Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@sagetaylors

 

"Kıpırdamadan durur musun artık. Neredeyse bitmek üzere."

"Senin için söylemesi kolay. Burada canı yanan benim."

"Bence birazcık daha dişini sıkabilirsin. Sonuçta bunu hak ettiğini söylemiyorum ama..."

"Nutuklarından birine daha başlama lütfen Maddie. Dinleyecek halde değilim."

Madison bu sözlerin ardından elindeki antiseptikli pamuğu adamın kaşındaki yaraya biraz fazla sert bastırınca Nickholas acıyla öyle bir haykırdı ki, yattığı yerden sıçradı.

"Hey! Delirdin mi sen? Beni öldürmeye mi çalışıyorsun?"

"Hayır, yalnızca işimi yapmaya çalışıyorum. Tabii, izin verirsen."

Madison'ın hiç suçu yokmuş gibi gözlerini kırpıştırması Nickholas'ı yumuşatmaya yetmemişti. Kaşlarını daha da çatarak gözlerinin içine bakmaya devam etti.

"Elin de baya hafifmiş doğrusu."

"Lisedeyken bir dönem ilk yardım kursuna katılmıştım."

Genç kadın gülümseyerek üzerine eğilince yastıklara daha da gömülerek,

"Sağ ol ama bu kadarı kâfi." dedi Nick.

"Bebek gibi mızmızlanmayı kes de yarayı temizlememe izin ver. Mikrop kapabilirsin."

"Ben bebek gibi mızmızlanmıyorum. Adam neredeyse suratımı dağıtıyordu. Yüzünün ortasına hiç sert bir yumruk yedin mi sen? Nasıl acı verdiği hakkında bir fikrin var mı?"

"Hayır. Hiç bir fikrim yok."

"Güzel."

"Çünkü hayatım boyunca sert bir yumruğu hak edecek hiç bir şey yapmadım." dedi gururla Maddie.

Kadın yeniden masumca gülümseyince Nickholas ona pis pis bakmakla yetindi.

"Buz getirdim."

Romano'nun sesiyle her an birbirlerinin boğazına sarılacakmış gibi duran ikili hızla ona döndü. Mavinin tonlarına sahip oturma odası olarak döşenmiş odalardan birindelerdi. Öfkeli olan daha çok Nickholas gibiydi. Madison daha çok onun bu haliyle eğleniyordu. Şimdilik. Ah elbette adama kızgındı. Hemde çok. Ama onun canına okumak için biraz daha zaman ihtiyacı vardı.

Troy, "Buz şişmesini önleyecektir adamım." diyerek Romano'dan aldığı buz torbasını arkadaşına uzattı.

"Sağ ol dostum."

"Mano Nickholas'a sabah verdiğimiz ağrı kesicilerden getirebilir misin?"

"Ağrı kesiciye ihtiyacım yok."

"Ama olacak."

"Daha önce de dediğim gibi, sadece bir duble viski istiyorum."

"Ah, bu gece daha fazla alkol yok Bay Andersson. Mano. Ağrı kesiciler ve sadece su lütfen."

Nickholas inleyerek kendini yastıklara bırakırken Madison'la tartışmanın faydasız olduğunu hatırladı. Bu yüzden gözlerini kapatarak bileğini alnına dayadı. Tanrım, beyninin içinde bir Rock grubunun davulcusu adeta bilmediği bir parçanın notalarını defalarca çınlatıyor gibiydi. Lanet kadın haklıydı. Şimdiden o berbat ilaçlara ihtiyacı vardı. Ama bunu ona itiraf etmektense acı çekerek ölmeyi tercih ederdi.

"Başka istediğiniz bir şey var mı Bay Nickholas? Şey, fena görünüyorsunuz. Yiyecek bir şeyler getirmemi ister misiniz?"

Troy, "Ben isterim." diye araya girince hepsi birden ona baktı. Nickholas bile tek gözünü aralamıştı.

"Ne? Ortam gerildiğinde hep midem kazınır benim." diye savunmaya geçti genç adam.

"Ben istemiyorum Mano, sağ ol. Troy'a bir şeyler getir yeter."

Romano başıyla onaylayarak Troy'a yan gözle baktıktan sonra podyum mankenleri gibi yürüyerek yanlarından ayrıldı.

Troy kadının ardından yeniden dikkatini yaralı ve sarhoş arkadaşına vermişti. Freeman'dan yediği sıkı dayaktan sonra biraz olsun ayılmış gibi görünüyordu. Yediği tek bir yumruktu gerçi ama adam fena vurmuştu doğrusu. Nicholas hastaneye gitmeyi reddetmişti. Eve doktor çağırmalarını da istemeyince Madison onunla ilgileneceğini söylemişti. Troy arkadaşının kalıcı bir hasarı olmamasına sevindi.

"Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?"

Nickholas gözlerini açmadan, "Ortaokuldaki şişko Buffy üstümden defalarca geçmiş gibi." deyince Troy eski günleri hatırlayıp kıkırdadı.

"Çocuk sumo güreşçileri gibiydi değil mi? O okul koridorlarından geçerken herkes nasıl da ezilme korkusuyla etrafa kaçışırdı."

Nickholas da gülmeye başlamıştı. Ama her kıkırdamasında başındaki yara ve tüm kemikleri aynı anda sızlıyordu.

"Kırmızı gözlükleri olan tatlı kızı hatırlıyor musun peki?" dedi Nick. "Gözlüklerinin camları o kadar kalındı ki gözleri ardında iki küçük nokta gibi görünüyordu. Neydi adı?"

"Bella."

"Ah evet. Bir keresinde gözlüklerini tuvalette unutmuştu ve sınıfa girdiğinde kimse onu tanıyamamıştı."

"Aman Tanrım."

İki arkadaş çocukluk anılarının verdiği neşeyle gülmeye devam ederken Madison kollarını göğsünde birleştirmiş şovun bitmesini bekliyordu.

"Altıncı sınıfta senden hoşlanan bir kız vardı hani?" diye devam etti Troy.

"Hangisi? Altıncı sınıfta bütün kızlar benden hoşlanırdı."

"Egoist pislik seni. Diş telleri olan."

"Ah, hayır. Lanet olsun."

"Kız güzeldi ama sırf onu öpmekten korktuğun için çıkma teklifini reddetmiştin."

Troy iğrenircesine bir öpüşme sesi çıkarınca Nickholas inledi ve kıkırdamaya devam etti.

"İnsanların kusurlarıyla dalga geçmeniz bittiyse asıl konuya gelebilir miyiz artık?"

Madison'ın sert çıkışıyla ikisi de bir anda gülmeyi keserek ona döndü.

Troy, "Biz sadece..." diye kekeleyerek kendilerini savunmaya geçmişti ki,

"Eğlenmeye mi çalışıyordunuz?" diyerek lafı anında yapıştırdı Madison. "Ne kadar da medenice. Siz ikiniz, ne zaman büyüyeceksiniz?"

Troy'un ağzı bir karış açık kalmıştı. Nickholas ona ben sana demiştim bakışı attı.

İmayı fark eden Madison bu kez tüm hiddetiyle Nickholas'a yöneldi. Şimdi gerçekten sinirlenmişti.

"Tüm bunların olduğuna hâlâ inanamıyorum. Oraya giderken aklından ne geçiyordu?" Sesini yükseltmişti. Troy bir koltuğa yavaşça çökerek kadının hiddetinden nasibini almamayı seçti. Eğlence buraya kadardı demek ki.

"O ikisinin arkamdan iş çevirdiğini ispatlamak ve elbette o pisliği kendi silahıyla vurmak. Ve işe yaradı da." dedi Nickholas gururla.

"Ne yani, eski menajerinin arkandan iş çevirdiğini mi düşünüyorsun?"

"Düşünmüyorum. Bundan eminim. Adamın beni gördüğünde yüzünün aldığı şekli görseydin ne demek istediğimi anlardın. Alçak herif. Bunca zamandır hep nasıl oluyor da Freeman benden bir adım önde olabiliyor diye merak edip duruyordum. Girdiğim tüm işlere burnunu sokmasının sebebi belli ki Bruce'un arkamdan iş çevirmesiymiş. Şimdi anlıyorum. Benimle birlikteyken bir yandan da o adam için çalışmaya devam ediyordu. Artık benimle bir bağı kalmadığına göre belli ki işi resmiyete dökmeye karar verdiler."

"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun söylesene?"

"Çünkü senin aksine bazı şeyleri görebiliyorum tatlım?" Nickholas da ses tonunu yükseltmeye başlamıştı.

"Bunlar sadece varsayım Nickholas. Sırf sen böyle düşünüyorsun diye birilerini suçlayamazsın. Bu arada bir daha bana tatlım deme!"

"İnan bana eğer araştırırsam bunu ispatlayabilirim."

"O halde bunu yapsaydın." Nickholas ona inanmayan gözlerle bakınca, "Eğer gerçekten elinde Bruce denen adamı suçlayacak bir şeyler olsaydı onu yargıcın önüne atabilir ve elini kirletmene gerek kalmadan bu işi avukatlarına bırakabilirdin." dedi.

"Bu kadarı benim için asla yeterli olmazdı." Nickholas dişlerini gıcırdatana kadar sıkmıştı. Yüzü birden kızararak korkunç bir hal aldı. Adamlara olan öfkesi onu adeta bambaşka birine dönüştürüyordu.

"Ah evet, eminim yeterli olmazdı. Çünkü bu işi en eski yöntemlerden birine başvurarak, yani mağara adamlarına yakışır gibi kan akıtarak yapmak zorundaydın. Ama sana kötü bir haber vereyim mi? Ne yazık ki sonunda akan senin kanın oldu."

"Sen kimin tarafındasın Tanrı aşkına? Bana saldıran Freeman'dı. Neden suçlusu şimdi ben oluyorum?"

"Çünkü onu kışkırttın. Üstüne gelmesini sağladın. Şimdi bana sakın masum numarası yapma."

"O da bana aynısını yapmıştı. Ama şimdiki gibi yine suçlanan ben olmuştum. Adalet bunun neresinde söylesene?"

"Şu an gerçekten altıncı sınıfa giden bir çocuk gibi davranıyorsun."

Nickholas başındaki buz torbasını bir kenara atarak, beyninin patlarcasına ağrımasına aldırmadan ayağa fırladı ve Madison ile yüz yüze gelecek şekilde yaklaştı.

"Çocuk gibi davranmıyorum. Sadece lanet olası hakkımı arıyorum. O adam hayatımı mahvetmeye çalışırken oturup izlemeye devam etmeyeceğim. Ona sadece hak ettiği dersi verdim."

"İkisi aynı şey değil Nickholas."

"Ah tam da aynı şey Maddie. Çekimlerde o piç kurusu beni kışkırtmak için elinden geleni yapmıştı. Şimdi de ben ona aynısını yaparak insanların önünde küçük düşmesini sağladım. Madem yumruğu ilk atan suçlu, o zaman ben tamamen masumum."

"Adamın evine gittin."

"Ne olmuş yani?"

"Bu neredeyse haneye tecavüz demek."

Nickholas sıkıntıyla ellerini saçlarının arasından sertçe geçirerek, "Bak sana ne söyleyeceğim Maddie." dedi. Sesi tehlikeli derecede sakin çıkıyordu şimdi.

"Bence sen benim kıçımı toplamakla ya da üçüncü sınıf bir reklam ajansında tuhaf metinler yazmakla uğraşacağına, Freeman gibi adamların avukatlığını yapmak için hukuk falan okumalıymışsın. Böylece şimdi kazandığından daha fazla paran ve şöhretin olurdu inan bana."

Madison yüzüne bir tokat yemiş gibi irkilince genç adam içinden kendine lanet okudu. Biraz ileri gittiğinin farkındaydı. Söylediklerine çoktan pişman olmuştu ama artık çok geçti. Kadın çoktan tırnaklarını çıkarmış onu parçalamaya hazırlanmıştı bile.

Troy ise bir köşeye sinmiş bir pinpon maçını izlermiş gibi hararetle ikisinin tartışmasını seyrediyordu.

"Bu gerçekten komikmiş. Senin gibi beş para etmez film yıldızlarının pisliğini temizleyerek şöhret sahibi olmaktansa tuhaf metinler yazarak basit ama onurlu bir hayat yaşamayı tercih ederim. Senin ve senin gibilerin sorunu ne biliyor musun? Bence şöhret ve paragözünüzü öyle boyamış ki gerçek hayatın ve insanlığın ne demek olduğunu unutmuşsunuz. Ah, bunun için yalnızca seni suçlamıyorum tabii. Kendi kaypak, sahte dünyanızda boğulmaya mahkum olduğunuz için sizin için yapabileceğim tek şey yalnızca üzülmek. Bu arada senin kıçını toplamaktan gerçekten hoşlanmadığımı da bilmeni istiyorum. Senin aksine ben bazı değerlere inanıyorum ve bunlardan biri de vefa, anlıyor musun? O üçüncü sınıf dediğin reklam ajansının sahibinin hatırı olmasaydı sana bir dakika daha katlanır mıydım sanıyorsun? "

Troy dayanamayıp, "Siz ikiniz neden sevişmiyorsunuz?" deyince ikisi de aynı anda dönerek,

"KAPA ÇENENİ!" diye bağırdı.

Troy teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. "Tamam tamam, sustum."

Madison gözlerinden ateşler saçarak Nickholas'a bakmaya devam etti.

"Şimdi benim hayatımın gidişatını bana bırakıp kendininkini düşünmeye başlasan iyi edersin. Bilmem farkında mısın ama sen Freeman'ı kışkırtmakla uğraşırken, o sırada bir düzine kadar kameraman sizi çekiyordu. Görüntülerin yayınlanmaması için elimden geleni yaptığımı düşünüyorum ama senin gibi ben de o adam güvenmiyorum. Eğer hakkında dava açarsa ki bunu yapacağına adım kadar eminim, o görüntüler seni fazlasıyla suçlu göstermeye yetecektir."

"Bana dava açması umurumda bile değil. Onunla başa çıkabilirim. Üstelik o görüntüleri yayınlaması saldıranın ben değil o olduğunu kanıtlamaktan başka bir işe yaramaz."

"Bakıyorum her şeyi düşünmüşsün. Peki, bu olayı B.B 'ye nasıl açıklamayı düşünüyorsun?"

"O kısmını bana bırak. Annemi ben idare ederim."

Madison kaşlarını alay edercesine yukarı kaldırdı.

"Sahi mi? Sahneyi size bırakıyorum o zaman Bay Andersson. B.B yirmi dakika önce mesaj attı. Neredeyse gelmek üzeredir."

İki arkadaş birbirine bakıp sessizce küfretti.

Troy aklına meşgul eden soruyu sormak için tam da o anı seçmişti.

"Aranızdan biri bana Freeman'ın Nickholas ile derdi ne söyleyebilir mi?"

Madison hayretle Nickholas'a döndü.

"Ona anlatmadın mı?"

"Neyi anlatmadı mı?"

Nickholas gözlerini kaçırarak, "Boş ver adamım, önemli değil." deyince Troy ısrar etti.

"Aranızda bu kadar büyük bir düşmanlık olmasının geçerli bir sebebi olmalı."

"Ah, inan bana geçerli bir sebebi var." dedi Madison inatla.

"Maddie!"

Genç adamın sesi uyarır netlikteydi.

"Bence en yakın arkadaşına Freeman'ın nişanlısıyla yaşadığın küçük macerayı anlatmalısın Nickholas. Nasıl olsa öğrenecek."

Genç kadın kapıya doğru yürürken Troy hayret ve kafa karışıklığıyla Nickholas'a bakıyordu. Genç adam ise her an öldürmek için üzerine atlayacakmış gibi gözleriyle Madison'ı takip ediyordu. Genç kadın kapıdan çıkmadan önce son bir kez ona bakıp sırıttı. Şimdi kendi pisliğinde boğul bakalım piç kurusu.

Madison odadan çıkınca Troy hızla Nicholas'ın yanına gitti.

"Falcon'un nişanlısını mı becerdin?"

Nickholas yenilgiyle koltuğa çökerek başını ellerinin arasına aldı.

"Sadece sözlüsüymüş tamam mı?"

"Bu adamın kızını becerdiğin gerçeğini değiştirmiyor."

"Şunu söylemeyi keser misin? İsteyerek olmadı."

"İsteyerek olmadı mı?"

Troy'un aniden bağırmasıyla genç adam başını kaldırıp arkadaşının kızgın suratına baktı. Troy karşısında kollarını iki yana açmış öfkeyle soluyordu.

"Kadının Falcon'un sözlüsü olduğunu bile bilmiyordum. Onunla iş için gittiğim bir otelde tanışmıştım. Barda yanıma geldi ve benimle içki içmek istediğini söyledi. Yemin ederim bana ilgi gösteren kendisiydi. Güzel bir kadındı ve o sıralar boştum ama inan bana dostum tek gecelik bir şeydi."

"Bunu bana neden daha önce anlatmadın peki?"

"Bilmiyorum. Anlatamadım işte. Benim şey gibi olduğumu düşünmeni istemedim."

Troy, "Baban gibi mi?" diye sorunca Nicholas'ın gözleri acı ve öfkeyle kısıldı.

Troy acı bir kahkaha attı.

"Freeman'a hak vermek lazım. Ben olsam seni yeryüzünden silmek için bir yumruktan çok daha fazlasını yapardım."

"Bunu söylemek istemediğini biliyorum."

Troy'un gözleri sulanmaya başlamıştı. Burnunu çekerek bakışlarını hızla kaçırdı. Nickholas arkadaşının ne kadar perişan olduğunu görebiliyordu. Kendisi de bu yükün altında ezilmekten yıllardır bıkıp usanmıştı.

"Tam da bunu söylemek istiyordum. Tanrı aşkına, adamın nişanlısıyla yatmışsın. Ne bekliyordun ki, alnından öpüp seni tebrik edeceğini mi?"

"Sözlüsüydü. Ve dediğim gibi, bundan haberim yoktu."

"Ah tabii. Babanın da annemle yatarken evli olduğundan haberi yoktu."

Troy acı gerçeği bir kez daha sertçe yüzüne vurduktan sonra hızla kapıya doğru yöneldi.

"Hey dostum. Gitme! Bekle!"

"Buraya bana yardım etmeni istediğim için geldiğimi biliyorum ama kendi başımın çaresine baksam çok daha iyi olacak."

Nickholas ağrılarına aldırış etmeden arkadaşının peşinden kapıdan fırladı. Troy koridorlarda o kadar hızlı ilerleyip merdivenlerden koşarcasına inmeye başlamıştı ki, Nickholas ona yetişmekte zorlanmıştı.

"Buraya gel Troy. Bu yaşananlarda hiç birimizin suçu olmadığını biliyorsun. Freeman olayında hakkımda ne düşünmek istiyorsan düşünebilirsin ama babamın yaptıklarının bedelini ödemek istemiyorum artık anlıyor musun?"

Nickholas son basamakları inerken,

"Sen benim en iyi arkadaşımsın." deyince Troy kapıya bir kaç metre kala durdu. Omuzları hızla aldığı soluklar yüzünden inip kalkıyordu. Elleri iki yanında sımsıkı yumruk olmuştu.

"Yapma dostum." dedi Nick sesini biraz daha yumuşatmaya çalışarak. "Neden ebeveynlerimizin hatasını biz çekmek zorundayız ki. Biz seninle hep çok iyiydik. Şimdi yıllar sonra yeniden birbirimizi bulmuşken böyle çekip gidemezsin. Hem senin bana ihtiyacın olduğu gibi." dediğinde Troy öne doğru bir adım atmıştı ki, "benim de sana ihtiyacım var." diyerek sözlerini bitirdi Nick.

Troy yeniden duraksadı. Nickholas tırabzanlara tutunmuş soluk soluğa kalmış halde ve güçlükle ayakta durmaya çalışıyordu. Genç adam,

"Lütfen Troy!" diye inledi.

Troy arkasını döndü ve yaşlı gözlerle arkadaşına baktı. Nickholas'ın da gözleri kızarmıştı. En iyi arkadaşını bu halde görmeye dayanamıyordu ve onları bu hale getirdiği için kendi babasından nefret ediyordu.

"Ancak bana onun gibi bir adama dönüşmeyeceğine söz verirsen kalırım." dedi Troy. Sesi titriyordu.

Nickholas zorlukla yutkunabildikten sonra göz temasını kesmeden başını salladı.

"Söz veriyorum. Bu yüzden en az senin kadar acı çektiğimi biliyorsun."

Troy bakışlarını ayaklarına indirip, omuzlarını düşürerek başını yavaşça aşağı yukarı sallamıştı. Nickholas onun kalmaya karar verdiğini anlayınca neredeyse sevinçten koşup adamın boynuna sarılacaktı. Ama bunu yapmaması gerektiğinin farkındaydı. Tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki annesinin otoriter sesiyle ikisi de donup kaldı.

"Bakın burada kim varmış? Troy Rupert."

.....

Madison arabasını park yerine yerleştirdikten sonra motoru susturup bir müddet arabanın içinde kaldı. Hava bu gece fazlasıyla sıcaktı. Gelirken tüm camları açık bırakmasına rağmen bunaltıcı havadan bir türlü kurtulamamıştı.

Yıldızlar gökyüzünde lacivert bir örtünün üzerindeki iğne uçları gibi parlıyordu. En ufak bir rüzgâr bile esmiyor, havadaki kuruluk onu adeta boğuyordu. Hayır, bu doğru değildi. Onu asıl boğan Andersson denen herifti. Onun kaprisleri ve bu başına buyruk halleri Madison'ı sonunda çileden çıkartmaya yetmişti. Bu işe daha ne kadar katlanabileceğini bilmiyordu ama ne yazık ki devam etmesi gerekiyordu.

Kız kardeşi bu sene son sınıftaydı. Okulunun bitmesine yalnızca bir kaç ayı kalmıştı. O üniversiteden mezun olduğunda ve sonunda birlikte yaşamaya başladıklarında tüm bu işkenceye nihayet bir son verebilirdi.

Babaları onları daha küçük bir çocukken terk ettiğinden beri Madison kardeşiyle annesinden daha çok ilgilenmek zorunda kalmıştı. Annesi, babasının gidişinden sonra çok daha fazla içer olmuştu ve çoğu zaman çocuklarıyla ilgilenemeyecek kadar sarhoş olurdu. Büyük olan Madison olduğu için evin bütün sorumluluğu çoğunlukla onun omuzlarındaydı. Bu yüzden hayatının yarısından fazlasını hem çalışıp hem okuyarak geçirmiş, ayrıca kardeşini de okutmak zorunda kalmıştı. Bunun için o kadar çok farklı işlerde çalıştığı olmuştu ki, bir süre sonra artık sayısını unutmuştu.

Madison üniversiteye başlayarak evden ayrıldığı sırada annesi onlara bakması için kendisi gibi işe yaramaz herifin tekiyle evlenmişti. İşte Madison ondan sonra yapacağı tek şeyin kız kardeşini oradan kurtarmak olduğunu anlamıştı. Adam en az annesi kadar vurdumduymazdı. Üstelik adamın sürekli çalıştığı bir işi de yoktu. Yılın yarısından çoğunu boş gezerek geçiriyordu. Madison kendi gibi kardeşinin de geleceğini kurtarmak için daha çok çalışmalıydı.

Corine ondan iki yaş küçüktü ama çok akıllı ve tatlı bir kızdı. Üstelik şimdiye kadar Madison'ı bir kez bile hayal kırıklığına uğratmamıştı. Derslerinde başarılıydı ve gittiği her okulda öğretmenlerinin ve arkadaşlarının sevgisini kazanmayı başarıyordu. Madison onun yanına taşınacağı günü iple çekiyordu. Gerçi o zaman Gena ve Drake ile birlikte yaşadıkları ev onlara yetmeyecek ve belki daha büyük bir eve ya da ayrı bir yere çıkmaları gerekecekti. Her ne şekilde olursa olsun Madison'ın daha fazla paraya ihtiyacı olacaktı.

Bay Pedro ondan B.B için çalışmasını içtenlikle rica ederken, bu arada kendi işine de devam edebileceğini söylemişti. Kriz yönetimi ve insan ilişkilerinde iyi olduğunu düşündüğü için onu bazen toplantılara çağırıyor, metin yazarlığına da sonuna kadar güveniyordu. Madison Bay Pedro ile çalışmayı seviyordu. Üstelik Bay Pedro üçüne de aynı anda iş vererek hayatlarının en zor dönemlerinde onlara yardım eden nazik bir adamdı. Sırf onun hatırı için ve elbette Corine için bu çifte işe bir süre daha katlanmak zorundaydı.

Derin bir nefes alarak arabadan indi. Kapıları kilitleyerek oturduğu apartmana doğru yorgun adımlarla yürümeye başladı. Sakin bir sitede oturuyor olduklarından etrafta pek kimse yoktu.

Anahtarıyla daire kapısını açtığında içeriden yalnızca televizyonun ışığı geliyordu.

"Nihayet gelebildin." dedi bir ses.

"Gena?"

"Sessiz ol! Uyuyor."

Madison, ses çıkarmamaya özen göstererek parmak uçlarında ilerlemeden önce çantasını ve anahtarlarını sehpanın üzerine bıraktı.

"Uyudu mu?"

"Her zamanki gibi."

Madison arkadaşının sesinden gülümsediğini anladı.

Orta büyüklükteki salonları; cam kenarına yerleştirdikleri küçük bir televizyon sehpası, tam karşısında geniş bir kanepe, bir orta sehpa ve iki de tekli koltuktan oluşuyordu. Yerde halı yoktu. Ve mutfak, salondan geçilen küçük bir tezgâhla odaya bağlanıyordu.

Arkadaşlarının uzandığı kanepeye yaklaşarak Gena'nın dizlerinde kıvrılıp uyumuş olan Drake'e baktı.

"Onun için zor bir geceydi." dedi Gena fısıltıyla. "Bütün gece pişik kremleriyle uğraştı."

"Ah Gena. Şu çocuğa biraz merhamet et artık."

"Öyle hemen pes etmek yok. Kafasına soktuğu saçma sapan fikirlerden vazgeçinceye kadar ensesindeyim. Eşcinsellikmiş. Hah! Şu masumluğa bir bak, böyle bir adam sence eşcinsel olabilir mi?"

Madison da televizyon ışığından yansıyan hatlarda erkeksi güzelliğe sahip arkadaşına baktı. Drake bir kızın kalbini titretecek her türlü şeye sahipti. Yazık ki, kendisine hak ettiği ilgiyi gösterecek biriyle hiç karşılaşmamıştı. Gena ve kendisi de onunla hemen hemen aynı durumda sayılırdı ama onların durumu biraz daha farklıydı. Madison henüz bağlanabileceği bir adamla karşılaşmamıştı. Bu olduğunda en başta hissedeceğinden hiç şüphesi yoktu. Öte yandan Gena, erkeklerle ikisinin toplamından bile daha çok arkadaşlık kuruyordu. Erkekler ondan çabuk etkilenir ancak Gena onlara fazla ümit vermeden ilişkilerini kısa sürede bitirmeyi tercih ederdi. Gena çok sıcakkanlı ve eğlenceli bir kızdı ama bir erkekte olması gereken bağlanma sorunları yaşıyordu. Erkeklere güvenmiyordu. Madison da güvenmiyordu ama bağlanma gibi bir korkusu yoktu. Yalnızca doğru adama bağlandığından emin olmak istiyordu. Kısacası üçü de aşkta aradıklarını şimdiye kadar bulamamışlardı.

"Haklısın ama bu onun seçimi. Saygı duymaktan başka ne yapabiliriz ki?"

"Gözünü gerçeklere karşı açık tutabiliriz. İnan bana tatlım, onu eşcinsel olmadığına ikna etmek için ne gerekiyorsa yaparım."

"İyi de neden? Bırak nasıl mutlu hissediyorsa öyle yaşasın."

"O böyle asla mutlu olamaz. Hayatının büyük bir bölümünü karşı cinsten hoşlanarak geçirdi. Şimdi birden pat diye takım değiştirmek istemesi sence normal mi?"

"Bilmiyorum, belki."

"Ah çok safsın Maddie. Hiç biyoloji okumadın mı sen? Böyle değişimler ya doğuştan olur ya da zaman içinde gelişir. Birdenbire ortaya çıkmazlar."

"Ya zamanı geldiyse? Belki de Drake sürekli bir arayış içindeydi ve şimdi olması gerektiği davranmaya karar verdi."

Gena kucağında yatan adamın saçlarını şefkatle okşarken, "Hiç sanmıyorum." dedi. "Sezgilerimde yanılmıyorsam ki, asla yanılmam, bizden bir şeyler sakladığına saçlarım üzerine bahse girerim."

Madison, arkadaşının her gün sürekli bakım yaptığı ve onu ateşli gösterdiğini iddia ettiği turuncu rengi saçlarına baktı. Gena hayatta her şeyden vazgeçebilirdi ama saçlarından asla.

"Bunu da nereden çıkardın?"

"Bilmiyorum ama inan bana hissediyorum. Kesin bir sıkıntısı var bunun."

Drak uykusunda kıpırdandı.

"Artık onu uyandırsam iyi olacak. Saatlerdir dizlerim tutuldu." dedi Gena.

"Sana yardım edeyim."

Birlikte kollarına girerek uykusunun ağır olduğunu bildikleri arkadaşlarını yatağına kadar taşıdıktan sonra üzerini örtüp odadan çıktılar. Özellikle ağda yüzünden pişen göğsüne örtüyü fazla çekmemeye çalıştılar.

"Açsan dolapta senin için biraz tavuk ayırmıştık."

"Hayır değilim. Yalnızca yorgunum ve hemen bir duş alıp uyumak istiyorum."

Madison odasına gitmek için arkasını dönmüştü ki duraksayıp kuşkuyla geriye baktı.

"Bana bu gece neler olduğunu sormayacak mısın?"

Omuzunu duvara yaslayan Gena diğerini kayıtsızca silkti.

"Buna gerek yok. Akşam haberlerinde her şeyi izledim."

"Lanet olsun. Haberlere mi çıktı?"

Madison panikle televizyonun olduğu tarafa yöneldi ve kumandayı aramak için Gena ve Drake'in üzerlerine örttüğü kırmızı ekoseli battaniyenin altını üstüne getirmeye başladı.

"Hâlâ televizyonda gösteriyorlar mı bilemem ama yeniden izleyebileceğini düşündüğüm için DVD ye kaydettim."

Gena DVD oynatıcının içindeki diski değiştirirken Madison sıkıntıyla kendini koltuğa bıraktı.

"Sağ ol Gena."

"İzlerken bir bira içmek ister misin?"

"Sanırım buna ihtiyacım olacak."

Madison kumandadan oynat tuşuna bastı ve ekranda Nickholas'ın yakışıklı yüzü belirdi. Haberi sunan spiker Nickholas Andersson'ın sarhoş bir halde Falcon Freeman'ın partisini bastığından bahsediyordu. İki adam karşılıklı atışırken gazeteciler farklı pozlarda resimlerini çekmeye devam ediyordu.

Gena kendisine de bir bira açarak yanına yerleşti ve diğer şişeyi Madison'a uzattı.

"Bunu yaptığına inanabiliyor musun? O kadar sarhoş ki ayakta bile zor duruyor. Tanrım kendini düşürdüğü şu duruma bak."

Arkadaşının melankolik halini keşfeden Gena ona yan gözle baktı.

"Onu bu kadar önemsediğini bilmiyordum."

"Saçmalama. Elbette önemsiyorum. İşim onun kıçını toplamak."

"Güzel kıç doğrusu." diyen arkadaşına tuhaf bir bakış attı Madison.

"Ne? Kaç aydır onun gibi yakışıklı bir yıldızla bir arada çalışılıyorsun. Bunu düşünmediğini söyleme bana sakın."

"Tabii ki düşünmedim. Aklıma bile gelmedi."

"O zaman Drake gibi seninde hormonlarına bir baktırmamız gerekecek tatlım. Yani, sarışınlar pek tipim değildir ama hakkını vermek lazım, adam çok ateşli."

Birasından büyük bir yudum alan Madison, "Madem sarışınlar tipin değil ateşli olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.

"Çünkü gözlerim var. Yani senin aksine görebiliyorum."

"Gördüklerinden fazlası yok inan bana. O adam bir kadının kalbini önce çalar sonra da hiç düşünmeden kırıp ayaklarının altında parçalar. Sırf onunla çalışmaya başladığımdan bu yana yattığı kadınlarla bir futbol tribünü doldurulur."

"Vay canına!" diyerek bir ıslık örttürdü Gena. "Bu da beni bir konuda daha haklı çıkarıyor."

Madison Tanrı'dan yardım dilercesine tavana baktı. Görüntüler kesilince, "Hey!" dedi. "Freeman'ın Nicholas'a yumruk attığı sahne neden yok? "

"Ne yumruğu? Ben yumruk filan görmedim."

"Kahretsin."

Madison çantasından cep telefonunu aramak için ayağa fırladı.

"Alçak herif. Kaydı kesmiş. Nicholas'ı yere serdiği yumruğu yayınlamalarına izin vermemiş."

"Falcon Nickholas'ı dövdü mü yani?"

Gena hayretle yanına geldiğinde Madison çoktan Nickholas'ın avukatına ve basın danışmanına mesaj yazmaya başlamıştı bile.

"O adam alçağın teki. Ona vurdu ama yine de Nickholas'ı suçlu göstermeye çalışıyor."

"Sence suçlu değil mi peki?"

"Oraya gittiği için evet ama o piç kurusu bundan çok daha fazlasını hak etti inan bana. Onun menajeriyle iş birliği yapmış. Bu akşam da adamla iş anlaşmalarını kutluyorlardı."

"Vay be! İş söz konusu olduğunda bu kadar hararetli olduğunu daha önce hiç görmemiştim."

Madison mesaj yazarken kısa bir an durup Gena'ya ters bir bakış attı. Masum arkadaşı kıkırdatamamak için kendini zorlarken eliyle ağzına gizli bir fermuar çekiyordu.

"Peki, şu yanındaki kim?"

"Dedim ya, Nick'in eski menajeri."

"Ondan bahsetmiyorum. Diğeri. Nick'in yanındaki."

"Ah o mu? Boş ver. Kendi gibi işe yaramazın biri işte. Adı Troy."

"Hoş çocukmuş doğrusu."

"Gena!"

"Tamam tamam, sana bir söz verdiğimi biliyorum. Şöhret yolundakilere asla bulaşmayacağım. Ama yine de bir ara bizi tanıştırsan fena olmazdı."

"Sen delisin." diyen Madison son mesajı da göndermişti.

Avukatların bir şekilde bu duruma el koyacaklarını biliyordu. Her ne kadar Nickholas'ın tüm bunları hak ettiğini düşünse de Freeman'ın kazanmasına izin veremezdi. Bu yüzden gerekirse Madison olayın nasıl yaşandığına dair şahitlik yapacağını mesajında açıkça belirtmişti.

Nickholas bir hata yapmış olabilirdi ancak cezasını yeterince çekmişti. Bundan sonrası oyun kurallarının dışına çıkmak demekti. Ve işler çirkinleşirse Madison da onlara en çirkin yüzünü göstermeden pes etmeyecekti.

Birasını bitirmek için geri dönmek üzereyken cep telefonu bir mesajla titredi. Bu saatte mesaj atanın kim olabileceğini merak etti.

Yarın sabah erkenden sen ve Nick ofisimde olun.

B.B.

 

Loading...
0%