demektir."

Madison Bianca'ya sert bir karşılık vermemek için dikkatini odadaki çiçek aranjmanlarına vermeyi seçti. Bir sürü irili ufaklı buket ufak masaya sığmadığı için duvar diplerine sıralanmıştı. Bir tanesinin üzerinde Barbara'nın ismini görünce canı daha çok sıkıldı.

"Taburcu işlemlerini hallettin mi sen?"

"Evet, Bayan Brooklyn. Doktoru son bir kez gördükten sonra onu eve götürebileceğimizi söylediler."

"Güzel."

Ses Nick'den çıkmıştı. Genç adam hâlâ gözlerini açmamıştı. Belli ki annesiyle daha fazla konuşmak istemiyordu artık. Mesajı alan Bianca, "Ben gidip size bir araba ayarlamalarını söyleyeyim." diyerek odadan çıkıp gitti.

Nick kapının kapanma sesini duyduktan sonra gözlerini yeniden açtı.

"Şey, sanırım annene Troy ve Corine'in bizi almaya gelmek üzere olduklarını söylemenin sırası değildi."

Nickholas onu daha iyi görebilmek için, bir süre yatağın başucundaki mekanizmanın düğmelerini kurcaladı.

Yatak başı yükselirken Madison ayakucunda dikilip karyolanın demirliklerine tutunmuştu. Şu an bir sözüyle onun kollarına atılmaya hazırken kendine adamın hasta yatağında olduğunu hatırlatmak zorunda kaldı. Zavallıcığın bir bacağı kaval kemiğinden kırılmış ve canı ebeveynleri yüzünden sıkkınken kucağına atlamak iyi bir fikir olmazdı.

"Kendini nasıl hissediyorsun?"

Nick etkileyici mavi gözlerinde bir parça hüzünle ona bakmaya devam edince Madison içinin paramparça olduğunu hissetti.

Adam ona elini uzatarak, "Gel buraya!" diye çağırdığında koşmamak için bacaklarını durdurması gerekmişti.

Yatağın kenarına yavaşça tüneyince Nick onu kollarının arasına çekmek için uzandı. Genç kadını göğsüne yatırınca da iç geçirdi.

"Şimdi daha iyiyim."

"Oh Nick!" Ağlamamak için dudaklarını ısıran Madison'ın sesi titriyordu.

"Şşşt. Geçti."

Adamın sırtında dolaşan elleri sakinleştirmek yerine Madison'ın içindeki baraj kapaklarını sonuna kadar açmıştı sanki. Gözyaşları bir hıçkırıkla birlikte sel gibi yanaklarından boşalmaya başlayınca Nick onu kendine daha çok bastırdı.

"Tamam, tamam. Geçti artık."

"Tanrım, sana bir şey oldu diye öyle korktum ki!"

Nickholas ıslak gözlerine bakabilmek için yüzünü ellerinin arasına alıp gözyaşlarını başparmaklarıyla silerken Madison o an karşısında ağladığı için kendini çok kötü hissetti. Adamım şimdi morale ihtiyacı vardı. Zırlayan bir kadına değil.

"Benim için endişelendin mi gerçekten?" Nickholas bunu o kadar içten gelen bir merakla sormuştu ki Madison daha çok ağlamak isteğiyle doldu.

"Elbette senin için endişelendim, başka kim için olacaktı?"

Madison'ın onu azarlaması hoşuna gidiyordu. Hem şu anda gözyaşlarını durdurmak için aklına daha iyi bir yol gelmiyordu. Daha önce hiç kimse onun için endişelenip ağlamamıştı. Bu gözyaşları öyle kıymetliydi ki Nick için, Madison bunu asla anlayamazdı.

"Eğer, bana bir şey olsaydı üzülür müydün?"

Madison burnunu çekerken bakışlarını kaçırarak çocuk gibi omuz silkti.

"İyi bir işi kaybettiğim için belki." dediğinde Nick bir kahkaha patlattı.

Madison omzuna sertçe vurduğunda bile gözleri neşeyle parıldıyordu.

"Kes şunu serseri! Hepimizin korkudan ödü koptu tamam mı? Mutlu oldun mu?"

"Diğerlerini boş ver." dedi Nick. Yeniden şefkatle yanağına dokunduğunda bakışları yoğun ve sevgi doluydu. "Benim için yalnızca senin ne hissettiğin önemli."

"Çok korktum lanet olası. Sana bir şey oldu sandım."

Madison yeniden ağlamadan önce boynuna sarılınca Nickholas'ın yüreği sıcacık oldu. Az önce anne ve babası yüzünden yaşadığı gerginlik buhar olup uçmuştu sanki. Bu kadın ona bunu yapıyordu işte. Hayatındaki tüm olumsuzlukları silip yerine güzel şeyler koyuyordu. Anne babasının kim olduklarını değiştiremiyordu belki fakat onların kötü etkilerini azaltabiliyordu. Seni asla yanımdan ayırmamalıyım, dedi içinden.

"Daha önce neredeydin sen."

Burnunu kadının boynuna gömerek kokusunu ciğerlerine çekti. Ellerini onun kestane rengi saçlarında ve sırtında dolaştırmaya devam etti. Madison'ın onu önemsediğini bilmek için eğer bir yerlerinin kırılması gerektiğini bilseydi, Nick vücudundaki bütün kemikleri daha evvel seve seve feda ederdi.

"Ne dediğini anlayamadım?"

"Hiç." Nick sesli düşündüğü için kendine küfretti. "İyi ki geldin dedim."

"Kötü bir zaman mıydı?"

"Bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı."

"Bacağın nasıl?" Madison alçının üzerine hafifçe dokundu.

"Doktor ağrılarımın hafiflemesi için genç ve güzel bir kadının belli aralıklarla beni öpmesi gerektiğini söyledi."

Madison kıkırdadı. "Bunun için hemşireyi çağırmamı ister misin?"

Nickholas onunla ilgilenen iri yarı, siyahi hemşireyi anımsayınca birden ürpererek kaşlarını çattı.

"Hayır hayır. Benimle yeterince ilgilendi zaten. Onun yerine neden bana sen yardımcı olmuyorsun?"

"Şey, bilemiyorum. Hastane önlüğü içinde pek çekici görünmüyorsun."

"Sahi mi?" Nick açık mavi ve arkadan bağcıklı gecelik türünde şeye tiksinerek baktı birden. "Onu çıkarmamı ister misin?"

Bunu gerçekten yapacakmış gibi geceliğin yakasını çekiştirmeye başlayınca Madison panikle onu durdurdu.

"Aklından bile geçirme Andersson."

Nick pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. "Bunu sen mi yapmak isterdin?"

"Ah lanet olası. Kes şunu!"

"O halde bana istediğimi ver."

"Tanrım. Ne kadar da buyurgansın."

"Seni uyarıyorum. İstediğimi elde edemediğimde huysuzlaşabiliyorum."

Madison hızla gözlerini devirdi. "Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun."

Nickholas'ın gülüşü bulaşıcıydı. Dudaklarını öylesine şehvetli bir gülüşle aralamıştı ki, Madison öpmek için uzandığında önce alt dudağını ağzına aldı. Ardından dilini üst dudağı boyunca gezdirmeye başladı. Doğru yolda olduğunu adamın göğsünden bir hırıltı yükselmesinden anlamıştı. Şu anda adamın hasta yatağında kendinin de o komik gecelikle olmasının hiç bir önemi yoktu. Madison onu bundan daha fazla isteyemezdi.

Solukları sıklaşan Nick, kontrolü eline almak ister gibi kadının başının arkasını kavrayıp dudaklarına daha sıkı yapıştı. Madison öpücüğüyle inleyince adamın göğsü gururla kabardı. Daha önce ister rol gereği, ister isteyerek olsun hiç bir kadını öperken bu kadar heyecanlandığını, içinin arzuyla dolduğunu ve ayaklarının yerden kesildiğini hatırlamıyordu. Madison'layken her şey bambaşkaydı. Onunla konuşmaya, şakalaşmaya, tartışmaya ve lanet olası öpüşmeye bayılıyordu. Ve artık onunla sevişmenin nasıl olacağını merak etmediği tek bir anı bile yoktu.

Madison dudaklarını ondan çekerek, baygın gözlerle gülümsediğinde, Nickholas'ın aleti örtülerin altında çelik kadar sertti.

"Kırılanın yalnızca bacağın olduğunu sanıyordum."

"Dudaklarını bir saniye önceki yerine geri koymazsan kalbim de paramparça olacak."

"Ben örtülerin altındaki şeyden bahsediyordum."

Nick önce çarşafların altından beliren sertliğe, sonra ona bakıp yaramaz bir gülüş bahşettiğinde Madison'ın yüreği hop etti.

"Ha o mu? Kendin keşfetmek ister misin?"

O sırada koridordan sesler yükseldi.

"Şimdi değil." diyen Madison, yataktan kalkmadan önce Nickholas'ın dudaklarına hızlı ve etkili bir öpücük daha kondurdu.

Nick'in üst bedeni bu öpücükle eriyecek kıvama gelirken alt kısımları hâlâ acı verecek kadar sertti.

"Beni öldürüyorsun."

Kapı açılıp tartışan çift içeri girmek üzereyken Madison ona göz kırptı.

"Bir erkek umut ederek de yaşayabilir."

Nick gelenlerin Corine ve Troy olduğunu görünce örtüleri düzeltip kendini oflayarak yatağa geri bıraktı.

"Erkek olman daha iyi bir sürücü olduğunu göstermez."

"Ne yani, bir Aston Martin'i sürücü koltuğunda oturarak bir kadının kullanmasına izin mi verseydim."

"Bu ne kadar cinsiyetçi bir yaklaşım böyle Troy." dedi Madison.

"Ona sen anlat Mad. Bana yol boyunca arabalarla aramın iyi olmadığını söyleyip durdu. Nickholas'ın bebeğini kullanmama izin vermedi."

"Seninle ilk karşılaşmamızda bir arabanın altına girmek üzere olduğunu unutuyorsun."

"O arabayı ben kullanmıyordum sersem."

"Seni tehlikeye atmadığım için bana teşekkür etmelisin."

"Off Tanrım. Nickholas seni çok seviyorum ama bu adama nasıl tahammül edebildiğini bir türlü anlayamıyorum."

Nick Corine'e gülümserken, "İdare ediyoruz işte." diye mırıldandı.

Madison kıkırdadı. Nick uzanıp elini tutunca gülüşü boğazına takıldı. Neyse ki Corine ve Troy hâlâ hararetle tartışmaya devam ettikleri için bunu fark etmemişlerdi. Madison ona uslu dur, bakışı atarken Nick yaramaz bir çocuk gibi arsızca gülümsedi.

"Her neyse. Senin gibi kalın kafalıya laf anlatmaktan sıkıldım. Sen nasıl oldun Nick?"

"İyiyim Kara Dul, sağ ol."

Corine gözlerini devirsi "İnanamıyorum. Sende mi?"

"İnan bana bu isim sana yakıştığı için söylüyorum. Ama eğer rahatsız oluyorsan dudaklarımı mühürlerim."

Corine kıkırdayan Troy'a sertçe baktıktan sonra Nickholas'a döndü.

"Sorun değil. Sanırım alıştım. Bacağın nasıl? Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Daha iyi, teşekkürler. Bir an evvel evime dönersem çok daha iyi hissedeceğimden şüphem yok."

"Koridorda Bay ve Bayan Andersson'a rastladık. Gerçi onlar genç bir adamla- sanırım doktorundu- konuştukları içini bizi fark etmediler. Ve Troy da hızla beni yanlarından geçirince selam bile veremedim."

"Ah, bunu pek dert edeceklerini sanmam inan bana."

"İyi olduğuna sevindim dostum." Troy yatağın yanına yaklaşıp arkadaşının omzunu sıktı. "Kötü bir kazaydı."

"Biz de öyle olduğunu düşünüyoruz. Daha kötüsü de olabilirdi." dedi Madison.

"Maddie haklı. Ucuz atlattın."

"Siz neden bahsediyorsunuz Tanrı aşkına, kaza filan değildi."

Şimdi üç çift dehşetle açılmış göz Corine'e yönelmişti.

"Ne diyorsun sen?"

"Bu doğru Mad. O adamı gördüm. Çekim başlamadan hemen önce, o iskelenin altından en son o çıktı."

Madison öne atıldı. "Bunu neden daha önce söylemedin?"

"Fırsat olmadı ki? Ortalık bir anda mahşer yerine döndü. Hem daha sonra bakındım ama adamı bir daha hiç göremedim."

Nick yavaşça yerinden doğrulmaya çalışırken Madison ve Troy ona yardım etti.

"O adamı yeniden görsen hatırlar mısın Corine?"

"Sen aklını mı kaçırdın. O yüzü resmen hafızama kazıdım."

Corine sevimli bir şekilde parmağıyla şakağına vururken Nickholas zorlukla gülümseyebildi. Demek babası haksız değildi. Birileri bunu bilerek yapmıştı. Ama kim? Ve neden?

"Şimdilik bundan hiç kimseye bahsetmeyin olur mu?"

"Ama Nick?"

"Madison, lütfen!"

Madison iç geçirdi. "Tamam. Sen nasıl istersen."

"Güzel. Şimdi giyinmeme yardım edin de şu lanet yerden bir an evvel gidelim."

 

 

 

 

Loading...
0%