Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@sagetaylors

"Maddie, bekle!"

Gena yanına yaklaşırken Madison adımlarını yavaşlattı.

"Nihayet seni yakalayabildim. Konuşmamız gerekiyor."

"Hangi konuda?"

"Gece geldiğini duymadım. Sabah da erkenden kalkıp gitmişsin. Neden bizi beklemedin?"

"Çalışmam gerekiyordu Gena. Az önce lanet olası, kötü giden bir toplantıdan çıktım ve acilen kahve içmem lazım."

"Ben de o toplantıdaydım unuttun mu? Eğer takıldığın buysa, bence gayet iyi gittin."

"İyi mi?" Madison duraksayıp arkadaşına hayretle baktı. "İyi filan değildim. Pedro'nun dediklerini duymadın mı? Eğer o işi almak istiyorsak daha yaratıcı olmamız gerekiyor."

Bir sekreter masasının yanından geçerken, ufak tefek bir sarışına, "Anita! "diye seslenerek masasına bir kâğıt bıraktı.

"Şu listedeki okulları bana araştırıp adreslerini bulabilir misin? Ve bir de anket için uygun sınıflardan bir kaçını ayarlamak için müdürleriyle görüşmemizi sağla."

Sarışın kadın listeyi inceledikten sonra, "Sorun değil Maddie. "dedi." Yarım saat içinde masanda bil. Müdürlerle görüşüp randevularını da bizzat ayarlarım."

"Harika. Sana borçlandım."

"Bir öğle yemeğiyle halledilmeyecek bir şey değil."

Kadın göz kırptı. Madison gülümsedi ve kahve makinelerinin olduğu köşeye doğru yürümeye devam etti.

"Bu gülüşü biliyorum," diyerek peşinden koşturmaya devam etti Gena. Ayağındaki yüksek topuklularla ne kadar koşturabilirse tabi. Bu gün yine harika bir mini etek ve havalı bir büstiyer giydiği kimsenin dikkatinden kaçmamıştı.

"Sahi mi? Belki bana da anlatmak istersin."

"Tanrım evet biliyordum, sen kızgınsın."

Bu bir soruydu ve Madison'ın bu sabah cevap vermeye pek niyeti olmadığı sorular listesinin en başındaydı. Sahte bir tebessümle karton bardağına kahve doldurmadan önce kucağındaki dosyaları yanındaki küçük masaya bıraktı.

"Bunu da nereden çıkardın?"

"Oh, hemde gerçekten sinirlisin. Eğer ortalıkta Energizer tavşanı gibi dolaşmaya ve inkâra başladıysan ciddi bir problemimiz var demektir."

İç geçiren Madison sert kahvesinden bir yudum aldıktan sonra kendine ait cam bölmeye doğru yürümeye devam etti. Gena da peşindeydi.

"Ne yani? Beni görmezden gelmeye devam mı edeceksin? Ne zamana kadar peki?"

"Ne söylememi beklediğini inan anlamıyorum Gena. Dünya kadar işim var ve izin verirsen hemen başlamak istiyorum."

"Anlatmadan olmaz! Ben senin arkadaşınım. Benden saklayamazsın."

"Ah lütfen. Arkadaşlık kartını ortaya atmanın hiç sırası değil şimdi."

Madison onu görmezden gelerek masasının başına geçip bilgisayarını açtı ve giriş kodunu tuşladı.

Gena kalçasını masasına dayamış, ona dik dik bakmaya devam ederken nasıl çalışacağını düşünüyordu.

"Tamam, madem sen anlatmak istemiyorsun. O halde, bende tahmin oyununu oynarım."

"Bay Pedro'nun sana mesai saatleri içerisinde oyun oynayasın diye maaş vermeye hevesli olduğunu hiç sanmıyorum."

"Bak işte, gördün mü? Yine aynı şeyi yapıyorsun."

"Neyi yapıyorum?"

"Hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışarak beni manipüle edebileceğini sanıyorsun ama hayır, Sayın Madison Goldberg. Ben, bu numaraları yutmam."

Madison sesli şekilde iç geçirdi. O ne kadar bu sabah konuşma havasında değilse, Gena da bir o kadar ısrar havasındaydı anlaşılan. Gena'nın bir şeyi kafasına taktığında işi nasıl inada bindirdiğini iyi biliyordu ama bu kez onu atlatabileceğine dair kendine güveniyordu.

"Bu sabah kahve gerçekten berbat."

"Boşuna lafı dolandırmaya çalışma. Bir bakalım. Dün gece annenin kayıp olduğuna dair bir telefon alınca, Drake'in ve benim yardım teklifimizi kabul etmeden tek başına dışarı fırladın. Annenin sık sık içki komasına girdiğini bildiğimizden yine öyle bir şey olduğunu düşünüyorum ama hastanenin acil servisinden veya ona benzer bir yerden aramadığına göre onu sağ salim buldun ve eve götürdün demektir. Ama sen eve oldukça geç geldin ve o saatte gidebileceğin tek bir yer var ki, o da... "

Gena işaret parmağını Madison'ın suratına doğrultarak cümlesini onun tamamlamasını bekledi.

Madison pes bir nefes verip parmaklarını klavyeden çekti.

"Tamam, Nickholas'ın partisine gittim. Rahat mısın şimdi?"

Gena, "Ev-vett!" diyerek havaya bir zafer yumruğu savurdu.

"Sen sevinmeye başlamadan önce belirteyim, oraya giderken içip dans etmek niyetinde değildim. Partinin yapıldığı ön bahçeye bile geçmedim. Yalnızca bu sabahki sunumuma yardımcı olacak bir kaç grafiği orada unuttuğum aklıma geldi ve onları almaya gittim."

Gena'nın omuzları çöktü.

"Dans yok muydu?"

Madison başını iki yana salladı.

"Peki ya içki?"

Madison aynı hareketi tekrarlayınca genç kadının yaşadığı hayal kırıklığı görülmeye değerdi. Madison'ın suratsızlığının yerini bu kez belli belirsiz bir tebessüm almıştı. Elinde değildi. Gena'nın bu şaşkın halleri oldukça komikti.

"Nickholas'ı görmedin mi peki?"

Gena'nın tuzak sorusunu görmezden gelirse en iyi arkadaşı bir şey sakladığını hemen anlardı. Bu yüzden cevap vermeden önce kahvesinden yavaş bir yudum alarak vakit kazanmaya çalıştı.

Gena masasında ona doğru eğilerek,

"Maddie?" diye seslenince Madison onunla yüzleşmek zorunda kaldı.

"Elbette onu gördüm. Bunda garip olan bir şey yok ki. Unuttun mu, adam orada yaşıyor."

"O halde gözlerimin içine bak ve bana aranızda hiç bir şey geçmediğini söyle, bende işime bakayım."

"Ah, beklediğim önemli bir e-posta vardı o gelmiş ve benim şimdi işime dönmem lazım canım. Seninle sonra konuşalım mı?"

Madison yeniden klavyedeki tuşlara basmaya başlayınca Gena eğilip ekrana bir bakış attı.

"E-Bay indirimleri broşürü mü? Cidden mi?"

Madison gerilen omuzlarını silkti ve en masum görünmeye çalışarak Gena'nın gözlerinin içine baktı. O puslu, yeşil gözler çoğu zaman şefkat ve anlayışla parlar, Madison'a huzurla bakarlardı. Ancak şu anda azap çektirmek için dünyaya gönderilen bir ölüm meleğini andırıyorlardı.

"Tamam, pes ediyorum. Benden bu kadar." diyerek arkasına yaslandı.

"Nihayet! Dökül bakalım."

"Evet, oraya gittim. Evet, Nickholas'ı gördüm. Biraz sarhoştu. Hayır, baya sarhoştu ve bana bir içki teklif etti. İçkiyi aldım ama ilk verdiğini değil, sonra ona geri verip bir yudum içmesini istedim. Ardından da içine hiç bir yabancı madde katılmadığından emin olduğum halde, yine de içmeyeceğimi belirtip onu tersledim."

"O ne yaptı peki? "

"Bir şey söylemedi. O sırada şaşkınlığından yararlanıp yanından hızla geçip gitmekle meşguldüm. "

"Sonra ne oldu?"

"Beni takip etti ve konuşmak istediğini söyledi. Sırf ne saçmalayacağını dinlemek için beni çalışma odasına sürüklemesine izin verdim."

"Ne konuşmak istiyormuş?"

"Tanrım, ne çok soru soruyorsun. “Madison ofladı." B.B'nin ofis binasındaki tuvalette basılmasıyla ilgili özürler filan sıraladı."

"Nickholas Andersson senden özür mü diledi yani?"

Gena'nın yaşadığı şokla sesinin yükseldiğini fark ettiyse de bir yorumda bulunmaktan kaçındı. Konunun onun için önemli olmadığını arkadaşının bilmesini istiyordu.

"Evet. Aslına bakarsan haklısın. Bu aylardır onunla ilgili gözlemlediğim en olgun gelişme diyebiliriz."

"Tanrım, çatlatma beni de anlatmaya devam et hadi!"

"Tamam, işte anlatıyorum. Sadece yan kabindekinin ben olduğumu anladığında biraz eğlenmek istediğini söyledi ama gerçekten pişman olduğu şeyin tuvalette kadının biriyle yaptığı seks olmadığını anladığımda bunun pek bir önemi kalmadığını söyleyebilirim. En azından kahvemi çaldığı, hayır düzeltiyorum ödünç çaldığı için birazcık üzgünmüş gibi yapmasına sevindim diyebiliriz."

Madison halinden memnun ve biraz da rahatlamış gibi omuzlarını gevşeterek kahvesinden bir yudum daha alıp gülümsedi. Bir anda üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hafiflediğini hissetmişti.

Aralarında rahatsız edici bir sessizlik yaşandı. Gena Madison'a dik dik bakmaya devam ediyordu. Madison sessizce kahvesini yudumlayıp arada bir ekranına bakıyordu.

"Eee?" dedi sonunda Gena.

"Ne, ee si?"

"Bana oyun oynamaya kalkışma küçük hanım. Tanıdığım Madison Goldberg son sözü söyleyen kişi olmadan dünya da o odayı terk etmezdi."

"Evet. Haklısın. Son sözümü söyledim. Nickholas'ın o pek kıymetli hayalarını güzelce bi tekmeledim."

"Ne yaptım dedin?"

Gena sıçrayarak masadan kalktı.

"Doğru duydun."

"Sen Nickholas Andersson'ın hayalarını mı tekmeledim dedin az önce?"

"Biraz daha yüksek sesle bağırmak ister misin? Eminim Bay Pedro ve tüm mesai arkadaşlarımız henüz seni duyamamıştır."

Gena hızlıca etrafına bakınıp onları duyan olmuş mu diye baktı ama görünüşe göre o kadar da sesli konuşmamışlardı.

Sesini biraz daha alçaltarak,

"Onu tekmeledim de ne demek? Kıçına ne oldu?"

"Şey, kıç tekmelemekten daha büyük bir cezaya çarptırılması gerekti diyelim."

"Zavallı Nick! Böyle bir acıyı hak edecek ne yapmış olabilir ki?"

"Beni öptü."

Gena'nın gözleri birden koskocaman oldu.

"SENİ ÖPTÜ MÜ?"

"GENA! Tanrı aşkına!"

Gena'nın kırpıştırdığı gözleri yine sağa sola ve arkasına bakındı. Harika. Bu kez herkes işini gücünü bırakmış ilgiyle ikisini izliyordu.

"Bir saniye, şunu anlamama izin ver. Nick'in seni öptüğünü söylüyorsun ve sende onun şeylerini, işte adı her neyse onları tekmeledin. Ve bu sabah hâlâ bir işin olduğuna emin misin?"

"Benim zaten bir işim var Gena."

"Evet, ama Anderssonlar sayesinden iyi bir ek kazancın da vardı."

"Ne yapsaydım yani, şımarık patronum sırf kıçından büyük bir egosu olduğu için dudaklarıma yapıştı diye boynuna mı atlasaydım. Belki de oracıkta soyunup onunla birlikte olmamı isterdin ha?"

"Şey, bu hiç fena fikir değilmiş doğrusu." diyerek haince sırıttı Gena.

Madison ona ters bir bakış atınca da kıkırdadı.

"Sadece şaka yaptığımı biliyorsun."

"Önce beni aşağıladı, şimdi de bu. Beni ne sanıyor ki? Oynayacağı yeni bir oyuncak filan mı?"

Madison kendi kendine konuşuyordu. Gena itiraf etmekten korksa da Madison'ın bu öpücükten etkilendiğini görebiliyordu. Ama arkadaşının akıl sağlığı ve tabii ki kendi can güvenliği için şimdilik bu bilgiyi kendine saklamakla yetinmeyi planlıyordu.

"Bu da bir çeşit aşağılama sayılır değil mi?"

Gena başını salladı. "Kesinlikle."

"Neyse ki, cezasını çekti. Eminim bundan böyle bana karşı adımlarını daha dikkatli atar. Yemin ediyorum Gena, eğer bana karşı bir kez daha saygısızlık yaparsa, bu iş burada biter. Kazandığım ek gelir umurumda bile değil. Bir pizzacıda gece vardiyasında çalışırım. Veya gece kulüplerinde içki dağıtırım. Umurumda değil. İnan bana herhangi biri bu işten bin kat daha iyi gelir bana. Sen neden bu kadar sessizsin şimdi?"

"Şey, düşünüyordum."

"Neyi?"

"Nickholas'ı kıvrandırmaya yarayacak bazı şeyleri."

"Emin ol, yediği tekmeden sonra, tüm gece epey bi kıvranmıştır."

Gena kahkahalarla güldü.

"Bundan hiç şüphem yok zaten. Beni asıl rahatsız eden, seni erkeklerden ilgi görmeye değmeyen bir kadınmış gibi gösterdikten sonra öpmesi. Sanki sana yalnızca o ilgi gösterebilirmiş de bu da senin için bulunmaz bir lütufmuş gibi."

Madison bu fikri duyunca tiksintiyle yüzünü ekşitti.

"Bunu gerçekten düşünmüş olabilir mi?"

"Onun nasıl egoist bir pislik olduğunu bana kendin anlatmıştın, unuttun mu? "

"Evet, ama bu kadarını yapmış olabileceğini hiç düşünmemiştim."

Madison şu anda dün gecekinden daha az kızgın, ama daha çok kırgın hissediyordu. Özellikle Nickholas'ın kendince onu bir şeyleri ispatlamak için öptüğünü düşünmek fikri midesini bulandırıyordu. Adam sarhoştu evet, ama itiraf etmeliydi ki güzel öpüşüyordu. Bu yeteneğini yıllarca çevirdiği filmlerden edinmiş olmalıydı. Madison karşılık vermemek için dudaklarını birbirine sıkıca bastırıp anın geçmesini beklerken bile, içinde kaynayan bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu. Bu his sonradan onu rahatsız etmişti ve neyse ki çabuk geçmişti.

"Bu adam seni kendine âşık etmeye çalışıp sonra da kıçına tekmeyi basmayı planlıyor olamaz mı?"

"Bu kadar büyütmeye gerek var mı, bilemiyorum. Sana söyledim, sarhoştu. Büyük ihtimalle ne yaptığını bile bilmiyordu. Sabah uyandığında hiç bir şeyi hatırlamayacağından eminim."

"Ama sen hayatının sonuna kadar o anı hatırlayacaksın. Neden ona böyle bir lüksü yaşatasın ki!"

"Ne yapmamı istiyorsun peki?"

"Sen o kısmını bana bırak." diyen Gena, şaşkın arkadaşının yanağına sesli bir öpücük kondurup kendi masasına doğru kıvırtarak yürümeye başladı.

"Bari bana ne planladığını söyle!"

Gena geriye dönüp sırıtmadan önce, "Üniversitede Bobby Billy için çektiğimiz Bay Mükemmel numarasını hatırlıyor musun?"

"Hayır olmaz. Buna hiç gerek yok. Gena!"

Madison sonunda onu duymazdan gelen arkadaşına seslenmekten vazgeçti. Gena'nın aklından geçen hain planlar yüzünden saçlarının arasında iki kızıl boynuzun parladığını ve poposundan çatallı bir kuyruk uzandığını görse şaşırmayacağından emindi.

....

Baş ağrısı onu öldürecekti. Tüm gece boyunca içip durmuştu. Ne içtiğinin önemi de yoktu üstelik. Eline geçirdiği her şişeden bir kaç kadeh içmişti. Şimdi kafasının yattığı yatak kadar büyüdüğünü ve içinde davullar çalmaya devam ettiğini hissedebiliyordu.

Yatakta dönerek yüz üstü yatınca bu kez ani gelen başka bir acıyla bir dizi küfür savurdu. Hızla toparlanmaya çalıştı ancak bitkin haldeki vücudu buna izin vermedi. Lanet kadının attığı tekme yüzünden hâlâ hassas yerleri sızlıyordu.

Sırt üstü uzanıp iç çamaşırının lastiğini çekip, tek gözünü açarak sabah ereksiyonunu kontrol etti. Neyse ki, takımları hâlâ sağlam ve iş görür durumda görünüyordu.

İç geçirerek başını yastıklara bıraktı. Dün gece kendine ne halt olduğunu hâlâ anlayamamıştı. Madison geldikten sonra ona ne olmuştu da aptal bir adama dönüşmüştü tanrı aşkına?

Kadının gözlerine hayatında daha önce hiç görmemiş gibi bakıp kalmıştı. Daha önce hiç görmediği gözler değildi üstelik. Ama içlerindeki hüzün onu bir parça etkilemişti. Kabul ediyordu, etkilemekten fazlasını yapmıştı.

Kadını kollarına alarak teselli etme ihtiyacı birdenbire bedenini ele geçiren bir güçtü sanki. Üstelik ona ne olduğunu bile sormaya yeltenmemişti.

Kadına bir içki teklif etmiş ve gitmemesi için neredeyse yalvarır halde bulmuştu kendini. Bunu daha önce hiç bir kadın için yaptığını hatırlamıyordu. Genelde kalmaları için kadınlar Nick'i ikna etmeye çalışırlardı.

Nick de aynısını yapmıştı. Tıpkı yatağına girmeye çalışan kadınlar gibi Madison'ı ikna etmekte başarılı olamayacağını anlayınca, yenilgiyi kabul etmek yerine tutup onu öpmüştü.

Tanrım... Aşk filmlerindeki en bayat numaralardan biriydi bu.

Gözlerini açıp, bir kaç kez kırparak gün ışığına alışmaya çalıştı.

Madison Goldberg ile öpüşmüştü. Buna inanamıyordu. Hayır, yalnızca onu öpmekle kalmamıştı. Ham ve saf bir cinsellikle resmen kızın dudaklarına yapışmıştı. Madison'ın ona karşılık vermediğini fark ettiğinde ise bu onu durdurmamıştı.

Sert üslubuna, lafını esirgemeyen yapısına göre, kadının dudakları fazlasıyla yumuşak ve davetkârdı. İnkâr etmeye çalışsa da Nick tatlarının da baş döndürücü olduğunu kabul etmek zorundaydı.

Ne kadar sarhoş olursa olsun, Nick o öpücüğün her anını hatırlıyordu. Ve dahası için nasıl arzu duyduğunu da. Bu basit bir öpücükten çok daha fazlasıydı.

Fakat karşılığında Madison ne yapmıştı?

Nick hayalarına bir tekme yemeyi hiç mi hiç beklemiyordu. Ne tekmeydi ama? Film setlerinde figüranlardan bile böylesini yememişti.

Hak etmişti.

Gece boyunca kızgındı fakat şu anda Nick gülümsüyordu.

Sert kızları sevdiğini daha önce hiç fark etmemişti. Çevresinde görmeye alışık olmadığı bir tipti Maddie. Ve bu... farkında olmadan hoşuna gitmişti.

Nick yataktan kalkarak duşa girdi. Soğuk su bedenine iyi gelmişti. Bacaklarının arasındaki sızı arada bir hafif zonklayan bir ağrıya dönüşene dek duşta kaldı.

Bol bir keten pantolon ve tişört giyip asansöre binerek aşağı indi.

Ana kattaki koltuklardan birinde Troy sabah kahvaltısını yapmakla meşguldü.

"Günaydın." dedi ağzı hâlâ doluyken. "Daha geç kalkarsın sanıyordum."

"Evet, şey. Uyku tutmadı diyelim. Sen ne âlemdesin?"

"Hâlâ akşamdan kalmayım."

"Güzel. Mano'ya söyle de, sana Madison'ın özel karışımından getirsin. Akşamdan kalmalığa birebirdir."

"Getirdi bile." Troy fincanın ona doğru kaldırıp gülümsedi. "Sende ister misin?"

Nick kendini koltuklardan birine bıraktıktan sonra başını evet anlamında salladı.

Romano'yu çağırıp, peynirli bir tost ve bitki çayı istedi. İki de ağrı kesici.

"Madison'dan bahsetmişken," dedi Troy. "onu geç saatte evden ayrılırken gördüm. Sinirli gibiydi."

"Sahi mi?" dedi Nick anlamamış gibi yaparak.

"Arkasından seslendim ama beni duymadı."

"Müzik yüzünden olmalı. Hâlâ kafamın içinde çalıyorlar sanki."

"Evet, öyle olmalı."

İkisi de sessizliğe gömülmüş kahvaltılarını ediyorlardı. Fakat Troy'un soru yüklü bakışları bir süre sonra Nickholas'ı rahatsız etmeye başlamıştı.

"Ne? Bana neden öyle bakıyorsun?"

"Madison'ın neden kızgın olduğuyla ilgili bir fikrin var mı merak ediyordum sadece."

"Ben nereden bilebilirim ki? Kim bilir yine neye kızmıştır."

"Bu evde sinirlenebileceği pek fazla insan gelmiyor aklıma. Seçenekler seninle ve annenle sınırlı. Annen burada yaşamadığına göre..."

"Birdenbire Madison'ın avukatlığına mı soyundun sen?" Soyunmak fikri kafasında başka görüntüler canlandırınca onları kovmak ister gibi başını hırsla iki yana salladı Nick.

"Neden hemen savunmaya geçtiğini anlamadım. Sadece basit bir soru sordum."

"Sorma!"

"Bu sabah tersinden kalktın anlaşılan."

Nick arkadaşına ters bir bakış attıktan sonra uzanıp diz üstü bilgisayarını aldı ve e-postalarını kontrol etmeye başladı. Bilgisayarı pantolonunun ağından uzak tutmaya özen göstermeye çalıştı.

Çoğu hayran mesajlarıydı. Madison'dan bir mesaj geldiğini gördüğünde ise birden heyecanlandığını hissetti. Ancak hevesi kısa sürmüştü.

"Madison uçak biletlerimizi ayarlamış. Hafta sonu Vegas'a gidiyoruz."

"Madison da bizimle geliyor değil mi?"

Biletler üç kişilikti. Bu da evet anlamına geliyordu.

"Sabah sabah bu aşırı Madison ilginin sebebi ne?"

"Senin görmezden gelme çabalarınla aynı sebepten olmadığı kesin."

"Ben görmezden gelmeye çalışmıyorum. Sadece umursamıyorum."

"Umursadığın insanları umursamazmış gibi davranmak tam da senden beklenebilecek bir hareket dostum."

"Daha sonra konuşuruz tamam mı? Madison ilişikte bir dosya göndermiş."

Neden ondan bahsettiğinde göğsünde garip bir ağrı hissettiğini anlamaya çalışıyordu Nick. Bu çok garipti.

Troy dizlerine yaslanıp öne eğildi.

"Ne yazıyor?"

"Hiç." dedi Nick hayal kırıklığıyla. "Bugün dergiden birileriyle röportajım varmış. Muhabirin sorması gereken soruları yollamış."

"Soruları onlar hazırlıyor sanıyordum?"

"Burada işler böyle yürümez dostum. Sürprizlerle karşılaşmamak için tedbir almakta fayda var... Sanırım her şeyi e-postayla gönderdiğine göre bugün eve gelmeyecek."

Nickholas son cümleyi, ekrana kaş çatarak bakarken kendi kendine mırıldanmıştı.

"Kim?"

"Hı? Ne?"

"Kim gelmeyecek?"

"Ah, boş ver. Önemli değil."

Troy'un şüpheleri arttıkça onu geçiştirmek gittikçe daha da zorlaşıyordu. Nick içeceğine odaklandı ve Madison'ın e-postalarına cevap verip vermemek arasında kararsız kaldı. Dün geceden sonra konuşmaları gerekiyordu. Ancak ona ne söyleyeceğini bile bilmiyordu.

Kendini nasıl savunabilirdi ki?

Seni öpmek istememiştim ama öptüm mü?

Yoksa karşımda öyle savunmasız ve büyüleyici görünüyordun ki, dayanamayıp dudaklarına yapıştım mı?

Veya belki de neden karşılık vermediğini sorabilirdi.

Hayır, bu çok kendini beğenmişçe bir davranış olurdu. Ona ne söyleyebileceğini bile bilmeyecek kadar çaresiz durumda olduğuna inanamıyordu.

"Bugün sohbetime pek ihtiyacın yok anlaşılan."

Troy'un sesi alınganlıktan uzaktı. Daha çok onunla alay ediyor gibiydi.

"Hayır, üzgünüm dostum. Kafam bu sabah biraz fazla dolu. Alınma, seninle bir ilgisi yok."

"Elbette alınmadım."

Troy, arkasına yaslanıp kollarını iki yana açarak rahat kanepede arkasına yasladı.

"Müsaadenle bir telefon açmam lazım."

"Rahatına bak."

Nicholas telsiz telefonu alarak ön bahçenin kapılarından dışarı çıktı. Havuz başı partisinden geriye en ufak bir iz bile kalmamıştı. Varlıklı bir adam olmanın en güzel yanı, gece partiledikten sonra ardında kalan pisliği senin temizlemek zorunda olmamandı.

Telefon bir kaç çalıştan sonra açılıp, kulağına Madison'ın tatlı sesi dolunca Nick bir an nabzının hızlandığı hissetti. Bu yüzden ilk cümleyi kurmakta zorlandığı için içinden kendine küfretti.

"Alo?"

"Şey, günaydın Maddie. Bu sabah nasılsın?"

Harika, bundan daha iyi bir giriş bulamazdın.

"Günaydın mı? Nickholas. Saatin kaç olduğundan haberin var mı senin?"

Nick kendine lanet okuyup saatine baktığında artık çok geçti.

"Tabii, bu saatte kalktığın için gün senin için yeni başlamış olmalı. Nedense hiç şaşırmadım."

Hâlâ akşamki kadar aksi, diye düşündü Nick içinden. Ve muhtemelen onun yüzünden biraz daha kızgındı şimdi.

"Şey, evet. Haklılık payın var tabii. Yeni kalktım. Az önce gönderdiğin e-postaları okuyordum. Uçak biletlerini almışsın."

"Almamı annen istedi. Özel jeti kısa bir seyahat için babanın ödünç aldığını söyledi."

"Sorun değil." Önemli olan senin de geliyor olman. "Bir de şu dergi için röportaj işi var. Sorulacak soruları göndermişsin. Teşekkür etmek istedim. Hepsi ustalıkla hazırlanmış doğrusu."

"Ben hazırlamadım. Röportajı yapacak muhabir bana yolladı. Ben sadece üzerinde ufak tefek düzenlemeler yaptım."

"Yine de harika bir iş çıkarttığını söylemem lazım."

Telefonda kısa bir sessizlik oldu.

"Maddie?"

"Evet. Buradayım. Sadece yaptıklarımı takdir etmene alışkın değilim."

Tanrım, bu kadar mı pislik herifin tekiyim.

"Her neyse Nickholas. Başka bir şey yoksa şimdi kapatmam gerek."

Nick ancak o anda arka taraftan gelen çocuk seslerini fark edebildi.

"Evlat edinmeyi filan mı düşünüyorsun değil mi? Hiç o kadar çocuk sesini bir arada duymamıştım."

Madison telefonda kahkaha atınca Nickholas'ın içine bir sıcaklık doldu. Kadının gülüşü bulaşıcıydı. Kendini birden kendi kendine gülümserken buldu.

"Hayır, bir pazar araştırması yapmaya çalışıyorum sadece. Çocuklar benim yeni müşteri kitlem."

"Ah, anlıyorum. Bu da bugün buraya gelemeyeceksin anlamına geliyor yani." Seni göremeyeceğim.

"Bana ihtiyacın olduğunu düşünmüyorum, hayır. Bugün tamamıyla Bay Pedro'nun hizmetindeyim."

Nick hayal kırıklığı yaşadığını kendine itiraf edemeden Madison veda edip telefonu kapattı.

Genç adam bir süre elindeki telefona bakakalmıştı. Nedense saatlerce onunla sohbet etmeye hazır bir havada hissediyordu kendini. Ama Madison'ın başka işleri vardı ve belli ki sohbeti kısa kesmeye kararlıydı.

Ne bekliyordun ki? Akşam gereken cevabı almadın mı?

"Hey Nick!"

Troy sesleninceye kadar, elinde telefon ne kadar süre orada dikildiğinin farkında değildi.

"Evet?"

"Bir çiçek aranjmanı geldi."

"Çiçek mi? Bana mı?"

Troy omuz silkince Nick merakla salona yöneldi. Romano koca bir çiçek sepetini orta sehpanın üzerine koyarken kadınsal bir dürtüyle iç çekip duruyordu. Çiçekler beyaz güller ve pembe açelyalardan oluşan hoş kokulu bir paketti.

"Çok güzeller öyle değil mi Bay Nickholas?"

"Sana gelmelerini mi isterdin Mano?"

"Keşke." diyen kadın yeniden iç geçirince Nick pahalı aranjmana yaklaşarak üzerindeki karta baktı.

Dünyanın en tatlı kadını Madison'a, ondan güzelini bulamadığım için özürlerimi kabul etmesi dileğiyle.

Bay Mükemmel

"Vay canına! Bizim Madison'a da bak sen. Ne yere bakan yürek yakanmış da haberimiz yokmuş."

Omzunun üzerinden bakan Troy'un yersiz ve zevzek yorumu Nickholas'ın canını en az gelen çiçek buketi kadar sıkmıştı.

"Kim bu Bay Mükemmel?" diye çıkıştı aniden. Sesini yükselttiğinin farkında değildi. "Aranızda fikri olan var mı?"

Troy ve Romano şaşkınlıkla birbirine bakıp masumca omzu silkince birden kan beynine sıçradı.

Nick bir süre daha avucuna vurup durduğu karta baktı. Sonra hızla kartı yerine koyup, merdivenlerden yukarı fırladı.

Troy, Romano'ya neler oluyor bakışı attığı sırada, Nick çıktığı hızla merdivenlerden aşağıya inip dış kapıya yönelmişti.

"Ben çıkıyorum."

"İyi ama nereye?" diye arkasından seslendi Romano. "Dergiyle röportajınız ne olacak?"

"Unuttuğum bir işi hatırladım. Onlara gecikeceğimi söyle. İçki veya yemek ikram et. Oyalamanın bir yolunu bul işte. Bir kaç saate dönerim."

"Dostum bari bize nereye gittiğini söyle-!"

Kapı Nicholas'ın ardından sertçe kapanınca Troy'un sorusu kapılı kapının ardında yanıtsız kaldı.

Nickholas hangisi olduğuna bakmadan eline geçirdiği ilk arabanın anahtarını kapıp kendini dışarı atmıştı. Nereye gittiğini ve neden gittiğini bile kendine soracak vakit bulamamıştı.

Madison'u bulmaya gidiyordu, bunu biliyordu ama neden? Dahası onu nerede bulacağını da bilmiyordu üstelik. İş yerinden arayıp öğrenebilirdi. İyi de karşısına çıkınca ne diyecekti? Hiç birinin önemi yok dedi kendi kendine. Onu görmeliydi. Şimdi.

Gaza köküne kadar basıp, son model arabayı boş yolda uçarcasına sürdü. Aynı anda ajansı arayıp Madison'ın nerede olabileceğine dair bilgi almaya çalışıyordu. Sekretere ismini verince bu bilgiyi almak pek de zor olmamıştı. Nede olsa B.B 'yi dolayısıyla Nick' i o ajansta tanımayan yoktu.

Çiçekler. Çiçekleri kim göndermiş olabilirdi? Bunun onu ilgilendirmesi gerekmezdi ama ilgilendiriyordu. Üstelik Madison'ın bilmediği bir sevgilisi varsa Nick bunu bilmek istiyordu. O yüzden mi öpücüğüne karşılık vermemişti? Nick'i tekmelemesi bir başkasını sevdiği için olabilir miydi?

Nickholas'ın içi bu sorularla daraldıkça daraldı. Yol boyunca Madison'ın karşısına çıktığında onunla ne konulacağını düşünüp durmuştu. Tedirgindi. Dahası, eve gelen çiçekler yüzünden sinirlenmişti. Madison'ı öperken onun bir erkek arkadaşı olabileceği fikrini hiç aklına getirmemişti ki, bunu neden düşünmediği de aklına gelmedi. Madison açık sözlü ve gizlisi saklısı olmayan birine benziyordu. İyi ama aşk hayatından neden bahsetsindi ki? Bir aşk hayatı varsa tabi. Görünüşe göre vardı. Ve bu Nick'i rahatsız etmişti.

Madison'ı şehrin göbeğinde bir okulun bahçesinde bulmadan önce tam üç okul gezmişti. Her zaman arabasında hazır bulundurduğu güneş gözlüğü ve beysbol şapkasını takarak özel otoparka park edip arabadan indi.

Bahçenin ağaçlıklı köşesinde bir grup fark etti. Çimenlerin üzerinden kalabalık çocuk grubunun yanına doğru yürümeye devam etti. Madison'ı henüz görememişti fakat orada olduğunu hissediyordu.

Etrafı çocuklar tarafından sarılmış Maddie, kucağında bir tomar kâğıtla çimenlerin üzerine oturmuş, yüksek sesle konuşan çocukları hizaya sokup sorular sormaya çalışıyordu. Görünüşe göre bu işte epey zorlanıyordu.

Nick'in içindeki kötü hisler birden onu görünce karanlık bulutlar gibi dağılmaya başladı.

Madison çocuklarla sabırla konuşmaya çalışıyor, bunu yaparken de vücut dilini kullanıyordu. Çocukların yaşları sekiz ile on iki arasında anca vardı. Ve fazlasıyla zorluk çıkarıyorlardı.

Nick kendini gülümserken buldu.

"Hayır, hayır onu sormuyorum. Önce şu soruya cevap ver. En sevdiğin çizgi film karakteri hangisi?"

"Ben çizgi film seyretmem ki?"

"Yaa."

"Ben Örümcek Adam'ı seviyorum."

"Pekala, Örümcek Adam." Madison hızla not aldı. "Peki, en çok hangi özelliğini çok seviyorsun?"

"Binadan binaya uçarak sıçramasını."

"Ben Demir Adam'ı seviyorum." dedi başka bir çocuk.

"Bence Thor daha yakışıklı." dedi küçük bir kız araya girerek. "Üstelik çok güzel öpüşüyor."

Madison'ın gözleri koskocaman açılınca Nick kahkaha atmamak için dudaklarını bastırıp başını iki yana salladı. Anlaşılan sevgili bakıcısı iş küçük, haylaz çocuklarla uğraşmaya geldiğinde biraz yardıma ihtiyacı vardı.

"Ben de Demir Adam'ı severim ufaklık."

Tüm çocuklar aynı anda dönüp konuşan adama bakınca, Madison da açılan aralıktan Nick'i görüp şaşırdı.

"Ama sen Demir Adam'a hiç benzemiyorsun. Thor'a daha çok benziyorsun." dedi aynı küçük kız.

Nicholas dizlerinin üstünde çömelerek kızla aynı hizaya gelirken başından şapkası ve güneş gözlüğünü çıkardı.

Kızın boncuk gibi simsiyah gözleri ve aynı renk kıvırcık saçları vardı. Ve ona ilgiyle bakması Nickholas'ın hoşuna gitmişti. En azından hâlâ bazı kızların ilgisini çekebiliyordu.

"Aramızda kalsın ama o rol ilk önce bana teklif edilmişti." diyerek kıza çapkınca göz kırptı Nick.

Kız dökülen ön dişleriyle ona sıcacık gülümsedi.

"Şey, itiraf etmek gerekirse, sen ondan daha yakışıklı gibisin."

"Sahi mi?" derken Madison'a kısa ama etkili bir bakış attı Nick. "Teşekkür ederim."

Küçük kız ellerini omuzlarında ve kollarında gezdirirken diğer çocukların tüm ilgisi de bir anda Nickholas'a yönelmişti. En azından şimdi biraz daha sessiz bir kalabalık olmuşlardı.

"Vay canına, gerçekten çok güçlüsün." dedi kız.

"Öyleyim."

"Sende oyuncu musun?" Soru başka bir çocuktan gelmişti.

"Evet."

"Hangi filmlerde oynadın peki?"

Nick biraz düşündü.

"Zor Kaçış, Aksiyon Adası, Kiralık Katiller'i duydun mu hiç?"

Çocukların bir kısmı omuz silkerken bir kısmı da başlarını hayır anlamında sallayınca Nickholas hiç şaşırmadı.

"Pekâlâ, sizin yaşınıza pek uygun olmadığı için izlememiş olmanız çok normal. Ama yakında ejderhalarla ilgili yeni bir film çekmeye hazırlanıyorum. Eminim onu izlersiniz."

Çocuklar hevesle başını salladığı sırada Madison kalabalıktan sıyrılıp yanına gelince Nickholas da ayağa kalktı.

"Burada ne arıyorsun söylesene? Senin röportajın yok muydu?"

"Sana asıldığımda yaptığın gibi dersi astığım için, yine beni cezalandıracak mısın Maddie?"

Nick bir adım daha yaklaşıp masmavi gözleriyle Madison'ın gözlerinin içine bakınca genç kadın bir adım gerilemek için içinde büyük bir istek duydu.

Nicholas sesini biraz daha alçaltarak,

"İnan bana bunu çocukların önünde yapmayı hiç istemezsin." deyip gülümsedi." Onlara iyi örnek olmalıyız, öyle değil mi?"

"Ne istiyorsun?" Madison bunu dişlerini sıkarak sormuştu.

"Şhhh. Tırnaklarını çıkarma hemen. Sadece sana yardım etmek istiyorum, hepsi bu."

İşte Madison bundan şüpheliydi. Nick uzanıp elindeki kâğıtları alınca o kadar şaşırmıştı ki karşı koymayı denemedi.

"Bir bakalım. Hmmm. Pek ilerleme kaydedememiş gibi görünüyorsun Maddie. İzin ver onların ilgisi hâlâ üzerimdeyken soruları ben sorayım. Sende notlarını alırsın."

"Bunu neden yapasın ki?"

"Dedim ya, sana yardım etmeye çalışıyorum."

"Nick?"

"Daha sonra Maddie. Önce şu anketi bitirmeye ne dersin? Sonrasında bana istediğini sorabilirsin."

Adamın bembeyaz dişlerle ışıl ışıl gülümsemesi Madison'a ne sorması gerektiğini unutturmuştu. Dahası, adamın niyetinin ne olduğunu anlaması için yaptığı işe devam etmekten başka çaresi yoktu.

Nick tek bir konuda haklıydı. O da bugün içinde çok fazla çocukla uğraştığı ve bu okuldakilerin hepsinden daha zor olduğuydu. Madison bir saattir tek bir anketi bile doldurmayı başaramamıştı. En azından bir kerelik adamdaki şeytan tüyünü kendi yararına kullanabilirdi. Ayrıca ona sürekli bakıp gülümseyen Nick de buna oldukça hevesli görünüyordu.

Neden olmasın?

Madison şüphelerini ve sorularını bir süreliğine bir kenara bırakarak kendini işine verdi. Nick ile ilgili sorunlarını daha sonra düşünecekti.

 

Loading...
0%