Yeni Üyelik
6.
Bölüm

4. Bölüm "İhanetin yaldızlı kıvrımları"

@sahrasaf

 

"Camı duvara fırlatıp yüzlerce parçaya bölünüşünü seyrederken sonrası için parmaklarının kesilebilme ihtimalini göze almalısındır."

 

Şu an öyle bir haldeyim ki neyi, nereden, kimden, ne kadar almam gerektiği konusunda iyi derecede yetersizim. Yine de aklım başımdan tamamen gitmiş değil. Aksi halde hâlâ adımı hatırlıyor olmazdım. Eh, onu unutmadıysam gerisinin önemi yoktu değil mi?

İsim önemli!

Mesela yan tarafımda oturan Haçin'in adını unutsaydım ona, kelliğine binaen "hey, kel" demek zorunda kalırdım ve o da buna sinirlenip beni önce haşlayıp sonra da burada bırakırdı muhtemelen. Hele de saatlerdir çiçek olmuş vaziyette, burnundan soluyorken. Defalarca gidebileceğini söylemiştim. Israrla bana katlanmak istiyorsa kendi bilirdi.

"Bak şu adamın pantolonu yırtılmış, poposu görünüyor," dediğim an hızlıca parmağımla işaret ettiğim yere baktı. Önce kaşları çatıldı sonra burun delikleri genişledi. Kahkaha atınca aynı hızla bana dönüp tehditkar bir tavırla işaret parmağını yüzüme savurdu. Gözüme soktu demek daha doğru olur çünkü birkaç santim ötesi gözümün içiydi.

“Parmak ektireceğini söylememiştin. Ay bir de çirkin olmuş.” Parmakları gerçekten çirkindi. On parmak neyine yetmiyordu da bir on daha ektirmiş.

Bir şeyler söylemek üzere kelimelerini dilinin ucunda topladığını gördüm. Onu durduran bakışlarım mıydı bilmiyorum ama onları yutmayı tercih etti. Akabinde gözümün içine baka baka dilini ısırıp olduğu yerden geriye doğru kaydı.

"Popo görmeye merakın varsa ben ne yapabilirim ki?"

"Kızım, bak zor tutuyorum kendimi, yapma artık! Bizi siktiri boktan bir yere getirdiğin yetmezmiş gibi! Burayı da nereden buldun hiç anlamış değilim ama kafam iyi değil. Anlıyorsun değil mi?" Boş boş bakmaya devam edince "Evet, anlamıyorsun," diyerek bitirdi sözlerini ve hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp beni de kolumdan tutarak kaldırdı. Elimi kavradığı gibi benimle beraber çıkışa yöneldi.

“Tabakhanede açık mı var? Ne bu acele?”

Çok hızlı yürüyordu. Ona yetişmek gibi bir çabam yoktu ama o çekiştire çekiştire peşinden sürükleyince adımlarına uymak zorunda kaldım. Hal böyle olunca birkaç adım sonra ayaklarımın birbirine dolanması ve yalpalamam kaçınılmaz oldu ama tüm suç benimmiş gibi yüzüme dönüp sinirle gözlerini belertti. Sinirine kaçak çıkan kat sayılarını umursamadan ayağıma doğru eğildim çünkü burkulmuştu ve ağrıyordu.

"Acıdı mı?" Sesi bu kez bıkkınlık değil de özür dilermiş gibi çıkınca başımı hayretle ona doğru kaldırdım.

"Sende kesin bipolar var." Herhangi bir şey söylemeden eğildi ve beni yerden kaldırarak un çuvalı gibi omuzuna attı.

"Yavaş olsana deve!" dedim iyice omuzuna yerleşirken. Baş aşağı duruyor olmamdan sebep bir tık rahatsız olunca yastık görevi görsün diye kollarımı birbirine geçirip başımın altına koydum ve gözlerimi yumdum.

Tekrar gözlerimi açtığımda neyse ki bu kez omuzda değil de kucaktaydım. Sindiğim güçlü kolların sıcacık olması bir yana, uyuma isteğiyle yanan gözlerimi açamayınca zamanın ve mekânın pek de farkında değildim. Bununla ilgilendiğim de yoktu. Tek istediğim rahatsız edilmeden yalnız başıma, derin, rahat bir uyku çekmekti.

Bunu da aldığım amber ve baharatlı kokusundan hâlâ Haçin olduğunu bildiğim bu kollarda yapmak istiyordum. Kokusu bile maskülen. Halbuki kaç kez açık tenine bu kokunun gitmediğini söylemiştim ama bana mısın demiyordu.

Ne var ki bu kollarda uyumaya devam etmekle ilgili temennimin çok da uzun sürmeyeceğini biraz sonra girdiğim sıcak ortamdan dolayı anlamam geç olmadı.

"Odaya çıkar." Gergin, derin ve tereddüt karışımı tınısı epeydir ses tellerine yuva kurmuş gibi normaldi.

"Yere indir beni!" Dolgun ama bir o kadar da içi çekilmiş gibi duran sözlerimi duyan Haçin neyse ki beni ikiletmedi.

Demin başımı, geniş omuzları arasına gömdüğümden olacak ki salondaki dev avizenin ışığını alamamıştı gözlerim. Beyaz, üçlü koltukta oturmaya devam eden ev sahibi de bunu fark etmiş olacak ki sehpanın üzerindeki kumandaya uzanarak avizeyi söndürüp birkaç ledi açtı. Güldüm ama öyle tatlı, teşekkür barındıran bir tavırda değildi.

"Ooo Faris Bey, eve dönmüşsünüz."

Kelimelerimin birbirine sürtünmesine engel olamadım ama o da şaşırmadı zaten. Ben doğurmuşum gibi peşimden ayrılmayan sadık adamı Haçin'den sebep içtiğimden, göz kırpmalarıma kadar her halttan haberi olduğunu biliyordum. Zaten Haçin'in ne diye beni buraya getirdiğini de anlamış değilim ya neyse.

"Nasıl, halledebildin mi işini?"

Oturduğu yerden doğrulup yanıma gelmek için hareket etti ama elimi kaldırıp onu durdurunca ayağı havada kaldı. Benden uzak durmalıydı. Şu anda onunla aynı havayı solumak bile fazlaydı benim için.

Zoraki ve yapmacık bir mimikle dudakları kıpırdar gibi oldu ama o kadar silikti ki tam da emin olamadım. Aynı sırada yarıda kalan yürüyüşünü hızlıca tamamlayarak yanıma gelip koluma dokundu ve "Ben..." diyerek bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama aksi bir tavırla kolumu ondan kurtarınca devam edemedi. Çünkü onu tanıdığım günden bu yana ilk kez nefrete yakın bir duyguyla gözlerine baktığımı fark etmesi uzun sürmedi.

"Bilerek yaptın!"

Sonrasını bilmem ama bu Faris'ten yediğim ilk darbeydi. En esaslı olanlardan hem de. Şayet birine çok güveniyorsanız -hatta sadece güveniyorsanız- devamında ne kadar ileri giderse gitsin ilkini asla unutamazsınız. Çünkü o omuzlara düşen ilk kar tanesidir.

Hissettirmeyecek kadar hafif ama unutamayacağın kadar travmatik.

Faris'in beni koluna takıp her şey gayet yolundaymış gibi pıtı pıtı götürdüğü mekandan ayrıldığımdan beri çok hafiftim. Yüklerimden kurtulmuş gibiydim ama aslında tüm kavramaları, zaman olarak sadece kendime gelme ânıma devrettiğimi biliyordum.

Faris dün akşam beni götürdüğü dövüş mekanında öylece bırakıp ortadan kaybolmuştu. Üstelik işim var diyerek götürdüğü yerden yine işim var diyerek ayrılmıştı; hem de en olmaması gereken mekanda, en olmaması gereken insanlarla. Yaşadığım afallama, bocalama bir yana, onun bana yaptığı şey affedilebilir bir hata değildi.

Gerçi daha dün yatağımdayken gözlerine çalınan hiddeti gördüğüm zaman anlamamış mıydım yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu? O mekanın kapısında durup da neden orada olduğumuzu sorarken ve de cevabımı alınca hissetmemiş miydim yalan söylediğini? Hissetmiş ama anlayamamıştım.

Girdiğim ve bir saati güç bela doldurduğum o dakikalarda tüm geçmişi birkaç saniyede halı altına süpürmüştüm kuşkusuz. O anda yaşadıklarımı metaforlarla süsleyecek değilim. Çünkü o andan itibaren tüm enerjimi, zor da olsa ayakta durmak için kullanarak harcıyorum.

Ne var ki hataların en telafi edilmeziyle aynı kefeye koymak için yeni bir hata bulmuşken yanından öylece geçip gidemiyor, o anların bam teline değinmeden de duramıyorum.

"Beni, orada işim var diye bırakırken farkında olduğumun farkında olarak yaptın hem de."

Sesim fazla sakin çıkıyordu ama eminim bağırıp çağırmam, bir şeyleri yıkıp kırmam için can atıyordu. Ben de isterdim. Şu an zihnimin açık olmasını çok isterdim. O zaman sözlerimde, öfkemde bir bütünlük oluşturmak daha kolay olurdu. Kandırılmaktan, aptal yerine konmaktan ölecekmişim gibi hissederken böyle dingin olmak hoşuma gitmemişti.

"Gözlerimin içine baka baka arkanı dönüp gittin."

Gözlerini kaçırmadı ama cevap da veremedi. Şimdi daha çok yakarı doluydu çehresi; çünkü biliyordu, en çok bu tondayken bağırtılarım içimde kalırdı ve içimde patlayan her duygu dışımdakine eziyet ederdi.

"Erçin..." Pişmanlığının benim için hiçbir önemi yoktu. Keza birbiri üzerine yıkılan kara gözlerinin de...

Ruhumun her kıvrımında yuvarlanan ihanetin yaldızlı yansıması varken gözlerine bakıyor olmam bile benim için kolay değildi. Beni bir başıma, hiç olmaması gereken nedenlerle -ya da yalanlarla- bırakmış ve ne hissettiğimi, ne hissedeceğimi umursamadan bencilce bir dürtüyle sadece kendine bahis açmıştı.

Dün geceyi unutmayacaktım!

Artun'un beni tanımadığını anlayınca tıpkı onun gibi yaparak onu kendime yabancılaştırdım ve dudağımdaki yarı alayvari gülüşle rolümün hakkını verdim. Sonra mı? Sonra hiçbir şey olmadı. Yanındaki kadının aksanlı Türkçesiyle merhabalaştığı birkaç kelimeye aynı düzeyde cevap verdikten sonra Mete'ye hoşça kal demiş ve birkaç masa ötelerine geçip oturmuştum.

Özellikle yüz yüze gelebileceğimiz, kısmen engellerin olacağı bir masa tercih etmiştim. Çünkü o bir saat boyunca dudağımdan silinmeyen gülüşlerle onu diken üstünde hissettirip hiç değişmeyen nefretini taze tutmasında yardımcı oldum.

Böylece dün gece elimde kalan mutluluk verici tek detay: Nefret dolu bakışlarının bir an bile üzerini örtmemesiydi.

O bakışlara ihtiyacım vardı. En çok da simsiyah gözlerimin ihtiyacı vardı. Zira alınması gereken en büyük öç gözlerime aitti.

"Nereden izledin bizi? Arka koltukların olduğu yerlerden birinde mi, yoksa daha iyi bir gözlem noktasından mı? Belki de kameradan izlemişsindir?" Dişlerimi var gücüyle sıkıp üstüne yürüdüm ve işaret parmağımı göğsüne bastırarak "Gördüklerin tatmin olmana yetti mi bari? Hiçbir şey olmamış gibi davrandığımı görmek erkeklik gururunu okşadı mı? Onun bırak adımı, beni tanımaması bile zevkten dört köşe olmana yetti mi? Ama bir dakika, sen zaten bunları biliyordun değil mi? Belki de her şeyi en başından planlamıştın?" dedim.

"Erçin ben..." Ah gerçekten...

"Adi pisliğin tekisin!"

Öfkemin dozu o kadar fazlaydı ki sözlerimle onu yakıp kavurmak, hissettiklerimle üzerine basıp geçmek istiyordum. İyice deliye dönerken acımasız sözlerle konuşmamı sürdürdüm. "Ne sanıyordun? Koşup boynuna sarılacağımı mı? Aslında belki de yapmalıydım." Şimdi onun gözleri de kızarmaya başladı işte.

Eh, bahis dediğin karşılıklı açılınca zevkli olurdu değil mi?

"Hâlâ şansım varken belki de gidip kendimi hatırlatmalıyım. Ve bunu, onun beni tanıyabileceği en kestirme yolu seçerek, yani ona sevişmeyi teklif..."

"Kes!" Tek kelimesinin son harfi havaya karışmadan dudaklarıma yapıştı. "Sakın!" Alt dudağımı, duymaya katlanamadığının etkisiyle öyle sıktı ki biraz sonra kanın metalik tadı, kokusu ulaştı genzime. "O cümleye devam edeyim deme! Sakın!" Öfkesi bana mı kendine mi bilinmez ama o hissin altına sinen kırgınlığı fazla belirgindi. Ancak bunu umursamadım. Zira benimkiyle kıyaslandığında onunki küçücük bir ukdeden öteye gidemezdi.

"Sakın," diye son kez ikaz ettikten sonra bir kez daha açlıkla dudaklarıma yapıştı. Pişmanlığının hiddetiyle öptü, iç dudağımı bereleyene kadar ısırdı. Ondan uzaklaşmama dayanamadığından olacak ki çenemden tutup kendine çekti ve daha derinden öpmeye başladı; ta ki ona kendisine en ufak bir karşılık vermediğimi fark edene kadar.

Hâlâ burnu burnuma sürtünecek kadar geri çekildi ve yaptığının ağırlığı altında ezilerek, acı çeker tonda "Karşılık ver," diyerek fısıldadıktan hemen sonra yeniden uzandı dudaklarıma ama aynı duvara bir kez daha tosladı.

"Böyle olsun istemedim. Karşılık ver," dedi bir kez daha üzerime eğilirken ama önce başımı sağa çevirerek sonra da iki adım geri giderek uzaklaştım ondan.

"Ben de üzgünüm, sana bu yüzü verdiğim için dahası sana güvendiğim için çok üzgünüm."

Söyleyebileceğim çok şey vardı aslında; herkese her şeyi en ince ayrıntısına kadar haykırmak istediğim bir çok kırgınlık, küskünlük... ama susmak istedim, en ince ayrıntısına kadar her şeyi kendime saklamak geldi içimden.

"Sadece kendin olman gerekiyordu. Ya da dün gece tanıştığım yüzünü aslında bana hiç göstermeyerek benden saklamaya devam etmeliydin Faris. Her şeyi boka sarmışken böyle pişmanlık içinde acı çekmen benim için hiçbir şey ifade etmiyor."

Konuşmam yeni yeni belirli bir akıcılık kazanmaya başlamış olsa da ona sırtımı dönüp yürümeye başladım ama aynı hızla kolumdan yakalayıp gitmeme engel oldu.

"Aklım çıkıyor seninle aynı çemberin içindeyken bir anda beni o çemberin dışında bırakacaksın diye." Alnını başımın arkasına yaslayınca saç köklerim karıncalansa da tepki vermedim.

Konuşurken sıcak nefesi ense köküme çarpıyor, orada soğuyordu. Gitmemden korktuğunu ispatlamak istercesine öyle sıkı sıkı birleştirmişti ki ellerini karnımın üstünde sanki şimdi bu kapıdan çıkıp gitsem bir daha yüzümü görmeyecekmiş gibi.

Kollarını mengene gibi sıksa da şu anda onun küçücük bir temasına bile tahammülüm yoktu. Zaten bu duruma daha fazla dayanamayınca ellerimle ellerini iki yana çekiştirip zor da olsa kurtuldum oradan. Sonrasında ise yürüyüp dışarı çıktım.

Beni o mekâna götürmesi, orada, Artun'la, sırf güdemediği erkeklik egosu ve saçma sapan kıskançlığı yüzünden bırakmasını unutmayacaktım.

Çoğu acı çektiğim günlerim vardı: Çocukluğum, kayıplarım, yalnızlığım, kimsesizliğim... Fakat Artun! Onu bize hiç karıştırmamalıydı. Beni, tutup da tarafından en büyük kazığı yediğim adamın önüne atarak taçlandırmamalıydı yaşadıklarımı.

Adımlarım büyüdükçe ona, Artun'a ilişkin bir şeyler düşünmek için çabaladım ancak daha ilk anda zihnime çekiş misali inen öfke darbesiyle tüm damarlarımın sendelediğini, birkaç saniye de olsa tüm yetisini kaybettiğini hissettim.

Onu düşünmeye yeltenmek bile hissizleşmek demekti!

Onun zihnimi meşgul etmesine sebep olduğu için bile affetmeyecektim Faris'i. Benim nazarımda bir insanın bir insana yapabileceği en büyük intikam hareketlerinden biriydi. Hele ki Faris'le iki düşmandan çok uzaksak...

Sarhoşluğuma sığınıp kahkaha atmak istedim ama mecalim yoktu, uykum da geliyordu zaten. Acilen Haçin'i bulup beni kucağına almasını ya da omuzuna atmasını istemeliydim.

Yorgunluğum suç üstü yakalanmış bir yaramaz gibi tepeme çıkmıştı.

Arabam yoktu, aslında vardı da nerede bıraktıysam orada kalmıştı ve son hatırladıklarım Haçin'in beni omuzuna attığı anlar olduğundan durumunun ne olduğunu bilmiyordum. Taksi bulmak ise gece bilmem kaç için pek mümkün görünmüyordu. Zaten dakikalarca yürüdükten sonra bir tane bile denk gelmemişti.

"Hadi gel de bırakayım seni, inat etme işte."

Ve yarım saattir arabasıyla peşimden gelen Haçin vardı birde. Kapıdan çıkarken onu arıyordum ama beni evime götürmek yerine buraya getirdiğini hatırlayınca bu kez sinirimin hedefi o oldu. Yok dedikçe ısrar ediyirdu. Ne durdan anlar ne yoktan. En sinir insan tipi!

Penceresine doğru eğildim ve "Yalandan Faris'in sağ koluyum diye gezme ortalarda; sen bildiğin benim kuyruğumsun be!" dedim. Bu gece yeterince dolmuştum, bir de ona laf anlatmakla uğraşmak istemiyordum ama gelin görün ki onun beni uğraştırası tutmuştu yine ve bininci kez.

"Vazgeçmeyeceksin değil mi?" Tepki vermeyince "Geçmeyeceksin," diyerek arabanın önünden dolanıp yanına oturdum. Tek söz daha edersem etim kemiğimden sıyrılacaktı.

"Ben bayılıyorum zaten kendi hayatımdan çok senin hayatını yaşamaya! Ulan geçen gün altın günü diyerek beni kadınlar matinesine soktun be! Ulan o boktan günde böğrüme çeyrek altın taktılar da neye uğradığımı anlayamadan ayakta götürüyorlardı beni!"

Kemerimi takmaya çalışırken kahkaha attım. "Sandalyeye çıkan Sebahat’te bahsediyorsun değil mi?" Ufak bir es verdikten sonra devam ettim. "Sen dua et de hiçbirinin boyu yetmiyordu sana. Ucuz yırttın haberin yok," dedikten sonra başımı cama yasladım.

******

Salına salına ikinci kattaki evime taşındığım kolların sahibi Haçin'di yine. Vücudum soğuk havayla buluştuğu ilk anda, yani daha arabadan indirildiğim ilk anda uyanmıştım. Kendi başıma da yürüyebilirdim ama canım istemediğinden bozuntuya verme zahmetinde bulunmadım. Gerçi Haçin'de fark etmiş ama sesini çıkarmamıştı. Şansına asansör de bakımdaydı ama elli altı kiloluk bedenim ona dokunmazdı herhalde. Aksi mümkünse derhal kollarını falan kesmesi gerekirdi.

"Kalk da şu anahtarı verirken yorul bari!" İmleç sabrının son sıkımına gelmiş, duruyordu.

"Anahtar çantamda."

"Çanta nerede?"

Kafamı kaşıyıp "Dağa kaçtı. Şans o ya, çobanın otlatmaya getirdiği inekcağızım da açlıkla guruldayan karnını doyurmak için aranırken benim çantaya denk gelmiş, sen tut onu ye. E hâl böyle olunca anahtar da gitmiş oldu," dedim. Birden ayaklarımın üstüne bırakılınca ani baskının etkisiyle dizlerim ve ayak bileklerim bir kez daha ağrırken dudaklarımdan ufak bir "ah" çıktı.

"Ben de sana sonunda kırmızı başlıklı kızı yiyen kurdun hikâyesini anlatırdım da dua et iyi bir anlatıcı değilim." Beni eliyle yan tarafa ittirip kapıya yüklenince kırılan kapının sesi tüm apartmanda yankılanmıştı. Kahkaha atınca eliyle ağzımı kapattı ve küfür ede ede içeri çekiştirdi.

"Şu şey var ya, hani sana dibiyle beraber dimağı da düşen kızıl afet... Neydi adı? Ha Sebahat, Sebahat. Kapıyı kırma sesinden bile senin yaptığını anlayıp delikten bakmadı ve kek yapmak için soyunmadıysa hiçbir şey bilmiyorum." Yeni bir küfürle alelacele kapıyı ayağıyla itti ama kırılan menteşeler yüzünden aralık kalmasıyla daha fazla gülmeye başladım.

"Sen şimdi bir de bu kapı böyle kaldı diye başımda sabahlayacaksın değil mi? Hem de Sebahat şu andan itibaren senin için soyunmuşken ve kapı açıkken." Yarılmak üzere patlak veren kahkahalarımı tutamıyordum. Bir an eğilip karnımı tutarken bir an sonra ayağım kayınca düşüp oturduğum yerden devam ettim.

Gözlerimden akan yaşların sıcaklığı yanaklarımı ıslatınca artık gülmediğimi biliyordum. Tuzlu dalgalar gözlerime kadar yükselmiş, pınarlarımı yakıyordu. Belki de acıtıyordu, bilmiyorum. Durum her ne ise de aynı denizde boğulan göz bebeklerim, kirpiklerim, aklarım vardı.

Geçmişin ceremesini çekmek istemiyordum. Evet, belki kırgınlık, kırgınlığımda özgünlük ve yaşananlarda unutmamam gereken çok fazla ayrıntı vardı ama ben yine de unutup ya da unutmuş gibi yaparak onları yok saymak istiyordum. Geçmiş, nereden kırıldıysam kişi, zaman ve en önemlisi konu olarak kırıldığım yerde kalmaya devam etmeliydi. Beni daha fazla incitmemeliydi.

Haçin'in, ağır vücudunun ağırlığından ötürü araları açılan ya da bazı köşeleri kalkmış olan parkelerin gıcırdamasıyla bana yaklaştığını anladım.

Biraz sonra yanıma oturdu ve benim gibi sırtını duvara yaslayıp ayaklarını uzattı. Göz odağımda olmasa da bir şekilde anlıyor, seçebiliyordum işte. Aşırılığa kaçan kahkahamın önünü kinli bir düşman gibi kesen ağlama güdüsü arttıkça omuzlarımdaki sarsıntı da artmaya başladı.

"Sanki," dedim içime ne kadar çekersem çekeyim yetersiz gelen oksijenin yine de önünde diz çökerek. "Sanki her şey daha yeni başlıyormuş gibi hissediyorum."

"Bu günlerimi bana çok aratacaklarmış gibi hissediyorum."

Bölük pörçük cümlelerle söylediklerimin tümü ihtimal de olsa gerçekliği yansıttığını o da biliyordu.

...........

Artun asıl karakterimiz anlayacağınız üzere, onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce gerçekte neler oldu? Erçin'le aralarında aslında nasıl bir geçmiş var? Bunca kinin ve kırgınlığın nedeni ne olabilir?

Peki Faris'in yaptığına ne diyorsunuz?

Bu arada sizce Faris nasıl bir karakter?

Bir de Haçin'im var. Ay ben çok seviyorum bu adamı.😂

Görüyorsunuz ya, bir ton soru işareti, bir sürü gizem.

Bakalım bizleri neler bekliyor. Şimdiden herkese teşekkür ediyorum. Yeni bölümde görüşünceye dek sağlıcakla kalın.✨

Loading...
0%