Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm

@sagetaylors

Nickholas bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı. Sabırsızlanan kalabalığın önünde sahnenin tam ucunda durmuş ve onun gözlerinin içine bakarak aşkını ilan etmişti. Buna rağmen Madison hiç bir şey yapmıyordu. Her şeyi konuşmuşlardı. Kollarına atılmak için daha neyi bekliyordu? 'Her şeyi değil', dedi içindeki kötü bir ses.

Kaşlarını çattığı ve sessizce her şeyin yolunda gitmesi için dua ettiği sırada arkasındaki hareketliliği hissetti.

"Sahneye böyle izinsiz daldığım için özür dilerim Nick." Barbara'nın sahneye çıkmasıyla kalabalıktan coşkulu bir alkış yükseldi. "Özür dilerim, ama sanırım bir yanlış anlaşılma oldu." diye devam etti Barbara, eliyle alkışlayanları susturarak. "Beklediğiniz kadın ne yazık ki ben değilim."

İnsanlardan hayal kırıklığını andıran sesler yükseldi. Barbara oyunculuğunu sergileyerek hem mahcup hem de memnun görünmeyi başardı. "İnanın beklenen kadın olmayı en az sizin kadar isterdim fakat," göz ucuyla Nick'e baktı. "ben o treni uzun zaman önce kaçırdım."

Bu da neyin nesiydi şimdi? Durumu toparlamaya mı çalışıyordu, yoksa işleri daha da mı karıştırmak istiyordu? Geçmişte yaşadıkları ilişkiyi ortaya dökmenin hiç sırası değildi. Üzerinden çok uzun zaman geçmişti. Nickholas o zamanlar Barbara'ya âşıktı ve birlikte oldukları ilk sene çılgınca bir kararla onunla evlenmeye kalkışmıştı. Fakat belli ki Barbara'nın başka planları vardı. Nickholas'ı asla onun kendisini sevdiği gibi sevmeye hazır değildi. Çünkü Barbara işine âşık kadınlardandı. Yüreğinde başka sevgilere yer yoktu. Tıpkı annesi gibi.

Nick'in bunu kabullenmesi uzun sürmüştü. Yine de bir şekilde Barbara'yı sisteminden atmayı başarmıştı. Şimdi geriye dönüp baktığında tek düşünebildiği ne kadar büyük bir hata yapmak üzere olduğuydu. Barbara'ya âşık olduğunu sanmıştı, ancak Madison'a olan hislerinden sonra aşkın sandığı şeyden çok daha farklı ve anlamlı olduğunu anladı. Barbara onu terk ettikten sonra peşine düşmemiş, onu geri kazanmak için bir şeyler yapmak yerine içine kapanmıştı. Oysa söz konusu Madison olduğunda şu anda bile dünyayı ateşe vermeye hazırdı.

Barbara Nickholas'ın kuşkuyla kısılan gözlerine bakarken, "Doğum günün kutlu olsun Nick." dedi. "Eğer izin verirsen eski günlerin hatırına sana ufak bir hediye vermek istiyorum."

Nick ondan herhangi bir hediye istemiyordu. Tek istediği sevdiği kadının yanına gelmesi ve teklifini kabul etmesiydi. Genç kadın konuşmaya devam ederken Nick'e yaklaştı. Şimdi sahnede yan yana duruyorlardı. Elinde küçük, siyah bir kutu vardı. Kutunun kapağını araladığında içinden Nickholas'ın çocukken severek taktığı bir bileklik çıktı. Maddi değeri yoktu fakat ona Avusturalya'daki günlerini anımsattığı için Nick onu uzun zamandır saklıyordu. Bilekliği Barbara'ya verdiğini bile hatırlamıyordu.

"Barbara?" Nick yeniden Madison'ın olduğu tarafa baktı. "Ne yapıyorsun?"

"Biliyorum. Seninle olan şansımı kendi ellerimle yok ettim Nick. Şimdi pişman olduğumu söylersem çok mu ileri gitmiş olurum? Geçmişte birlikte yaşadığımız şey o kadar özel ve güzeldi ki..."

"Barbara." Nick onun sözünü kesti ve kutuyu genç kadına geri verdi. "Şimdi bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı."

"Haklısın ama..." Barbara'nın gözleri akmaya hazır gözyaşlarıyla dolmaya başladı. "Şu an burada olmamam gerektiğini biliyorum."

"Evet bu doğru. Beklediğim ve burada olmanı istediğim kişi sen değilsin."

Genç kadın tokat yemiş gibi irkildi. Ardından kendini hızla toparlayarak yüzüne sahte bir gülücük yerleştirdi. "Elbette. Bu senin gecen ve senin doğum günü partin. Ben sadece eski bir dostun olarak seni sahnede yalnız bırakmak istememiştim."

Barbara eliyle alnını ovuşturunca Nick yaklaşıp, "Ne kadar içtin sen?" diye homurdandı. Tüm gözler -özellikle Madison’ınkiler- üzerlerindeyken uygunsuz bir şey yapmak istemiyordu. Barbara hafiften omuz silkti ve ayakta sallanmaya başladı. Nick cevabını almıştı. Uzun topukluların üzerinde dengesini kaybetmek üzereyken son anda atılıp kadını kolundan yakaladı.

"Burada ne haltlar dönüyordu Tanrı aşkına?" O sırada sahnenin yakınlarında olanları hayretle izleyen Gena Drake'in yanına öfkeyle sokuldu. "O kaltağın sahnede ne işi var?"

"Hiç bir fikrim yok sevgilim."

"Lanet olsun. Madison'ın evlenme teklifini mahvetmek üzere. Bir şeyler yapmalıyız Drake."

"Ne yapabiliriz ki? Hem baksana belli ki Madison'ın oraya çıkmaya pek niyeti yok gibi."

Drake'in sözlerinden sonra Gena bakışlarını arkadaşına çevirdi. Madison tıpkı bir heykel gibi hareketsiz ve donuk gözlerle sahneye kilitlenmişti.

"Neden Nick'in yanına gitmiyor bilmiyorum ama bunun mantıklı bir açıklaması olmalı. Daha önce bu konuyu konuşmuştuk, her şey yolundaydı."

Drake hafifçe omuzlarını oynattı. "Sorun ne o halde?"

Madison'ın diğer tarafındaki Bianca'yı fark eden Gena'nın kaşları kuşkuyla çatıldı. Zihni hızla çalışmaya başlamıştı. "Bilmiyorum ama içimden bir ses bu işte Bayan Becerici'nin parmağı olduğunu söylüyor."

"Sence bu evliliğe engel olmak için Barbara'yı kullanıyor olabilir mi?"

"Tatlım, eğer o kadın ikisini ayırmayı planladıysa Papa'yı bile kullanabilir."

"Pekala. Ne yapacağız öyleyse?"

Gena elindeki içki kadehini bir dikişte bitirdikten sonra bardağı Drake'in eline tutuşturdu. "Sen merak etme. Bu sürtük grubu en iyi arkadaşımın hayalleriyle oynarken seyirci kalacak değilim."

"Gena, sakın aptalca bir şey yapmaya kalkışma!"

Çok geçti. Gena çoktan avını parçalamaya hazır bir panterin zarafetiyle harekete geçmiş, sahneye doğru kendinden emin adımlarla ilerliyordu. Onu gören Drake de hızla arkasından gitti ancak kalabalığı yararak ilerlemek sandığı kadar kolay değildi.

"Gena dur!" Lanet olsun.

Nick de o sırada benzer şeyler düşünüyordu. Madison'a aşkını ilan ettiği sırada eski sevgilisinin sahneye çıkması hiç iyi olmamıştı. Barbara sürekli konuşuyor, çektikleri filmden, sahnedeki deneyimlerinden ve birbirlerine ne kadar yakıştıklarından bahsediyordu. Kadın konuşmaya devam ettikçe dili dolanıyor, eli kolu hiç rahat durmuyor, Nick'e yakın olabilmek için elinden geleni yapıyordu. Gazeteciler kan kokusu almış köpek balıkları gibi etraflarını sarmıştı. Saçma sapan bir şeyler söylemeden önce bir an evvel onu sahneden aşağıya indirmesi lazımdı.

"Ah, hazır buraya kadar çıkmışken bir şeyi daha açıklığa kavuşturmama izin verin lütfen."

"Barbara, bence bu kadar hikaye yeter."

"Yetmez. Eminim hepiniz bir kaç ay önce dergi ve gazetelerde bizim öpüşürken çekilmiş boy boy resimlerimizi hatırlıyorsunuzdur. Hani şu Las Vegas’ta sözde Nick ile birlikte yaptığımız kaçamaktan bahsediyorum. Bilmeniz gereken şey şu ki, o kadın da ben değildim." Bir kahkaha patlattı. "Hepsi bir aldatmacadan ibaretti. O sırada Vegas'ı bırakın Amerika'da bile değildim. Bianca'nın ricasıyla tüm işimi gücümü bırakıp geldim. İşin asıl ilginç yanı ne biliyor musunuz? Bu yalanı ortaya atan ile Nick'in sahneye çıkmasını beklediği kadının aynı kişi olması."

"Barbara bu kadarı yeter dedim!" Nick kolunu sertçe sıkınca Barbara bir kahkaha daha atarak konuşmaya devam etti. "Kendisini herkesten gizlemek için neden adımı kullandığını inanın ben de bilmiyorum. Belki bunu bize sen açıklamak istersin Nick? Yoksa kız arkadaşın kendini senin yanında görünmek için yeterli hissetmiyor muydu? Belki de hâlâ hissetmiyordur."

"Sana yeter dedim! Elimden bir kaza çıkmadan in artık şu sahneden." Nick'in tehdit dolu sözleri kararan bakışlarıyla birleştiğinde bile Barbara'yı etkilemeye yetmemişti. Nick onu çekiştirmeye çalışırken gülmeye devam etti.

"Ne yapıyorsun Tanrı aşkına Nick? Bırak kolumu. Herkes bize bakıyor."

"Evet. Herkes senin aptallığına bakıyor."

"Ben aptal filan değilim. İçimizde bir aptal varsa o da sensin. Üstelik hem aptal hem de gerçekleri göremeyecek kadar körsün."

"Ne söylediğini bilmiyorsun sen, o yüzden hemen şimdi çek git buradan."

"Sana yardım etmemi ister misin Nick?"

Nick basamaklarda Gena ile karşılaştığında rahatlama dolu derin bir nefes aldı. "Tanrıya şükür."

"İzin ver de şu çöpü dışarı çıkarayım." Gena Barbara'ya ateş saçan gözlerle baktı. "Evde böyle pis işleri hep bana yaptırırlar ama ilk defa bundan keyif alacağımı itiraf ediyorum."

Nick Barbara'yı kolundan tutmasına yardım ederken ona minnettar bir şekilde gülümsedi. "Teşekkürler Gena. Madison'ın neden hâlâ gelmediğini biliyor musun?"

"Hayır, ama içimde kötü bir şeyler olacağına dair berbat bir his var."

"Benim de öyle." diyerek ona katıldı Nick.

Kadını hırpalarcasına çekiştiren Gena'nın arkasında beliren Drake, "Bırak da sana yardım edeyim sevgilim." diyerek kadını Gena'nın elinden kurtardı. "Bu tür pis işleri senin yerine yapmaya her zaman gönüllü olduğumu bilirsin."

Gena ona öfkeli bir bakış attı. "İyi ama..."

"Israr ediyorum Gena." Drake ona yumuşak ama uyarı dolu bir bakış attı. "Lütfen!"

"Pekala." Gena burnundan soludu. "Hemen götür onu buradan."

"Hey, siz kimden bahsediyorsunuz?" Sarhoşluğu yüzünden ayakta durmakta zorlanan Barbara anında itiraz etti. "Ben hiç bir yere gitmiyorum."

"Benimle gelin Bayan Collen. Emin olun bunu sizin iyiliğiniz için yapıyorum."

"Bırak beni dedim sana, gitmek istemiyorum. Daha Nick'in pastası gelecek. Mumları üflediğini görmeden hiç bir yere gitmiyorum." Kadın tıpkı yaramaz bir çocuk gibi mızırdandıkça Gena onu daha çok boğmak istiyordu. "Bakın işte pasta geliyor."

Gena'nın ölümcül bakışları üzerindeyken Drake kadını kenara çekti ve pastayı taşıyanlara yol verdi. On katlı dev pasta sürüklenen tekerlekli metal bir masanın üzerindeydi. Nick bu şamatadan yeteri kadar sıkılmıştı. Madison olmayınca pasta kesmenin hiç bir anlamı yoktu.

"Ne haltlar dönüyor burada Nick?" Gena Nick'in yanına yaklaştı. "Amacı ne bu kadının?"

"İnan hiç bir fikrim yok. Sahneye aniden çıktı. Ne yapmaya çalıştığını anlamadım."

"Bence evlenme teklifini sabote etmeye çalışıyor."

"Ona böyle bir şeyi yapacak cesaret verdiğimi hatırlamıyorum."

"Sen değil ama bir başkası vermiş olabilir."

Nick onu duymadı. O sırada boynunu uzatmış kalabalığın arasından Madison'ın olduğu yeri görmeye çalışıyordu. "Gidip Maddie'yi bulmalıyım."

"Öyle değil." Gena Nick'i elinden tutup çekti. "Yürü hadi, hâlâ bir şansımız olabilir."

Genç kadın onu arkasından sahneye itekledikten sonra mikrofonu elinden aldı ve boğazını temizleyerek söze başladı.

"Saygı değer misafirler. Adım Gena Harrison. Nickholas'ın bir arkadaşıyım. Bu küçük atraksiyon dolu gösteri için Bayan Collen'e en içten teşekkürlerimizi gönderiyoruz." Kalabalıkla birlikte alkışladı. "Kendisi pişman ve kıskanç bir eski sevgili nasıl olunur bize en iyi şekilde canlandırdı, öyle değil mi?" Kalabalık gülerken Gena kısa bir nefes aldı ve devam etti. "Her neyse. Artık kaldığımız yerden devam etmenin zamanı geldi. Evet Nickholas, hayatının kadınına ve tek aşkına evlenme teklif ediyordun ve hepimiz o şanslı kadının kim olduğunu deli gibi merak ediyorduk. Sakın bana öyle bakmayın, çünkü o şanslı kadın ben değilim. Ama merak etmeyin, ben daha şanslı olanım." Gena gözleri parlayan Drake'e gülümseyip eliyle hızlı bir öpücük gönderdi. Sonra da yanında sığ nefesler alırken alanı gözleriyle tarayan Nick'e döndü. "Gel buraya Nick, gel ve sevgiline son bir çağrı gönder. Bu sefer gelmesi için biraz daha yüksek sesle bağır olur mu?"

Gena'nın haykıran son sözleriyle heyecanları yeniden zirve yapan insanlar kuvvetle alkışlamaya başladı. Tüm gözler artık Madison'ın olduğu taraftaydı. Nick'in göğsü heyecanla inip kalkıyor, sevdiği kadının ona gelmesini bekliyordu.

O sırada çok katlı pastayı taşıyan tekerlekli araba bir kaç kişinin yardımıyla sahneye çıkarılmıştı. Hoparlörlerden doğum günü şarkısı çalmaya başladı. Nick Madison'ın ona geleceğini düşünüyordu. Barbara ne yapmış olursa olsun Nick'in gerçek ve tek aşkı olduğunu biliyordu. Madison'a güveniyordu.

Madison şarkı ikinci kez çalmaya başladığında ona doğru bir kaç adım atmıştı ki Nick'in onu aylardır kandırdığı aklına gelince duraksadı. Ayakları sevdiği adama koşmak isterken yüreği paramparçaydı.

Nick'in kalbi öylesine hızlı atıyordu ki, neredeyse kalp krizi geçirmek üzereydi. Umut ve korku arasında gidip geldiği dakikalar ona sonsuzluk gibi gelmişti. Sonra aynı anda iki şey oldu. Genç kadın sahneye yürümek üzereyken birden tam aksi yönde koşmaya başladı ve diğer taraftan bir garsonu kovalayan Corine çığlık çığlığa bağırdı.

"Yakalayın şu adamı!"

İnsanlar pastayı getiren garsonlardan birinin paniğe kapılmış halde kaçışıyla Madison'ın çıkışa doğru koşturmasını izlerken ikiye bölündü. Nick hayal kırıklığı ve öfkeyi aynı anda hissetmişti. Ancak bir an bile tereddüt etmeden sahneden aşağı atladı ve Madison'ın peşinden koşmaya başladı.

O sırada Corine ve onun öncesinde Troy tüm gücüyle sahneden kaçan adamın peşinden koşuyordu. İnsanlar telaşla kenara çekilirken Troy önde Corine arkada adamın yakalamaya kovalamaya devam etti. Gena ve Drake'in yanında süratle geçerlerken, "Neler oluyor?" diye bağırdı Gena, ancak Corine cevap vermek için durmadı.

Yalnızca, "İşte bu o adam!" diye bağırdı. "Onu yakaladık."

Telaşa kapılan insanlar sağa sola kaçışmaya başlamışlardı. Güvenlik kalabalığı kontrol altına almaya uğraşırken Troy adamla arayı kapatmaya çalışıyordu ancak adam çok hızlıydı. Masaların etrafından ve sandalyelerin üstlerinden insanlara çarpmadan usta manevralarla sıçrıyordu. Bir tazı kadar kuvvetli ve kıvraktı. Bir içki masasının üzerinden olimpik atletler gibi bacaklarını açarak atladığında Troy da küfrederek aynı şeyi yapmak zorunda kaldı. Adamın yorulmasını ve yavaşlamasını umuyordu. Kalbi yaşadığı adrenalin yüzünden patlayacakmış gibi hızla atıyordu.

Adam bir süs havuzunu etrafından dolaşıp dik merdivenleri üçer beşer inmeye başladığında Troy bu kaçma kovalamacadan usanmıştı. Üstelik adamı neredeyse elinde kaçırmak üzereydi. Merdivenlerin tepesine gelince hiç durmadan havaya sıçradı ve kendini büyük bir hızla adamın üzerine fırlattı. Aşağıya doğru birlikte bir kaç metre yuvarlandıktan sonra dev bir punç kasesinin dibinde durdular. Kase üzerlerine devrilince ikisi de kırmızı alkollü içeceğe bulanmıştı.

Troy alttayken adam çenesine bir yumruk attı. Genç adam bir anlığına yıldızları gördüğüne yemin edebilirdi. Ardından kendine gelmek için kafasını iki yana salladı ve adamı hızlı bir tekmeyle üzerinden attı. Bir kaç metre ileri savrulan adamın üzerine yeniden atladı ve bu kez onu var gücüyle yumruklamaya başladı. Adam karşı koymak için dirseğini midesine geçirmişti. Troy acıyla kükredi, sonra da adamı var gücüyle yere serdi. Kafasını çimlere gömerek elinin altında ezmişti.

Adam güçlükle nefes alıyordu. "Deli misin be adam! Ne istiyorsun benden?" diye soluduğunda Troy göğüs kafesine oturmuş, hareket etmemesi için kollarını iki yandan dizlerinin altına sıkıştırmıştı.

"Bu kadar ateşli bir şekilde kaçmak için bir sebebin olduğuna göre bunu bize sen söylemelisin."

"Hiç bir şey anlamıyorum. O deli kadınla birden beni kovalamaya başladınız."

"Ne yaptığını bilmediğini mi söylemeye çalışıyorsun?"

"E-evet."

"Yalancı. Şimdi beni iyi dinle, eğer bana hemen yaptıklarını itiraf etmezsen parmaklarımla nefes borunu öyle bir ezerim ki ömrünün sonuna kadar tüplere bağlı olarak yaşamak zorunda kalırsın. Nick'in geçirdiği kazayla ilişkin ne? Buraya geliş nedenin ne?"

"Ben... Siz. Ne?"

"Troy bekle. Ölürse hiç bir işimize yaramaz." Corine nefes nefese yanına diz çöktüğünde adamın göz ucuyla ona merhamet dilercesine baktığını fark etti. "Daha ne ile suçladığımızı bile bilmiyoruz."

"Biliyoruz." dedi Troy dişlerinin arasından. "Bana bildiğini söyledin."

"Evet ama asıl suçlu o olmayabilir."

"Kadın doğru söylüyor." dedi adam boğulurcasına. "Ben masumum."

"Sana masum olduğunu söylemedim."

"Bırak da onu geberteyim." Troy daha çok bastırınca adamın rengi kırmızıdan mora dönmeye başlamıştı. Corine telaşla koluna yapıştı.

"Hayır bekle! Eylemleri bu adam yapmış olsa bile asıl suçlu azmettirendir, unuttun mu?"

"İyi ya, bize bunu kimin için yaptığını söylerse onu bırakırım."

"Onu duydun. Eğer kim olduğunu söylersen seni bırakacak. Söz veriyorum."

"Ne-neden bahsettiğinizi bilmiyorum."

"Bize yalan söyleme." diye devam etti Corine. "Seni o gün sette gördüğümü hatırlıyorum. Saçların şimdikinden daha kısaydı ve sakalın vardı. Kayaların yanından çıktıktan bir dakika sonra Nickholas'ın da üzerinde olduğu köprü parçalara ayrıldı. Sabotaj olduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamıyorum. Bunu yapan sendin. Ama kimin için?"

"Konuş hadi!" Troy'un parmakları adamın soluğunu iyiden iyiye kesmişti. Öyle çok sıkıyordu ki adam altında hareket edemiyordu.

"Biraz gevşet ellerini kahrolası. Eğer ölürse işimize yaramaz. Daha öncekilere de böyle yapmıştın. Sonra bir sürü evrak işleriyle uğraşmak zorunda kaldım."

Troy ellerini bir parça gevşetince adam alabildiği tüm oksijeni oburca ciğerlerine çekti. "Siz kimsiniz tanrı aşkına?"

"Ben dedektif Co." dedi Corine tatlı tatlı gülümseyerek. "Bu da eğer istediği itirafı alamazsa Azrail’in olacak kişi."

Corine'in uydurduğu hikaye hoşuna gitmiş olacak ki Troy genişçe gülümsedi. "Kenara çekil Co. Ölülerin gözlerine bakamadığını söylememiş miydin?"

"Bu son şansın." diye tekrar uyardı Corine. "Bir saniye sonra onu artık daha fazla tutamam."

Genç kadın omuz silkerek arkasını dönünce adam birden, "Warren'dı." diye bağırdı. "Köprüyü sabote ettiren kişi Warren'dı. Ondan bunu isteyen de Freeman. İkisi yaptı. O ikisi Nickholas'a bir ders vermeye çalışıyordu. Ben masumum. Şimdi beni serbest bırakın."

"Buraya neden geldiğini söylemeden olmaz." Troy yeniden tüm ağırlığını altında debelenen adamı sabit tutmak için kullandı. "Garson kılığına girdiğine göre bir amacın daha olmalı."

"Söyle hadi?"

"Bomba." dedi adam soluk soluğa. "Partide bir zaman ayarlı bomba var."

"Ah siktir!" Corine küfrederek ayağa fırlarken Troy adamın yakasını bıraktı. Ne yazık ki daha fazlasını öğrenemeden adamları bayılmıştı.

................

"Madison, bekle!"

Madison sanki rüzgarla yarışıyor gibi yürüyordu. Onun sadece yürüyor olmasına ve Nick'in koşmasına rağmen neden ona yetişmekte zorlanıyordu? Çarptığı insanlardan özür dileyerek olabildiğince hızlı kalabalıktan sıyrılmaya çalıştı. Sonunda Madison tam bahçeden çıkmak üzereyken onu yakaladı.

"Sana bekle dedim Madison. Neden benden kaçıyorsun?"

"Benden ne istiyorsun Nick?"

"Ne istediğimi gayet iyi biliyorsun."

"Beni rahat bırak."

"Neden? Ne oldu? Madison, benimle konuşurken lütfen yüzüme bak."

Madison bakışlarını sonunda yerden kaldırdığında Nick gözlerindeki gördüğü kırgın ifade yüzünden küfretti.

"Neler oluyor Maddie? Neden yanıma gelmediğini söyler misin? Orada milyonlarca insanın karşısında durmuş bir ahmak gibi gelmeni bekledim."

"Üzgünüm. Kendimi oraya çıkmaya hazır hissetmiyordum."

"Bunu anlayışla karşılayabilirim. Ama bana kaçmanın nedenini söylemelisin." Nick kollarından tutup onu kendine çevirdi.

"Madison. Neler oluyor?"

Nick'in yumuşak sesi Madison'ın çözülmesini sağladı. "Bana yalan söyledin." diye fısıldadı.

Nick'in bedeni duyduğu o tek kelimeyle anında buz kesmişti. "Bu... bu da ne demek şimdi?"

"Evliliğimiz başından beri sadece koskoca bir yalandan ibaretti demek. Biz Las Vegas’ta hiç evlenmedik, öyle değil mi Nick? O belgelerin hepsi sahteydi."

Nick ne diyeceğini bilemediği için sertçe yutkundu. Ancak boğazındaki acı yumru bir türlü geçmiyordu. Madison gözlerinin içine bakarak, "Söylesene!" diye bağırınca bir adım geri atmak zorunda kaldı.

"Evet."

"Tanrım." Genç kadının gözlerini hayal kırıklığıyla kapandı. "Bu yüzden parmağımda bir yüzük olmadan o otel odasında uyandım. Başta onu kaybettiğimi sanmıştım ama sonra sende olduğunu söyledin ve ben de tam bir ahmak gibi onu görmek bile istemedim. Hiç olmayan bir yüzüğü bana nasıl gösterebilirdin ki zaten. Ortada yüzük filan yoktu. Ah hayır bir yüzük vardı." Madison eliyle alnına vurdu. "Çantamda renkli, basit plastik bir yüzük bulmuştum. Şimdi hatırlıyorum. Onu çantamın içinde gördüğümde sakız kutusundan çıktığını sanmıştım. Gerçekten öyleydi, değil mi? Madison dramatik bir şekilde gülmeye başladı. "Aman Tanrım. Ne aptalım."

"Madison, lütfen açıklamam için bana izin ver."

"Çok eğlenmiş olmalısın. Ne de olsa sabah uyandığımda hiç bir şeyi hatırlamıyordum. Bana uyduracağın her palavraya inanmaktan başka şansım yoktu, öyle değil mi?" Son kelimeleri azarlar gibi söylemişti. Nick'in yüz hatları acıyla kırıştı.

"Hayır Madison. Hiç bir şey sandığın gibi değil. Seninle dalga geçmek istemedim. Tamam belki başlarda istedim." Madison hırlayarak ondan kaçmaya çalışırken Nickholas aceleyle önüne geçti. "Ama sonra bu evlilik oyunu hoşuma gitti, anlıyor musun? Seni gerçekten sevdiğimi fark ettim. Sonra da bu masalın gerçek olması için elimden ne geliyorsa yapmaya çalıştım. Her şey seni sevdiğim içindi Madison. Sana âşık oldum."

"Beni aptal yerine koydun."

"Yemin ederim bunu hiç istemedim. Sana defalarca anlatmayı denedim. Bir kısmında araya başka engeller girdi, diğerlerinde ise cesaretimi kaybettim."

"Böylelikle sen de gerçek bir düğün planlarsan her şeyi ört bas edeceğini düşündün. Ben ikinci düğünümüze hazırlanırken, sen dâhil herkes ilk defa evlendiğimizi bilecekti."

Nick suçlulukla başını öne eğdi. "Kulağa adice geldiğini biliyorum, ama başka çarem kalmamıştı. Seni kaybetmek istemiyordum."

"Beni yalanlarla elinde tutmaya çalışmak yerine gerçekleri anlatabilirdin."

"Küçük masum bir yalandı sadece. Bu kadar büyüyebileceğini hesap edemedim."

"Küçük masum bir yalan mı?" Madison öfkeyle bağırdı. "Küçük masum bir yalan mı? Beni ne duruma düşürdüğünün farkında mısın sen? Annen benim servet avcısı bir sürtük olduğumu düşünüyor. Büyük ihtimalle baban da öyle."

"Annem mi?" Nick irkilerek başını kaldırdı.

"Tanrım, büyük annenin neden bana ilk görüşte öyle kötü davrandığını şimdi anlıyorum. Kadın kim bilir hakkımda neler düşünüyordu."

"Madison, sen neden bahsediyorsun? Evliliğimizi bugüne kadar arkadaşlarından başka hiç kimseyle paylaşmadım." Nick'in hayreti yüzünden okunsa da Madison bu kez ona inanmayı reddediyordu.

"Bu bizim sırrımızdı. Nasıl öğrendiklerini bilmiyorum."

"Ben de bilmiyorum ve açıkçası artık ilgilenmiyorum. Eğer izin verirsen şimdi gitmek istiyorum." Madison uyarırcasına bakınca Nick ancak o zaman kolunu tuttuğunu fark edip geri çekildi.

"Lütfen Maddie! Böyle çekip gitme. Yalvarırım konuşalım."

"Yeterince konuştuk. Artık yalnız kalmak istiyorum."

Nick uzaklaşan Madison'ın arkasından gitmek isterken bir el onu durdurdu. "Bırak biraz yalnız kalsın."

Nick önce Drake'e sonra da sevdiği kadının ardından hüzünle baktı. Hissettiği çaresizlik yüzünden göğsünün sıkıştığını hissediyordu. Sanki bir el kalbini tutup acımasızca sıkıyordu.

"Bir çuval inciri berbat ettim." Belki de hayatının aşkını sonsuza dek kaybetmişti. Lanet olsun. Hepsi kendi aptallığı yüzündendi. Kendini alkole vurmak, adını unutuncaya kadar içmek istiyordu.

"Düzelecektir. Madison mantıklı kadındır. Düşününce bunu neden yaptığını anlayacaktır."

Nick başını kaldırıp baktı. "Sen neler olduğunu biliyor musun?"

"Şey, konuşmalarınızın bir kısmına kulak misafiri oldum diyelim. Anladığım kadarıyla onu aylardır evli olduğunuz yalanına inandırmışsın." Drake ağzını yamultarak kıs kıs güldü. "İtiraf etmeliyim dostum bunu ben bile akıl edemezdim. Gay yalanı bana daha akıllıca gibi gelmişti."

"Belki de ben de aynısını denemeliydim." Nick de acı acı güldükten sonra aniden ciddileşti. "Niyetim kötü değildi. Yemin ederim."

"O halde onun bunu görmesini sağlamalısın."

Nick başını umutsuzca iki yana salladı. "Gitmeden önce bana nasıl baktığını görmedin mi? Tıpkı bir pislikmişim gibi. Kendimi hiç bu kadar berbat hissetmemiştim. En kötüsü de ne biliyor musun?" dedi, Drake ona anlayışla bakarken. "Kendimi gerçekten bir pislik gibi hissediyorum."

Drake elini omzuna atıp sıktı. "Eskiler ne derler bilirsin? Bir kadeh içkinin çözemeyeceği tek sorun mezardadır." Drake onu içki masalarından birine yöneltirken Nick hak vererek başını salladı. Aklına şu anda daha iyi bir fikir gelmiyordu.

........

Madison titreyen elleriyle küçük çantasını açtı ve lanet anahtarları aramaya başladı. Ne yazık ki el çantasının içinde cep telefonu, ruj, bir allık fırçası ve pudra ile o lanet gebelik testi dışında hiç bir şey yoktu. Zaten böyle aptal çantalar gösterişten başka hiç bir işe yaramıyordu. Aklına son anda buraya kendi arabasıyla gelmediği gelince yüzünün ortasına bir yumruk atma isteğiyle doldu.

Hayır. Asıl yumruk atmak istediği kişi Nick'di. Hem de öyle bir yumruklamak istiyordu ki, onunla işi bittiğinde yüzünü bir daha kullanamaz hale gelecekti. Tanrım onu nasıl kandırabilmişti? Madison düşündükçe öfkesi daha da alevleniyordu.

Hızı adımlarla bahçenin dışına, oradan da parti alanının dışına çıkarak kaldırım boyunca yürümeye başladı. İleride konuklar için hizmet veren bir taksi durağı olmalıydı. Neyse ki görünürde gazeteci filan yoktu. Madison sıkan ayakkabılarından kurtulmaya can attığı için daha fazla dayanamadı. Kaldırımın kenarına oturmak istedi ancak elbisesini çimen lekesine bulamamak için son anda vazgeçti. Sonunda yol kenarında dizili pahalı arabalardan birine yaslanıp ayakkabılarını ayağından çıkardı. Ayakları öyle rahatlamıştı ki, neredeyse mutluluk dansı yapacaklardı. En azından bedenini saran sıkıntılardan birinden kurtulmuştu. Diğeri ise...

Off. Nick'i düşünmek yüreğinin bir parçasını eksik hissetmesine neden oluyordu. Nasıl bu kadar aptal olabilmişti? Aylardır çantasında sahte bir belgeyle yaşayan kendisiydi. Bunun doğruluğunu test etmek için bir avukata gidebilirdi. Peki neden yapmamıştı? Nick'e tamamen güvendiği için mi, yoksa inkar ettiği anlarda bile içten içe gerçek olmasını istediği için mi?

O zamanlar Nick'den kurtulmak için bolca zamanı vardı. Ancak defalarca dile getirmesine rağmen boşanmak için en ufak bir adım atmamıştı. Onca zaman içinde sadece durmuş ve Nick'in ona verdiği ne varsa kabul etmişti. Üstelik buna bir bebek de dâhildi.

Uzun uzun iç geçirerek elini karnına götürdü. Artık yalnız başına değildi. Bundan sonra vereceği her karar da bebeğini de düşünmesi gerekecekti. Ayrı bir eve taşınmak zorunda kalabilirdi. Belki de Texas’taki iş teklifini kabul ederdi. Uygun bir zamanda Nick'e bebekten bahsetmek zorundaydı ancak bu bebeği tek başına büyütmek zorundaydı.

Elinin tersiyle yanağından süzülen bir damla yaşı silerken başını kaldırıp yıldızlarla dolu gökyüzüne baktı. Bir anda kendini inanılmaz yorgun hissetti. Her şey Las Vegas’taki o lanet geceyi hatırlayamadığı için başına gelmişti. Peki ama ne olmuştu da o bir kaç saat beyninden adeta silinmişti? Kaza mı geçirmişti? Başına bir şey mi düşmüştü? Nick bilseydi ona söyler miydi?

Zihninden bu düşünceler geçerken elinin altındaki kaportanın hareket ettiğini hissetti. Yerinden doğruldu ve camları siyah film kaplı spor arabanın içinin boş olmadığını anladı. İçeride birileri vardı. Kahretsin. Muhtemelen bir çiftti ve büyük ihtimalle sevişiyorlardı. Şansına onlarca arabanın içinde düzüşenlerinkine denk gelmişti.

İçeriye göz atma isteğini bastırarak yavaşça kenara çekildi. Belki sessizce çekip giderse onu fark etmezlerdi. Derken arabanın içindeki bir yüzü tanıdı. Adamın üzerinde pahalı bir smokin vardı. Gecenin başında onu girişte görmüştü ancak görmezden gelmişti. Keşke şimdi de görmemiş olsaydı.

Özenle taranmış saçları ve tüm yakışıklılığıyla arabanın içindeki Eduardo Morales'den başkası değildi. Madison dayanamayıp biraz daha eğilerek içeriyi net görmeye çalıştı. Morales'in yanındaki kadını görünce ağzı kocaman bir o şeklini almıştı. Kanal 9'un muhabiri Daisy.

O kıvırcık saçları ve baygın gözleri nerede görse tanırdı. Gerçi şu anda gözleri yarı yarıya kapalıydı. Madison onları gözetlediği için kendini pis bir röntgenci gibi hissediyordu ancak merakını bastırmakta giderek zorlanıyordu. İkisi de yan yana oturdukları halde birbirlerine dokunmuyorlardı. Dahası, Daisy denen kadın koltukta uyuyor gibiydi. Morales ise üzerine doğru eğilmişti. Öpüşüyorlar mıydı? Hayır.

Morales biraz geriye çekilince elindeki bir şey parlamıştı. Madison adamın elindeki zincirin ucunda sallanan saatten gözlerini ayıramadı. Bu saat garip bir şekilde ona tanıdık geliyordu. Hafızasını yokladı ancak saatle ilgili en ufak bir şey bile anımsayamadı. Tuhaf. Gözleri ritmik bir şekilde sallanan saatteyken Morales aniden arkasını dönüp onunla göz göze geldi. Madison irkilerek kaçmaya çakışırken adam çoktan kapıyı açıp karşısına dikilmişti.

"Madison dur!"

"Ben... Ben gitmek üzereydim. Hiç bir şey görmedim."

"İkimiz de yalan söylediğini biliyoruz. Neden bizi gözetliyordun?"

Madison elindeki saati işaret etmek istedi ancak Eduardo onu çoktan yok etmişti.

"O saatle ne yaptığını merak ediyordum." Eğilip açık kapıdan içeriye baktı ve Daisy'nin hareket etmediğini görünce ufak bir çığlık attı. "Aman Tanrım. Yoksa onu, onu öldürdün mü?"

"Saçmalama Madison elbette öyle bir şey yapmadım. Ben katile filan mı benziyorum?"

"Katillerin neye benzediklerini bilmiyorum." Madison korkuyla geriye çekilirken Eduardo onu kolundan sıkıca tutarak güldü.

"Lütfen benden korkma. Sana zarar vermeyeceğimi biliyorsun."

"O halde kolumu bırak."

"Kaçmayacağına söz veriyor musun?" Madison çabucak başını sallayınca Morales kolunu bıraktı ve söz verdiği gibi kaçmadığını görünce rahat bir nefes aldı.

"Bana burada ne yaptığını anlatacak mısın?"

"Sadece buradan geçiyordum. Peki sen bana ne yaptığını anlatacak mısın?"

"Bunu yapamam Madison." Genç adam başını hüsranla iki yana salladı. "Bu kendimle ilgili bir sır ve sana anlatmam mümkün değil."

"Tamam. O halde çığlık atıp etrafımıza insanlar toplamamın bir sakıncası olmaz."

Eduardo bir süre elleri ceplerinde parmak uçlarına baktı. Ardından pes bir nefes vererek, "Pekala." dedi. "Sen kazandın. Ne bilmek istiyorsun?"

"Daisy'e ne oldu?"

"O, bir çeşit uykuda sadece."

"Onu neden uyuttun?"

"Bunu yapmak zorundaydım."

"Neden?"

Eduardo Madison'ın pes etmeyeceğini anlamıştı. "Bundan bir kaç yıl önce bir hastalık geçirdim." diye başladı. "Varikosel." Eduardo'nun hastalığın ismini telaffuz ederken bakışlarını kaçırmasından Madison bunun cinsel organıyla ilgili bir hastalık olduğunu hemen anlamıştı. "Eğer duymadıysan testislerde meydana gelen bir çeşit toplardamar genişlemesi de diyebiliriz Hayaların genişleyerek..."

"Tamam ne olduğunu anladım." diye hızla araya girdi Madison.

"Her neyse. İleri derecedeydi ve uzun süren tedaviler gerektirmişti. Bu tedavinin bazı yan etkileri olmuştu tabi."

"Kısırlık gibi mi?"

"Ve üreme eksikliği. Yani sperm sayılarında azalma. Cinsel iktidarsızlık vb."

"Yüce Tanrım." Madison gözlerini sıkıca kapattı. "Bana o saatle mastürbasyon yaptığını söylemeye kalkışma sakın."

"Tabii ki hayır." Eduardo güçlü bir kahkaha attı. "Tanrım böyle bir durumda bile beni güldürmeyi başarıyorsun. Gerçekten harika bir kadınsın Madison. Bu saatle," dedi cebinde sakladığı köstekli saati çıkarıp havada bir kaç kez sallayarak. "bir çeşit hipnoz yapıp kadınları etkiliyorum. Ve onları benimle zihin uçuran bir seks deneyimlediklerine inandırıyorum."

"Anlayamadım. Lütfen şu saati sallamayı keser misin bu arada? Dikkatimi dağıtıyor."

"Nasıl istersen." Saat yeniden Eduardo'nun cebinde gözden kaybolurken Madison kaşlarını çattı.

"Yani sen şimdi bu saati sallayarak bir kadının şeyinin ucunda sallandırdığına mı inandırmış oluyorsun?"

"Penisimin."

"Her ne haltsa."

"Evet."

"Bu inanılmaz."

"Bu hipnoz tekniğini otellerimizde bir haftalığına misafir ettiğimiz sirk ekibinde çalışan birinden öğrenmiştim. Adam usta bir illüzyonistti. Yüklü bir para karşılığında bana işime yarayacak bir kaç numara öğretti."

"Sen de bunu masum kadınların üzerinde kullandın öyle mi?"

"Kadınlara zarar vermiyorum Madison. Onlara tecavüz de etmiyorum." Genç adam alayla güldü. "Zaten istesem de böyle bir şeyi yapamam. Sadece bir kaç saatliğine benimle iyi vakit geçirdiklerini düşünmelerini sağlıyorum hepsi o kadar."

"Bunu neden yapıyorsun peki? Yani bundan zevk filan mı alıyorsun?"

"Ah, tatlım." Eduardo uzanıp yanağını okşamaya çalıştığında Madison kıpırdamadı. "İnsanların benim gibi bir Kazanovalardan ne tür beklentilerinin olduklarını tahmin bile edemezsin. Kadınların etrafımda sürekli dönüp durduğunu ve yatağıma girmek için nasıl sıraya girdiklerini bir bilseydin bana hak verirdin. Yalnızca bir teki bile onu memnun edemediğimi düşündüğünde bu dedikodunun kulaktan kulağa nasıl hızla yayılacağını bir düşün? Sosyetedeki itibarım iki paralık olurdu."

Madison adamın bunu neden yaptığını anlayabiliyordu. Yine de bu yaptığının oldukça bencilce ve adice olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Madison, "Son bir şey daha sormama izin ver." dediğinde Morales başıyla onayladı.

"Bilmen gereken her şeyi anlattığımı düşünüyorum."

"Las Vegas’tayken bu yöntemi benim üzerimde de kullanıp kullanmadığını bilmek istiyorum. O son geceye dair anılarım hafızamdan silinmiş gibi hissediyorum. Sanki hard diskimin bir kısmı yanmış gibi."

Morales'in rahat duruşu aniden bozuluvermişti. Ellerini soktuğu ceplerinden çıkartıp boğazını temizledi. Söyleyeceği şeyden sonra alacağı tepkiden korkuyormuş gibi gözleri sağa sola dönerken Madison gerginlikle cevabını bekliyordu.

"Sana yalan söylemeyeceğim Madison. Senden çok etkilendiğimi kabul ediyorum. Kumarhanede geçirdiğimiz o gece hafızana küçük dokunuşlar yaparak kollarımda harika dakikalar geçirmeni amaçlamıştım. Ancak işler planladığım gibi gitmedi. O gece oyun odasında kafayı bana takmış bir esmer, seninle özel ofisime kapandığımı görünce peşimizden geldi. Hipnozun tam ortasındaydık. Zihnini boşaltmış kendim için yer açmıştım. Bunu defterinde yazı yazılmamış temiz bir sayfa gibi düşün. Belleğinde ufacık bir boşluk açtığım sırada anılarınla oynayamadan kapı çalınca durmak zorunda kaldım. Kadın alkolü fazla kaçırmıştı. Israrcı bir tipti. Olay çıkaracağını fark edince seni bir bahaneyle arka kapıdan gönderip yerine onu içeri aldım. O anda hiç bir şey düşünmüyordum. Senin adına en kötü olabilecek şey o geceye dair hiç bir şeyi hatırlamamak olacaktı." O akşam Nickholas'ın neden Morales'in ofisinin önünden volta atarken öfkeden köpürdüğünü şimdi anlıyordu. İçerideki kadını Madison sanmıştı.

"Gerçekten hiç bir şeyi hatırlamıyorum."

"Ne yazık ki hipnozu tersine çevirecek vaktim olmadı. Daha sonra sana bunu açıklayacak cesareti bulamadan çoktan gitmiştiniz."

"Siz erkekler ve korkaklığınız." Madison ağzının içinde bir şeyler mırıldandı.

"Beni suçlamakta haklısın Madison. Senden gerçekten çok özür dilerim. Bana hayran olmanı istemekten başka bir niyetim yoktu. Senden gerçekten hoşlanmıştım. Hâlâ da hoşlanıyorum."

Morales ona doğru yaklaşmak isterken Madison'ın tek bir bakışıyla durmak zorunda kaldı.

"Affedersin. Anlattıklarım hususunda sana güvenebilir miyim? Yani kimseye söylemeyeceğine dair."

"Merak etme sırrın bende güvende. Seni affetmeye gelince, ancak seni tek bir şartla affedebilirim."

"Ne istiyorsan, söylemen yeterli."

"O gece yaşadığım hatıralarımı senden geri istiyorum. Benden çalığın o bir kaç saate ihtiyacım var Eduardo."

Morales'in siyah kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Ardından gözleri anlayışla parlayıp kısıldı.

"Nasıl istersen canım. Dileğin benim için emirdir."

Genç adam cebinden cep saatini çıkardı ve zincirinden tutup gözlerinin önünde sallamaya başladı. "Şimdi rahatla ve kendini bana bırak."

Madison sertçe yutkundu. Bunun tehlikeli bir şey olduğunun farkındaydı. Morales'e ne kadar güvenebileceğini bilmese de denemek zorundaydı. Kaybedecek neyi vardı ki?

"Bu işlemi yaparken oturuyor olmamız gerekmiyor mu?"

"Sadece saate bak Madison."

"Bu kez sana güvenmek istiyorum Eduardo. Lüften beni hayal kırıklığına uğratma."

"Hiç kuşkun olmasın canım. Şimdi tüm dikkatini saate vermeni ve yalnızca benim sesime odaklanmanı istiyorum..."

Saatin büyüleyici hareketleri Eduardo'nun etkileyici ses tonuyla birleşince bir kaç saniye içinde Madison'ın görüşü ve zihni bulandı.

"Artık tüm bedenin ve zihnin yalnız 0bana itaat edecek Madison. Beni anlıyorsan başını bir kez sallamanı istiyorum."

Madison denileni yaptı. "Aferin. Akıllı kız. Şimdi sende zihninin odalarına girmeni ve geri dönerek hapsettiğin hatırları tozlu raflarından çıkarmanı istiyorum. Hangileri olduğunu biliyorsun. Onları bulduğunda başını bir kez salla." Madison yeniden başını salladı. "Güzel. Üçe kadar saydığımda parmağımı şaklatacağım ve sen Vegas’taki tüm anılarını yeniden hatırlayacaksın, anlaştık mı?"

Madison adamın etkileyici sesine ve saatine ritmik büyüsüne kapılmış halde başıyla onayladı.

"Bir....İki... ve üç."

Morales parmağını şıklattığı anda tüm anılar Madison'ın zihnine bir bilgisayar ekranından akan anlamsız şekiller gibi ışık hızıyla dolmaya başladı. Bu öyle garip bir andı ki, ayaklarının yerden kesildiğini ve bulutların üzerinde gezindiğini hissetti. Gözlerini yeniden açtığında dengesini bulmakta zorlanınca Morales ona yardım etti.

"İyi misin canım?"

"Evet." Gözlerini bir kaç kez kırpıştırıp etrafına bakındı. Ne yaptıklarını düşündü ve mucizevi bir şekilde hafızasının geri geldiğini fark edince kaçan keyfi yerine gelmişti. Madison kahkahalarına engel olamayıp gülmeye başladı. Hatırlıyordu. O geceyi, Nickholas'la çıktıkları çatı katını, sahte yüzükleri ve nikahı. Buna inanamıyordu ama olmuştu. Eduardo da ona katılmış, onunla birlikte gülüyordu.

"Bu gerçekten inanılmazdı."

"Değil mi? İlk yaptığımda ben de kesinlikle inanamamıştım. Seni böyle mutlu gördüğüme sevindim Madison. Sen mutluluğu hak eden bir kadınsın."

Madison gülümsemesini bastırmak için başını eğdiği sırada büyük bir patlama sesi ayaklarının altındaki yeri sallayıp kulaklarını doldurdu. Madison ne olduğunu anlamak için Morales ile aynı anda arkasını döndü. Kara bir duman ve çığlıkların yükseldiği sesler Nickholas'ın da içinde olduğu parti alanından geliyordu.

Loading...
0%