Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Bölüm

@sagetaylors

 

Adam uzun boylu ve heybetliydi. Nick bu yüzü daha önce ekranlarda sıkça görmüş olmasına rağmen şimdi daha farklı bir açıdan inceliyordu. Aralarına kır serpiştirilmiş saçları gür ve sıktı. Kaşları muntazam ve birbirine yakındı. Yakışıklı yüzünde yılların verdiği izleri gizlemeyi ustalıkla başarmıştı. Bu yüzden yaşını belli etmiyordu ancak Nick onun ellilerinin sonlarında olduğunu tahmin ediyordu. Yüzünde ekranda göründüğünden daha fazla çizgi ve daha az neşe vardı. Ve gözleri, Madison'ınkilerin tıpatıp aynısıydı. Onun Madison'ın babası olduğunu bilmeyen biri bile, ikisi yan yana geldiğinde aradaki bağlantıyı bir bakışta çözerdi.

"Senin burada ne işin var?"

Madison hırlayarak adama doğru atılınca Nick koluyla onu engelledi. "Sakin ol Madison."

"Sakin filan olamam. Onun burada olmaması gerekiyor." Babasıyla yüzleşmek için dönerken çenesini sıktı. "Hemen git buradan."

"Mary’yi görmek için geldim. Merak etme, sonra hemen gideceğim." Harry kederli gözlerini cam duvarın ardında yatan kadına dikti. "O nasıl?"

"Seni neden ilgilendiriyor? Ve neden şimdi?"

"Böyle yapma Maddie. O bir zamanlar benim karımdı."

"Sence de bunu hatırlamak için yirmi yıl kadar geç kalmadın mı?"

Adam başını çevirdi ancak Madison'ın gözlerine bakamadı. "Belki haklısın. Ama yine de eski zamanların hatırına onu merak ettiğim için beni suçlayamazsın. Az önce neler oldu? Barry telefonda beyninde bir hasar olduğundan bahsetti."

"Ah tabi ya." Madison sabır dilercesine gözlerini tavana kaldırdı. "Sana o haber verdi değil mi? Aşağılık herif. Onu öldüreceğim. Hastane masrafları yüzünden ödü patlamış olmalı. Bak, endişelenmene gerek yok tamam mı? Masrafları karşılamanın bir yolunu bulurum. Her zaman buldum. Sana ihtiyacımız yok. Şimdi defol git buradan."

"Maddie!" Harry kızından işittiği azar yüzünden içerlemiş gibiydi.

Nick, baba ve kız arasında hızla tırmanan gerilimden rahatsız olduğu için yerinde kıpırdandı. Bir anlığına onları baş başa bırakmanın doğru olup olmayacağını düşündü. Fakat hemen sonra Madison'ı bu haldeyken yalnız bırakmamaya karar verdi . Sevgilisi her an babasını parçalamaya hazır gibiydi.

"Biraz sakinleşir misin lütfen?" diye kulağına fısıldayarak onu kendine doğru çekti. Sırtı göğsüne yaslanan Madison'ın omuzlarındaki gerilimin biraz olsun azaldığını görünce doğru bir karar verdiğini hissetti. "Şöyle geçip oturmaya ne dersiniz? Bay Gold? Madison?"

Madison omuzlarını silkeleyerek tutuşundan hızla kurtuldu. "Oturmak filan istemiyorum. Onun buradan gitmesini istiyorum. Hemen."

"Mary'nin iyi olduğunu görene dek hiç bir yere gitmiyorum." diyerek çıkıştı babası. Çelik gibi sert ve kararlı bakışları kızının üzerindeydi.

Madison bu meydan okuma karşısında tam çenesini havaya kaldırmış bir şeyler söylemek üzereydi ki, Doktor Abel yanlarına geldi. Madison'ın ruh hali bir anda korkmuş ve kırılgan bir hal alınca Nick'in içi acıdı.

"Bay Abel, annem nasıl?"

"Küçük bir krizdi, neyse ki atlattı. Şimdilik durumu iyi."

"Merhaba, ben Harrison Gold. Bayan Mercedes Goldberg'in kocasıyım."

Madison, "Eski kocası." diye düzelttiğinde adam onu umursamadan konuşmaya devam etti.

"Durumu hakkında sizinle özel olarak konuşmak istiyorum."

"Hayır, kızı olarak buna asla izin vermiyorum. Bu adama hiçbir şekilde bilgi vermeniz gerekmiyor. Onlar artık evli değil." Babasıyla yüzleşti. "O yatakta yatan kadının hiçbir şeyi değilsin."

Harry iç geçirdiğinde geniş omuzları hafifçe yükselmişti. Konuşurken sesi hastane kurallarına uygun olarak alçak ve yumuşaktı. "Bu doğru. Bayan Mercedes eski eşimdir. Fakat yine de onun için yapacağım bir şeyler var mı bilmek istiyorum."

Madison burnundan gülermiş gibi alaycı bir ses çıkarınca Nick omuzlarını sıkıp ona durmasını söyledi. Yapma!

"Az önce de söylediğim gibi, Bayan Mercedes küçük bir atak geçirdi. Sebebi beyninde oluşan ufak çaplı bir ödemin çevresindeki sinirlere baskı yapması. Buraya getirildiğinde baygındı. Tomografi sonucunda kitleyi küçültmek Osmotik basınç uyguladık. Bu yüzden tepki vermesi normal. Müdahalemiz başarılıydı. İlaç verip şimdilik biraz uyumasını sağladık. Ancak uyandıktan sonra tahlilleri yeniden yaparak ne yönde ilerlememiz gerektiğine bakacağız."

"Peki," Madison yutkundu. "ilaçlar işe yarayacak mı? O iyileşecek mi?"

"Öyle olmasını umuyoruz. En kötü ihtimalle operasyon gerekebilir. Şimdilik konuşmak için çok erken. Önümüzdeki bir kaç saat riskin boyutlarını hesaplamamız için önemli."

"Acaba onu görebilmemiz mümkün mü?"

Harry Gold'un ricasını, "Kesinlikle olmaz!" diyerek sert bir dille kestirip attı Madison.

Doktor Abel bu itirazı değerlendiriyormuş gibi düşünceli halde baba kızı süzdü. Ancak daha sonra bu kararı onlara bırakmaya karar vermiş olacak ki, " Yalnızca bir kişi ve beş dakika." diye belirtip uzaklaştı.

Madison düşmanca bakışlarını babasına dikmişti. "Annemin kendine geldiğinde seni karşısında görmesini istemiyorum. Bunu ona yapamam."

"Madison," diyerek yumuşak bir sesle yeniden araya girdi Nick. Sürekli olarak onu engelleyen kişi olmaktan nefret ediyordu, fakat genç kadının şu an öfkeden sağlıklı düşünemediğini biliyordu. Madison'a bakan gözleri yalvarır gibiydi. Neden bilmiyordu, hatta adamın bunu hak etmediğini de bildiği halde sanki doğru olan buymuş gibi hissediyordu. "İzin ver girsin."

Madison hiddetle dudaklarını birbirine sıkıca bastırdı. Gözleri her an ağlayacakmış gibi dolan gözyaşlarıyla ışıl ışıldı. Önce Nick'e ardından da babasına öldürecekmiş gibi baktıktan sonra arkasını dönüp duvar kenarına doğru sert adımlarla yürümeye başladı. Harry Nick'e minnettar bir şekilde gülümsediğinde Nick başıyla onaylayarak teşekkürünü kabul etti. Sonra da duvar dibinde küskün bir çocuk gibi somurtan Madison'ın yanına gitti. Madison ona az sonra onu lime lime edecekmiş gibi bakıyordu, ama şu anda ona kızgın olmasının bir önemi yoktu. Nick doğru olanı yaptığını düşünüyordu.

Harry, hazır olduktan sonra yoğun bakım odasından içeri girdi. Bir zamanlar âşık olduğu kadını beyaz çarşafların arasında, minik bedenine bir kaç beden büyük gelen hastane kıyafetlerinin içinde, bağlı olduğu makinelerin ritmik sesleri arasında yatarken görünce göğsünde bir sıkışma hissetti. Onu en son gördüğünden bu yana kaç yıl geçmişti? On mu? Yirmi mi? Galiba Adele ile evlenmeden birkaç gün önceydi. Tüm ısrarlarına rağmen kızlarının eğitim masrafları için gönderdiği parayı almayı reddedince Mary'nin ayağına kadar gitmek zorunda kalmıştı. Mary her zamanki gibi yine çok içmişti ve ona kapıyı sarhoş bir şekilde açmıştı. Harry hiçbir zaman onun neden bu kadar içtiğini hiç anlayamamıştı. Evlenmeden önce birlikte her anlamda gayet uyumlulardı. Birbirlerini çılgın gibi seviyorlardı. Aşkları gazete manşetlerine taşınmıştı. Mercedes duyarlı, tatlı ve içten bir kızdı. Harrison onunla mutluydu. Harry'nin işlerinin yoğun olduğu dönemler oluyordu, fakat Mary bunu asla sorun etmiyordu.

Fakat bir süre sonra peri masalı bozulmuştu. Mary Corine’e hamile kaldıktan sonra değişmeye başlamıştı. Artık Harry'nin sevdiği o tatlı ve anlayışlı kadın değildi. Harry yavaş yavaş değişmeye başlayan karısının gergin tavırlarını başta hamilelik hormonlarına yormuştu. Ancak doğumdan çok sonra bile giderek daha artan ilgisizliği ve sık sık kavga çıkarmaya çalışması Harry'nin canına tak etmeye başlamıştı. Karısı sürekli sinirli ve asabiydi. Eve çocukların bakımı için gelen Annesi bile bir süre sonra onlarla birlikte kalmak istememiş -Harry ondan özür diledikten sonra- kırgın bir şekilde evine gitmişti. Mary sürekli olarak bir şeylerden şikayet ediyor, ev ve kızlar ile asla ilgilenmiyordu. Harry ne yapacağını şaşırmıştı. Aynı anda hem iki çocuk hem de işiyle uğraşamazdı. Zaten yoğun bir programı vardı. İşi rekabet gerektiriyordu ve Harry o sıralar zirveye oynuyordu. Televizyon dünyası boş bırakmaya gelmezdi. Yerinizi almak isteyen potansiyeli yüksek biri her an ensenizde beklerdi. Davet edildiği yerler, gitmek zorunda olduğu şehirler vardı. Sürekli oradan oraya koşturuyordu. Böyle durumlarda aklının evde kalması berbat bir histi. Bazen gece yarısından sonra eve dönüyor ve çocuklarını aç, karısını da bir köşede sızmış halde buluyordu. Harry bunun böyle gitmeyeceğini biliyordu, yine uzun bir süre sabretmişti. Ancak Mary'nin son yaptığı affedilecek şey değildi. Aradan geçen yıllardan sonra bile Harry ona karşı öfkeliydi.

Yine de yanındaki küçük iskemleye otururken kadının damarları şişmiş sıska elini tuttu.

"Merhaba Mary. Burada olduğum için bana kızgın olmalısın. Ne yazık ki, şu an ne bana itiraz edebilecek, ne de hakaret edebilecek durumdasın. Belki inanmayacaksın bana ama seni bu durumda görmekten nefret ediyorum. Her zaman da ettim. Ayrıca kızlarımızın buna katlanmasına da dayanamıyorum. Gerçi ne olursa olsun sana bana olduklarından daha çok öfkeli görünmüyorlar. Ne de olsa ben kolay yolu seçip onları terk eden adamım değil mi? Peki sence öyle miyim? Sence kolay yolu mu seçtim Mary? Bunu onlara bir gün olsun anlattın mı? Yaşantımızı. Birbirimizi nasıl delicesine sevdiğimizi. Sonra bir anda kendini benden nasıl uzaklaşmaya çalıştığını anlattın mı onlara? Az önce Madison'ın beni kovduğunu duymak belki hoşuna gider. Evet, doğru. Az önce kızımızdan bir ton azar işittim. Yanındaki adam olmasaydı seni görmeme izin vermeyecekti. Bu konuda ona kızmaya hakkım olmadığını biliyorum tabi. Onu ve Corine'i terk ettiğim günden beri bana karşı hep nefret besledi. Sizi terk ettiğim için beni asla affetmeyecek. Fakat sen de iyi biliyorsun ki beni buna sen mecbur ettin. Tüm suçlu sensin Mary." Yatağa doğru eğilen adam gözyaşlarından boğuluyormuş gibi bir ses çıkardıktan sonra bile sesini bir fısıltı halinde tutmaya devam etti. "Bütün suç senin. Beni kendinden uzaklaştırmak için bir adamla ilişkiye girmiş gibi yapman ve beni aptal yerine koymanın tek sorumlusu sensin. Sırf içinde olduğum dünyaya ayak uyduramadığın için bunu yaptın üstelik." Kendini tutmakta güçlük çeken adam kesik kesik nefes aldı. Tüm suçlamalarına karşılık yatağında hareketsiz yatan kadının görüntüsü onu her an daha çok dağılmanın eşiğine getiriyordu. Yine de kendini sonuna dek tuttu.

"Bunu bize neden yaptın Mary? Bana, çocuklarına? Keşke her şey daha farklı olsaydı..."

Madison tek omzunu duvara yaslamış avını parçalamak üzere olan bir avcu gibi babası olacak adamı izliyordu. Nick'in yanı başında sessizce dikilmesi kızgınlığının geçmesine yetmiyordu ne yazık ki. Çünkü ona da en az babası kadar kızgındı. Neden ondan değil de babasından yana olmuştu sanki? Onlar birlikte değil miydi?

Burnundan buhar saçan bir boğa gibi keskin solumaya devam ettiği sırada Nick uzanıp elini tuttu. Madison elini çekmeden sert bakışlarını ona çevirdi.

"Bana kızgın mısın?" diye sordu genç adam. Bunu o kadar yumuşak ve tatlılıkla- mavi gözlerindeki masumiyetle- sormuştu ki, kızgın kalmak giderek zorlaşıyordu.

"Olmalı mıyım?"

"Belki. Ama olmamanı tercih ederim. Daha yeni bir kucak dolusu gülle seni yumuşatmayı başardım. Bir yenisini daha şu anda nereden bulabilirim bilemiyorum. Yapamayacağım değil tabi."

"Beni yumuşatanın bir buket çiçek olduğunu mu düşünüyorsun cidden?"

"Değil miydi?"

Madison bunu komik bulmuş gibi güldü, ancak gülüşü gözlerine ulaşamadan dudaklarında donup kaldı. "Eğer böyle düşünüyorsan cidden aptalsın demektir. Hatta bence erkeklerin çoğu aptal." diye ekledikten sonra yeniden camın ardındaki adama baktı.

"Hey, bana haksızlık ediyorsun ama."

"Seni affetmemin tek nedeni özrünü samimi bulmamdı Nick. Aksi halde ayaklarımın dibine bir kamyon dolusu gül de döksen umurumda olmazdın."

"Vay canına. Bu da fena fikir değilmiş."

"Bu arada güllerim nerede?" Madison bunu öyle ciddi sormuştu ki, Nick'in içinden kahkaha atmak geldi.

"Arabada."

"Onları evime gönder."

"Gülleri umursamadığını sanıyordum."

"Yanlış. Gülleri umursuyorum. Sadece senin beni kolay lokma olarak görmeni istemiyorum. Hem bu yöntemi alışkanlık haline getirmesen iyi edersin."

"Mesaj alınmıştır." Nick ona kocaman gülümseyince, Madison sonunda ona göz ucuyla bakmak için gözlerini babasından ayırmak zorunda kaldı. Lanet herif, insanın içindeki tüm buzları eritecek kadar sıcak bakıyordu. Gülüşü ise her kadının dizlerini titretebilecek, kalbini eritecek türdendi. Madison ona giderek karşı koymakta ve öfkesini korumakta zorlandığını hissediyordu. Bu yüzden gözlerini hemen kaçırdı.

"Bana şöyle bakmayı kes."

"Nasıl?"

"Annesini özleyen yavru bir köpek gibi."

"Oysa ben seni özledim." Nick'in kulağına eğilerek söylediği sözcükler tüm bedeninin karıncalanmasına neden olunca Madison içinden küfretti. Bu adamın onu olur olmadık yerlerde baştan çıkarmasını engellemenin bir yolunu bulmalıydı artık. Bu hiç sağlıklı değildi. Nick bir kolunu omzuna atıp, parmaklarıyla ensesine masaj yapmaya başlayınca omuriliğinden aşağıya bir ürperti yayıldı.

"Ne yapıyorsun?"

"Kasların çok gerilmiş. Gevşemene yardım etmeye çalışıyordum."

"Kes şunu. Burası bir hastane."

Madison'ın telaşlı hali onu eğlendiriyor gibiydi. "N'olmuş?"

"Tanrım, sen gerçekten utanmaz bir adamsın, değil mi?"

Nick bu kez küçük bir kıkırtının dudaklarının arasından kaçmasına engel olamadı. Madison'ın kulağına doğru, "Yalnızca sizinleyken Bayan Goldberg." diye fısıldadığında karşılık olarak sert ama tahrik olmuş bir bakış kazandı.

Madison'ın üzerine buzdan bir pelerin gibi çöken kızgınlığı yavaş yavaş eriyip kayboldu. Tam gevşeyip genç adama doğru yumuşak bakışlarla yanaşmak üzereydi ki, babasının annesinin üzerine eğilmiş halini görüp yasalandığı duvardan hızla uzaklaştı.

"Ne yapıyor o orada öyle?"

Nick'in yüzündeki gülümseme, Madison'ın hırçın tepkisiyle birlikte anında silindi. Genç kadının baktığı yöne dönerek, "Bilmiyorum." dedi.

"O herifin annemin yanına yaklaşması bir hataydı. Gidip onu oradan çıkarmamız lazım."

"Sakin ol Madison." Nick'in onu tutmasına fırsat kalmadan Madison fırladı. Yoğun bakım odasının kapısını sertçe açtığında öfkeden soluk soluğaydı.

İçeri girer girmez, "Çık dışarı!" diye hiddetle hırladığında gördüklerine karşısında hazırlıksızdı. Babası olacak adam annesinin elini tutuyordu. Kahverengi gözleri kan çanağı gibi kıpkırmızıydı. Buna inanması zordu ama... Bu adam, ağlamış mıydı?

"Maddie kızım!"

Madison hızla kendini toplayıp çenesini gururla kaldırdı. "Bana kızım deme! Ona elini sürme! vakit doldu. Şimdi hemen çıkıp git buradan. Yoksa güvenliği çağırıp seni kendim attırırım. Peşinden gelecek basın ordusuna da hazırlıklı olsan iyi edersin. Çünkü bunu yaparken senden bir parça koparmak için aç bir çakal sürüsü gibi kapıda beklemelerini sağlarım. İnan bana bunu yaparım."

Harry yataktan yavaş yavaş doğruldu. Yenik bakışlarını çaresizce yataktaki kadına kaydırdı. Kızı karşısında dikilmiş yumruklarını sıkıyordu. Tehditlerinin boş olmadığını gösteren kararlı bir ifadeyle doğruca yüzüne bakıyordu. Harry yapacak bir şeyi olmadığını anlayınca boynunu büktü ve tek kelime etmeden çıkıp gitti. Madison o gidene kadar yıkılmamak için son bir gayretle kendini tuttuktan sonra geriye doğru bir adım sendeledi. Nick onu tam da o anda yakalamıştı. Bugün ikinci kez düşmesine izin vermemişti. Madison bunun için ona minnettardı.

................

Eve geldiklerinden beri ikisi de sessizdi. Gena dolaptan bir şişe bira alıp kanepeye oturmuş, açık olmayan televizyon ekranına bakıyordu. Drake duş almış ve üzerine bir şortla atlet geçirmişti. Saçlarını kuruladığı havluyla salona girdiğinde Gena'yı dalgınlıkla bira şişesinin etiketini tırnaklarıyla soyarken buldu. Genç kadın öyle dalgındı ki, Drake'in yanına oturduğunu bile fark etmedi. Drake havluyu bir kenara atıp, saçlarını eliyle şöyle bir düzelttikten sonra kolunu genç kadının omzuna doladı. Gena'nın bu hareket karşısında irkileceğini ummamıştı.

"Sorun ne aşkım? Akşamdan beri yay gibi gerginsin. Ne düşünüyorsun?"

"Madison ve annesini. Onları yalnız bırakmakla iyi mi yaptık bilemiyorum."

"Nick yanlarındaydı. Üvey babası da öyle. Hastane kurallarını sen de biliyorsun. Birinci dereceden akrabaların dışındakilerin kalması yasak."

"Biliyorum biliyorum, ama yine de... Hem Nick de birinci dereceden akraba sayılmaz ki?" deyince Drake ona, 'gerçekten mi?' dercesine baktı.

"En azından Madison'a benim kadar yakın değil." Drake yeniden bakınca Gena somurttu. "Pekala, ne demek istediğini sanırım anladım."

Drake gülümseyerek onu öpmek için uzanınca, Gena poposunun altında yay varmış gibi zıplayıp ayağa kalktı. Drake bu kaçış yüzünden kaşlarını çatmıştı.

"Sorunun sadece Madison ve annesi olduğundan emin misin?" diye kuşkuyla sordu.

"Başka ne olabilir ki?" Gena mutfağa doğru ilerledi. Sonra da biten bulaşık makinesindekileri dolaplara yerleştirmeye başladı. Drake kısık gözlerle tuhaf davranan kadını izliyordu. Genç kadını tanıdığı kadarıyla bir sorun olduğunu tahmin ediyordu ve sebebi her neyse asla anlatılanlarla örtüşmüyordu.

Drake yerinden doğrulup buzdolabına gitti ve ne var ne yok kontrol etti. "Sana spagetti hazırlamamı ister misin? Yeni aldığımız sosu deneyebiliriz."

"Yemek yemek için geç bir saat."

"Burada iki dilim pizza kalmış."

"Sen yiyebilirsin."

"Emin misin?"

"Aç değilim."

Drake sinirle dolabın kapısını biraz sert çarpınca Gena aynı gece ikinci defa yerinden sıçradı. Drake küfretti.

"Senin derdin ne söyler misin?"

"Asıl senin derdin ne? Neden dolabın kapağını o kadar sert çarptın?"

"Çünkü lanet olası her neyse bir şey olmuş ve sen bana anlatmıyorsun." Drake bir kaç adım yaklaşınca Gena elindekileri bırakıp geri adım attı. Genç adam öfkeyle başını salladı. Ellerini beline koyarak,

"Burada her ne halt dönüyorsa hemen anlatmanı istiyorum Gena. Bilmek istiyorum."

"Sahi mi?" Şimdi de Gena kollarını kavuşturmuş dirseklerini tutuyordu. "Tamam. Önce sen başlamaya ne dersin?"

"Ne anlatmamı istiyorsun ki?"

"Patronunla neden Dom'ın dükkanının önünde buluştuğunuzdan başlayabilirsin mesela. Sonra da bir kafede oturup gizli gizli ne konuştuğunuzu anlatmak istersin belki." deyince Drake'in rengi bir kaç ton atmış gibi beyazladı. Zorlukla yutkunurken, belindeki ellerini yavaş yavaş indirmiş, eski kararlılığını kaybetmiş gibiydi.

"Umarım seni aldattığım gibi saçma bir fikre kapılmamışsındır."

"Bilmem. Sence kapılmalı mıyım?"

"Tanrım Gena, elbette hayır. Bunu yapabileceğimi nasıl düşünürsün?"

"Düşünmedim. Ama benden bir şeyler sakladığını düşünüyorum. Ve bunda da yanılmadığımı görüyorum. Şimdi senden bir açıklama bekliyorum."

Drake ensesini kaşırken bir şeyler düşünmeye çalıştı. Gena onları görmüştü demek. Kahretsin. İşte bu hiç iyi olmamıştı. Charlie'nin onu tesadüf eseri bulması da Gena'nın aynı anda olması kadar tuhaftı zaten. Bu kadınların onunla derdi neydi böyle? Gün boyu onu takip etmek zorundalar mıydı? Şimdi bir değil iki kadına birden yalan söylemek zorunda kalacaktı.

"Charlie'ye de söylediğim gibi. Orada birini bekliyordum."

"Kimi?"

"Bunu sana söyleyemem."

Gena ona sanki iki kafası varmış gibi baktı. Uzun süren bu bakışmadan rahatsız olan Drake ağırlığını bir ayağından ötekine verip derin bir nefes aldı.

"Ne? Bu cevap seni tatmin etmedi mi?"

"Belli ki patronunu da etmemiş ki senden bir açıklama istemek için bir kafede kahve içmek istemiş."

"Charlie... o, biraz korumacı biri. Yanında çalıştırdığı insanlara anaç bir tavuk gibi davranmak hoşuna gidiyor sadece. Ona da önemli bir şey olmadığını söyledim. Neden büyüttüğünüzü anlamıyorum."

"Çünkü tuhaf davranıyorsun. Eğer oraya bir arkadaşınla buluşmaya gitseydin bunu benden ya da patronundan neden gizleyesin ki?"

"Çünkü... çünkü bilmiyorum. Bu özel bir mesele tamam mı?"

Gena'nın gözleri inanamayarak açıldı. "Yani kız arkadaşının bilmeyeceği kadar özel, öyle mi?" Bulaşık makinesinin kapağını ayağınla kaldırıp sertçe kapattı.

"Hey! Ne yapıyorsun?"

"Bu evde yalnızca sen mi eşyaları tekmeleme hakkına sahipsin sanıyorsun? Yoksa kız arkadaşın olmamın yanında ev arkadaşın olduğumu da unutuyor musun? Bu evdeki her eşya da benim de hakkım var Bay Özelhayatınakimseyikarıştırmayan."

Gena uzun adımlarla yanından geçerken Drake onu belinden yakaladı. "Dur bir dakika bakalım. Nereye gittiğini sanıyorsun?"

"Odama. Ve aklın başına gelene kadar sen de kendi odanda kalsan iyi edersin ahbap."

"Hayır hayır, böyle gitmene izin veremem."

"İzle de nasıl oluyor gör."

Gena dirseğini karnına geçirince Drake inleyerek onu bırakmak zorunda kaldı. Genç kadın arkasına bakmadan uzaklaştığında elleri karnında ve dizlerinin üzerine düşmesine çok az kalmıştı. Tanrım, Gena ufak tefek bir kadına göre amma da kuvvetliydi. Drake'in bir parçası onunla gurur duysa da, diğer yarısı şimdi ne yapacağını düşünüyordu.

Aradan geçen bir saatin sonunda değişen hiçbir şey olmamıştı. Gena odasından çıkmamıştı ve Drake de deli danalar gibi salonu arşınlayıp duruyordu. Gena ona kızmıştı. Kızmakta haklıydı. Drake gerçeği anlatarak tüm bunlara bir son verebilirdi. Ancak anlattığı takdirde Gena'nın korkacağını, daha kötüsü paniğe kapılacağını tahmin ediyordu. Bir keresinde üniversitedeyken kampüste bir sapık olduğu dedikoduları yayılmıştı. Sırf bu yüzden Gena depresyona girmiş ve derslere girmeyip evde kalmak istemişti. Drake ve Madison ders saatlerini ayarlayıp ona okula kadar eşlik etmeseydi, bunu yapmakta kararlıydı da.

Şimdi peşinde ona zarar vermek isteyen biri olduğunu öğrendiğinde kim bilir ne hissedecekti. En kötü ihtimalle Gena yeniden depresyona girerdi. Belki de girmezdi. En iyi ihtimalle olabilecekleri düşündü Drake. Birlikte polise gidebilir ve koruma talep edebilirlerdi. Ya da en iyisi onu Drake korurdu. Yanından bir an bile ayrılmadan ensesinde bir gölge gibi onu izleyebilir miydi peki? Hiç sanmıyordu. Aynı şirkette çalışsalar bile görev yerleri birbirinden uzaktı. Drake'in yanında olmadığı birçok anda Gena yalnız ve tehlikede olabilirdi. Bunların hepsini günlerdir düşünmüş ve zaten hiçbir sonuca varamamıştı. Tek çare tehdit mektubunu gönderen herifi bulup onunla yüzleşmekti. Fakat ne yaptıysa Dom denen adama bir türlü ulaşamamıştı. Giderek seçenekleri tükeniyordu. Belki de Gena ile konuşmanın zamanı gelmişti. Durumu açıklamanın hafif bir yolunu bulabilirdi. Sonuç olarak tehlikede olan kendisiydi. Tehdidin kimden geldiğini bilmesi lazımdı.

Drake kararlı adımlarını Gena'nın odasının kapısına gelene kadar sürdürdü. Kapıyı çalmak için kaldırdığı eli tereddütlüydü. Bir süre havada beklettikten sonra kapıyı çaldı. Elbette çağrısı cevapsız kalmıştı. Çünkü Gena bir katır kadar inatçıydı. Bu kez kapıyı açmayı denedi, ama maalesef kilitliydi.

"Gena. Aç kapıyı. Konuşmamız gerek." İçeriden ses geliyor mu diye kulağını kapıya yapıştırdı. Hiç ses yoktu. "İçeride olduğunu ve uyumadığını biliyorum. Sen de benim bir cevap almadan kapından ayrılmayacağımı bilsen iyi edersin." Saatini kontrol etti. "Uykun gelse bile öfkeliyken kolay kolay uyuyamazsın sen. İzin ver ikimizin de rahat uyumasına yardımcı olayım." Yine cevap gelmeyince genç adam inledi. "Hadi ama bebeğim. Bak sana ılık süt getirdim. Sinirlerini yatıştıracağına eminim."

Drake alnını kapıya yaslayıp bekledi. Onun sesini duymadan geçen her saniye tam bir işkence gibiydi. Sonunda pes etti. "Tamam. Her şeyi anlatacağım. Ama önce bana duyduklarından sonra kendi başına hareket etmeyeceğine söz vermen gerekiyor. Söz mü?" Ses gelmeyince, "Peki." diye devam etti ve Gena'ya geçenlerde kapının altından atılan nottan bahsetti. Sonra da neden o adamın dükkanının önünde beklediğini çünkü tek şüphelinin Dom denen herif olduğunu söyledi.

"Sana anlatmadığım için gerçekten üzgünüm aşkım, ama korkmanı istemedim. Bunu kendi başıma halledebileceğimi düşünmüştüm. Aptallık ettim. Gena lütfen aç kapıyı, bunu konuşabiliriz. Sana yalan söylediğim için affet beni."

Drake umutsuzca kapıya bakarken birden kapının kilidi yuvada döndü ve kapı açıldı. Sevdiği kadın üzgün bir surat ve kederli gözlerle karşısındaydı. Drake'in bu görüntü karşısında yüreği sıkıştı.

"Gena?"

"Bana bulduğun notu göster."

Drake hiç itiraz etmeden gidip ceketinin cebinden günlerdir zehirli bir yılan gibi sakladığı notu çıkardı. Gena'ya verdiğinde genç kadın da ona başka bir kağıt parçası uzattı. Drake'in gözleri notta yazanları görünce fal taşı kadar açıldı.

Cezanı çekeceksin.

Siktir.

"Sence iki notu yazan da aynı kişi mi?" diye sordu Gena. Sesi kulağına korkmuş bir çocuğunki gibi geliyordu.

"Bilmiyorum bebeğim, ama her kimse yemin ediyorum onu bulup bunun hesabını ödeteceğim."

Gena başını salladı.

"Neden benden sakladın?"

"Seninle aynı nedenden. Seni endişelendirmek istememiştim."

"Ve bununla kendi başına yüzleşmek istedin öyle mi?"

Gena yeniden başını salladı. "Oraya bu yüzden gitmiştim. Dom'ı bulmak için."

"Ah Gena." Drake uzanıp kapıyı biraz daha aralayarak genç kadını kendine çekerek sarıldı. Gena da kollarını beline sıkıca dolayıp burnunu köprücük kemiğine yaslamıştı. "Bununla tek başına başa çıkman gerekmiyordu."

"Senin de öyle."

"Haklısın. Hatalıydım. Sana en başından anlatmalıydım. Benimle hangi konu hakkında olursa olsun rahatlıkla konuşabilirsin derken, tam aksini yapmam çok saçmaydı."

"Ne yapacağız peki? Polise gidecek miyiz?"

"Tek bir not olduğunda başta pis ve rahatsız edici bir şaka olduğunu düşünmüştüm. Ama iki not. Bu tehlike demek bebeğim. Elbette polise gideceğiz."

"Tanrım Drake. Korkuyorum."

"Biliyorum aşkım. Ama unutma ki, bu notları yazan pislik de tam olarak bunu yapmanı istiyor. O yüzden senden korktuğunu olabildiğince gizlemeni istiyorum, anlaştık mı?"

Gena bu kez başını sallarken burnunu boynuna sürttü. "Anlaştık. Ama sen de bir daha oraya gitmeyeceğine dair bana söz ver bana. Bunu yapan Dominic'se bile hesabını polise vermeli."

"Söz veriyorum." dedi Drake, ancak içinde büyük bir itirazın yükselmesine engel olamıyordu.

Neyse ki Gena geriye çekilip gözlerinin içine baktığında ona gülümsemeyi başardı. Elleriyle kadının güzel yüzünü avuçladı ve başparmaklarıyla çillerini okşamaya başladı. Gena ona sarılmayı bırakmamıştı. Yosun yeşili gözlerinde yanan tuhaf bir ışıkla ona bakmaya devam ediyordu. Drake'in göğsü bu bakış karşısında aşkla kabardı. Daha sonra da dudaklarını genç kadınınkilere yaklaştırdı. Onu öpmeden önce Gena'nın ihtirasını hissetmişti. Dudakları onun ismini fısıldadığı anda Drake ağzını onunkine yapıştırmaktan çekinmedi. Bu o kadar doğru ve güzel hissettiriyordu ki, bir anda kötü düşüncelerin her biri akıllarından uzaklaşıp gitmişti.

Yumuşak başlayan öpüşme kısa zamanda sahiplenici ve tüm sinir uçlarına nüfuz eden şehvetli bir tapınmaya dönüşmüştü. Drake kadını biraz daha kucağına çekerken Gena bir kedi gibi adama sürtündü. İkisinden yükselen iniltiler koridoru doldurduğunda Gena onu odasına doğru sürüklüyordu. Drake'in ayakları bu emre uydu. Evde onlardan başka kimse olmadığı için kapıyı kapatma zahmetine girmeden öpüşerek yatağa doğru yürümeye devam ettiler. Gena'nın düşeceğinden korkan Drake dizlerinin altından tutarak genç kadını hızla havaya kaldırdı. Ayakları yerden kesilen Gena içgüdüsel olarak bacaklarını adamın beline dolamıştı.

"Drake." dedi nefes nefese geri çekilerek. "Söylesene bana hazırladığını söylediğin şu ılık süt nerede?"

Drake mahcup olmuşçasına dudaklarını büzünce genç kadın kıkırdadı.

"Kabul ediyorum. Seni ikna etmek için yalan söyledim. Yine. Ama eğer istersen hemen hazırlayabilirim. Ya da..." dedi kulağının altındaki hassas deriyi yumuşakça öperek. "uyuman için daha iyi bir şey yapabilirim."

Gena'nın boynu sıcak dudakların istilasıyla yana devrilirken dudaklarından duaya benzer bir mırıltı kaçtı. Bunun bir evet olduğunu bilen Drake öpücüklerini boynundan aşağıya taşımaya devam etti. Gena'nın boynuna dolanan kolları titredi. Tüm bedeni hissettiği arzu yüzünden alev alevdi. Drake boynundan yukarı doğru hızla yayılan kırmızılığın tadını çıkardı önce. Sonra da öpücükleriyle kızaran dudakları yeniden dudaklarıyla kapladı. Öptü. Örseledi. Emdi.

Elleri Gena'nın sırtına tırmanmak için tişörtünün altından kendine yol arar gibiydi. Omuriliğinde 9dolaştırdığı parmakları daha yukarıya, kadının göğüslerine kaydı. Drake dolgun güzellikleri okşayıp birinin ucunu sıkarken Gena haykırdı. Birlikte yatağa yığıldılar. Bir yandan birbirlerinin üzerindeki fazlalıkları çıkarırken, bir yandan da açlıkla birbirlerini dudaklarına saldırıyorlardı. Yumuşak başlayan dokunuşlar giderek sertleşti. Gena kalçalarını kaldırarak Drake’in külotunu çıkarmasına izin verince genç adam hiç beklemeden bir prezervatif takıp içine girdi. İkisi de aynı anda boynunu geriye esneterek inledi.

Gena dudaklarını adamın göğsünde, tuzlu tenine bastırırken Drake saçlarını boynundan çekip, kadının beyaz etine dişlerini nazikçe geçiriyordu. Hareketleri sert ve doyumsuzdu. Terden sırılsıklam olana kadar seviştiler. O kadar çok inliyorlardı ki, boğazları kurumuştu. En sonunda aynı anda doruğa ulaştıklarında ikisi de tatmin olmuş ve doymuş halde yan yana uzanıyordu.

Drake sırt üstü yatıp Gena'yı üzerine çekti. Nefesini düzene soktuktan sonra, "Bir daha hiç kavga etmeyelim olur mu?" diye sordu. Cevap gelmeyince kararsız kalmış gibi sessiz kalan kadının yüzünü görmek için çenesini kaldırmak zorunda kaldı.

Gena, "Ne?" dedi omzunu oynatarak. "Kabul, kavga etmek berbattı. Ama sonunda böyle sevişeceksek neden olmasın ki?"

Drake bir süre düşünürmüş gibi yaptı ve ardından sırıtarak başını salladı. "Haklısın. Bu yönden hiç düşünmemiştim." İkisi de bir süre mücadeleyle bakışarak ciddi olma yarışını kaybettikleri anda kahkaha atmaya başladı. Çok geçmeden dudakları ve bedenleri birbirine yeniden kenetlenmiş halde ikinci tura hazırlanıyorlardı. Drake sevgilisiyle aynı fikirdeydi. Tartışmaları berbattı. Ama sonrası havuçlu kap kekin üzerindeki krema gibi tatlıydı.

 

Loading...
0%