Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@sairsell

1950 eski İstanbul

 

Geminin çığlığı kulaklarına dolduğu vakit başını göğe kaldırdı. Boğazdan geçerken hissettiği o buruk eda tüm berraklığı ile üzerinde hakimiyetini sürdürdü. Yüreğinde hissettiği o ince sızıyla dalgın olan bakışları martıların bağırışlarıyla onu kendine getirdi.

 

"Başımı öne eğdilecek en ufak bir davranışın olursa seni kendi ellerimle babanın önüne atarım!"

Sümbül kadın tüm asabiyetiyle genç kızın ela ve yeşil arası gözlerine bakıp kinini kusmayı ihmal etmedi. Eğer böyle bir durumun ihtimalini bile yaparsa ardında nelerin onu beklediğini bilmesin de hiç bir sorun teşkil etmedi.

 

Suskun bir genç kızın gözyaşlarının içine akması onun umrunda bile değildi. Ağabeyi Nazım Efendi'ye verdiği sözü yerine getirecekti ya şüphesiz.

 

Ki öyle olmadı.

 

"Leyla sana emanet Sümbül, eğer başına bir hal gelecek olursa sorumlu seni tutarım."

 

"Emanetin benim yegâne yiğenim ağabey, her şeyden sakınırım onu gözün arkada kalmasın" Hasta adam, sanki ölüm döşeğinde olduğunu anlamış gibiydi...

 

Leyla, içinde yaşadığı ızdırap dolu yaşantısıyla duyduğu o hissizlik kendi içinde onu hastalığa teşvik ediyordu. Hasta olma düşüncesi ona hiçte kötü gelmiyordu. En azından dünyadan birisi eksilir diye düşündü. Sümbül kadın, Leyla'nın dalgın bakışlarından epey uzak düşüncelere dalmıştı o an için.

 

Leyla, henüz küçük yaşta annesini kaybetmişti. El mecbur babası ile bir başına kalmıştı küçük kız. Babası Nazım Efendi, hem sert hem de içine fazlaca kapanık bir adamdı. Epeyde aksi idi.

Yine de pek yerine getiremediği babalık görevinde yine de Leyla'ya bir kötü sözü yoktu. Leyla'nın yandığı tek şey ise sevgisizlikti.

 

Babadan kalma küçük bir konaktan ziyade bir de mahallenin başında meyhanesi olan adam iflasın eşiğine gelmişti. Karısının ölümünden sonra iyice dağılan Nazım Efendi, varını yoğunu kaybetmişti. Konakta elinden gidince el mecbur Leyla'yı kardeşinin yanına vermişti, kendi de bir hastalığa düşmüştü.

 

Tüberküloz...

 

Heybeliada'da yatıyordu.

 

Sümbül kadın, bir kaç koca eskitmişti bu orta yaşında... Son zamanlar elde avuçta para kalmamıştı. Eskisi gibi evi şen değildi sofrasından her gün birer yiyecek eksilmeye başlamıştı. Sonra da bir peynir zeytine tâbi tutulmuştu. Beyoğlunda İki katlı konağından birer birer antika eşyalar da eksilmeye başlamıştı. Ağabeyinin ilaç masraflarına para yetişmiyor idi. Eskiden olsa kurduğu sofra ve çaldığı saz ile erkeğinin gönlünü eğlendirirdi. Şimdi ise yaşlanmış ve epey asabi bir kadın haline gelmişti son kocasından sonra.

 

Günlerden bir gün büyükadadan evine gelen yakın ahbapı Nezihe, yüzünde ki pehçesini indirmişti ve içeriye girmişti.

Sümbül kadın eski bir ahbapı görmüş olduğu için epey sevinç duymuştu. Selamlığa geçmişlerdi.

 

"Hayır olsun Nezihe sen pek bu taraflara gelmezsin." dediğinde Nezihe, nefeslenmek için feracesini çıkartmıştı. Elin de ki bohçayı da bir kenara bırakmıştı.

 

"Hayır hayır Sümbül, bir su ver bana hele sen" dediğinde hemen ona su getirivermişti.

 

"Pek hayır Sümbül" dediğinde kadının yüzünde ki ifadeyi gördü.

 

"Çatlatma da diyiver"

 

"Leyla nerde mektepte mi?" dediğinde suretini devirdi kadın.

 

"Ya sorma yokluktan mektepe gidicek vakit mi var Nezihe, iki el işi yapıp kapalı çarşıda bir manifaturacı'ya veriyo kızcaz"

 

"Bu hallere düşecek kadın mıydım ben" dediğinde esen rüzgar da uçuşan ağaç dalları gibiydi beyninde ki düşünceler...

 

"Ya ya..."

 

"Ya ki ne ya" dediğin de Nezihe'nin yanında oturmuştu.

 

"Leyla'ya da yazık canım, gün yüzü görmedi kızcaz anasını küçük yaşta kaybetti, babası desen..." derken genç kızın haline üzüldü.

 

"Bir eli yağda bir eli bal da ne üzülcen ona sen bana üzül genç yaşımda dul kaldım, erkeksiz ev döner mi hiç?" dediğin de Neziha kadının bu haline bir tövbe çekti. Ne utanmaz bir kadındı bu Sümbül, kaç koca eksitmişti de hala ne derdine düşmüştü.

 

"Ya seninde hakkın var bacım" dedi el mecbur Nezihe, kadın bu yaşında utanmıyor ise söz etmek ona mı düşerdi...

 

"Bizim Edibe'yi biliyon..." Dediğin de burun kıvırdı Sümbül, bilmez miydi hiç. Samipaşazade konağının kahyası idi.

He diye başını salladı Sümbül.

 

"Yanına yardımcı arıyordu bir kaç vakittir lakin pek istediği gibi birini bulamadı, Konağın hanımı Hatun hanım da laf etmeye başlamış sen yaşlandın diyince bizim Edibe'yide biliyon" dedi.

 

"Bilmem mi? burnundan kıl aldırma o,"

 

"Demem o ki Sümbül, senin de rızan olursa eğer Leyla'yı bir hatun hanımla tanıştır sen. Hem İstanbul'un da hâli ortada yokluk bu kış kapıya dayanır diyorlar kadın başınıza ne yaparsınız bacım" dediğin de Sümbül derin bir düşünceye daldı hemencik.

 

"Hem kötü mü olur, elin bir kaç kuruş görür, bilirsin sen Hatun hanım pek cömerttir. Hem Leyla da pek marifetli"

İyi olurdu elbet eli parada görürdü hem koskoca Samipaşazade konağının hanımıydı da...

 

"Ben bir düşüverem kardeşçim" dediğin de Nezihe'nin bakışlarını çattı. "Ne düşünüvericen kızkardeşim. Böyle kısmet kime nasip olmuş deyiver hele sen! Koskocaman paşa konağı"

 

"Pekala Leyla gelsin de bir hal çaresine bakarız. Ben bir kahve pişiriverem" dedi Sümbül kadın.

 

O günün akşamı Leyla, tarhananın altını kısmış ve bakır bir kaba boca etmişti. Elinde ki sert tandırı da yanına koymuştu... İçeriye geçip elinde ki siniyi sofra bezinin üzerine bırakmıştı. Halası da düşünceli bir halde pencereden dışarı izliyordu.

 

"Hala sofra hazır" dediğin de sofra bezinin altına girdi ve halasını beklemeye başladı. Sümbül, başını sofraya çevirdi ve yüzünü eksitmişti. Her gece ortaya konulan tarlahana dan midesi ağzına geliyordu.

 

"Yine mi tarhana" dediğin de Leyla ince yüzünü halasına çevirdi. "Bunu bulamayanlar da var Hala, millet açlıktan kırılıyor" dediğinde he he diyerek sofra bezinin altına oturdu.

 

"Eskiden benim soframda kuş sütü eksik olmazdı anam" dedi Sümbül kadın, eskilere daldı bir anda. Leyla bir şey demeden tarhanadan bir kaşık aldı. Ağzına atacak iken halasının konuşması ile duraksadı. " Bu gün Nezihe geldi" dediğin de başını saklamakla yetindi Leyla,

 

"Samipaşazade konağını biliyon değil mi kızım " dediğinde şaşırdı Leyla halası ona pek kızım demezdi. " Onunda orada yakın bir tanıdığı var Edibe diye" dediğin de Leyla ağzına atamadığı kaşığı geri tabağa koydu.

 

"O yanına yardımcı arıyormuş" dediğinde Leyla'nın yüzüne bakmaya başladı. "Bende senin çalışmanı münasip gördüm" dediğin de Leyla'nın elinde ki kaşık bakır siniye düştü. "Hem kötü mü olur kızcazım rahata kavuşuruz azıcık" dediğin de Leyla önüne bakmaya başladı.

 

"Benim mektepim ne olacak hala" derken yüzünü kaldırıp halasına bakmaya başladı. Yüzüne değer hüzünü yüreğinde hissetti. "Mektepe gittiğin mi var Leyla" dediğinde Leyla'nın kaşları daha da çatıldı.

 

"Mektepe gönderdiğin mi var beni hala, elime bir kaç el işi tutuşturan sen değil misin? dediğinde gözleri yaşardı. Sümbül kızın bu tutumuna epey sinirlendi. .

Bu RSS

"Yıllardır bir elin yağda yaşıyorsun Leyla, her ay babanın ilaçlarına yetişmekten para mı kaldı sanıyorsun sen kızım! Evde satacak bir antika bile kalmadı bu denli düşüncesiz olamazsın" dediğin de gözünden bir damla yaş aktı Leyla'nın. Küçük yaştan itibaren eline aldığı bir kaç yazmanın oyası ya da işlediği iğne oyaları değildi onu üzen elbette yaptığı işleri hiçe sayan halasıydı onu çünkü her işten sonra eline bir kaç kuruşta olsa sayan oydu.

 

"Ne istiyorsun kızım. Bu evde mi gitsin elimizden o zaman nereye sokacaz başımızı deyiver hele Leyla bu kış kıyamette" dediğin de Leyla bir şey demeden sofradan kalktı.

 

"Hazır ol Leyla, yarın büyük adaya gidiyoruz"

 

Leyla

 

Ben Leyla

 

Henüz on yesinde bir kızdım.

 

Annemi amansız bir hastalığa kurban verdiğim de henüz yedi yaşındaydım...

Babam, kanayan yaramdı. Annemin ölümünden sonra daha da içine kapanık bir adam olmuştu.

 

Beni koca evde yapayalnız bırakmıştı sonra o ev dediğim yuva da elimizden kayıp gitmişti... Bir süre sonra hastalanmış ve bu süre içinde babadan kalma meyhaneyi de kaybetmişti.

El mecbur beni halama emanet etmişti. Kendi de pek iyi değildi. Bir seneden fazla zamandır Heybeliada da yatıyordu. İyi değildi.

 

Halam 

 

Sümbül halam...

 

Yılların eksitemediği mahallenin ağzına meze olan kadın. Adım o kadının yiğeni diye çıkarken babam beni bu hale koyacağını hiç düşünmeden ona emanet etmişti... Kaç koca eskitmişti saymadım, sayamadım. Bazı geceler eve aldığı bir adamlara fasıl çalardı ve onlara sofralar hazırlar gönüllerini hoş ederdi. Ben o sıralar henüz küçük bir kızdım ama her şeyden bir haber değildim. Şimdi ise geleceğini parmak görmeyen istikbaline de pek inanmayan bir kızdım.

 

Duvarda asılı gaz lambası tüm odayı aydınlatmaya yetmiyordu. Bakışlarım pencereden dışarıya kaydığın da sallana sallana gelen başında fesi olan adam mahallenin kabadayılarından biriydi.

 

"Sümbül sümbül" diyerek ortalıkta yankılanan sesiyle kaşlarım çatıldı. "Yaktın ulan beni" derken bir yandan da bıyığını okşadı. Bu durumlara epeydir alışık olduğum dan yadırganacak bir durum bulamadım... Bizim komşumuz bile yoktu ki, tüm mahalle bizi burada istemediği aşikardı... Dul Sümbül, koca eskiten Sümbül diye çıkmıştı halamın adı. Bir gece kapıya dayanacaklar korkusu ile yaşıyor olmak ne acıydı hâlbuki.

Halam kim bilir kaçıncı uykusunda uyurken akıttım kaçıncı yaşımdı.

 

Okuyacağım dediğim de halam bana

Okuma yazma bilmiyor musun yeter de artar bile dediğin de sürmedim kitaba elimi. Cahillikten ziyade cellatlıktı yaptığı muammele bana. Halim içler acısı idi. Bakışlarım yatağımın üzerinde duran küçük çantaya kaydığın da içine koyacak bir kaç kıyafetten başka bir seyimin olmaması acıttı canımı. Annemin bir resmi bile yoktu ki bende...

 

Babamın olsa da ister miydim?

İstemezdim. Beni ağır meşrepli bir kadının ellerine teslim eden o değilmiş gibi. O gece geleceğime bile ağladığımı hatırlıyorum. Gelecek belki de hiç gelmeyecek bir şeydi benim için.

 

"Uyan hadi Leyla" dediğini ve rastgele bir elbiseyi ustume geçirip evden çıktığımızı hatırlıyorum. Vapura bindiğimiz de hava henüz aydınlanıyordu.

 

"Başımı öne eğdilecek en ufak bir davranışın olursa seni kendi ellerimle babanın önüne atarım, bunu bilesin!" dedi bana doğru sanki ardıma düşecek bir babam vardı da benim.

 

"Ne derlerse yap sözlerini ikiletme..." Böyle konuşuyordu. Sonrası onu dinlemedim... Sonra simit aldı ikimize bir lokma dahi yimedim.

 

Kınalıada

 

Burgazada

 

Heybeliada

 

Ve büyükada

 

Gelmiştik, ayaklarımız karaya bastığın da koca nefes aldığını hatırlıyorum halamın.

 

"Bu deniz aracına bir alışamadım, yediklerim ağzıma geldi" diye sitem ediyordu ben de ilk defa geldiğim adaya göz gezdiriyordum.

 

 

 

Henüz on yedisinde olan bir kızın tüm mahcubiyetini bir kenara bırakıp olgun bir birey olduğunu hissetmesi ne acıydı. Dünyanın tüm yükü sanki omuzlarımdaydı da ben altında ezilmiştim.

 

O gün o konağın önünde dururken hissettiğim duygunun adı neydi bilemedim ama koskocaman olan bu konak hiçte gördüğü gibi bir yer değildi.

 

Halam kapıyı çaldığında heybetli beyaz kapının büyüklüğü beni epey korkutmuştu. Endişeli bir bekleyişin ardında kapıyı kara bir kadın açtı. Üstümde siyan bir elbise ve önüne bağladığı beyaz önlüğü ile bizi karşıladı. Arap olduğu aşikardı.

 

"Buyrun kime baktınız" dediğin de bizim gibi konuştuğunu duymak beni epey rahatlattı. İnsanın bir başka ırktan birine kendine anlatması epey zordu. Halam neşeli bir sesle konuştu.

 

"Hatun hanımla görüşmek için geldik biz adım Sümbül hanım kızım, bizi Nezihe gönderdi." dediğin de yüzünün hoşnut bir halde olmadığını ve hep böyle mi olduğunu düşündüm.

 

"Bir süre sizi bekleteceğim. İçeriye almam için hatun hanımla konuşmam gerekli" dediğin de kapı kapandı. Halam bana doğru döndü ve yüzünün asık olduğunu anlamam uzun sürmedi. "Asabım bozuldu Leyla, eve gelen misafiri kapıda beklemekte ne kadar ayıp doğrusu" dediğin de bir şey demeden önüme döndüm. O şen bir kadından ziyade acılarını göstermeyen bir kadındı...

 

Onun acıları olan bir kadın olduğunu hiç düşünmedim. O sırada kapı yeniden açıldı ve yüzü sabit bir ifade ile bir halama bir de bana değdi.

 

"Gelin Hatun hanım sizi bekliyor" dediğin de konağa girdiğimiz de ayakkabıları çıkarmak için eğilen halama itiben" Çıkarmanıza gerek yok, buyrun selamlık bu tarafta diyerek koca bir hoden sağa doğru döndük. Önümüze çıkan kocaman bir masa üzerine yerleştirirmiş antika eşyalar vardı. Bir defa daha büyük kapıdan içeriye girdiğimiz de arkasını dönük bir kadınla karşılaştık.

 

Tombul ve epey kısa boylu bir kadın bedeni gözüme çarptı. Arkasını bize döndüğü vakit gözleri hemen bize değdi. Halam ona doğru uzanıp gidecek iken eliyle onu durdurdu.

 

"Kâfi..."

 

Gözleri bizden ziyade arkamızda olan Arap kadına değdi.

 

"Sen çekilebilirsin" dediğin de halam epey bozulmuş bir halde yanıma geldi. Suratı sirke satıyordu,

 

"Hanımım bizi Nezihe gönderdi" dediğin de Hatun kadın, gözlerini bize dikmişti. Bir süre sonra yanımıza doğru geldi.

 

"Devam et" dedi Hatun kadın hala doğru. "Ne için gönderdi sizi buraya Nezihe" dediğin de sesinin bu denli sert olduğuna karar kıldım. Yaşı ortadan biraz fazlaydı. Saçları örtülü idi.

 

"Yardımcıya ihtiyacınız olduğunu söyledi. Leyla benim Ağabeyim kızı sizin içinde uygunsa bu işe uygun olduğunu düşünüyorum "

 

Hatun hanımın bakışları bu tarafı bulduğunda beni epey bir süre süzdü.

 

"Bu kız mı? Bu cılız hâli ile bu konağa yetebilir mi?" dediğin de yüzünü buruşturdu. Memnun değil gibiydi.

Halam, hatun hanımın fikrini beyan etmesi ardından hemen konuşmaya başladı.

 

"Hanımım böyle durdurduğuna bakmayın elinden her iş gelir evel Allah"

hiddetle konuştu.

 

"Senin okula gidiyor olman lazım değil miydi? dediğinde bakışlarımı ondan kaçırdım.

 

"Küçük yaşta anasız kaldı bu sabi sonra da babası yataklara düştü ve hastalandı. Bende epey acıdım yanıma aldım, ama İstanbul'un bu koşullarıyla geçinmekte zorluk çekiyoruz. Acıyın bu zavallının haline" dediğin de bana doğru döndü. Beni acındırıp durması asabımı bozdu. Hatun hanım halime acımış olmalıydı.

 

"Hala..." dememe kalmadan gözleriyle beni susturdu.

 

"Gel sen bakayım şöyle" dediğin de gitmedim ama halam eliyle beni dürttü ve hafifçe ittirdi. "Sen onun kusura bakma hanımım pek utangaç" dediğin de kaşlarım daha da çatıldı.

 

Yanıma gelip kulağıma eğildi.

 

"Elimden çekeceğin var eğer seni beğenmez ise kendine yatacak başka kapı ararsın artık" dediğin de yüreğim kasıldı. Zaten beni evden atmak için yer arıyordu. Hatun hanıma döndü ve yüzüne yeniden o sahte tebessümü yerleştirdi.

 

Hatun hanımın yanına gittim.

 

Beni yakından süzdü ve memnun bir ifade takındı. " Eli yüzü düzgün" dedi.

 

"Dilsafa buraya bak" dediğin de kısa bir süre içinde kapı açıldı. Demek Arap kadının adı Dilsafa idi. "Edibe'yi buraya çağır" dediğin de kız onu onayladı.

 

Kısa bir süre içinde kapı yeniden tıklandı.

 

"Gel..."

 

İçeriye orta boylu kır saçlı bir kadın girdiğin de gözleri direk hatun kadını bulmuştu.

 

"Buyrun Hatun hanımım" dedi

 

"Bu vakitten sonra bu kızdan sen sorumlusun Edibe, benden ne gördü isen bu kıza öğreteceksin. Gözüm kulağım olacak" dediğinde Edibe denen kadının gözleri hemen beni buldu. Odada ki en yaşlı kadın olduğu aşikar idi. Gözlerin de hafifçe bir sıcaklık hissettim.

 

"Peki hanımım siz nasıl uygun gördüyseniz."

 

"Seninle sonra konuşacağız, Edibe'yi takip et" dedi bana hitaben. Dik bakışlarıma aldırmış görünmüyor gibiydi nasıl olsa onun için acıdığı yetim öksüz den başka bir şey değildim. Edibe kadının yanına geldim ve yürümeye başladı bende onu takip ediyordum. O büyük hole çıktık, o büyük masanın önünden geçtik. Merdivenlerden çıktık. Sonra bir daha

 

Bir daha.

 

Konak göründüğünden de büyüktü. Çatı katı diye düşündüğüm yere geldik. Edibe kadın bana doğru döndü.

 

"İsmin neydi?" Başımı kaldırıp onun kahverengi gözlerine doğru baktım.

 

"Leyla..."

 

"Bende Edibe memnun oldum Leyla" dediğinde hiçte mesafeli biri olmadığını anladım. "Bundan sonra ben ne yapıyor isem bana yardım edecek ve işleri öğreneceksin. Konak epey büyük bende malûm eskisi gibi değilim yaşlandım." dediğin de ona bakmaya devam ediyordum. "Hatun hanım, bu evin hanımıdır göründüğü gibi merhametli göründüğünün aksine de serttir. Epey genç olduğundan sana bunları anlatıyorum Leyla, pekte güzelmişsin kızım." dediğin de utanmadım aksine bakışlarımı sabit tuttum. Oda bir şey demeden bana evi anlatmaya başladı.

 

"Burası çatı katı. Büyük beyin odası o şu an burada değil tahsil için yabancı memlekete gitti. Odaya girdiğimiz de ne kadar da büyük oldugunu anladım. Siyahın fazlaca hakim olduğu odanın o kasvet dolu havasını denize bakan yerden göğe kadar olan camlar kırıyordu.Büyük yatağı, çalışma masası ve bir sürü yerde olan tablolar, boş çerçeveler..." hemen oradan çıktık ve bir aşağı kata indik...

 

"Burası ise Asu hanımın odası, diğer taraf hatun hanımın ve Zayid beyin odalari ve çalışma odası misafir odası.." Bir kat daha indik ve koskocaman kapıyı itti ve devasa bir salonla karşı karşıya kaldım. Mobilyalar, oldukça gösterişli antikalar ve kocaman boydan camın önüne piyona...

 

"Oldukça büyüktür, büyük hanım işini itinalı yapan birini sever ve ödüllendirir" dediğin de bir kat daha indik ve burası geldiğimiz kattı. Holun ortasında buyuk bir masa vardı. Sağ yanında selamlık ve sol yanında ise haremlik mevcuttu. Merdivenlerden bir aşağıya indigimiz zaman bizi karşılayan büyük bir mutfak vardı. O kadar büyüktü ki, mutfaktan dışarıya açılan bir bahçe vardı. Yaşlı bir adam ocağın başında yemekleri karıştırır iken gözleri bize değdi ve elinde ki kaşığı kenara bıraktı.

 

"Bu kim" dediğin de Edibe hanım, bana bakıp tebessüm etti. "Evin yeni çalışanı..." dediğin de adam ifadesini pek bozmadı. "Hayırlısı olsun" demeyi ihmal etmedi ve yeniden işinin başına döndü.

 

"Eski saray adetlerine pek önem verir, onları birer gelenek haline getirmiştir."

Konağın bahçesinde o taşlı yoldan geçerken etrafı tarıyordum. Yemyeşil otların barındığı bu bahçe epey özenilmiş yer yer, çiçeklerde serpilmişti.

 

Edibe hanım, eliyle sağda duran kapıya uzandı ve açtığın da onun peşinden gittim. Yüzüm aydınlığa dağıldığında derin bir nefesi dudaklarımdan içeriye aldım. Biz konağın içinden çıkarken uzun bir yolu takip ettik. "Hatun hanım çalışanları ile oldukça mesafelidir. Onların bu konakta kalmasına müsade etmez" dedi Necibe hanım, onunda oldukça mesafe biri olduğunu anlamam uzun sürmedi.

 

"Onların da rahatını düşündüğünden burasını onlara temin etmiştir." dediğinde eliyle kapıyı açtı ve geçmeme müsade etti. Tek katlı bir evdi.

 

"Ben ve eşim Büyükada da evimiz olduğu için burada kalmıyoruz. Ha bir de eşim Erdal bey de bu konağın kahyasıdır. İçerde gördüğün Salim efendi de burada kalmıyor. Bu evde bir Dilsafa kalıyor şimdi bir de sen kalacaksın." dediğin de beni bir odaya yönlendirdi. Boş odada gözüme çarpan tek şey demir karyola ve üstüne konulmuş ince bir şilteydi. Halısı bile olmayan yerin duvarları sıvanmamış yer yer, dökülmeye basmıştı. Odanın kasvetli kokusu burnuma doldu.

 

"Kullanılmadığı için böyle burası iki süpürge ile tertemiz oluverir" dediğin de başımı salladım. Başımı sokacak bir yerim vardı ya önemli olan oydu.

 

O sırada açılan kapıyla o Arap kadın girdi. Adı neydi? Dilsafa?

 

Yüzünde sirke satan bir ifade vardı.

 

"Dilsafa..." dedi Edibe hanım, Dilsafa, yüzüne hemen tebessüm kondurmuştu.

 

"Buyrun Edibe hanım"

 

"Bu Leyla, bundan böyle bu evin çalışanı, hem de burada kalacak" dediğin de santim santim yüzü solan kadının yanından Edibe hanım onu dinlememiş sanki ona emir vermişti. "Gel benimle" diyerek bana döndü.

 

Onunla beraber yeniden evin içine girecektik lakin dışarıda öten bir kuşun sesi kulaklarıma dolduğunda yerimde duraksadım. Uzun uzun çam ağaçları ve adını henüz bilmediğim ağaçların arasında gezen serçe tüm derinliği bana haykırdı.

 

"Samipaşazade konağının tarihi epey esiye dayanır, bu evde çok zamanım geçti. Ah o yıllar gençliğimi benden aldılar, büyüsüne kapıldım..." derken başımı ona doğru çevirdim. Taşlı yolda durmuş konağın heybetli haline bakıyordu.

 

Bir genç kızın gözleri gibiydi sanki o an için gözlerinin içi, zaman bir çok şeyi almış ve götürmüştü belki de ondan. Ondandı belki üstlendiği olgunluğu.

Loading...
0%