@sahravecoluu
|
Hayatta, insan olabileceğine inandığı her şeye karşı hazırlıklı olabilir. Kendini zırhlarla donatır, kötü ihtimalleri önceden hesaplar, her darbeye karşı ayakta kalmayı planlar. Ama bazen beklemediği, hiç ummadığı bir şeyle karşılaştığında bütün o hazırlıklar paramparça olur. O an insan kalakalır... Ne yapacağını bilemez, içine dolan boşlukta çaresizce savrulur. Bir yandan öfke damarlarında dolaşır, bir yandan da kırgınlık her şeyden ağır basar. İhanet, sadece aldatmak değildir. Birinin yalanlarına kanmak, arkandan çevrilen işleri fark etmek, güven dediğin şeyi mezara gömmek de ihanettir. Hatta yaşamını umursamayarak, göz göre göre seni ölüme sürüklemek bile... İhanet, insanın sadece kalbini değil, ruhunu da yaralar. Ve bu yaralar, ne kadar zaman geçerse geçsin, kendi kendine iyileşmez. Beklenmedik yerden gelen darbenin acısı daha farklıdır; daha keskin, daha unutulmaz… Sonra bir şey olur. İçindeki yangın zamanla küllenir ama yerini başka bir fırtına alır: Affetmek mi, affetmemek mi? İnsanın aklı sürekli bunu tartışır. Kalbi, onu bağışlamaya zorlar; “Belki affedersem rahatlarım,” diye fısıldar. Belki o yükten kurtulur, belki içindeki savaş diner. Ama diğer yandan gururu buna izin vermez. Nasıl affedebilir? Sırtından bıçaklanmayı görmezden gelmek, kendine ihanet etmek gibi gelmez mi? Affetmek bazen zayıflık gibi hissettirir, değil mi? Affederse her şey düzelecek mi? O yara kapanacak mı? Affedince geçmişin izleri silinecek mi? Yoksa affetmemek, o acıyla yaşamayı seçmek mi daha onurlu? Bunu bilmek zor… Affetmek bazen özgürlük, bazen de esaret gibi gelir. Birini affetmek, gerçekten onu bağışlamak mıdır, yoksa sadece kendi vicdanını rahatlatmak mı? Affetmezse, o yükü sırtında taşımaya devam eder. Ama affederse... Ya affeder ve o kişi yaptığı her şeyi unutur da yeniden aynı ihaneti yaparsa? "Ahrazar hanım valizlerinizi biz temin edeceğiz. İyi günler" diyen görevli ile düşüncelerinden sıyrılmıştı Ahrazar. Uçağın uzun merdivenlerinden inmeye başlamadan önce batmak üzere olan havaya, daha sonra da onu karşılamaya gelen adama baktı. Büyük gülümsemesi ile merdivenleri inip, onu bekleyen adamın önünde durdu. Karşılıklı eller uzanıca bekletmeden sıkmışlardı. "Maran Miroğlu, seninle tekrar ama aynı tarafta karşılaşacağımızı hiç ummuyordum" Karşında dimdik duran kadına hayranlıkla baktı Maran. "İnsanları şaşırtmayı severim. Diyarbakır'a hoş geldin Ahrazar" "Hoş buldum" dedi kadın kendinden emin bir şekilde. Büyük gülüşünün ardında çokça acı vardı, buraya kimleri gömerek gelmişti. Hem mecaz anlamda, hemde gerçek anlamda... Kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Artık kazanma vaktiydi. Bunca yıl uzak durduğu, elinin tersi ile ittiği ne varsa almaya hazırdı. Bundan sonra korkma sırası onlardaydı. Ahrazar Seyhanlı kimseye acımayacaktı. Lüks arabalar da dikkat çeken ilk şey plakaları idi. Ahrazar yaptığı şeyin farkında ve emin bir şekilde açılan kapıdan arabaya bindi. "Bana direk buraya geleceğini söyledin ama önce yangın çıkartmışsın" Maran'ın cümlesine sadece gülümsemek ile yetindi. Söyleyecek bir şeyi yoktu, yapması gerekeni yapmıştı. Plana uyuyordu.. "Evim hazır mı?" "Hazır. Gerçekten çok güzel bir ev almışsın, içini de dediğin gibi döşettirdim. Sen bu kadar parayı nereden buldun?" diyen adama bakışları ile cevap vermişti kadın. Para sıkıntısı yoktu,olmayacaktı da. "O nerede?" Ahrazar'ın sesi o kadar az çıkmıştı ki Maran sorusunu zor anlamıştı. "Milan'ı diyorsan konakta o yiğenlerim ile çok iyi anlaştı. Garip olan hiç babasını sormuyor, ben neden buradayım demiyor. Ona babanın arkadsaşıyım bir süre burada kalacaksın dediğimden beri soru sormuyor" "Kız ne yaşadı kim bilir... Alışıktır belki birileri ile kalmaya, nasıl büyüttüyse kızı" "Onu görmek ister misin?" diye soran Maran'ı anında red etti. Ahrazar her ne kadar o kızın suçsuz olduğunu bilse de karşılaşma için hazır değildi. Yanında bir desteğe ihtiyacı vardı, arkasında o güveni hissettiği an da Milan ile karşı karşıya gelecekti. Maran ile birlikte yeni evinin önünde durdular. Diğer evini, yani Marlon'un ona verdiği ev şuan küle dönmüştü. İntikam ateşinin ilk sinyalini vermişti Ahrazar bu sayede.. "Al bakalım evinin anahtarı" Maran'ın elinde ki anahtarı hemen almıştı Ahrazar. Büyük bahçeli eve girdiklerin de huzula doldu kadın, yeni bir yerdeydi. Yeni bir şehir, yeni bir ev hemde kendine ait. 2 katlı dublex eve yan yana girdiler, Ahrazar gülümseyerek eve bakıyordu. Tam istediği gibi dizayn edilmişti. "Ağam" diye bir ses duyunca arkasını döndü ikisi de. Maran'ın adamı vardı kapıda "Ağam, Zerda hanım sizi derhak konağa çağırmamı istedi. Önemliymiş" Maran bir tık şaşırsa da bozuntuya vermeden adamını göndermişti. "Sanırım önemli bir şey, anneni bekletme Maran" dedi Ahrazar. Maran cebinden bir anahtar daha çıkarıp onu da Ahrazar'a uzattı. "Bu da benim sana hoş geldin hediyem. Garajda... Şimdi gitmem gerek adamlarım burada, bende bir telefon uzağındayım" Araba anahtarını da alan Ahrazar anlayışla gülümsedi. "Teşekkür ederim ağam" Ahrazar'ın ağzından çıkan şey Maran'da öyle bir etki bırakmıştı ki, anlatılmazdı. Şuanda ona "Ağam" diyen dudakları öpmek istiyordu ama yapamazdı. O bir emanetti ve bir ağa emanete hıyanet olmazdı. Ama Ahrazar ona kendisi gelirse, işte o zaman öleceğini bilse öperdi. "Rica ederim. Yarın şirkette görüşürüz" deyip hızla ayrılmıştı oradan Maran. Ahrazar'ı ilk saatinden tek bırakmak istemesede annesinin ne diyeceğini de merak ediyordu. Soluğu konakta alan adam hemen içeri girmişti. Ona kapıyı büyük yengesi açarken, annesi de merdivenlerden iniyordu. Maran kötü bir şey sanarken annesinin gülen yüzü ile karşılaşmıştı. "Anne ne oldu?" diye sordu hızlıca. Annesi gayet sakin bir tavırla gelip oğluna sarılmıştı. "Sonun da gelinimi buldun ha, ölüp gitmeden son oğlumun da evlendiğini göreceğim." dedi annesi gülerek. Maran ise anlamsız gözler ile büyük yengesine döndü. Kaş göz işareti ile ne olduğunu sordu. "Seni çarşıda yanında bir kız ile görmüşler" Olay anlaşılmıştı. Ahrazar'ı gelin sanmıştı annesi. Keşke olsaydı diye geçirdi içinden Maran.. Buraya gelip annensinin elini öpse fena mı olurdu? "Anne o kız-" "Sen meraklanma oğul hemen düğün yapın diyen yok ki. Kız zaten buraklardan değil belli, buraya alışsın sonra bize tanıştırırsın ama çok uzatmayasın. Benim ömrüm kısıtlıdır" Maran annesinin mutluluğu karşısında bir şey diyememişti. Nasıl olsa Ahrazar kısa süreliğine burada idi. Yakında gider o da annesine bir şekilde anlatırdı. Maran'ın 2 abisi vardı ve ikisi de evliydi. Büyük abisinin boyu kadar bir kızı, 2 tane oğlu varken; küçük abisinin bir kızı bir de henüz cinsiyeti belli olmayan bir yavrusu daha vardı. Bu geniş ailedi bir Maran tek başına idi. Annesi de buna üzülüyordu, en kıymetli oğlunun evlendiğini görmeden ölmek istemiyordu. Maran'a ne kadar kız gösterdiyse de boştu. Maran her zaman bildiğini okuyordu, abileri çoluk çocuğa karıştığı için tüm işler onda idi. Karışanı edeni olmadığı gibi sözünden çıkan olmazdı. Maran Miroğlu idi o Diyarbakır'ın korkulan yüzü...
"Diyarbakır'a hoş geldin kızım, Zerda Miroğlu" Maran'ın annesi neden ona hediye yollamıştı ki? Bunun cevabını almak maksadı ile Maran'ı aradı hemen. "Ahrazar ne oldu gelmiyor musun?" diye açmıştı Maran telefonu. "Maran annen bana hediye göndermiş" Maran eliyle alnına vurup fısıltı ile küfür etmişti. "Maran annen neden bana hediye gönderiyor?" "Şey... Seni gelini sanıyorda"
|
0% |