@sagetaylors
|
Drake kollarında ağlamakla gülmek arası hıçkırıklara boğulan kadını göğsüne daha sıkı bastırdı. Şu anda dünya da ondan daha mutlu bir adam olamazdı. Gena onu seviyordu. Gena onu seviyordu. Gena onu, onun Gena'yı sevdiği şekilde mi seviyordu peki? Aniden elleriyle yüzünü kavrayıp kadının gözlerine bakmasını sağladı. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı attığından, kulaklarının uğuldamasının geçmesi için bir süre beklemek zorunda kaldı. Sessizliği tuhaf bulan Gena, "Neden, neden bana öyle bakıyorsun Drake?" diye sorunca genç adam ağır ağır yutkundu. "Az önce beni sevdiğini söyledin." "E-evet söyledim." "Pekâlâ, bunu ne zaman fark ettin?" "Ne demek istediğini anlayamadım." Gena'nın kızıl kaşları kafa karışıklığıyla çatılmıştı. Drake bu büyülü anı mahvetmek istemiyordu. Lanet olsun, en son isteyeceği şey, Gena kollarındayken ve onun için ağlarken bu anı mahvetmekti. Ama bilmesi gerekiyordu. Onu neden sevdiğini, yani en azından şimdi, bilmek zorundaydı. "Beni sevdiğini nasıl fark ettin demek istiyorum. Bana âşık olduğunu yani." Genç kadın düşüncelere dalınca Drake'in göğsü hissettiği korkuyla sıkıştı. Gena kollarından sıyrılıp topuklarının üzerine oturarak ellerini dizlerine koymuş düşünüyordu. "Bilmiyorum. Sen nasıl fark etmiştin?" Drake bir an nefessiz kaldı. Sonra hızla kendini toparlayıp yerde onun karşısında bağdaş kurup oturdu. "İlk dikkatimi çektiğinde mi demek istiyorsun?" Gena hevesle başını salarken elinin tersiyle akan burnunu siliyordu. "Şey, sanırım üniversitenin ilk günü seni kafeterya da Madison'ın yanında kahkaha atarken gördüğüm zamandı." Şimdi de Drake düşüncelere dalmıştı. "Elimde bir yemek tepsisi vardı ve kendime oturacak boş bir yer arıyordum. Sonra insanların arasında güneş gibi parlayan kızıl saçlarını gördüm." "Turuncu." diye düzeltti onu Gena. "Saçlarım asla şarap kadar kızıl olmadı." Drake güldü. "Evet turuncu. Ama hayatımda gördüğüm en muhteşem turuncuydu." deyince Gena'nın çillerinin üzeri kıpkırmızı oldu. Drake yüzünde kızaran yerleri öpmek için delice bir istek duydu. "O günü çok iyi hatırlıyorum. Üzerinde mevsimlik gri bir ceket, mavi kot pantolon ve beyaz bir tişört vardı. Bir de siyah çerçeveli gözlükler." "Siyah çerçeveli gözlükler." diyerek onayladı onu Drake. "Kümesteki karatavuk gibiydin. Etrafa şapşal şapşal bakınıp duruyordun. Çok sevimliydin." 'Sevimli' beklediği tasvir olmasa da gülümsedi Drake. "Evet, galiba o sıralar biraz şapşal olduğumu kabul ediyorum." diye itiraf etti. "Şaka yapıyorum. Elbette şapşal değildin." "Üniversitede ve yabancı bir şehirde ilk günümdü ve o gün yeterince zor bir gündü. Bir sürü aksilik yaşamıştım. Belgelerimde eksik çıkmış, yurt odam yanlışlıkla bir başkasına verilmişti. Sonra sen gördüm. Göz göze geldiğimiz anda kalbim duracak gibi oldu." Gena gözlerini dikmiş ona bakarken bu itirafı yapmak onun için çok zordu. "O an ne düşünmüştün?" "Gözlerini. Gözlerinin geldiğim yerlerdeki uçsuz bucaksız ormanları anımsattığını düşünmüştüm. Sanırım kendimi ilk defa o ansana yakın hissettim." Gena gerginlikle bir saç tutamını kulağının arkasına atmaya çalışırken, Drake elini tutup bunu kendisi yaptı. Gena nefesini tutarak onu izlediği sırada, "Peki, şapşal olduğum dışında başka ne düşünmüştün. Yani beni masanıza davet etmeden evvel demek istiyorum." diye sordu. "Ah ben, şey..." Gena utanç içinde burnunu kırıştırdı. "...yalnız ve utangaç bir asosyal olduğunu düşündüm sanırım." dedi ve merakla Drake'den gelecek tepkiyi bekledi. Genç adamın yaptığı ufak bir duraksamadan sonra yarım bir gülümseme olunca Gena tuttuğu nefesi salıverdi. "Aslında o sıralar bir asosyal olduğum doğruydu. Küçük bir kasabadan geldiğimi biliyorsun. İnsanlarla kolay iletişim kurabilen biri değildim. Sizin aksinize yani. Gerçi hâlâ biraz öyleyim." Gena, "Bu geceden sonra beni asla buna inandıramazsınız." diye kendi kendine mırıldanırken Drake gülerek onu duymazlıktan geldi. "Sonra ben yaklaşınca, boş yeriniz olduğunu söyleyip, bir anda beni hem masanıza hem de hayatınıza dâhil ettin. O günden sonra hep bir aradaydık. Beraber üniversite hayatına ayak uydurmaya çalıştık. Partilere gittik, ders çalıştık, yeri geldi faturalarımızı ödemekte zorlandık, aç kaldık ama sayenizde hayal bile edemeyeceğim güzel günlerim oldu." "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" Gena'nın düşünceli sorusuna bir an bile tereddüt etmeden "Evet." diyerek cevap verdi Drake. "İnan bana seninle ve Madison'la yaşadığımız tek bir anı bile dünyalara değişmezdim." Gena bu sözlerin ağırlığı altında bakışlarını kaçırarak oturduğu yerde kıpırdanmaya başladı. "Ne oldu?" diye sordu hemen Drake. Acaba fazla mı ileri gitmişti? Belki de ilk andan onu duygusal anlamda fazla zorlamaması gerekirdi. "Sadece bu kadar uzun zamandır beni sevmeni aklım almıyor. Beş yıl çok uzun bir süre Drake." "Âşık biri için hiç de uzun sayılmaz." "Peki, ama yaşadığımız onca şey. Yani, senin ve benim bir sürü ilişkimiz oldu." Gena'nın huzursuzluğu şimdi anlaşılıyordu. "Haklısın. Hayatlarımızdan bir sürü insan gelip geçti. Senin her erkekte yaşadığın hayal kırıklığı, başkalarında seni aramaya çalışırken hissettiğim umutsuzlukla birleşince hiç kolay olmadı tabi." "Ama neden? Neden daha önce bana gelip anlatmadın Drake? Neden benimle şansını denemek yerine bir köşede oturup bekledin? İşte bunu anlayamıyorum." "Gerçekten denemediğimi mi sanıyorsun?" Drake'in sesi kederliydi. Kollarını dizlerine sararken afallayan Gena'nın gözlerine bakmaya devam etti. "Denedin mi?" "Elbette denedim ve ilk deneme teşebbüsümde hüsrana uğradım." deyince Gena irkilerek geriye çekildi. "Ne zaman? Bana böyle bir teklifle geldiğini hatırlamıyorum. Eğer gelmiş olsaydın muhakkak -" "Merak etme, bunun için açıkça seni suçlamıyorum." "Madison o sırada annesini bir rehabilitasyon merkezine yatırmakla uğraşıyordu. Bu yüzden bize katılamamıştı. O gün balo için alışverişe gitmeye seni zar zor ikna edebilmiştim, değil mi?" Gena o günü hayal meyal hatırlıyordu. "İşte o gün, sonunda tüm cesaretimi toplayıp sana açılmaya karar vermiştim. Tüm enerjini derslerine veriyor, dolayısıyla benimle çok sık zaman geçiriyordun. Uzun zamandır bir ilişkin de yoktu. Bu yüzden bunun uzun zamandır beklediğim fırsat olduğunu fark ettim ve denemeye karar verdim. Diğer yandan beni reddedersen yaşayacağım hayal kırıklığını hesaplamaya çalışıyordum. Çünkü arkadaşlığımızın bozulmasından ölesiye korkuyordum." "Ah Drake." "Tam sana konuyu açmak üzereyken yanımıza bizim yaşlarımızda ilk sınıflardan bir çocuk geldi. İsmi Adam'dı." Gena bu ismi hatırlamaya çalıştıysa da, bir türlü başaramadı. "Boşuna hatırlamaya uğraşma." dedi Drake hemen. "Okulun popüler serserilerinin aksine işi gücü ders çalışmak olan, benimle aynı sebeplerden insanlardan uzak duran, sessiz silik tiplerden biriydi. Pek yakışıklı sayılmazdı. Daha doğrusu, Gena Harrison'ın yüzüne bakmayacağı türden bir adamdı." Gena itiraz etmek istese de Drake ona izin vermedi. "Benimkilere benzer bir gözlük takıyordu." Gena konuşmanın nereye gideceğini anlamaya başlayarak huzursuzlanmaya başlıyordu. Drake bunu fark edince konuyu kısaca özetlemeye çalıştı. "Çocuk benden önce davranıp, o anda masamızda sana çıkma teklif etmişti. Başlangıç olarak da birlikte Bahar Balosu'na gitmeyi teklif etti." Gena'nın utanmış gibi asılan yüzüne bakarak "Ve sen hiç düşünmeden reddettin." diye ekledi Drake. Devamını anlatmasına gerek yoktu. Gena çocuğun boynu bükük şekilde masalarından ayrılışını, sonra da onu neden reddettiğini Drake'e en kötü ayrıntılarına kadar anlattığını hatırlamıştı. Çünkü çocuk havalı değildi. Yakışıklı, popüler, kızları peşinden koşturan seksi bir tip de değildi. Hatta Gena'nın aradığı hiç bir özelliğe sahip değildi. Çünkü o zamanlar Gena güzelliğin dış görünüşte başladığını sanan tam bir aptaldı. Gena ondan sonra Bahar Balosu'na kiminle gitmek istediğini de Drake'e itiraf ettiğini hatırlıyordu. Zengin ve yakışıklı okul takımının kaptanı Christopher Burke'la. "Drake ben..." "Bana bir açıklama yapmak zorunda değilsin Gena. O konuşmadan sonra sana asla sahip olamayacağımı, daha kötüsü hiç bir zaman senin aradığın adam olamayacağımı anlamıştım." "Hayır. Bu doğru değil." "Bunu bildiğim halde kalbime söz geçirmek hiç kolay değildi elbette. Seni her gün bir başkasıyla görmek, âşık olduğun adamları senden dinlemek, dağıldığında parçalarını bir araya getirmek, inan bana , tüm bunlara katlanmak çok daha zordu.." Drake bir soluk aldıktan sonra devam etti. "Bir süre sonra alışırım diyorsun ama asla o zaman gelmiyor. Her üzüldüğünde üzülmeye, başkası tarafından her mutlu edildiğinde mutluymuş gibi görünmeye ve bu süre içinde sana sadece dostluğumu sunabilmeye alışamadım Gena. Etrafındaki sıradan insanlardan biri olmak her geçen gün daha çok acı veriyordu." "Hiç bir zaman benim için sıradan biri olmadın Drake." derken hıçkırdı Gena. Drake onu yeniden ağlattığı için kendine lanet etti ve uzanıp inci güzelliğinde gözyaşını parmağıyla nazikçe sildi. "Şşşt. Biliyorum. Madison ile beni ne kadar önemsediğini hep biliyordum." diye fısıldadı." ama ben açgözlü ve bencil bir adamdım Gena ve daha fazlasını istiyordum. Seni yalnızca kendime istiyordum." Gena duyduklarına bir türlü inanamıyordu. Nasıl olmuştu da onu bu kadar büyük bir aşkla seven adamı fark edememişti? Sürekli gözünün önünde olduğu için mi? Yoksa hiç gitmeyeceğini düşündüğü için mi? Onu diğer insanlardan ayıramamasının, bir erkek gibi görememiş olmasının nedeni neydi? Hayır, bunu kabul etmiyordu Gena. Drake'i her zaman yakışıklı bulmuş, onu daima harika bir erkek olarak düşünmüştü. Fakat adam ona karşı hiç bir cinsel imada bulunmadığından Gena'nın onunla bir çift olmak aklının ucundan bile geçmemişti. Oysa son günlerde geçiyordu. Hem de fazlasıyla. Drake onu öptüğü ve onu Madison gibi arkadaşça değil, bir kadın olarak arzuladığını öğrendikten sonra adamı yatağında istemeye ve hayal etmeye başlamıştı. Bu bir anda oluşabilecek bir çekim miydi? Yoksa Gena gizliden gizliye kendine bile itiraf edemeden Drake'den hoşlanıyor muydu? Drake, "Şimdi söyle bana Gena?" diye sorunca kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp genç adama döndü. "Dün beni görmezden gelirken bugün gözlerini açmana sebep neydi? Nasıl olup da bir anda beni sevdiğine karar verdin bilmek istiyorum. Bu sadece seni arzuladığını bildiğin bir adamı başka kadınlara kaptırma korkusu mu, yoksa gerçekten içinde bir yerlerde benim için bir ateş yanıyor mu?" Drake avucunu açıp göğsünün üzerine, kalbinin atmayı kestiği yere bastırınca Gena donup kaldı. O kadar şaşkındı ki kelimeler boğazında takılıp kalmıştı. "Söyle hadi bana Gena? Neden bana âşık olduğunu söyle?" Drake'in sesine şimdi telaş ve korku hâkimdi. Sanki söyleyeceği tek bir kelimeyle parçalara ayrılacak veya göklere uçacak gibiydi. Gena susmaya devam edince genç adam bir küfür savurup hızla yerinden fırladı. "Kahretsin. Bu egonla ilgiliydi değil mi?" diyerek soludu hızla. "Hissettiğin sadece sahip olamadığından dolayı yaşadığın hüsrandı." dedi ve hâlâ bir cevap alamadığını görünce hışımla odayı terk etti. Gena sonunda girdiği transtan çıkarak peşinden bağırmaya başladığında artık çok geçti. "Drake dur!" Genç adam onu duymuşsa bile, doğruca banyoya girerek kapıyı ardından sertçe çarpmıştı. Gena kapının arkasında bir süre daha adını bağırmaya ve kapıyı yumruklamaya devam etti fakat Drake suyun altına girmiş, kapı gibi kendini de ona kilitlemişti. Ne yapmıştı? Onu nasıl böyle incitebilmişti? Kafasında bir sürü soru vardı ama Drake'i sevdiğinden emindi. O halde neden, neden ona söyleyememişti? Genç kadın ani bir kararla yaslandığı yerde sırtını dikleştirdi. Ardından gözyaşlarını sertçe yüzünden temizledi. O kadar kolay pes edecek değildi. O Gena Harrison'dı. Şimdiye kadar istediği her şeyi elde etmişti. Çoğu zaman hiç de kolay olmamıştı üstelik. Gena mücadeleden yılmazdı. Drake daha onun silahlarının bir tekiyle bile karşılaşmamıştı. Koşarak odasına gitti ve bir parça gazete kâğıdıyla bir kalem bulmaya çalıştı. Drake alnını soğuk fayanslara yaslamıştı. Hiç kıpırdamadan tepesinden akan tazyikli suyun bedeninden akıp ayaklarının dibinde birikmesini izliyordu. Amacı duş almak değildi ama belki su kalp ağrısına iyi gelirdi. Bir an için bile olsa Gena'nın ona âşık olabileceğini düşündüğü için kendini tam bir aptal gibi hissediyordu. Hayır, Gena ona âşık filan değildi. Şımarık kadın sadece onunla oyun oynuyordu belli ki ve kaybedeceğini hissettiği anda son kozunu ortaya atmış ve onu sevdiğini söylemişti. Çünkü Gena kaybetmekten nefret ederdi. Drake yumruğunu hışımla taş duvara geçirdi. Keşke o da Gena'dan nefret edebilseydi. O zaman belki bu imkânsız aşkı kalbinin derinliklerine gömebilir, kendine yepyeni bir hayat kurabilirdi. Genç adam başını öfkeyle iki yana salladı. Gena'dan başka kadınları arzulamak için çok çabalamıştı ama lanet olsun k, bu hiç bir zaman işe yaramamıştı. Drake acınası bir zavallıydı. Evet, o buydu işte. Bir zavallı. Kendine acıyarak işkence etmeye devam ettiği sırada yumuşak bir el sırtına dokununca irkildi. Drake hızla arkasının döndü ve bir çift zümrüt yeşili gözle karşı karşıya geldi. "Sen, sen içeri nasıl girdin? Ben , ben kapıyı kilitlemiştim." Genç kadın hafifçe omuz silkti. "Daha önceden de kilitli kapıları açmayı denemiştim. Bir parça gazete ve kalemle yalnızca bulmaca çözülmediğini öğrenmen lazım artık." Drake şu anda kilitli kapıların gazete kâğıdıyla nasıl açıldığını düşünemeyecek kadar şaşkındı. Gena çıplaktı. Ve ona şu ana dek hiç görmediği tuhaf bir şekilde bakıyordu. Drake kadının bakışlarının anlamını çözemeden Gena avuçlarını çıplak göğsüne koyup, dudaklarını usulca dudaklarına yaklaştırdı. Sanki onu ürkütüp kaçırmaya korkar gibiydi. "Konuşmamız yarım kalmıştı." dedikten sonra başını kaldırdı ve onu yavaşça öptü. Yer Drake'in ayaklarının altında sallandı. Gena onu öpüyordu. Yumuşak dudakları dudaklarının üzerinde nazikçe geziniyor, küçük elleri bedenini okşuyordu. Drake'i soluksuz bırakana kadar bunu yapmayı sürdürdü. Ta ki kadın karnına batan şeyle geri çekilene kadar. "Anladığım kadarıyla burada bana şans vermeye hevesli birileri daha var." Gena göbeğine yaslanan aletine bakıp alt dudağını ısırınca Drake gerginlikle kıkırdadı. "O, bu zamana kadar benim sözümü hiç dinlemedi ki." "Sahi mi?" diyerek kıkırdadı Gena. "Asi şeyleri severim." Kadın onu yeniden öpüp ellerini yavaşça boynuna dolamak üzereyken Drake sonunda kendine gelerek, bileklerinden tutup onu durdurdu. "Gena dur!" Tanrım, bir gün bunu söyleyeceğini biri ona söyleseydi herhalde ona delisin derdi. "Önce buraya ne söylemek için geldiysen söyle." "Tamam." Gena kollarını çözdü. Drake az önce ona yaslanan ıslak göğüs uçlarına bakmamaya çalışırken epey zorlanıyordu. "Bana az önce seni neden sevdiğimi sormuştun ve yanıtını beklemeden kaçtın." Drake nefes nefeseydi. Kadının yoğun bakışlarının altında sersemlediği için kendine lanet okuyordu sürekli. Üstelik bedenin alt kısmı, hâlâ aç olan dudakları gibi ona ihanet ediyordu. Gena, çıplak bedenini aralarındaki sertliğe yeniden bastırınca genç adamın soluğu kesildi. "Kafanın karıştığını biliyorum Drake. Benim duygularımdan emin olmak istiyorsun. Aslında bunu bende çok istiyorum. Yani seni sevdiğim ve öpüşmemizden fazlasıyla etkilendiğimi kabul ediyorum. Fakat bir anda sana âşık olduğumu söylersem ,gözünde ne kadar büyük bir yalancı olurum söylesene? Bu kadar uzun bir süre beni sevdiğini öğrendikten sonra istediğinin bu olduğunu hiç sanmıyorum." "Doğru. İstemiyorum." "Şu anda sana karşı hissettiğim en büyük şey arzu Drake. Seni istiyorum. Seni ve beni seven kalbini." dedi yeniden göğsüne elini koyarak. "Ve bunu denemek istiyorum. İkimizin birlikte olmasını." diye fısıldayınca Drake gözlerini sıkıca kapatıp başını arkaya yasladı. "Tamam. Seni bir grup güzel kadının arasında gördüğüm zaman kıskandığımı itiraf ediyorum ama..." "Kıskandın mı gerçekten?" Drake aniden kafasını kaldırdı. Duyduklarına inanamamıştı. Charlie'nin söyledikleri nasıl da çıkıyordu. "Evet. Seni kıskandım. Önce bir kızı öpüp umut veren, sonra da başkalarıyla gönül eğlendiren şu Kazanovalardan biri olduğunu sandım. "Kim? Ben mi?" Eğer ciddiyetini korumaya çalışmasaydı Drake bu lafa kahkahalarla gülerdi. Kazanova ha! "Sanırım korktum." diye devam etti Gena. "Seni kaybetmekten. Çünkü sana değer veriyorum Drake. İçimde uyanan yeni bir şeyler var ve ben bunun ne olduğunu keşfedene kadar senin yanlış kararlar vermeni istemiyorum." "Gena!" Drake avucunu yüzüne bastırdı. Aralarından akıp giden su sıcak olsa bile Gena'nın titrediğini fark ediyordu. "Bu doğru. Denemek istiyorum. Seni seviyorum Drake. Ve aşkına aynı şekilde karşılık verip veremeyeceğimi öğrenmemiz lazım. Bu yüzden eğer işler istediğimiz gibi gitmezse, yine de dost kalabileceğimizi bilmem gerek." Drake yeniden göz göze gelebilmek için başını eğip ona yalvaran kadına baktı. "Beni böyle bir sebepten kaybetmeyeceksin Gena. Buna izin vermeyecek kadar uzun zamandır istiyorum seni. Madem böyle düşünüyorsun, dilediğin gibi olsun." "Sahi mi?" Gena'nın gözleri dolu doluydu ve ışık saçıyordu. "Her şeye rağmen denemeye razı mısın yani?" Drake pes ederek, "Sana hayır diyecek gücü bir gün kendimde bulabilecek miyim, inan bilmiyorum." deyince Gena kollarını sevinçle adamın boynuna doladı. Soluk soluğa geri çekildiğinde, "Bu, benim gibi gözünün önündekini göremeyen bir aptalı hâlâ istediğin anlamına mı geliyor?" Soru o kadar ani fakat kadın sorarken o kadar samimi ve ürkekti ki, Drake o anda kendini erişilmez ve güçlü biri gibi hissetti. Gena cevabı beklerken su aralık kalan dudaklarına girince ağzını kapatmak zorunda kaldı. Drake onun bu halinin her anını hafızasına kazımak için sessiz kalıp izlemişti. Yaşadıkları anın gerçek olduğuna hâlâ inanamıyordu ama işte Gena kollarındaydı ve onu arzuluyordu. Ve aptalca bir soruyla, ona onu hâlâ isteyip istemediğini soruyordu. Bu kadın yıllardır arzuladığı şeyi şimdi ondan istiyordu. Drake de en az onun korktuğu sebeplerden dolayı korkuyordu ama ondan vazgeçecek kadar değil. Hayır. En büyük korkusu Gena'yı kaybetmekti. Eğer küçücük bir şansı dahi varsa denemeden vazgeçmeyecekti. Aniden onu döndürüp tüm vücudunu kadına yaslayarak, onu duvarla kendi arasına sıkıştırınca Gena'nın gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. Drake'in içi şeytani bir tatminle doldu. Şimdi göğüslerinden bacaklarına kadar kadının her noktasına temas edebildiği için teni şehvetle yanıyordu. Drake'in gözlerinde bir ateş dans ediyordu. Kendine daha fazla hâkim olamayarak kadının ellerini tek bir hareketle başının üzerinde birleştirip dudaklarından sert bir öpücük çaldı. Sonra bir tane daha. Sonunda öpüşme, dil ve dişleri de içine alan vahşi bir birleşmeye dönüşünceye kadar devam etti. "Halimden seni ne kadar istediğim belli değil mi?" diyerek göz ucuyla sertliğini işaret ettiğinde Gena, "Ama az önce onun seni asla dinlemediğini söylemiştin." diyerek sızlandı. Drake alnını kadınınkine bastırıp gülümsedi. "Evet, ama bu sefer ben ve o aynı fikirdeyiz." Gena'nın yüzü mutlulukla parladı. Bir bacağını adamın beline sarmadan önce dudaklarını dudaklarına yapıştırdı. Drake öpücüğüne sanki ona hiç doyamayacakmış gibi karşılık verirken kollarında öyle kıpır kıpır ve canlıydı ki. Genç adam dudaklarını ağzından çekip boynuna sürüklediğinde sırtında tırnaklarının izini bırakmaktan çekinmedi. Gena kendini ona sürtmeye başladığında Drake artık şehvetten gözü dönmüş bir haldeydi. Kadını üst bacaklarından sıkıca kavrayıp hızla yukarı çekti. "Ah Drake!" "Susma! İsmimi söylemeye devam et." "Drake, Drake, oh Drake!" İsmi kadının dudaklarından yalvarış gibi dökülüyordu. Drake'in hareketleri giderek daha vahşi bir hâl almıştı. Elleri pürüzsüz teninin her yerinde geziniyor, susamış dudakları onu resmen içiyordu. Kadının içine girmek istiyordu fakat ondan önce vücudunda öpülmedik tek bir yer bırakmak istemiyordu. Ve öyle de yaptı. Gena kollarında kıvranıp, inlerken o her santimini öpüp yaladı. Yalnızca prezervatif alana kadar kısa bir süre yanından ayrıldığında Gena'yı kızarmış, ilk orgazmını yaşamış ve dahası onun için istekli halde bırakmıştı. Tanrım, ona bakmaya doyamıyordu. Onu yeniden kollarına aldı ve dudaklarını acımasızca ele geçirdi. İçine girmeden önce bir anlığına durup bekledi. "Bunu gerçekten istediğine emin misin Gena?" diye sordu, vereceği olumsuz cevapta korkarak. Yine de eğer emin değilse, o anda bırakacağına emindi. "Eğer sana bir kez sahip olursam bir daha asla duramam." "Lütfen Drake," diye inledi Gena. Yalvarışı içtendi. "Sakın beni bırakma!" Drake onu yeniden öptükten sonra, alnını alnına yaslayarak yavaşça içine girdi. Solukları birbirine karışmıştı. Gena'nın hissettiği dolulukla nefesi kesildi. Fakat Drake o kadar nazik ve elleri o kadar becerikliydi ki, Gena'nın aklında en yakın arkadaşıyla seks yapmakla ilgili ufacık bir tereddüt kaldıysa bile, o anda yok olup gitmişti. Adamın ritmiyle yükseldi. İçinden taşmak üzere olan şey orgazmından çok daha özeldi. Drake onunla seks yapmıyordu. Hayır, onunla nazik ve içten bir şekilde sevişiyordu. Kulağına fısıldadığı güzel sözler Gena'nın başını döndürüyor, içindeyken verdiği his soluğunu kesiyordu. Kalpleri tek bir ritimde atarken Gena ona aynı şekilde karşılık vermişti. Adam onu yeni bir orgazma sürüklüyordu. Gena'nın bunun olabileceğine dair ufacık bir fikri bile yoktu. Ama olmuştu. Şiddetli titremeleri başlayıp, vücudu zevkle bin parçaya bölünürken adamın kollarına sıkıca tutundu. Drake o durana kadar içindeki hareketlerine devam etmişti. Kulağına onu sevdiğini ve hep seveceğini söyledi. Gena, kendini rahatlamış bir halde Drake'in kollarına bırakırken, adamın bir zamanlar yanıldığını ve kendinin dünyanın en büyük aptalı olduğunu düşünüyordu. Drake tam da onun bu zamana kadar umutla aradığı adamdı. ... Nickholas tekerlekli sandalyesini asansörden dışarı çıkarırken bir yandan telefonda konuştuğu kişiye homurdanmaya devam ediyordu. "Buna gerek var mı gerçekten? Ah hayır anne! Böyle bir şeye kalkışmadan evvel bir kere olsun bana danışmak aklına gelmiyor mu? Ne? Onu da mı davet ettin? Lanet olsun. Bağırmıyorum!" derken bile sesi hiddetle yükseliyordu. "O herifin benim olduğum ortamda bulunmasını istemiyorum. Çok ciddiyim. Yoksa o partiye asla gelmem beni anladın mı? Ne demek elektronik davetiyeleri çoktan postaladım. Sekreterine söyle, arayıp bir yanlışlık olduğunu söylesin." Nick cam kapıların önünde bağırıp çağırmaya devam ederken, merdivenlerden aşağıya inen Troy ile koridordan fırlayan Madison şaşkınlıkla bakıştı. Troy'un dışarı çıkmak için hazırlandığı belliydi. Madison henüz uykusundan yeni uyandığı için üzerinde hâlâ pijamaları vardı. "Güzel pijamalar." Madison, kahve bardaklı pijama altına bakıp ona dil çıkardı. Troy genişçe sırıttı. "Kiminle konuşuyor? Bayan Brooklyn mi?" "Sanırım." dedi Madison. "Ama neden kızdığını pek anlayamadım. Partiden filan söz ediyordu." Madison üzerine geçirdi sabahlığa biraz daha sıkı sarınarak Nickholas'ı izlemeye devam etti. Kadının adını duymak bile ürpermesine yetiyordu. "Yine canını sıkacak ne söyledi acaba?" "Her zamanki şeylerdir eminim. Patronunu tanımış olmalısın. O her istediğinin olmasına alışkın bir kadın." Troy'un sesindeki bir şey Madison'ın dönüp ona bakmasına neden olmuştu. Lacivert bir tişört ve aynı renk kot pantolon giyen adam Nickholas'ın olduğu tarafa nefretle bakıyordu. "Aranızda kötü bir şey mi geçti?" "Bianca'yla mı?" Troy ona döndü. "Nickholas'la." "Ah, elbette hayır, Nick ile aramı gayet iyi." "O halde yüzündeki bu ifade annesiyle ilgili." "Yüzümde nasıl bir ifade varmış?" "Birini öldürmek üzereymiş gibi." Bu tahmin üzerine genç adam irkildi. "Nesin sen medyum filan mı? Araştırmacı gazeteciliğe soyunduysan eğer, tavsiyem bence ailenize bir tanesi yeter." "Sadece sordum, neden kızıyorsun?" "Ağzımdan laf almaya çalıştığını anlamadım mı sanıyorsun?" "Ve sende hiç yardımcı olmuyorsun." "Kendi işine bak Goldberg." Troy elindeki anahtarları avucunda sallayıp sıktı. "Tamam. Pes ediyorum." "Hey siz ikiniz, orada ne tartışıyorsunuz öyle?" Nickholas sandalyesiyle yanlarına gelince konuşmaları mecburen son bulmuştu. "Hiç bir şey. Madison'a arabanı ödünç alıp alamayacağımı soruyordum." "Sormana gerek var mı? İstediğin zaman alabilirsin." Troy, "Sağ ol dostum." dediğinde Madison hızla gözlerini devirdi. "Sen dün gece burada mı kaldın?" Nickholas'ın dikkati şimdi onun pijamaları üzerindeydi. Neden bu pijama altını giymişti ki sanki. Bir dahakine kalp desenliyi getirecekti. "Evet. Bir sorun mu var?" "Neden bundan benim haberim yok! Ah ama neden olsun ki zaten, "diyerek kendi sorusunu yanıtladı Nick. “hayatımdaki bütün kadınlar hiç bir zaman hiç bir şeyi bana danışmak zahmetine girmezler." "Neyin var senin? Bu sabah tersinden filan mı kalktın?" "Hayır, ama eğer yanımda olsaydın yataktan ne kadar zor kalktığımı kendi gözlerinle görme şansın olurdu." "Saatin uyanmak için biraz geç olduğunu biliyorum ama dün gece ajansa yetiştirmem gereken bir yazı üzerine geç saatlere kadar çalışmak zorunda kaldım. O saatte eve gitmek istemediğim için geceyi burada geçirdim. Senin için sorun olacağını bilseydim önce senden izin isterdim. Ama burada bana ait bir oda ve yatak varken nedense buna gerek görmedim. Hem ben senin bakıcın değilim. Gece başında bekleyecek, üstü açıldığında örtecek ,sabah uyandığında kalkmana yardım edecek birine ihtiyacın varsa Romano'yu çağırabilirdin. O ayaklı seks makinesi eminim koşa koşa yanına gelirdi." Nick'in yüzü asıldı. "Romano'yla ne alıp veremediğin var senin?" "Ne olabilir ki?" Madison şaşırmış gibi yaptı. "O uzun bacaklı, saksocu masum mutfak kızı hakkında nasıl kötü düşünebilirim." Nickholas eliyle yüzünü sıvazlarken sinirle güldü. "Onu kıskanıyor musun?" "Ne?" Troy birden araya girdi. "Anlaşıldı gençlik. Sizin tartışmanız uzun sürecek gibi görünüyor. Dışarıda halletmem gereken işlerim var benim. Sonra görüşürüz." "Orada dur bakalım. Umarım o küçük işin kız kardeşimle ilgili değildir." Troy tam kapıya doğru yürürken bir anda durup geri dönünce Madison'ın kollarını birleştirmiş halde onu şüpheyle izlerken buldu. "Dün birlikte olduğunuzu biliyorum." diye devam etti Madison. "Biliyor musun bence tersinden kalkan asıl sensin." Troy başını iki yana sallayıp güldü. "Evet doğru. Dün akşam Corine ile birlikte yemek yedik ve bugün de birlikte sete gidip şu suikastı düzenleyeni bulabilecek miyiz bakacağız." "Bu konuda ciddi misiniz?" "Sende mi Nick?" Troy arkadaşına alınmış gibi bakınca, Nickholas ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Beni yanlış anladın dostum. Suikast olayından bahsediyordum." "Ah evet." dedi Troy dalgınlıkla. "Yani bilmiyorum. Corine gördüklerinden emin gibi konuşuyor. Yine de gidip bakmakta fayda var." "Haklısın." "Yani anlayacağın Mad, kız kardeşinle aramızda senin sandığının aksine arkadaşlık dışında hiç bir şey yok. Şimdilik." Madison suçluluk duygusuyla iç çekerken son kelimeyle öfkelendi. "Şimdilik de ne demek? Onunla arana mesafe koy Rupert. Ciddiyim. İkinizin de üzülmenizi istemiyorum." "Bence sen bu güzel tavsiyelerini küçük kız kardeşine versen daha iyi olur." dediğinde genç kadının kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. "Ne demek istedin?" Troy yeniden kapıya doğru yürürken, Madison arkasından, "Bu ne demek dedim sana Troy?" diye bağırdı. "Bu masaldaki kötü kurt ben değilim demek." dedi Troy ve onun karşılık vermesine fırsat vermeden çıkıp gitti. "Neydi bu şimdi?" "Kim bilebilir. Troy işte. Biz konumuza dönelim." Madison gözlerini devirip odasına doğru sert adımlarla yürümeye başladı. "Konumuz neydi? Senin sabah huysuzlukların mı?" "Ben mi huysuzluk ediyorum? Hah, diyene bak." "Başlatan ben değilim." Madison Nickholas'ın peşinden geldiğinin farkındaydı. Masasındaki dosyaları toplayarak aceleyle çantasına tıkıştırmaya başladı. "Bana laf sokup gidemezsin. Annem kazadan kurtulmam şerefine evinde bir parti veriyormuş." "İyi ya ne güzel işte. Partileri sevmez misin?" Madison diz üstü bilgisayarını da çantasına yerleştirmeye başladığı sırada Nick gelip tekerlekli sandalyesiyle önünü kesti. "Beni dinleyecek misin artık?" "Dinliyorum." Genç kadın yeniden çantasıyla uğraşmaya kalkışınca Nick kolunu tutup onu durdurdu. Kızın suratının asıldığını fark etmişti. Bu kez ses tonunu yumuşatmayı denedi. "Sana bağırdığım için özür dilerim Maddie. Şimdi otur da konuşalım hadi." Madison direnç göstermeyi bırakıp iç çekerek yatağın kenarına çökünce Nick kızın ellerini tuttu. "Canını sıkan şey ne? Yalnızca parti olduğunu zannetmiyorum." "Bende bunu yapmaya çalışıyordum." "Bende hiç yardımcı olmuyordum. Özür dilerim. Anlat hadi." "Birincisi, senin geceyi burada tek başına geçirmenden ötürü rahatsızım. Yukarıdaki yatağım buradan daha geniş ve rahattır." dediğinde Madison tek kaşını havaya kaldırdı. "Ama bu sonra ele alacağımız bir mesele. Annem partiye Funny ve Eduardo'yu da davet etmiş." Madison bariz bir şekilde gerilince Nickholas isyan etti. "Lanet olsun, işte tam da yüzündeki bu ifadeyi görmekten nefret ettiğim için o pisliği partimde görmek istemiyorum." "Şey, Eduardo'dan hoşlanmıyorum." "İnan bana benim kadar olamazsın." "Yine de eğer mecbur kalırsam onunla aynı ortamda bulunabilirim. Yani beni düşünüyorsan, hiç sorun değil. Hatta ihtiyaç yoksa orada bulunmama bile gerek yok." "Ama ben orada olmanı istiyorum. Benim yanımda. Ve elbette seni düşünüyorum. O adam tam bir sülük ve yeniden ensene yapışsın istemiyorum." "Tamam. Sorun yok. Eğer istiyorsan orada ve iyi olacağım." Madison gülümseyince Nick eğilip alnını onunkine yasladı. "Gerçekten mi?" "Elbette Nick. O adam benim için önemli biri değil. Biraz fazla ısrarcı biri ama merak etme, onunla baş edebilecek yeterli donanıma sahibim." "Buna hiç kuşkum yoktu zaten. Yine de adamın adını duyunca kan beynime sıçrıyor işte." Nickholas'ın yüzünde yavaş yavaş beliren tebessüm Madison'ın kalbini ısıttı. Onu bu kadar düşünmesi çok tatlıydı. "Annem bazen öyle can sıkıcı olabiliyor ki," Madison, "Bazen mi?" diye sorunca genç adam bir kahkaha attı. "Haklısın. Çoğu zaman." Madison da gülümsedi. "Ben bu duruma bağışıklık kazandım artık." "Keşke bende bağışıklık geliştirebilseydim." genç adam kederle iç geçirdi. "Onun hayatımın bu kadar içinde olmasına ve her şeye burnunu sokmasına katlanamıyorum artık." Geriye çekilerek yeni bir soluk koyuverdi. "Bazı şeylerin telafisi olmuyor Madison. Annem bunu yapmaya çalışıyor. Geçmişte yapamadıklarının acısını şimdi çıkarmak istiyor." "Şey, annen kontrolü elinde tutmayı biraz fazla abartıyor olabilir," Nick, "Biraz mı?" diye sordu ve Madison kahkahalara boğuldu. "Haklısın. Çoğu zaman. Ama seni sevdiğini görebiliyorum Nick. Ne yapıyorsa senin iyiliğin için yapıyor. Benimle iş görüşmesi yaparken senin için nasıl endişelendiğini görmeliydin. Senin dibe batmandan, kazandığın her şeyi son kuruşuna kadar kaybetmenden, insanların gözünde değerini yitirmenden o kadar korkuyordu ki." "Konu kendi prestiji olunca fazla korumacıdır evet." "Hayır, o gün benimle konuşan kadın, sert iş kadını Bianca Brooklyn değildi. Bir anneydi. Çocuğuna yardım etmek isteyen ve bunun için tüm imkânlarını seferber eden savaşçı bir kadındı. Sürekli içiyordun, en yakınlarından ihanet görmüştün ve umutsuzdun. Kendi yöntemleriyle de olsa yapmak zorunda olduğu şeyi yaptığı için onu suçlayamazsın. Biliyor musun, bazen benim annem de Bianca'nın yarısı kadar bizimle ilgilenseydi acaba nasıl olurduk diye düşünmeden edemiyorum." Nick onun gözlerindeki acıyı çekip almak isterken durumun komikliğine gülmeden edemedi. "Ne dilediğini bilmiyorsun sen." "Belki. Ama sende elindekinin kıymetini bilmiyorsun." "Sandığın kadar parlak bir çocukluk geçirmedim ben Madison. Annem kendini dünyaya, özellikle de babama ispatlama çabasıyla yıllarca çırpınıp dururken beni çoğunlukla büyükannem büyüttü. Babam zaten hastaneden eve gelmiyordu. Annemin ne zaman çekeceği film için uzaklara gitmesi gerekse bana hep büyükannem baktı. Aslında bir süre beni de yanında götürmeye çalıştı ama sanırım iki işi bir arada başaramadı. Sonunda birini tercih etmek zorundaydı." “Ve o da işini seçti öyle mi?” "Aynen öyle." Nickholas'ın hüzünlü gözleri camdan dışarıya gökyüzüne doğru kayınca Madison, "Yine de şanslıymışsın." diyerek dikkatini yeniden kendine vermesini sağladı. "Bizim eteklerine sığınabileceğimiz bir büyük annemiz yoktu. Babam gitmişti ve annem de sürekli içiyordu." Nick ellerini dudaklarına götürüp kadının parmaklarının üstünü öperken, "Hepsini biliyorum." dedi. "Üzgünüm. Sana geçmişini hatırlatmak istememiştim." "Ah." Madison başını silkeledi. "Bende öyle." Adama kendini bu kadar derinden açtığından habersizdi. Evlendikleri gece bütün bunları konuşmuşlardı demek. "Sorun değil. Artık eskisi kadar üzülmüyorum ama gerçekten tüm hayatımı biliyor musun?" Nick başını evet anlamında sallarken Madison'ın karnına ağrılar girmeye başlamıştı. "Ve bende sana benimle ilgili bilmen gereken ne varsa anlattım. İşin tuhaf yanı ne biliyor musun? Bunu ikinci defa yapıyorken bile hâlâ kendimi bok gibi hissediyorum." Madison kıkırdayınca Nickholas'ın bakışları onun dudaklarına kaydı. "Çok güzel gülüyorsun Maddie. Eğer elimden gelseydi bu gülüş için sayfalar dolusu şiirler yazardım." Madison yavaşça yerinden doğrularak adamın kucağına yerleşti ve onun okyanus kadar dipsiz gözlerinin içine mutlulukla baktı. "Üzülme. Şiirden pek anlamam zaten. Bir öpücükle bile tav olabilen basit kızlardanım ben." Nickholas'ın ağzının kenarında kalp durduran türden bir gülümseme belirince Madison'ın bedeni tatlılıkla ürperdi. "İşte bu konuda tüm hünerlerimi seve seve sergileyebilirim." dedi Nick dudaklarını onunkilere dokundurmadan önce. Adam onu ağır ağır ve tadını çıkararak öperken Madison kendini bu öpücükte kaybetmek istiyordu. Geçmişi ya da geleceği düşünmek yerine sadece o anı düşünmesi gerekiyordu. Bir karara varmıştı. Eğer Nick hâlâ istiyorsa, onun karısı olarak kalacaktı.
|
0% |