Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm

@sagetaylors

Sirenler duyuldu. Arabalar ve insanlar etraflarına doluştu. Polisler Charlie'yi tutuklayıp götürürlerken, sağlık görevlileri hiç vakit kaybetmeden Drake'e gereken ilk yardımı yapıp, onu en yakın hastaneye kaldırmışlardı. Bıçak yarası derin değildi, fakat dikiş gerekecekti. Ve kan kaybı yüzünden bir miktar takviyeye ihtiyacı olacağını söylemişlerdi.

Kabus gibi bir geceydi. Hastaneye giderken ve ondan sonraki dakikalar boyunca yanından bir an olsun ayrılmayan Gena, özel odaya alındıktan ve kendine geldikten sonra da Drake'e aynı özenle bakmaya devam etmişti. Bu bazen boğucu olsa da Drake halinden memnundu.

"Hadi ama koca bebek, bir kaşık daha."

"Daha fazla yemek istemiyorum Gena, lütfen ısrar etme!"

"Ama çabucak iyileşmen için yemen gerekiyor."

"Doydum diyorum, neden inanmıyorsun?"

"Söz veriyorum, bu son."

Gena çorba kaşığıyla ona uzanmaya çalışırken kapı vurulunca Drake rahatlayarak derin bir nefes aldı.

"Sonunda! Süvariler beni kurtarmaya geldi."

"Kahretsin!" diye küfretti Gena. "Girin!"

Kapı aralığından önce Corine'in gülümseyen yüzü, ardından ise elinde koca bir buket çiçekle Troy göründü.

"Selam." dedi Corine neşeyle. "Umarım yanlış zamanda gelmemişizdir?"

"Hayır." dedi Drake.

"Evet." dedi aynı anda Gena. Sonra da ona tersleyen bir bakış attı.

"İçeri gelmemizi istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

"Sen ona aldırma ufaklık, gelin hadi." Drake eliyle bir işaret yaptı. "Gena bana o son kaşığı yediremediği için hırs yaptı sadece."

"Ben hırs filan yapmadım. Sadece sana iyi bakmaya çalışıyordum. “Gena somurtarak yemek tepsisini bir kenara iterken, Corine ve Troy yatağın yanına yanaşmışlardı.

Yaralandığı için Gena'nın kendini suçlu hissettiğinin farkındaydı. Bu olanların başına onun yüzünden geldiğini sanıyordu. Drake ise tam tersini düşünüyordu. Eğer aptalca davranmamış ve kendini banyoya kilitlememiş olsaydı, Gena tek başına aşağıya inmek zorunda kalmayacak, dolayısıyla o manyak kadınla tek başına yüzleşmek zorunda kalmayacaktı. Gena'nın boğazında gittikçe moraran çirkin kırmızılıkta izler vardı. Drake onlara her baktığında ölümün kıyısına ne kadar yakın olduklarını hatırlıyordu.

"İyi görünüyorsun dostum." dedi Troy uzanıp Drake ile tokalaşırken.

"Teşekkürler. Daha iyiyim. Muhteşem bir bakıcım varken nasıl kötü olabilirim ki zaten?" Göz ucuyla Gena'ya baktı, ama genç kadın dikkatine bozulan yatak örtüsünü düzeltmeye vermişti.

"Bu bir kinaye miydi?"

"Elbette hayır bebeğim. Böyle bir şeyi nasıl söylersin?"

"Bence bakıcını kızdırmamalısın." Gena'nın gerginliğini fark eden Corine sırıttı. "Böylesini asla bulamazsın. Zeki, tatlı ve becerikli."

Troy, "Üstelik çok seksi." diye ekledi.

"Hemen kesin şunu." Gena'nın gülmemek için kendini zor tuttuğunu gören Drake ona göz kırpıp gönlünü almaya çalıştı. İşe yaramıştı. Gena anında yumuşadı.

"O çiçekler bizim için mi Troy?"

"Ah evet, çiçekler. Az kalsın unutuyordum." Troy çiçekleri Gena'ya uzattı. "Aslında çiçekleri alırken epey tereddüt etmiştim. Corine'le bir erkeğe çiçek alıp almama konusunda tartıştık, sonunda o kazandı tabii."

"Her zamanki gibi." Corine omuz silkti. "Bence çiçekleri herkes sever."

"Çok güzeller." Gena kır çiçeklerinden oluşan buketi alıp boş bir vazoya koyarken Drake'in bakışlarının ağırlığını üzerinde hissediyordu. "Hem neden erkeklere çiçek verilmesin ki? Bence bu çok cinsiyetçi bir yaklaşım."

"Buna alışsan iyi olur." dedi Drake. "Bir kadınla girdiğin savaşı asla kazanamazsın."

Gena ona zafer kazanmışçasına sırıtırken, "Neyse ki bu defa şans senden yanaydı." diye araya girdi Troy, Charlie ile olan mücadelesinden bahsediyordu.

Corine araya girdi. "Patronunun seni öldürmeye çalıştığına hâlâ inanamıyorum. Bize neden Gena'nın tehdit mektupları aldığından hiç bahsetmediniz?"

"Gerek görmemiştik." Corine'in sorusuna Gena cevap vermişti. "Açıkçası önceleri pek ciddiye almamıştım. Birinin bana pis bir şaka yaptığını düşünüyordum. Sonra mektuplar gelmeye devam edince ve Drake onları fark edince ciddiye almamız gerektiğini söyleyip durdu. Keşke onu en başından dinleseydim."

"Evet. Hemen polise gitmeliydiniz."

"Bunu düşündük, ama elimizde birilerini suçlayabilecek kanıt yokken bizi ne kadar ciddiye alırlardı sizce?"

"Galiba haklısın." Corine içinden bir küfür savurdu. "Yine de ucuz atlattınız. O manyak kadın ikinizi de öldürebilirdi."

"Drake'in yeni patronunun eski erkek arkadaşımın manyak üvey ablası olabileceği kimin aklına gelirdi, değil mi?"

"Şu konuyu kapatsak mı artık?"

Drake yatağın içinde huzursuzca kıpırdanmaya başladı. Gena gidip başının altına bir yastık koyarak onun rahatlatmaya çalıştı. "Özür dilerim, ama o kadından bahsettikçe sinirlerim tepeme çıkıyor. Yapacağım son şey bile olsa o kadının uzun süre parmaklıklar ardında kalması için her yolu denemeye hazırım." Yerinden aniden doğrulmaya çalışınca acıyla yüzünü buruşturup kendini yastıklara bıraktı.

"Sakin ol şampiyon. “Gena uzanıp alnına bir öpücük kondurarak onu yatırdı. "Dikişlerinin açılmasını istemeyiz değil mi?" Örtüyü biraz daha üzerine çekerken, "Biraz da siz anlatın bakalım yenilmezler. " diyerek konuyu değiştirdi. "Bütün gece polis merkezinde miydiniz? Umarım başarılarınızdan ötürü size bir madalya filan vermişlerdir."

"Ha ha ha." diye alayla güldü Corine. "Belki inanmayacaksın ama bütün gecemizi, bu işi bizim planlamadığımıza, adamları yakalayanın ve ihbarı yapanın zaten bizler olduğumuza onları inandırmaya çalışmakla geçirdik." Corine Troy'a anlamlı bir bakış attıktan sonra cümlesini, "En zor kısmı da onları adamın kendi kendine düşüp yaralandığına ikna etmek olmuştu." diye bitirdi. Şimdi tüm gözleri Troy'un üzerindeydi.

Troy, "Ne?" diyerek anında savunmaya geçmişti. "O pislikler en yakın arkadaşımı öldürmeye kalkışmıştı. Hem de iki kere. Bir iki yumruk atmışsam n'olmuş yani?"

"Bir iki yumruk mu? Adamın yüzünde şiş ve mor olmayan tek bir nokta bile yoktu. Eğer bayılmasaydı elinden kurtulması imkansız görünüyordu."

"Bilmiyorum." Troy bir elini yumruk yapıp diğer avucuna çarparken yaptığıyla gurur duymuyordu ancak utanmış da görünmüyordu. "O kadar sıkı yumruk attığımı hatırlamıyorum." Biraz daha düşündü ve sonunda pes etti. "Sanırım haklısın. Şiddettin dozunu bir parça kaçırmış olabilirim."

Hepsi bir anda kahkahalara boğulunca Troy utanarak ensesini kaşıdı. Corine onun bu şaşkın ve mahcup hallerini çok şirin bulduğunu kabul ediyordu. Ve onu şimdi, burada öpemeyeceğini bildiğinden bu hakkını sonraya erteliyordu.

"Neyse, biz artık gitsek iyi olacak." Genç kız birden ayağa kalkıp Drake'in yanağına ıslak bir öpücük kondurdu. "Daha gidip Mad ve Nick'i görmemiz gerek. Duyduğuma göre Nickholas'ın annesi ameliyattan daha yeni çıkmış."

"Öyleymiş." diye onayladı Gena. "Madison'la telefonda konuştuğumuzda durumundan bahsetti. B.B.'nin ameliyatı esnasında kanser olduğunu öğrenmişler. Tanrım, Nick yıkılmış olmalı."

"Haklısın."

"Bianca'dan Bayan Becerici diye bahsetmediğine inanamıyorum." Troy alayla güldü. "Yoksa artık ondan eskisi kadar nefret etmiyor musun?"

Gena'nın bakışları uzaklara daldı. "B.B. iyileşene kadar bunu bir süreliğine erteleyebilirim sanırım. Kanser hastalarına karşı zaafım var diyelim. Annemi küçük yaşta mide kanserinden kaybetmiştim." deyince Troy usturuplu bir küfür savurdu.

"Üzgünüm Gena. Bilmiyordum."

"Önemli değil. Zaten uzun zaman önceydi." dedi Gena neşeli görünmeye çalışarak. "Sadece Nick'in şu anda ne hissettiğini çok iyi anlıyorum."

"Hepimiz zor bir gece geçirdik. Biz en iyisi gidip sizi yalnız bırakalım. Tekrar geçmiş olsun Drake."

"Teşekkürler ufaklık."

Corine uzanıp Gena'ya sıkıca sarıldıktan sonra Troy ile el ele tutuşup kapıya doğru yürümeye başladı.

Gena arkalarından, "En iyi haberi duymadan mı gideceksiniz?" diye bağırdı.

"Ne haberi?" Corine'in kulakları tıpkı av kokusunu almış tazı gibi dikilmişti. Onun bu meraklı halleri Gena'yı daima gülümsetirdi. Drake'e anlamlı bir bakış atarak, "Çok yakında evleniyoruz." dedi.

"Aman Tanrım. Ne?"

Troy yüzünü ikiye ayıran kocaman bir gülümsemeyle sırıtmaya başladı. "İnanamıyorum."

Corine çığlıklar atarak koştu ve bu kez Gena'yı daha sıkı kucakladı. Sonra kucaklaşmalar ve tebrikler bir süre daha devam etti. Ta ki, bir hemşire gelip onları sessiz olmaları için uyarıncaya kadar.

.................................

Ander odadan çıkarak kapıyı ardından sessizce kapadı. Nick'in yanına yürürken başını dik tutmaya çalışıyordu ancak bitkinlik bir doksanlık adamın her zerresine işlemiş gibi görünüyordu. Gözleri Nick'inkilerle buluştuğu anda bir tepki vermedi. Nick sertçe yutkunmuştu. Madison'ın elini bir kez sıkıp bıraktı. Madison da aynı şekilde karşılık vererek ona bakmıştı.

Bianca bir saat önce yoğun bakım ünitesinden özel odasına alınmıştı. Doktorlar ameliyatın uzun sürdüğünü ancak zor olmasına rağmen güzel geçtiğini söylemişlerdi. Operasyona katılan alanlarında uzman beş doktor sonunda göğsünün birini parçalayan metal parçasını çıkarmayı başarmışlardı. Hatta beraberinde göğse yayılan kanserli hücrelerin bir kısmını da temizlediklerini söylemişlerdi. Ne yazık ki bu, henüz Bianca'nın hastalığı atlattığı anlamına gelmiyordu. Genç kadının bedeni aldığı ağır yara ve operasyondaki zorluk yüzünden epey hırpalanmıştı. Başhekim onları uzun bir tedavi ve istirahat dönemine hazırlıklı olmaları konusunda uyardı. Bianca'nın bol bol dinlenmesi ve moralinin yüksek tutulması da önemliydi. Eğer şimdiye kadar tedaviyi reddetmemiş olsaydı her şey onun için daha kolay olabilirdi. Fakat Bianca, hiç bir şeyin onu iyileştiremeyeceği, boşuna acı çekeceği gibi saçma bir fikre kapılmıştı. Bu yüzden cerrahi hekim, bir psikiyatrdan randevu almalarını tavsiye etti.

Herkes bu durumun kolay atlatılamayacağının farkındaydı. Ve Bianca'ya yardım etmeye hazırdı.

"Annem nasıl baba?"

"Daha iyi. Az önce tam anlamıyla kendine geldi sayılır ve ilk olarak seni sordu. İyi olduğunu öğrendikten sonra da bu kez patlamayla ilgili sorular sormaya başladı. Şimdi büyük annenle konuşuyor. Ona kendini fazla yormaması gerektiğini söyledim, ama beni dinlemiyor. Sanırım bana çok kızgın."

"Kızgın mı?" Nick kuşkuyla bakınca Ander bakışlarını kaçırdı.

"Şey, bir süredir annenin hastalığından haberdar olduğumu ağzımdan kaçırmış olabilirim."

"Bir dakika. Biliyor muydun yani?" Nick aniden beliren öfkesini dizginlemeye çalıştı. "Yani annemin kanser olduğunu biliyordun ve nedense bunu bana anlatma gereği duymadın."

"Kulağa kötü geldiğinin farkındayım Nick, ama annenin böyle olmasını isteyeceğini biliyordum. Eğer isteseydi bunu bize kendisi söylerdi, değil mi? Annenin gerektiğinde ne kadar inatçı biri olduğunu biliyorsun. Nasıl öğrendiğime gelince, tamamen tesadüftü. Ona bundan aylar önce bir doktor arkadaşımı ziyarete gittiğim gün hastanede rastlamıştım. Annen beni görmedi. Kendi hastanemiz yerine farklı bir hastanedeki doktordan randevu aldığını öğrenince altında bir şeyler olduğunu hissetmiştim. Hastanenin başhekimi arkadaşımdı, başta itiraz etti ancak sonra bana Bianca'nın hasta dosyasının bir kopyasını vermeyi kabul etti. Bianca'yla bu konuda asla yüzleşmedim, fakat tedaviyi reddettiğini duyunca dehşete kapıldım. Onun hayata sıkı sıkıya tutunan yanına daima hayran olmuşumdur. Yaşama sevinci, çalışkanlığı, azmi... Şimdi ise vazgeçiyordu. Buna inanamıyordum. Benim tanıdığım Bianca asla pes etmek nedir bilmezdi. Bu yüzden onu bir şekilde ikna etmem gerektiğini düşündüm."

"Yani Avrupa seyahatinden bunun için mi vazgeçtin? Annemi tedaviye ikna edebilmek için mi?"

"Sorun da bu ya, Bianca da seninle aynı fikirde. Oysa ben..." Ander bu kez utanarak başını yere eğdi. "uzun zamandır ona kendimi affettirmenin yollarını aramaya çalışıyordum." Göz ucuyla Madison'a baktı. Sanırım bir yabancının önünde böyle hassas konularda konuşmak onu utandırmıştı.

"Başarısızlıkla sonuçlanan bir kaç girişimim oldu. Ancak annen hepsini kolaylıkla görmezden gelmeyi başardı. Onu suçlayamazdım tabii. Hiç bir zaman ona layık bir koca olamamıştım. Onun gibi bir kadın bir daha asla hayatıma girmemişti, fakat yine de arayışımdan hiç vazgeçmedim. Bianca'ya bir kez olsun onu sevdiğimi söylemedim. Daha kötüsü ne biliyor musun? Onu en kötü şekilde aşağılayıp, kendini değersizmiş gibi hissettirdim. Onu defalarca aldattım. Kim olsa benim gibi bir kocadan nefret ederdi. Bianca bana inanmadığını söyledi, ona acıdığım için geri döndüğümü sanıyor ve bunun için benden ayrıca nefret ediyor. Aşağılık bir adam olabilirim Nick, fakat inan bana anneni seviyorum,"

Ander başını kaldırınca Nick ilk defa babasının gözlerinin yaşlarla dolu olduğunu görüp şaşırdı. Hissettiği keder sanki yüzünün her ayrıntısına kazınmış gibiydi. Bu Nick'in daha önce hiç karşılaşmadığı bir manzaraydı. Babasının yakışıklı yüzü solgun, dudakları çatlamıştı. Yaşını belli eden çizgiler ilk defa göz ve ağız kenarlarında net bir şekilde seçilebiliyordu. Ander daima kendine bakan bir adam olmuştu. Düzenli spor yapar, yediklerine dikkat eder, gerektiğinde estetiğin mucizelerini kendi üzerinde denemekten çekinmezdi. Ama şu anda sanki bir gecede tam yirmi yıl birden yaşlanmış gibiydi.

"...bu doğru, Bianca'yı seviyorum ve bunu bu kadar geç fark ettiğim için kendimi asla bağışlamayacağım. Onun ve senin için bundan böyle her şeyi yapmaya hazırım. Ömrümün sonuna kadar da sürse kendimi ikinize de affettirmenin bir yolunu bulacağım. Beni anlayacağını umuyorum." dediğinde bakışları Nick ve Madison arasında gidip geldi. Nick o anda, büyük annesinin içeride boş durmadığını fark etmişti. "Onun yanında ve onunla her koşulda savaşmaya hazır olduğumu bilmelisin."

"Bunu yapabilirsin." Nick boğazını temizledikten sonra ne söyleyeceğini bilemezmiş gibi Madison'a baktı. Onun da yüzü yaşadığı şok yüzünden allak bullak olmuştu. "yani, eminim günün birinde annem seni affedecektir."

"Umarım," diyen Ander'in sesi umutsuz çıkıyordu. "ama sanırım onu mutlu edebilmek için önce boşanma evraklarını imzalamam gerekecek."

Nick aniden irkildi. "Boşanma evrakları mı?"

Ander başını salladı. O sırada arkasındaki kapı açılmış Nick'in büyük annesi dışarı çıkmıştı.

"Neyse, bunları daha sonra konuşuruz evlat." dedi Ander, sonra da Nick'in omzunu pışpışlayarak Madison'a gülümsedikten sonra yanlarından yürüyüp gitti. Nick çaresizlikle babasının omuzları çökmüş halde Harrison Gold'un oturduğu yere doğru yürüyüşünü izledi.

Babaları muazzam bir ikili oluşturmuşlardı. Birlikte geçmişi telafi etmek hususunda konuşabilecekleri yığınla şeyleri olmalıydı. Gecenin başından beri Bay Gold'un kızının yanından ayrıldığı tek an, diğer kızının karakolda ifade verdiğini öğrenip yanına gitmek için hastaneden ayrıldığı zamandı.

Troy ve Corine, Nick o sırada kendi dertleriyle meşgulken büyük bir iş başarmış ve bir suikastçıyı yakalayıp hapse tıktırmışlardı. Başından beri Corine'in iddia ettiği şey gerçekti. Nick'i iki defadır ölümden kıl payı kurtaranın eski düşmanlıkları olduğunu öğrendiğinde epey şaşırmıştı doğrusu. Warren ve Freeman'ın ona bu kadar kin güdebilecekleri aklının ucundan bile geçmezdi. Adamın eski nişanlısıyla yaşadığı tek gecelik ilişki ve menajerini istifa ettikten sonra onunla çalıştığı dönemde ondan para çalmakla suçlaması az kalsın büyük bir faciaya sebep olacaktı. Eğer bomba daha etkili malzemeden hazırlanmış olsaydı felaketin büyüklüğü kaçınılmazdı. Nick o ikisinin iyi birer ceza almalarını sağlamak için tüm avukatlarını bu iş için seferber etmişti. Yaptıklarının hesabını yargı önünde en ağır şekilde vereceklerdi.

"Nick?"

"Büyük anne?"

Yaşlı kadın yanların yaklaşırken gözleri bir anlığına birleşen ellerine kaymıştı. "Annen yatıştırıcılar etkisini göstermeden önce sizi görmek istiyor."

"Bizi mi?" Madison şaşırarak sordu. "Beni de mi?"

"Evet."

"Ona ne anlattın büyük anne?"

"Bilmesi gerekenleri. Yani gerçekleri. Artık mutluluğunuza engel olmaya çalışmayacağından emin olabilirsiniz çocuklar." Yaşlı kadın kederli bir nefes verdi. "Eğer onu görmek istemezsen seni anlarım kızım, ama gelinimin bu yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu bilmelisin. O," derken Nick'e baktı. "gerçekten çok üzgün."

Nick Madison'la bakıştı. "Biliyorsun, bunu yapmak zorunda değilsin."

"Biliyorum, ama yapmak istiyorum." Madison'ın kararlı duruşu Nick'i büyülüyordu. 'Benim güçlü kızım', diye düşündü. Onun bu yönüne her zaman hayranlık duymaya devam edecekti. Bir şekilde her zaman cesur olmayı başarıyordu. Cesur ve kararlı.

Avucundaki eli biraz daha sıkınca Madison ona gülümseyerek baktı. "Gidelim mi artık?" diye sorduğunda Nick başıyla onayladı.

"İçeri girmeden önce size söylemek istediğim bir şey var çocuklar. Bianca'ya ne kadar öfkeli olduğunuzu biliyorum. Buna hakkınız var elbette. Yaptığı şey affedilemezdi. Şunu sakın aklınızdan çıkarmayın, çok az anne çocukları için iyi olmayan bir şeyi ister ve Bianca o tür annelerden değil. Hiç olmadı. Hataları var, evet. Hangimizin yok ki?" derken iç geçirdi yaşlı kadın. "Hayat bizi neye mecbur ederse etsin, son kararın daima bize ait olduğunu unuttuğumuz an yanlış yapmaya mahkumuz demektir."

"Ne söylemeye çalıştığını anlıyorum büyük anne. Merak etme, ona karşı nazik olacağım."

Yaşlı kadın damarları belirginleşmiş ellerinden birini Nick'i bir gecelik sakalının üstüne koyup gülümsedi. "İşte benim yetiştirdiğim çocuk." dedi. Madison'a da gülümsedikten sonra bastonuna dayanarak oğlunun yanına gitti.

Madison kadının arkasından bakakalmıştı. "Bana büyük annenden bir canavarmış gibi bahsettiğine inanamıyorum. Tepkisinden çekinmesem ona şuracıkta sarılabilirdim."

"Öyleydi." dedi Nick de şaşkınlıkla. "Sanırım bu olay hepimizi değiştirdi. Ayrıca eminim sarılman çok hoşuna giderdi. Galiba senden hoşlandı."

"Neden bu kötü bir şeymiş gibi söyledin?"

"Yoo. Sadece artık benden başka uğraşabileceği birilerinin olmasına sevindim diyelim."

Nick gülümserken Madison omuzuyla onu dürttü. "Kapa çeneni."

Bianca dev bir odanın ortasındaki tek kişilik bir yatakta yatıyordu. Oda, insanı hiçliğe düşmüş hissi verecek kadar beyazdı. Cam kenarında üzerinde bir sürahi suyun ve bardağın bulunduğu küçük bir masa, duvarda ince bir televizyon ve bir uzanma koltuğu dışında içerisi tamamen boştu. Bianca’nın kolunda kablolar ve tepesinde bir serum şişesi asılıydı. Göğsü, omuzları açıkta kalacak şekilde sargılarla kaplıydı. Parmağının ucundaki alet nabzını ölçerken yanındaki makineden sinir bozucu bip sesleri yükseliyordu.

Madison Bianca'yı ilk defa makyajsız görmüştü. Ama onu asıl afallatan şey, sıfır makyajla bile kadının ne kadar genç ve çekici göründüğüydü. Makyaj sanki güzelliğinin ancak cilası olabiliyordu. Doğal haliyle bile Bianca Brooklyn emsallerine taş çıkartacak güzellikteydi.

Onların geldiğini fark edince kapalı göz kapakları yavaşça aralandı. Yorgun gözleri odada onları bulunca kadının dudakları bir şey söylemek için aralandı.

Madison dün gece Bianca'nın ona acımasızca savurduğu sözleri hatırlayıp kadından nefret etmeye çalışmıştı. Ancak onu bu halde gördükten sonra yapamayacağını biliyordu. Şu anda yatakta gördüğü kadının nefretten önce ilgiye ve merhamete ihtiyacı vardı. Üstelik Nick'in de annesine ne kadar kızgın kalmak istediğini ancak başaramadığını görebiliyordu. Nick avucundaki elini farkında olmadan acımasızca sıkıyordu.

"Hoş geldiniz." diye fısıldadı Bianca. Sonunda konuşabildiğinde sesi kısık ve tarazlıydı. "Beni kırmayıp geldiğiniz için teşekkür ederim."

Nick bir kaç adım ilerleyip durdu. "Kendini yormaman gerektiğini söylediler. Zor bir ameliyat geçirdin."

"Biliyorum." Bianca güçlükle nefes alıyormuş gibi gözlerini bir anlığına kapatıp açtı. "Ama bu konuşmayı yapmak için beklemek istemiyorum."

"Anne lütfen!"

"Hata yaptım. Amacım mutluluğunu engellemek olmadığını bilmelisin Nick. Yemin ederim. Ben sandım ki, tanrım eğer sen ve Barbara yeniden bir araya gelirseniz bu kez gerçekten mutlu bir çift olabilirsiniz sanmıştım."

"Ben zaten mutluyum anne." diyen Nick'in sesi sertti. "kiminle birlikte olmak istediğimi sana söylemiştim."

Bianca'nın acı dolu gözleri ikisinin birleşen ellerine kaydı. "Söylediğim onca çirkin şeye rağmen oğlumu bırakmadığın için sana teşekkür ederim Maddie. Başka türlü olsaydı kendimi asla affetmezdim." Başını çevirip yeni doğan güneşin parlak ışıklarına baktı. "O sahte belgeyi gördüğümde o kadar öfkelenmiştim ki, Nick'i serveti yüzünde kandırmaya çalışan aşağılık kadınlardan biri olduğunu sandım."

Nick aniden dönüp Madison'la göz göze geldi. Çatık kaşlarının altındaki bakışları, bunu bana neden daha önce söylemedin der gibiydi.

"O belge nasıl eline geçti anne?"

"Nick?"

"Hayır Madison! Mutluluğumu kimin sabote ettiğini öğrenmek zorundayım." Nick kararlı bakışlarını annesine dikmişti. "Kimdi?"

"Artık bir önemi var mı bilmiyorum, ama kağıdı bana Romano getirdi."

"Hizmetçim mi?" Nick yüksek sesle bir küfür savurdu.

"Aşçın olduğunu sanıyordum." diye araya girdi Madison tatlılıkla.

Nick ona, "Gerçekten mi?" dercesine baktığında Madison omuzlarını oynattı.

"Bu nasıl oldu peki?"

"Kağıdın çantamdan kaybolduğunun farkındaydım ama üzerine düşünmemiştim."

"Tanrım, o kadını geberteceğim."

İkilinin tartıştığını gören Bianca güçlükle araya girdi. "Lütfen Nick. Suçun büyük kısmı benimdi. Onlara inanmadan önce seninle konuşmam gerekirdi. Buna fırsatım da vardı üstelik. Bana geldiğinde, Madison'ı sevdiğini ve onunla bir yuva kurma hayalin olduğunu söylediğinde sana sormuş olsaydım bunların hiç biri yaşanmayacaktı. O yüzden üzgünüm. Büyük annen gibi bir kadına dönüştüğüm için gerçekten çok özür dilerim."

"Anne!"

Bianca'nın sesinin titrediğini fark eden Nick hızla yatağın yanına yaklaştı. "Senin onu kandırmış olabileceğin aklımın ucundan bile geçmemişti." dedi Bianca elini uzatarak. Nick hemen tuttu. "Aranızdaki şeyi bensiz çözmüş olmanıza o kadar sevindim ki."

"Tamam. Üzülme artık. Biz iyiyiz." Nick Madison'ın bırakmadığı elini dudaklarına götürüp, parmaklarının üstünü öptü. "Evlilik planlarımızın ufak bir sekteye uğraması dışında her şey yolunda."

"İşte bu harika bir haber." Bianca nemle ışıldayan gözlerle gülümsedi.

"Size düşen tek şey dinlenip iyileşmek Bayan Brooklyn. Gerisini düşünmeyin."

"Teşekkür ederim Madison. Bu kadar iyi davranılmayı hak etmiyorum."

Nick ciddiyetle, "Hastalığını bizden gizlediğini inanamıyorum anne." demişti.

"Biliyorum. Bunun için hepinizden özür dilerim." dedi Bianca.

"Eğer seni tam anlamıyla affetmemizi istiyorsan tedaviyi kabul etmek zorundasın. En ufak bir şüphen olmasın, hepimiz sana destek olmak için yanında olacağız." Bianca başını hafifçe sallayınca Nick rahat bir nefes aldı. "Güzel."

B.B. gözyaşlarını ustalıkla geriye göndermeyi başaran başarılı bir oyuncuydu. Yine de hayatının en imkansız sahnesinde bile bu kadar zorlandığını hatırlamıyordu. Burunu çekip gözlerini kırpıştırdı. "Hadi bu kasvetli konuları bir kenara bırakalım da bana güzel planlarınızdan bahsedin."

"Şey," dedi Madison Nick'e anlamlı bir bakış atarak. "düğünü doğumdan sonra yapmayı düşünüyoruz."

"Böylelikle doğum telaşıyla düğün telaşıyla birbirine karışmamış olacakmış. Bana kalsa bu saçma, ama Madison nasıl istiyorsa öyle olacak." Nick halinden memnun sırıttı. "Neyse ki bebek doğuncaya kadar Madison benimle birlikte yaşamayı kabul etti."

"Bir dakika, siz neden bahsediyorsunuz böyle? Aman tanrım. Bir bebeğiniz mi olacak?" Bianca yatakta doğrulmaya çalışıp başaramayınca başını yastıklara geri bıraktı. Ve dayanamayıp ağlamaya başladı.

"Ne o, yoksa kendini büyük anne olmaya henüz hazır hissetmiyor musunuz Bayan Brooklyn?"

"Elbette hissediyorum. Tanrım, bir bebeğin olacak Nick. Baba olacaksın." Bianca bu kez de kahkahalarla güldü. "Buna inanamıyorum." Boştaki elini uzatınca Madison hemen uzanıp tuttu. Bu anın geleceğini hiç düşünmemişti fakat oluyordu işte. Buz dağının son parçası da eriyip soğuk sulara karışıyordu. Bianca'yı belki de ilk defa gerçekten gülümserken görüyordu. Gülümsemek ondaki yıldız ışığını ortaya çıkarıyordu. Ve Madison buna şahit olduğu için mutluydu.

"Teşekkür ederim çocuklar." dedi genç kadın gözyaşlarının arasında. "Beni en umutsuz olduğum anda hiç ummadığım kadar mutlu ettiniz. En kısa sürede iyileşmek ve size harika bir düğün töreni planlamak için sabırsızlanıyorum."

"Hayır anne." diyerek araya girdi Nick. Annesinin daha fazla heyecanlanmasını istemiyordu. "Madison'la biz, düğünümüzün bir doğum günü organizasyonuna daha dönüşmesini istemiyoruz. Sade bir törenle ve aile arasında evlenmek istiyoruz."

"Mümkünse gözlerden ve basından uzak bir yerde." diye ekledi Madison.

"İyi ama bu haberin reklam değerini ve Andersson ismine getirilerini bir düşünsenize..." diye itiraz edecek oldu Bianca, ancak Nick'in uyaran bakışları onu hemen susturdu.

"Galiba haklısınız," diyerek anında geri adım attı Bianca. "dilediğiniz gibi olsun."

Ve öyle de oldu...

Bir sene sonra San Miguel adasındaki bakir kayalıklardan birinin dibinde, sade bir nikahla ve bu kez gerçek bir rahip tarafından evlendirilmişlerdi.

Nickholas'ın üzerinde haki renkli kısa bir bermuda şortu, beyaz keten gömlek ve plaj terlikleri vardı. Madison ise yakası açık, askılı, düz beyaz bir elbise giymişti. Saçları denizden gelen tuzlu su ve yosun kokusu taşıyan rüzgarın eşliğinde bukleler halinde serbestçe omuzlarında uçuşuyordu. Başında, elindeki çiçeklerle uyumlu gerçek çiçeklerden oluşan bir taç vardı. Rahibin ve şahitlerin huzurunda yeminlerini ederken birbirinin gözlerinin içine adeta bir sırrı paylaşıyormuşçasına bakıyorlardı. Taktığı nikah yüzüğü sade, ayakları ise çıplaktı. Yine de dünyanın en mutlu kadınıydı.

Rahip, "Gelini öpebilirsin." dedikten sonra Nick onu kendine çekerek dudaklarını dudaklarına yapıştır ve ona ayakları gerçek anlamda yerden kesecek uzun bir öpücük verdi. Bu öpücüklerin tadı, Madison'a hiç bitmeyecek bir rüyanın gerçek olduğunun hatırlatıcılarıydı.

Alkışlar ve ıslıklar dalga seslerine karıştı. Nick onu kucaklayıp etrafında bir tur döndürdü. Kolları bedenini hiç bırakmayacakmış gibi sıkıca sarmıştı. Madison öpüşüne karşılık verirken gülümsüyordu.

Kumsalın üzerindeki kayalıklara dev çardaklar kurulmuş, üzerleri beyaz örtülerle süslenmişti. Masaları envai çeşit yiyecekler ve içkilerle doluydu. Düğünlerindeki konuklar yalnızca gelmelerini arzuladıkları kişilerdi. Annesi Mary ve kocası, babası, Patronu Bay Pedro ve çalışan bir kaç arkadaşı. Bianca'nın eski -Madison'ın şimdiki- yardımcısı Laurell, Nick'in yapımcısı Fanny West, Eduardo ve gösterime yeni giren film ekibinden bir kaç kişi en çok alkışlayanların arasındaydı. Film son yılların en iyi hasılat rekorlarından birini kırmıştı. Ve hiç vakit kaybetmeden serinin ikinci filminin çekimlerine başlamışlardı. Bu kez Barbara Collen olmadan devam edecekleri filmin anlaşması yine Westminster'le yapılmıştı. Nickholas'ın menajerlik koltuğunda bu kez Madison vardı.

Barbara yeniden modellik işine geri dönmüştü. Avrupa'da büyük bir tura katılarak onlardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu. Artık Nick ve Madison'ın etrafında olmaya katlanamıyormuş gibi görünüyordu. En son karşılaştıkları bir kokteylde Madison'ın karnı burnundaydı ve Nick onun etrafından bir an olsun ayrılmıyordu. Barbara bir müddet ikisini uzaktan sinsice izlemiş, sonra da partiyi bir bahaneyle terk etmişti. Madison onun varlığından haberdar olmayan kocasına bundan hiç bahsetmemişti.

Nick o ve Romano'nun yaptıklarından sonra onların isimlerini duymaya bile tahammül edemiyordu çünkü. Olayın ardından Romano'yu işten çıkarmış, ayrıca çalışma ruhsatını da iptal ettirmişti. Kimsenin yanında işe girmesini -insanların özel hayatlarına burnunu sokmaması gerektiğini öğrenmesi için- istemiyordu. Sonunda genç kadının küçük bir restoranda iş bulduğunu duymuştu.

Madison Nick'in bitmeyecekmiş gibi görünen öpücüklerinden zorlukla uzaklaşıp Nick'e yaslanırken alkışlayan kalabalığa baktı.

En ön sırada bastonunu koluna asmış gururlu duruşuyla Büyük anne Andersson vardı. Evinin tadilatı bittiği halde gelininin yanında kalmak istemiş ve tedavisi boyunca Bianca ile yakından ilgilenmişti.

Onun hemen yanında kucağında üç aylık kızları Cara'yı tutan Bianca dikiliyordu. Madison ve Nick'in bir melek kadar güzel ve tatlı kızları. Üzerinde tombul kol ve bacaklarını açıkta bırakan beyaz bir giysi ve şapkayla, yumruğunu emerek büyük annesinin -muhtemelen en son aldığı- pahalı elbiselerinden birine salya akıtmaya devam ediyordu.

Ancak Bianca bundan hiç gocunmuş görünmüyordu. Cara'yı arada sırada kucağında zıplatarak kulağına bir şeyler söylüyor ve sürekli gülümsüyordu. Elbisesi vücut hatlarını özellikle alınmış göğüslerinden birini kapatacak kadar bol ve uzundu. Eksi hippi dönemini anımsatan değişik bir tarzla bağladığı başörtüsü, aldığı ilaçlar yüzünden dökülen saçlarını gizlerken ona farklı bir hava veriyordu.

Bianca uzun ve zorlu geçen tedavi döneminde tam üç ameliyat geçirmiş ve her seferinde göğsünden bir parçayı kaybetmişti. Buna rağmen sonunda hastalığın diğer göğse yayılmasını engellemişlerdi. Ve artık vücudu yenilenme ve toparlanma aşamasına geçmişti.

Bianca'nın bu zor anlarında destekçisi yalnızca kayınvalidesi değildi. Onu bir an olsun yalnız bırakmayan Ander, alanında işin uzmanlarını dünyanın dört bir köşesinden bulup getirmişti. Bianca'yı iyileştirebilecek her yöntemi denemekten asla çekinmemiş ve kadını her konuda ikna etmişti. Boşanma dışında.

Bianca hastaneden çıkar çıkmaz avukatlarını devreye sokarak Nick'in babasıyla bağlarını bir celsede koparmıştı. Ancak Ander ne olursa olsun niyetinde kararlı görünüyordu. Bianca ondan yüz çevirdiği her seferinde inatla üstüne gitmeye devam ediyor, umutsuzluğa kapılsa bile yılmıyordu. Bianca'nın peşinde adeta bir gölge gibi adım adım takipteydi. Onun koruyucu meleği gibiydi. Bianca başlarda rahatsız olduğunu açıkça söylüyor, adamı her seferinde yanından kovuyordu. Şimdilerde araları eskisi kadar kötü olmamakla birlikte artık pes etmişe benziyordu.

Ander bir sır verircesine eğilip kulağına bir şey fısıldadığında dönüp ona bakmasa da gizlice gülümsediğini görmüştü Madison. Ander geri çekilip alkışlamaya devam ettiğinde bile ışıldayan gözleri hâlâ Bianca'nın üzerindeydi.

Sıranın diğer ucunda Madison'ın annesi Mary, bir yanında yeni diğer yanında eski kocasıyla birlikteydi. Mary hastaneden çıktığından bu yana ağzına tek damla içki koymamıştı. Madison ona destek olmak isteyen kocasının içkiyi azalttığını öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Son günlerde ikili kendilerini meyveli çay ve kokteyllere adamış, ayrıca alkoliklere ait bir terapi grubuna katılmışlardı. Annesi zamanın çoğunu kilise için bağış toplamakla geçiriyordu. Barry ise bir tamircide düzenli bir iş bulmuştu.

Madison babasına baktığında göz ucuyla sürekli annesini izlediğini görebiliyordu. Alkışlarken bile Mary'nin yakınında durmaya özen gösterdiği Madison'ın gözünden kaçmıyordu. Birlikte bir yaşam sürdürmeyi başaramamışlardı ancak en azından sonunda arkadaş olmuşlardı. Düğüne Harry'nin eşi ve çocuklarını da davet etmişlerdi ancak Adele kızlarını ikna edemeyince gelmemişti. Madison için fark etmezdi. Babası Corine'in mezuniyet töreninden beri onlara olan sözünü tutuyordu. Önemli olan da buydu.

Corine geçen yaz bölümünden yüksek dereceyle mezun olmuş ve Santa Monica'ya geri dönmüştü. Hızlı bir şekilde bulduğu işi çok okunan dijital gazetelerden birindeydi. Bunun Nick'in olayını ortaya çıkarmasındaki payının büyük olduğunu söylüyordu fakat Madison dekandan aldığı referans mektubunun yeterli olduğunu biliyordu. Corine henüz istediği gibi bir köşe yazarı olamamıştı fakat işini seviyordu ve sıkı çalışıyordu. Bir araştırma ekibini yönetiyor, her ay başarılı işlere imza atıyorlardı. Troy ile mutlu bir birliktelikleri vardı.

Kız kardeşi bir arka sırasında dikildiği yerden ona el sallarken yüzünde, kocaman, harika bir gülümseme vardı. Tüm gençliği ve tazeliğiyle inanılmaz görünüyordu. Troy hemen yanı başındaydı ve bir kolunu serbestçe onun beline dolamıştı. Birbirlerine bakarken gözlerinde yaşadıkları aşkın inkar edilemez pırıltıları vardı.

Troy, ilk film çekimleri bitene kadar sette kostüm sorumlusu olarak çalışmış, film bittikten sonra ise birikimini küçük bir ikinci el mağazası açarak değerlendirmişti. Dükkanı başlarda gerçekten küçüktü fakat giderek işini büyütmeye devam ediyordu. Anne ve babasını artık çok sık düşünmemeye özen gösteriyordu. Babasını kendi haline bıraktığında işleri bir kez daha batırmıştı ve sonunda dükkanı kapatmak zorunda kalmıştı. Bir pompacının yanında işe girmek zorunda kalması Troy'un umurunda bile değildi. O babası için elinden gelen yapmıştı ve hâlâ Nick'e olan borcunu -Nick istemediğini defalarca söylese de- ödemeye devam ediyordu.

Corine ile birlikte bir karavan satın almışlardı ve bulabildikleri her fırsatta seyahat ediyorlardı.

"Kızı rahat bırak artık Nick!" Nick Madison'ı yeniden öpmeye başlayınca Gena bağırdı.

"Gidin ve kendinize bir oda bulun adamım." diye ekledi Troy.

Herkes gülmüştü. Nick Madison'ı gönülsüzce bırakmak zorunda kalınca alınlarını birbirine yasladı. Bir kaç dakikadır öksürüp duran rahip sonunda izin isteyip yanlarından ayrılmıştı. Nick ve Madison alkışlayan topluluğa dönüp gülümsedi. Madison'ın bir elinde gerçek bir nikah cüzdanı vardı. Elini havaya kaldırıp sallayınca ıslıklar ve alkışlar çoğaldı.

Gena, "İşte benim kızım!" diyerek olduğu yerde zıpladı.

Drake onu anında tutup kendine yasladı. "Biraz yavaşla Balkabağım. Böceğimize zarar vereceksin."

Gena utanarak elini karnındaki şişliğe koymuştu. "Üzgünüm böceğim."

Drake ve Gena bundan altı ay önce Los Angeles'ın en yüksek tepelerinden biri olan Lee Dağı'nın eteklerindeki Griffith Park içinde dünya evine girmişlerdi. Gena yerleri süpüren limon rengi gelinliğiyle ünlü Hollywood yasının önünde çekilen resimleri olsun istemiş, Drake de bütün izinleri alarak bu rüyasını gerçekleştirmişti. Elbette mekanı kendisi hazırlamış ve tüm fotoğrafları yeni ekibiyle beraber çekmişlerdi. Evinin duvarlarını süsleyen fotoğraflarında Gena adeta bir peri kızı gibiydi.

Kızıl saçları sırtından aşağıya alevden bir şelale gibi yağarken Drake yanında bembeyaz bir takım elbise ve siyah gömleğiyleydi. Gelin ve damat olarak herkesi kendilerine hayran bırakmışlar, Yunan adalarında unutulmaz bir balayına çıkmışlardı. Üç ay önce aldıkları güzel haberle artık anne ve baba olmaya hazırlanıyorlardı.

Gena Drake'e özür dileyen bir bakış attıktan sonra ona sarılıp elinin birini göğsüne koydu. Drake acıyla inleyince de telaşla geri çekildi.

"Neyin var senin? Dünden beri kendine dokundurtmuyorsun."

"Hiçbir şey sevgilim. Sadece güneş yanığı."

"Bana yalan söyleme. Son günlerde güneşlendiğini hiç görmedim." Drake başını iki yana sallarken gülümsememek için kendini zor tutuyordu. Gena kuşkuyla kıstığı gözlerini ona dikmişti.

Bu bakıştan kurtuluşum yok, diye düşünüyordu Drake. Bu bakışlar onun sonu olabilirdi.

"Gena bebeğim, yemin ederim iyiyim."

"O halde aç ve göster."

"Neyi?" dedi Drake panikle.

Gena gözlerini devirdi. "Göğsünden bahsediyorum seni sersem. Acıyan yerinden." Gena beyaz gömleğinin düğmelerini açmaya kalkışınca Drake panikle geri çekildi.

"Dur lütfen, herkes bize bakıyor."

"Rahatla. Onlara ereksiyonunu göstermeyeceksin. Sadece sana dokunduğumda canını yakanın ne olduğunu görmek istiyorum."

"İyi ama..." Drake ne yaparsa yapsın kurtuluşu yoktu. Gena istediğini almadan asla yakasını bırakmayacaktı. Sonunda düğmelerinden bir kaçını açınca pürüzsüz göğsünü açıkta bıraktı.

Gena gördüğü şey karşısında kadar şaşırmıştı ki, önce söyleyecek hiç bir şey bulamadı. Sonra son zamanlarda sıkça yaptığı gibi aniden ağlamaya başladı. "Ama bu... Aman tanrım bunu nasıl yaparsın?"

Drake telaşla onu kollarına aldı. "Balkabağım. Yemin ederim bunu seni üzmek için yapmamıştım. Lanet olsun, ben... ben aslında mutlu olacağını sanmıştım."

"Sen delirdin mi?" Gena iki gözü iki çeşme ağlayarak geri çekilmişti. Şimdi ise otuz iki diş sırıtıyordu. Hamilelik hormonlarını alt üst ediyordu. Gena bir an kahkahalarla gülerken bir dakika sonra en umulmadık şeylere ağlayabiliyordu. Drake buna her seferinde alışacağını zannediyordu ama yanılıyordu.

"Ben... buna bayıldım. Oh Drake. Dövme yaptırdığına inanamıyorum." Gena parmak uçlarını adamın göğsünün üzerindeki iki satır yazıda gezdirirken gülümsemeye devam etti.

Balkabağım ve Bal Böceğime.

"Beğendin mi?"

"Beğenmek mi? Buna bayıldım. Bu tam da bizim böceğimize uygun bir isim. İyi ama bunu hangi ara yaptırdın ve nasıl?"

"Bir kaç gün önce, o sabah işe erken gideceğimi söylediğimde."

"Demek istediğim nasıl? Yani sen iğneden çok korkarsın."

"Sizi sevdiğim kadar çok değil." Drake bir elini karnında gezdirirken diğeriyle Gena'nın akan gözyaşlarını siliyordu. "İkinizi de çok seviyorum Gena. Ve bunu herkes öğrensin istiyorum."

"Drake." Gena dudaklarına uzanıp kocasını uzun uzun öptü. "Ben bu dünyadaki en şanslı kadınım." Drake öpücüğüne aynı tutkuyla karşılık verdiğinde aynı şeyi düşünüyordu.

"Hey millet! Madison çiçeğini atmak üzere, hazır olun."

"İçimizde ihtiyacı olan tek kişi sensin." dedi Drake'in dudaklarından güçlükle uzaklaşabilen Gena. "Neden bizi boşuna bu yarışa sokuyorsun?"

Corine Gena'nın sözlerini mantıklı bularak sırıttı. "Galiba haklısın." Sonra da hevesle ablasının arkasını dönüp çiçeği ona fırlatmasını bekledi.

Madison üçe kadar saydı ve çiçeği havaya savurdu. Fakat Corine onu yakalayamadan biri ondan önce davranmıştı. Corine arkasını dönünce ona sırıtan Troy'la karşı karşıya kaldı.

Sahte bir öfkeyle, "Ne yapıyorsun tanrı aşkına?" diye sormuştu. ""Çiçeği evlenmek isteyen gelin adayları yakalamaya çalışır. Erkekler değil."

Troy elindeki bukete bakarken yüzünde karşı konulmaz bir gülümseme vardı. "Ne yani bir erkek evlenmek isteyemez mi?"

Bunu duyan herkes çığlık atıp alkışlamaya başlamıştı ama Corine hâlâ buketi kapamadığı için yaşadığı hayal kırıklığını aşamadığı için olayı kavrayamamıştı.

"Gelin buketi yakalamaya bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordum."

"Değildim."

"Şimdi ne değişti?"

"Çok şey." dedi Troy. Hâlâ Corine'in anlamasını bekliyordu.

Sonunda Corine etrafındaki gülümseyen yüzlere bakarak, "Bu ne demek oluyor şimdi?" diye sormuştu.

Troy bir elini cebine attı. "Senden başka herkes ne demek istediğimi anladı sanırım."

Corine merakla sağa sola bakınmaya devam ediyordu. Madison'la göz göze geldiğinde ablasının neden Nick'e yaslanıp ağladığını anlamaya çalıştı. Dahası annesi ve Gena da ağlamaya başlamıştı.

Yeniden döndüğünde Troy artık yerde ve tek dizinin üzerindeydi.

"Aman Tanrım!" Corine ciğerlerine sesli bir nefes çekerek geriye sıçradı. Elleriyle ağzını kapatmıştı. "Bunu yapıyor olamazsın."

"Corine Goldberg, burada bu insanların huzurunda senden benimle evlenmeni istesem cevabın ne olurdu?"

Corine o kadar şaşırmış ve afallamıştı ki, genç adamın elindeki tek taş yüzüğü son anda fark edebilmişti. Meraklı bekleyiş sürerken Corine büyülenmiş gibi yüzüğe bakmaya başladı. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir sürenin sonunda bir çığlık atarak, "Eveeeeet!" diye haykırdı.

Kuvvetli alkışlar devam etti. Müzik yeniden çalmaya başlamış, dalgalar ve martı seslerine karışmıştı. Şampanyalar ardı ardına patlatıldı.

Troy ayağa kalkıp yüzüğü Corine'in parmağına yerleştirirken kimse gözlerini onlardan alamamıştı.

"Düğün buketinin hiç bu kadar hızlı işe yaradığını görmemiştim." dedi Madison gururla kocasına yaslanarak.

"Umarım çocuk yapma konusunda da bu kadar hızlı olurlar." dedi Gena ve herkes bir anda kahkahalara boğuldu.

........................

"Bir an hiç uyumayacak sandım."

Nick köpük dolu küvete girerken su sıçratınca Madison elindeki kadehi dökmemeye çalışarak kıkırdadı.

"Yavaş ol biraz. Burada köpüklü şarabımın tadını çıkarmaya çalışıyorum."

"Sessiz olun ve kenara çekilin Bayan Andersson."

Kocası arkasında iri çıplak bedenini suyun içine yerleştirdikten sonra onu bacaklarının arasına çekince Madison sırtını adamın sert göğsüne yaslamıştı.

"Seni çok zorladı mı?"

Nick saçlarına öpücük kondurup köpükleri göğüslerine yaymaya başladı. "Kızım beni asla zorlamaz."

Nick'in kızıyla arasında kutsal bir bağ var gibiydi. Cara ne zaman babasının yanından ayrılsa huysuzlanıyor, ayrıca en zorlu zamanlarında onun yatıştırıcı sesini duyduğunda ise sakinleşiyordu. Bu yüzden gece onu uyutma görevi çoğu zaman Nick'indi.

"Bütün huysuzluğu bana demek ki?" diye homurdanan Madison içkisinden bir yudum içerken.

Nick'in parmakları suyun içinde belinde daireler çizmeye başlamıştı. "Ne o, kıskandın mı yoksa?" Kulağının dibindeki davetkar sesi omuriliğinden aşağıya titreşimler göndermişti.

"Hmmm. Belki." Nick'in diğer eli bacaklarının arasını okşadığında Madison sesli bir nefes aldı. "Bu konu hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz Bay Andersson?" derken Nick'e baktı.

Kocasının dudakları arzuyla onunkileri buluştu. Uzun ve sert bir öpücükten sonra, "Ben kızlarımı asla ihmal etmem." diye fısıldadı Nick. Madison'ın karnı beklentiyle kasıldı.

Nick ereksiyonunu kalçasına bastırırken onu avuçlayınca Madison nefesini tutup bekledi.

"Biraz daha?"

"Lütfen."

Nick boynuna ıslak öpücükler kondurdu. Parmakları onu nazikçe okşuyordu. “Sonunda gerçekten benimsin." Dudakları kulak arkasındaki hassas deriyi bulmuştu. "Seni o kadar uzun zamandır istiyordum ki." diyerek soluyan Nick kadehi elinden bırakıp diğer eliyle karısının çıplak göğsünü yoğurmaya başladı. Madison'ın iki taraftan gelen bu haz saldırısı karşısında başı arkaya düştü. Kocası ona köpüklerle dolu bir küvette ağzıyla ve parmaklarıyla harika şeyler yapıyordu.

"Anlat." dedi Madison. "Beni ilk ne zaman arzulamıştın?"

Sertleşen göğüs uçlarını parmaklarıyla çekiştirmeye devam eden adamın diğer elinin parmakları içinde harika bir ritim tutturmuştu. Madison dudaklarını ısırıp kendini çığlık atmamak için zor tuttu.

"Bay Mükemmel adındaki şu gizli aşığını hatırlıyor musun? Bana onun Gena'nın bir oyunu olduğunu anlatana kadar, çoktan adamın peşine düşüp onu senden ayırma planları yapmaya başlamıştım bile."

"Ne? Yalan söylüyorsun."

"Doğruyu söylüyorum."

Madison kıkırdayınca Nick içine ikinci parmağını da eklemiş ve böylelikle onun nefesini kesmişti.

"Sonra Troy'a yüz vermenden endişe etmeye başlamıştım ki, son anda arkadaş olduğunuzu anlayınca ona kötü davranmayı bıraktım. Senin yüzünden en iyi arkadaşımla bozuşmadığım için mutluyum."

"Aman tanrım. Delisin sen." Başını iki yana sallayan Madison gülümsüyordu.

"Ve sonra Morales denen şu herif vardı."

"Ona ne yaptın? Peşine kiralık katil filan mı taktın?"

"Neyse ki gerek kalmadı. Peşimizde bir basın ordusunun dolaşması ilk defa işime yaramıştı." Nick konuşmadığı zamanlarda da tenindeki yolculuğa devam ediyordu. Madison onun konuşmasını mı yoksa susup üzerinde çalışmasını mı istediğinden emin değildi. Yine de yaptıkları hoşuna gitmişti.

"Demek hep birlikte çıktığımız gece onları kulübe sen çağırmıştın?"

"Ve seni öptüğüm gece. Eğer milyonların önünde bunu yaparsam benden kaçamayacağını gibi saçma bir fikre kapılmıştım."

"Ama kaçmanın bir yolunu bulmayı başardım değil mi?"

Nick göğsünü sıkıp bırakırken kendi kendine homurdandı. "Her zaman." Kadının kalçasına bastıran sertlik artık çelikten farksızdı. "Beni her zaman uğraştırmanın bir yolunu buluyordun. Sana ilk defa duygularımı açtığımda..."

"Çatı katında ve elimizde bir şişe şampanyayla yıldızları seyrediyorduk." diye sözlerini tamamladı Madison.

Nick'in onu okşayan elleri bir anda durmuştu. Gözleri karısınınkileri bulduğunda yüzünden anlam veremediği şaşkınlığı okunuyordu.

"Hatırlıyorsun." dedi Nick.

"Hatırlıyorum." diye karşılık verdi Madison. "Hem de her ayrıntısını."

"Tanrım." Ciddi olup olmadığını anlamak için Nick onun yüzünü kendine doğru çevirdi. "Doğru mu bu?"

Madison başını salladı.

"Bunun ne zaman olduğunu öğrenebilir miyim?"

Gözlerini tavana diken Madison numaradan düşünüyormuş gibi yaptı. "Hımm, epey zamandır."

Nick'in şaşkınlığı onu güldürüyordu. "Demek öyle." Adam ona köpüklerle saldırdığında Madison kahkahalarını tutamadı. Sonra Nick onun bacaklarını altına alınca bir çığlık attı. Ve tam o anda Cara yeniden ağlamaya başladı.

"Hiç bir yere kıpırdama." dedi Nick, üzerinden köpükler saçarak çırılçıplak halde banyodan çıkarken. "Döndüğümde seninle görülecek bir hesabımız var."

Madison kocasısın muhteşem yuvarlıktaki çıplak kıçını izlerken şampanya kadehini yeniden eline almıştı. "Acele etsen iyi olur!" dedi arkasından. "Seni sonsuza dek bekleyemem."

Nick kapıdan çıkmak üzereyken son anda üzerine bir havlu almak için durunca dönüp ona baktı. Madison onun çıplak bedenine iştahla bakıp dudaklarını yalamıştı. Nick göğsünü şişiren derin bir nefes aldı.

"Sonsuza dek sürse de bekleyeceksin." diye uyardı onu Nick. "Çünkü senin için her zaman geri geleceğimi biliyorsun."

Madison sadece gülümsedi.

Evet, biliyordu.

 

 

Son

 

 

 

Loading...
0%