Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@sagetaylors


Tatil günlerinin en güzel yanı, elbette sabah erkenden kalkıp işe gitmek zorunda olmamaktı. Gena uykusunu almış, dinlenmiş ve dolu dolu geçecek bir güne hazırlanmış hâlde, ocağın başında radyodan dinlediği hafif müziğe eşlik ederek kalçalarıyla tempo tutuyordu.

Bugün hava her zamankinden daha rüzgârlıydı, ancak dışarıda harika bir Los Angeles güneşi vardı. Jalûzilerin arasından sızan ışıkların yakıcı ısısını ateşin başında olmasına rağmen teninde rahatlıkla hissedebiliyordu.

Pişirdiği çırpılmış yumurtaları tabaklara koyduktan sonra, tavadaki pastırmaları çevirmeye devam etti. Muhteşem kokular tüm duyularını ele geçirmiş, bu da iştahının fazlasıyla kabarmasına neden olmuştu. Buz gibi meyve suyundan büyük bir yudum alarak üst dudağını hevesle yaladı.

"Burun deliklerim beni yanıltmıyorsa, mis gibi kızarmış pastırma ve omlet kokusu alıyorum. Kekik, yeşil soğan, biber, mmm.. " Drake iştahla havayı kokladı. "krema, peynir ve mantar. Kokular öyle taciz edici ki, insanın yatağı ne kadar rahat olursa olsun sabah uykusu uyuması imkânsız oluyor!"

Genç adam, altında uzun bir baksır ve üzerinde en sevdiği Rock grubunun baskılı gri tişörtüyle mutfak tezgâhına en yakın sandalyelerden birine bir hayalet gibi çökerken, dağılmış saçlarını elleriyle karıştırmaya devam ediyordu. Yüzünde hâlâ uyku mahmurluğundan kalma sevimli bir ifade vardı.

"Sana da günaydın uykucu. Saatten haberin var mı? Neredeyse öğlen olmak üzere."

Drake inanamamış gibi kol saatine bakarak iç geçirdi.

"Vay canına! O kadar uyuduğumun farkında değildim. Madison yok mu?"

"Bayan Becerici bu sabah onu erkenden göreve çağırdı."

"İzin gününde bile mi?"

Gena sinirle dişlerini sıkarak gözlerini hızla devirdi ve ocaktaki işinin başına döndü. Üzerinde askılı bir atlet ve yalnızca minicik bir penye şort vardı. Ateş kızılı saçlarını bir kurşun kalemle tepesinde toplamıştı.

"Akşam haberlerinde izlediğimiz Andersson - Freeman karşılaşmasını hatırlıyorsun değil mi? Ekstra haber; Freeman Nick'e yumruk atarak bir sıfır öne geçmiş. Adam uyanıklık etmiş tabii, kendi evinde Nickholas'ı yere serdiğini ekranlara yansıtacak kadar aptal değil. Öte yandan bunu tam da kameralar yayında değilken yapmış olması şans mı yoksa hile miydi karar veremiyorum. Nick'in başı bu kez büyük belada. Şimdi büyük ihtimalle Büyük Kaltak, Madison'dan oğlunun sebep olduğu bu pisliği temizlemesini isteyecek."

"Haberim olmadan neler olmuş böyle? Gece film bitmeden uyuyup kalmışım. Beni yatağıma sen mi taşıdın?"

"Maddie ile birlikte taşıdık. Uykunun epey ağır olduğunu biliyor olmalısın. Muhtemelen seni kaldırımdaki çöp kutusuna da taşısaydık, farkında olmazdın."

"Ha ha ha. Aman ne komik. Gece defalarca uykumdan göğsümdeki ağrılar yüzünden uyanmak zorunda kaldım küçük hanım ve hepsi senin suçun. Ömrümün sonuna kadar bir daha asla yapıştırıcı özelliğe sahip herhangi bir şeyin yanıma bile yaklaşmasını istemiyorum."

"Seni zavallı çocuk." Gena şefkat dolu alaycı sesiyle tezgâhın arkasından çıkarak Drake'in açık bacaklarının arasına yerleşti. "Şu tişörtü çıkar da ne durumdasın bir bakalım."

"Uzak dur benden Gena!" Genç adam onu uzaklaştırmaya çalıştıysa da başaramadı.

"Hadi sızlanmayı bırak, yalnızca bakacağım."

Drake bir süre karar vermeye çalışır gibi dikkatle genç kadının yüzüne baktı ama sonra itaat ederek ensesinden tuttuğu tişörtü yavaşça üzerinden sıyırdı.

Gena kaşlarını çatarak çıplak göğsünü incelemeye başlamıştı.

"Hmmm, çok da kötü görünmüyor aslında. Hatta mükemmel bile denilebilir. Pürüzsüz." diyerek parmak uçlarını hafif kızarıklar olan teninde gezdirince, genç adam içine dişlerinin arasından keskin bir soluk çekti. Gena canını yaktığını düşünerek anında elini geri çekmişti.

"Hâlâ canın yanıyor mu?"

"Şey, biraz."

"İstiyorsan biraz daha krem sürebilirim. Acısını alır."

"Hayır istemem!"

Drake bunu o kadar hızlı söyleyip geri çekilmişti ki, Gena karşılık olarak şaşkınlıkla gözlerinin kırpıştırmakla yetindi.

"Tamam, sen bilirsin."

"Pastırmalar hazır olmadı mı daha? Benimkileri fazla kızartma olur mu?"

"Çok mu acıktın?"

"Evet. Hemen başlayalım."

Drake'in bu tuhaf ve aceleci hallerini görmezden gelmeye karar veren Gena ocağın başına geri döndü ve son kalan pastırmaları da tabaklara böldü.

Bu arada Drake tişörtünü geri giymiş ciddiyetle onu seyrediyordu. Genç adamın tabağını önüne koyup her zamanki gibi şekersiz ama bol kremalı kahvesini de hazırlayıp yanına bıraktı. Adamın onunla göz göze gelmemeye çalışarak hızla tabağındakilere yumulduğunu fark ettiğinde ise şaşırdı.

Gena da karşısındaki yerini alırken, "Beğendin mi?" diye sordu.

"Tek kelimeyle nefis."

Genç adamın ağzı doluyken yaptığı bu yorum karşısında elinde olmadan kıkırdadı.

"Akşam yaptığın tavuk da öyleydi. Bu da minnettarlığımın cömert bir göstergesi."

Drake lokmasını yuttuktan sonra, "Bu kahvaltıyı vicdanının sesini susturmak için hazırladığını sanıyordum." dedi.

"Vicdanımın rahatsız olacak nesi var ki?"

"Belki de dün akşam bana yaptığın şu işkenceden pişman olmuşsundur diye düşündüm."

Gena şimdi durumun ne olduğunu kavramıştı. Drake ona akşam için hâlâ kızgındı.

"Bunu senin iyiliğin için yaptım Drake. Bir erkek partnerinin olmasını istiyorsun değil mi?" Drake başını tereddütle evet anlamında sallayınca, "Güzel. Bende aynı şeyi istiyorum. O zaman benim deneyimlerime ihtiyacın olduğunu inkâr edemezsin. Kabul et, erkekler konusunda senden daha deneyimliyim, becerikliyim. Neyi beğenip neyi beğenmediklerini iyi bilirim. Peki ya sen? "

Drake bunun bir tuzak soru olduğunun farkındaydı. Yine de başını iki yana sallamaktan başka verecek bir cevap bulamadı.

"Güzel."

Gena yemeğin ortasında kalkarak radyoyu kapattı ve dergilikten iki dergi kaparak yanına geldi. Bu kez karşısına değil yanındaki sandalyeye oturmuştu. Drake bir anda kadının duşta kullandığı sabunun kokusunu aldı ve kendini biraz geriye çekti.

Gena dergi sayfalarını karıştırmakla meşgul olduğu için bu hareketini fark etmemişti.

"Şimdi," diyerek iki dergiden açtığı sayfaları adamın önüne itti. "söyle bakalım, sence bunlardan hangisi daha seksi? David Yurman mı, yoksa Nick Bateman mı?"

Drake üstü tamamen çıplak ve altında hayale pek yer bırakmayan dar çamaşırlar giymiş olan erkeklerin ikisine de ayrı ayrı bakmaya başladı. Vücut yapıları ve yakışıklılıkları en iyi haliyle bile kendisininkiyle kıyaslanamazdı. İkisinin de sevgili konusunda sıkıntı yaşamadığı su götürmez olmalıydı. Yine de aralarında bir seçim yapamadı.

"Bilemiyorum, bana ikisi de aynıymış gibi göründü."

"Aynı mı? Gözlerin yok mu senin? İyi bak ve bana beğendiğin bir tanesini söyle!"

Drake yeniden resimlere baktı ve hangisinin daha çekici olduğuna karar veremediği için bu kez adamlarda bir kusur aramaya çalıştı.

"Şunun burnu diğerinden daha eğri sanki. Ve diğerinin saç kesimi de ötekinden iyi. Vücutları yapılı ve bakımlı ama kim parayı bastırıp böyle şeylere kısa sürede sahip olamaz ki? Adamlar model değil mi? Böylesinin yüzlerce fotoğrafını çektim. İnan bana kullandıkları ilaçları bir duysan, doğal bir güzelliğe sahip olduğun için haline şükredersin."

"Adamlara bir fotoğrafçı gözüyle bakmanı istemedim senden Drake!" diye çıkıştı Gena. "Onlardan hangisiyle yatmak istediğini soruyorum sana?"

Drake geriye çekilerek kaşlarını çattı. "Tanrım Gena. Hiç biriyle elbette."

"Neden?" Genç kadın gözlerini kuşkuyla kısarak ona doğru yaklaşınca Drake bir an ne diyeceğini bilemedi. O böyle yeşil gözlerini kendisininkilere ruhunu okuyormuş gibi dikince nefes alamadığını hissediyordu.

"Şey, tipim değiller de ondan." diye o anda aklına ilk gelen şeyi söyledi.

"Oh." Gena geriye çekilip, başını anlayışla iki yana sallayarak surat astı. "Sorun değil. Haklısın. Sana biraz fazla baskı uyguladım değil mi? Belki de esmerlerden hoşlanmıyorsundur."

Genç kadın dergileri önünden kaldırıp masanın başına geri dönünce Drake rahat bir nefes aldı.

Gena bu kez de sessizliğe gömülmüştü. Önündeki yemeği iştahla yemeye başlamasına rağmen şimdi tabağına hiç dokunmuyordu. Yine bir şeyler planlıyor diye geçirdi içinden Drake. Durumdan rahatsızlık hissedip, iç geçirerek çatal bıçağını elinden bıraktı.

"Dinle Gena. Bana yardım etmek istediğini biliyorum ve inan bunun benim için anlamı çok büyük. Ama ben böyle bir şey istemiyorum. Yani evet seks bir ilişkide çok önemli ve heyecan verici bir etken olabilir ama ben yanında romantizm de arıyorum artık, anlıyor musun? İkisi bir pakette. Birini sırf beğendiğim ve onunla yatmak istediğim için hayatıma sokmak istemiyorum. Bunu defalarca denedim ama pek faydasını gördüğüm söylenemez. Bana yaptırdığın şu şeyler, gardırobumu yenilemek, imaj değişikliği gibi.. bunların herhangi biri hayatımın aşkını bulabilmem için yeterli mi sence? Yani evet, erkekler hakkında senin kadar deneyimim olmadığını kabul ediyorum ama ben bile insanın ruh eşini bulabilmesi için bunlardan daha fazlası gerektiğini biliyorum."

"Sadece senin için en iyisini istiyorum Drake. Mutlu olmanı istiyorum."

Drake ona bakan masum gözlere anlayışla gülümseyerek uzanıp genç kadının elini tuttu.

"Biliyorum Gena. İnan bana ömrümün sonuna kadar hayatımın aşkını hiç bulamasam da, sen ve Madison yanımda olduğunuz sürece daima mutlu olacağım."

Pek sık duygusallaşmayı beceremeyen Gena gözlerinin yanmaya başladığını hissederek, nemlenmeden önce bakışlarını gizlemek için hızla yerinden kalktı ve tezgâhın arkasından dolaşarak genç adamın boynuna atıldı.

Bu hareketi beklemeyen Drake de kısa bir süre sonra kollarını genç kadının etrafına dolamıştı.

"Pislik bir arkadaş gibi davrandığımın farkındayım. Canını yakmak istememiştim. Bundan sonra bedenine asla müdahale etmeyeceğime söz verirsem beni affedebilir misin? Vücudun tamamıyla sana ait ve onunla ne yapmak istiyorsan onu yapmakta özgürsün."

"Teşekkür ederim. Bunu duyduğuma sevindim. Bir daha ağda bantları ve fön makinası yok mu demek oluyor bu?"

"Evet."

Gena burnunu çektikten sonra geriye çekilerek gülümserken elini genç adamın göğsüne bastırınca, Drake acıyla inledi.

"Off!"

Gena elini ateşte yanmış gibi panikle geri çekti.

"Ah, çok çok özür dilerim Drake. Canını çok yaktım mı?"

"Hayır, Balkabağım, pek fazla yakmadın."

Drake'in acısını bastırıp gülümsediğini görünce Gena da kendini zorlayarak aynısını yaptı.

"Ağda konusunda ileri gittiğimin farkındayım. Bu yüzden sana bir ödeşme teklif ediyorum. Kahvaltını bitir de hemen hazırlanalım."

Bunu söylerken çoktan odasına doğru yürümeye başlamıştı.

"Nasıl bir ödeşmeymiş bu?"

Drake kahvesinden keyifli yudumlar alırken genç kadının arkasına bile bakmadan hoplayıp zıplayarak koridorda yürüyüşünü izliyordu. Onun bu enerjik halleri Drake'i her zaman gülümsetiyordu.

"Kendime yeni bir dövme yaptırmaya karar verdim. Şeklini ve büyüklüğünü sen seçeceksin."

Bu fikir Drake'in hoşuna gitmişti. Yine de Gena'nın canının yanması fikrinden nefret etti.

"Bunu yapmak zorunda değilsin."

"Ama yapmak istiyorum. Ve sen de yanımda olup elimi tutarsan kendimi daha iyi hissedeceğim."

"Ciddiyim, Gena?"

Gena başını odasının kapısından uzatıp, "Merak etme, yeni bir dövmeye çok önceden karar vermiştim. Bugün evde olsaydı Madison'la birlikte gidecektim ama sen buradasın. Bu da bir taşla iki kuş demek." dedikten sonra yeniden gözden kayboldu.

Drake, en azından önceden kararını vermiş, diye içinden geçirip rahatlayarak arkasına yaslandı. Gena küçük dövmelerin vücudunu süslemesini seviyordu. Sol kolunda renkli kanatları olan minik bir kelebek dövmesi vardı. Sağ boynunun kulağına yakın yerinde ise küçük bir kuyruklu yıldız. Ufacık bir dövmenin daha ne zararı olabilirdi ki?

"Dövmeyi bu kez nerene yaptırmayı planlıyorsun peki?" diye sorma gereği hissetti birden. Merak etmişti.

Gena odasından, "Popoma." diye bağırınca genç adamın içtiği son kahve boğazında kaldı ve şiddetle öksürmeye başladı.

......

Brooklyn Cast Ajansı, L.A'nın merkezindeki dev plazalardan birinin en üst katındaydı. Madison arabasını dışarıdaki açık alana park ettikten sonra girişe doğru yürümeye başladı. Tatil gününün sabahını dinlenerek geçirebileceğini nasıl olmuştu da düşünebilmişti ki? B.B. için çalışmaya başladığı günden bu yana sabah uykuları Madison için neredeyse uzak bir hayaldi artık.

Kolsuz gömleğinin üzerine giydiği açık renk kısa ceketinin önündeki tek düğmeyi de ilikledi ve çantasının askısını düzelterek dönen kapılardan içeri girdi.

Şehirdeki diğer tüm iş yerleri gibi bu bina da ona soğuk, çelik bir kasayı andırıyordu. Neyse ki, içerisi spot ışıklarla fazlasıyla yumuşatılmış, hoş kokulu çiçeklerle donatılmış, serin ve ferahtı.

Kapıdaki güvenliğe kimliğini bırakıp ziyaretçi kartını boynuna asarak asansörlere doğru yöneldi. Çağrı düğmesine bastığında, asansörü beklerken saatini ikinci kez kontrol etmişti. Tam vaktinde, diye düşündü. B.B’nin oğlunun son skandalı yüzünden yeteri kadar canının sıkkın olduğunu düşünüyordu, bir de geç kaldığı için ondan azar işitmek istemiyordu.

Kapılar yumuşak bir sesle kayarak açılınca, kabinde tek bir kişi olduğunu ve bu kişin günün kahramanı olduğunu fark etti.

Bir anlığına duraksayarak adama ait arabalardan birini dışarıda görüp görmediğini hatırlamaya çalıştı. Ama görmemişti. Belli ki peşindeki muhabirleri atlatabilmek için arabasını alt kattaki kapalı otoparka park etmişti. Dün akşam villasından ayrılmadan önce de girişte yığınla gazeteci vardı ve ondan hararetle bir açıklama bekliyorlardı.

"İşte tarz sahibi bakıcım da teşrif etti."

Nick rahat bir tavırla ellerini cappucino rengi keten pantolonun ceplerine sokmuştu. Hiç de gazetecilerden kaçıyormuş gibi telaşlı bir hali yoktu. Üzerinde V yakalı siyah bir tişört vardı. Siyah güneş gözlükleri yakasında asılıydı ve starlara özgü o meşhur gülümsemesi yüzüne yapışmıştı.

Madison adamın suratındaki kadınların bayıldığı sözde çekici ama ona göre sinir bozucu ifadeyi bir yumrukta silebilmeyi dilerdi. Neyse ki, Freeman bunu onun yerine halletmişti. Yanağında ve kaşında hâlâ dünden kalma morlukları görünce hafifçe gülümsedi.

"Geliyor musun, yoksa bir sonraki mekiği mi beklemek istiyorsun tatlım?"

Madison ters bir cevap vermemek için kendini tutarak içeri adımını attı. Sabah kahvaltısını yapmadan önce Nick ile atışmak, istediği en son şeydi. Ancak genç adamın ruh hali tam da buna müsait gibiydi.

Kapılar kapanır kapanmaz, "Bir an hiç karar veremeyeceksin sandım. Hoş, yalnız olmakla bir sıkıntım yoktu aslında." dedi Nick ve sırıtarak düğmeye bastı. Sesinden sivri bir alaycılık akıyordu ve bu Madison'ı her zaman olduğu gibi sinir ediyordu.

"Sana da günaydın Nickholas. Her zaman olduğu gibi bu sabah da yine çok sevimlisin."

Genç adam yan gözle ona bakarken dudakları neşeyle yukarı kıvrıldı.

"Seninle bu konuda asla boy ölçüşemem Maddie. Bu arada kıyafetlerin yeni mi?" diye sorunca Madison üzerindekilerde bir tuhaflık var mı diye hızla kontrol etme gafletinde bulundu.

"Giysilerine bayıldığımı söylemiş miydim?" diye devam etti Nick. "Eminim altında gösterecek pek bir şeyin olmadığı için onları kot pantolon ve tişörtünün altında saklıyorsundur ama sana yakışıyor, inan bana."

"Birileri gece iyi uyuyamamış anlaşılan. Ne o, içine girebileceğin yeni bir delik bulamayınca uyku tutmadı."

Adam kabini çınlatacak şekilde gür bir kahkaha patlattı.

"İnan bana tatlım, istediğim zaman içine girebileceğim her türden delik bulabilirim ama bence bu espri anlayışınla sen, seninkine uygun bir aleti asla bulamayacaksın."

Madison'ın kaşları havaya kalkarken hafiften omuz silkti. Kesinlikle alınmamıştı. Nickholas'ın aşağılayıcı lafları onu incitmeye yetmezdi.

"Senin aksine insanları cinsel bir obje olarak görmediğim için eksikliğini hiç hissetmiyorum. Bana göre beyni olmayan bir erkekle bir seks oyuncağının arasında hiç bir fark yoktur."

"Bu sivri dilinle hayatında görebileceğin tek cinsel obje de pilli, kauçuk makinalar olacak zaten."

"Bu gidişle senin de elinde onlardan başka bir şey kalmayacak gibi görünüyor Nickholas. Ne dersin? İstediğin zaman söylemen yeterli, seninle oyuncaklarımı seve seve paylaşabilirim."

Bu kez cevap vermeme sırası Nickholas'daydı. Ona kötü bir bakış attıktan sonra gözleriyle duvarı delmek istercesine karşıya baktı. Madison içten içe hafif bir tatmin duygusu hissetse de bu sefer gülümsemedi. İkisi de yan yana durmalarına rağmen birbirlerine değmemeye çalışarak, çelik kapılara bakmayı tercih etti. Madison adamdan yayılan huzursuzluğu aralarında üçüncü bir şahsın varlığı gibi hissedebiliyordu.

"Merak ediyorum da, seni bu sabah bu kadar çekilmez kılan Freeman'ın attığı yumruk mu, yoksa annenden akşam yediğin fırça mı?"

"Git başımdan Maddie. Seninle uğraşacak havamda değilim."

"Sahi mi? Bana gayet havandaymışsın gibi geldi hâlbuki."

Nickholas'ın gözleri hafifçe kısılıp onunkileri bulunca tam isabet diye düşündü Maddie. Bu tehdit dolu bakış onu kesinlikle korkutmaya yetmemişti, ancak sertçe yutkunurken buldu kendini.

"Neyi öğrenmek istiyorsun Madison? Annemle aramızda geçen tartışmanın detaylarını mı? Belki de en yakın arkadaşımla aramı açmayı başardığını duymak hoşuna giderdi. Ona eski maceralarımı anlatmaktan mutluluk duyacağına bahse girerim. Ama emin ol buna bol bol vaktin olacak çünkü senin arzuladığının aksine Troy hiç bir yere gitmiyor, anlaşıldı mı?"

"Neden arkadaşını buradan göndermek istediğimi düşündüğünü anlayamadım?"

"Çünkü sende tıpkı annem gibisin. Hayatıma müdahale etmek, sınırlar koymak, bana iyi gelen şeylerden beni uzak tutmak hoşunuza gidiyor. Kontrolün elinizde olmasını istiyorsunuz. Sana kötü bir haber vereyim mi tatlım, kontrol daima bendedir. Sadece arada sırada karşımdakinin ona sahip olduğuna inanmasına izin veririm o kadar."

"Eğer annen de seninle aynı fikirdeyse o halde tüm bu olanlarla neden uğraştığımı biri bana anlatabilir mi? Çünkü sen bu saçmalıklardan hoşlanıyor olabilirsin ama emin ol benim hayatımda senden daha ciddi problemlerim var Nickholas. Ve davranışlarınla yalnızca kendi hayatını değil benimkini de zorlaştırıyorsun. Şimdi daha fazla saçmalamayı kes de Troy'la aranızda neler geçtiğini anlat bana. Ha bu arada, bana ikide bir tatlım dememen konusunda anlaştığımızı da sakın unutma. "

Asansör bir katta durunca kapılar açıldı. Karşılarında kimseyi göremeyince Nick uzanıp bir düğmeye bastı ve kapıları yeniden kapattı.

"Seni dinliyorum." dedi Madison yeniden hareket ettiklerinde.

"Biliyor musun, sana bu zevki tattırmayacağım. Bu seni hiç ilgilendirmez. Sadece aramızda, geçmişte geçen bazı, eski kötü anıların hatırlanmasına neden oldun diyelim."

"Ve bu yüzden beni mi suçluyorsun? Ona ne yaptın? Kız arkadaşıyla mı yattın, yoksa çıkmak istediği kızı ondan önce mi tavladın? İkinizin geçmişte bir kız yüzünden birbirinize düştüğünüzü duysaydım emin ol buna asla şaşırmazdım."

Nickholas bir düğmeye daha bu kez öyle sert bastı ki, asansör kabini bir anda sarsılarak durunca Madison dengesini koruyamadı. Genç kadın sırtını arkasındaki duvara yaslamasaydı kendini yerde bulacaktı.

Nick kollarını Madison'ın iki tarafına birden bastırarak onu duvarla kendi arasına hapsetti. Bakışları genç kadınınkileri delip geçer gibiydi.

"O küçük kafandan neler geçtiğini tahmin edebiliyorum Maddie. Ama sandığının aksine o iğrençlikleri yapabilecek bir adam değilim ben anladın mı? Freeman'ın kızıyla bilmeden yaptığım tek seferlik bir hata yüzünden en yakın arkadaşının sevgilisine veya hoşlandığı birine çakacak kadar şereften yoksun biri olduğumu düşünüyorsan bu senin problemin, ancak bana bu şekilde hakaret etmene asla izin veremem duydun mu beni? Bu konuyu burada kapatmanı ve bir daha da asla ama asla ne benim ne de annemin yanında açmamanı istiyorum senden."

Madison'ın midesi ağrıyordu. Üstelik nefes alamıyordu. Adama sürekli laf çarpmak için yanıp tutuştuğu yoktu ama hak ettiğinde ağzının payını vermek hoşuna gidiyordu. Şu anda ise istese de bunu yapamayacağını fark etti. Nicholas'a verecek bir cevabı olmadığından değildi, Freeman ile olanları yüzüne tekrar tekrar vurabilirdi. Fakat genç adamın tüm öfkesine rağmen gözlerinde gördüğü o kırılgan bakışı fark etmiş, bu da onu durdurmaya yetmişti. Troy ile aralarında ne geçtiğini öğrenememişti ancak bunun hassas bir durum olduğunu bilecek kadar zekiydi. Ayrıca bu konu her neyse B.B'yi de yakından ilgilendiriyor olmalıydı.

Bazen en akıllıca hareket; bilmediğin bir savaşa girmek yerine geri çekilmektir.

Madison anlaştıklarını belli edecek şekilde sessizce başını sallayınca Nick ona geri adım attırdığına memnun olup kendini çekti. Kadının fazla yakınına girmişti. Tuhaf olan bun yakınlıktan memnun olmamasıydı. Hayır, hatta durumdan rahatsız olduğu bile söylenebilirdi. Ve uzaklaşmadan önce dudaklarına attığı kısa bakışı genç kadın fark etmişti.

Madison da aynı şeyi yapmıştı ve bunu keşfetmek onu da fazlasıyla huzursuz etti.

"Güzel. Bu sorunu da aramızda hallettiğimize göre artık annemin karşısına çıkabiliriz."

Nickholas eski yerine geçince Madison ciğerlerini yeniden havayla doldurmaya çalıştı. Ve bunu yavaş yavaş ve fark ettirmeden yaptı. Uzun süredir nefesini tuttuğunu bile anlayamamıştı.

Kapılar yeniden açıldığında bu kez karşılarına kırmızı halı kaplı geniş bir koridor ve her bir kanadında "B" harfi işlenmiş buzlu cam kapılar çıktı.

Nickholas önde ve Madison onun bir kaç adım gerisinden ilerleyerek kapılardan içeri girdiler. Sol tarafta, camdan bir duvarın önünde ahşap bir masa, arkasında ise gökdelenlerle dolu L.A manzarası olan bir kadın vardı.

Tarçın rengi sıfır kollu şık bir elbise giymiş, sarışın sekreter Nickholas'ı görür görmez ışıl ışıl gülümseyerek yerinden fırladı.

"Bay Andersson. Hoş geldiniz."

"Nasılsın Laurell?"

"Sizi görene kadar daha iyi değildim. Tıpkı bir ilah gibi görünüyorsunuz Bay Andersson."

"İltifatın için teşekkürler tatlım. Annem içeride mi?"

"Evet. Sizi bekliyor."

Genç kadın kızarıp yerinde duramıyormuş gibi kıpırdanırken Nickholas göz ucuyla Madison'a imalı bir bakış attı.

Adi herif. Güzel bir dişiyi gördüğü anda nasıl da savaş modundan flörtöz ruh haline geçiş yapıyordu. Adamın aldığı iltifatla duruşu bile değişmişti sanki. Şimdi etrafına adeta güç ve yenilmezlik saçıyordu.

Annesinin kapısını tıklatarak peş peşe içeri girmeden önce,

"Senin gibilerin aksine bazı kadınlar onlara tatlım denmesinden hoşlanıyorlar." diye fısıldadı kulağına Nick.

"Bundan, hayatında sana yaranmaya çalışmayan hiç sağlam bir kadınla karşılaşmadığın gerçeğini çıkarabilir miyiz?" diye karşılık verdi Madison. Kendini tutamamıştı. Elinde değildi.

Neyse ki, Nickholas sorusuna sinirlenmek yerine keyifle sırıttı ve annesinin, "İçeri gelin!" diyen sesini duyar duymaz da içeri girdi.

"İkiniz de tam vaktinde geldiniz. Oturun."

Madison B.B’nin karşısına çıkmadan önce de fazlasıyla gerilmişti zaten. Şimdi kadını sekreterinin arkasındakinden daha geniş bir manzaranın ve daha büyük bir masanın önünde keskin bakışlarını üzerlerine dikmiş görünce midesindeki gerginliğin daha da büyüdüğünü hissetti.

Üzerine kırmızının en ateşli tonuna sahip kırmızı bir etek - ceket takımı giyen Bianca, şıklığını siyah, sivri burunlu topuklu ayakkabı ve aynı renk saten gömlekle tamamlamıştı. Gömleğinin düğmeleri altın kaplama olmalıydı. En az Madison'ın iki aylık maaşı kadar olduğuna her şeyine bahse girerdi. Ve kesinlikle özel tasarımdı. Takımının ceketi yanı başındaki askılığa düzgünce asılmıştı. Saçları dağınık bir topuz yapılmış ve uzun yüz hatlarına uygun kırmızı, marka bir gözlük takmıştı. Dışarıdan seksi bir iş kadını havasına sahipti ancak Madison onun her zaman avını parçalamadan önce sinsice bekleyen bir panterin zarafetine sahip olduğunu düşünürdü. Dişlerini göstermeden önce sabırla beklemesini biliyordu.

Bu yüzden Madison ve Nick karşısındaki koltuklara yerleşene kadar başka tek kelime etmedi.

"Freeman'la yaşanan talihsiz olayın nasıl aleyhimize döndüğünü ikiniz de biliyor olmalısınız. O yüzden lafı fazla uzatmayacağım. İki saat sonra şirketimin toplantı salonunda gazetecilerle bir basın toplantısı düzenledim. Nick, elinden geleni yap ve durumu lehimize çevirmeye çalış lütfen. Gerekirse verdiğin rahatsızlıktan dolayı medyadan özür dile. Bilmiyorum yap işte bir şeyler. İnsanları nasıl etkileyeceğini bu yaştan sonra sana ben öğretecek değilim. Madison, sen Nick'in konuşma metnini yazmaya başla hemen. Çabuk bitirmeye çalış ki, vaktimiz varken üzerinden geçebilelim."

"Peki efendim."

"Basına ne gerekiyorsa söylerim ama kimse o adamdan özür filan diletemez bana."

"Senden böyle bir şey isteyen yok zaten. Burada mağdur taraf sensin unutma. Yüzündeki morluklar da bunun kanıtı. Adama barış elini uzatmaya gittiğini ama adamın bunu geri çevirdiğini söyleyeceksin. Bruce'u yanına çekerek işleri daha da zorlaştırdığını ama bunun senin için asla sorun olmadığını ifade edeceksin."

Madison, "Peki ya geçmişi ortaya sermeye kalkışırlarsa ne olacak?" diye sorunca Nickholas ona sertçe baktı.

"Basının Nickholas ve Freeman'la arasında olanlar hakkında hiçbir bilgisi yok. Onlar bu düşmanlığın rekabetten kaynaklandığını sanıyor, bize düşen de bu fikri beslemek. Freeman'ı kötü göstermek de işe yaramaz. Hayranlarının negatif tepkisini almak istemeyiz. Medyayı kullanarak insanları olabildiğince kendi tarafımıza çekmeye çalışmalıyız. Bu yüzden Nickholas'ın konuşmasını hazırlarken bu kısımlara dikkat etmeni istiyorum senden."

"Elbette Bayan Brooklyn."

"Güzel. Nickholas, sana gönderdiğim senaryolara göz atabildin mi?"

"Evet anne."

Madison şaşkınlıkla Nickholas'a döndü. Onun bu kadar kısa bir sürede dört senaryoyu birden okumuş olmasına inanamamıştı. Daha dün gece onu bıraktığında, bitkin ve perişan bir haldeydi.

"Peki, hangisi hoşuna gitti?"

"Kitaptan uyarlama olan fantastik film projesini beğendim. Yeni bir çıkış için gayet uygun gibi."

"Harika. Harold'ın şirketinin yeni projesi. Harold benim eski bir meslektaşımdır ve ayrıca çok da iyi bir dosttur. Yardımcı olur. Yanılmıyorsam şirketinin başında kızı Fanny var. Ana binaları Las Vegas'ta olmalıydı. Laurell'den notlarına bakıp, size en yakın zamanda bir görüşme ayarlamasını sağlarım."

Madison, "Size mi?" diye araya girince Bianca,

"Elbette. Nick'i bu proje boyunca bir saniye bile yalnız bırakmayacaksın Madison." dedi.

"İyi ama Bay Pedro'nun yanındaki işim ne olacak?"

"Pedro'yla ben konuşurum."

Bianca yerinden kalkarken, "Harika bir seçim yaptın Nick." diyerek oğlunu tebrik etti. “Göreceksin bu film senin yeniden doğuşun olacak."

Nick de öyle olacağını umuyordu. Diğer yandan Madison, odadan çıkan anne - oğulun hiç kucaklaşmadığını fark etmişti.

Ayrıca göz ucuyla bile bakmadığından emin olduğu bir projeye adamın aniden balıklama atlamak istemesinin nedenlerini düşününce, işlerin daha da kötüye gitmesinden korkuyordu.

Loading...
0%