29. Bölüm

28. Bölüm

Sahra Çıtak
sahravecoluu

"Süpriz, süpriz diyordun başladığımız noktaya geldik."

"Başladığımız nokta." dedi Marlon derin bir nefes verirken, ilk konuştukları o tepedelerdi. "İlk önce çay toplarken gördüm seni. Açıkçası ilk o zaman çay kesme kıyafetine laf söyledim, sonra meydanda bir düğün olduğunu duydum. Geldim... Horon oynarken izledim seni, o tepede bana onca şey söyledin ama ben en çok gözlerini net göremedim diye kızdım. Renkli olduğu belliydi, o kadar çok merak etmiştim ki seni tekrar görene kadar içim içimi yemişti. Sonra... Zümrüt gözlerini gördüm ve dedim ki, gözleri de aynı onun gibi hırçın."

Ahrazar'ın elini tuttu Marlon, "Keşkeli cümleler yerine, iyikilerle dolu cümleler kurmak istiyorum. Ahrazar... İyi ki hayatıma girdin, iyi ki benim oldun. Ve iyi ki beni affettin." dedi ve elini ceketinin cebine attı. Bir yüzük kutusu çıkarmıştı. Ahrazar ne olduğunu anlamaya çalışırken, Marlon önünde diz çöktü. "Biz bazı şeyleri yapamadık, sana gerçek bir düğün yapamadım. En azından parmağında taşıyacağın yüzüğün büyük bir hatırası olsun."

"Marlon..."

"Ahrazar, kıyamete kadar Ay'ımın Işığı olur musun?"

Ahrazar gözleri doluyken, titreyen sesi ile yanıtladı; "Olurum."

Marlon gülümseyerek ayağa kalktı. Kutuda duran yüzüğü çıkardı, etrafı pırlanta taşlarla kaplı, ortasında zümrüt taşı olan harika bir yüzüktü. Ahrazar'ın parmağındaki tektaşı çıkarıp, aldığı yüzüğü taktı Marlon. Bir süre sarılarak öylece kaldılar, artık yeni huzurlu bir hayat onları bekliyordu. Tepede oturup sohbetler ettiler, duygusallaştılar...

"Sana ilk teklif yaptığımda ne düşündün?" diye sordu Marlon merakla.

Ahrazar güldü, "Dedim ki bu ergen ne diyor?"

Marlon suratını buruşturup konuştu; "Hey, ben bir İspanyol mafyayım." Ahrazar büyük bir kahkaha attı, "Ona ne şüphe" dedi alayla. İkisi de güldü, Marlon karısının gülüşüne bir kez daha aşık oldu. Güneş, gökyüzünde parlak bir taç gibi yükselmiş, tepede hafif bir esinti dolaşıyordu. Ahrazar, yüzüğünü parmağında çevirirken Marlon’un gözlerini üzerinde hissetti. Gözlerini kaldırdığında, adamın ona sevgiyle baktığını gördü.

Marlon bir adım yaklaştı, elini Ahrazar’ın yanağına koyarak başparmağıyla nazikçe tenini okşadı. “Biliyor musun?” dedi alçak bir sesle, “Sana her baktığımda, hayatta yaptığım en doğru şeyin seninle olmak olduğunu düşünüyorum.”

Ahrazar hafifçe gülümsedi, ama Marlon’un gözlerinde gördüğü derinlik, kalbinin düzensiz atmasına sebep oldu. “Marlon…”

Marlon başını hafifçe yana eğdi, gözleri Ahrazar’ın dudaklarına kaydı. “Biz bu yola kötü başladık biliyorum. Belki yanlış sebeplerle, belki yanlış zamanda… Ama doğru insanı bulduğumu biliyorum.” Ahrazar yutkundu. Bu sözlerin ağırlığı, Marlon’un ona karşı hissettiklerini apaçık ortaya koyuyordu. Marlon, Ahrazar’ın elini kendi avucunun içine aldı ve parmaklarını tek tek öptü. “Sen benim evim oldun, Ahrazar. Nereye gidersem gideyim, sen yanımda olmadıkça hiçbir yer bana ait hissettirmiyor.”

Ahrazar’ın gözleri dolmuştu. Marlon’un sesi, ellerinin sıcaklığı, onun bu kadar içten konuşması… Tam bir şey söylemek üzereyken Marlon onun beline sarıldı ve onu yavaşça kendine çekti. Aralarındaki mesafe tamamen yok olmuştu. Ahrazar, adamın nefesini teninde hissetti.

“Beni seviyor musun?” diye fısıldadı Marlon.

Ahrazar, gözlerini onunkilere kilitledi ve cevap yerine ellerini Marlon’un yüzüne koyarak dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Öpücük önce nazikti, hafif bir dokunuş kadar masumdu. Ama Marlon ona daha sıkı sarıldığında, Ahrazar da karşılık verdi. Dünya duruyordu sanki. Sadece ikisi ve içlerini dolduran o yoğun duygu vardı. Marlon’un elleri Ahrazar’ın sırtında gezindi, onu kendine daha da yakınlaştırırken, öpücükleri daha derin, daha tutkulu hale geldi.

Tam o anda Ahrazar’ın telefonu çaldı. İkisi de hafifçe irkildi. Ahrazar hafifçe geriye çekildi ve ekrana baktı. Kaşları hafifçe çatıldı.

“Maran arıyor.”

Marlon başıyla onayladı, Ahrazar telefonu açtı. “Alo?”

Karşıdan gelen sesi duyduğu an, yüzü aniden soldu. Nefesi kesildi, elleri titremeye başladı. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söyleyemedi. Sonra, telefon avuçlarının arasından kayarak yere düştü.

Marlon hemen eğilip telefonu almak üzere hareketlendi. “Ahrazar? Ne oldu? Ne dedi Maran?”

Ahrazar’ın dudakları aralandı ama kelimeler çıkmadı. Gözleri donuklaşmış, ifadesi dehşetle dolmuştu. Kötü bir haber aldığı kesindi...

"Maran…"

Marlon'un sesi fısıltı gibi yankılandı odada, ama Maran onu duymuyordu bile. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu, gözlerindeki çaresizlik dalgalar gibi büyüyordu. "Dokunmayın bana!" diye haykırdı bir anda, sesi duvarları titretti. Geriye birkaç adım atarak ellerini saçlarına götürdü, parmakları titriyordu. "Benim yüzümden oldu… Benim yüzümden! Benim yüzümden intihar etti!"

Marlon, onun omzuna koyduğu elini nazikçe sıktı, ona bir dayanak olmaya çalışıyordu. Ama Maran'ın acısı, her dokunuşu yakıyordu sanki. Bir çırpıda Marlon'un elini itti, gözyaşlarını elinin tersiyle hiddetle sildi. "Ben yaşayamam artık" dedi, sesi boşluğa savrulan bir itiraf gibi çıkmıştı. "Ben bu canın kefaretini ödeyemem."

Sözleri odadaki havayı bıçak gibi kesti. Marlon'un gözleri büyüdü. Daha o an, Maran'ın beline götürdüğü elini fark etti. Kalbi duracak gibi oldu. Maran hızla silahını çıkarmaya çalıştı, ama Marlon ondan daha hızlıydı. Ani bir hareketle kardeşinin bileğini kavradı, silahı sımsıkı tuttu.

"Maran, dur!" dedi sert bir sesle. Ama Maran, onun gücüne karşı koyarak silahı çekmeye çalışıyordu.

"SANA YAŞAYAMAM DİYORUM, BIRAK!" diye bağırdı. Öfkesi ve çaresizliği birbirine karışmıştı, sesi titriyordu. İkisi de nefes nefeseydi, göz göze geldiklerinde Maran'ın gözlerindeki keder, Marlon'u daha da sarstı. Ama bırakmadı. Bırakırsa, onu kaybedeceğini biliyordu. Tam o anda, koridorun sonunda bir kapı açıldı ve acil servisten bir doktor telaşla yanlarına koştu.

"Diana Karan'ın yakınları?" diye seslendi, sesi ciddiyetle yankılandı. Maran'ın nefesi düzensizdi, ama duyduğu isimle bir anda irkildi. Gözleri büyüdü, silahı sıkıca kavrayan elini istemsizce gevşetti. "Doktor bey, ne oldu?" diye sordu aceleyle. Doktor, elindeki hap kutusunu ona uzattı. Kaşları çatılmıştı, sesi kararlı ama sakindi.

"Diana Hanım'ın içtiğini düşündüğünüz hap ile vücudundaki zehir uyuşmuyor. Ki zaten bu sadece bir ağrı kesici."

Maran'ın kaşları çatıldı, nefesi kesildi bir an, "Ne… ne demek bu?"

Doktor derin bir nefes aldı. "Öncesinde farklı bir zehir almış. Bunu tespit etmeye çalışıyoruz ama kana karışmış, bu yüzden işimiz zor. Yine de endişelenmeyin, vücudundaki zehrin büyük bir kısmını temizledik. Geri kalanı zamanla vücudu kendisi atacaktır."

Maran olduğu yerde kalakaldı. Kulakları uğuldamaya başladı, her şey üzerine yıkılıyormuş gibi hissediyordu. Doktor sözlerini tamamladı. "Şu an onu normal odaya alıyoruz, birkaç gün gözetim altında kalması gerekecek." Maran gözlerini kapattı, yumruklarını sıktı. İçindeki fırtına bir nebze de olsa dinmişti ama acısı geçmemişti. Diana hayattaydı. Ama bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyordu.

Gözlerini açtı, boşluğa bakarak fısıldadı: "Benim yüzümden..."

Diana normal odaya alınalı yarım saat anca olmuştu, Maran odaya giremiyordu. Ahrazar bir kaç kere girip çıksada kadın hala uyuduğu için o da fazla kalmıyordu. Maran öylece duvara yaslı beklerken aklına Milan geldi. "Ahrazar Milan.. Milan haberi yok evde tek. Yanına gidin." dedi.

"Sen tek mi kalacaksın?" dedi Marlon.

"Merak etme bir şey yapamayacağım. Milan'ın yanında olun.." dedi ve yaslandığı duvarın dibine çöktü. Ahrazar ve Marlon birbirlerine bakıp el ele hastaneden çıktılar. Maran olduğu yerde ellerinin titremesini geçmesini bekliyordu. Cebinde ki telefonu çaldı. Annesinin aradığını görünce tekrar sinirlendi Maran. Telefonu kendini sakinleştirmeye çalışarak açtı; "Efendim"

"Maran, ben Diyarbakır'a geldim. Hala bana kızgın mısın?"

"Anne" dedi Maran sesi ister istemez yüksek çıkmıştı. "Neye sebep oldun bir bilsen anne, boynunda ki günahı bir bilsen anne. Naptın anne sen, naptın?" Sonlara doğru ağlamaya dönüşen sesi öfkesini bastırmıştı.

"Maran, noldu?" dedi Zerda hanım tedirgin sesi ile.

"İntihat etti. Duydun mu? Arama beni anne, hatta adımı bile unut. Çünkü ben seni asla affetmeyeceğim."

Maran telefonu kapatıp, gözünden akan yaşı sildi. Diana'yı neredeyse kaybetme ihtimali onu bitiriyordu, o kadını yanlış da olsa seviyordu. İmkansız da olsa seviyordu.. Tekrar yere çöktü Maran, yüzünü yere eğdi odanın kapısına baktıkta kötü hissediyordu. Kadının karşısına çıkacak ne yüzü vardı, ne kalbi. Ya onu kovarsa?, Ya onu bir daha görmek istemezse? "Hakkıdır..." diye fısıldadı, "Hakkıdır."

Omzunda bir el hissedinde irkildi. Aniden doğrulunca bir beden çarptı, "Ah" diye bir ses duydu. Kafasını kaldırdığında çarptığı kişinin Diana olduğunu gördü. Panikle kadının elini tuttu, "İyi misin? Ben- özür dilerim yanlışlıkla oldu. Acıdımı bir yerin?"

"Sakin ol Maran, iyiyim." dedi Diana onun bu telaşına anlam veremezken. Maran kadını bir kez daha süzdü, üstünde ki hastane kıyafetine, sarı saçlarına ama gözlerine asla bakmadı. Cesaret edemedi... Ciddi haline bürünüp, "Neden ayaktasın sen? Gel yatağına gidelim."

Diana'yı kolundan tutup odaya yürütmeye çalıştı ama Diana onu eli ile durdu, "Başım dönüyor dur biraz." Maran ani bir haraketle Diana'yı kucağına aldı, "Dönmesin, başın." Kadını yavaşça yatağına yatırdı, ama hala gözlerine bakmıyordu. "Yataktan kalkma, ben dışardayım" dedi Maran. Yatağın yanından ayrılacağı sırada Diana kolunu tuttu.

"Neden bana bakmıyorsun?" diye sordu. Maran ona dönemden fısıldadı, "Gözlerine bakacak yüzüm yok da ondan."

"Yanımda neden durmuyorsun?"

"Nefes sesini duydukça, benim yüzümden nefessiz kalacağın aklıma geliyor." dedi Maran, tekrar kapıya doğru yürümeye başladı. Kapı koluna uzattığı eli Diana'nın sözleri ile havada asılı kaldı. "İntihar etmedim ben" dedi kadın. Bu sözler Maran'ı yerine çiviledi.

"Evde ki hizmetli kadın, portakal suyu getirdi. Bir kaç yudumdan sonra nefesim tıkandı, karnıma bir ağrı saplandı. Bağırdım, gelmedi kimse. Çekmece de bulduğum ilk ilacı almaya çalıştım elime, sonrasını hatırlamıyorum..." dedi ve güldü. "Annenin sözleri yaralamadı yani beni, seninkiler kadar acıtmadı. Annene yüklenme. Ayrıca hayatta kalma sebebim olan bir kızım var, seninde yanımda durma sebebin olan hani. Biri canımı almadıkça ölmem, vicdanın rahat olsun. Git şimdi."

Maran kapının eşiğinde durdu, içeri gitmeye de,kalmaya da cesareti yoktu. Diana’nın odada olduğunu bilmek bile nefesini kesiyordu. Göğsüne oturan ağırlık gitgide büyüyordu, elleri titriyordu. Yalancıydı. Kendi duygularından kaçmaya çalışırken en çok Diana’yı yaralamıştı. Ona hiçbir zaman mecbur olmamıştı, tam tersine, onun yanında kalmak için her şeyi göze alabilecek kadar sevmişti. Ama şimdi… Şimdi her şey için çok geçti, değil mi?

Maran ayaklarının titrediğini hissetti. Sessizce yatağın kenarına oturdu, konuşmaya çalıştı ama kelimeler boğazına düğümlendi. "Ben annemle olan konuşamamızı dinlediğini bilmiyordum." Diana başını hafifçe yana eğdi. “Öğrendiğinde ne değişti?”

Maran yutkundu. Acı bir gülüş dudaklarına yerleşti. “Her şey.”

Gözleriyle Diana’nın yaralarını taradı, her biri ona ait olmayan bir acıyı içine kazıyordu. Ama en kötüsü, onun bakışlarındaki uzaklıktı. Maran’ın ona söylediği sözleri duyduğunu biliyor muydu? Biliyorduysa, neden bir şey söylemiyordu?

Ellerini yumruk yaptı, sesi titremeye başladı. “Ben… Sana çok büyük bir haksızlık ettim.”

Diana yanıt vermedi.

Maran dişlerini sıktı, kafasını eğdi. “Annemle konuşurken…” Kelimeler diline batıyordu. “Sana dair… Söylememem gereken bir şey söyledim.” Diana’nın kaşları hafifçe çatıldı ama hala sessizdi. Maran, onun sabrının onu daha da ezdiğini hissediyordu. “Onun yanında mecburen duruyorum, dedim.”

Diana’nın bedeni hafifçe gerildi ama yüzündeki ifade değişmedi. Sadece gözleri biraz daha karardı. Maran elini uzatıp onun bileğine dokunmaya çalıştı ama Diana geri çekildi. Ve bu, Maran’ın kalbine bir bıçak gibi saplandı. Gözleri yanıyordu. İçine çektiği nefesi verirken sesi çatladı. “Yalan söyledim,” diye fısıldadı. “Bunu söylediğim an pişman oldum. Sana mecbur olmadım, Diana. Seni istedim. Yanında kalmayı istedim. Ama bunu kabul edemedim. Ve şimdi…” Eli havada asılı kaldı, Diana’nın ona dokunmasına bile izin vermemesi ciğerine basılan bir ağırlık gibiydi. “Şimdi seni kaybettim.”

Diana uzun süre sessiz kaldı. Gözlerini Maran’a diktiğinde, içinde bir duygu vardı ama ne olduğunu çözmek zordu. Maran, gözlerindeki yaşları daha fazla tutamadı. Eğildi, başını ellerinin arasına aldı ve derin bir nefes verdi. “Özür dilerim,” diye fısıldadı. "Korkak olduğum için, aşkıma sahip olamayacak kadar korkak olduğum için. Özür dilerim..."

Maran başını ellerinin arasına almış, pişmanlığının ağırlığı altında eziliyordu. İçini kemiren vicdan azabı, Diana’nın sessizliğiyle birleşince neredeyse nefes alamıyordu. Onu bir daha asla affetmeyeceğinden korkuyordu. Ama sonra… Yatağın hafifçe gıcırdadığını duydu. Başını kaldırdığında, Diana’nın ona doğru yaklaştığını gördü. Yüzündeki ifade hâlâ sertti ama içinde bir kırılma vardı. Maran’a bakışı, sadece öfke ya da hayal kırıklığı taşımıyordu. İçinde özlem de vardı. Acı da vardı. Ve belki de… Çok derinlere gömülmüş bir sevgi.

Diana tereddüt etti. Ona dokunmak isteyip istemediğini bilmiyor gibiydi. Ama sonra, Maran’ın gözlerindeki yaşları gördü. Ve o an, artık mesafeyi koruyamadı. Yavaşça, dikkatle elini uzattı. İlk önce Maran’ın yanağına hafifçe dokundu. Parmakları titriyordu. Sonra bir adım daha yaklaştı. Maran bunu fark ettiğinde gözleri büyüdü. Hiç düşünmeden, hiçbir engel tanımadan, kollarını açtı ve Diana’yı kendine çekti. Diana, bir an duraksadı. Ama sonra, onun sıcaklığına karşı koyamadı.

Yüzünü Maran’ın boynuna gömdü, kokusunu içine çekti. O anın içinde, ikisi de tüm olanları bir kenara bırakıp sadece birbirlerini hissettiler. Maran, titreyen kollarıyla onu daha da sıkı sardı. Sanki Diana’yı tekrar kaybetmekten korkuyordu. “Özür dilerim,” diye fısıldadı Maran, sesi çatallıydı. “Sana söylediklerim için, seni yalnız bıraktığım için…”

Diana gözlerini kapattı. Göğsünde biriken tüm duyguların ağırlığı, Maran’ın kollarında yavaşça dağılıyordu. Öfkesi geçmemişti. Acısı dinmemişti. Ama Maran’ın pişmanlığı gerçekti. Onun sesi, teninin sıcaklığı, titreyen nefesi… Diana gözlerini araladı ve çok hafifçe başını salladı. “Sadece… Gitme,” diye fısıldadı.

Maran, o kısık sesi duyduğunda gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve Diana’yı daha da sıkı sardı. “Gitmeyeceğim.”

O an, kelimeler gereksizdi. İkisi de birbirlerinin kalp atışlarını dinleyerek sustular. Ve uzun zamandır ilk kez, içlerindeki boşluk biraz olsun doldu. Diana huzur bulduğu kollarda uykuya dalmıştı, Maran ise sadece düşünmüştü. Diana'nın uyuduğuna emin olunca yavaşça odadan çıktı ve Marlon'u aradı.

"Marlon sana bir şey analatacağım ama buraya gelmen lazım. Gelirken bir kuyumcuya uğra, şey için..."

Aklında ki planı Marlon'a anlattı, isteklerini iletti ve telefonu kapattı. Eğer bu işin arkasında o Rus mayfası var ise Maran'ın elinden kimse alamazdı onu. Diana yaklaşık 2 saat sonra yavaşça gözlerini açtı, havanın kararmış olduğunu tepesin de yanan ışıktan anlamıştı. "Günaydın." dedi hemen yanında elini tutmuş oturan Maran.

"Akşam olmuş, günaydın saçma oldu."

Maran güldü, "Gece uyuyamayacaksın belli oldu."

"Aslında yorgunum.. Milan nerede? Haberi yok değil mi?" dedi Diana.

"Merak etme haberi yok ve Ahrazar ile Marlon onun yanında. Her şey kontrolüm altında, o kadın içinde bir planım var." Diana Maran'ın dediklerine kafa salladı, önüne gelen saçı arkaya atmak için elini havaya kaldırdığında parmağında ki yüzüğü fark etti. Maran dikkatlice vereceği tepkiyi takip ederken, Diana elinde ki alyansa ve tektaşa şaşkın bakışlar attı. "Maran bu ne?" dedi en sonunda.

"Yüzük"

"Parmağımda ne işi var?"

"Evelniyoruz çünkü" dedi Maran kendi parmağında ki alyansı gösterirken. Diana neredeyse çığlık attı, "Pardon, ne?" Maran onun iki elinide tutup, ona şaşkınca bakan mavi gözlere dikti zifir karası gözlerini. "Seni kendimden, annemden, herkesten korumanın tek yolu evlenmek. Huzurlu ol diye..." Tüm konuşması bir fısıltıdan ibaret olsa da, söyledikleri anlam doluydu.

Diana uzun bir süre sessizce durdu, ağzını açtı ama konuşamadı. "Hayır" dedi ama sesi o kadar kısıktı ki, Maran zor duymuştu. "Diana-" diyen Maran'ı hemen susturdu hemen. "Ben Kudret ile zorla istemeyerek evlendim. Dinle Maran, kesme beni. Kudret... Beni seviyor muydu? Hayır. Onun ki sadece takıntıydı, insan sevdiğini incitir miydi? Ona zorla..."

Gözünden akan yaşları sildi ve devam etti; "Eğer Milan doğmasaydı, çoktan intihar edip kurtulurdum. Sakın yanlış anlama, sen böyle bir şey yaparsın diye demiyorum. Sen diyorsun ya seni korumak için diye, beni kendine mecbur hissetme. Sen tertemiz bir insansın, annenin dediği gibi çocuklu dul bir kadın sana yakışmaz. Özellikle sevmiyorken... O yüzden Maran olmaz." dedi Diana, parmağında ki yüzüğü çıkarmak için elini Maran'ın ellerinden kurtardı.

O yüzüğü çıkarmaya çalışırken Maran onu biraz sert bir hareket ile durdurdu. "Okudum o kağıdı, okudum. Odanda benimle ilgili yazdığın şeyleri okudum. Yanımda huzurlu olduğunu biliyorum." dedi. Diana onunla göz göze gelmeden fısıldadı, "Kimseyi kendime mecbur bırakmak istemiyorum."

"MECBUR DEĞİLİM" diye bağırdı Maran. Sesini ayarlayamadığı için kendine bir küfür edip devam etti, "Mecbur değilim, çünkü seni seviyorum. Duydun mu? Seni seviyorum. Senin için annemi karşıma alacak kadar, senin için canımı verecek kadar seviyorum seni. Anlamıyor musun Diana? Ölürüm senin için, ölürüm."

Diana durdu kaldı, Maran'ın sözlerine elbette inanıyordu ama gerçek olduğunu kabullenmek istemiyordu.

"Sadece evet de, senden başka bir şey istemiyorum. Zorlamayacağım seni, konuşmazsan şu kapıdan çıkıp gideceğim. Ve bir daha karşına çıkmayacağım, uzaktan koruyacağım seni. Sadece istiyorum de yada hiç konuşma."

Maran bekledi, Diana sustu. Maran cevabı almış gibi sandalyesinden kalktı, gidecekti. İstemese de, sevse de gidecekti. Arkasını döndü ve adımlarını kapıya yönlendirdi. Diana hala susuyordu, kendi içinde ki mahkemesi çok ağırdı. Maran elini kapı koluna uzattı ama açmadı, bekledi. Kadının dudaklarından çıkacak tek kelimeyi bekledi.

Kapıyı açtığı anda geldi bekledi ses...

"İstiyorum."


 

Bölüm : 04.02.2025 14:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...