@sagetaylors
|
Kahretsin. Nick bunu yapamayacaktı. Madison'ın gözleri endişe ve kafa karışıklığıyla böyle masumca bakarken ona gerçekleri asla itiraf edemezdi. Ona ne diyecekti ki? "Hey Madison, biliyor musun biz aslında seninle resmen evli değiliz. Hiç olmadık. Hepsi aramızda kararlaştırdığımız basit, küçük bir oyundu sadece. Sana en başta gerçeği söyleyemem gerektiğinin farkındayım, fakat o sabah otel odamda uyandığında ve geceye dair hiç bir şey hatırlamadığını söylerken öyle şaşkın ve paniğe kapılmış görünüyordun ki, o anda aklıma gelen şeytanca bir fikirle bunu sana karşı kullanmak istedim. Amacım senin bir parça daha kıvrandığını görmekti. Ama sonra bil bakalım ne oldu? Sana âşık oldum ve bu evlilik fikri giderek hoşuma gitmeye başladı." Of Tanrım. Madison bunları duyduğunda hiç kuşkusuz onu öldürecekti. Hatta öldürmekle kalmayıp, milyonların taptığı bedenini yüzlerce küçük parçaya bölüp, çöp torbalarına doldurarak kimsenin bulamayacağı yerlere gömecekti. Nick ölmekten korkmuyordu. Hatta küçük parçalara ayrılmak da onun için sorun değildi. Neticede ölmüş ve hiç bir şey hissetmemiş olacaktı, değil mi? Fakat Madison'ın gözlerindeki o yıkılmış ifadeyi görmektense parçalara bölünmeyi tercih ederdi. Madison'a yaşatacağı hayal kırıklığının düşüncesi bile ürpermesine yetmişti. "Neyin var senin? Titriyorsun." Madison'ın koluna dokunmasıyla silkinerek kendine geldi. "Ha-hayır bebeğim, ben iyiyim. Peki ya sen? Yüzün biraz solgun görünüyor." Genç kadın midesini tutuyordu. Nick baktığında dudaklarının da acı çeker gibi büzüldüğünü görmüştü. "İyiyim ben. Biraz midem bulanıyor o kadar." "Ah. Sana az önce hepsini yutmaman gerektiğini söylerken ciddiydim." Madison kulaklarına kadar kızararak, "Kes sesini seni aptal!" diye bağırdı. Dirseğiyle adamın kaburgalarını dürtünce Nick gülerek başını geriye attı. "Hastane yemekleri dokundu sanırım. Bir kaç gündür böyleyim zaten." "Sen ciddi misin?" Nick'in neşesi yüzünden aniden silinivermişti. "Neden bana daha önce söylemedin?" "Gerek görmedim. Geçer diye düşündüm." "Bir şeye ihtiyacın var mı peki? İlaç? Su? Yiyecek bir şeyler?" Madison eliyle ağzını kapatmış başını şiddetle iki yana sallamıştı. Sanki yemek fikri midesinin daha çok bulanmasına neden oluyordu. Nick endişeyle yatakta doğruldu. "Seni hastaneye geri götürmemi ister misin?" "Bana hastaneden bahsetme. Ah Tanrım, ben... ben sanırım kusacağım." Genç kadın bunu söyledikten sonra boğuk sesler çıkarak hızla yataktan fırladı. "Madison?" Madison çıplak halde odadan o kadar hızlı çıkmıştı ki, Nick'in arkasından yetişmeye çalışırken pantolonunu iliklemeye fırsatı olmamıştı. Genç kadının peşinden banyoya girdiğinde onu klozetin önünde diz çökmüş ve midesinde ne var ne yok çıkarırken buldu. "Git buradan Nick!" Madison eliyle onu uzaklaştırmaya çalışıyordu. Nick onu dinlemeyip yanına gitti ve eğilip saçlarını geride tutmasına yardım etti. "Şşşt. Sakin ol tamam mı? Hiç bir yere gitmiyorum." "Sana git dedim. Lanet olsun." Madison'ın bedeni güçlü bir titreme dalgasıyla daha sarsılıp iki büklüm olunca Nick boşta kalan eliyle sırtını sıvazlamaya başladı. "Endişelenmene gerek yok, seni daha önce de kusarken görmüştüm unuttun mu?" "Ah Tanrım!" Genç kadın dakikalar sonra başını nihayet klozetten kaldırabildiğinde nefes nefese ve bitkin bir haldeydi. Nick ona ağzını silmesi için bir peçete ve ağzını çalkalaması için de bir bardak su verdi. Yumuşak bir havluyu da ıslatarak ensesine koymuştu. Madison yüzüne soğuk su çarptıktan sonra doğrulup aynada kan çanağına dönmüş gözlerine baktı. Yüzü kireç gibi bembeyazdı. "Kusmaktan nefret ediyorum." "Kimsenin sevdiğini zannetmiyorum. Nasıl, şimdi kendini daha iyi hissediyor musun?" "Evet, biraz daha iyi." Aynadan endişeyle onu inceleyen Nick ile bakışırken zorlukla gülümseyebildi. "İnsanın böyle durumlarda yanında bilinçli birinin olması harika bir şey." "Bu konuda giderek uzmanlaştığım doğru." Madison gözlerini devirdi. "Daha kötülerini görmüş gibi konuşuyorsun." Nick, "En azından bu kez üstüme kusmadın." deyince Madison sahte bir kahkaha attı. "Ha ha." Genç adam çıplak omzunu silkerken çarpık şekilde gülümsedi. Madison az önce sevişmelerine rağmen gözlerini beğeniyle adamın üzerinde gezdirmeden edememişti. Bu yüzden Nick, “Bekle de sana giyecek bir şeyler getireyim." diyerek banyodan çıktığında arkasından sıkı kalçalarını ve dalgalanan sırt kaslarını izlemeye devam etti. Tanrım, ona neler oluyordu böyle? Hormonları da iç organları gibi çıldırmış olmalıydı. Nickholas bir kaç dakika içinde geri dönerek Madison'a gri, kısa kollu bol bir tişört ve pembe renkli bir baksır getirdi. "Aradım ama daha seksi bir şeyler bulamadım." Madison adamın sırıtarak parmağında salladığı iç çamaşırını elinde hışımla kaparak ona sert bir bakış attı. "Bunlar oldukça rahat." "Hatırlat da sana rahat ama daha şeffaf bir şeyler alalım." Nick onun çıplak bedenini az önce tıpkı onun yaptığı gibi beğeniyle süzerken yüzünü şeytani bir sırıtış kaplamış, gözlerinde farklı bir kıvılcım çakmıştı. "Ben senin zevk kölen değilim." "İstersen ben seve seve olabilirim." Madison homurdanınca genç adam daha çok güldü. "Giyinmene yardımcı olmamı ister misin?" "Teşekkürler. Ama dört yaşımdan beri kendi başıma giyinebiliyorum." "Sadece iyilik yapmak istemiştim, hemen kızma." Nick ellerini teslim olur gibi kaldırdı. Madison önce külotunu, ardında da tişörtünü bir şova dönüştürmeden giymeyi başardığında genç adam yaklaşıp onu kollarının arasına aldı. Alnına bir öpücük kondurarak, "Hadi, gidip seni yatıralım." dedi. "Bana hasta muamelesi yapılmasından hoşlanmıyorum. Alt tarafı birazcık kustum." "Bir kaç gündür devam ettiğini kendin söylemiştin. Günlerdir uykusuzsun Madison. Üstelik amacım sadece eve gelip dinlenmeni sağlamakken bir de üstüne benimle seviştin." "Şikayetçi değilim." "Ben de öyle, ama sevgilimi kendi doğum günü partimde güçten düşmüş olarak görmek istemiyorum. Biliyorsun, çok yaklaştı." "Tanrım, her durumu kendi lehine çevirmeyi başarabilen bir megalomansın sen." "Bu da benim yeteneğim işte." diyen adamın lanet gülüşü çok seksiydi. "Beni düşündüğün için sağ ol ve merak etme, o zamana kadar düzelirim." "O halde şimdi doğruca yatağa gidiyorsun." Madison daha fazla itiraz edebilecek durumda değildi. Yorgundu ve halsizdi. Dahası, iyi bir uyku çekmeye her şeyden çok ihtiyacı vardı şimdi. Tabi bu, Nick'in onu kucağına almasına -ki bunun için bir hamlede bulunmuştu ve Madison'ın itirazıyla anında vazgeçmek zorunda kalmıştı- izin vereceği anlamına gelmiyordu. Adamın böyle şefkatli ve ilgili halleri hoşuna gitse de, bazen alışması zaman alıyordu. Nick ile tartışmak her zaman çok kolay olmuştu ve bazen bir göt gibi davrandığı da doğruydu, ama istediğinde çok düşünceli bir âşık olabiliyordu. Tam yatak odasının kapısının önüne gelmişlerdi ki, aklına gelen şeyle aniden durdu. "Sen az önce bana evliliğimizle ilgili önemli bir şey söylemekten bahsediyordun." dedi, sonra da kuşkuyla adamın asılan yüzünü inceledi. "Bunun doğum günü partinle bir ilgisi var mı peki?" "Olabilir de olmayabilir de." dedi Nick, düz bir sesle. "Ah ve?" "Madison şu an aklından ne geçiyor bilmiyorum, ama inan bana konumuzun yakınından bile geçtiğini zannetmiyorum." "Tamam. Peki ne o zaman?" Nick, merakla ondan cevap bekleyen kadının gözlerine daha fazla bakmaya dayanamayacaktı Aylarca nasıl dayanmıştı peki? Tam bir pislikti. Derin ve acı veren bir nefes alarak konuya giriş yapmak üzereydi ki, dış kapı açıldı ve içeriye fısıltılar halinde birileri girdi. Nick içinden söverek gelenlerin Gena ve Drake olduklarını düşünmüştü, ama onlar değildi. Karanlıkta durdukları yerden kimse onları fark etmemişti. Fakat Madison kız kardeşini eşikte Troy'la öpüşürken ve kıkırdarken görünce birden çığlığı basıverdi. "Corine!" Genç kız korkuyla sıçradı. Aynı hızla Troy'dan uzaklaşmıştı. "O-ooo. Selam Mad. Nick? Hey! Siz... siz burada ne arıyorsunuz gençler?" "Aynı soruyu benim sana sormam gerekiyor." Madison kardeşine doğru kararlı adımlar atarken kaşları çatılmıştı. Yorgunluğundan hiç eser kalmamışa benziyordu. Böylelikle öfkelendiğinde nasıl enerjik olabildiğini Nick'e bir kez daha hatırlatmış oldu. "Ve sen..." dedi Troy'a bakarken. "senin burada ne aradığını sormadan önce kardeşimle ne haltlar karıştırdığını öğrenebilir miyim?" "Sana da selam Maddie. Nick?" "Troy. Hoş geldiniz." Nick Madison'ın yanına gelip durdu. "Ne zaman döndünüz?" "Bu gece." dedi Corine zorlama bir neşeyle. Konuşurken ablasıyla göz göze gelmemeye özen gösteriyordu. "Uçağımız çok geç saatte indi. Doğruca hastaneye annemin yanına gittik. İyi olduğunu gördükten sonra da buraya geldik. Anahtarım vardı." derken avucundaki anahtar yığınını havada sallamaya başladı. "Zaten başka nereye gidebilirdim ki?" Ablasına mahcup bir bakış atarak öne doğru bir adım attı. "Senin Nick'in evinde kalıyor olman gerekiyordu." Bunu suçlamak için değil, bir gerçeği dile getirir gibi söylemişti. "Ve senin de bu saatte Denver'daki yurt yatağında olman gerekiyordu. Sana annemin iyi olduğunu ve buraya gelmene gerek olmadığını söylemiştim." "Biliyorum. Haklısın. Yine de kendi gözlerimle görmek istedim." "Ve sen..." dedi Madison öfkeyle yeniden Troy'a dönerek. "engel olmak yerine ona Los Angeles'a kadar eşlik mi ettin?" "Neden engel olayım ki? Corine yetişkin bir kadın. Kararlarını kendisi verebilir." "Troy haklı Mad. Bu kadar büyütme." "Sana da sıra gelecek merak etme. Avusturalya'dan ne zaman döndün?" "Bir süre önce." dedi Troy, Corine'in yanına gidip elini tutarak. İkilinin samimi hallerini görmek Madison'ın öfke ateşini alevlendirse de, içinden bir parçası kardeşini mutlu gördüğü için memnun oluyordu. "Denver'a Corine'i görmeye gitmiştim. Onunla konuşmam gereken şeyler vardı." "Ve onun dönem ortasında okulunu bırakıp buraya gelmesine hiç tepki göstermedin." "Dünyanın sonu değildi. Sınavlarım bitmişti." diye araya girdi Corine. "Burada neyin tartışmasını yapıyoruz söylesene? Bir hafta kadar kaçamak yapsam kimin umurunda. Zaten herkesten önde sayılırım. Arayı da döndüğümde çalışarak kapatırım. Söz veriyorum Mad, lütfen bana öyle bakmayı kes." Madison bu savaşı kazanamayacağını anlamıştı. Zaten kız kardeşine habersiz gidişinden dolayı kızgındı. Şimdi aynı umursamazlıkla geri dönüyor ve her şey normalmiş gibi davranılmasını bekliyordu. "Sana gerçekten inanamıyorum." "İnanamadığın nedir? Seni dinlemeyip buraya gelmem mi, yoksa bunu yaparken Troy'la birlikte olmam mı?" Madison kardeşine dik dik baktı. Başlarda Troy ile olmasına bozulmadığını söylerse yalan söylemiş olurdu. Genç adama güvenmediğinden değildi, fakat kız kardeşinin değer verdiği kişileri hayatının orta yerine koyarken başka hiç bir şeyi önemsememek gibi kötü bir huyu vardı. Ve belli ki aralarına giren mesafeye rağmen Troy'u önemsiyordu. Daha fazla üzerine giderek kız kardeşini kaybetmeyi göze alamazdı. Troy haklıydı. Kabul etmekte zorlansa da o yetişkin bir kadındı. Korumak zorunda olduğu küçük bir çocuk değildi artık. Madison pes bir nefes verip kafasını salladı. Yine de bunu o ikisi için kolaylaştırmayacaktı. "Siz ikiniz az önce kapıdan girerken öpüşüyordunuz." "Ne var bunda? Eminim siz de biz gelmeden önce öpüşmekten daha fazlasını yapıyordunuz." Corine ablasının altında hiç bir şey olmadığını hatırlatırcasına elini çıplak bacaklarına doğru salladı. Sonra da Nick'in çıplak göğsüne beğeni dolu bir bakış atıp çenesini kaldırdı. "Ne yalan söyleyeyim, aksini yapsaydın seni ayıplardım." "Teşekkür ederim." dedi Nick gülmemek için kendini tutarken. "takdir edilmek güzel şey." Madison ona öyle keskin bir bakış atmıştı ki, genç adam gülüşünü eliyle saklamak zorunda kaldı. "Dinle Madison." Troy bir adım öne çıktı. Ses tonundan ciddi olduğunu açıkça ortaya koyan bir ifade vardı. "Ben, gerçekten denedim, tamam mı? Ama ne yaparsam yapayım Corine'den uzak durmayı beceremedi. O," derken Corine'in gözlerinin içine bakıyordu. "varlığıyla benim dünyamı yerinden sarstı diyebilirim. İyi anlamda tabi. Biliyorum, benim kız kardeşin için uygun olduğumu düşünmüyorsun, fakat onsuz yapamıyorum lütfen anla bunu. Senin kadar ona ben de değer veriyor ve onun üzülmesini istemiyorum. Corine için en iyisini diliyorum inan bana." Corine başını omzuna yaslayınca genç adam ona bakıp hafifçe iç çekti. "Keşke aptal kalbimin ona karşı koyabilmesinin bir yolu olsaydı." dedi. Kelimeler yüreğinden çıkıp geliyor gibiydi. Son sözcüklerden sonra uzun bir sessizlik yaşandı. Corine ve Troy âşıklar gibi bakışırken Nick Madison'ın bir karar vermesini bekliyordu. Genç kadının duruşu bir parça rahatlamıştı fakat omuzlarındaki gerginlik yerli yerinde duruyordu. Ve öfkesi de öyle.. "Tamam, "dedi aniden boğazını temizleyerek. "bu kadar yeter. Beyler sizler evinize gidiyorsunuz. Ve benim bu konuyu kız kardeşimle konuşmam gerekiyor." Tutulan soluklar bırakıldı. "Sanırım bu kovulduk anlamına geliyor." diyen Nick Madison'a bir veda öpücüğü verdikten sonra arkadaşının koluna yapıştı. "Hadi dostum. Bırakalım da onlar aralarında konuşsun." "Bende Corine'e veda öpücüğü verebilir miyim peki?" Madison'ın bakışları Troy'un ürpererek geri adım atmasını sağladı. Neyse ki Nick araya girerek en yakın arkadaşını sevgilisinin gazabından kurtarmıştı. "Ona alışması için biraz zaman vermelisin. Şimdi yürü hadi. Şansını fazla zorluyorsun." "Kimse denediğim için beni suçlayamaz." Troy Corine'e göz kırptı. Genç kız hevesle otuz iki diş birden sırttı. Troy ve Corine birbirlerine özlemle bakarken, Nick arkadaşını kapıya sürüklemek zorunda kalmıştı. "Önüne dön Romeo. Sonra görüşürüz kızlar. Corine, madem artık L.A'dasın seni de doğum günü partime bekliyorum." Corine, "Gelmemek için aklımı kaçırmış olmam gerek." dedi. Neşeyle yerinde zıpladı. Sonra da ablasının yüzündeki ifadeyi görünce hevesi bir balon gibi yavaşça söndü. "Tabi önce Mad'i ikna etmem gerek." "Sana güveniyorum." Nick ona göz kırpıp gülümsediğinde genç kız adeta tavadaki tereyağı gibi eriyip gitmişti. İki arkadaş kapıdan çıkarken Gena ve Drake içeri girdi. Gena "Misafirlerimiz mi vardı?" dedi merakla, sonra da girişte Corine'i görünce ufak bir çığlık attı. "Aman Tanrım, Co!" "Neden beni gören herkes çığlık atıyor?" "Geleceğinden haberimiz yoktu da ondan." diye karşılık verdi Gena ona kocaman sarılırken. Az önce kapıda Troy'u Nick'in yanında görünce kafası karışmıştı, ama hâlâ gülümsüyordu. "O giden Troy değil miydi? Avusturalya'ya dönmemiş miydi? Ne zaman döndü ve siz resmen birlikte misiniz, hemen anlatman gerekiyor." Madison kollarını göğsünde kavuşturarak kız kardeşinin karşısında bir diktatör gibi dikildi. "Corine de tam olarak bize bu soruların cevabını vermek üzereydi." ................ Güneş her geçen saat biraz daha fazla ısı yayıyordu. Tatlı tatlı esen meltem, limon ağaçlarının o eşsiz aromalarını bahçeye taşıyor, kuş cıvıltıları gözlerini kapatıp dinleyenlere adeta bir müzik ziyafeti çekiyordu. Gökyüzü masmaviydi. Yalnızca bir kaç parça bulut onu lekeliyordu. Sıcaklık kırk iki derece filan olmalıydı. Bianca'nın topuklu sandaletlerinin içinde eriyormuş gibi hissetmesinin başka açıklaması olamazdı çünkü. Kadın erkek onlarca görevli etrafında oradan oraya koşuştururken o bir komutan edasıyla ortalarında dikilmiş, asistanı Laurell’e birlikte son kontrolleri yapıyordu. "Yemek şirketi ne zaman geleceğini söyledi mi?" "Evet, konuklar gelmeden tam iki saat önce ikram ekibiyle birlikte burada olacaklar." "Nickholas'ın smokini geldi mi?" "Evet efendim, elbisenizle birlikte giyinme odalarınızda hazır tutuluyor. Kuaförünüz de gelmek üzeredir." "Güzel. Sizi kokteyl masalarında örtü olmaması gerektiği konusunda uyarmıştım. Bu bir düğün değil Laurell. " Keşke olsaydı, diye geçirdi içinden. Biricik oğlunu üç parça smokini içinde ve papazın önünde heyecanla gelinini beklerken görmeyi öyle çok istiyordu ki. Kim bilir, eğer bugünkü planı işe yararsa belki bu dileği yakında gerçek olabilirdi. "Beyaz zambak aranjmanlarıyla Patina rengi kurdeleler kafi." dedi hayalini hızla savuşturarak. "Not almıştım efendim, ama atlanmış olmalı." Laurell elindeki kağıtları karıştırmaya devam etti. "Şimdi düzeltiyorum." "Hemen çıkarılmalarını söyle." "Emredersiniz." "Masalarda küçük mumların konulacağı çiçekli şamdanlar dışında hiç bir şey olmasın." "Merak etmeyin. Şimdi onları yerleştiriyorlar. Arzu ettiğiniz gibi mumların hepsi lavanta kokulu ve simli." "Güzel." "Soğutucuları nereye koymamızı istersiniz? Bu arada içki servisinin her yarım saatte bir yapılması konusunda garsonları sıkı sıkı tembihledim. Hava kararıncaya kadar hafif kokteyller ikram edilecek. Akşam olduktan sonra ise yerlerini şampanya ve viskiler alacak." "İyi düşünmüşsün. Özellikle basın mensuplarının başlarını öyle fena döndürmeliyiz ki, hakkımızda kötü yorum yapacak halleri kalmasın. Özellikle şu Daisy denen sürtüğe dikkat et, ondan nefret ediyorum. Söyle onun bardağını sakın boş bırakmasınlar." "Nasıl isterseniz." "Soğutucular servis masalarına yakın bir yere konulsun. Ayrıca servisi yarım saat yerine her on beş dakikada bir yapalım." Yeniden not alan asistanına bakmadan, "kimsenin içkimizin bittiğini düşünmesini istemiyorum." dedi Bianca. "Merak etmeyin Bayan Brooklyn, her şey kusursuz olacak." "Tanrı aşkına, o şeylerin bahçemde ne işi var?" Bianca aniden kaşlarını çatarak ileride gördüğü şeye odaklanınca, genç asistan da aynı telaşla o tarafa baktı. "Balonlar. Bej rengi ve mat. Tam da zambaklarla uyumlular, değil mi?" Ne yazık ki genç asistanın gülümseyerek yaptığı bu olumlu yorumu Bianca'yı yumuşatmaya yetmemişti. "Sence Nickholas kaç yaşında Laurell?" "Şey, sanırım yirmi sekiz efendim." "Doğru. Yani üç yaşında küçük bir çocuk değil. Bu lanet balonlar kimin fikriydi?" "Benimdi." diyen yaşlı bir ses yanı başlarında belirince Bianca sakinleşmek için gözlerini kapattı. Arkasını döndüğünde, açık renk döpiyes takımının içindeki sevgili kayınvalidesi onu izliyordu. Yüzünü güneşten korumak için taktığı geniş hasır şapkasının altından ona baka gözleri çakmak çakmaktı. "Tahmin etmeliydim." "Balonların nesi varmış? Bence gayet güzeller." Bianca, "Güzeller ama basitler." diyerek anında cevabı yapıştırdı. "Laurell, o balonları partimde istemiyorum." "Ama ben istiyorum." diyen yaşlı kadın gümüş başlı bastonunu her an yere vurup onu susturmaya hazır görünüyordu. Aynı renk gümüşi saçları şapkasının altında sıkı bir topuz yapılmıştı. "Bu benim biricik torunumun doğum günü. Fikrimi söylemeye hakkım var." "Fikrinizi söylediniz ve ben de reddettim." "Taş kalpli kadın." Bianca kayınvalidesiyle bir irade savaşına girmek istemiyordu. Kazanamayacağından korktuğu için değildi elbette, sadece şu anda onunla uğraşmaya vakti yoktu. "Balonlar kalsın." diyerek iç geçirdi. Sonra da asistanının kulağına eğilerek, "onların en az görülebilecek yerlere konulduğundan emin ol." diye fısıldadı. Genç kadın hızlı bir baş selamı verdikten sonra telaşla yanlarından uzaklaşmıştı. Sonunda iki kadın baş başa kalmıştı, ama birbirlerine bakmak yerine etrafı inceliyormuş gibi yapıyorlardı. Bu, aralarında yıllardır süregelen sessiz bir anlaşmaydı. Bianca kayınvalidesinin varlığını görmezden gelerek ortamda gözle görülebilecek ufak kusurlar aramaya devam ederken geçmişte de o acı çekerken kadının aynı şimdi olduğu gibi umursamaz davrandığı aklına geldi. Bianca Ander'in onu ilk kez aldattığını öğrendiğinde resmen yıkılmıştı. Yine de koşarak soluğu ailesinin yanında almaktansa içinde yaşayıp atlatmaya çalışmıştı. Uzun bir süre kimseye bundan bahsetmemişti. Ancak kocasının ailesinin ondan bir şeyler sakladığını hissedecek kadar sezgileri kuvvetliydi. Bunu evlerine her gittiğinde yüzlerindeki çekingen ifadeden anlayabiliyordu. Kayınvalidesi tıpkı şimdi olduğu gibi onun yüzüne bakamıyordu. Kayınpederi ise daima aşırı ilgili ve sevecendi. Bianca başta bunu karakterlerinin zıtlığı yüzünden olduğunu düşünmüştü. Ancak çok sonra gerçekten utandıkları için verdikleri tepkiler olduğunu anladı. Koskoca Andersson çiftinin, kusurlu oğullarıyla evlendirdikleri basit bir kadınla yüzleşemeyecek kadar korkak oldukları kimin aklına gelirdi? Doğru, gerçek buydu. Ander kusurluydu. Üstelik bu kusur bedeninin herhangi bir yerinde de değildi. Tanrı şahitti ya, kocasının fiziği birçok kadını ateşli rüyalara sürükleyebilecek türdendi. Dolgun dudakları, köşeli çenesi, masmavi gözleri ve koyu kumral saçlarıyla Ander gençliğinde Clint Eastwood kadar çekici bir erkekti. Hayır, onun kusuru ne bir doksana yakın boyunda, ne saçlarında ne de yakışıklı yüzündeydi. Nazik ve kibardı. Sevişirken şiir gibi akıcı ve derin bir ses tonuyla konuşurdu. Ne yazık ki onun kusuru beynindeki bir noktadaydı. Ander bir bağımlıydı. Seks bağımlısı. Böylesi özenle yaratılmış bir bedene sadakat tohumları ekilmemişti. Bunun bir hastalık olduğunu keşfetmeden önce kimsenin böyle bir şeyden söz ettiğini hatırlamıyordu. Ama kayınvalidesi ve kayınpederi olacak insanlar bunu biliyordu. Ve belli ki sırf iyi bir eş olacağına inandıkları için bu evliliğe göz yummuşlardı. Ailelerine yakışır bir gelin. İkisinin de tek istediği buydu. Andersson geleneklerine uygun bir eş ve torunlarını doğurma kapasitesinde bir anne olması Bianca'yı kusursuz gelin adayı yapmaya yetiyordu artıyordu. Onun mutlu olup olmaması kimsenin umurunda değildi. Bu yüzden Bianca onları asla affedemiyordu. "Evinizin durumu ne âlemde Bayan Andersson? Tadilatının bitmek üzere olduğunu duydum." "Bana torunumun partisinden sonraki bir kaç gün içinde kendi evime geçebileceğim söylendi. Ne zaman gideceğimi öğrenmek istiyorsan, açıkça sorabilirsin Bianca." "Sormamın nedeni bu değildi." Tam olarak buydu aslında. Bianca sesiz ve rahat bir soluk verdi. "ama açıklamanız iyi oldu." "Yapma Bianca. Seni uzun zamandır tanırım. Özellikle kocamın ölümünden sonra bana tahammül edemediğinin farkındayım." "Yanlış düşünmüşsünüz." Bianca hâlâ kadına bakmayı reddediyordu. "Tahammül edemediğim siz değil, ikiyüzlülüğünüzdü." "Bana hakaret mi ediyorsun Bianca?" Kadının sesi sakin ama uyarıcı bir tondaydı. "Kayınvaliden olduğumu sana hatırlatmama gerek var mı?" Bianca'nın dudakları acı bir tebessümle kıvrıldı. "Bir saniyeliğine bile aklımdan çıkması mümkün değil ne yazık ki. Saygısızlığımı bağışlayın Bayan Andersson, ama buna daha fazla katlanabileceğimi zannetmiyorum." Kadın aniden başını çevirip ona baktığında Bianca ufak bir tatmin hissi yaşadı. "Bu ne anlama geliyor?" "Ailenize tahammülümün kalmadığı anlamına geliyor. Bu sahteliğe. Bu zorlamaya. Oğlunuza..." derken başını çevirip soğuk gözlerinin kadınınkilere dikti. "ve size artık katlanamıyorum." "Sen ne dediğini farkında mısın?" Derin bir nefes alan Bianca ciğerlerini taze çimen kokusuyla doldurdu. Ellerini kollarında kavuşturmuş etrafta koşuşturan insanları gözetliyordu. "Hem de gayet net. Size şöyle açıklayayım o halde. Artık bitti. Ander'den boşanıyorum." Yaşlı kadın öyle bir irkilmişti ki Bianca'nın görüş açısında olmamasına rağmen ayakta sallandığını fark etti. "Sen aklını kaçırmışsın? Bunu yapamazsın!" "Bilakis. Şu anda çok sağlıklı ve net bir şekilde düşünebildiğimi fark ettim. Ve bu kararı daha önce veremediğim için kendime çok kızıyorum." kadına dönüp baktığında, yaşlı kadının yüzünden açıkça büyük bir şok ve dehşet okunuyordu. "Lütfen bana öyle bakmayın sevgili kayınvalideciğim, ne demek istediğimi gayet iyi anladığınıza eminim. Oğlunuz ve ben, ta en baştan kocaman bir hataydık." "Siz, siz dünyanın en uyumlu çiftiydiniz." "Kime göre uyumlu?" derken öfkesine hâkim olmak için kendisini zor tuttu. "Sizin geleneklerinize göre mi, yoksa sosyetenin örnek çiftlerinden biriyken mi? Sakın aramızda gerçek bir aşk olduğunu düşünen milyonlarca ahmaktan biri olduğunuzu söylemeyin bana!" "Bu ne cüret!" "Affedersiniz. Niyetim size hakaret etmek değildi. Siz bana daima iyi bir kayınvalide olmuştunuz. Kocamın beni her aldattığında, yaptığınız elime bir bardak içki tutuşturarak kederime ortak olmaktı. Sonunda bir alkolik olmadığıma seviniyorum aslında. Merak ediyorum da, sırtımı sıvazladığınızsa benim gibi bu seferkinin son olduğuna kendinizi inandırabiliyor muydunuz? Yoksa oğlunuzun iflah olmaz çapkınlığını ta en başından beri biliyor muydunuz?" "Bianca?" "Daha bitirmedim." diyerek konuşmaya devam etti. "İşin en kötü yanı neydi biliyor musunuz? Ander'i gerçekten seviyordum. Ona âşık olan nicelerinden biriydim ve eş olarak beni seçtiği için kendimi çok özel hissediyordum. Ne aptallık!" derken acı bir kahkaha attı Bianca. "Ailenize girmek o zamanlar benim için çok büyük bir onurdu. Ve o şerefe layık olabilmek için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Bir gün kocamın beni gerçekten seveceğine inanmıştım." Bianca başını kederle iki yana salladı. "Yıllarca boşuna kürek çektiğimi şimdi anlıyorum." "Lütfen Bianca! Bunu Ander'a yapma!" Kadının hâlâ karşısında durmuş oğlunu savunmaya çalışmasına inanamıyordu. "Bunun Ander'la bir ilgisi yok. Artık değil. Bu tamamıyla kendim için verdiğim bir karar." "Peki ya Nickholas? Kararının onu nasıl etkilenecek hiç düşündün mü?" "Az önce de belirttiğim gibi, Nickholas artık yetişkin bir adam. Ailesinin boşanmasına karşı çıkacağını hiç zannetmiyorum. Eminim anlayışla karşılayacaktır." Şimdiye kadar tüm bunlara oğlu için katlanmıştı, ama artık buna lüzum kalmamıştı. "Şimdilik ona bundan söz etmeyelim olur mu? Bugün onun doğum günü. Zamanı geldiğinde her şeyi ona kendim açıklamak istiyorum" "Görüyorum ki kararını vermişsin." "Evet." "Benim de bu konuyla ilgili bir kaç şey söylememe izin verir misin?" "Kararımı etkilemeyeceğini bildikten sonra neden olmasın." "Orası hiç belli olmaz." diyen kadının dudaklarında gizli bir tebessüm saklıydı. "Oğluma âşık olduğunu az önce kendi ağzınla itiraf ettin, yanılıyor muyum?" "Aşk tek başına bazı şeyleri kurtarmaya yetmiyor ne yazık ki. Benim evliliğimi de kurtarması mümkün değil. Hem tek taraflı yaşanan duygular kişiye zarar vermekten başka bir işe yaramıyorlar." "Peki ya duyguların karşılıklıysa? Ya oğlum da sana delicesine âşıksa?" Bianca önce donup kaldı. Hemen ardından öyle bir kahkaha atmıştı ki, gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Parti hazırlıkları yapanlar genç kadının kahkahalarını izlemek için bir anlığına işlerini bırakmak zorunda kaldılar. Herkes onun keyifle güldüğünü sanırken, içinden sivri uçlu cam kırıkları kalbine saplanıyordu. "Bu konuda bu kadar güleceğimi hiç aklıma gelmemişti. Size teşekkür etmeliyim." Oysa yaşlı kadın gülümsemiyordu. "O kadar komik bir şey söylemedim." "Az önce Ander'in bana âşık olduğunu söylediniz. Buna inanıyor olamazsınız." "Sana beni yalancılıkla suçlayana kadar kendi kör gözlerinle ilgilenmeni tavsiye ederim. Oğlum sana uzun zamandır deli gibi âşık. Bunu anlamadıysan zekanı sorgulaman gerek." "Ander aşkın hangi harflerle yazıldığını bile bilmez." Bianca şuh bir kahkaha daha patlattı. "Lütfen, daha fazla konuşup beni güldürmeyin. Bu akşam yüzümde fazladan kırışıklıklar olsun istemiyorum." "İstediğin kadar gülebilirsin Bianca. Ama gerçek bu. Oğlum uzun zamandır seni seviyor. Ve sana sadık." Bianca'nın yüzündeki gülümseme anında siliniverdi. "Bunu size kendisi mi söyledi?" "Oğlumla ilgili sağlam kaynaklarım var diyelim. Ne o, neden şaşırdın?" "Yalan söylüyorsunuz. Bu evliliği bitirmemem için benimle oyun oynuyorsunuz, ama bu defa oyunlarınız işe yaramayacak." "Beni her şeyle suçlayabilirsin, ama yalancılıkla asla. Evet, oğlumun hastalığını senden gizlediğimi kabul ediyorum. Ergenliğe adım attığı günden beri Ander kendini kadınlara karşı hep çok yakın hissetmişti. Onlara kur yapmayı, ilgilerini çekmeyi, onlarla vakit geçirmeyi severdi. Cinselliği keşfettiğinden beri yatağının hiç boş kalmadığını da rahatlıkla söyleyebilirim. Ama evlendikten sonra değişeceğini ümit etmiştim. Ya da buna inanmak istedim. Sen de bir annesin. Eğer benimle aynı şeyleri düşünmeseydin o kızı Nickholas'ın hayatını düzene sokması için tutar mıydın hiç?" "İkisi aynı şey değil. Ben oğlumu hayatını karartacağını bile bile bir kızla evlenmeye zorlamadım. Madison onun karısı değil, asistanı." "Eğer oğluna iyi geleceğini bilseydin evlenmelerini istemez miydin?" "Hayır." "Emin misin?" "Kesin şunu. Kendi günahlarınıza kılıf aramakla boşa vakit harcamayın. Nickholas babası gibi biri değil. Asla da olmayacak. Çapkın ve hovarda olduğu doğru ama evlendiği kadını asla bilerek incitmez o." "Ben de oğlum için aynı şeyleri düşünüyordum. Sana bunun nedenini de anlatmamı ister misin?" Bianca başını iki yana sallasa bile kayınvalidesi devam etti. "Ander çocukluğundan beri farklı bir çocuktu. Eşim, Ander'in aşırı kibar ve nazik bir çocuk olmasını hiç bir zaman kabul edemiyordu. Onun kendi kurallarına göre yetişmesini, av partilerine gitmeyi seven, golf oynayabilen, at binebilen, gerektiğinde kaba kuvvete başvurabilen, tuttuğu takımın maçlarında yüksek sesle bağırabilen, kısacası normal bir erkeğin yaptığı şeyleri yapabilmesini istiyordu... Oysa Ander ince ruhlu bir çocuktu. Çiçekleri, şiirleri severdi. Karşı cinse karşı ilgisi hemcinsleriyle anlaşamadığında daha da artmaya başlamıştı. Kulağa saçma geldiğinin farkındayım, ama kocam eski kafalı adamın tekiydi. Bir defasında Ander'i genç bir çocukla arkadaş olmaya zorlamış, oğlumuzun ona yazdığı bir şiiri okurken gördükten sonra da onu homoseksüel olmakla suçlamıştı. Doğru. Kocam saygın bir adamdı. Çevresi tarafından uygar biri olarak da tanınırdı. Fakat gerçekte gizli bir homofobikti. Ve oğluna bu konuda çok baskı yapıyor, erkekliğini sürekli sorgulayıp duruyordu. Ander resmen arafta kalmıştı. İki cinsle olan münasebetinde de babasını mutlu etmeyi beceremiyor ve giderek bizden uzaklaşmaya başlıyordu. Kendi başına olmadığı zamanlarda kadınlar arasında düzenlenen çay partilerine katılıyor, onlarla alışverişlere çıkıyordu. Kısacası babasını kızdıracak ne varsa yapıyordu. Baba oğul arasında giderek açılan uçurumun farkında olsam da, bunun için parmağımı bile kıpırdatmamıştı. Bu konudaki tüm suçlamaları kabul ediyorum. Ander'in bir gün doğru yolu bulacağını ümit ederek hayatını yaşamasını bir köşeden sessizce izlemeye devam ettim. Bana göre kadınlarla olan ilişkisi aşırıya kaçmadığı sürece hiç sorun değildi. Sonuçta o bir erkekti ve her erkek gibi bazı ihtiyaçları vardı. Fakat sonrasında, yani Ander üniversiteye başladığında ve çıktığı kadınların sayısı her geçen hafta hızla artmaya başladığında endişelenmeye başladım. Akbabalar gibi başına üşüşen servet avcılarında oğlumu kurtarmak istiyordum. Birlikte olduğu ve benimle tanıştırdığı kadınların çoğu birbirinden basit ve hafif kızlardı. Günün birinde içlerinden biri kucağında bir çocukla kapımıza dayanacak diye ödüm kopuyordu. Kendini benim yerime koy ve aynı endişeleri yaşamadığını söyle bana." dediğinde Bianca sessizliği seçti. "Tek endişem servetimiz değildi elbette. Oğlumun hayatının mahvolmasından da korkuyordum. Sonra kocam bir gün akşam yemeğinde babandan ve senden bahsedince aradığım çözümün sen olabileceğini düşündüm." "Ve o anda oğlunuzun hayatını kurtarmak için beni kurban ettiniz." "Kurban olduğunu şu anda dek hiç düşünmemiştim. Kabul etmek istemesen de seni daima kızım gibi sevdim. Oğlum Ander her hata yaptığında senin kahrolduğunu görmek benim için de hiç kolay olmadı inan bana." "Samimiyetinize güvenmek için artık çok geç." "Biliyorum." Yaşlı kadın yorulmuş gibi bastonuna yaslandı. "Bir yerde oturabilir miyiz lütfen? Bacaklarım ağrımaya başladı." Bianca anlayışla başını salladı ve gölgedeki bir oturma grubuna kadar yaşlı kadına refakat etmeye çalıştı. "Her şey için çok geç olduğunu biliyorum Bianca. Çok fazla incindin. Çok fazla yara aldın." İçinden "Ve hâlâ almaya devam ediyorum." derken Bianca yine cevap vermedi. "Yine de oğlumun da çaba gösterdiğini bilmeni istiyorum." "Nasıl? Her gün başka bir kadınla yatarak mı?" "Sana uzun zamandır sadık olduğunu söylerken doğruyu söylüyordum. İstersen bunu ispatlayabilecek şahitler de bulabilirim." "Bu şahitler geçmişte yaşananları unutmamı sağlayabilecekler mi peki? "Haklısın. Geçmişin telafisi olamaz. Ama ya bundan sonra..." "Bundan sonra diye bir şey yok." Bianca kararlı bakışlarını kayınvalidesinin gözlerinin içine diktiğinde yaşlı kadın karşılık veremedi. Yalnızca başını sallamakla yetindi. "Anlıyorum." Güzel, dedi içinden Bianca. Anlayış göster ve sakın yoluma çıkma! "Merhaba güzeller." O sırada takım elbisesinin siyah pantolonu ve beyaz gömleğiyle göz kamaştırıcı bir giriş yapan kocası yanlarına geldi. "Bugün hava ne kadar güzel değil mi?" Adamın gülüşü içten ve neşeliydi. "Bayan Andersson." diyerek reverans yapıp annesinin elini öptü. "Her zamanki gibi yine ışık saçıyorsun." "Teşekkür ederim oğlum." "Sevgilim." Ander Bianca'ya döndü. "Yine baş döndürücü görünüyorsun." Elini tutmak için uzandığında genç kadın ondan bir adım uzaklaştı. Yaşadığı duygu karmaşası kadının yüzünden okunuyordu fakat onun ne hissettiğini anlamak mümkün değildi. "Hoş geldin Ander." dedi kutupları donduran bir sesle. "Bahçe muhteşem görünüyor. Senin dokunuşların olduğu o kadar belli ki." "Teşekkür ederim. Partinin tadını çıkar." "Bir dakika, bir dakika...." Genç adam uzanıp onu kolundan kavradı. "Hemen gidiyor musun?" "Son bir kaç şeyi daha kontrol etmem lazım. Ondan sonra hazırlanmam gerek." "Anlıyorum." diyen adam gönülsüzce kolunu bıraktı. "Daha sonra görüşürüz o halde." Bianca bu soruya da cevap vermedi. Anne oğula hafifçe gülümseyerek geriye dönüp yürüdü. Kırık kalbinin nasıl olup da güçlü bir şekilde çarptığına bir türlü anlam veremiyordu. Boşanma kağıtlarını avukatına vermiş, kafasında bu evliliği çoktan bitirmişti. Peki neden sersem yüreği bu gerçeği bir türlü kabullenemiyordu? Kayınvalidesinin sözleri zihninde dönüp dururken dalgınlıkla yürümeye devam etti. Önüne biri çıkınca Bianca aniden durmak zorunda kaldı. "Ah merhaba Barbara. Geldiğini görmedim." "Nasılsın Bianca?" "İyiyim. Çok güzel görünüyorsun." "Teşekkür ederim." Barbara ona modellik yaparken kullandığı çalışılmış gülümsemelerinden birini gönderdi. "Davetli listen ne âlemde?" "Hiç bir sorun yok. Ya parti hazırlıkları nasıl gidiyor? Her şey mükemmel görünüyor." "Şeref konuğum da geldiğine göre bundan daha iyi olamazdı." Genç kadın yeniden utanmış gibi gülümsedi. "Umarım Nick de böyle düşünür. Sahi, o henüz gelmedi mi?" "Neredeyse gelmek üzeredir." Genç kadının oğlunu görmek için heyecanla etrafına bakındığını görünce Bianca gülümsedi. "Peki ya asistanı? O nerede?" "Madison mı?" "Evet." "Birlikte gelirler herhalde. Ya da gelmezler. Bir fikrim yok açıkçası. Hem neden soruyorsun anlayamadım?" Bianca bunu söyledikten sonra Barbara'nın arkasında dikilen kadını fark etti. "Sen?" dedi. "Adın Mano muydu?" "Romano efendim." "Evet, Romano. Nickholas'ın hizmetçisiydin değil mi?" Genç kadın kibirle," Özel aşçısı." diye düzelttiyse de Bianca onu duymazdan geldi. "Senin partiye davetli olduğunu hatırlamıyorum." "Onu ben çağırdım." diye araya girdi Barbara. Gözlerinde parlayan ışık Bianca'nın hiç hoşuna gitmemişti. "Anlayamadım. Burada neler oluyor hanımlar?" Bianca şüpheyle ikisine baktı. "Romano buraya sana bir şey göstermek için geldi Bianca. İlgini çekebilecek bir şey. Şu asistan kızla ilgili." Barbara soğukkanlı bir ifadeyle ona dik dik bakarken Bianca haberlerin hiç de iç açıcı olmadığını anlayacak kadar çok kriz anı yaşamıştı. Bu yüzden Romano'nun uzattığı kağıdı alırken içini buz gibi bir endişe kapladı.
|
0% |