
Marlon, Maran'ın sözlerini duyar duymaz hafifçe gülümsedi ama gözleri ciddiyetini koruyordu. Uçurumun kenarında durdukları yerden İspanya'nın nefes kesici manzarası ayaklarının altına seriliyordu. Güneş, turuncu ve kızıl renkleriyle ufku boyarken, şehir ışıkları yavaş yavaş belirginleşiyordu. "Marlon, ben seni hafife almışım," dedi Maran, hafif bir şaşkınlık ve hayranlıkla.
Marlon başını yana eğdi ve gözlerini kısarak ona baktı. "Nasıl Türkiye'de ben etkisiz eleman isem sen de burada öylesin. Benim yanımda olmasan kafana sıkarlardı, kıymetini bil," dedi gülümseyerek. Özkan’ın sert sesi aralarındaki hafif havayı bir anda dağıttı. "Onu bunu bırakın, bu adamı nasıl bulacağız?"
Marlon onun acısını anladığı için yüzü ciddileşti. "Rus elçisiyle güzel bir hukukum var. Konuştum, araştırıyor, haber verecek." Özkan hiçbir şey söylemeden hızla uzaklaşıp arabaların arasına kayboldu. Maran’ın aklında ise hâlâ yanıt bekleyen sorular vardı. "Bu kadar serveti, bu güzelliği bırakıp nasıl Türkiye'de yaşamayı kabul ettin? Tamam, Ahrazar için falan ama buradan harika işler yapabilirdin."
Marlon derin bir nefes aldı. "Ahrazar benim hayatım. O nerede, nasıl isterse benim için orası kabulümdür. Burada güçlü bir çevrem var ama olsun." Maran başını salladı. "Dostum, cumhurbaşkanı senin kadar tanınmıyor burada. Sana duyulan saygı emin ol ona gösterilmiyordur."
Marlon, yaslandığı arabadan uzaklaşıp karanlığa doğru yürüdü. "Saygı değil o, korku. Ölüm korkusu," dedi soğuk bir sesle. Tam o anda Özkan birden hızla onlara doğru koştu. Gözleri dehşet içindeydi, nefesi düzensizdi. "Abi, yengem hâlâ bizim eve geçmemiş!" dedi tek nefeste.
Marlon hemen telefonunu çıkardı ve Ahrazar’ı aradı. Telefon kapalıydı. Gözleri bir an için karardı, çenesini sıktı. "Kapalı. Telefonu kapalı!" dedi. "Özkan, Ahrazar’ın korumalarını ara hemen!" Özkan titreyen elleriyle numarayı çevirdi. Telefonu açan kişiyle kısa bir konuşma yaptıktan sonra bir anda dondu kaldı. Gözleri büyümüş, rengi solmuştu. "Siktir," diye fısıldadı, sesi boşlukta yankılandı. Marlon hızla ona doğru bir adım attı ve omzundan sertçe itti. "Ne oldu Özkan? Ne oldu?"
Özkan gözlerini kaldırdı, sesi titriyordu. "Abi… Yengemi kaçırmışlar. Korumların hepsi, vurulmuş halde ormanda bulunmuş." Marlon’un gözleri kısıldı. Bir kaç küfür savurarak, telefonunda bir şeyler yaptı ve kafasını kaldırıp Maran'a baktı. "İspanya'dalar."
"Nasıl? Sen nereden biliyorsun?" dedi Maran.
"Ahrazar'ın saatinde takip programı var." dedİ Marlon ruhsuzca. Sonra bir kahkaha patlattı. Gözleri şeytani bir öfkeyle parlıyordu. "Orospu çocukları… Kendi elleriyle ölüme gelmişler!" diye kükredi. Yumruklarını sıktı, nefesi hızlandı. Bir anda telefonunu cebinden çekip bir numarayı çevirdi. "Emilio, hemen zırhlı araçları hazırla. Tüm ekipmanları toplayın. Artık kimsenin yaşamasına gerek yok." Telefonu kapatmadan önce son bir emir verdi. "Havaalanına haber ver. Kimse bu şehirden çıkmayacak!" dedi dişlerinin arasından.
Özkan hâlâ nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. "Abi, buraya gelmeleri biraz şüpheli değil mi? Bu bir tuzak olabilir." Marlon telefonun ekranından gözünü çekip ona baktı. "Burası benim ülkem ve Özkan, benim ülkemde kimse benim olana zarar veremez." dedi.
Özkan yutkunurken, Marlon araçlara doğru ilermeya başladı. "Orospu çocukları hangi deliğe girdiyse hepsini orada yakacağım! Hepsini!" diye haykırdı, gözleri kan çanağına dönmüştü. Yanındaki adamlara döndü, sesi buz gibiydi. "Gidiyoruz. Eğer birini canlı ele geçirirsek, cehennemi yaşatacağım onlara!"
"Abi yine de bunun bir tuzak olma ihtimalini-"
"ÖZKAN KARIM KAÇIRILMIŞ, KARIM." diye bağırdı Marlon. Mırıldanmaya devam ederek arabaya bindi "Quemaré a ese bastardo hasta morir." (O piçi yakarak öldüreceğim.)
------------
Düzenlenmiş hali:
---
"Chto nam delat' seychas?"
"Moy brat skazal, otday nemnogo."
Ahrazar, etrafında dönen adamların ne konuştuğunu anlamaya çalışıyordu ama pek başarılı değildi. Bağlı olduğu sandalyede çırpınıp duruyordu. Gözlerini açtığında kendini karanlık bir depoda, elleri ve ayakları bağlı halde bulmuştu. İçeride bir sürü adam vardı ve nerede olduğunu bilmiyordu. Bildiği tek şey, bu adamların o Rus mafyasına ait olduğuydu. Açlık ve susuzluk bedenini ele geçirmişti; daha ne kadar burada kalacağını bilmiyordu. Şu an tek güvendiği şey, kazağının altında kalan akıllı saatiydi. Marlon onu bulurdu… ama fark ederse...
"Adam İspanya'da, Ahrazar. Nasıl yetişsin?" dedi kendi kendine. Yanındaki adamlar onun sesini duyunca otomatik olarak ona döndü. Biri, diğerinin kulağına bir şeyler fısıldayıp Ahrazar’a doğru ilerledi. Elini kadının çenesine dokundurup okşadı. Ahrazar, tiksintiyle adama bakıp başını çekti ama adam durmadı; bu sefer de yanağına dokundu. "Çek elini!" diye çığlık attı Ahrazar. "Çek pis ellerini!"
"Yeye glaza ochen' krasivyye." (Gözleri çok güzel.)
Adamın elini dudağında hissedince küplere bindi Ahrazar. Çırpındı ama hareket edemiyordu. Adam ona bakıp sırıtınca ani bir hamleyle dudağının üstünde duran parmağını var gücüyle ısırdı. Adam acıyla bağırarak geri çekildi. "Kudurmuş köpek!" diye bağırdı Ahrazar ve ardından adamın suratına tükürdü. "Ulan itler, çözün lan beni!"
Adam, yüzündeki ıslaklığı silip Rusça bir şeyler bağırarak söyledi ve ardından Ahrazar’a sert bir tokat attı. Tokatın şiddetiyle sandalyesiyle birlikte yere devrildi. Daha ne olduğunu anlayamadan ağzına dolan kanın tadı onu korkuttu. Ardından gelen tekmeyi hissettiğinde refleksle bacaklarını karnına çekmeye çalıştı. Amacı, darbeleri olabildiğince önleyebilmekti. Tekmeler ardı ardına ayaklarına iniyordu. "Vurma! Hamileyim… Vurma!"
Sesini duyan ya da anlayan olmadı. Tekmeler son bulduğunda Ahrazar derin bir nefes aldı ama saçlarından çekildiğinde bunun bitmediğini anladı. Adamlardan biri onu saçlarından tutarak sandalyeyi tekrar dik konuma getirdi. Saç diplerinde hissettiği acı iliklerine kadar işledi. "Allah’ım, bebeğime bir şey olmasın… Lütfen!" diye ağlayarak yalvardı. Yaşlı gözlerini araladığında adamlardan birinin telefonla konuştuğunu, diğerlerinin ise dikkatle onu dinlediğini gördü. Telefonu kapatan adam bağırarak konuşmaya başladı: "Oni idut. Ostavlyayem posylku i srazu ukhodim." (Geliyorlar. Paketi bırakıp ayrılıyoruz.)
Ahrazar, yine hiçbir şey anlamadığı için etrafa bakındı. O sırada adamlar depodan çıkmaya başlamıştı. Herkes çıkarken, yüzüne tükürdüğü adam elinde bir bıçakla yavaşça ona yaklaştı. Cebinden bir kâğıt çıkarıp Ahrazar’ın ayağının dibine bıraktı. Sonra bıçağı elinden bırakmadan kadının arkasına geçti ve bağlı ellerinin arasına sıkıştırdı. Ardından tekrar önüne geçti, eliyle bir öpücük attı ve depodan çıktı.
Ahrazar anlam veremedi. "Nereye gitti bunlar?"
Avcundaki bıçağı kullanmaya karar vererek ipi kesmeye başladı. Çok geçmeden ipleri çözüldü. Derin bir nefes alarak bileklerini ovuşturdu, ardından ayaklarını da çözdü. Yerde duran kâğıdı eline aldı. "Amacım babanı öldürmek, intikam almaktı. Ama sen benden önce intikamını almışsın. Öfkemi senden ve o iki kadından çıkardım. Kusura bakma, prenses." Kâğıdı buruşturup yere attı Ahrazar. Başının döndüğünü hissedince kendini sandelyeye geri bıraktı, tam o anda dışarıda büyük bir gürültü koptu. Kapı çarpılarak açıldığında Ahrazar, içeri doluşan silahlı adamları gördü. En arkada Marlon vardı. Adamın gözleri etrafı hızla taradıktan sonra Ahrazar’ı bulduğunda yüzüne derin bir korku yerleşti. Ama hemen ardından bu korku öfkeye dönüştü. Karısını paramparça halde, sandalyeye çökmüş ve dudak kenarından kan sızarken görünce dişlerini sıktı.
Ahrazar onu gördüğü an, hıçkırarak ağlamaya başladı. Sandalyeden güçlükle kalktı, sendeledi ama kendini Marlon’un kollarına attı. Marlon silahını düşürürcesine kenara attı ve onu sıkıca sardı. Ahrazar’ın zayıf, titreyen bedenini hissedince içindeki öfke büyüdü. "Bitti... Geçti, buradayım," diye fısıldadı, ama sesi bile titriyordu.
Ahrazar yüzünü adamın göğsüne gömmüş, derin ama kesik kesik nefesler alıyordu. Marlon elleriyle kadının sırtını okşarken diğerleri de odaya doluşmaya başlamıştı. Maran ve Özkan, Ahrazar’ın hâlini görünce gözleri öfkeyle parladı. "Kim yaptı bunu?" diye kükredi Özkan, yumruğunu sıkarak. "Nerede o şerefsizler?"
Marlon bir an bile Ahrazar’dan gözlerini ayırmadı ama sesi soğuk ve tehditkârdı. "Konuş Ahrazar. Kimdi bunlar?"
Ahrazar derin bir nefes aldı, sesi çatallıydı. "Gittiler... Çoktan gittiler..."
Marlon’un çenesi gerildi, dişleri sıkılmıştı. "Ne demek gittiler?! Kimdi bunlar? Ne yaptılar sana?"
Ahrazar’ın gözleri hâlâ doluydu ama titrek sesiyle, "Konuşmak istemiyorum…" dedi. Özkan bir sandalyeyi tekmeledi, Maran ise sinirle başını çevirdi. "Allah aşkına! Yüzüne bak! Tokat atmışlar, dudağı kanıyor!"
O an Marlon daha da gerildi. Ahrazar’ın kanayan dudağına baktı, İçinde fokurdayan öfke neredeyse taşmak üzereydi. Ama Ahrazar aniden kollarından sıyrılıp yüzüne baktı. "Beni hastaneye götür," dedi, sesi titrek ama kararlıydı. Marlon'un nefesi kesildi. Bir anlık sessizlik oldu. Gözleri kısıldı. "Ne?"
Ahrazar tekrar etti. "Hemen! Marlon, lütfen... Hastaneye gitmeliyim!"
Adamın tüm vücudu buz kesti. Karısı inatla hastaneye gitmek istiyordu. Korktu. Çok korktu. İçindeki öfke yerini endişeye bıraktı. "Neden? Neyin var? Bir şey mi yaptılar sana?" diye sordu, gözleri kadını baştan aşağı tarıyordu. Ahrazar’ın gözleri kaçamaklaşınca Marlon’un içindeki korku daha da büyüdü. "Sana ne yaptılar Ahrazar? Konuş!"
Kadın başını iki yana salladı. "Konuşmak istemiyorum. Sadece hastaneye gitmeliyim, lütfen..."
Marlon’un boğazı kurudu. Gözleri Ahrazar’ın kanlı dudağına, titreyen ellerine kaydı. İçinde bir şey kırılıyordu. Ne olmuştu? Neden bu kadar ısrarcıydı? Ahrazar’ı daha sıkı tuttu ama kadın kaçmaya çalıştı. Marlon’un aklına en kötü ihtimaller üşüştü. Maran öfkeyle tükürdü. "Biz boşuna mı geldik? Nerede o şerefsizler?"
Ahrazar boğazını temizledi. "Gittiler… Çoktan gittiler..." dedi yeniden, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. Marlon’un içindeki öfke hâlâ dinmemişti ama önce Ahrazar’ın durumunu öğrenmeliydi. "Tamam," dedi dişlerinin arasından, "Hastaneye gidiyoruz."
Hastanenin acil servisine girdiklerinde Marlon’un içindeki korku daha da büyüdü. Ahrazar’ı ambulans istemeden, kendi arabasıyla getirmişti. Kadın koltuğa yaslanmış, gözleri kapanıp açılırken, sanki tüm olanlar üzerine çöküyordu. Marlon kapıyı açıp Ahrazar’ı kollarına aldı. Kadın hafifçe inledi ama direnmedi. İçeri girerken hemşireler ve doktorlar onlara yöneldi.
"Ne oldu?" diye sordu hemşirelerden biri. Marlon’un sesi sertti. "Darp edildi. Acil müdahale edin!" Doktor hızla Ahrazar’a baktı, dudağındaki kanı, dizinde ki morlukları gördü. "Onu hemen muayene odasına alın!"
Ahrazar bir şey söylemek istedi ama sesi çıkmadı, tüm konuşma İspanyolca yapıldığı anlamamıştı ama tahmin edebiliyordu. Marlon onun elini sıktı. "Yanındayım," dedi fısıltıyla. Ahrazar derin bir nefes aldı, gözleri doluydu ama kendini topladı. "Ben... Ben yalnız gireceğim."
Marlon’un kaşları çatıldı. "Hayır, ben de—"
"Lütfen!" diye kesti Ahrazar, sesi titriyordu. Marlon’un içi sıkıştı. Ama başını eğip geri çekildi. Gözleri karısını takip ederken içindeki korku onu boğuyordu. Ne saklıyordu Ahrazar? İçeri giren karısını beklemeye başladı ama yerinde duramıyordu. "Marlon sakin ol bir şeyi yoktu Ahrazar'ın" dedi Maran. Marlon kafasını sağa sallayıp stres içinde koridorda dönmeye başladı. Ne o adamlar aklındaydı, ne de başka bir şey. Tek odağı Ahrazar'dı.
Odanın kapısı nihayet açıldığında yönünü o tarafa çevirdi. Ahrazar eli karnında gülümseyerek çıkmıştı kapıdan, Marlon hemen yanına geldi. "İyisin değil mi?" diye sordu. Ahrazar kafasını salladı, "İyiyiz."
"İyiyiz?" diyerek tekrarladı Marlon onu, Ahrazar kocaman gülümseyerek kocasının elini tuttu. Ve karnına koydu, ikisinin eli de üst üste Ahrazar'ın karnındaydı. "Bende bebeğimizde çok iyiymiş babası."
Marlon, Ahrazar’ın söylediklerini duyduğunda şaşkınlık içinde bir an duraksadı, gözleri büyüdü ve kalbi hızla çarpmaya başladı. "Bebeğimiz..." diye fısıldadı, sesi titriyordu, yüzü şaşkındı. İdrak edememişti. Ahrazar, karnına bir kez daha eline bastırarak gülümsedi. "Evet, bebeğimiz!" dedi, gözlerinde sevinç ışıl ışıl parlıyordu. Marlon karısının yüzüne baktı, "Bebek.. Bizim bebeğimiz? Senin karnında?"
Ahrazar kafasını salladı. Marlon, gözlerini kocaman açarak Ahrazar’a bakakaldı. Birkaç saniye boyunca nefes bile almadı. Sonra, o tanıdık heyecan dolu gülümsemesi yüzüne yayıldı. Bir adım attı, sonra bir tane daha… Sonunda dayanamayarak Ahrazar’ı kollarının arasına çekti. "Sen… Sen bir mucizesin!" diye fısıldadı. Sesi titriyordu. Bu sevinci taşıyamıyormuş gibi Ahrazar’ı bir anda havaya kaldırdı ve etrafında dönmeye başladı.
"Zümrüt gözlüm! Ben baba oluyorum!" diye bağırdı. Ahrazar ne olduğunu anlamaya çalışırken Marlon coşkuyla devam etti: "Senin adını bir uçağa vereceğim! Sonra da bebeğimize! Marlon Alvaro’nun bir varisi olacak!" Ahrazar’ın başı dönmeye başlamıştı. "Marlon, başım döndü!" dedi hafifçe sendeleyerek. Marlon anında durdu, hızla Ahrazar’ı yere indirdi ve yüzündeki paniği saklamaya çalışarak iki elini onun yanaklarına koydu. "Özür dilerim, karıcığım! Çok özür dilerim! Kendimi kaybettim… O kadar mutluyum ki!"
Derin bir nefes aldı, sonra gülümseyerek Ahrazar’ın alnına küçük bir öpücük kondurdu. Hâlâ inanamıyormuş gibi başını iki yana salladı. "Sana hayatımın en güzel haberini borçluyum," diye mırıldandı, gözleri ışıl ışıldı. Ahrazar gözlerini kırpıştırarak ona baktı. Hafifçe gülümsedi. "Bana biraz su borçlusun bence," dedi yorgunca. Marlon önce boş boş baktı, sonra gülerek başını geriye attı. "Sana okyanusu bile getiririm, zümrüt gözlüm!"
Ve bir elini göğsüne koyup derin bir nefes aldı. "Özkan yeğenin annesi olan yengene hemen su getir. Çeşme suyu olmasın, doğal su bul katkısız."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |