@sahravecoluu
|
Bazen insanlar çok büyük bir karar vermek zorunda kalır. Bende son 1 haftadır karar vermeye çalışıyordum. Aslında kararım çoktan belliydi ama Ahrazar'ın güvenliği sorun çıkarıyordu. Kudret Karan ney yazık ki benden güçlüydü. Çünkü bana gücümü veren oydu. Beni büyüten yetiştiren, eğiten oydu şimdi ona rest çekmek çok zor olacaktı. Özellikle kızı için.. Tabi ki de Ahrazar'ı haberi olmadan ameliyata sokmayacaktım. Az sonra her şeyi öğrenecekti, evet belki beni affetmeyecekti. Affetmesi için her şeyi yapacaktım. Belki de bu benim içim de ki duygu karmaşasına bir son verirdi. "Abi bence evde anlatma temiz hava iyi gelir. Hatta tekneyi ayarlıyım, bende geleyim olur mu?" "Tekneyi ayarla Özkan ama sen gelme, yalnız olmak istiyorum" dediğim de kafasını sallayıp yanımdan ayrılmıştı. Evin bahçesinde oturuyordum, Ahrazar ise yukarıda seçtiği odaya yerleşiyordu. Bu evi çok beğenmişti, beni affederse sürekli gelirdik... Çalan telefonda gördüğüm isim aptal gülümsememi söndürmüştü. Kudret abi arıyordu. "Efendim abi" "İspanya'ya geldiğini ne zaman söylemeyi düşünüyordun evlat" Sesinden sinirli olduğu çok net anlaşılıyordu. "Senin her şekil haberin olur diye söyleme ihtiyacı duymadım, ki zaten haberin olmuş. Eliçilerin sağ olsun" dedim sesimi neşeli tutmaya çalışarak. "Kızı getirdiğine göre bu gece halledelim" demişti. Şaka mı yapıyordu? "Bu olmaz abi, Ahrazar gerçeklere uyanmadan onunla bir gece geçirmek istiyorum" "Hayır Marlon. Kızı getir" "Bu gece biz baş başa kalacağız abi" dedim. Bu kadarına izin vermesi gerekiyordu, zaten Ahrazar her şeyi öğrenecekti ve kararı kendi verecekti. "Sizi oradan aldırmam tek bir sözüme bak biliyorsun değil mi?" dediğin de engel olmak için hemen araya girdim. "Lütfen abi sonra bir gece.. Her şey açığa çıkmadan son kez de olsa kızın ile zaman geçirmek istiyorum. Bunu bana çok görme" Derin bir nefes alıp onaylamıştı. Başka çareside yoktu zaten. Telefonu kapatınca yüzümde buruk bir gülümseme ile Ahrazar'ın odasına çıktım. Kapıyı tıklatıp gel komutunu alınca içeri girmiştim. Ahrazar bavulunu yerleştirmiş yatağında oturuyordu. "Ahrazar, akşam için tekne ayarlattım. Seninle konuşmak istediğim şeyler var. Rahat rahat konuşuruz," dedim. Beklediğim gibi şaşırmış bir ifadeyle bana döndü. "Peki, olur," dedi fısıltıyla. Gözlerinde bir belirsizlik vardı; ne hissedeceğini bilemiyordu, ama teklifimi kabul etmişti. Odanın ortasına kadar yürüdüğümde ekledim: "Yemek hazır, beraber inelim istersen." Ahrazar bir an duraksadı, sonra gözlerini kaçırarak mırıldandı: "Çık sen, gelirim ben." Gözlerindeki mahcupluk hemen dikkatimi çekti. Acaba arabada öptüğüm için mi böyle davranıyordu? Kendime engel olamayıp sordum: "Seni öptüğüm için utanıyor musun?" Ahrazar’ın yanakları belli belirsiz kızardı. "Marlonnnn" dedi, adımı söylerken sonunu tatlı bir sitemle uzatarak. Dayanamadım, gülümseyerek karşılık verdim: "Emret, güzelim." Bu kez gözlerindeki utangaçlık kaybolmuş, yerini sıcak bir ışıltıya bırakmıştı. Yanıma kadar geldiğinde alaycı bir gülümsemeyle sordu: "Çok açım, gidelim mi?" Kahkaha atmaktan kendimi alamadım. "Yani, kaçıyorsun?"dedim gözlerimi kısarak. O, çocuksu bir gülümsemeyle dudaklarını büzdü. "Kaçan kovalanır diyorum." Oyun başlamıştı. Gözlerimle onu yakalayacağım anı düşünerek mırıldandım: "Yakalarsam bırakmam ama." Ahrazar çoktan arkasını dönmüş, merdivenlerden inmeye başlamıştı bile. Mahcup hâline hafif bir tebessümle baktım. Ona utanmak bile yakışıyordu... Yemeğimizi kaçamak bakışlar eşliğinde yemiştik. Şimdi de Ahrazar üstünü giyiniyordu. Birazdan çıkacaktık. Merdivenlerden gelen ses ile kafamı telefondan kaldırmıştım. Ahrazar kıvırcık saçlarını toplamıştı. Üstünde omzu açık bir bluz vardı ve boynu açıkta kalıyordu. Çok güzeldi... "Rahat giyin dedin ama iyi mi böyle?" diye sordu önüme kadar geldiğin de. "İyi yani çok güzelsin. Çıkalım" O önde ben arkada evden çıktıkmıştık. Özkan bize tekneye kadar eşlik etmiş daha sonra gitmişti. "Sen buna tekne mi diyorsun, bildiğin yat bu" dedi Ahrazar gülerek. Evet bir tık büyük bir tekne olabilirdi. Bende gülümsediğim de çoktan binmiştik. Denize bakan burun tarafına geçtiğimiz de yan yana neredeyse hiç mesafe bırakmadan oturmuştuk. "Ay ışığının altın da oturacağız ha, baya iyi" "Biz de seninle Ay ve Işığı gibiyiz" "Nasıl yani?" "Ben karanlık olan Ay'ım sende beni aydınlatan ışığım" dediğim de gülmüştü. "İltifat mı ettin sen? Şaşırtıyorsun beni. Ama itiraf edeyim çok beğendim." "Beğenmene sevindim karıcım" dediğim de gözlerini büyüterek bana dönmüştü ama kısa sürmüştü şaşkınlığı. Biraz bakıştıktan sonra Ahrazar yaklaşıp yanağımı öpmüştü. "Arabada ki öpücüğün rövanşı kocacığım" Gülerek söylediği şey bende farklı duygular uyandırıyordu. Onu öpmek gibi.. Hala yanağımın dibindeydi ve bir eli de boynumda. Nefesi yanağımı gıdıklarken boynundaki eli hafifçe aşağı kaydı. O an, tenimde bıraktığı sıcaklık tüm hücrelerimi harekete geçirdi. Kalbim, onun dokunuşunda gizli olasılığını fark ettiğinde hızlandı. Daha sonra eli geri çekeceğini hissettim. Refleksle bileğine uzanıp elini boynuma bastırdım. Gitmesine izin vermeyecektim. O anda mantık ya da sınırlar hiçbiri umrum da değildi. "Ahrazar.... çok zorluyorsun beni" Diğer eli saçımın içine kaydığını hissettiğimde kendimi sıkmıştım. "Saçların... çok yumuşak. Hangi şampuanı kullanıyorsun?" dediğinde, sorusunun sadece havada anlamsız birer fısıltıdan ibaret olduğunu anlamıştım. Sabrımın sonuna gelmiştim. Bütün parçalarım tek bir noktada kilitlenmişti: Bir kere, sadece bir kere. İlk ve son kez, her şeye rağmen... Sonra, aramızdaki o son mesafe de eridi. Dudaklarımın dudaklarına değdiğinde, önce tedirgindim, sanki dokunuşumuzla bir şeyleri bozmaktan korkmuştum. Ama o an, her şey değişti. Ahrazar'ın dudakları benimkilerin üzerine kapandığında, bütün dünyada geride kalmıştı. Parmaklarım boynunun arkasında dolaşırken onu daha da kendime çektim. Artık aramızda hiçbir şey kalmamıştı. Zaman durmuş, dünya susmuştu. Öpücük bitti, dudaklarımız birbirinden ayrılırken gözlerinde hem şaşkınlık hem de derin bir tutku görmüştüm. Ne yaptığımızı sorguluyordu.. "Şu şarap şişesini kafama geçirsen bile asla pişman olmayacağım" dediğimde gülmüştü. “Tehlikeli bir adamsın” dedi hafif bir gülümsemeyle. Birazdan olacak senaryolar kafamda döner iken aynı zamanda anı bozmak istemiyordum. Ahrazar yeterince üzülecekti ama bu gece sondu. Her şey şimdi bitecekti. Söyleyecektim... "Ahrazar sana anlatmak istediğim bir şey var" dedim. "Anlat" diyordu gülerek. Nasıl başlayacaktım? "Ben babanı tanıyorum" dedim önce tepkisini ölçmek adına. "Tanıman normal yani babam buradam yaşıyor bildiğim kadarı ile" Umursamadan söylemişti bunu. Geri kalanını nasıl anlatacaktım? "Öyle değil... Beni büyüten abi dediğim o adam baban" "Ne diyorsun sen?" dedi ayağa kalkarken. Sakin ol Marlon her şeyi göze aldın, anlat. Tekte hızlıca anlat kurtul. En fazla denize uçarsın... "Ahrazar..." diye başlayan cümlem 2 yıl önce Milan'ın hastalığının başladığı günden şuana kadar devam etmişti. Ahrazarın her kelimem de değişen yüzü beni korkutsada Timur olayı hariç her şeyi soluksuz anlatmıştım. "Ahrazar bir şey söyle" dedim. Bir anda üstüme doğru gelip beni geri ittirmeye başladı. "Kafayı yiyeceğim, gelmiş bana ben baban ile birlikte büyüdüm ve onun isteği ile seninle anlaşmalı evlilik yaptım. Çünkü senin iliğine ihtiyacamız vardı. Neden? İsmini bile bilmediğim ama kardeşim olduğunu söylediğin kız için. Ya sen bu oyuna nasıl girdin? Hoşuna gitti mi bari beni kandırmak? Söylesene keyif aldın mı?" "Ahrazar ben seni gördüğüm ilk an vazgeçmiştim. Buraya gelene kadar Kudret abiye yalvardım ama o seni öldürmek ile tehdit etti beni. Gerçekten çok çaresizdim" dedim. Güldü... "Mafyayım diye geçinmeyi biliyorsun ya. Buraya kadar getirdin zaten beni. Sen eğer bana söylemek isteysedin söylerdin. Buraya kadar getirdin beni, şimdi neden anlatıyorsun? Fikrini niye değiştirdin?" Sinirden gözü dönmüştü gözünde yaşlar akarken bir yandan bardak tabak ne varsa etrafa çarpıyordu. "ACIDIN MI YOKSA" dedi, şarap şişesini yer ile buluştururken. "BU KÖYLÜ KIZA ACIDIN MI?" bir bardak daha... "VİCDANIN OLDUĞUNU MU HATIRLADIN? KONUŞSANA" dediğinde bu seferki hedefi bendim. İttiriyor bağırıyor vuruyor hıncını alıyordu. "KONUŞ. NE OLDU? KONUŞMASINDAN UTANDIĞIN KADINI KURTARACAK NE OLDU?" "AŞIK OLDUM ÇÜNKÜ" diye patladım en sonunda. Anında durmuş kaskatı kesilmişti. "Acıdığım için değil Ahrazar sana aşık olduğum için. Seni seviyorum. Duydun mu? Ben seni seviyorum ve sevdiğim kadının acı çekmesini istemiyorum" Yanına gidip kollarımın arasına almıştım. Çıkmaya çalışsada sıkı sıkı sarılıp gitmesini engelliyordum. "Neden yaptın?" "Senin içindi hepsi... Tanrı şahidimdir ki senin üzülememen içindi" dedim ama onun ağlaması bir türlü durmuyordu. Kendime bile henüz itiraf etmediğim şeyi ona tak diye söylemiştim. Ben bu kadını seviyordum. "Beni te- terk edip başka çocuk mu yapmış? Ben.. ben de onun kızıyım, bende onun çocuğuyum" Bağırıp çağırırken sinirini saçlarını yolarak çıkarmaya çalışıyordu. Kriz geçirdiğini anlamıştım, ellerini zorda olsa saçlarında ayırdığım da bu sefer benim kollarımı tırnaklamaya başlamıştı. "Bende kızıyım... Beni bıraktı. Beni bıraktı. O- onu seviyor, beni bıraktı. Annem de bıraktı beni, o da bıraktı. Timur da bıraktı, sende-" "Bırakmadım bırakmayacağım" diye tamamladım cümlesini. Kafasını ellerimin arasına alıp göz göze gelmemizi sağladım. "Ben seni bırakmayacağım... Tamam mı? Beraber atlatacağız, ne olur affet beni. Lütfen Ahrazar, ben artık sensiz bir hayat düşünemiyorum" "Sen de kandırdın beni... Sende yalan söyledin, sende beni-" Cümlesini tamamlamasına izin vermeden dudaklarına kapandım. Baskılı bir öpücük bırakıp geri çekildiğim de bu sefer öfke ile bakmıyordu. "Ben bu dudakları bir kere öptüm bir daha vazgeçemem Ahrazar. Ben sensiz yapamam" dedim. Nefes alışverişleri hızlanırken "Bu bir kabus" diye fısıldadı. "Eğer istersen bu kabustan beraber çıkacağız" "Tabi yaşarsan it" diye bir bağırma geldi arkamızdan. Hızlıca arkamı döndüğüm de bana doğrultulan silah ile burun buruna geldim. "Kudret abi..." diyen sesim kısılıp kalmıştı. Teknenin karşısında birbirine silah çekmiş topluluğa baktım. Benim adamlarım ve Kudret abinin adamları birbirine silah çekmişti. Bunların hepsi ne zaman olmuştu? Ahrazar'a döndüğüm de kitlenmiş bir şekilde babasına bakıyordu. Hayır hayır bu şekilde karşılaşmamaları gerekiyordu. "Sen benim arkamdan iş çevirecek kadar büyümedin Marlon. Ne düşünüyordun bilmiyorum ama artık yoksun. Bana ihanetin bedeli ölümdür" Evet bunu bir çok kere söylemiş hatta göstermişti. Öldürdüğü adamlar üzerinden.. Yapardı, acımazdı ama şuan ölemezdim. Ahrazar'a neler yapabileceğini az çok tahmin edebiliyordum. "Kudret abi ben sana başında söylemiştim. Bu işin böyle olmayacağını-" "Kes sesini. Eğer anlatılması gerekiyorsa ben anlatırdım değil mi? Ama sen sana defalarca söylememe rağmen beni dinlemedin. Sen ne kadar nankör bir insansın, seni bu yaşına kadar ben getirdim. Eline güç, para verdim. Ben olmasam sen dilancilik yaparken bir yerde ölüp kalacaktın ama ben nereden bilebilirdim senin nankör bir piç olduğunu" dediği her kelime gururuma dokunurken o silahını emniyetini açmış, alnıma dayamıştı. Öldürecekti... Adamlarımın hiç biri bir şey yapamazdı. Onun sözünden çıkamazlardı, silah çekmeleri bile bir mucizeydi. "Kudret Karan, eğer o silahı indirmezsen kızını yaşatacak bir ilik bulamayacaksın," dedi Ahrazar. Ona döndüğümde, bir an için kalbimin yerinden fırlayacağını hissettim. Silahı kafasına dayamış, titriyordu. Hayır... Belimdeki silahı ne zaman almıştı? "Ahrazar, indir o silahı!" diye bağırdım. Halinden belliydi, kendini yanlışlıkla vurabilir diye korkuyordum. Ona doğru bir adım atmak istedim, ama beni eliyle durdurdu. "Orada kal!" diye neredeyse çığlık attı. Ne yapacaktım? Ya silah patlarsa? O zaman ne olacaktı? Kudret Karan’ın sesi, korkuyla titriyordu: "K-kızım, indir şu silahı." Ama... Hangi kızını düşünüyordu şu an? Ahrazar’ın elleri titriyordu. Derin yaraların izleri sesine karışıyordu. "Sen bana daha ne kadar zarar vereceksin?" dedi. "Söylesene baba... Bana daha ne kadar zarar vereceksin?" O an anladım, gerçekten iyi değildi. Ve tüm bunlar benim yüzümden bu noktaya gelmişti. "Ahrazar, lütfen, sakin ol," dedim. "Konuşabiliriz. İndir şu silahı, ne olur." Ahrazar’ın sesi derinden, acıyla yankılandı: "Ben senin kızın değil miyim, baba?" Bir soru insanın canını böyle mi yakardı? Ahrazar, yıllardır soramadığı soruların cevaplarını, tam da şu an, en acı şekilde almaya çalışıyordu. "Sen beni boğmaya çalıştığında bile seni anlamaya çalıştım," dedi. "Annemin acısı var üzerinde, dedim. Sekiz yaşında bir çocuk olarak, bunları düşündüm. Ama sen... Sen hiç beni düşündün mü, baba? Ölmemi istedin..." Derin bir nefes aldı, kelimeler daha da ağırlaştı. "Şimdi sana istediğini vereceğim. Öleceğim ve sen benden kurtulacaksın. O zaman mutlu olur musun? O zaman sever misin beni?" Kudret abi panikle bana döndü: "Marlon, bir şey yap! Kendini öldürecek!" İşte o anda fark ettim. Kudret, gerçekten Ahrazar'ı hiç sevmemişti. Onu boğmaya mı kalkmıştı? Bana her şeyi bambaşka anlatmıştı. Bunun hesabını soracaktım, ama şimdi önceliğim Ahrazar’dı. Ona yaklaştım, sesimi olabildiğince yumuşak tuttum: "Ahrazar, güzelim, ne olur indir o silahı." Ama Ahrazar, boşluğa konuşur gibi devam etti: "Öldüreceğim kendimi... Herkes kurtulacak. Babam o zaman sevecek beni, Marlon..." Parmağının biri tetiğin üstüne geçince panikle bağırdım; "Ahrazar, yapma… Ne olur yapma!" Sesim çatallaştı, nefesim kesiliyordu. "Sen olmazsan yaşayamam. Sensiz bir hayat... Ben böyle yapamam. Lütfen, güzelim..." Sanki her kelimemle ona ulaşmaya çalışıyordum, ama ellerim boşlukta çırpınıyordu. "Söz veriyorum, buradan ikimiz de sağ çıkacağız. Türkiye'ye döneceğiz ve her şey senin istediğin gibi olacak. Ne istersen… Ama lütfen… Anne babasızlığın acısına bir de senin acını ekleme. Dayanamam. Ahrazar’ın bakışları ilk defa yumuşar gibi oldu, o karanlık ifadesinin yerini kısa bir tereddüt aldı. "Önce onlar indirsin,"dedi, sesi hala kırılgandı, ama biraz sakinleşmişti. Hemen harekete geçtim. Kudret abinin elindeki silahı aldım, bütün gücümle denize fırlattım. Ardından korumalara döndüm. "Yere bırakın silahları!"diye emrettim. Her biri yavaşça yere indirdi silahlarını. Derin bir nefes aldım, kalbim hala göğsümde çarpıyordu. "İndirdiler, güzelim. Hadi, ver onu bana,"dedim, adımlarımı dikkatle atarak ona doğru yaklaştım. Tam bileğinden yakaladığım anda, Kudret Karan’ın sesi buz gibi havayı kesti: "Seni ölsen bile sevmeyeceğim." O söz… Ahrazar’ın içindeki bütün umutları yıkıp geçti. Gözleri bir an boşaldı, ne varsa içinde, hepsi bir anda yok oldu. Kudret’in acımasızlığı onu bıçak gibi doğramıştı. Ahrazar, gözlerini yavaşça silaha çevirdi ve havaya kaldırmak için zorladı. "Hayır!" dedim, bütün gücümle bileğine yapıştım. Ama çok geçti. Silahın sesi gökyüzünde yankılandı, patlamayla birlikte Ahrazar’ın çığlığı aynı anda yükseldi. Ama o vurulmamıştı. Kurşun bana isabet etmişti. Kolumdaki acıya aldırmadan, var gücümle silahı Ahrazar’ın elinden çekip aldım ve hızla denize fırlattım. Silah, suya değdiği anda içimdeki gerilim az da olsa çözüldü. Arkamı döndüğümde Ahrazar’ı gördüm. Yere çökmüş, titreyerek ağlıyordu. Omuzları sarsılıyor, içinde birikmiş onca yılın acısı, öfkesi ve sevgisizlikten doğan boşluk her bir gözyaşında yankı buluyordu. Onu öyle görmek, kalbime saplanan bir bıçaktan farksızdı. Yanına çöktüm, tereddüt etmeden kollarımı ona doladım. "Bitti, güzelim. Artık bitti..."diye fısıldadım. Ama ikimiz de biliyorduk ki hiçbir şey gerçekten bitmemişti. Ahrazar’ın kalbindeki yaralar, bu geceden çok daha uzun bir ömür sürecekti. Yanına çöktüğümde, ben sarılmadan önce o bana sarıldı. Öylesine şiddetli ağlıyordu ki nasıl sakinleştireceğimi bilemiyordum. Göğsümde, hıçkırıklarıyla sarsılıyordu. "Güzelim, sakin ol. Ben buradayım, yanındayım," diye fısıldadım. Parmaklarım, ne zaman çözüldüğünü bilmediğim saçlarını nazikçe okşuyordu. Ahrazar gömleğimi avuçlarının içinde sıkıca tutmuştu, sanki beni bırakırsa düşecekmiş gibi. "Beni bırakma" dedi, sesi çatlamıştı. Bırakır mıydım? "Asla bırakmam," diye mırıldandım. "Ama sen de beni bırakma, Ahrazar." Hıçkırıkları yavaşça hafiflerken, arada bir titreyen sesiyle konuştu: "Ben seni vurmak istemedim… Onu vuracaktım. Özür dilerim…" İçim acıyla doldu, ama yine de onu daha sıkı sardım. Onun acısını hafifletebilmek için her şeyi yapardım. "Sen benden gitme de… İstersen bir kurşun daha sık," dedim, sesim neredeyse şefkatle kırılıyordu. Bu, onun beni affettiğinin işaretiydi. Beni bırakmamasını istemesi... Affetmişti. Onun için oradaydım, sonsuza dek kalacaktım. Tam o anda başımı kaldırdım ve Kudret abinin hâlâ orada dikildiğini fark ettim. Kan beynime sıçradı. Sinirimle boğulacak gibiydim, ama ağzımı açmaya fırsat bulamadan Özkan, nefes nefese koşarak tekneye çıktı ve soluğu yanımızda aldı. "Kudret Bey… Abi… Felaket bir şey oldu!" diye zorla nefesini toparlamaya çalıştı. Kudret bir adım öne çıktı. "Söyle Özkan," dedim, sinirle kısılmış bir sesle. Ama içimde bir soru yankılandı: Bundan daha kötü ne olabilirdi ki? Özkan zor bela konuştu: "Maran Miroğlu… Milan Hanım’ı kaçırdı." |
0% |