@sagetaylors
|
İki kişiyi ilgilendiren gerçeği yalnızca bir kişinin bilmesi kadar insanın omuzunda daha ağır bir yük olamazdı. Üzerini örttüğünüz her şeyin gün gelir altında kalırdınız. Nick de bu yükün altında kalmaktan yorulmuştu artık. Sahte evlilik meselesinin bu kadar uzayacağını hiç tahmin etmemişti. Ve her geçen gün durum giderek kötüleşiyordu. Bir çözüme ulaştırmaya çalıştıkça sürekli karşısına bir engel çıkmasının bir anlamı olmalıydı. Belki de sorunu başka bir şekilde çözmesi için evrenin bir işaretiydi bu. Kollarında gözlerini şaşkınlıktan sonuna kadar açmış kadına bakarken Nick'in aklından bunlar geçiyordu. Gerçeği öğrenmesine asla izin verme. Planı buydu. Neden olmasın? Madison'ın elinde sahte bir evlilik belgesi vardı, fakat onun sahte olduğunu Nick'den başka kimse bilmiyordu. O halde büyük bir düğünle nikahlarını tazeledikleri güne kadar Madison'ın gerçekten evli olduklarına inanmaya devam etmesinde ne gibi bir sakınca olabilirdi ki? Tek yapması gereken ona şık ve güzel bir evlenme teklifi etmek ve düğün gününde, yeniden - bu kez gerçek bir rahibin önünde - onunla sahiden evlenmekti. Günlerdir düşünüp taşındıktan sonra bulabildiği en iyi çözümün bu olduğuna karar vermişti. Aylardır onu evlilik masalıyla uyuttuğunu öğrendiğinde Madison'ın tepkisinin ne olacağını kestiremiyordu ve doğruyu söylemek gerekirse bunu düşünmek uykularını kaçırıyordu. Madison son zamanlarda annesinin hastalığı ve öz babasıyla karşılaşması yüzünden ruhen yeterince hırpalanmıştı. Nick onu daha fazla üzmek istemiyordu. Mutlu olmasını istiyordu. Bunu onun için yaptığına kendini inandırmıştı. "Bir şey söylemeyecek misin?" Madison'ın titrediğini fark edince onu sakinleştirip yatıştırmak için öpmeyi istedi. Fakat tüm gözler onların üzerindeyken bunu yapamadığı için kollarını okşamakla yetindi. Çekindiği için değil, işleri daha karmaşık bir hale sokmak istemediği için olduğunu söyledi kendine. "Ne diyeceğimi bilemiyorum." "Mutlu olacağını sanmıştım." "Evet, elbette mutlu oldum." Nick'in kırılgan bakışlarını görünce anında savunmaya geçti Madison. "Yalnızca bu, o kadar uzun zamandır ikimizin arasındaki bir sırdı ki, şimdi başkalarının da öğrenmiş olması biraz tuhaf geliyor." "Arkadaşlarımız biliyor." "Onlar farklı. Peki B.B. ne tepki verdi?" "Bizden güzel ve gösterişli bir düğün istediğini düşünüyorum. Yakında seninle detaylar için görüşmek isteyecektir." "Güzel ve gösterişli bir düğün mü dedin?" "Evet. Şöyle uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir şey." "Sen bana laf mı sokuyorsun şimdi?" Nick güldü. "Hayır, ama kendi düğününü hatırlamak istemez miydin?" "Elbette isterim ama..." "Ne o yoksa benimle ikinci defa evlenmeye korkuyor musun Madison? Belki ilk seferine bile pişmansındır?" Nick'in sataşmasına karşılık Madison gerginlikle kıkırdadı. "Hayır." dedi, sağ avucunu yeni tıraş olmuş yüzüne yasladıktan sonra. "Seninleyken hiç bir şeyden korkmuyorum ve asla pişman değilim." "Güzel." diyen Nick'in bakışları yumuşadı. "Bu sözlerini unutayım deme sakın, senden bir gün hatırlamanı isteyebilirim." Madison başını salladığı sırada elinde mikrofonla kadın bir muhabir arkasında kameramanıyla beraber yanlarına yaklaştı. Madison hızla Nick ile arasına mesafe koymaya başardı. "Sonunda bu muhteşem gecenin yıldızını yakalayabildik. Nick, bu harika bir parti. Seni hem tebrik etmek hem de geçmiş olsun demek için buradayız. Bacağın nasıl?" "Daha iyi, teşekkürler." Nick Madison'ın uzaklaşmasına izin vermeden elini tutarak muhabire ışıl ışıl gülümsedi. "Ama bu geceki övgülerinizin çoğunu şuradaki güzel hanım efendiye iletmeniz gerekiyor." dedi karşı tarafı göstererek. "İşte geliyor." Bianca ondan bahsedildiğini anladığı anda konuştuğu topluluktan izin isteyip topuklu ayakkabılarıyla salınarak yanlarına gelmişti. "Bayan Brooklyn oğlunuzun yaş günü için hazırladığınız parti tek kelimeyle mükemmel. Tüm organizasyonu bizzat yönettiğiniz söyleniyor." "Umarım kendisi de aynı şeyi düşünüyordur." "Kesinlikle aynı fikirdeyim." diye belirtti Nick. "Bayan Brooklyn, Nick'in sette geçirmiş olduğu talihsiz kaza hakkında ne düşünüyorsunuz? Şirketi dava etmemenizin asıl nedeninin sahibinin arkadaşınızın kızı olduğu söyleniyor, bu doğru mu?" "Bu güzel gecede böyle tatsız konulardan mı bahsedeceğiz gerçekten?" Bianca oğlunun boşta kalan koluna girip Madison'ı otomatikman devre dışı bırakırken ona göz ucuyla bile bakmamıştı. Nick'in farkında olup olmadığını bilmiyordu ama Madison bu durumdan bir parça rahatsız olmuştu. Kadının buz gibi tavrı B.B.'nin bu evliliğe sıcak bakmadığı anlamına mı geliyordu? Umurunda olduğundan değildi elbette ama eğer öyleyse hiç şaşırmazdı. Nick'e sorduğunda annesinin bu konuda nasıl tepki verdiğini özellikle geçiştirmişti. Demek ki, onun da umurunda değildi. Diğerlerinin de ilgisini çekmeyi başaran ikili çevrelerini saran gazeteci ordusunun karşısında en şık pozlarını verip etrafa sahte gülücükler saçmaya başlayınca birden kendini yanlarında fazlalık gibi hissetti Madison. Bu çok saçmaydı. Nick'i öz annesinden kıskanacak kadar kafayı yememişti henüz, sanırım tüm sorun kameraların karşısında olmaktan hoşlanmamasındaydı. Oysa Nick çoktan elini annesinin beline atmış eğlenceli yorumlarıyla muhabirleri kahkahalara sürüklemeye başlamıştı bile. Nick tam bir şov adamıydı. "En azından bir komplo olup olmadığını düşündüğünüzü bize söyleyebilirsiniz." "Bu konunun üzerinde neden bu kadar durduğunuzu anlamıyorum." diyerek sert bir karşılık verdi Bianca. "Daha önceki basın açıklamamızda da belirttiğimiz gibi, yaşananlar bir kazaydı. Başka yaralananlar olmadığı için şanslıyız. Ne şirketin, ne de sorumlu olan ekibin bu işte hiç bir suçu olduğunu düşünmüyoruz. Gördüğünüz gibi oğlum iyi ve sağlıklı. Hepimiz için önemli olan da bu olmalı, öyle değil mi? Başka sorusu olan?" "Evet haklısınız." Terslendiğini anlayan muhabir hızla başka bir soruyla durumu kotarmaya çalıştı. "Nickholas'ın eski menajeri Bruce Warren ve Falcon Freeman'ı da partiye davet ettiğinizi görüyoruz. Bunun yeni bir dostluk için atılmış ilk adımlar olduğunu düşünebilir miyiz? Bildiğimiz kadarıyla en son Nick Bay Freeman'ın partisini basıp ona yumruk atmıştı. Aralarındaki buzlar tamamen eridi mi şimdi?" "Bir dakika, Warren ve Freeman burada mı?" Nick huzursuzlukla kalabalığı tararken Bianca gazetecileri yatıştırmakla meşgul olduğu için onun keskin bakışlarından kaçınmayı başarmıştı. "Bu doğru mu anne?" "Olanlar geçmişte kaldı." Bianca mikrofonlara oynamaya devam etti. "Bay Freeman da bizi kırmayıp gelerek kimseyle bir husumetimiz olmadığını tüm dünyaya kanıtlamış oldu." daha sonra Nick'e doğru, "Çağırmamın senin için sakıncası olmayacağını söylemiştin." diye ekledi. Nick böyle bir şey söylediğini hatırlamıyordu. Yoksa söylemiş miydi? "Ne zaman? Ben öyle bir şey..." Sonra birden anımsamış olacak ki kalabalığın duyamayacağı kadar sessiz bir küfür mırıldandı. Kahretsin. "Bunu daha sonra konuşacağız." dedi Bianca. Nick bundan hiç hoşlanmamıştı. Madison genç adamın bakışlarının karardığını, öfkesini kontrol altına almaya çalıştığını görebiliyordu. Madison'ın elini bırakıp alnını ovuşturdu. Çevrelerindeki kalabalığın artmasıyla Madison yavaşça çemberin dışına atılmış oldu. Bir köşede dizili kadehlerden biri kaptı ve tam içmek üzereyken duraksadı. Eğer gerçekten Gena'nın iddia ettiği gibi hamileyse yaptığı büyük bir hata olabilirdi. Çantasını avucunda sıktı ve testi yapıp yapmamakla ilgili mantığıyla büyük bir savaş vermeye başladı. Mantıklı yanı testi yapmasını ve sonucu bir an önce öğrenmesini söylüyordu. Duygusal yanı ise henüz böyle bir yeniliğe hazır hissetmiyordu. "Eğer sorularınız bittiyse izninizle oğlumu sizden çalmak zorundayım. Gidelim mi Nick, ilgilenmemiz gereken başka konuklarımız da var." Madison gazetecilerin yakınarak dağılmalarını ve anne - oğulun tartışarak uzaklaşmalarını izlerken Gena yanına geldi. "Ve kötü cadı acımasızca prensi prensesinden ayırır." "Belki de gerçekten planı budur." "Böyle bir şeye cesaret edemez." "Keşke seninle aynı fikirde olsaydım." Madison abartılı bir şekilde iç geçirirken ikiliyi göz hapsinde tutmaya devam ediyordu. "Senin prensin nerede peki? Yoksa öptükten sonra onu kurbağaya mı dönüştürdün?" Gena güldü. "Drake kendine içecek bir şeyler almaya gitti." "Yine mi? Sence de bu gece biraz fazla içmiyor mu?" Gena'nın abartılı bir şekilde, "Ha-yıııır." demesi onu ikan etmemişti ancak Drake'in alkol problemi şu an düşüneceği en son şey bile değildi. "Pekala. Eğer sarhoş olursa eve bir taksiyle döneceğinize dair bana söz verin." dedi Madison ve Gena'nın başını sallayıp içkisini kafasına diktiği sırada da aniden, "Bianca her şeyi biliyor." deyiverdi. "Ah, siktir!" Gena'nın içtiği içki boğazına kaçmıştı. "Nick ona söylemiş mi?" "Evet ve anlaşılan hiç hoşuna gitmemiş. Bana tavırlı olduğunu görebiliyorum." "Kimin umurunda? Nick seni seviyor, sen de onu. Geri kalan dünya siktir olup gidebilir." "Bu konuda haklısın. Yine de içim hiç rahat değil. Sanki kıyamet kopmadan önceki son dakikalarımı yaşıyor gibi hissediyorum." "Biyolojik baban ve ailesinin burada olması kıyametten sayılır mı?" Gena eliyle omuzunun gerisini işaret etti. Madison aniden döndü. "Harry burada mı?" "Karısı ve kızlarıyla birlikte az önce bir senato üyesini gülmekten kırıp geçiriyordu. Kızma ama sen Harrison Gold'un baban olduğunu söyledikten sonra şovlarından bir kaçını izlemiştim. Baban gerçekten komik bir adam." "Bu nasıl olur? Davetli listesinde olmadıklarından adım gibi emindim. Listeyi bizzat kontrol etmiştim." Madison hızla kalabalıkta babasını araştırdı. Gena omuz silkti. "Belki onları son anda sevgili kayınvaliden davet etmiştir." "Harry'nin babam olduğunu biliyordu ve bunu bilerek mi yaptı demek istiyorsun?" "Ben demiyorum kızım. Bir makine gibi tıkır tıkır işleyen o güzel beynin söylüyor." Madison düşüncelere daldı. "İyi ama o zaman bu Nick ile aramızda olanları çok daha önceden bildiği anlamına gelmez mi? Nick daha önce ona itiraf etmiş olsaydı mutlaka bana söylerdi." "Başka birinden öğrenmiş olamaz mı?" "İyi ama kimden?" .............. "Neden sürekli aynı yerde dans edip durduğumuzu sorabilir miyim? Kurallar gereği pistin diğer yerlerini de gezmemiz gerekmez mi?" "Orada da burada olduğun gibi kollarımda olduğun sürece ne fark eder ki?" diyen Troy Corine'i kollarında hızlıca döndürdükten sonra kendine çekti. "Dans eden başka yüzler de görmek istiyorum Troy." "Bebeğim, bu gece görmen gereken tek yüz yalnızca benimkisi." Corine Troy'un muzipçe parlayan bakışları karşısında gülümsedi. "Yine de gelecekteki kariyerim açısından ünlü birilerini tanısam hiç fena olmazdı. Benden sakladığın bir şey mi var? Aklın başka yerde gibi." Troy, "Hayır." diyerek yalan söyledi. "Pistin diğer ucuna mı gitmek istiyorsun. Öyle olsun." Zarif ve kıvrak hareketlerle Corine'i bir çırpıda pistin diğer ucuna, Harry ve ailesinden uzağa taşımayı başarmıştı. Kahrolası Amber'in uğursuz gözleri dans etmeye başladıklarından bu yana üzerlerindeydi. Corine'in bunu öğrendiğinde hiç hoşuna gitmeyeceğini biliyordu. Gece uzun, ortam kalabalıktı. Karşılaşmamaları için bir mucize olması gerekiyordu. Troy bir mucize yaratamazdı belki ama bunu ne kadar geciktirse o kadar iyi olacağını düşünüyordu. "Bu gece biraz tuhaf davranıyorsun." Corine elini yüzüne koyunca düşüncelerini bir kenara bıraktı. "Yalnızca alışık olmadığım kadar kalabalık bir ortam o kadar." "Senin parti çocuğu olduğunu sanırdım." "Benim katıldığım partilerde, beş yüz dolarlık içkiler su gibi tüketilmiyor. En fazla ucuz bira ve patlamış mısır var." "Kulağa eğlenceli geliyor." Troy iç çekerek Corine'i ufak bedenini kendine çekti. Corine'in narin kolları omuzlarında asılıydı. Tanrım, elma yeşili elbisesinin içinde ve o kapkara saçlar ve buğulu gözlerle tıpkı egzotik bir meyveye benziyordu. Ve Tanrım, nasıl da güzel kokuyordu. Troy ondan bir ısırık almak için resmen can atıyordu. İlişkileri Denver'a döndüğü gece başlamış ve aynı hızıyla devam ediyordu. Madison engelini de atlattıklarına göre-muhtemelen atlattıklarını düşünüyordu- artık hiç bir güç onları durduramazdı. Troy ezelden beri ilişki adamı sayılmazdı. Şimdiye dek en uzun ilişkisi altı ay sürmüştü. Ve yıllardır seks dışında kimseyle ciddi anlamda bir beraberlik yaşamamıştı. Fakat Corine ile işlerin farklı olduğunu hissediyordu. Onunla altı aydan daha uzun ve kalıcı bir şeyler yaşamayı arzuluyordu. Bu yüzden onunla olduğu her anın tadını çıkartacak, kimsenin bu mutluluğu bozmasına izin vermeyecekti. Buna, Corine'in baş belası aile fertleriyle borçlarının bir kısmını silerek ona yeni ve son bir şans verip ardında bıraktığı kendi babası da dâhildi. "O halde döndükten sonra bir ara bunu birlikte yapalım." "Üzgünüm ama döndükten sonra sıkı bir şekilde finallere hazırlanmak zorundayım. Annemin hastalığı olmasaydı Los Angeles'a gelmemin imkanı yoktu biliyorsun. Okulu bitirmeme sayılı haftalarım kaldı." "Biliyorum bebeğim. Ben temelli dönmenden bahsediyorum. Okul bitince buraya taşınacağını söylemiştin, değil mi?" "Doğru ama sen o zamana kadar Sydney’e geri dönmeyecek misin? Baban..." Troy, "Babam yetişkin bir adam ve başının çaresine bakabilir." diyerek sözünü kesti. "Ona bebek bakıcılığı yapmaktan yoruldum artık. Şimdiye dek hep ebeveynlerimin hatalarını düzeltmekle uğraştım. Görüyorum ki işe yaramıyor. Kendi hayatımı yaşamanın vakti geldi de geçiyor bile. Bu yüzden bir karar verdim." Troy kelimelerini seçmekte zorlandığı anda dans etmeyi bıraktı. "Geri döndüğünde benimle yaşa." "Seninle yaşamak mı? Los Angeles’ta mı?" "Evet. Ablanların yanında kalamayacağını, orada kendini bir fazlalık gibi hissedeceğini kendi ağzınla söylemiştin. O ev o üçü için bile yeterince küçük." "İyi ama Maddie Nick ile yaşamaya başladıktan sonra..." "Ondan sonra da Gena ve Drake ile aynı şeyleri hissetmeyeceğini nereden bileceksin?" Troy burnunu Corine'in burnuna sürttü. "Benimle kal. Burada kendime ufak bir yer tutacak kadar param var. Setteki işime geri dönüyorum. Planlama müdürü olarak yeniden işe başlayabileceğimi söylediler." "Planlama müdürü ha? Kostüm sorumlularına artık böyle mi deniyor?" "Her ne haltsa işte." İkisi de güldü. Corine alt dudağını dişlerken bakışlarını kaçırdı. Troy'un heyecandan içi içine sığmıyor, o dudakları kendi dişlerinin arasına almak için karşı konulmaz bir istek duyuyordu. "Eee, ne diyorsun?" Corine'in bakışları ilerideki bir noktaya takılınca dikkat kesildi. "Şuradaki adamı gözüm bir yerden ısırıyor sanki." "Ne?" "Şu adam diyorum. Warren'ın yanındaki adamı görüyor musun? Onu bir yerden hatırlıyor gibiyim. Sen tanıyor musun?" Troy hayal kırıklığıyla Corine'in dikkat kesildiği yöne baktı. Nickholas'ın eski menajerinin konuştuğu uzun boylu esmer adamı onun da gözü bir yerlerden ısırıyordu ama şu an ısırmak istediği tek şey Corine iken kimin umurundaydı ki? "Her neyse Co. Bana bir cevap vermen gerekiyor." "Bir dakika Troy. Bu önemli olabilir." "Kahretsin." Çok geçti. Corine çoktan haber kokusu almış bir muhabir gibi adama doğru yürümeye başlamıştı bile. Troy kendi kendine söylenerek sertçe parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Tam o sırada ona eğlenerek bakan Amber'la göz göze gelmişti. Amberin Corine'in uzaklaşmasını fırsat bilerek yanına gelecek kadar yüzsüz olmayacağını düşünüyordu. Elbette yanılıyordu. "Ne o küçük sevgilinle tartıştınız mı?" "Bu seni hiç ilgilendirmez." "Onda ne bulduğunu hiç anlamıyorum Troy. O kız tuhaf sürtüğün teki." "Ne garip." "Garip olan ne?" "Onun da senin hakkında aynı şeyleri düşünüyor olması. Ve tabi benim de." Genç kız gözlerini devirince Troy bunu kaçmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. Ancak kız ısrarla peşinden gelmeye devam etmişti. "Buraya bana şans vermediğin için pişman olacağını sana hatırlatmaya geldim." "Ben tam tersini düşünüyordum oysaki." Troy Amber'ın varlığını umursamadan servis masasında kendine bir tabak hazırlamaya koyuldu. Takım elbise giymemiş, onun yerine kot pantolon ve gömleği tercih etmişti. Hava sıcaktı. Daha şimdiden bunaldığı için yakasından bir iki düğme çözdüğü beyaz gömleğinin kollarını da dirseklerine kadar sıyırmıştı. "Dinle," dedi kız koluna yapışarak. Troy ona uyaran bir bakış attığında bile elini orada tutmaya devam etti. "o gece bana kötü davrandığın için seni affediyorum. Senden sadece seçim yapmadan önce seçeneklerini değerlendirmeni istemiştim." "Ben de sana defolup gitmeni söylemiştim. Yine söylüyorum, ilgilenmiyorum." "Tanrım inatçı olduğunda daha da seksi oluyorsun." Troy'un kalın kaşları çatılmıştı. Elindeki tabağı bir kenara bırakıp Amber'a döndü. "Senin için gerçekten ne düşündüğümü öğrenmek ister misin?" Kızın gözleri donuklaşınca Troy eğilerek, "Zavallısın." dedi. "Sana gerçekten acıyorum. Çoğu kişinin imrendiği bir hayat sürüyor olabilirsin. Altında araban, cebinde tonla paran olabilir. Zengin annenin parasını ikiye katlayan bir üvey baban, etrafında bir dediğini iki etmeyen hizmetkarların olabilir. Ama sende olmayıp Corine'de olan ne var biliyor musun?" Amber'in asık suratına karşı, "Samimiyet." dedi. "Sıcaklık ve insanlık. Bir yarasa kadar soğuk ve mağrursun Amber. Ayrıca narsistliğin dev bir gök taşı seviyesinde." "Bunu sırf benim canımı acıtmak için söylediğini biliyorum. Eğer o kızdan önce beni tanımış olsaydın asla böyle..." "Eğer Corine'den önce seni tanımış olsaydım..." dedi Troy ve kelimelerinin ağırlığını hissetmesi için bekledi. "daha ilk dakikada arkama bakmadan senden olabildiğince uzaklaşırdım. Bence senin tek istediğin Corine'in sahip olduklarını elinden almak. Babasıyla bunu başarmış olabilirsin ama erkek arkadaşıyla ilgili boşa hayaller kurma derim." Genç kızın ona bakan gözleri hissettiği öfke yüzünden alev alevdi. Yumrukları iki yanında sıkılı, suratı kıpkırmızı olmuştu. Sanki elinde bir silah olsa oracıkta Troy'u öldürecekmiş gibiydi. "Erkek arkadaşımın ne dediğini duydun. Şimdi uzaklaşma sırası sende." Troy'un gözleri Amber'dan arkasında can alıcı bir melek gibi dikilen Corine'e kaymıştı. Amber yavaşça dönüp Corine'le yüzleşti. Troy genç kızın yüzündeki öfkenin anında yok olup dudaklarına alaycı bir gülüşün yerleşmesini şaşkınlıkla izledi. "Hey, bakın burada kimler varmış. Külkedisi ablasının sihir gücüyle baloya gelmiş. Balkabağı araban ve fare arabacıların çok uzakta değildir umarım. Gece yarısı olmadan önce onları bulsan iyi edersin." Amber fısıltıyla, "Yoksa sahip olduğunu sandığın her şey bir anda yok olabilir." diye ekledi ve gülümsedi. "Şu anda yok olmasını istediğim tek şey sensin Amber. Ne yazık ki dünyadaki hiç bir sihir o değersiz kıçını hayatımdan silip atmaya yetmiyor." Harry ve karısı tam da yanlarına gelecek zamanı bulmuşlardı. "Kızlar, görüyorum ki aranızı düzeltmişsiniz. Adele ve ben uzaktan sizi izliyorduk ve buna ne kadar memnun olduk anlatamam." Yüzünde milyon dolarlık gülümsemesi olan Harry'nin yanındaki kadın, kızının aksine samimi ve uzlaşmacı görünüyordu. "O zaman gözünüze birer gözlük alsanız iyi edersiniz." dedi Corine. Kadın bunu duymamış gibi yaptı. "Umarım birbirinizden özür dileyip barışmışsınızdır." "Kızınız özrünü alıp kıçına sokabilir hanım efendi." "Corine!" diye hiddetle soludu Harry. "Adele aranızda bir orta yol bulmaya çalışırken sen kabalık ediyorsun. Bunlar nasıl laflar böyle? Hiç terbiyen yok mu senin?" "Üzgünüm baba, keşke bu kadının koynuna girmek için evden kaçmak yerine kalıp anneme çocuklarının eğitimi konusunda yardım etseydin." Adele dramatik bir tonda iç geçirirken devam etti. "Ama sende haklısın, annem asla onunki kadar paraya ve baş belası çocuklara sahip olamazdı. Umarım cici kızların benden daha iyi eğitim almışlardır, çünkü onu bir daha sevgilimin etrafında görecek olursam yapacaklarımdan sorumlu olmam. Yürü Troy gidelim. Bu masadaki yemeklerin tadı çoktan kaçtı." Corine Troy'u peşinden sürükleyerek babasından ve kıymetli ailesinden hızla uzaklaştırırken gözyaşlarına hâkim olmak için tüm gücünü kullanıyordu. Sonunda sakin bir köşe bulduklarında Troy aniden durunca Corine geriye doğru savrulmuş ve kendini bir anda genç adamın kollarında bulmuştu. Troy bu anı hiç vakit kaybetmeden arzu ve tutkunun karışımı vahşi bir öpücükle taçlandırdı. Onları izleyenlerin olup olmadığını umursamadan iki eliyle kavradığı yüzünü kendine çekmiş ve soluksuz kalıncaya dek öpüşmüşlerdi. Corine geriye çekildiğinde sersemlemiş haldeydi. Troy parmaklarıyla yanaklarındaki nemi silerken gözleri titreyerek açıldı ve bir çift anlayış dolu bakışla karşılaştı. "Bu öpücük orada yaptığın yürekli konuşma içindi." dedi Troy, sesinde en ufak bir ima yoktu. "Sence çok mu ileri gittim?" Corine'in tereddüdü karşısında adamın dudaklarını şeytani bir tebessüm kaplamıştı. "Bence kıçlarını oldukça iyi tekmeledin." "Gerçekten mi?" "Hı hı." Corine tam gülmek üzereyken Troy uzanıp onu yeniden bu kez daha yumuşak bir şekilde uzun uzun öptü. "Ve bu öpücük de az önce beni sevdiğini söylediğin içindi." Corine'in alnı kırıştı. "Bunu gerçekten söylediğimi hatırlamıyorum." "Ah evet söyledin ve yeniden duymak için can atıyorum." "Pekala. Sanırım seni bir parça sevdiğimi itiraf edebilirim." "Harika." "Ne? Hepsi bu kadar mı? 'Bende seni seviyorum’a ne oldu?" Troy ellerini yüzünden beline doğru kaydırdı, sonra da Corine'in bedenini aralarında hiç boşluk kalmayacak şekilde kendi bedenine yapıştırdı. Saçlarını kulağının arkasına atarken fısıldadığı sözler genç kızın dizlerinin titremesine neden olmuştu. "Seni yalnızca sevmiyorum. Senin için deli oluyorum." .................... "Partiye bir peri kızının davetli olduğunu bilmiyordum." Gena hızla arkasını dönünce partide en son karşılaşmak istediği adamla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Eduardo Morales'in ölçüsüz bakışları onu tepeden tırnağa arsızca süzdü. Bir bu eksikti. Adam elindeki iki kadehten birini ona uzatarak, "Yalnız olmak için çok genç ve güzelsiniz hanım efendi." Gena kadehi nezaket kuralları gereği kabul etmek zorunda kalmıştı. "Yalnız olduğumu kim söyledi. Erkek arkadaşım birazdan burada olur." "Sahi mi?" Morales etrafı inceliyormuş gibi yaparak, "sanırım gecikti." dedi. "Yerinde olsaydım sizin gibi eşsiz bir güzelliği böyle tek başına bırakmazdım. Gena kaşlarından birini havaya kaldırıp bekledi. "Ne kadar kabayım. Size kendimi tanıtmadım. Adım Morales. Siz bana kısaca Eduardo diyebilirsiniz. Ve sizin isminiz de?" "Gena Harrison." dedi Gena adamın uzattığı eli yine aynı nezaket kuralları yüzünden sıkarken. "Siz bana Bayan Harrison deseniz daha mutlu olurum." "Anladığım kadarıyla seviyeli ilişkilerden hoşlanıyorsunuz." "İlişki sözcüğü bile aramızda yeterince samimi görünüyor Bay Morales. Bence başka şeylerden söz edelim." "Neden bana bu kadar soğuk ve uzak durmak için çaba gösterdiğinizi anlayamıyorum. Henüz beni tanımıyorsunuz bile." Yeterince tanıyorum diye düşündü Gena. Adamın zamparalıklarını kuzeyden güneye kadar duymayan kalmış mıydı acaba? Ayrıca adam her gördüğü kadına asılacak kadar yüzsüz ve yapışkandı. Bir erkek arkadaşı olduğunu belirtmesine rağmen hâlâ onunla flört etmeye çalışması bunun kanıtıydı. "Büyük bir şirketler zincirinin kurucususunuz. Bir petrol kuyusu işletmecisinin oğlu, Fanny West'in ortağı ve Westminster Prodüksiyon'un yatırım ortaklarından birisiniz. Ayrıca ünlü bir playboy ve kadınların peşinden koştuğu erişilmez bir bekâr." "Vay canına. Dersinize iyi çalışmışsınız." "Aksine. Çalıştığım reklam ajansı sayesinde bazen istemediğim bilgiler kendiliğinden ayağıma geliyor." "Çok sertsin güzelim. Yeni tanıştığımızı bilmesem benden nefret ettiğini düşüneceğim." Nezaket kurallarının canı cehennemeydi. "Nefret çok keskin bir duygudur Bay Morales. Ve iki uçludur derler. Az önce de söylediğim gibi sizi henüz tanımıyorum ve üzgünüm ama tanımayı da hiç arzulamıyorum. Şimdi müsaadenizle." Gena içki bardağını kafası karışan adamın eline tutuşturarak Drake'i bulmak için yola koyuldu. Arkasındaki tepeyi tırmanırken ayaklarını yere öyle sert bastırıyordu ki, topukları çimenlere gömülmeden zorlukla yürüyebiliyordu. Tepenin başında bir eli pantolonunun cebinde Drake onu bekliyordu. Gena farkında olmadığı için onunla çarpışmak üzereyken son anda durdu. Nefes nefese ve aynı zamanda öfkeliydi, o yüzden genç adamın elindeki kadehlerden birini içinde ne olduğuna bakmadan alıp tek seferde kafasına dikti. "Ah, lanet olsun. Ne var bunun içinde, atom bombası filan mı?" "Yer kabuğunda delikler açarak yürümenin sebebi o adam mı?" Drake hedefe kilitlenmiş avcı misali keskin bakışlarını Gena'nın az önce konuştuğu adama dikmişti. "Canını sıkacak bir şey mi söyledi?" "Merak etme," diyen Gena elini sallayarak sorusunu geçiştirdi. "Baş edemeyeceğim bir şey değildi. Haddini bildirdim." "Bundan kuşku duymuyordum zaten, yine de eğer istersen bir kez de ben haddini bildirebilirim." "Buna hiç gerek yok Drake. Gerçekten." Gena elini genç adamın koluna koyduğunda bedenindeki tüm kasların gerildiğini fark etmişti. Gözleri ise tehlikeli bir şekilde hâlâ Morales'in üzerindeydi. "Bebeğim bana bak." dedi ve çenesinden tutarak onu kendine bakmaya zorladı. "O adam bana notlar gönderenle aynı kişi değil." Drake sertçe yutkundu. "Biliyorum." "O halde kendine gel." Genç adam bir transtan çıkmış gibi hızla gözlerini kırpıştırdı. "Kendimdeyim. Ben sadece..." "Morales'i ve şu notları göndereni bu gecelik bir kenara bırakalım olur mu? Bu güzel akşamın tadını çıkarmak istiyorum." "Tamam. Nasıl istersen." "Güzel. Madison tuvaletten dönene kadar neden beni şu dev punç kasesinin oraya götürmüyorsun. Birazdan havai fişek gösterileri başlayacak." "Olur." Gena onun hâlâ bir parça gergin olduğunu görünce uzanıp dudaklarına sıcacık bir öpücük kondurdu. Daha dudakları birbirine değdiği anda Drake'in bedeni anında gevşemiş, onu kollarının arasına çekmişti. Görevini tamamladığını düşünen Gena geriye çekilip adamın arzuyla kararmış gözlerine baktı. "Hadi gidelim." dedi ve Drake'i gitmek istediği asıl yer olan yatak yerine göl kenarındaki masaların yanına sürükledi. ................. Madison'ın dört katlı binanın ikinci katındaki koridorlarda tuvaletleri bulması fazla uzun sürmemişti. Gena'yı atlattığına göre gebelik testini artık gönül rahatlığıyla yapabilirdi. Kendini daha fazla kandırmayacaktı. Gena kadar kendisi de hamile olup olmadığını merak ediyor, sırf inadı yüzünden gerçeği kabullenmeyi reddediyordu. Hamile olduğundan korktuğundan değildi, bir gün bir çocuk sahibi olmayı o da istiyordu. Yalnızca bunun aynı çatı altında tüm dünyanın da kocası olduğunu bildiği bir adamla yaşamaya başladıktan sonra olmasını diliyordu. Belki de gerçekten kuruntu yapıyorlardı. Gena'ya haksız olduğunu söylemek ve negatif test çubuğunu gözüne sokmak için sabırsızlanıyordu. İki kanatlı kapıyı araladı ve içerisinin boş olduğunu görünce rahat bir nefes aldı. Hemen tuvalet kabinlerinden birine girerek testi çantasından çıkardı. Üzerinde yazana göre işlemin bitmesi için bir kaç dakika beklemesi gerekiyordu. Peçetenin bitmiş olduğunu bahane ederek kabinden dışarı çıktı. Nefes alamadığını hissediyordu. Daha fazla o daracık yerde beklemeye dayanamayacaktı. Ellerini yıkadıktan sonra lavaboya yaslanıp aynadaki yansımasına baktı. "Merak etme kızım her şey yolunda. Telaşa kapılmadan önce sadece bekle." "Kendi kendine mi konuşuyorsun Goldberg?" Duyduğu kadın sesiyle irkildi Madison. Gelenin kim olduğunu aynadan gördüğünde ise inanamayarak bakmak için arkasını döndü. İki kadın kapının önünde dikilmiş kibirli bakışlarla onu izliyordu. İçlerinden biri büyüleyici güzelliğiyle Barbara Collen'dı. Madison'ı asıl şaşırtan ise diğeriydi. "Bayan Collen. Romano. Senin de partiye davet edildiğini bilmiyordum." "Sen davetli olduğuna göre ben de pekala davetli olabilirim, öyle değil mi?" Kadının ukala karşılığı Madison'ın hiç hoşuna gitmemişti. İçinde bir ses ona ortada garip şeyler döndüğünü söylüyordu. "Romano benim davetlim." dedi Barbara. Özenle alınmış kaşlarından birini havaya kaldırıp ona doğru yürüdü. "Soruma cevap vermedin Goldberg, burada dikilmiş kendi kendine mi konuşuyordun? Yoksa yolunda gitmeyen bir şeyler mi var?" Madison'ın bakışları istemsizce çıktığı tuvalet kapısına kaydı. Bu yalnızca bir saniye sürmüştü. "Hayır. Ne gibi bir problem olabilir ki? Parti oldukça güzel. Siz de umarım eğleniyorsunuzdur. Şaşkınlığımı bağışla Romano. Davetli olmana sevindim." Kibirli sarışın burun kıvırarak kabinlerden birine girdi. Az önce çıktığı kabine girmediğini görene kadar nefesini tutarak bekledi Madison. Barbara yanındaki lavaboya makyajını tazelemek için geldiğinde dikkatini yeniden kadına yöneltti. "Bu kadar gergin olmana gerek yok Goldberg. Ben adam yemem." "Gergin olduğumu kim söyledi?" "Sanki küçük bir sırrın varmış da her an ortaya çıkmasından korkuyormuş gibi bir halin var." Genç kadın kıpkırmızı rujuyla dudaklarını belirginleştirirken Madison midesinin kasıldığını hissetti. Bu kez gerçekten gerilmişti. "Kim bilir belki de küçük kirli bir sırrı vardır?" dedi kabinden çıkan Romano. Sonra da diğer tarafındaki muslukta ellerini yıkamaya başladı. "Siz neden bahsediyorsunuz Tanrı aşkına? İçkiyi mi fazla kaçırdınız yoksa aklınızı mı?" "Yerinde olsam benimle konuşurken kelimelerimi daha dikkatli seçerdim." Madison kaşlarını kaldırarak Barbara'ya döndü. "Sahi mi? Seni diğerlerinden farklı kılan ne peki? Ünlü olman mı, yoksa Nickholas'ın eski sevgilisi olman mı?" "Dikkatli ol Goldberg. İtinayla ördüğün duvarlar bir iskambil destesi gibi her an dağılmak üzere." "Felsefi lafları bir kenara bırakalım da açık konuş benimle. Benimle alıp veremediğin ne?" "Sen akıllı bir kızsın, sen tahmin et." "Derdinin Nick olduğunu söylerdim ama aranızdaki mesele çoktan kapandı, yanılıyor muyum?" Barbara'nın botokslu yüzünde tek bir mimik oynamayınca Madison gülerek başını salladı. "Yoksa henüz kapanmadı mı? Yeniden birlikte çalışmaya başladığınız için umutlanmaya mı başladın yoksa? Sana kötü bir haberim var Barbara, Nick seninle ilgilenmiyor." "Aramızda yalnızca küçük bir pürüz var. O da ortadan kalktıktan sonra Nick ve benim kaldığımız yerden devam edeceğimize hiç kuşkun olmasın." "Bunu söylemek istemezdim ama sen dünyasında yaşıyorsun." Barbara allık fırçasını da küçük çantasına tıktıktan sonra ardında Romano'yla birlikte baston yutmuş kadar dik bir şekilde çıkış kapısına yürüdü. Ondan nefret ediyor olmasaydı sırtına kadar açık ve kalçalarını zar zor kapatan bol payetli tozpembe elbisesinin içinde onu kıskanabilirdi. Sarışın aşçı ise aynı boylarda siyah boyundan bağcıklı daracık bir elbise seçmişti. Madison ne kadar kafa yorarsa yorsun ikisi arasındaki bağlantıyı çözememişti. Sadece tehlikeli olduklarını seziyordu Barbara kapıdan çıkmadan önce son bir kez arkasını döndü. "Kimin hayal dünyasında yaşadığını bu gece öğreneceksin Goldberg." dedikten sonra göz kırpıp ekledi. "Ne yaptığını biliyoruz." Romano da çıkmadan önce elini silah gibi kullanıp ateş eder gibi yapmıştı. Madison konuştuklarından hiç bir şey anlamadı. "Bunların hepsi aklını kaçırmış." Söylenerek yeniden tuvalet kabinine girdi ve test çubuğunu görünce kapıya yaslanarak küfretti. "Lanet olsun!" Hamileydi. |
0% |