@sahrasaf
|
Ön yargı insanın kendi etrafına ördüğü duvardır. Kendimizi, kendi ellerimizle inşa ettiğimiz karanlıkta bırakmayalım, diyerek ilk bölüme başlayalım. ...........
"Gülümsemelerin ardındaki karanlık, ona ışık tutulunca açığa çıkar. Bu uğurda bazen gölgesi bazen ise yükü olmak gerekir."
Bir keman gıcırtısının tam bir senfoni düzeyinde ilerlediği ortamdan çok uzaktık. Nitekim biz de opera salonunda ya da müzik dinletisinde değildik. Binbir bağırtının birbirine karıştığı ve muhtemelen kimi kazanım hırsından kızaran, kimi kaybetmenin hıncıyla sararan yüzlerin ev sahipliğini yapıyorduk yine. "Hanımlar beyler, büyük dövüş gecesine hoş geldiniz! Benim adım Taylan ve ben, MMA'nın bu geceki kurucusuyum. Bu muazzam gecede giyotin izlemeye, kol kırmaya, bacak kırmaya, kafa kırmaya hazır mısınız?" İçeride, maçın başlamak üzere olduğunu anons eden adama eş, zaten yetersizmiş gibi çığıran insan sesi had safhaya ulaşmıştı. Üstelik sunduğu, çağrısında bulunurken adeta zevkten dört köşe olduğu davet, ölüm davetiyken. "Sonraki maç senin, geç kalacaksın." Bir soruluk ve kısa bir cevaplık zaman açığını daha hırslı bir geri dönüşle kapattı. "Yetişeceğimi biliyorsun." Dudakları, açlığın kıtlığa vurduğu o son gündeymişçesine dudaklarımda geziniyor, ihtiyaçla bir yudum su arıyordu. Bana duyduğu azami istek bazen beni korkutup içimde geri çekilme isteği uyandırsa da her zaman yaptığım gibi on, hatta belki de yüz adımına karşı bir adım da ben attım. O ise bu karşılığımın derecesine bakmaksızın hevesle kabul etti ve daha büyük adımlarla o yolu aşıp bana geldi; her zaman olduğu gibi. "Ah! Ah! Gebereceğim!" İniltisini boynumda sindirip dişlerini derime geçirirken onun gibi kulağına eğildim ve "Kendini kurtarmak için hâlâ bir şansın var," diye ayartıcı tonda fısıldadım. Şimdi kalbi hızlı atışlarını solda sıfırlamış ve damarlarının kıskacından kurtulmak istercesine göğüs kafesine vuruyordu. Kulağının altına ufak bir öpücük bırakmam ise onu dizginleyen her şeyden kurtardı. Burnu hâlâ burnuma değecek kadar uzaklaşıp "Eğer," dedi. Gözlerinin siyahı artık bambaşka bir renge evrilmişti; ne ateşin kızılı ne gecenin karası... Bu, ölümü çağıran siyahın tonuydu, canını hiçe sayan intihar gönüllüsü sesin kararlı tınısıydı. "Eğer kendimi kurtarmanın yolu senden geçerse söyle," dedi üzerimdeki yeşil elbiseyi ve geri kalan her şeyi ortadan ikiye ayırırken. "Tam böyle bir anda." Beni kucaklayıp havaya, kendi boyuna getirdi ve kibar sayılmayan bir hareketle suyuna kavuştu. "Bu kadar sıcakken..." "Tam sen bana aitken sonumuzu birlikte getireyim!" Sol elimle birlikte bedenimi arkamdaki duvara daha da bastırırken çekildi ve ateşinin sıçramadığı tek milim bırakmayana kadar bütünleştirdi bizi. Biraz sonra şehvetinin yanına eklediği öfkesiyle hareketlerine ivme kazandırırken "Ve kokun bu kadar tazeyken," diye bitirdi sözlerini. Burnunu boynumda gezdirip sağ bileğimdeki siyah şerit dövmenin bitiş noktasına yaptırdığım ılgın ağacı dövmemin aynı zamanda vücudumda da gezen parfüm kokusunu emdi. Sağ bileğimdeki ılgın ağacı ve düz bir çizgiden uzak, bazı kısımları belli belirsiz silik, bazı kısımları koyu, kalın dövmelerim... Yutkundum. En çok da gözlerimin siyahı sızladı. Bazı anlar vardır; sanki gece gözlerini yumuyorsun ama bir sonraki gün yerine önceki günü uyanıyormuşsun gibi hissettirir. Damağında keskin bir çizik bırakan bazı acılar vardır; sanki yangın çıkmış ve sen canhıraş bir kaçışla oradan uzaklaşıyorsun ama daha kapıdan çıkarken o enkazın altında kalmışsın ve gözlerini, üzerine yığılan ufak bir fotoğraf parçasıyla son kez yummuşsun gibi. İnlemeleri giyinme odasındaki dar banyonun duvarlarını çatırdatırken ne kadar ileri gidebilirse o kadar gitti ve heybetli bedeni daha da kabaran bir hal alıp damarları birbirine geçene, beni her zerresine değdirene kadar devam etti. Duyguları o kadar uç noktada olurdu ki her seferinde o noktanın en keskin yerinden sarkan ipin ucuna bağlıyımmışçasına hissetmekten alamazdım kendimi. Ruhunun ve aklının arasındaki ince çizgide kaybolmak derdim adına. Ona karşı isteksiz değildim. Onu arzuluyordum da ama eksik bir şeyler vardı; ne kanım fokurduyor ne de kalbim boğazımda atıyordu. Bu, bitmek üzere olan yapbozun son anda eksik bir parçasının çıkması gibiydi. Ufacık bir parça ama kocaman bir boşluk. Onu öfkelendiren asıl şey ise hiçbir zaman sol bileğim gibi kavrayamayacağı, o dahil herkese yasakladığım sağ bileğimdi. Ya da şimdiye kadar o son yokuşa gelip de aşağı yuvarlanırken bile benden en ufak bir inilti duyamamasıydı. Henüz sona gelmemiştik fakat kapı tıklatıldı. Bedeni ilkin gerilse de duymazdan gelmeye ve şehvetine karışan, kendine mi bana mı olduğunu bilmediğim öfkesiyle devam etmeyi seçti. Bana kıyamadığını biliyordum ama gözlerini sis bulutları kaplayınca kendinden geçiyor ve ne kadar dikkat etse de hiddetine mani olamıyordu. Fakat etmeliydi. Zira o, zaten her şeyin bilincinde olarak hayatıma girmeyi kabul etmemiş miydi? Öyleyse sakin kalmalıydı. Aksi halde ya bu yükü taşımasını ya da sırtından atmasını bilmeliydi. "Abi sıra senin, beş dakikaya hazır olman lazım." Boynuma yaklaşıp bir şeyler söyledi ama ağzını boynuma gömdüğünden sesi boğuk ve anlaşılmaz çıkmıştı. Haçin bir kez daha kapıyı tıklatınca Faris, "Sik kapıyı sik! Geliyorum!" dedi bağırarak. Ancak çekilmek yerine doyuma ulaşmak üzere alabildiğine engin dağın tepesine tırmanmaya devam etti. "Ah! Bu his..." Yaklaşık iki dakika sonra o zirvede olacaktık. Artık onu tanıdığımdan küfretmek için açılan ağzını kapatmak adına dudaklarına kapandım. Ne var ki boğuk sesinin orada devam etmesine engel olamadım. Çünkü o sırada haz nöbeti geçiriyordu. "Her seferinde ensemdeki tüylerin bile amına koyuyorsun!" diyerek kesik kesik fısıldadı ve nefesi düzene girince suyu açıp birkaç dakika başından akmasına izin verdi. Çıkarken de hemen yanına gitmem konusunda uyarmayı ihmal etmedi. Aynı suyun üzerime akmasının ardından havluyu kendime sarıp duştan çıktım. Burası ona ait olduğu için bu kadar rahattım. Aksi halde böyle bir ortamda havluyla gezecek kadar kafayı yememiştim. Hızlıca siyah, ince askılı, kalçamın biraz altında biten gece mavisi saten elbisemi giydikten sonra aynanın karşısına geçip kırmızı rujumu sürdüm ve boynumun hizasını biraz geçen simsiyah dalgalı saçlarımı geriye doğru tarayıp odadan çıktım. Giyinmeyi severdim ama neredeyse her gece dar, şık elbiseler, bir taraflarıma sıkışan jeanlar ve topuklu ayakkabılar giymek benim gibi rahatına düşkün biri için fazla zorlayıcı olmakla beraber sıkıcıydı da. "Bu, kuralsız ve serbest bir maç. Ancak göz oymak, ısırmak ve hassas yerlere vurmak yok. Nakavt ve pes etme durumlarında müsabaka sona erer." Daha birkaç adımdan sonra göğsümü sıkıntıyla kabartıp bu gecenin bir an önce bitmesini diledim. Her adımımda insanların zıvanadan çıkan sesi başıma bıçaklar saplıyordu adeta. Ben sessizliğin insanıydım ama her gece burada bitmem akıl kârı değildi. Ne var ki bunun için kimseyi suçlayamazdım. Dövüşün olduğu salonun girişinde durdum ve her gece yaptığım gibi bir kez daha şöyle bir baktım ileride tepinen her kesimden, her yaştan adama. Sözde önünde düğmeni ilikleyebileceğin saygınlıkta duruyordu gündüzün beyefendileri. Ne büyük aldatmaca! Şu anda öyle ki gözeneklerinden taşan kazanma şehveti fersah fersah havaya karışıyordu; bir an sonra koflaşmış boş bir heyecan gösterisine dönüşeceklerinin bilincinde olarak hem de. Tercihler elbette yaşamları etkiler ancak edimlerden yola çıkarak her gece kafese sağlam girip neredeyse ağızları burunları dağılan onca adamın konumları için suretlerinde en ufak bir pişmanlık emaresi taşımadıklarını söyleyebilirdim. Keza burada bulunan yüzlerce insanın ortamdan rahatsız olmadığı da aşikardı. Zaten onlar için önemli olan kimin ne kadar acı çektiği değildi. Konu vahşete açlık duyan ruhlarının doyumuydu. Ve bu gece, kanı nikotin gibi arzulayan tüm bu insanların kayıplarına rağmen tatmin olma duygusuyla buradan ayrılacağı müthiş bir gece olacaktı. Dövüşçüler ve bahisçiler için bu salon zahmetle elde edilen zincirin en zevkli halkasıydı adeta. "Ah o da ne? Cenker Faris'in karaciğerine fena bir yumruk geçiriyor." Yüzüm kırışırken salondan yükselen sesler biraz da memnuniyetsizlik barındırıyordu. Anlaşılan çoğu bahisçi bu gece Faris'ten yanaydı. "Ama görünen o ki rakibi bunu pek de hissetmişe benzemiyor." Taylan'ın zevk ve desibelini arttırdığı sesi insanları acıma ve merhamet duygusundan iyice saptırıyordu. Öyle ki bireylerin dişe diş, kana kan hasarlar oluşturduğu bu anlardaki haykırmalardan daha büyüğü olamaz sanılabilirdi. Salonun, kafesi en net gören köşesine geçip tabureye oturarak elimi arkama yasladım ve bakışlarını benden çok uzağa çeviren solumdaki Haçin'e döndüm. "Maç başlamış ha? Ne durumda?" Birkaç saniye kadar ıslak saçlarımda oyalandı. "Aba vakti yaba, yaba vakti aba," dedi ve sabır çektikten sonda devam etti. "Adamın ağzına s... Yine de iyi." Yüzüme bakmadan konuşmuştu kıl dönmesi. "Mal mıyım ben?!" Çünkü atasözünde bir şeylerin alınıp verilmesiyle ilgili doğru zamanın beklenmesi anlamları vurgulanıyor. "Mal kısmına değil zamansız olan kısmına odaklan!" Faris'in rakibi ana dalı güreş olan 1.86 boyunda azimli bir dövüşçüydü. Üstelik azımsanmayacak derecede geniş, ağır bir vücuda sahipti. Tek amacı kazanmak, tek hissi can yakmaktı ama yenileceğini hissetmenin endişesiyle dövüşüyordu -ki karşısındaki 1.90'lık beden baz alınınca haksız da sayılmazdı. "İşte Faris! Muhteşem uçan ters tekme hareketiyle rakibine ne oluyoruz dedirtti!" Kumral dövüşçünün tam kafasına gelen bu tekme bir anlık sarsılma geçirmesine neden olsa da kendini hızlı toparlamayı bilmişti. "Cenker çıktığı türbülanstan hemen sonra rakibinin beline sarılıp onu kafesin tellerine yapıştırdı. Ah! Çok iyi şeyler oluyor dostlarım." Taylan'ın sözleri bitmeden Faris dirsek darbeleriyle rakibinin omuzlarına vurarak ondan kurtuldu ve yüzü kandan görünmeyene kadar yumruklamaya başladı. Bu hareketleriyle beraber insanların sesi öyle ki salonu titretmişti. Zira Faris'in esmer teni güneşi avuçlarında un ufak etmiş kadar kavruktu. Omuzları, en şöhretli dağları kıskandıracak kadar dik, sarsılmaz ve yıkılmaz duruyordu. Kara gözleri tüm her şeyi yutabilecek gibiyken bakışları, yırtıcı bir akbabayı utandıracak cinstendi. Etrafa yaydığı kasvet, güç ise her yeri kızıl toz bulutlarına boğabilecek niteliğe sahipti. Adonis kaslarının biraz üstünde biten gold rengi şortu ve ellerindeki siyah eldivenleri, ter karışan ıslak saçlarıyla yalnızca kadınların değil erkeklerin bile üç-beş kez nefes almasına neden olan bu adam, onun için yırtınırcasına çığlık atan tüm sesleri duymazdan gelerek verilen birkaç saniyelik molada kalabalığı tarayıp yerimi buldu ve dudağındaki haylaz gülümsemeyle önce göz kırptı sonra da baştan aşağı beni süzdü. Gördükleri hoşuna gitmemiş olacak ki dudağındaki gülümsemenin yerini kışkırtıcı bir dudak ısırma hareketi alırken boynunu sağa sola gerdirip maça kaldığı yerden devam etti. "Evet, bir tekme, bir tekme daha ve işte ters tekme!!! Bu inanılmazdı. Acımasızca tekme atan muhteşem hareketlerin sahibi Faris!" Pür dikkat takip ettiğim boksörün insanlara verdiği izlenim her ne kadar acımasız, vahşi ve psikopatça olsa da karşısındakinin insan olduğunu izleyicilere nazaran hiçbir zaman unutmuyordu. "Şimdi Cenker! Ona yakışır hareketlerle rakibini bacakları arasına alıp üst üste yumruk atmaya başladı!" Pek de uzun sürmeyen yumruklamaları yüzünü kapatarak bertaraf etse de o birkaç saniyelik atakta Farisin'de da kaşı açılmıştı. "Hadi Faris öldür onu!" Bu sözlerdeki temennilerin gerçekleşmemesi adına daha büyük temennilerde bulundum; çünkü bu ihtimalin imkansız olmadığını biliyordum. Sağ ve sol kroşeler, yumruklar ve tekmeler durmaksızın devam ediyordu. Faris bacaklarına doğru eğilen kumral adamı, ellerini uzatıp boynunun arkasından sıkıştırarak aşağı çekti ve başı göğüs hizasına gelirken ona giyotin şok yaptı. Bu hareket artık rakibi için yapılabilecek bir şey kalmadığını göstermeye yetmişti. Zaten hemen ardından elinden kurtulan adamı tekme darbesiyle yere yığıp üstüne doğru harekete geçti ve yerdeyken yumruklamaya devam etti. En sonda da kolunu, bacağını kıstırarak pes ettirmeye yöneldi. Güreşçi ısrarla pes etmiyordu ama neredeyse kırılmak üzere titreyen omuzundan daha fazla dayanamayacağı anlaşılıyordu. Hop oturup hop kalkan koçlar, kaybedecek olmanın ezici darbesiyle son bir umut haykıran rakip bahisçiler ve gecesinin başrolünü belirlemenin mutluluğuyla çıldıran kadınlar. "Son anda gelen dokunma hareketi! Eveeet, Cenker TAP OUT yapıyor ve şampiyon Faris!" "Benim ne kabahatim varmış?" dedim dakikalar sonra. Son hareketlerin ardından sonucu anlayınca bakışlarımı ringden alıp yanımdaki adama döndüm. Sesimdeki çıldırtıcı ton onun için son damlaydı. Hınçla bana dönüp hayretle gözlerime baktı. Hele ki masumane bir tavırla omuzlarımı kaldırıp indirince iyice sinirden kızardı. "Ulan! Ulan kıl biber!" Demin ona kıl dönmesi dediğimi mi hissetti acaba? Hem benim ne suçum varmış canım? Ama bir dakika, ne demişti o bana? Gözüm seğirirken bir anlık gafletle taburemden atlamak üzereydim ama neyse ki son anda mantıklı davranıp kendimi, onun yarı boyuna indirgemekten kurtardım. "Sen!" Ne olmuş der gibi kendini gösterdi. "Ne ima ediyorsun? Bana bak!" "Bakıyorum da göremiyorum." Dudağı alçak bir hareketle iki yana doğru kıvrılırken suratının ortasına yumruğumu geçirmemek için içimden ona kadar saymaya başladım. Hayır, ona üzülmüyordum sadece çok amaçlı yumruğuma zeval gelmesine katlanamazdım. Çünkü kendisi bir ton molozla eş değer ağırlıkta ve sertlikte olabilirdi. Oturduğum yerden sırtımı dikleştirip başımı havaya kaldırmakla yetindim. "Ben kısa değilim sen fazla uzunsun! Ve dün, koltukta iki metrelik deve boyunla 1.50'lik kızla sevişirken de o yüzden etrafına bakıyordun demek ki?" "Ulan Erçin Hanım!" Sırıtması anında yok olmuştu. "Ay haspam! Hanımı ekleyince saygılı mı davranmış oldun sen şimdi bana?" "Bu kafamı nereye gömeyim Allah'ım?" Dalga geçmem onu epeyce sinirlendirmiş olacak ki gözlerini yumup burun kemerini sıkarak medet yakardı. "Kel kafandan mı bahsediyorsun?" Tek kaşım havada, dudağımda masum sayılmayan bir tebessüm varken gözlerini bir anda açıp bana çevirince aklarına kadar kızardığını gördüm. Eh, adamın iki kırmızı çizgisinden biri Faris abisi, öteki ve daha önemlisi keliydi. Ve muhtemelen birazdan alev toplarına dönecek bakışlarıyla beni yaylım ateşine tutacaktı. Belki bir tık korkmuş olabilirim ama “yiğidin malı meydanda olur” düşünce akımına katılmaması onun problemi. "Lan bebe! Eni sonu kafamı koparıp koyacağım avucuna, o zaman göreceksin ebenin kelini." Ankara ağzı modu açıldığına göre epey kızmıştı. "O biraz zor Haçin ya. Zira annemi bile pek göremiyorken..." Aslında art niyet ya da özellikle vurguladığı bir söylemi yoktu ama öyleymiş gibi ikinci cümlem için üzüntü ve mahcubiyetle kel kafasını kaşıdı. Dert ettiği neydi acaba? Annemi göremiyor olmam mı yoksa ebemi tanıma şerefine nail olamayacağından mı? ...... Ve bölüm sonu.🤗 TAP OUT: Bir dövüşçünün rakibine, kendisine veya mindere vurarak maçtan çekildiğini belirtmesidir. Giyotin şok: Boğma hareketidir ve çoğu pozisyonda yapılabilir. MMA ise tarafların karşılaşmalarda üstünlük sağlamak için her türlü -karma- dövüş sanatı tekniğinden faydalanabildiği dövüş sporudur. Açıklamalar bittiğine göre ilk bölümü nasıl bulduğunuzu sormak isterim. Neler hissettiğinizi, soru işaretlerinizi ve takibinde neler söyleyebileceğinizi benimle paylaşmanızı bekliyorum. Şimdilik bu kadar, yeni bölümde görüşünceye dek sağlıcakla kalın.🌹
|
0% |