@sagetaylors
|
Güneş tahtından inmeye hazırlanırken, konuklar da yavaş yavaş parti alanına giriş yapmaya başlamışlardı. Ödül törenini andıran gecede ünlü isimler giriş kapısını süsleyen kırmızı halının üzerinden vazgeçilmez spot ışıkları eşliğinde yürürken, gazeteciler ve hayranlardan oluşan çılgın kalabalık bahçe yolunu sokak boyunca kaplamıştı. Flaşlar ardı ardına patlıyor, insanlar yığınlar halinde hayranı olduğu isimleri görebilmek için adeta birbirleriyle yarışıyordu. Beyazperde ve moda dünyasından olduğu kadar, müzik ve spor alanındaki tanıdık yüzler de Nick'in yeni yaşına girmesine şahitlik etmek için en iyi halleriyle hazırlanmışlardı. Elbette Nickholas Andersson kadar Bianca Brooklyn isminin de bu katılımdaki payı yadsınamazdı. Yıllarını bu sektöre adamış sadık bir hizmetkar olmasının bir getirisiydi bu... Bianca'nın altına imzasını attığı işlerin ses getirmemesi imkansızdı. Hele konu oğlu olduğunda dünyaları bile ayağının altına serebilirdi. Yardımcısı sırtındaki fermuarı düzeltirken elindeki kadehten minik bir yudum alarak son zaferini kutluyordu. Binanın en üst katındaki balkonundan tıpkı bir kraliçe edasıyla bahçedeki hareketliliği izledi. Zaman zaman ufak tefek aksilikler yaşanmış olsa da nihayet tüm hazırlıklar tamamdı. Bianca Nick adına vereceği "Geçmiş Olsun" partisini kayınvalidesinin de teşvikiyle dev bir "Doğum günü" organizasyonuna çevirdiği için halinden hoşnuttu doğrusu. Misafirlerden bazılarının ellerinde ufak tefek sembolik hediyelerle geldiğini görünce hafızasını yokladı ve oğluna en son kaç yaşındayken bir doğum günü partisi düzenlediğini, dahası ona özel bir hediye verdiğini hatırlayamadı. Sanırım sekiz veya on yaşlarındayken bir vakıf yararına düzenlenen mezatta Ander ile ona bir midilli satın almışlardı. Yoksa on dört yaşındayken miydi? Seneler ne kadar da hızlı geçiyordu. Nick'in bacaklarının arasında, "Hey, anne şuna bak!" diyerek oradan oraya dolaştığı, ondan sürekli bir şeyler istediği günler daha dün gibiydi sanki. Küçük oğlu tek başına ayakkabısının bağcıklarını bile bağlayamazken, şimdi milyonların sevgilisi genç ve yakışıklı bir erkeğe dönüşmüştü. Bianca'nın göğsü Nickholas için hissettiği gururla dolup taşarken, yüreğinin bir köşesinin hafif bir buruklukla sızlamasına da engel olamamıştı. Keşke büyürken onunla daha çok vakit geçirebilseydim, diye geçirdi içinden. Mesleğinde en tepeye yükselmek için canını dişine taktığı zamanlarda bir tanecik oğlu ile en çok vakit geçiren hep kayınvalidesi olmuştu. Bianca diğer konularda ne kadar ona kızgın olursa olsun, Nick ile ilgilendiği için daima minnettar kalacağını biliyordu. Ander'in durumu da ondan farklı değildi çünkü. Bianca'nın seçmeleriyle aynı döneme denk gelen doktorası yüzünden kocası deli gibi ders çalışmak zorundaydı ve oğluyla asla bir baba-oğul ilişkisi kuramamışlardı. Alanında uzmanlık kazandıktan sonra da, girmek zorunda olduğu bir sürü ameliyatlar ve katılmaya mecbur olduğu konferanslar vardı. Her ay evde oldukları günlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Fakat bunların hepsi mesleklerinin birer cilvesiydi. Ve her şeyin kendinden önce oğullarının geleceği için olduğuna inandırmışlardı kendilerini. Bu işe başladığında şöhretin acı bir bedeli olduğunu oğluna da öğütlememiş miydi? Fakat küçücük bir çocuğa bu bedeli ödetmeyi aklının ucundan bile geçirmemişti. Hayatı hep iniş ve çıkışlarla dolu olmuştu ve Bianca olduğu yere gelebilmek için oradan oraya koşturup dururken galiba bir yerlerde anne olmanın kıymetini unutmuştu. Seneler geçtikçe yaptığı hataların daha çok farkına varıyordu. Kim bilir, belki de yaşadığı hastalık ve kullandığı ilaçlar daha berrak düşünmesini sağlıyordu. Bildiği tek şey bundan sonra hayatında hatalara yer olmayacağıydı. Bianca'nın bundan sonra süreceği yaşamdaki tek çabası oğlunun ve kendi mutluluğu olacaktı. Nick'i düştüğü yerden kaldırmayı başarmıştı. Şimdi de bir yuva kurmasını ve ona torunlar vermesini sağlamalıydı. O zaman belki göğsünün orta yerinde hissettiği boşluk biraz olsun azalırdı. İçkisinden bu kez kararlı bir yudum alarak omuzlarına çöken ağırlığın kalkmasını sağladı. Kederli görünmenin sırası değildi. Bu gece oğlunun gecesiydi. Bianca sırtını dikleştirip çenesini havaya dikti. Nick sinema ve televizyon dünyasında aileden gelen şöhret ve servetiyle daima şanslı sayılan bir çocuk olmuştu. Geri kalan şansını yaratması konusunda ise annesi olarak elinden ne geliyorsa yapacaktı. Ve şanslı çocuk kapısını tıklattığında Bianca artık geceye hazırdı. "Gelebilir miyim anne?" Genç kadın arkasını döndüğünde oğlunu üzerine tam oturan siyah bir smokininin içinde ve nefes kesecek kadar yakışıklı görünce göğsü bir kez daha mutlulukla dolup taştı. Nick'in papyonu henüz bağlanmamıştı ve beyaz gömleğinin açık yakasının iki yanından aşağıya doğru sarkıyordu. Yüzündeki sevimli ifade, dağınık saçları ve haylaz mavi gözleriyle birleşince tehlikeli bir cazibeyi ortaya çıkarıyordu. "İçeri gelsene." dedi Bianca. Nick denileni yaptı. "Her zamanki gibi yine kusursuz görünüyorsunuz Bayan Brooklyn." Girişte ellerini kumaş pantolonun ceplerine sokarken, yerleri süpüren kırmızı elbisesini tepeden tırnağa süzüp bir ıslık öttürdü. Dudaklarının kenarları gören kadınları kendinden geçirecek muhteşem gülümsemelerinden biriyle kıvrılmıştı. Nitekim yardımcısı Laurell dışarı çıkmak için izin isteyip yanından süzülürken derin bir nefes aldı. "İzninizle Bayan Brooklyn, ben gidip hazırlıklarla ilgileneyim." "Ona iltifat etmediğim için bozuldu galiba." dedi Nick, Laurell'in ardından kapanan kapıya bakarken. "Ama gözümü kamaştırdığın için bunda tek suçlu sensin." "Serseri seni. Abartmakta üstüne yoktur zaten." Bianca kadehini cam sehpanın üzerine bırakarak ellerini uzattı. Nick uzattığı iki eli birden tutarak üzerlerine birer öpücük kondurdu. "Yine de teşekkür ederim." "Abartmıyorum. Yıllar geçtikçe daha da güzelleşiyorsun. Hemcinslerine acımalısın. Onları kıskançlıktan öldürmeye mi çalışıyorsun?" Bianca uzun zamandır atmadığı kadar yüksek sesli bir kahkaha attı. "Şimdiye kadar kimsenin mezar taşında kıskançlıktan öldüğünün yazdığını görmedim, ama sağ ol. Sence kırmızı çok mu fazla olmuş?" Bir adım geri çekilerek kıyafetine baktı. Payetlerle parlayan ışıl ışıl derin göğüs dekolteli elbise kırmızıydı, fakat Ander'in Pink Fashion'da beğendiğinden çok daha farklı bir modeldi. Sırf kocası beğendiği için bir elbiseyi giymeyeceği gibi, aynı şekilde sırf ona inat olsun diye de kendisine yakışan renkten vazgeçecek değildi. Nick elbisenin bel ve yaka dekoltesini, sonra da sol bacağını boydan boya yaran yırtmacına beğeni dolu bir bakış atarken, "Bence mükemmel." dedi. Bianca tuttuğunu fark etmediği nefesini salıvermişti. Oğlunun yorumu onun için ünlü eleştirmenlerinkinden çok daha değerliydi. "Sen öyle diyorsan." dedi gülümseyerek. "Bu arada sen de çok çarpıcı ve yakışıklı görünüyorsun." Tıpkı baban gibi, demek üzereydi ki son anda dilini tuttu. Sonra da uzanıp Nick'in papyonunu bağlayıp yakasındaki olmayan kırışıklıkları düzeltti. "Yalnız burada bir şey eksik." Yanağına kırmızı ıslak bir öpücük kondurup gülümseyerek geriye çekildi. "İşte şimdi oldu. Artık herkes yanağındaki bu gizemli öpücüğün kime ait olduğunu merak edecektir." "Anne." Nick yanağındaki ruju çaktırmadan silerken konuyu çabucak değiştirdi. "Bu kadar kalabalık olacağını tahmin etmemiştim. Neredeyse bütün Güney Yarım küreyi buraya toplamışsın." "Elimden geleni yaptım, ama elbette asıl sebep sensin. Tüm bu insanların sevgisini kazanmak için çok çabaladın. Bu yüzden bu gecenin senin için bir doğum günü partisinden çok daha fazlası olmasını istiyorum. Hazır sette yaşadığın talihsiz kaza yüzünden medyanın ilgisini sana ve oynadığın filme çekmeyi başarmışken, neden bunu daha da güzel yerlere taşımayalım ki?" "Ne demek istiyorsun?" "Ah, hiç bir şey." Bianca elini sinek kovarmış gibi havada salladı. "Şu sıralar kaliteli reklama ihtiyacın olduğunu söylemeye çalışıyorum. Kaliteli insanlarla elbette." "Aklından neler geçiyor Bayan Brooklyn?" Nick şüpheyle kaşlarını çatmıştı. Bianca bilmiş bir gülümsemeyle oğlunun omzundaki bir noktaya bakıp görünmeyen tozları silkelemeye başladı. "Merak etme, ben ne yapıyorsam senin iyiliğin için yapıyorum." Nick birden onun bileğine yapışarak gözlerinin içine baktı. "Yalnızca bu gecelik menajerim yerine annem olmayı deneyemez misin? Lütfen!" Bianca duyduğu sözler karşısında irkildiğini belli etmemeye çalıştı. Ellerini oğlunun üzerinden çekerken beceriksizce Nick'in yaptığı yorumu görmezden gelmeye çalışıyordu. Yine de tüm vücudu tepeden tırnağa ürpermişti. "Ben, ben zaten senin annenim Nick." "Her zaman değil." Nick yanından geçip pencereye doğru ilerlerken sözleri ağır bir taş gibi genç kadının midesine oturdu. "Söylemeye çalıştığın şey menajerin olmadan önce bu kadar üstüne düşmediğimse eğer?" "Söylemeye çalıştığım şey menajerim olmadan önce düşündüğün tek şey olmadığım." Nick kendine bir parmak viski doldurup çalkalayarak tek nefeste kafasına dikti. Bianca hâlâ ne diyeceğini bilemez halde orada öylece dikilmeye devam ediyordu. Nick arkasını dönüp ona baktığında yeniden gülümsüyordu. Fakat bu kez o kadar sıcak ve içten değildi. "Bunu seni üzmek için söylemedim. Asma yüzünü hemen. Yoksa elline gelmeden yüzün kırışıklıktan geçilmeyecek." Bianca yaptığı şakaya alınmamış gibi yaparken dudaklarını gülümsemeye zorladı. Öte yandan zihninde küçük bir çocuğun gözünden çoktan anneliğini sorgulamaya başlamıştı bile. "Nick, aslında ben..." "Hadi şimdi bunları boş verelim olur mu?" Nick kadehini annesininkinin yanına bırakarak geri döndü. "Buraya seninle başka bir konu hakkında konuşmaya geldim. Madison'la ilgili." Madison ismini duyar duymaz Bianca dikkat kesildi. "İşle ilgili bir sorunsa eğer onunla hemen şimdi konuşabilirim." "Hayır anne. Madison işini kusursuz yapan biridir. İşiyle ilgili hiç bir sıkıntı yok. Gerçi Texas’ta bir film şirketi ona iş teklif etmiş, ama sanırım onu geri çevirmesi için ikna ettim." Bianca, "Ya." derken yüzü ifadesizdi. "Hı hı. Bu konu çok daha özel. Aslında bu konuşmayı yaparken onunda burada, yanımda olması gerekiyordu, fakat arkadaşları bana hediye alma konusunda onu son dakika kalmaya zorladığı için gecikeceğini söyledi. Sanırım böylesi daha iyi. Troy'u onlara eşlik etmesi için arkalarından göndermiştim," Rolex saatine bir bakış attı. "neredeyse gelmek üzeredir." Bianca'nın kaşları şaşkınlıklı alın çizgisine doğru kalktı. "O çocuğun Avusturalya'dan döndüğünü bilmiyordum. Bana söylememiştin." "Gerek görmedim. En yakın dostum olmadan bir doğum günü partisi verebileceğimi düşünüyor muydun gerçekten?" "Şey, tabii ki hayır." "İyi. Umarım kararıma saygı gösterir ve arkadaşıma artık hak ettiği saygıyı gösterirsin." Nick bunu bir ricadan çok yapmak zorunda olduğu bir şeymiş gibi söyleyince Bianca itiraz edememişti. Zaten Troy'a kızgın olmasının gereksiz olduğunu artık kabullenmişti. Fakat onunla karşılaştığı her seferde en yakın arkadaşının ihanetini anımsadığı için kimse onu suçlayamazdı değil mi? Ander onu daha önce de defalarca başka kadınlarla aldatmıştı, ama bu kez Bianca hançeri hem göğsünden hem de sırtından yemişti. Troy o zamanlar Nick ile aynı yaşlardaydı ve yaşanan olaylardan tamamen bihaberdi. Ne onu ne de o aileden herhangi birini görmek istemediği için Bianca Nick'i de alarak Amerika'ya yerleşmişti. Rupertlara ceza keserken Troy'a ve dolaylı yoldan oğluna eziyet ettiğinin farkında değildi. Yetişkinlerin günahlarını asla çocukları ödememeli. "Anlıyorum. Troy'un gelmesi sürpriz oldu, ama benim için bir sakıncası yok." "Güzel." dedi Nick. Rahatlamış gibiydi. "Karşılaştığınızda ona iyi davranırsan sevinirim." Bianca başıyla sessizce onayladı. "Elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsin." "Teşekkür ederim. Şimdi asıl konumuza geri dönelim mi artık? Bunu daha önce sana söylemediğim için beni bağışla, ama inan bana nedenlerim vardı. Daha doğrusu gerçek olduğuna inandırmam gereken kendimden önce bir başkasıydı." "Ne söylemeye çalıştığını anlayamıyorum Nick, bilmece gibi konuşuyorsun." "Haklısın. Tamam, şöyle deneyelim. Madison'ı uzun bir süredir tanıdığımı biliyorsun. Yani en azından tanıyacağım kadar uzun bir süredir onunla birlikteyiz. Ona güveniyorum. Beni onun denetimine bırakabildiğine göre -ki buna başta acayip sinir olmuştum- senin de ona karşı sonsuz bir güven hissettiğini düşünüyorum, yanılıyor muyum?" "Madison zeki ve becerikli bir kızdır. Onun yeteneklerine güvenmeseydim asla işe almak için bu kadar ısrar etmezdim. Ayrıca gördüğüm kadarıyla yanılmamışım. Hayatın gerçekten de düzene girdi, öyle değil mi? Eski kötü alışkanlıklarından neredeyse eser kalmadı. O uğursuz çevrenden kurtuldun. Yeni projeleri kabul etmeye başladın. Çalışma ve yaşama hevesini geri kazandın. Savurganlığı bıraktın, ki bunda sana koyduğum katı kuralların da payı olduğunu kabul edelim. Son zamanlarda televizyon programlarında Barbara hariç hiç bir kadınla yakınlaşırken görüntülenmediğin için, hayatına girip çıkan kadınların sayısının da epey azaldığını görüyorum." Nick tüm bunları sonsuz bir sabırla dinlerken sakinlikle gülümsüyordu. "Doğru. Her kelimesine sonuna kadar katılıyorum. Ve bunların tek sebebinin Madison olduğunu da karşında açık yüreklilikle itiraf ediyorum. O hayatıma bir güneş gibi doğdu anne ve bundan sonra onsuz önümü görebileceğimi zannetmiyorum." Bianca irkildiğini belli etmeden yüzündeki gerginliği yok etmeyi profesyonellikle başarmıştı. Bu, yıllarca kamera karşısında çalışmanın faydalarından biriydi. "İşini hakkıyla yaptığı için ona prim ödememizi mi istiyorsun?" "Hayır hayır, beni yanlış anladın." Nick hızla başını sağa sola salladı. "Madison'a prim filan ödemekten bahsetmiyorum. Ona sahip olduğum her şeyi vermekten bahsediyorum. Bana ait olan her şeyi." "Sahip olduğun her şey demekle kastettiğin..." "Madison'ı seviyorum anne." diyerek hızla sözünü kesti Nick. Daha fazla uzatmak istemiyordu. "Onu seviyorum ve onunla bir geleceğim olsun istiyorum. Az önce de belirttiğin gibi, Madison zeki, becerikli ve akıllı bir kız. Onunlayken kendimi farklı hissediyorum. Çevremdeki diğer insanlardan çok farklı, canlı, dopdolu bir enerjisi var. Bir konuda tartışırken bana kafa tutarken bile öyle kararlı ve inatçı ki... Doğal, samimi, içten. Kısacası mükemmel biri. Buraya senden izin almaya değil sadece evliliğimizi tüm dünyaya duyurmadan önce haber vermeye geldim. Şimdi, " dedi derin bir nefes alan Nick, "bana mutluluklar dilemeyecek misin?" Bianca öyle sessizdi ki, adeta dili tutulmuştu sanki. O yüzden Nick'in kucaklamak için açtığı kollarının arasına girerken tek kelime edememişti. ...................... "Aman Tanrım, sizin yüzünüzden çok geç kaldık. Elinizi biraz çabuk tutun hadi." Madison rahat adım atabilmek için topuklarına kadar inen balköpüğü rengindeki elbisesinin eteklerini iki eliyle topladı ve hızlıca yürümeye başladı. Saçını kusursuz bir topuz yapmak için uğraşan Gena ve Corine yüzünden geç kalmışlardı. Gerçi haklarını yiyemezdi. Gözlerinin üzerine düşen kakülü ve bukleler halinde başının tepesinde toplanan saçlar ve buğulu makyajı konusunda oldukça iyi iş çıkarmışlardı. Elbise seçimi ise şükürler olsun ki kendisine aitti. Bu yüzden sınırları aşmayan dekoltesiyle, bedenini sararken aşağıya doğru genişleyen ince askılı saten bir gece elbisesi tercih etmişti. "Ne olmuş yani, her gün ünlü birine hediye almıyoruz ki?" dedi arkasından koşturan Gena. Sonra da Corine'e dönüp, "Bence altın kaplamalı kol düğmeleri daha gösterişliydi." diye söylendi. "Madison Nickholas'ın abartıdan hoşlanmadığını söylemişti. Gümüş daha iyi." "Sahi mi?" "Evet. Hem benim aldığım kravat iğnesiyle de uyumlu oldular." Gena düşünürmüş gibi yaptı. "Hımm. Sanırım haklısın." "Bence hizmetlilere ayrılan arka giriş i kullanalım, böylelikle içeri daha rahat girebiliriz." "Unut bunu kızım!" Gena hızla uzanıp Madison'ı kolundan yakaladı. "Oraya çalışanlardan biriymiş gibi arka kapıdan girmeyeceğiz." Beline kadar dalgalar halinde uzanan turuncu saçlarını capcanlı gösteren ışıltılı bir makyaj yapmış, parlak, mor, boyundan bağcıklı sırtını tamamıyla açıkta bırakan dökümlü bir elbise giymişti. Gözlerinin yeşili hissettiği yoğunlukla şimdi daha da belirgindi. "Sen Anderssonların gelinisin, biz de onun arkadaşlarıyız. İçeriye kırmızı halıdan yürüyerek kraliçeler gibi girmemiz gerekiyor." "Gena'ya katılıyorum." diye ekledi Corine. "Üstelik ben Nick'in baldızıyım. Kırmızı halıdan geçmek benim en doğal hakkım. Meşhur biriymiş gibi yapmak için bir daha ne zaman böyle bir fırsat yakalayabilirim söylesene?" "Koca çenenizi kapatmayı beceremezseniz eğer, fırsat ayağınıza kendiliğinden gelecektir. Baksanıza, etraf gazeteci kaynıyor." Madison telaşla çevresine bakınıp onları duyan birileri var mı diye kontrol etti. Drake ve Troy arabalarının anahtarlarını valelere teslim etmek yerine kendileri park etmek istemeseydi bu iki inatçı keçiyle tek başına uğraşmak zorunda kalmayacaktı şimdi. "Kim duyarsa duysun." Gena omuz silkti. "Yakında hepsi gerçeği öğrenecek nasılsa. Anderssonların gizemli gelini kocasının doğum günü partisine peşinde seksi kadınlardan oluşan bir orduyla geldi." Gena elleriyle havada hayali bir pankart açarken Madison gözlerini devirdi. "Nick'in evliliğinizi bu gece herkese açıklayacağını söylememiş miydin?" Corine gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Bundan emin değilim. Yani amacının bu olduğunu söylemişti, ama bu gece ne yapmak istediğini kesin olarak belirtmedi. Bu yüzden aptalca bir hata yapıp her şeyi mahvetmek istemiyorum." "Tanrım, Nickholas'ın oraya çıkıp aşkınızı tüm dünyaya haykırdığı anı görmek için sabırsızlanıyorum." "Asıl ben öğrendiğinde Bayan Becerici'nin yüzündeki ifadeyi görmek için sabırsızlanıyorum." "Gena!" "Ne? Kayınvaliden hakkında kötü konuştuğum için beni bağışla ama öğrendiğinde yüzü hangi renge dönecek cidden merak ediyorum. Adının baş harflerinden oluşan şirket logosundaki patlıcan moruna mı, yoksa sürekli giymekten hoşlandığı domates kırmızısına mı?" Corine kahkahasını bastırmak isterken ağzından bir hıçkırık kaçınca Madison kız kardeşine ölümcül bir bakış fırlattı. "Çünkü daha azı olacağını düşünüyorsan aptalsın." diye devam etti Gena. "O kadın tam bir kontrol manyağı. Oğlunun arkasından iş çevirdiğini öğrenince kesin çıldıracaktır." "Ooo-ooo." Corine dizlerinde biten elma yeşili elbisesinin etek altı tüllerini düzeltirken yüzündeki sırıtışı saklamaya gerek görmüyordu. Neyse ki düzleştirdiği saçlarından kurtulan siyah perçemler yüzünün bir kısmını gizliyordu. "Kesin! İkiniz de. Niyetiniz beni huzursuz etmekse başardınız. Heyecandan yeniden midem bulanmaya başladı işte." Corine aniden korkuyla başını kaldırdı. "Hayır Mad, tanrı aşkına sakın şimdi kusayım deme. Makyajınla bir saat uğraştım ve şimdi bozulmasına izin veremezsin. Gena sadece felaket tellallığı yapıyor." Gena'ya kısa ama sert bir bakış attıktan sonra cesaret vermek istercesine ablasının kolunu okşadı. "Bu gece her şey yolunda gidecek, tamam mı? Hem ne olursa olsun biz senin yanındayız, bunu sakın unutma." Madison konuşamadığı için sadece onaylarcasına başını salladı. "Miden gerçekten de kötü mü?" Gena'nın sesi şimdi şefkat doluydu. Madison derin soluklar alıp vermeye başlayınca, "Sana aldığım testi henüz yapmadın değil mi?" diye sordu. "Sana söyledim." dedi dişlerinin arasından Madison. "O aptal testi asla yapmayacağım." Sesini daha da alçalttı. "Ben hamile filan değilim." "Bunu söylerken Nick ile nasıl tavşanlar gibi düzüştüğünüzü de aklından çıkarmasan iyi olur." "Gena!" Madison hem kızmış hem de kızarmıştı. Günlerdir geçmeyen mide bulantılarının nedenini o da merak ediyordu ama bunun hamilelikle ilgili olduğunu hiç zannetmiyordu. Annesi sonunda hastaneden taburcu olmuştu, artık iyiydi. Barry annesinin ilk defa uzunca bir süre alkol almayacağının garantisini ona verdikten sonra dinlenmek için evlerine çekilmişlerdi. Adamın nihayet bir karısı olduğunu hatırlamış olması, ayrıca biyolojik babasını o günden beri hiç görmemiş olması Madison'ın endişelerini tamamen azaltmıştı. Corine ile birlikte Mary ile her gün düzenli olarak telefonda konuşuyor ve durumu hakkında bilgi alıyorlardı. Annesi hastaneden bir mucize eseri iyileşerek çıkmıştı, fakat belli ki Madison o kadar şanslı değildi. Refakatçi odalarından birinde kalırken yediği hastane yiyecekleri yüzünden bir tür virüs filan kapmış olmalıydı. "Drake ve Troy gelmeden konuyu kapatalım artık." "Ama önce ilk fırsatta bu testi yapacağına dair bana söz vermen gerekiyor." Gena küçük el çantasından beyaz bir kutu çıkarınca Madison tiz sesiyle ciyakladı. "O şeyi yanında getirdiğine inanamıyorum Gena? Tanrım." "Bir kadın daima hazırlıklı olmalıdır tatlım. Al şunu!" Gena hızla kutuyu Madison'ın ellerine tutuşturunca, genç kadın beceriksizce onu eteklerinin altına sokuşturdu. "Bu geceyi sağ salim atlattığımda bana hatırlat da dönünce kıçını bir güzel tekmeleyeyim." "Ne zaman istersen bebeğim." Gena bembeyaz dişlerini gösterircesine ışıl ışıl gülümserken Drake yanına yaklaşarak kolunu beline doladı. "Sevgilimin güzel kıçını kim tekmeleyecekmiş bakalım?" "Ben de tam sizin gelmenizi bekliyordum, Lordum." dedi Gena Troy'a bir parça sokularak. "Beni bu kötü cadının elinden kurtarıp baloya götürün hemen." Gena dönem kadınları gibi kırpıştırdığı kirpiklerinin altından ona masum bir bakış atınca, Drake içine keskin bir soluk çekmişti. Bir anda ağzı dili kurumuş gibi dudaklarını iştahla yalıyordu şimdi. "Leydim nasıl emrederse." dediğinde bile gözlerini Gena'nın dudaklarından ayıramıyordu. Madison tekrar göz devirdi. "Hadi gidelim artık, çok geç kaldık." "Mad haklı. Az önce Nick arayıp nerede olduğumuzu sordu." Troy hızlıca Corine'in eline yapışarak önden yürümeye başlayınca Madison ikilinin arkasından gözlerini kısarak baktı. Yanından geçen Gena, "Sakin ol şampiyon." diyerek ona takıldı. Sonra da Drake'in kolunda geceye karıştı. Madison bir süre sonra kendine geldiğinde kaldırımda tek başına dikildiğini fark etmiş, sonra da hemen eteklerini toplayıp homurdanarak arkadaşlarına yetişmişti. Koşmadan önce lanet kutuyu küçük el çantasına tıkıştırmayı da ihmal etmedi. ....... Kırmızı halıdan geçtikten ve yemek masalarıyla dolu geniş bahçeye girdikten sonra Nick onları girişte karşıladı. "Nerede kaldınız?" "Dostum dışarıdaki kalabalıktan haberin var mı senin? Park kuyruğu neredeyse Santa Monica'ya kadar uzanıyor. Kızların hazırlanmaları da bir o kadar uzun sürünce." Corine, "Hey!" diyerek dirseğiyle onu dürttü. "Troy haklı." dedi Drake yanında dikilirken. "Gena tam altı sefer kıyafet değiştirdi." Troy, "Yedi." diyerek gözlerini devirdi. Gena ve Corine itiraz edince, "Tamam. Önemli olan artık gelmiş olmanız." dedi Nick, yüzünde rahatlamış bir ifadeyle Drake'e elini uzattı. "Davetimi kırmayıp geldiğiniz için teşekkürler." Hepsinin yüzüne teker teker baktı. "Hepiniz." "Öncelikle Madison için buradayız." diye ileri atıldı Gena. "Onu böyle bir gecede yalnız bırakamazdık." Nick anlayışla gülümsedi. "Teşekkürler Gena." "Ben yalnızca ablam için geldiğimi söylersem yalan söylemiş olurum." dedi Corine açık yüreklilikle. "Kim böyle muhteşem bir daveti kaçırmak ister ki? Şuraya bakın, sanki Hollywood midesinde ne var ne yoksa buraya çıkarmış gibi." Genç kız şaşkınlıkla etrafını incelerken Gena ağzının içinde homurdanarak onu dirseğiyle dürttü. "Kusmaktan bahsetme." "Ah, pardon." "Yine de geldiğiniz için memnunum. Madison'ı göremiyorum." "Hemen arkamızdaydı." dedi Gena. "Ah işte geliyor." Madison ileride bir grup insanla sohbete dalmıştı. Nick onu tepeden tırnağa süzdü ve gördükleri hoşuna gitmiş olacak ki, muzipçe gülümsedi. "Bebek İsa aşkına, Mad'in koşuştuğu adam John Travolta mı?" "Ta kendisi." diyerek onayladı Gena. "Adama kellik bile yakışıyor öyle değil mi? Bak yanındaki de Kelly Preston." "Wow. . Harikalar. Yakından görmek istiyorum. Bu gece hayatımın gecesi olacak, hissediyorum." "Neden olmasın." dedi Nick. "Birazdan sizi tanıştırırım." Gena başını salladı. "Anlaşılan B.B. bu organizasyonu hazırlamak için bir servet harcamış." "Öyle sayılır." dedi Nick. Kadınların heyecanına karşı bağışıklık kazanmış gibiydi. "Bak Corine, şu ilerideki yeni kız arkadaşıyla gelen Daniel Gillies. Tanrım, inanılmaz yakışıklı, öyle değil mi?" "Joseph Morgan'la oynadıkları diziden sona hâlâ çok yakın arkadaş olduklarını duymuştum." "Yine mi Morgan?" dedi Troy hırsla solurken. "Tanrım, bu heriften kurtulamayacak mıyım ben?" "En yakın arkadaşınla aynı filmde oynarken mi, hiç sanmıyorum." diye onu geçiştirdi Corine. "Dostum o adamı işten çıkarması için Fanny ile konuşmalısın. Seni uyarıyorum Corine, bu gece o heriften uzak dursan iyi edersin yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim." "Bu tartışmayı izlemeyi çok isterdim ancak şimdi gitmeliyim. Tekrar hoş geldiniz. Partinin tadını çıkarın." "Nereye gidiyorsun ahbap? Önce beni şu Morgan denen heriften kurtarmalısın." Çok geçti. Nick uzaklaşarak sevgilisine doğru yürümeye başlamıştı bile. "Adi herif!" "Yakışıklı olması Morgan'ın suçu değil." "Ben Nickholas'dan bahsediyorum." Ah. "Gel buraya Co, gel ve bana Daniel'in kalın çerçeveli gözlükleriyle ne kadar seksi görünüp görünmediğini söyle." Gena kendinden geçercesine iç geçirince Drake yanında sesli şekilde öksürdü. Genç kadın hızla kendine gelerek sevgilisine gülümsedi. "Ah, sen gözlükle ondan çok daha seksisin bebeğim." "Teşekkür ederim. Egoma aldığım darbeden sonra bu iyi geldi." İkili gülüşürken Troy hâlâ somurtmaya devam ediyordu. Corine ona yaklaşıp yanağına kısa ama kararlı bir öpücük kondurdu. "Bu da senin egona iyi geldi mi?" "Bilemiyorum." derken Troy' kollarını göğsünde birleştirmişti. Etkilenmemiş gibi yapmaya çalışması Corine'i gülümsetti. "Dudakların bir kaç santim daha yana kaymış olsaydı daha iyi hissedebilirdim." "Uslu durursan belki gecenin sonunda seni daha fazlasıyla ödüllendirebilirim." "Gerçekten mi?" Genç adamın gözleri aniden arzuyla parlayınca Corine şehvetle alt dudağını ısırdı. "Gecenin çabuk bitmesi için dua edeceğim öyleyse." Troy Corine'e biraz daha yaklaşıp alnını alnına dayadı. "O zamana kadar kollarımda ol, dans et benimle." İkili el ele piste doğru ilerleyip slow bir parça çalan orkestranın önünde dans eden çiftlerin arasına karıştı. Bedenleri sanki yeterince yakın olamıyorlarmış gibi birbirine yapışıktı. Corine kollarını Troy'un boynuna dolamış, çenesini göğsüne yaslamıştı. Genç adamın elleri ise onun incecik belindeydi. Birbirlerine dünya da onlardan başka hiç kimse kalmamış gibi sarılmışlardı. "Çok sevimli görünüyorlar değil mi?" Gena içini çekti. "Onları böyle gördükçe kendimi gururlu bir anne gibi hissediyorum." "Madison'ın senin gibi düşündüğünü hiç zannetmiyorum." Drake arkalarından gelen Nickholas'la baş başa konuşan arkadaşlarına bir bakış attı. Nihayet kalabalıktan uzaklaşmış bir köşede sessizce sohbet ediyorlardı. "Merak etme. Madison bu ilişkiye çoktan onay verdi bile." dedi Gena. "Eğer arkadaşımı birazcık tanıyorsam sadece zoru oynuyor o kadar." "Şeytan azapta gerek ha?" "Evet." Gena güldü ve sonra da uzanıp Drake'in dudaklarından kısacık öptü. "Sen de gevşe artık biraz. Dışarı çıktığımızdan beri gerginsin." "Deniyorum." Bu gece dışarı çıkmadan önce Gena'ya isimsiz bir mektup daha gelmişti. Yazan elbette üzerine ismini yazamayacak kadar korkağın tekiydi. Ne yazık ki mektupta yazan tek kelimeyle onları huzursuz etmeyi becermişti. Korkmalısın. "Bunu her kim yapıyorsa amacının bizi huzursuz etmek olduğunu biliyorsun değil m?" "Biliyorum. Ve bunu başarıyor da." "Sadece tek kelimelik bir not. Hiç bir anlamı yok. Daha önce de söyledim, istersen polise gidebiliriz. Bu işi kendi başımıza çözmek yerine suç duyurusunda bulunuruz." "Elimize ne geçecek söylesene? Ellerinde kimseyi suçlayacak kanıt olmadığını söyleyecek ve bizi başlarından def edecekler." Gena omuz silkti. "Onlara şüphelendiğimiz biri olduğunu söyleriz. Bu doğru. Dom olduğundan emin değiliz ama şüphelendiğimiz tek kişi o." "Bence bu gece daha fazla bunları konuşmayalım." Drake gerginlikle etrafına bakınırken tepsiler dolusu içki taşıyan garsonlardan birinden iki kadeh şampanya kaptı. Birini Gena'ya uzatırken diğerini kafasına dikip tek seferde içip bitirmişti. Gena kendini çaresiz hissediyordu. Tehdit mektuplarının ardı arkası kesilmiyordu. Bu konuda endişelenmediğini söylüyordu fakat deli gibi korktuğunu kabul ediyordu. Özellikle bugün gelmeden önce posta kutusunda bulduğu o not Drake'i resmen çılgına çevirmişti. Bir şeyler yapmalıydı. Bir şeyler yapmalı ve en azından bu geceliğine Drake'in dikkatinin başka bir şeye yöneltmesini sağlamalıydı. "Olamaz. Eduardo Morales değil mi şu? Pislik herif." "Kim?" Drake dalgınlıkla onun gösterdiği yöne baktı. "Las Vegas’ta Madison'ın peşinden ayrılmayan adam değil mi bu?" "Ne yazık ki o. Yanındaki güzel sarışın da ortağı Fanny." "Diğer tarafındaki kumral kim peki?" "Kanal 9'un süprüntüsüne benziyor. Neydi adı?" "Daisy mi?" "Hah, işte o." "Morales Daisy'den hoşlanmışa benziyor. Elinin nerede durduğuna baksana." "Kalçasında." Gena burun kıvırarak başını iki yana salladı. "Eteğinin altına girmek için fırsat kolluyor belli ki. Belki böylelikle Madison'ı artık rahat bırakır ha, ne dersin?" "Umarım. Yoksa Madison bundan hiç hoşlanmayacak." Drake yeni aldığı kadehi yudumlamak üzereyken aniden durdu. "Kahretsin!" "Ne oldu?" "Şuraya bak." "Tanrım, asıl Madison bundan hiç hoşlanmayacak." Gena Drake'in işaret ettiği yere bakıyordu. Madison'ın öz babası Harrison Gold, yeni karısı ve kızlarıyla birlikte az ilerideki ikram masasının başında başka bir grup insanla sohbet ediyorlardı. Harry güzel karısına gülerek bir şeyler söylerken, büyük kızları Amber'in gruptaki sohbetle alakası yokmuş gibi görünüyordu. Uzun uzun etraftaki kalabalığı izleyen genç kızın gözleri en sonunda pistte dans eden çiftlere kaydı ve yüzündeki kibirli gülümseme bir anda solup yerini nefret dolu bakışlara bıraktı. "Lanet olsun." dedi Gena. "Star Wars'ı aratmayacak bir gece bizi bekliyor. anlaşılan." .......... Madison onu lafa tutan son grubu da atlattıktan sonra nihayet arkadaşlarının yanına yönelmişken Nickholas'ın ona doğru geldiğini görünce duraksamıştı. Elinde içmediği içki kadehiyle etrafındakilere gülücükler saçarak ona doğru yürüyen adam üzerindeki özel dikim takım elbisesi ve çarpıcı gözleriyle günahkar bir meleğe benziyordu. Çekici ve yakışıklı bir melek. Saçları en sevdiği şekliyle Madison'ın parmaklarını aralarından geçirdiği ve çekiştirerek ona bakmasını sağladığı anlardaki gibi dağınıktı. Tabi o zamanlar genelde yatakta ve çıplak olurlardı. Ancak Nick'in çıplak olduğu kadar üzerinde pahalı bir smokin ve parlak rugan ayakkabıları varken de nefes kestiğini kabul ediyordu. Ve bu adam tamamıyla onundu. Madison bu düşünceyle kalbinin ısındığını hissetti. Adamın ona odaklanan gözleri içini delip geçiyordu sanki. Nick ona ağır adımlarla yaklaşırken Madison sirenlerin şarkısını dinlerken efsunlanan denizciler gibi olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Aynı zamanda mıknatısın metale çekildiği gibi Nick'e doğru çekildiğini hissediyordu. Ve metalin gazabı çok çetindi. Ona en ölümcül gülümsemelerinden birini göndermeden önce karnının alt tarafını titretecek derin ve anlamlı bir bakış attı. Madison'ın artık nefes almak için çaba harcaması lazımdı. Nick tam önünde durup onu hayranlıkla süzdü. "Muhteşem görünüyorsun." "Sen de öyle." diyebildi Madison. Anlaşılan nefes almanın yanında konuşmak için de çabalaması gerekecekti. Boğazını hızla temizledi. "Yani gayet iyi görünüyorsun." Lanet herif yeniden gülümsemişti. "Bugün bu iltifatı belki beş yüzüncü kez duyuyor olmama rağmen beni tek heyecanlandıran seninkisi." "Buna sevindim." "Dans edelim mi?" "Hemen mi?" Madison şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Seni kollarımın arasına almak için gecenin sonuna kadar bekleyebileceğimi zannetmiyorum." Nick elindeki kadehi yanlarından geçmekte olan bir garsonun tepsisine bırakırken gözleri yalnızca Madison'daydı. "Tamam." Genç adam bir elini ona doğru uzatınca, Madison eldivenli elini zarifçe avucuna bıraktı. Sonra da yakışıklı kocasının onu piste doğru sürüklemesine izin verdi. Piste geldikleri anda dans eden kalabalık kenara doğru açılmış onlara alan bırakmıştı. Nick vakit kaybetmeden genç kadını kollarının arasına çekerek beline sarılmıştı. Madison'ın hızla atan kalbi şimdi göğüs çeperinde ona huzur verecek kadar yakındı. Nick'in düşündüğü tek şey; tamamlanmaydı. Kayıp parçasını bulmuş gibi hissediyordu. Madison ona bunu yapıyordu. Onu özgürleştirirken bir bütün olmasını sağlıyordu. Onunlayken yaşadığı huzuru dünyanın hiç bir köşesinde ve hiç bir kadınla hissedememişti. Bu duyguyu ona öz ailesi bile verememişken ufak tefek bir kadının vermesi çok garipti. Özel bir kadının. Madison'ın belindeki ellerini sıktı. Kollarındaki kadının nefesinin kesildiğini hissedince dudakları yanlara doğru kıvrıldı. Onu etkilemek, Madison'ın nefesini kesmek hoşuna gidiyordu. Bu oyunu onunla bıkıp usanmadan defalarca oynayabilirdi. Sonunda kazanıp kaybetmesi hiç önemli değildi. Madison'ın ona atacağı tek bir arzulu bakış Nick'i dizlerinin üzerine çökertmek için yeterliydi. Kadının kokusunu doyasıya içine çekti. "Harika kokuyorsun. Bu nasıl oluyor bilmiyorum ama sana doyabileceğimi düşündüğüm her an daha fazla arzulamamı sağlıyorsun." "Nick." Madison tam ona susmasını söyleyecekken, Nick onu kollarında döndürdü. Madison çevrelerindeki bakışların ağırlığını üzerinde hissedebiliyordu. Özellikle Nick'in anne ve babasının dikkatle onları izlediğini görünce gerginlikle yutkundu. "Nick, annen ve baban bize bakıyor." "Sahi mi?" "Evet. Hatta büyükannen de öyle." "Bu iyi işte." "Ne demek istiyorsun." Nick omuz silkti. "Az önce anneme evlendiğimizi söyledim. Büyük ihtimalle o da babam ve büyükanneme söylemiştir." dediğinde Madison durup şok olmuş gözlerle ona bakmaya başladı. "Sen, az önce ne yaptım dedin?" Genç adam başını eğip sesini seksi bir tona indirerek, "Dedim ki, Bianca Brooklyn artık Las Vegas'taki o gece yıldırım nikahıyla evlendiğimizi ve bir kaç aydır evli olduğumuzu biliyor." dedi. "Şimdi öğrenme sırası dünyanın geri kalanında."
|
0% |