
"Hiçbir yere varamamayı yanlış yorumladık belki de. Belki de yol çok uzundu ve biz erken durduk."
Rüzgarların geniş esintisi perdeyi salona doğru süpürürken sabahın serin üflediği hava üşümemi arttırıyor, titrememe neden oluyordu ama yine de elimdeki böreği yemeyi bir an bile bırakmadım.
Sabah gözüyle böreklerle buluşmam talihten başka bir şey değildi. Talih demişken başımı şöyle bir altmış derece füme rengindeki üçlü koltuğumun köşesinde oturan Haçin'e doğru çevirmem tamamen alayvari, bilinçli bir hareketti. Ve sabahtan beri gülmemek için ağzıma börek tıkayıp duruyordum. Neyse ki aç karnım için büyük isabetti.
Sabah başımdaki zonklamayla değil de duyduğum şuh kahkaha ve Haçin'in itiraz dolu sesine aralamıştım gözlerimi. Bu durum başımdaki şiddetli ağrıyı katlamış olsa da kapı ağzında gördüklerimden sonra değmişti.
Ayağı ve koluyla kapıyı ittirmek için ânı kollayan öfkeli Haçin'i ve kışın ayazında üşümek nedir bilmeyen, ona çıplak demekle asla yalancı hissetmeyeceğim Sebahat'i görmüştüm.
Üçüncü kocasının dönemine ait geceliğe gönderme olan ince askılı giydiği -tam olarak adını koyamıyorum- kırmızı şey ile vücudunu eyliyordu. Sarkan etlerini göstermesi ise biz insanlık için mağduriyetti. Bu arada gece soyunmaya başladığını söylememle ilgili teorilerimin haklı gururu ile asla övünmüyordum. Zira benim gözlerime bile felç indiyse Haçin'in yakın markajdan zorunlu kaldığı manzara için söyleyecek söz bulamıyorum.
Kırmızı ruju ise felaketti!
"En azından börek lezzetli." Ağzıma son lokmamı tıkıştırmadan hemen önce söylediğim mora çalan yüzüne menekşe dikti resmen. "Sen yemeyecek misin?" O ara kapı çaldı.
"Yiyeceğimi yedim sayende! Ayrıca yeterince doyduysan kalk şu üstünü değiş artık! Çilingir geldi. İşini bitirsin de cehennem olup gideyim," dedi ve hole yürüdü.
Onun ardından odama geçtim ve üzerinde küçük mor filleri olan krem eşofman takımımı giydim. Daha sonra kokularımla özdeşleşen az malzemeli minik laboratuvarıma geçip renk renk flakonlarımın arasında dolaştım. Tamı tamına üç yüz yetmiş beş farklı koku vardı burada.
Üzerlerine kendimce bazı saçma, bazı renklerine, bazı da kokularına yaraşır isimler verdiğim küçük kağıtlar iliştirmiştim. Onları harmanlarken, ayrıştırırken ya da alkole yatırırken geçen süre boyunca daima düşünürdüm. Hepsinin ayrı ayrı hikâyesi yoktu ama ben onlara yaşamaları için hayatlar vermiş, her birine özgün hikâyeler uydurmuştum.
Bazen yoksul bir çobanın, albenisini fark ettiği lavantayı koparıp kokusundaki büyüyle haşmetli bir krala dönüştüğü, bazen pirenin deveye aşkından erguvan rengindeki deve dikenini onun uğruna yediği, bazen Noel babanın kokusuna yenildiği "hanımeli"ne sahip olmak için tüm hediyeleri yaşlı cadıyla değiştirdiği, bazen umutsuz bir aşığın zehirli gardenyası ve nice farklı uydurma...
İçlerinden sadece bir tanesini kullanıyordum: Ilgın ağacı... En acıklı hikâye onundu. Ancak o, sallama bir anlatıdan uzak, gerçeklerle önce içimden sonra elimden geçen en özel kokumdu.
"Erçin Hanım, boş geçen dakikalarınızdan sadece birini bana bahşetme lütfunda bulunarak buraya gelmenizi rica edeceğim ama?”
İçeriden adımı seslenen daha doğrusu böğüren aygırı duyunca şişelerin üzerinde son kez şöyle bir göz gezdirip salona yöneldim. Kesilen takırtılardan işlerinin bittiği anlaşılıyordu. Zaten yanına varınca da kabanıyla ayakta durmuş, beni beklediğini gördüm.
"O cümleyi kurarken yorulmadın mı? Ayrıca bu ne be! Her seferinde küfür eder gibi."
"Evet, bazen sana karşı kendimi zor tuttuğum oluyor ama yine de tutuyorum işte. Bilirsin saygılı davranma teranesi falan filan. Ve aptallığıma yenilerek soruyorum, şu anki konumuz... Ah pardon, derdimiz nedir tam olarak?" Yüzüne yüzüne söylendiğimden üstüne alması gayet normaldi.
Ne yapabilirim, her görmemde daha ne kadar uzun olabilir diye aynı soruyu sormaktan alamıyordum kendimi. Gün geçmiyor ki boy atsın. Veya bu boya bir türlü akıl erdiremediğimden, alışamadığımdan bana öyle geliyordu. Fakat kim kınayabilir ki beni? Hayatımda canlı olarak gördüğüm en uzun insandı. Kapıdan geçmez tabirine uymakla beraber bir de tutup kafa göz dalmıştı resmen.
"Ay yok bir şey! Kendi kendimle hasbihâl ediyorum."
"Hasbihâlmiş! Az ötede yap. Çıkıyorum ben, var mı benden istediğin bir şey? Elim kolum olur, ciğerim olur, ne bileyim ötesi canım olur?" Kinaye barındıran sözlerine diyecek karşıt cevabım yoktu. Gerçekten de şu sıralar tek işi gücü ben olmuştum.
"Şu an yok ama beni bilirsin, lazım olursa sormadan hallederim," dedim ve sol gözümü kırptım.
”Bilmez miyim? İnsanın altından donunu alırsın da utanmadan soğuk alma ihtimalimize karşın merhamet göstergesi olarak götün açıkta kalmış canım aman üşütme, hasta olursun diyerek uyarırsın."
"Aşk olsun! Böyle bir insan mıyım ben?"
Üzerime yürüdü. "Olmadığını söyle de seni şuracıkta boğazlayayım! Senin uğruna kaç kez açık götümden sebep yataklara düştüm haberin var mı ulan?" Burada bahsi geçenin elbette açık oturma organı, yataklara düşmenin ise hastalık olmadığını biliyordum. Muhtemelen benim yüzümden Faris'ten yediği azarlara gönderme yapıyordu ama elbette ki anlamazlığa geldim.
"Aaa, e hiç haberim yok. Keşke söyleseydin, sana mavi don alırdım. Bilirim, maviyi seversin."
"Var ya! Taşıması için zahmet vereceğim kaşığa, boğması için müsrif edeceğim suya üzülmesem seni bir kaşık suda boğardım da ne çare işte.”
"Biliyorum, inan bana aynı duyguları paylaşıyoruz. Tek fark, boyundan sebep yorulma zahmetini göze alamamam. Aksi halde boyuna yetişip kafanı eğmek falan... Gocunmazdım yani." Ufacık bir mimikten sonra ciddiyetle son sözlerimi söyledim.
"Teşekkür ederim, her şey için." Gözlerini kıstı. "Tabii börekler de dahil."
Bu konuyla ilgili dalga geçme hakkımı sonraya erteledim. Şu an dalga geçip onu kızdırmak için ne modum ne de ben müsaittik. Zaten o da bunu sezmiş olacak ki birkaç saniye suratıma baktıktan sonra eyvallah anlamında başını hafifçe eğip arkasını döndü, ben de onu takip ettim. Dış kapıyı açtı ancak ileri doğru hareket etmeden öylece bekledi. Bu bekleyiş saniyelerce devam edince onu durduranın ne olduğunu merak ettim haliyle.
Umarım yeni bir Sebahat vakası değildir. Allah esirgesin bu kez de siyah gecelik falan giydiyse halsizlikten ölecek olsam da o dalgayı tam da şu an geçerdim.
"Sorun ne? Yoksa..."
Cevap vermek yerine yana kaymasıyla abisini görünce sustum. Kapıdakinin Sebahat olmasını tercih ederdim. Bunu yaparken de Haçin'e kötülük olacağı gerçeğinden asla rahatsız olmadım, utanmadım.
İki gündür bir gram bile dinmeyen öfkemle ona boş boş bakmaktım. Yüzünde taze yaralar vardı: Dudağı şişmiş, sağ gözü çevresiyle beraber komple morarmış, kaşında da ufak bir yara bandı vardı. Göz akları kızıl damarlardan geçilmiyor, kirpikleri bile yorgunluktan yığılıverecekmiş gibi düzensiz hareketlerle kıvrılıyor ve titreşiyordu. Aldığım yoğun anason kokusundan bayağı içtiğini anlamak da zor olmadı.
"Ne işin var burada?" Soğuk tavrım duruşunda veya bakışlarında değişiklik gösterme ereğini güden bir düzenlemeye gitmedi.
"Gidecek daha iyi yerim yok Erçin."
"Aynı zamanda şu an en olmaman gereken yerdesin. Bazen gideceğin tek adres yine de oraya gitmen gerektiği anlamına gelmez Faris."
"Bilmiyorum, sadece geldim işte."
Hafifçe tebessüm ederek bana yaklaştı ve saçlarımın bir tutamını yakalayıp burnuna götürdükten sonra uzun, soluksuz bir nefesle kokladı. Eş zamanlı olarak uykusuzluktan bitap düşen gözleri de kapanmıştı.
"Bu koku..." Bir kez daha bıraktığı soluğu misliyle çekti içine. "Bu koku, insanın anasından emdiği sütü burnundan getirir. Öyle müthiş bir güce sahip." Genelde cafcaflı laflar duyamazdım ondan. Düz bir adam olmakla beraber lafı dolandırmayı da sevmezdi. Ancak arada istisnai de olsa insanı dumur eden, cevap vermeni geciktiren cümleler kurardı. Ve ben bundan nefret ederim!
Henüz soluğu içinde, gözleri kapalıyken geriye adımlayarak benimle olan temasını kestim. Göz kapakları ağır ağır açılırken hâlâ tebessüm ediyor olması bende suratının ortasına kafamı gömme isteği uyandırsa da tuttum kendimi. O da bunu anlamış olacak ki dudağındaki kıvrım arttı.
İstem dışı gözlerim bedeninde dolaşınca duraksadım. Yüzünün halinden dikkat etmemiştim. Siyah kabanı, siyah eşofmanı tozdan griye dönmüştü. Çok nadir olurdu onun bu denli kirli ve pasaklı olduğu. Yine de o sarsılmaz duruşu biraz da olsa darbe almamış gibiydi. En azından keskin tavrının dışarıya verdiği izlenim bu şekildeydi.
Karşımda bu tavırla durması bile fazla gelince gitmesini isteyerek kapatmak için kapıya uzandım. Aynı esnada hâlâ yanımızda olan Haçin dışarı adımlarken Faris ayağını kapıya dayayarak engel oldu bana.
"Konuşmak istiyorum."
"Şimdi değil Faris, git buradan." Sesim azarlar tonda olmasa da yumuşak da sayılmazdı.
"Lütfen. Konuşmasak da olur. Sadece beş dakika."
"Bak Faris, bana biraz zaman vermelisin. En azından yaptığını bir nebze de olsa atlatabilmem için bir süre..."
"Üzgünüm. Niyetim böyle bir şey değildi. İstediğim senden ayrı kalmak değil."
İç dudağımı var gücüyle sıkıp sakin olmak için saydım. Kaça kadar bilmiyorum ama sayıları üçer beşer atladığımı ve ne kadar sayarsam sayayım işe yaramayacağını anlayınca o eylemi derhal bıraktım ve yüzüne doğru başımı kaldırıp şiddetli bir kinle gözlerine uzandım. Benimle alay ediyor olmalıydı.
"Gerçekten mi? Ne olacağını sanıyordun? Bir söylesene ya!" O ara Haçin araya girecek gibi Faris'e uzansa da hiddetimin ve kırgınlığımın yüksek dozunu fark etmiş olacak ki köşesine çekilmeyi seçti. "Söylesene Faris, beni onun önüne atarken neyi amaçlıyordun o halde?" Kaskatı kesildi. Öyle ki nefes almayı bile unuttu birkaç saniye. Sanki ne yaptığını kurduğum son cümleyle yeni yeni idrak etmeye başlamış gibi deminki istikrarlı duruşu bozguna uğradı.
"Erçin.." diyerek zor da olsa bir şeyler söylemeye başlamıştı ki Haçin'e dönüp abisi kılıklı patronunu işaret ettim. "Al şu abini götür, kafasını kesip kahve kovasına mı sokarsın yoksa aynı kafaya soğuk duş mu aldırırsın sen bilirsin ama ne yaparsan yap kendine gelmesini ve benim onu görmeye katlanabileceğim güne kadar bir daha karşıma çıkmamasını sağla!" Mahcubiyetle başını salladı.
Haçin'in bile bana hak verdiği şu dünyada başıma daha neler gelmezdi ki?
Hızlıca kapıyı suratlarına kapatıp salona geçtim ve evin içinde yürüyerek sinirimi minimum seviyeye indirgemek için gerçekten büyük bir çaba harcadım. Derken iki dakika sonra iliklerime kadar zıplatan gümbürtü sesiyle elim ayağım boşaldı resmen. Ve ben daha kendime gelemeden salon girişinde gördüğüm Faris'in akabinde dudaklarıma yapışmasının ne ara olduğunu bile kavrayamadım.
Alt dudağımı dudakları arasına aldıktan sonra hareket etmeden bekledi. Ne o geri çekildi ne de ben tepki verebildim. Sanki dudaklarındaki yaraya tuz basmak tek niyetiymiş gibi saniyelerce dudaklarını dudaklarımda dağladı.
Özür barındıran bu dokunuşunu hissetmek istedim. Onu affetmek, hiçbir şey olmamış gibi devam etmek ama yapamadım. Zihnimi toparlayabildiğim ilk anda geri çekildim. Ancak Faris bir nefeslik bekleme anından sonra gözlerime bakınca bu kez tutkulu, dolu dolu bir dokunuş bıraktı dudaklarımın üzerine.
Alnı alnımda, soluğu dudaklarımda "Bunu yapmasaydım geberecekmişim gibi hissettiğimden duramadım, üzgün de değilim ama sen sarhoşluğuma ver, öfkenin üzerine öfke ekleme," dedi ateşte kavruluyormuş gibi sıcak olan sesiyle.
"Al abini git, gitmeden önce de şu kapıyı tamir etmeleri için birilerini ara ama sakın burada kalmak gibi bir hata yapma!" Kapı önünde durmuş, başını önüne düşüren Haçin'e söylediklerimden sonra dönüp kısaca Faris'e baktım. Bardak taşmış, bir damlalık yeri bile kalmamıştı nihayet.
"Tüm oklarımı kendine çevirip kevgire dönmek istemiyorsan, istemiyorsanız derhal çıkın evimden!"
Saatler sonra nihayet kapım tamir edilmişti ve ben de olabildiğince sakinleşmiş, elimde kupa, omuzumda şalla balkonda yağmurun tane tane ıslatması eşliğinde kahvemi içiyordum. Henüz yeni yeni kendime gelirken durulan ama bir o kadar pörsümüş zihnimde iki gündür devam eden garip sahneyi kendimi unutacak örtüde, dikkat ve merakla izliyordum.
Bu katlanılmaz düşünceleri, olayları oldukları yerden kazımak istercesine kafamı şiddetle iki yana salladım anında. İnsanların gerek duygu gerek menfaat olarak aç gözlü olması ve o uğurda ne kadar ileri gidilebilirse gitmesine tahammül edemiyorum.
******
"Üzgünüm, kabul edemeyeceğim."
"Erçin, kızım iyi misin sen? Hayatının fırsatı olabilir, ne demek kabul edemeyeceğim? Düşünmedin bile!"
"Düşünmeye gerek yok hocam. Biliyorsunuz, mecbur kalmasaydım sizlere veya sizden ötürü tanıştığım diğer hiç kimseye kokularımdan vermezdim."
"Hata ediyorsun. Böyle bir şansı bir daha yakalayamayabilirsin."
"Bundan pişmanlık duymayacağım. İzninizle kapatmam gerekiyor, iyi günler."
Hiperozmi, yani kokulara karşı aşırı duyarlı olduğumu lise ikinci sınıftayken öğrenmiştim. Tabii öncesinde de normal insanlardan daha hassas bir burna sahip olduğumun farkındaydım ama adını koyamıyordum. O dönemlerde, yani henüz toyken duyumsadığım kokuları ayrıştıramaz, kendimi sakinleştiremez ve genelde yakın çevremde ne kadar iyi ya da kötü koku varsa hepsini bir anda çekerdim içime. Ve tecrübesiz yetinin verimi olmazdı. Hâl böyle olunca bendeki geri dönüşler de pek iç açıcı değildi o zamanlar.
Tüm o kokularla nasıl baş edeceğimi bilmediğimden ya kusar ya da şiddetli baş ağrıları çekerdim.
Yine ağır bir koku duyduğum günün birinde daha fazla dayanamamış ve doktora gidip durumumu öğrenmiştim. Doktor, kokuları terbiye etmemi önermişti. Başta ne dediğini anlamamış olsam da zamanla taşlar yerine oturdu. Gün geçtikçe kokuları, ne olursa olsun onları çözümleyerek, yorumlayarak bir anda burnuma doluşmaması gerektiği konusunda eğitmiş ve yudum yudum almayı öğrenmiştim. İşte ondan sonra bana armağan edilen bir özellik olduğunu anladım.
Zamanla çiçeklere, bitkilere ve ne kadar güzel koku varsa hepsine karşı meraklı olmuş, araştırmalar ve deneyler yapmıştım. Tabii başlarda başarısız olurdum. Ancak yaşadığım sıkıntıları çözebilmek için kimya bölümünün yararı olacağını öğrenmiş, tercihlerimi o yönde yapmış ve kazanmıştım. Yanılmamış, hayli işe yarar tecrübeler edinmiştim. Üniversiteden sonra kendi yetimle iç içe olmamı, odaklanmamı arttırması adına ise bir yıl kadar koku akademilerine yönelmiştim. Hâlâ da arada uğrardım.
Ender Hoca'da üniversite ikinci senemde genel kimya dersini aldığım hocamdı. O dönemde de iyi bir öğrenciydim galiba ama haricinde kokularım konusunda bazı sorunlarımı danışınca ve örneklerimden memnun kalınca beni bırakmadan daima benimle iletişim halinde oldu. Üstelik bunu çevresine yaymaktan da geri durmamıştı.
Bazen benden özel kokular isterlerdi ve ben de yapardım. Şimdi de Amerika'dan gelecek olan kimya profesörü için en özel kokumu ona götürmemi istiyordu. Sözüm ona azımsanmayan bir üne sahip koku uzmanıymış o profesör. Ve Ender Hoca ürettiğim kokuları beğeneceğine dair neredeyse kalıbını basarak benim için muhteşem bir fırsat olduğunu söylüyordu. Ne var ki ufacık da olsa ilgimi çekmiyor.
Kokularımı yayarak onlara ün, kendime zenginlik katmak gibi bir hayalim yoktu.
Yatak odasındaki telefonumun melodik sesini duyunca ağzımdaki yeşil zeytin çekirdeğini çıkarıp ayağa kalktım ve çok geçmeden telefonun ekranında gördüğüm isimle tüm tadım kaçtı yine.
"Merhaba Sevde. Sorun nedir?" Kabalığım ayıplanabilir ama o kadının ilgili olduğu hiçbir konuya karşı sabrım ve sağduyum yoktu.
"Merhaba Erçin Hanım. Anneniz..." Boğazımı temizleyince son söylediğini düzeltip devam etti. "Aylan Hanım ilaçlarını almıyor, diretiyor. Böyle olunca da daha agresif, daha unutkan oldu. Her şeyi kırıp döküyor. Neredeyse yemek bile yemiyor."
Faris ve olaylı günlerimizin üzerinden iki hafta kadar bir zaman geçmişti. Haçin'in, benim onu görmediğim herhangi bir yerden daima beni gözetlediğini biliyordum ama o günden bu yana ne onu ne de Faris'i bir kez bile görmedim. Hayatımın alışveriş, laboratuvar ve film etkinlikleri arasındaki sıralı, monoton yaşamı yetiyor bana. Heyecansız, dertsiz ve hiçbir şey düşünmeden gayet iyiydim ama belli ki rahatım yoksunluk çekiyor.
Ona da hak vermiyor değilim gerçi.
"Yemek yemiyorsa zorla yediremem, ilaçlarını içmek istemiyorsa da öyle. Ancak lütfen kendisine, durumunun daha kötüye gitmesi halinde onu bakımevine kapatmaktan gocunmayacağımı iletin. Hâlâ devam ederse tercihinin o yönde olduğunu düşünürüz ve böylece bize de saygı duymak düşer." Onu anarken içimi kaplayan ufacık bir sevgi ya da merhamet duygusu oluşmuyordu.
O, kendine karşı içimdeki bütün duyarlılığı ve erdemi yok etmişken ona her konuda yardımcı olabilmesi adına yatılı olarak işe aldığım Sevde’den daha iyisi gelmez elimden. Bence bu, benim konumumdaki bir evlat için gayet makul.
Aramayı sonlandırdıktan sonra salona geçtim. Öğlenden sonra iki olmuştu ama perdeleri çekmeyi bile unutmuşum. Temiz hava alma isteğiyle kıvranan ciğerime duyarsız kalamayınca hızlıca perdeleri çektim. Hava açıktı. Güneş ışınlarının cama çarptığını fark edince pencereyi de açtım. Anında küçük küçük altın renginde tozlar içeri taşıp orta sehpanın üzerine yığıldı. Hafifçe tebessüm ettim ve hemen ardından hızlıca aldığım kararla üstümü değiştirip dışarı çıktım. Ve sokağa ayak bastığım ilk anda doğru bir karar verdiğimi anladım.
Dinlene dinlene devam ettiğim uzun yürüyüşün sonunda vardığım yer yine bir sahil kenarıydı. Sanırım beni her defasında buraya çeken denizin tuzla karışık kükürt kokusundan ziyade ferahlığı vadeden rengiydi.
Birkaç saniye sonra yanıma oturan bedenin varlığıyla bir anlığına o tarafa baktıktan sonra oyalanmadan önüme döndüm. Gözlerim mavi denizin diplerine çekilir gibi olsa da bozuntuya vermedim. Bugün Haçin'in beni takip etmediğini anlamış, yürüdükçe ardımın boş olmadığını hissetmiştim ama beklediğim o değildi. Tahmin ettiğim ise hiç değildi.
"Ne diye beni takip ediyorsun?" Hafif yan dönerek sağ kolumu bankın üzerine atıp ciddiyetle yüzüne baktım.
"Nasılsın Erçin?"
"İyiyim Mete ama nasıl olduğumla gerçekten de bu kadar ilgili değilsindir diye düşünüyorum, hatta eminim." Yüzü gerildi. "Neden peşimdesin?"
"Gerçekten nasıl olduğunu merak ediyorum. Ben çok üzgünüm. Son konuşmamız... Yani o zamanlar ileri gittiğimi biliyorum ama öyle olması gerekiyordu." Kahkaha attım. Bu tepkim karşısında ela gözleri hayretle büyüdü. Belki de iki yıl önce söylediği tüm sözleriyle ufalıp büzüşen o kızın şimdiki bu davranışlarıydı onu şaşırtan.
"Mete. Ne anlatıyorsun?" Gülmeye devam etmek istesem de bunu bastırdım. "Üzgün olman veya ne hissettiğin... Ne saçmalıyorsun? Sence söylediklerini umursuyor gibi mi duruyorum? Beni neden takip ettiğini soruyorum. Bir amacın veya isteğin olmalı ki yanımdasın değil mi? Sadece bu!"
Ne söylediğini umursamıyorum çünkü söyleyeceği hiçbir sözü ya da özrü beni, arkadaşını ayartıp yatağa atmakla suçlamasını silemezdi hatıralarımdan.
O geceden sonra ortadan kaybolan ikiliden, Mete'nin kısa süre sonra geri dönerek Artun ile birlikte geçirdiğim o lanetli gece için suratıma atarcasına yanı başımdaki masaya bıraktığı yüklü meblağın bende yarattığı o ezici hissi kaldıramazdı omuzlarımdan.
"Özür dilerim."
"İlla da bunları konuşmak istiyorsan konuşalım Mete. Ancak bana öncelikle şeyden bahset...Imm, o gece aşağılayarak veya iğrenerek baktığın yüzümden neyin medetini umuyorsun?”
"Erçin, haklısın biliyorum." Sözümü kesmesine yanıt olarak tek kaşıma yukarı doğru sert bir kavis verdim.
"Artun." Konuşması için ısrar eden bendim ama başladığı yeri sevmedim. Konunun oradan geleceği belliyken neden şansımı zorladıysam zaten? "O, seni hatırlamıyor." Hiçbir tepki vermedim. İşin sonu nereye varacak adam akıllı merak ediyorum artık.
"Unuttu. Hafızasında yoksun yani."
"Evet, bu sözlerin aynısını üç sene önce de söylemiştin. O zaman olmadı ama şimdi bir yere bağlayacak mısın artık?"
"Ondan uzak dur." Birkaç saniye donup kalmanın ardından öyle gür bir kahkaha patlattım ki Mete çekinerek etrafı kolaçan etmek zorunda kaldı. Öne doğru eğilip karnımı tutarak daha fazla gülmeye başladım.
Gözlerimden yaşlar gelmeye başlayınca elimle yüzümü yelleyerek avuç içlerimle o ıslaklığı sildim. Hemen ardından ağır ağır, dingin, sakin bir tavırla ayağa kalkıp yüzüne baktım.
"Bana dair gözünde çizdiğin imajım beni bir tık üzse de benimle alay ettiğini varsayıyorum.” Bahsettiği kişiye yakın olmayı istemem söz konusu bile olamazdı! “Aksi halde birazcık sinirlenebilirim. Emin ol, bunu görmek istemezsin; hele ki sana karşı." Sesim öyle tekdüze çıktı ki bu sakinlik beni bile şaşırttı.
"Umarım o gün hiç gelmez Mete. Çünkü sana asla acımayacağımı bilmeni isterim!"
Sarı, yeşil rengindeki ela gözleri bocalamanın ya da bozguna uğramanın eşiğinde dursa da tavrından ödün vermedi ve nefretle onu yutmaya can atan kara gözlerime bakarak sözlerimi tamamlamamı bekledi.
Ne kadar da saygılı bir davranış!
"Birçok yerde karşılaşabiliriz. Fakat beni görmezden gelme iyiliğini gösterin lütfen. Bahsi geçen arkadaşının beni tanımaması ya da üç sene önce sadece sarhoşluk anı, adını bile bilmiyor ki seni hatırlasın diyerek sarf ettiğin o sözlerin hâlâ devam ediyor olmasını bana tanınan bir ayrıcalık olarak kabul edeceğim.”
Ona cevap hakkı tanımadan arkamı dönüp yürümeye başladım. Ne yürümek ama...
Boğazıma dizilen, dilime kırbaç darbesi diye vurulan onca kelimemi sindirirken bacaklarımın hâlâ dirayetle yürümesi takdire şayandı.
Yürüdüm. Kaç dakika, kaç saat yürüdüm bilmiyorum. Hayatıma dahil olmayan insanlar yanımdan geçip uzaklaşıyor. Sayılarını bilmiyorum ama bir bir eksiliyor, iyice yok oluyorlar. Yalnız ben fark etmesem de ayaklarım gideceği yeri çok iyi biliyordu.
Gözyaşlarımın utanmadan, saklanma gereği duymadan ya da beni kandırma eğilimi göstermeden büyük bir acıyla aktıkları yerdeydim yine.
Önce kızıl bir ışık doldu gözlerime sonra hafif bir baskı oluştu sırtımda.
"Merhaba abi."
Bitap düşen bedenim abimin mezarı başına çökerken yıllardır hiçbir şeyi saklamaksızın, olduğu gibi anlatmaya, onunla dertleşmeye başladım bir kez daha.
Onun sessizliği bile kalbimi anlaşılmaz bir biçimde avutuyordu.
..........
Bölüm sonundan merhabalar.
Öncelikle bölümü nasıl bulduğunuzu öğrenmek isterim. Tahmin edersiniz ki yeni bir kurgu olması nedeniyle ne düşündüğünüz ne hissettiğiniz ya da ne kadar hissettiğiniz benim için çok önemli. Ve buna ihtiyaç da duyuyorum.
Birkaç soru ile kapanışı yapalım isterim:
Faris derbeder vaziyette biliyorsunuz ki. Sizce Erçin ile ikisi arasında nasıl gelişmeler olacak? Ne zaman düzelir araları ya da düzelir mi?
Faris bu uğurda neler yapar sizce?
Haçin ve Erçin atışmalarını yazmak benim için çok keyifli, siz de aynı keyfi yakalayabiliyor musunuz?
Ve son olarak Mete!
Finalde onu bekliyor muydunuz?
Peki sizce onun derdi ne?
Korktuğu, çekindiği bir şeyler mi var dersiniz?😉
Eh, o halde oy ve yorumlarda görüşmek dileği ile gidiyorum ben. Sizleri seviyorum. Herkese desteği için çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.
Hoşça ve sevgiyle kalın canlarım.✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |