Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@sagetaylors

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde parti tüm hızıyla devam ediyordu. Şovlar, sahne gösterileri, Rus dansçılar... sahne bir an olsun boş kalmıyordu. Misafirlerin tek bir bölgeye yığılmalarını önlemek adına kurulan üç ayrı pist de dans eden çiftlerle doluydu. İçlerinden en büyük olanının başında profesyonel bir orkestra vardı ve insanların ruh hallerine uygun parçalar çalmaya özen gösteriyorlardı.

Yemek masalarının olduğu kısım haricinde barlar, ayaklı masalar ve ayakta gezinenler için de ayrı bir garson ordusu çalışıyordu. İkram masaları sürekli yeni yiyeceklerle tazeleniyor, içki dolu kadehler su gibi tüketiliyordu. Vakit ilerledikçe gelen konukların sayısındaki artış da gözden kaçmıyordu.

Corine giderek artan kalabalığın arasında adamını gözden kaçırdığı için kendine lanetler yağdırıyordu. Troy'u da beraberinde sürükleyerek neredeyse bir saattir alanın her köşesini aramışlardı, anca adam ortadan kaybolmuştu. Lanet herif yer yarılmış da yerin içine girmişti sanki.

"Yeter artık Corine, benden buraya kadar." Troy sonunda pes ederek kendini boş bulduğu bar taburelerinden birine attı. Çok yorulmuş, ayrıca susamıştı. Barmenden bir votka-tekila istedikten sonra döndü. "Belli ki yanlış hatırlıyorsun?"

"Hayır!" diyerek inat etti Corine. "Sana oydu diyorum. Hafızam beni asla yanıltmaz. O gün köprünün yıkılmasında bir payı mutlaka olmalı. Basit bir kaza olmadığını biliyordum, biliyordum işte."

"Biraz sakin ol bebeğim. Henüz hiç bir şey bildiğimiz filan yok. İçgüdülerine inanarak o adamın kazayla bir bağlantısı olduğunu düşünsen bile elimizde bunu kanıtlayacak en ufak bir delil bile yok."

"Yine de o adamı bulmamız ve kimin için çalıştığını öğrenmemiz gerekiyor. Belki Warren'dır, ya da belki de Freeman. Onu konuşturamaz mısın?"

Troy gelen içkisinde hızlı bir yudum alarak. "Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu. "Adamı herkesin önünde yumruklamamı mı?"

"Neden olmasın?"

"Diyelim ki ben öyle bir şey yaptım, itiraf etmezse ne olacak?" Troy gülerken Corine öfkeyle burnundan soluyordu.

"Bu kadar sakin kalabilmene inanamıyorum. Adam buraya yeni bir komplo için bile gelmiş olabilir. En azından Nick'i bulup uyarmamız gerekmez mi?"

Troy bunu bir süre düşündü, sonra da hızla başını iki yana salladı. "Ya adam gerçek bir tehdit değilse ve yalnızca senin paranoyaklığının bir ürünüyse? O zaman Nick'in bu en güzel gecesini bir hiç için mahvetmiş olmaz mıyız?"

Corine Troy'un ona paranoyak demesine alınmamış gibi yaptı. Şu anda Nick'in gerçek bir tehlike içinde olma ihtimali varken alınganlığın sırası değildi. "Peki ya haklıysam, o zaman en yakın arkadaşını daha önce uyarmadığın için pişmanlık duymayacak mısın?"

Corine'in haklılık payı vardı. Troy kararsız kalmıştı. "Of bilmiyorum Co." Derin bir nefes alıp içkisinin kalanını tek seferde bitirdi. Bu iş canını çok sıkmıştı. "Belki de en iyisi Bayan Brooklyn'le konuşmaktır. O ne yapılması gerektiğini bizden daha iyi bilir."

"O kadınla aranızın iyi olmadığını sanıyordum."

Troy Corine'e annesiyle Nick'in babasının geçmişte nasıl boktan bir hata yaptıklarını itiraf etmiş, Bianca'nın sırf bu yüzden Nickholas'ı alıp buraya Amerika'ya taşındığını anlatmıştı. Bianca o günden bu yana Troy'a karşı da ailesine olduğu gibi soğuk ve mesafeliydi. Babasının borçları yüzünden Nick'den almak zorunda olduğu borç parayı öğrendikten sonra işler daha da kötüleşmişti tabi.

İtiraf etmekten hoşlanmasa da Troy'un Amerika'dan aniden çekip gitmek istemesinin sebeplerinden biri de Bianca Brooklyn'di. Kadına nefreti yüzünden kızmak istiyordu, ancak yaşadığı şeyleri düşündükçe ona hak vermemek elde değildi. Hayatları o ihanetten sonra tamamıyla alt üst olmuştu. Troy Bianca'nın neler hissettiğini anlıyordu. Bianca'nın anlamadığı şey ise tek acı çekenin kendisi olmadığıydı.

Troy, "Doğru." dedi. "Fakat biricik oğlunun hayatı söz konusu olduğunda aramızdakini görmezden geleceğine eminim."

"Tamam, o halde gidelim. Gidelim ve Bianca'ya oğlunun tehlikede olabileceğini söyleyelim."

"Sen ciddisin?"

"Sen de biraz ciddi olmaya ne dersin?" Corine sinirlenmeye başlıyordu ve kahretsin ki Troy onu bu haldeyken daha çok arzuluyordu. Öfkeli bir Corine yanan libidosuna bir bidon benzin etkisi yaratıyordu.

"Tamam, dediğini yapacağız. Ama daha önce senden sorduğum soruya bir cevap bekliyorum. Bu kez beni geçiştiremezsin."

"Sen hâlâ orada mısın, Tanrı aşkına?" Genç kız gözlerini devirdi.

"Evet. Ve sen bir cevap verene kadar da hiç bir yere gitmiyorum."

"Amma da inatçısın."

"Bu konuda iyi anlaşacağımızı düşünüyorum."

Troy çenesini kararlılıkla havaya dikmiş büyük bir sabırla vereceği cevabı bekliyordu. Corine ise genç adamın yüzünden başka her yere bakıyordu. Eğer onu tanımasa Troy genç kızın utandığını düşünecekti. Yanaklarının hafiften pembeleştiğini görünce gözlerine inanamadı.

"Sen kızarıyor musun, yoksa yüzündekiler ışık hilesi filan mı?"

"Kes şunu!" Corine hızla yanaklarını avuçladı. "Sadece her gece seninle aynı çatı altında uyumak düşüncesi beni biraz düşündürüyor o kadar."

"Uyumayı düşünen kim."

"Seni duyamadım."

"Bir de erkeklerin bağlanma sorunu olduğunu söylerler diyorum. Sana evlenme teklif etmiyorum Co," dedi Troy ve "henüz." diyerek peşinden hızla ekledi. Corine'in gözleri bir anlığına o son kelimenin verdiği umutla kocaman açılmıştı.

"Sadece beraber olalım istiyorum, tamam mı? Seni evimde, yatağımda istiyorum."

Troy elleriyle yüzünü avuçlayıp gözlerinin içine bakarken, Corine'in kırmızılığı yanaklarından boynuna doğru yayılmaya başlamıştı. Bembeyaz teninde daha başka hangi yerlerin kızardığını öğrenmek için Troy'un içinde dayanılmaz bir istek oluştu. Tüm bu doğum günü saçmalığını bir kenara bırakıp, onu tıpkı bir mağara adamı gibi omzuna atmak ve ona adını haykırtacak şekilde işkence edeceği her hangi bir yere taşımak istiyordu. Kahretsin, düşüncesi bile pantolonun içinde demir gibi sertleşmesine sebep olmuştu.

"İşte bu yüzden kararımı iyice gözden geçirmem gerekiyor. Bağlanmak konusunda değil ama güven konusunda ciddi problemlerim var."

Troy onun şaka yaptığını biliyordu. "Sana istemediğin hiç bir şeyi yapmayacağıma söz veriyorum." dedi ellerini masumca havaya kaldırarak.

Corine adamın çıplak kol kaslarının bronz tenindeki hareketini büyülenmiş gibi izledi. O kolların kendisini sıkıca saracağı anları ve sonra da parmaklarının üzerindekileri tek tek çıkardıkları hayal etti. Troy'un güçlü ve uzun parmakları vardı. Onları üzerinde, içinde düşündükçe neredeyse zevkten inleyecekti. Bir erkeğin ellerinden etkilendiği için deli ya da azmış olması gerekmez miydi? Kim bilir, belki de öyleydi.

"Güvenmediğim kişi sen değilsin." dedi iç geçirerek, sonra da bunu içinden söylemediğini fark etti. Troy'un bakışları anında kararmış dudaklarına günahkar bir gülümseme yayılmıştı. Sanırım o da Corine ile aynı şeyi düşünüyordu.

"Şu an ne düşünüyorum biliyor musun?" Elbette aynı şeyi düşünüyorlardı.

Genç adam seksi bir şekilde dilinin ucunu alt dudağında gezdirince Corine'in gözleri istemsizce oraya kaymıştı.

"Sanırım biliyorum."

Troy'un gözlerinde vahşi bir ışık parladı. Hiç vakit kaybetmeden tabureden indi, genç kızın elini tuttu ve onu ana binaya doğru sürüklemeye başladı.

"Dur bir dakika, beni nereye götürüyorsun?"

"Baş başa kalabileceğimiz bir yere."

"Henüz sana evet demedim Troy Rupert."

"Ah, çoktan dedin bebeğim."

O anda itiraf etmek istemek zor gelse de Troy'un haklı olduğunu biliyordu. İstese onunla dünyanın öbür ucuna bile gidebilirdi. Troy'dan şimdiye dek kimseden hoşlanmadığı kadar çok hoşlanıyordu. Onun bu yaramaz ve oyuncu hallerine bayılıyordu. Şimdiye dek tanıdığı tüm erkeklerden daha düşünceli ve tatlıydı. Hep günün birinde babası gibi bencil birini bulacağından korkmuş. Onu çok seveceğinden ve adamın da en güvendiği anda onu terk edeceğinden. Troy da başta çekip gitmişti, fakat sonra onsuz yapamayacağını düşünüp geri dönmüştü. Hayır, Troy Rupert'ın bedeninde tek bir bencil kemik bile yoktu.

Adam onu kalabalığın arasından ustalıkla yönlendirirken Corine'in kalbi heyecandan deli gibi çarpıyordu. Onu nereye götürdüğünü bilmiyordu. Doğrusu umurunda da değildi. Bir garson güruhunu daha atlattıktan sonra nihayet binanın içindelerdi.

Troy doğrudan servis asansörüne giderek Corine'i içeriye itti. Herhangi bir katın düğmesine bastı ve kapılar kayarak kapanır kapanmaz da dudaklarını genç kızınkilere yapıştırdı.

Corine hafifçe inlediğinde Troy kızı arkasındaki duvara yaslamıştı. Corine'in teslimiyetle yumuşak dudaklarını ona sunması genç adamı arzudan deliye çeviriyordu. Asansör hareket ettiğinde ellerini eteğinin altına götürerek onu hiç de nazik olmayacak şekilde okşamaya başladı. Tanrım, çamaşırı nasıl da ıslanmıştı. Parmaklarını hafifçe çekmek istediğinde Corine sızlanarak eline doğru yaslanınca bu kez hiç tereddüt etmeden elini iç çamaşırının kenarından içeri soktu. Onu parmaklarıyla okşarken Corine öyle sesler çıkarıyordu ki Troy pantolonunun içine boşalmaktan korkuyordu.

İkinci kata geldiklerinde genç kız artık inlemelerine hâkim olamıyordu. Troy göz ucuyla panelden bir tuşa basarak asansörün durmasını sağladı.

"Troy!"

"Şşşt. Korkma." dedi fısıltıyla. "Ben yanındayım."

"Korkmuyorum."

Asansörün ana ışıkları sönmüş, yalnızca ayaklarının dibindekiler açık kalmıştı. İçerisi oldukça karanlıktı ancak birbirlerinin gözlerindeki ihtiyacı görebiliyorlardı. Troy parmaklarını takıp çamaşırını sıyırdığında Corine onun kotunun düğmelerine uzandı. Dudakları birbirinden nefes almak için bile ayrılmamıştı.

İç çamaşırı genç kızın ayak bileklerine inmişti. Troy bir dizini sokarak Corine'in bacaklarını daha çok araladı. Corine aldığı sık nefesler yüzünden soluk soluğaydı ve nasıl da... yumuşaktı. Üstelik onun için hazırdı. Troy içindeki sıcaklığı daha çok hissetmek için parmaklarından birini içine kaydırdı. Diğer eli elbisesinin askılarından birini indirerek dolgun, pembe göğüs uçlarından birini ortaya çıkarmıştı. Hiç zaman kaybetmeden büzüşmüş eti dişlerinin arasına alıp hafifçe ısırdı. Karşılığında Corine'den ufak bir çığlık kazanmıştı. Bu Troy'un parmaklarına ve ağzına hız kazandırdı. İkinci parmağını da içine soktuğunda genç kızın nefesi kesildi.

Kah-ret-sin. Ne kadar da dardı. Troy ona zevk verirken hayâları acı verecek kadar sızlıyordu. Sonunda Corine bunu hissetmiş gibi elini iç çamaşırının içine soktu ve onu avucuna alıp sıkmaya başladı. Aman. Tanrım. Troy başını geriye atıp vahşi bir hayvan gibi kükredi. Sonra da eğilip diğer göğsünü açığa çıkararak diğerine yaptığından daha aç bir şekilde meme ucuna saldırdı.

Corine içinin karıncalandığını hissediyordu. Tüm bedeni aldığı haz yüzünden uyuşmuş gibiydi. Adamın üzerine kapanan dudakları kesinlikle çok iyi hissettiriyordu. Diğer yandan parmaklarını da en az dudakları ve dili kadar iyi kullanıyordu. Neredeyse gelmek üzereydi. Corine zevkten titreyerek dudaklarını ısırdı.

Troy başparmağını alt dudağına götürerek dişlerinden kurtardığında, "Seni hissetmeye ihtiyacım var." diye hırladı. "Fazla zamanımız kalmadı."

"Neyi bekliyorsun öyleyse? Yap şunu!"

Troy kısa bir anlığına geri çekilip Corine'in zevkten kızarmış yüzünü ve aralık kalan dudaklarını izledi. İkisinin eli de birbirinin bacalarının arasındaydı. Corine'in emilmekten uçları şişmiş göğüsleri ortadaydı. Troy tatlarına bakmış ve bayılmıştı. Genç kızın bedeninde merak ettiği başka tatlar da vardı, ancak bu gece daha fazla dayanamayacaktı. Üstelik her an birileri asansörün durduğunu fark edebilirdi.

"Yanında prezervatif var mı?"

"Bir erkek her zaman hazırlıklı olmalı." dedi Troy ve arka cebinden küçük alüminyum bir folyo paketi çıkardı.

İki elini birden üzerinden çekmek istemediği için paketi dişlerinin arasına alıp yırtarak açması, Corine'e dünyanın en seksi şeyi gibi gelmişti. Öyle tahrik olmuştu ve hazırdı ki...

Troy'un lateksi kendine takmasını sonra da bacaklarını tutarak onu havaya kaldırmasını sabırsızlıkla izledi. İçine gireceği anı beklerken soluğunu tutup bekledi. Sonra... Sonra Troy yavaşça içine girerek soluğunu gerçekten kesmişti. Oldukça büyük ve oh Tanrım, çok güzeldi.

"Lanet olsun, Corine!" Troy kendini tamamen içine ittiğinde başı bir anlığına geriye düştü ve gözleri zevkten kapandı. Yeniden kendini toparlayana kadar bir kaç saniye bekledi. Kendini yavaşça içine girip çıkmaya zorlarken dudakları yeniden genç kızınkilerle buluştu. Bu arada Corine nasıl olduysa gömleğinin düğmelerini açmayı başarmış, ellerini çıplak karın kaslarının üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Tırnakları Troy'un teninde ürperten izler bırakıyordu. Genç adam önce yavaş ardından hızlı bir tempoyla onun içinde gidip gelmeye devam ederken inlemeleri bütün kabini kapladı.

Corine'in içinde gittikçe yükselen gerilim doruğa tırmanmak üzereydi. Troy kalçalarını tutup sıkmaya ve kulağına ahlaksızca kelimeler fısıldamaya devam edince bir anda patlama noktasına ulaştığını hissetti. Boşalırken attığı çığlıklar genç adamın ağzının derinliklerinde kaybolmuştu. Corine şiddetle boşaldıktan sonra onu aynı hızla Troy takip etti.

Bu hayatındaki en hızlı ve en tüketici seksti. Corine'in kulakları uğuldadığından kapının dışından gelen sesleri son anda duyabilmişti. Birileri kapıyı yumrukluyordu sanki.

"Hey! Siz içeridekiler, iyi misiniz?"

"Evet." dedi Corine.

Troy, "İyi de laf mı?" diye ekledi ve ikili kafa kafaya verip kıkırdadı.

"Birazdan bir ekip gelip sizi kurtaracak, hiç merak etmeyin." dedi kapının dışındaki ses.

Troy hâlâ içinde bir nabız gibi atmaya devam ederken Corine kollarını genç adamın boynuna dolamıştı. Onu uzun uzun öpmeden önce, "Hiç acele etmeyin." diye fısıldadı. Çünkü uzun bir süre daha bu adamla birlikte olmaya karar vermişti. Bir asansör kabininin içinde ya da bir evde olması fark etmezdi.

....................................

Madison koridordaki telaşlı kalabalığı görünce merdivenleri kullanmak üzere arkasını döndü. Gelen seslere bakılırsa birileri yine asansörde mahsur kalmıştı. Normalde bunu sorumluluğunun bir parçası olarak görür ve hemen duruma müdahale etmek üzere işe koyulurdu. Fakat şu anda kendinde merdivenleri inecek enerjiyi bulmakta bile güçlük çekiyordu.

Çantasında pozitif yazan bir test çubuğu vardı. Pozitif. Yani hamileydi. Önce bu bilgiyi hazmetmesi gerekiyordu. Gerçi doktora görünmeden basit bir testle hamileliğinden emin olamazdı. Neticede testler yanlış çıkabilirdi. Fakat içinden bir ses ona yüzde doksan dokuz yanılmadığını söylüyordu. Uzun zamandır içten içe şüphelendiğini kabul ediyordu ve Madison ne kadar göz ardı ederse o kadar gerçekleşmeyeceği gibi saçma bir fikre kapılmıştı.

Merdivenlerden inerken eteklerini düzeltti. Hamile olması kötü bir şey değildi elbette. Madison çocukları severdi. Bu yüzden dünyanın sonu gibi davranması saçmaydı. Ayrıca çocuğun babasıyla evli oldukları için endişelenmesine de gerek yoktu. Sonuçta annesi gibi meşru yollardan hamile kalıp sevdiği adamla evlenmek zorunda kalmamıştı. Öte yandan bu bebeğin, insanlar onların evli olduklarını öğrendikten sonra dünyaya gelmesi işleri bir parça daha kolaylaştırırdı tabii.

Aman. Her neyse. Artık olan olmuştu. Şimdi en kısa zamanda jinekoloğundan randevu almalı ve Nickholas'a baba olacağı müjdesini ne zaman vereceğini kararlaştırmalıydı. Şüphesiz bu bebek haberi onun için seçtiği nikah yüzüğünde bile daha özel bir doğum günü hediyesi olacaktı. Tanrım, Nick kim bilir nasıl şaşıracaktı? Acaba tepkisi ne olacaktı? Bir anda mutluluktan havalara mı uçacak, yoksa Madison gibi bu hamileliğe hazırlıksız mı yakalanacaktı?

Merdivenlerin sonunda Nick'in aceleyle etrafa bakındığını görünce hayallerinin erkeğinin onu aradığını fark etti ve bir anda nabzı gibi ayakları da hızlandı.

"Nick."

Nickholas'ın onu merdivenlerden inerken görür görmez bakışları yumuşamıştı. "Tanrı aşkına Madison, nereye kaybolun? Her yerde seni arıyordum."

"Ben...şey üst katta, tuvalete gitmiştim."

"Tamam. Birazdan sahneye çıkıyorum ve inanmayacaksın ama çok heyecanlıyım. Ben oradayken gözümün önünde olmanı istiyorum."

"Peki, ama daha önce seninle konuşmak istediğim küçük bir şey var." Aslında iki küçük şey vardı.

"Bir sorun mu var?"

"Sadece biraz endişeliyim diyelim."

Madison'ın alnının hafifçe kırıştığını gören Nick genç kadının elini avuçlarının arasına aldı. "Dinle Madison, bunu daha önce de konuşmuştuk. Her şey çok güzel olacak, sana söz veriyorum. O sahneye çıkacağız ve aşkımızı milyonlara haykıracağız."

"Böyle söyleyince kulağa çok kolaymış gibi geliyor."

"Eğer şu anda kalp atışlarımı duyabilseydin, benim için de hiç kolay olmadığını anlardın."

"Sadece ailen gerçeği bilirken diğer insanları kandırmamız bana pek doğru gibi gelmiyor."

"Sevgilim biz kimseyi kandırmıyoruz." dedi Nick biraz daha yaklaşarak. "Sadece insanların gözleri önünde filmi biraz başa sarıyoruz. Herkesin nasıl harika bir kadınla evlendiğimi görmelerini istiyorum. Sen de ileride hafızalardan silinmeyecek bir düğünümüz olsun istemez misin?"

Madison sadece ilk evlendikleri anı hatırlamayı istiyordu. Keşke hatırlayabilseydi.

"Ben, sadece seni istiyorum Nick. Geri kalan hiç bir şeyin önemi yok benim için."

Madison'ın titreyen sesi Nick'in daha da ciddileşmesine sebep olmuştu. "Ben de seni istiyorum güzelim. Ve sana soyadımı verirken her şeyin bizim için kusursuz olmasını istiyorum."

Madison'ın gülümserken yanağından süzülen bir damlayı başparmağıyla yakaladı Nick. Sonra da gözlerinin içine kararlılıkla bakıp başını salladı. Madison da karşılık olarak başıyla onaylamıştı. Bu işi yapacaklardı.

Nick onu da sahnenin kenarına doğru beraberinde sürüklemişti. Ancak tüm ısrarlarına rağmen Madison kabul etmeyince sahneye tek başına çıkmak zorunda kaldı. Kalabalık Nick'i görünce ıslık ve alkışlarla tezahürata başladı.

"Teşekkürler teşekkürler." Nick eliyle çılgın kalabalığı yatıştırdı. "Hepinize iyi geceler bayanlar baylar. Bu gece doğum günüm şerefine buraya kadar geldiğiniz ve bana hiç de ucuz olmayan ilginç hediyeler getirdiğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum. Steve hariç," dedi arkadaşlarından birine takılarak. "Sahibi olduğun seks kulübü üyelik kartı gerçek bir hediyeden sayılmaz dostum..." Tüm kalabalık kahkahalarla gülerek alkışlamaya başladı. Steve denen adam onu yalanlamamıştı, pişkince sırıtıyordu.

"Ve sen dostum Ed, bir kutu Ecstasy de doğum günü hediyesinden sayılmıyor." Nick'in gözleri kalabalıkta birine bakarken sahte bir dehşetle büyüdü. "Oh, lanet olsun. Neden kimse bana L.A.P.D. şefinin aramızda olduğunu söylemiyor."

Bir kaç dakika içinde tüm misafirlerin ilgisi tek bir noktaya yönelmişti. Nickholas Andersson sahnedeyken ondan başka bir yere bakmak imkansızdı. İnsanlara sataşıyor, kelime oyunları yaparak onları güldürüyordu. Madison onun kendi babasına benzediğini fikrinden nefret ediyordu, fakat zihninde sürekli Harrison Gold'un sahnedeki görüntüleri canlanıp duruyordu. Yine de bu hiç bir şeyi değiştirmezdi. Nick babası gibi değildi.

Madison da diğer insanlar gibi onun sahnedeki büyüsüne kapılmıştı. Nick'in her vurucu kelimesinden sonra avuçları patlayıncaya kadar alkışlarken buluyordu kendini. Bir kaç dakika öncesinde hissettiği tüm gerginlik neredeyse uçup gitmişti.

Derken bir anda üzerinde ürkütücü bakışlar hissetti. Başını çevirdiğinde Nick'in annesiyle göz göze geldi. Bianca ona öyle doğrudan ve nefretle bakıyordu ki, bu kin dolu bakışların hedefi olan hiç kimsenin bundan sağ kurtulması mümkün değildi. Madison Nick'in hâlâ asıl konuya gelmemesine sevinerek kayınvalidesine yöneldi. Bianca konuşma çabasını hissetmiş gibi ondan uzaklaşmaya kalkışınca da içindeki endişe çukuru genişledi.

"Bayan Brooklyn? Bir dakika lütfen."

Bianca ismini duyunca durmak zorunda kaldı. Arkasını döndüğünde mutlu olmadığı yüzünden açıkça okunuyordu.

"Ne var Madison?"

"İzninizle sizinle biraz konuşmak istiyorum."

"Acil değilse sonraya bırakalım. Birazdan Nickholas'ın doğum günü pastasını getirecekler."

"Bu da Nickholas ve benimle ilgili zaten." Bianca'nın ilgisini çekebilmek için, "Ve önemli." diye ekledi.

Bianca Madison'ı yarım dakika boyunca tepeden tırnağa huzursuz edici bakışlarla süzdü. Madison tam onu reddedeceğini düşündüğü bir anda ise bir kez başını salladı. Madison rahat bir nefes almıştı.

"Nickholas buraya gelmeden önce sizinle bizim hakkımızda konuştuğundan bahsetti. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, niyetimiz arkanızdan iş çevirmek değildi."

"İş çevirmek mi dedin? Tanrım."

"Oğlunuza ne kadar düşkün olduğunuzu biliyorum Bayan Brooklyn ve bu konuda endişeleriniz olduğunuzu görebiliyorum."

"Ne söylemeye çalışıyorsan, açık konuş Madison. Konuklarla ilgilenmem gerekiyor."

Kadının soğuk tavırlarının cesaretini kırmasına izin vermeyecekti. Er ya da geç bu yüzleşmeyi yapmaları gerekiyordu.

"Söylemeye çalıştığım şey, hislerimde ciddi olduğum. Bu ne zaman başladı inanın hiç bir fikrim yok ama Nick'i gerçekten sevdiğimi bilmenizi istiyorum. Ve o da beni seviyor."

"Oğlum yalnızca ona öğrettiğin oyunu oynuyor."

"Anlamadım."

"Kendini gerçekten çok zeki sanıyorsun değil mi? Ama bizi daha fazla aptal yerine koymana izin veremem."

Madison cevap veremeyecek kadar afalladığından Bianca bir adım daha yaklaşarak devam etti. "O gece Las Vegas’ta olanları öğrenmeyeceğimi mi sanmıştın? Oğlumu gazetecilerin önünde öpenin sen olduğunu anlamayacağımı mı?"

"Bayan Brooklyn, ben..."

"Bana o kadının Barbara olduğunu söylediğinde aklından ne geçiyordu bilmiyorum, ama şu anda ne yapmaya çalıştığını gayet iyi görebiliyorum. Oğlumla evlenebilmek için önce beni devre dışı bıraktın, ardından da kurnazca bir oyun oynayıp onu kandırdın. Çünkü bu evliliğe asla müsaade etmeyeceğimi biliyordun."

"Bir dakika, bir dakika ben mi oğlunuzu ikna etmişim. Olayların gerçek yüzünü bilmediğiniz için böyle konuşuyorsunuz. Barbara Collen konusunda hata yaptığımın farkındayım, fakat o esnada paniğe kapılmıştım. O zamanlar Nick'e olan hislerimden emin değildim ve sizin ne tepki vereceğinizi kestiremiyordum. O an aklıma doğru bir fikir gibi gelmişti. Ancak şimdi yanlış olduğunu görebiliyorum. Bakın Bayan Brooklyn, yaptığım hataların sorumluluğunu üstlenmeye hazırım fakat yapmadığım bir şey yüzünden suçlanmayı kabul edemem. Ortada bir oyun filan yok, en sevdiklerim üzerine size yemin ederim."

"Gerçekten çok tehlikeli bir kadınsın. Palavralarınla ancak oğlum gibi saf birini kandırabilirsin."

Madison güldü. Sinirli bir gülüştü. 'Buraya kadar' dedi içinden. Daha fazla bu kadının aşağılamalarını dinlemeyecekti.

"Kabul etmek isteyin ya da istemeyin, Nick ile birbirimizi seviyoruz ve onunla evlendiğim için asla pişman değilim."

Nick o sırada, "Hiç bu kadar kalabalık bir doğum günü partim olmamıştı." diyerek insanları güldürmeye devam ediyordu. "Açıkçası insanların yaşlandıkları günü kutlamaları bana pek akıllıca gelmiyor, siz ne diyorsunuz?"

Gazetecilerden birinden, "Kaç yaşına bastın Nick?" diye bir soru geldi.

"Kayıtlara geçen rakam yirmi sekiz. Fakat kısa bir süre önce yeniden dünyaya geldiğimi düşünürsek henüz bir kaç aylık sayılırım."

Nick'in bir mıknatıs gibi ona çekilen gözleri kalabalığın arasından onu arayıp bulduğunda Madison hem şaşırmış, hem de nabzının hızlanmasını sağlamıştı.

"Geçirdiğin kazayla hepimizi korkuttun." dedi başka bir gazeteci.

"Hayır hayır, bu yeniden doğuş geçirdiğim kazayla ilgili değil. Hayatıma giren biriyle ilgili." diye itiraf etti Nick.

Kalabalıktan uğultu halinde meraklı sesler yükselmeye başlamıştı. Madison gözlerini Nick'den ayıramıyordu. Genç adam sahnenin ucunda durmuş, doğrudan ona bakıyordu.

"Neredeyse çocuk yaşlardan beri bu mesleği yapıyorum," diye devam etti Nick. ve hepinizin de takdir edeceği üzere bu işi oldukça iyi yapıyorum." Kalabalık yeniden güldü. " Bir oyuncu için kılıktan kılığa girmek zordur ama asıl zor olanın ne olduğunu biliyor musunuz? Kendiniz gibi olmak. Çünkü günün birinde büründüğünüz karakterler yüzünden bir yerde kendi benliğinizi kaybettiğinizi düşünürsünüz. İşte o bana bunu yapıyor, kendimmiş gibi hissettiriyor. Çünkü o sahne ışıkların altındaki adamı değil, burada yaşayan adamı seviyor." dedi göğsünü işaret ederek.

Seyirciler alkışlamaya başlayınca Nick onları eliyle susturdu. "Daha önce hiç böyle hissetmemiştim."

Muhabirlerden biri, "Nasıl?" diye sordu.

"Yenilmez. Kendimi onunlayken dünyanın en güçlü adamı gibi hissediyorum."

İnsanlar bu kez daha güçlü alkışlarına ıslıklarıyla eşlik ettiler. Gazeteciler flaş üzerine flaş patlatıyor, fısıltılar halinde bu kadının kim olabileceği konuşuluyordu.

"Bize bu şanslı kadının kim olduğunu söylemeyecek misin artık Nick?"

"Kim olduğunu merak ettiğinizi biliyorum. Ancak onu karşınıza çıkarmadan önce huzurunuzda bir teklifte bulunmak istiyorum. Eğer buraya gelirse teklifimi de kabul etmiş demektir."

"Senden gelecek bir teklife atılacak bin tane kadın tanıyorum Nick!" dedi kalabalıktan biri.

"Ve adam." Meslektaşlarından biri gülerek bir adım öne çıkınca insanlar kahkahalara boğuldu.

"Üzgünüm ama beni yalnızca tek bir kadının cevabı ilgilendiriyor Gustavo." Nick'in yanıtı üzerine adam üzülmüş gibi yapıp kadehini havaya kaldırdı.

"Şansımı denediğim için beni suçlayamazsın."

İzleyiciler güldü. Bu küçük tiyatro Nick'in heyecanını bir parça yatıştırmışa benziyordu.

"Evlenmek mi dedin?" Bianca alkışlayan topluluğun gerisinde dikilirken Madison'a göz ucuyla bile bakmamıştı. Eğer yalnız olmasalardı kadının onunla konuştuğunu asla anlayamazdı. "En az oğlum kadar yetenekli olduğunu görüyorum."

"Şu anda iltifat etmediğinizi ikimiz de biliyoruz."

"Doğru. Nick hem mesleğinde başarılı hem de oldukça yakışıklı bir adam. Ona kapılmanı anlıyorum. Babası gibi etrafında daima kadınlar olmuştur. Onunla ilişki kurmaya çalışan kadınlar. Ondan bir yüzük veya bir söz kapmaya çalışan kadınlar. Hatta ondan bir çocuk sahibi olmak isteyenler bile olmuştu." dediğinde Madison tokat yemiş gibi irkildi.

"Nick kendini daima kadınlara karşı korumayı bilmiştir. Onunla ilgili bu konuda hiç endişelenmem gerekmemişti. Doğrusu Barbara'ya kadar kalbini birine kaptırdığına da şahit olmamıştım. Onunla neden ayrıldıklarını sana anlatmış mıydı?" Madison cevap vermeyince, "Sanırım anlatmamış." diye devam etti. "Barbara, Nickholas'ın evlenme teklif ettiği tek kadındı. O sıralar Barbara evliliğe Nick kadar hazır değildi. Ayrılıkları ikisini de perişan etti. Nick uzun süre kendine gelemedi. Bir daha bir kadına evlenme teklif etmeyi bırak ciddi bir ilişkiye bile girmek istemiyordu. Kadınlara güvenmiyor, onları sadece kullanıyordu. Sonunda kendini eğlenceye ve alkole verdi. Barbara'nın acısını içki şişelerinde boğmaya çalıştı. Onu kurtarmak için seni işe aldım. Senden kurtarmak için de başkalarını işe almaktan bir an olsun tereddüt etmem."

"Benden neden bu kadar nefret ettiğinizi anlayamıyorum."

"Senden nefret etmiyorum. Oğlumu kandırmanı hazmedemiyorum. Onu evli olduğunuz yalanına inandırmak için başka neler yaptığını bilmiyorum ama belli ki işe yaramış."

Bianca'nın son sözleri Madison'ı hazırlıksız yakalamıştı.

"Siz giderek saçmalıyorsunuz. Daha fazla kalıp bu konuşmayı dinlemek istemiyorum."

Tam gitmek üzereyken Bianca çantasından katlanmış bir kağıt parçası çıkarıp Madison'a uzattı. Kağıdın tuhaf bir biçimde tanıdık gelmesi Madison'ın ensesindeki tüyleri diken diken etmişti.

"Bu?"

"Las Vegas’taki o gece oğlumu ve belli ki kendini de inandırdığın sahte evlilik belgesi."

Madison kağıdı elleri titremeden tutmayı başardığı için kendini daha sonra tebrik edecekti. Kağıdı açarken Bianca'nın gözlerinin içine baktı. Kadının yüzünden şaka yaptığına dair en ufak bir belirti yoktu. Zaten Bianca Brooklyn böyle konularda asla şaka yapabilecek bir kadın değildi. O sırada kocası Ander ve Nickholas'ın büyük annesi de yanlarına gelince Madison daha çok gerildi.

"Burada neler oluyor Bianca?"

Bianca kocasına bakmadan gururla başını geriye attı. "Bu küçük hanıma oyunlarına bir son vermesi için son bir şans veriyordum. Evet, Madison. Eğer hemen şimdi geri dönmemek üzere Nick'in hayatından çıkıp gidersen, oğlumu dolandırmaya kalkıştığın için avukatlarımı üzerine salmayacağıma söz veriyorum."

"Dolandırmak mı dedin sen?" Büyük anne bastonuyla ileri atıldı. "Büyük bir hata yapıyorsun Bianca!"

"Bianca bence sen ne dediğini bilmiyorsun."

"Siz bu işe karışmayın." diyerek sertçe çıkıştı Bianca. "Bu genç hanım aklından bir evlilik masalı uydurmuş ve Nickholas'ı bir şekilde bu masalın içine çekmeyi başarmış. Her anne gibi oğlumun geleceğini düşünmek zorundayım." derken kayınvalidesiyle bakıştı. Yaşlı kadın sessizce başını sallayıp susmak zorunda kalınca Ander karşı çıktı.

"Ortada bir yanlış anlaşılma olmalı. Önce Nick'i dinlesek nasıl olur?"

"Demek sonunda oğlunun düşüncelerini önemsemeye başladın."

Onlar aralarında tartışırken Madison gözlerini elindeki kağıt parçasından ayıramıyordu. Dikkatle bakınca aylardır çantasında sakladığı kağıdın altındaki mührün sahte olduğunu keşfetti. O kadar basit bir şeydi ki, ciklet kutularından bile çıkabilirdi. Madison hiç bir şey hatırlamadığına göre Nick gerçeği biliyor olmalıydı. Bu da Nick'in ona aylardır yalan söylediği anlamına geliyordu. Madison bunu nasıl olmuş da bunu fark edememişti? Bu belgeyi gördüğü andan beri Nick ile yıldırım nikahıyla evlendiklerini sanıyordu. Biraz düşününce aslında Nick'in ona böyle bir şeyi hiç söylemediğini hatırladı. Hepsini kendi kendine uydurmuştu. Lanet olsun.

Peki bu kağıt nasıl olmuştu da Bianca'nın eline geçmişti? Başını kaldırdığında Romano'nun ileride içki kadehiyle gülümsediğini görünce sorularından bir tanesi cevap bulmuştu.

"...bir rezalet çıkmadan önce bu işe son vermek zorundaydım." diye çıkıştı Bianca.

"Ve kötü cadı prensi prensesinden ayırır." Madison'ın kendi kendine mırıldanarak söylediği sözleri hepsi duymuştu. Ancak nasıl olduysa Bianca hakaretine rağmen sessizliğini korudu. Madison ise gözyaşlarıyla kör olmuş halde başını kaldırıp sahnede ona bakan adama bakıyordu.

Nick ona uzaktan ruhundan kopup gelen bir istekle, "Lütfen beni hayatına kabul et!" diyordu. "Kocan olmama izin ver. Seni her şeyden çok seveceğime ve dünya üzerindeki tüm kötülüklerden koruyacağıma şerefim üzerine yemin ediyorum."

Peki onu kendisinden neden korumamıştı?

Madison etrafından yükselen alkış sesleri ve ıslıkları sanki uzak bir yerden geliyormuşçasına algılıyordu. Göz pınarlarına dolan yaşlar tek bir göz kırpmayla yanaklarına ulaşmak üzere hazır bekliyordu. Nick ona beklentiyle bakarken zaman adeta durmuştu.

İnsanlar merakla etrafına bakınıyor, aralarında kimin sahneye çıkacağıyla ilgili tartışıyorlardı.

Nick ona elini uzatmıştı. Bu o andı. Artık ateşli bir sevgili, gizli bir eş olarak kalmayıp insanların huzurunda birbirlerini aşklarını anlatacaklardı.

Madison derin bir nefes aldı. Ve tam bir adım atmak üzereyken bir el onu bileğinden yakaladı. Telaşla sağına bakınca Bianca'nın başını onaylamayan bir şekilde hafifçe sağa sola salladığını gördü. Kalbi bin parçaya ayrılmıştı.

Bianca, "Yerinde olsam bunu yapmazdım." dedi sertçe. Madison elini çekmek isterken kalabalıktan yükselen sesler onu durdurdu.

Barbara'nın alkışlar eşliğinde sahneye çıktığını görünce yerinden yaşadığı şok yüzünden yerinden kıpırdayamamıştı.

Bu kadının sahnede ne işi vardı?

Onu oraya kim çıkarmıştı?

Nick'in şaşkınlığına bakılırsa bu onun için de sürpriz olmuştu. Demek ki Bianca onu Nickholas'ın hayatından çıkarmak konusunda kararlıydı.

Madison bu gecenin sonunda her şeyin olabileceğini düşünmüştü, fakat Nick'e veda etmek planlarının arasında yoktu.

 

Loading...
0%