Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@sagetaylors

Yüzlerce büyük mağaza ve restoran, üç yüz mil uzunluğunda bembeyaz bir sahil şeridi, eğlence mekânları, yirmi dört saat açık atıştırmalık dükkânları kadar, ünlülerin akınına uğradığı gibi sıradan insanların, turistlerin hatta öğrencilerin bile ilgisini çeken Santa Monica küçük ama hareketli bir şehirdi. Burada yaşayan insanlar her an heyecana aç ve sürprizlerle doluydu.

Hippi kılıklı tiplerin, sörfçüler kadar bol olduğu, film ve TV şovlarının bir numaralı mekânı olan yer, adını Hristiyan Azize Monica'dan almıştı.

Üçüncü Bulvarda yaya olarak aylak aylak yürümeye devam ettikleri sırada, burada yaşamaya ne kadar çabuk alıştığını düşündü Drake.

Küçük bir taşra kasabasında dünyaya gelmişti. İki küçük kız kardeşiyle, emekli vergi memuru annesi ve yıllardır kasabanın şerifliğini yapan babası hâlâ orada yaşıyordu. Drake büyüdüğü kasabayı hep sevmişti. İnsanları sıcak, içten ve samimiydi. Yardımlaşma büyük şehirlerdeki gibi keyfi değil, görev bilinci kadar keskindi.

Ancak bu şehirde onu ilk andan itibaren büyüleyen, içine alan ve ayaklarının yere sağlam basmasını sağlayan farklı bir şey vardı.

Ailesi üniversiteye başlayacağı sırada başta çok fazla endişelenmişlerdi. Kalabalık şehirler asla sakin kasabalara benzemezdi. Bu yüzden Drake'in, okulu bittikten sonra da burada yaşamak istediğini öğrendiklerinde epey hayal kırıklığına uğramışlardı. Yine de tek oğullarının kararına saygı duyarak, ona her koşulda destek olmaya devam etmişlerdi. Drake ailesini seviyor ve onları özlediğini kendine her seferinde itiraf ediyordu. Ama bu şehri ve burada olmayı da seviyordu.

Düşüncelere daldığı, çevresine ilk defa görüyormuş gibi bakındığı bir anda kaykaylı bir grup karşıdan üzerlerine fişek gibi gelince, Drake ani bir hareketle Gena'nın koluna yapışıp onu da beraberinde kaldırıma sürükledi.

Tanrım, Santa Monica'nın sürprizlerle dolu bir şehir olduğu kesinlikle doğruydu.

"Onları gördün mü? Az önce neredeyse bizi eziyorlardı."

"Abartma Drake."

Gena sakince gülümsedi. Sanki bu durum ona komik gelmiş gibiydi.

"Bir grup küçük çocuktu sadece. Ayrıca bizi göremeyecek kadar kör olduklarını da sanmıyorum."

Genç adam gerginlikle arkasına bakıp durmaya devam ederken Gena'nın temposuna yetişmek için hızlanmak zorunda kaldı.

"Onlar çocuk filan değildi. Bir tanesinin boyu neredeyse benim kadardı. Kör değillerse neden kenara çekilmek için son ana kadar beklediler o halde?"

"Az önce de söyledim ya. Çocuk oldukları için. Sadece kendilerince eğleniyorlardı."

Drake de kendi kendine homurdandı.

"Birilerini kaykayla öldürmeye çalışmak, gerçekten çok eğlenceliymiş."

Gena hafif bir tebessümle omuz silkti. Poposuna yeni bir dövme yaptıracağını söylediğinden beri Drake sanki biraz aksileşmiş gibiydi.

Temiz hava almalarının ona iyi geleceğini düşünüp, dövme dükkânına yürüyerek gitmeyi teklif etmişti ama belli ki sandığı kadar parlak bir fikir değildi. Anlaşılan, parçalı bulutlu Santa Monica öğleden sonrası bile Drake'in sinirlerini yatıştırmaya yetmemişti.

"Sakinleş biraz. Gergin gibisin."

"Kim ben mi? Neden ki?"

"Bilmem. Sanki dövme yaptıracak olan senmişsin gibi tuhaf davranıyorsun?"

"Alakası yok. Hem ne fark eder? İğneden ne kadar çekindiğimi biliyorsun. Başkasına yapılmasını izlerken keyif alacağımı nereden çıkardın anlamıyorum."

"İğneden korktuğuna inanamıyorum."

"Korkmakla çekinmek ayrı şeyler Gena. Ben yalnızca zorunlu olmadıkça o şeyi görmeye katlanamıyorum o kadar."

"İğneyi?"

"Evet iğneyi."

"Azıcık cesur ol, Drake!"

Senin canının yanacağını bilerek mi? dedi içinden Drake. Hiç sanmıyorum.

"Bunun cesaretle bir ilgisi yok. O şeyden hoşlanmıyorum o kadar."

Gena bir köşe başına yaklaşınca aniden durdu ve döndü. Bu adama gerçekten inanamıyordu. Daha dün, sırf Gena istedi diye göğüs kıllarını boydan boya ağdayla kaplamış, bütün gece yanıklar ve ağrılar yüzünden kıvranmıştı. Yine de bu kadar şikâyet ettiğini hatırlamıyordu. Şimdi küçücük bir iğnenin düşüncesi bile onu huzursuz etmeye yetiyordu.

Drake de ona çarpmamak için durmak zorunda kaldı.

"Tamam. Seni daha fazlası için zorlamayacağım. Eğer kendini gerçekten kötü hissedeceksen, dövmeyi seçmeme yardım ettikten sonra beni dışarıda bekleyebilirsin."

Drake bunu bir an düşünür gibi baktı, ama aslında kararını çoktan verdiğinin farkındaydı. Onu asla yalnız bırakamazdı. Başını kaldırıp önlerinde dikildikleri dükkânın siyah-beyaz tabelasına çevirdi.

Dövmeler ve İğneler. Harika.

Derin bir nefes alıp cevabını merakla bekleyen Gena'ya sert bir bakış attı.

"Ne sanıyorsun beni? Eşcinsel olmaya karar verdiğim gün süt çocuğuna dönüştüğümü filan mı? Bu işte sonuna kadar beraberiz." dedi ve kapıyı itip hızlıca içeri girdi. Gena'nın arkasından sinsice sırıttığını fark etmemişti.

İçerisi, dışarıdaki tabeladan daha kasvetliydi. Kapının girişinde, onların geldiğini haber veren çan sesi bile ortamı yumuşatmaya yetmemişti. Bütün duvarlar; irili ufaklı şekiller, posterler, kampanya tabelalarıyla kaplıydı. Yılandan güle, kediden kurukafa desenlerine kadar bilindik şeyler haricinde aralarında özgün olanlarda vardı. Alt taraftan çalan hafif bir metal müziğinin sesi geliyordu.

Drake bir yazar kasanın durduğu masanın başında dikilirken içeride kimsenin olmadığını görünce,

"Bence kapalılar. Hadi geri dönelim Gena. Başka zamana geliriz." dedi.

Tam geri dönmek üzereyken, Gena elini göğsüne bastırıp onu sertçe durdurdu.

"Yavaşla bakalım ahbap. Gelmeden önce telefon etmediğimi mi sanıyorsun? Dom müsait olduğunu söylemişti. Arka tarafta bir yerlerde olmalı."

"Harika." diye mırıldandı Drake. Ve hemen arkasından, "Dövmeler ve İğneler'e hoş geldiniz." diyen genç bir adamın sesiyle alçak sesli bir küfür savurdu.

Dazlak olan adam, uzun boylu ve tepeden tırnağa kadar dövmelerle kaplıydı. Üzerinde sırf gösteriş olsun diye çıplak tenine giydiği kolsuz deri bir yelek, eski olduğu belli bir kot pantolon ve Harley botlar vardı. Yüzünün çeşitli yerlerine metal piercingler takmıştı.

"Seni yeniden burada görmek ne güzel G."

"Selam Dom. Tanıştırayım. Bu arkadaşım Drake."

Adam Drake'le el sıkıştıktan sonra, onu alıcı gözüyle süzerken genç adam yerinde huzursuzca kıpırdanma isteğini güçlükle bastırdı. Bu adam neden Gena'ya G diye hitap etmişti anlayamamıştı. Aralarında bu kadar samimi olan ne vardı?

"Merhaba ahbap. Dövme yaptıracak olan sen misin?"

"Hayır hayır. Ben, asla öyle bir şey yapmam."

Drake'in kesin ve gerilim yüklü cevabı adamın tıraşsız yüzünü gülümsetti.

"Dövmeyi bana yapacaksın Dom."

"Anlaşıldı." Adam yeniden Gena'ya döndü. "Aklında bir şey var mı?"

"Aslında yok. Buna Drake karar verecek."

"Buraya vücuduna kalıcı bir şeyler yaptırmak için geliyorsun ve bunu arkadaşının seçeceğini mi söylüyorsun bana? Doğrusu çok cesursun G. Siz ikiniz iddiaya filan mı girdiniz?"

"Daha çok bir ödeşme diyelim."

Şimdi ikisi de bir yanıt beklermiş gibi Drake'e bakıyorlardı.

Bir şeyler söylemesi gerektiğini hisseden Drake ağırlığını bir ayağından diğerine verdi.

"Ondan bunu yapmasını kesinlikle ben istemedim."

"Bu benim fikrimdi." diye belirtti Gena.

"Tamam. Ona yapmamı istediğin şeyi söyle bakalım ahbap?"

"Şey, hiç bir fikrim yok aslında." dedi Drake. Bu soru ona biraz uygunsuz gelmişti. Ayrıca dövmenin ne olacağını gerçekten hiç düşünmemişti. O kadar çok Gena'nın çekeceği acıya ve iğnelere yoğunlaşmıştı ki, aklına bile gelmemişti.

"Elinizde neleriniz var?"

Genç adam hafifçe gülerken Gena'ya baktı.

"İstediğin her şekli çizebilirim dostum. Göstermen yeterli. Fikir edinmek isterseniz şuradaki kataloglara veya duvarlardaki resimlere bakabilirsiniz. Dövmeni nerene yapmamı istiyorsun Gena?"

Gena cevap veremeden, "Biz önce şekline karar verelim en iyisi, nereye yapacağını daha sonra konuşuruz." diye atıldı Drake.

Adam, "Pekâlâ." dedi. "Sizi yalnız bırakayım. Karar verdiğinizde arka tarafta olacağım."

Dom denen adam gittikten sonra Drake daha rahat nefes aldığını hissetti.

"Ondan etkilendin mi?"

"Biraz tuhaf bir adam ama sanırım kötü biri değil."

Drake'in cevabı üzerine Gena anlamlı bir şekilde kaşlarını kaldırıp gülümseyince farklı bir soru sorduğunu hemen anladı.

"Hayır, hayır o anlamda değil. Yani... Şey, keller benim hiç tipim değildir. Bilirsin işte... Sevgilimin özellikle saçlarıyla oynamak isterim ben." Özellikle uzun, kızıl saçlar dememek için kendini son anda tuttu.

Gena yalnızca, "Ah." diyebildi ve anlamış gibi başını salladı.

Drake derin bir soluk aldı. Az kalsın her şeyi batıracaktı.

Birlikte önce duvardaki şekillere ardından kataloglara bakmaya başladılar.

"Kuş tüyü veya melek kanatları olabilir bence."

"Çok minik değiller mi?" Aslında değillerdi. Ama belli ki Gena için yeterli değildi.

"Hmmm. Peki ya şu, tek boynuzlu ata ne dersin?"

"Fazla çocuksu."

Drake, "O zaman çiçek desenlerinden bir tane seçebiliriz, ne dersin?" diye sorunca Gena ona tuhaf tuhaf baktı.

"Tamam, senin karar vermen gerektiğini söyledim ama Tanrı aşkına Drake, biraz daha yaratıcı olamaz mısın?"

"Nasıl istersen Balkabağım."

Gena müthiş bir fikir bulmuş gibi birden heyecanla genç adamın yüzüne baktı.

"İşte bu! Bir Balkabağı. Hadi ona yakın bir şeyler bulalım."

Bu fikir Drake'in de hoşuna gitmişti. Tanıştıkları günden bu yana Gena'ya hep Balkabağım derdi. Bu onun turuncu saçlarına en komik göndermeydi. Gena başlarda sinir olmuştu ama zamanla alışmıştı. Kadının onu hatırlatan anlamlı bir şeyi bedeninde taşıyacağını düşününce kendini gülümserken buldu.

Başında siyah bir cadı şapkası olan gül tarlasında açmış, turuncu, gülen yüzlü bir balkabağı resmini bulup, "İşte bu!" dedi Drake.

Şekil biraz büyüktü ama Gena özellikle belirgin bir şey istediğini söylemişti. Ve bu renkler onun beyaz tenindeki kalçalarında acayip seksi duracaktı.

Genç adam görüntüyü zihninde netleştirince boğazının kuruduğunu hissetti.

Gena, "Emin misin?" diye tereddütle sorunca da,

"Beni buraya karar vermem için getirmedin mi?" diyerek anında cevabı yapıştırdı. "Gerektiğini söylemiyorum ama madem bir ödeşme istiyorsun, o zaman bu olsun."

"Tamam. Madem öyle diyorsun."

Gena iç çekerek şekle yeniden baktı. O kadar da kötü durmuyordu aslında. Hatta biraz alıştıkça sevimli bile görünüyordu.

"O zaman yapıyoruz."

Elindeki dergiyle ayağa kalkarak, Drake'e baktı.

"Geliyor musun?"

Drake zorlukla yutkunduğu belli olmasın diye sayfaları karıştırmaya devam ediyordu.

"Hemen, şimdi mi?"

Gena gözlerini devirdi.

"Akşama kadar keyfini bekleyemem Drake. Yürü hadi!"

Genç adamın eline yapışıp, onu peşinden sürükleyerek arka tarafa götürdü.

Arkadaki işlem odası bir sandalye ve sedyeye benzeyen steril örtülü bir yataktan oluşuyordu. Etrafındaki tezgâhlarda Drake'in daha önce hayatında hiç görmediği türden bir yığın alet ve kablolar duruyordu. Boya tüpleri, şablon kâğıtları ve en kötüsü de iğneler...

"Karar verebildiniz mi?"

Dom duvara dayalı tezgâhtaki tepe lambasının aydınlattığı işini bırakıp tekerlekli sandalyesini sürükleyerek yanlarına yanaştı. Drake adamın yaptığı işi yakından görmek için duyduğu isteği bastıramayarak o tarafa doğru yönelmişti.

"Evet. Bu balkabağını sağ kalçamın hemen üstündeki yerde görmek istiyorum Dom."

"Hmmm. Hoş bir şekilmiş. Sana da yakışacağından eminim. Arkadaşın zevkli herifmiş doğrusu."

"Öyledir."

"Bu nedir?"

Drake'in sorusuyla ona doğru döndüler.

"Üzerinde çalıştığım yeni bir şekil. Tasarımların birçoğu bana aittir. Hoşuna gitti mi?"

Dikenli tellerin sardığı kırmızı bir kalpten damlayan kanın oluşturduğu alevler Drake'in ilgisini çekmişti fakat kesinlikle çok iddialı ve gösterişliydi.

"Bana daha çok vampir filmlerini anımsattı."

Gena ve Dom yorumuna güldükten sonra işe koyuldular. Drake de konuyu dağıtma çabasının boşa gittiğini anlayınca iç geçirerek yanlarına yaklaştı.

"Resimlerden anlar mısın?"

"Bir reklam şirketinde fotoğrafçı asistanıyım."

"Vay canına. G'nin çalıştığı şirkette mi?"

G değil Gena seni sersem herif.

"Evet."

Adam dövme yapacağı malzemeleri ve boyaları hazırlarken çoktan sohbet etme havasına girmişti bile.

"Ayrıca aynı evde yaşıyoruz." diyerek belirtti Gena.

Gena'nın, yatağa yüz üstü uzanarak altındaki minicik şortu sıyırmakla uğraştığını gören Drake birden paniğe kapıldı ve nereye bakacağını bilemedi.

"Yardım etsene Drake! Yapamıyorum."

Genç adam ayaklarını sürüyerek Gena'nın yanındaki sandalyeye çökercesine oturdu. Sonra da titreyen elleriyle kızın şortunu azıcık sıyırmasına yardım etti. Kaba eti pürüzsüz ve ımmm kesinlikle... çok güzeldi.

"Yeterli değil." diyen Gena şortunu ve iç çamaşırını biraz daha indirince kalbi hızla çarpmaya başladı.

Yüce Tanrım, sen aklımı koru!

Adam elindeki kâğıt ve kaleme benzeyen şeyle vakit kaybetmeden Gena'nın kalçasında çalışmaya başlamıştı. Görüntüden pek etkilenmiş görünmüyordu. Tabii, dedi içinden Drake. Kim bilir günde böyle kaç tane muhteşem kıç gördüğünü Tanrı bilir.

"Şuraya sıkıca bastır ki işimi rahat yapabileyim dostum."

Drake Gena'nın çamaşırını tutarken öyle sert yutkundu ki, âdemelması acıdı.

"B-böyle iyi mi?"

"Süper."

"Elimi tutar mısın Drake?"

Drake Gena'nın dediğini hemen yaptı ve kızın elini avucuna aldı.

"Siz ikiniz demek hem aynı iş yerinde çalışıyor hem de aynı evde yaşıyorsunuz. Çok hoş." dedi adam. "Sevgili misiniz peki?"

İkili aynı anda, "Hayır!" diye çıkışınca Dom başını kaldırıp onlara baktı.

"Tamam. Biriniz söylediğinde de anlamıştım zaten."

"Şey, yani bir yanlış anlaşılma olmasın diye." dedi Gena savunmaya geçerek. "Drake kadınlardan pek hoşlanmıyor. Artık hoşlanmıyor."

"Sahi mi?"

Nedendir bilinmez adamın yüzündeki aydınlanış ve çarpık sırıtış Drake'in hiç hoşuna gitmemişti.

Dom, "Pekâlâ." dedi. "İşte başlıyoruz. Her zamanki gibi önce taslağı kaba etine çizeceğim G. Beğenirsen ardından belirginleştirir ve renklendirmeye geçeriz. Bu arada Drake elini sıkı sıkı tutsun ki kıpırdanıp durma. Bu kez yanında bir kız arkadaş getirmediğin iyi oldu. Geçen seferki tatlı kızın elini sıkmaktan neredeyse morartmıştın."

"Tek seferde bitecek değil mi?" diye sordu Gena.

"Tabii, tahminen bir, bir buçuk saate bitmiş olur."

Bir buçuk saat mi?

Drake bir buçuk saat boyunca Gena'nın elini tutup çıplak kalçalarına mı bakmak zorunda kalacaktı yani?

Lanet olsun.

......

Basın toplantısı, B.B'nin büyük toplantı odalarından birinde gerçekleşiyordu. İçeride yalnızca seçkin bir kaç gazeteci ve dergiden gelen muhabirlerin olacağını varsayan Madison, elbette tahminlerinde yanılmıştı. Konu B.B. olunca hiç bir şey bundan daha az gösterişsiz olmazdı.

Salon ağzına kadar doluydu. Uzun dikdörtgen masanın etrafına sığmayan insanlar ayakta dikilmek zorunda kalmıştı. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu meraklı kalabalığın kendi aralarında yaptığı sohbet derin bir uğultuya dönüşüyor, kamera ışıkları ve patlayan flaşlarla birleşince Madison'ın başındaki ağrının giderek şiddetlenmesine neden oluyordu.

Bu yüzden toplantı bitmeden kısa bir ara vermeye ihtiyaç duyarak yiyecek ve kahve otomatlarının olduğu bir alt kata inmişti. Uzun süre Nickholas'ın konuşma metnini hazırlamakla uğraştığı için henüz hiç bir şey yiyememişti.

Bir protein barı ile sade, koyu bir kahve alarak asansöre yeniden bindi. Protein barını bir kaç ısırıkta bitirdi. Üzerine tadını beğenmediği kahvesinden büyük yudumlar alırken, Starbucks'a gitmediğine pişman olduğunu fark etti. Fakat buna vakti yoktu.

Gazeteciler Nickholas'ı soru yağmuruna tutmaya daha ilk dakikadan başlamışlardı. Sorular terleten cinsten ve vicdandan yoksundu. Ancak Nickholas'ın durumu iyi idare ettiğini düşündü.

Kadınların aklını başından alan o gülümseme yüzünden bir an olsun eksilmemiş, her soruya doğruya yakın ama kıvrak cevaplar vermişti. Madison'ın onun yazılı bir metne ihtiyaç duymadan da gazetecilerin hakkından gelebileceğinden hiç şüphesi kalmamıştı. Adamda doğal bir aura, insanları çabucak etkisi altına almaya yarayan farklı bir tılsım vardı sanki.

En ketum muhabiri bile tek bir kelimeyle alt edebiliyor, hele kadınsa yaptığı küçücük bir iltifat onu sandalyesinde erimiş bir külah dondurmaya çevirebiliyordu.

Basın toplantısı bittiğinde, erkeklerin imrenerek, kadınların ise Nickholas Andersson'la yatma hayali kurarak, iç çamaşırları alev almış şekilde kapıdan çıkacaklarını adının Madison olduğunu bildiği kadar iyi biliyordu.

Özellikle Kanal 9'un sunucusu ve baş muhabiri Daisy denen kadın, Nick'i köşeye sıkıştırmaktan zevk aldığı kadar, onun üstüne atlamaktan hoşlanacağını da her fırsatta açıkça belli ediyordu.

Daisy mi? Ne tuhaf bir kadın ismiydi bu. Komşularının Daisy adında bir köpeği olduğunu hatırlayınca gülme isteğini bastıramadı.

Toplantı salonuna döndüğünde hâlâ gülümsüyordu. İçerideki uğultu dinmemiş, aksine daha da artmıştı. Kimse onun yokluğunu fark etmediği gibi geri döndüğünü de anlamamıştı.

Ancak Nick onu fark etmiş gibiydi. Konuşmasına ara vermeden kısa bir süreliğine gözlerini ona dikip bakınca, Madison telaşa kapıldı. Belki de toplantı bitmeden ortadan kaybolmak iyi bir fikir değildi. Adam elindeki kahveyi görünce gülümsedi. Acaba onun da canı kahve mi çekmişti? Kendine almadan önce sorması gerekir miydi?

Hayır. Nick gibi adamlar kahveye nadiren ihtiyaç duyardı. Onun şu anda bir duble viskiyi kafaya dikmek istediğini iyi biliyordu ama ne yazık ki önündeki su bardağını yudumlamakla yetinmek zorundaydı.

Daisy adlı kadın, "Peki ama Nick," diye tekrar araya girdi. "Madem Bay Freeman ile aranızda bir husumet olmadığını düşünüyorsun, neden seni hırpalamasına izin verdin? Niçin şikâyetçi olmuyorsun?"

"Yapma ama Daisy. Daisy'di değil mi?"

Kadın, adının hatırlanmasından duyduğu zevkle genişçe gülümsedi.

"Freeman da bende iyi yetiştirilmiş aktörleriz. Setlerde bundan daha beter hırpalandığımız zamanlar oldu. Az önce de belirttiğim gibi, küçük bir yanlış anlaşılmaydı hepsi bu. Partiye davetiyesiz gitmek benim suçumdu ama yemin ederin niyetim tamamen masumdu. Warren ile, biliyorsunuz Warren benim eski menajerim, yeni anlaşmalarını kutlamak istemiştim. Ama sanırım Freeman ziyaretimi yanlış değerlendirdi. Bana karşı çok kabaydı. Kırılmadığımı söyleyemem ama asla kızgın da değilim. Bizler topluma örnek olması gereken vatandaşlarız, öyle değil mi? Vergi ödemek kadar, insanların önünde düşmanca tavırlar sergilememek de önemli. Bizi seven insanlar hakkımızda ne düşünürler sonra?"

Vay canına. Madison Nickholas'ın kıvrak zekâsını ve palavra atma hızını resmen takdir etti. Adam gerçekten iyi sallıyordu. Oyunculuktan para kazanmayı başaramadığı zamanlarda pekâlâ politikaya soyunabilirdi. Annesi onun için boşuna endişeleniyordu.

Yeniden gülümseyerek kahvesini yudumlarken Daisy'i dinliyordu. Kadın Nickholas'ın peşini kolay kolay bırakacakmış gibi görünmüyordu.

"Kaliteli bir oyuncu olmanın yanında acayip alçak gönüllü bir adamsın Nick. Hepimiz seni takdir ediyoruz."

Kim? Nick mi alçak gönüllüydü? Madison dikkatli içmeseydi kahvesini dökecekti. Kahkahası boğazını tıkadı. Etrafına bakınıp bir peçete bularak ağzını çabucak sildi. Böylece, gülüşünü gizleyebilmişti.

Nickholas'ın bakışları sanki onun hareketine duyarlıymış gibi anında onunkilerle buluşunca, Madison gerildi. Ne diye sürekli ona bakıp duruyordu ki bu adam şimdi? Onda tuhaf olan ne vardı? Onunla asansörde de böyle garip hissettiği bir an yaşadığını hatırladı.

"Yine de sana yapılanın haksızlık olduğunu düşünmüyor musun?" dedi başka biri.

"Bence bu konuyu daha fazla uzatmanın hiç kimseye bir yararı olmayacak. Sizi buraya iyi niyetimi anlamanız ve olayı başkalarından değil benden duymanız için davet ettim. Hepiniz beni az çok tanıyorsunuz. Kimseyi bilerek incitmekten hoşlanmam. Bu Freeman bile olsa."

Ah tabii. Hiç hoşlanmazsın. Seni yalancı serseri.

Madison asansörde onunla yaptığı konuşmayı hatırlayınca, içi bir an elindeki kahveyi adamın yüzüne fırlatma isteğiyle doldu. Bunun yerine beğenmediği kahvesini tek yudumda bitirerek bu saçmalığın bir an önce bitmesini diledi.

"Yani Bay Freeman ile aranız iyi?"

"İyi olup olmadığını onun karşılık olarak sergileyeceği tutuma göre hep birlikte değerlendireceğiz sanırım. Benim açımdan soruyorsanız, hayır. Hiç bir sorun yok. Asla da olmamıştı zaten."

Nickholas vahşi bir kurt gibi sırıtınca kadınların birçoğunun iç çektiğine yemin edebilirdi. Madison gözlerini devirmemek için kendi kendine direndi. Lanet olası adam gerçekten yetenekliydi. Onun kadar iyi rol kesen birini hayatında daha önce hiç görmemişti. Nickholas Andersson, oynadığı filmlerde kazandığı parayı her kuruşuna kadar hak ediyordu.

"Fakat yıllar önce onunla sette bir kavgaya karıştığınızı biliyoruz. Aranız o günden beri bozuk değil miydi?" dedi bir diğer muhabir.

Nickholas istifini hiç bozmadan,
"O zamanlar çok genç ve tecrübesizdim." diyerek samimiyetle özür diledi. "Sanırım yine birbirimizi yanlış anlamıştık ama ben fevri davrandığımı fark edemeyecek kadar toy ve aşırı heyecanlıydım. Bir daha tekrarlanmasını istemediğim, kendimi ayıpladığım bir olaydı."

"Basını uzun süre meşgul etmişti."

"Haklısınız. Bunun için sizlerden yeniden özür diliyorum."

Şu anda adamın salonun yarısından fazlasının gönlünü fethettiğine hiç şüphe yoktu. Resmen centilmenlik ve nezaketle onların gözlerini boyuyordu. Bu yılki Fair Play ödüllerinden birini kazanmasına kim engel olabilirdi ki?

Yine de kalabalığın arasında acar gazeteciler de vardı ve tam anlamıyla ikna olmamışlardı.

Daisy yeniden araya girerek, "Halk arasında Bay Freeman ile aranızın bozulmasına bir kalp kırıklığının neden olduğuna dair söylentiler dolaşıyor. Buna ne diyorsun peki Nick?" deyince Madison gerildiğini hissetti. Gelmesinden korktuğu en zor soru nihayet gelmişti.

Nickholas hiç oralı olmamış gibi yeniden gülmeye başladı. Hatta öyle rahat ve tasasız gülüyordu ki, Madison onun bu umursamaz hallerini kıskanmaya başlamıştı. Keşke o da hayatındaki bazı sıkıntılara böyle kolayca göğüs gerebilseydi.

"İnan bana Daisy," dedi Nick. "Birine âşık olabilmem için öncelikle şurası," dedi başını işaret ederek "ve de şurası," eliyle göğsünü gösterdi. "dolu olmalı. Böyle biriyle hiç karşılaşmadığım için şimdiye dek kimseye âşık olmadım." O an gözleri Madison'ınkilerle buluştu. Ve şeytani bir sırıtış yüzünü kapladı.

"Ve geçmişte Freeman'a da âşık olmadığımdan eminim."

Madison görünmez olmayı dileyerek kalabalığın arasına karıştı. Neden son sözlerini söylerken ona doğru bakmıştı? Onunla alay etmek için mi? Sözlerini ona geri paslamak için mi?

Hayatında hiç gerçek aşka rastlayamadığı için ona acıyanların aksine, Madison adamdan nefret ediyordu.

Bütün salon kahkahalara boğulurken içinden taşmak üzere olan öfkeyi zor dizginledi. Onunla böyle dalga geçtiği için bu adamı doğduğuna pişman edecekti.

Alkış sesleri arasında, "Bu kadar yeterli değerli basın mensupları. Basın toplantısı sona ermiştir. Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederiz."

Bianca'nın otoriter sesi salonu doldurarak kalabalığın eğlencesini yarıda kesti. Toplantının başından beri sessizlik içinde bir kraliçe edasıyla Nick'in yanı başında oturmuştu. Diğer yanında Nick'in basın danışmanı vardı.

Ve gösteri sona ermişti.

Kahve bardağını bir yenisiyle değiştirmek üzere oradan hızla ayrılan Madison bu kez Starbucks'a kadar yürümeye kararlıydı. Sinirini ancak böyle atacağını düşünüyordu.

Ancak döndüğünde yarım saatten fazladır sırada beklediği için öfkesi pek de dinmiş sayılmazdı. Üstelik çok sıkışmıştı. Aynı kalabalık yüzünden kafedeki lavaboyu da kullanamamıştı.

B.B’nin ofisinin bulunduğu kata çıkmak yerine personelin kullandığı giriş kattaki tuvaletleri tercih etti. Bir elinde hâlâ kahve bardağı vardı.

İçeri girmeden önce dolu kartını çevirdi ve kahvesini kurutucunun üzerine koyarak kendini açık kabinlerden birine attı.

Oh, yüce Tanrı'm, neredeyse altına kaçıracaktı.

Bedeninin rahatlamasıyla gevşeyen Madison, arkasına yaslandı. Bir an neredeyse mesanesinin patlayacağını sanmıştı.

Ancak çok sonra yan kabinden gelen seslerin farkına vardı.

Bir itme ve sürtme sesi. Sonra bastırılmış bir kadın inlemesi. Etrafındaki kabin sallanmaya başlayınca deprem olduğunu sanıp panikle etrafına bakındı.

Aman Tanrım. Kadının biri yan kabindeydi. İçeride bir fille boğuşuyor olmalıydı.

"Oh evet. Evet lütfen. Lütfen devam et. Daha hızlı. Daha hızlı!"

Madison sessizce bir küfür savurdu. Kahretsin. Yan taraftaki tuvalette birileri seks yapıyordu. Acaba onu fark etmişler miydi? Belki de etmemişlerdir diye düşündü. Kendi dünyalarında kaybolduklarına göre onun varlığından haberdar olmamaları ihtimali yüksekti.

Kimse fark etmeden bir an önce sessizce oradan sıvışması gerekiyordu.

Peçeteleri seri bir şekilde koparırken, pudralı peçete hapşırmasına neden olunca bir anlığına donup kaldı. Hareket etmeye korkuyordu.

Yan taraftan sesler kesilince eliyle ağzını kapattı ama bu kez daha çok hapşırası geliyordu.

Tanrım. Yan tarafta hareketlilik yeniden başladı.

"Evet, evet, evet!"

Kadın güçlü bir çığlık attı. Madison oturduğu yerde korkuyla büzülüp kaldı. Kadının sesi neden ona tanıdık geliyordu?

"Aman Tanrım Nick! Devam et lütfen. Oh, harikasın!"

Nick mi? Nickholas mı? Nickholas Andersson mu?

Sarsıntılar ve çığlıklar şiddetlenince Madison parmaklarıyla kulaklarını tıkamak zorunda kaldı. Hızla toparlanıp kapıdan çıkmak için hareket etmişti ki yan kapı birden açılınca duraksadı.

"Bu gerçekten inanılmazdı. Tanrı’m bir ara bunu tekrar yapmalıyız."

"Benim için zevkti tatlım."

Bu kadının sesini tanıyordu. Az önce salonda sürekli konuşup duranlardan biriydi.

Daisy. Daisy ve Nick. Aman Tanrım!

Madison peçeteleri avucunda sinirle buruştururken ayakları görünmesin diye onları hemen yukarı çekti.

Bir fermuar sesi duyuldu. Ardından su sesi. Madison sessizce oturup onların toparlanıp gitmelerini bekliyordu. Orada biri olduğu anlaşılsa bile kendisini ifşa etmek istemiyordu.

"Röportajı hiç merak etme. Her şey birebir senin ağzından çıkanlarla yazılacak. Ekleme olmayacak. Söz veriyorum."

"Bundan hiç kuşkum yoktu zaten." dedi Nickholas.

Adi herif. Kadına kur yapmaktan bir saniye bile vazgeçmiyordu. İşin buraya kadar geleceğini tahmin etmeliydi. Kahretsin. Keşke tuvalete girmek için Starbucks'daki uzun sırayı bekleseydi.

Kadın Nickholas'ı öptükten sonra kapıyı açıp çıktı. Madison kulağını tuvaletin kapısına dayamış, Nick'in de arkasından çıkıp çıkmadığını kontrol ediyordu.

Sonra birden adam, "Çok yaşa Maddie." dedi.

Madison alnını soğuk kapıya yaslarken gözlerini yumup kaderine lanet etti.

"Ve kahve için teşekkürler. Fazlasıyla ihtiyacım vardı. Umarım sen ihtiyacın kadarını almışsındır. Sonra görüşürüz."

Dış kapı yeniden açılıp kapanınca Madison kendini kabinden hızla dışarı attı. Nick ortalarda görünmüyordu ancak Madison onun serseri gülüşünü gözlerinin önüne getirebiliyordu. Aşağılık adam, onunla dalga geçmekle kalmamış onun kahvesini de çalmıştı.

Bu savaş demekti. Büyük savaş!

Loading...
0%