@sairsell
|
1949
Konağı aydınlatan ışıklar vardı. Evimiz de pahalı diye kullanmadığımız ışıklara değen gözlerim tüm hakiki gerçeği bana haykırdı.
Yoksulluk...
Yoksulluk utanç duyulacak bir şey değildi hâlbuki. İlk utancım yoksulluktan değildi. İmkanımızın yettiği şeylere imkanımızın olmaması idi. Mahalleli sokağa her çıkışımızda yüzüme baka baka arkamızdan konuşurken ne kadar da kendimi kötü hissederdim. Utanç duymanın yanı sıra dışlanmışlık kahır ediyordu. Halam Sümbül, pekte düşünmezdi ona göre insanlar konuşacak hep bir şeyler bulurmuş.
Yine yapardı yapacağını...
O gün babamdan haber gelmişti eve. Mahallenin muhtarı yüzü yerde bir halde konuşuyordu.
"Hanım kızım baban pek rahatsız diyorlar, elden meyhanede gidince sahilde yatıyormuş konu komşu öyle diyor. Yazıktır günahtır" dediğinde birşey dememe fırsat vermeden çekilmişti kapımızdan. Zaten zor bela mahallenin onun gönderdiği belliydi.
"Gelen kimmiş Leyla" dediğinde halam merdivenlerden iniyordu. Sarı bukreli saçları ve dudağıma sürdüğü kırmızı yüzüyle her zaman ki gibiydi.
"Muhtar"
"Ne gelmiş yoksa akşam sefası..." cümlesinin devamına katlanamadım. Bir kadının kendini böyle ucuz gostermesi akıl alacak bir iş değildi.
"Babam hastaymış..."
"Vah başıma gelen can ağabeyim" dediğinde yüzünden geçen acıma duygusunu görmesem inanmazdım acıdığına.
"Meyhane de gitmiş"
"Nereye gider kız kocaman meyhane dellendin mi sen" dediğinde yanıma kadar gelmişti. Tombul yüzünden bir serzeniş geçmişti.
"Alacaklılar kapıdaydı zaten hala uçan kuşa borcu vardı" diye geveledim ağzımın içinde sanki bilmiyormuş gibi bir ah koparttı dudaklarından.
İnsan babasını kötüler miydi hiç? Ben bunu yaptım. Çünkü bana bunu yaptıran baba utansındı. "Vah vah" dediğin de çantasını almıştı çoktan koluna. "Hadi kız" diyerek evden çıktık. Meyhanenin bulunduğu sokağa girdiğimiz de yüreğim şiddetle çarptı. Bunu bize yapma baba dedim.
O sırada kapı duvar meyhane ile karşı karşıya kaldığımız da bir ses bize uzandı. Mehmet ağabey bir vakitler babamın yanında çalışan meze ustası idi. Yüzünden düşen bir parça olunca insan anlıyordu halini.
"Bu saatte kapı duvar" demeye kalmadan. Mehmet ağabey çıkardı dilinde duran baklayı. "Sizin haberiniz yok mu?" dediğin de halam neyden dediğini duydum.
"İşler kötü gidince meyhane de elinden gitti Nazım Efendi'nin. Yüreği buna dayanamadı da Heybeliada da bir hastaneye yatırdık" dediğin de yüreğim de hisssizlik hissettim. İnsana bir babanın yokluğu koymaz mıydı?! "Hali perişandı en son gördüğüm de size de haber anca yolladık, kime dediysek biz onların evine gitmeyiz diyince" dediğin de yüzünü yere eğdi. Sanki utanılacak bir şey demiş gibiydi. Oysa bunu yapan utanması lazım değil miydi! Mehmet ağabey de utanmış olmalı ki laf söz olur diye kapımıza gelmemişti. "
"Vah başımıza gelen vah" derken Mehmet ağabey yanımızdan ayrılmıştı çoktan.
"Başıma gelenlere bak anam" derken insanlardan utanmadan kendini yere attığın da onun bu hali ona acımama sebep olmuştu.
"Ah ağabey ah"
Bu kadının babama ağlayacağını duymak beni inandırmamış idi. "Öksüz, yetim bir kızın sorumluğunu üzerime yıktın ağabey" o ağabeyine İsyan ederken ben O gün bir daha yetim bir daha öksüz ve kimsesiz kalmanın yükünü tüm omuzlarımda hissetmiştim. Ayaklarım yere dimdik basacak kadar kuvvetli değildi ancak kendimi aciz hissetmiyordum.
1950
Nisan
Hatun hanım, beni selamlığa çağırmıştı. Edibe hanım, kapıya kadar bana eşlik etmişti. Gözlerim halamı aradığın da yokluğunun farkında idim. Edibe hanım iki defa kapıyı tıklatıp bana gir dediğin de başımı salladım. Hatun hanım, elinde tuttuğu tespihi çekiyor ve büyük pencereden dışarıyı izliyordu.
"Neydi adın"
"Leyla..."
"Efendim diyeceksiniz küçük hanım. Hiç mi adabı muaşeret kuralları öğreteneniz olmadı sizin" dediğin de bakışlara bir gölge düşmüştü. Katı bir dille bu söylediğin de suretine süzülen o sertliği tüm hayatı boyunca sürdürdüğünü anladım.
"Burada benim imayemde bir kölesiniz bundan sonra... Zannımca eğer bir tereddüt veyahut yapamayacağınıza karşı içinizde şüphe var ise derhal bu konaktan gidin. Yarın ağlayarak yanıma gelirseniz cevabım çok sert olacaktır " dediğinde Köle lafı içimde bir yerlerde beni kuşkuya düşürdü.
Kim kimin kölesi olabilirdi
"Ben..."
"Karşımda cevap bile verilmeyeceğini Edibe söylemedi mi sana?" Önüme baktığım da kadının bu tavırları karşısında şok yaşadım.
"Halam o" derken buldum kendimi. Onun yüzünde ise kendini ne kadar da büyük görmüş olduğunun kanıtı vardı.
"O ucuz kadın bir kaç kuruşa seni bana sattı..." dediğin de yer ayağımın altından salladı sandım. Yüreğimi sıkan bir el vardı. "Ne kadar da bahtsızsın" derken bana acıdığı pek belli idi. Bu kadarını da yapmaz dediğim ne varsa bana yapmıştı. İsteksizce gözümden bir damla yaş süzüldü.
"Bundan sonra bana amade olacaksın. Şimdi çık"
Yerle yeksan olan bir genç kızın hayalleri iken duraksadım. Şiddetle karşı çıkmam gereken konulara sustum. Kendimi o odadan nasıl attım bilmiyorum lakin yaşadığım o şokun etkisi ile kendimi bilmediğim o bahçeye attım. Gözyaşım yanaklarımdan düşüyor ve beni kahır ediyordu. "Leyla..." Edibe hanımın sesi kulaklarıma dolduğunda başımı kaldırdım. Bana yukarıda ki camdan bakıyordu. "Buraya gel" dediğin de elimin tersiyle akan yaşımı sildirdim...
Konağın içine girdiğim an kasvetli bir havanın hâkimiyeti içime hapsoldu. Yoksa içim miydi kasvet dolu olan da her şeyi ondan mı öyle görür olmuştum. Edibe hanımla göz göze geldim. Merdivenlerden aşağıya iniyordu.
Siyah saçları epey ağarmıştı, yüzünde bir kaç kırışık onu oldukça yaş almıştı gösteriyordu. Hafif topuz yaptığı saçlarını ensesinde toplamıştı. Üzerine dizlerinin hemen üzerinde biten siyah bir etek onun da üstüne beyaz gömlek giymişti.
"Gel benimle" dediğin de onu takip etmeye başladım. Merdivenlerden aşağıya indik ve mutfaktan geçecek iken bir odaya girdi. Onun peşinden odaya girdim. Karanlık bir odaydı ve oldukça eski eşyaların konulduğu bir oda olduğunu anladım... Edibe hanım elime kalınca bir bir şeyin sarılı olduğu bez verdi.
"Bunları giy, dışarda seni bekliyor olacağım Leyla" diyerek dışarıya çıktı. Ellerimle sımsıkı kavradığım bezden olma küçük bohça ile ortada kalakaldım. Kısa bir süre içinde elime verilen giysileri giydim. Epey eski olduğu belliydi. Diğer çalışanlar gibi özenli değildi üzerimdekiler farkındaydım ama sesimi hiç çıkartmadım.
Elime verilen onca kazanın altını ovaladım durdum tüm gün. Sulu kabuk olan ellerime bile derman aramadım. Düşüncelerim beni altüst etmişti. Kazanların altı kapkaraydı. Şu an içimin kara oluşu gibi karaydı. O gün ellerime vurulan o taze acı tüm benliğimin dahi üzerinden geçmişti.
O gece o karyola yatakta uyurken bile içim de hiç geçmeyek olan o hayal kırıklığı mevcuttu. Halam beni buraya bırakmıştı. Bırakmıştı değil mi? Beni para karşılığında buraya satmıştı demek ruhumu sıkıştırdı. Kelimelerle bile ifade edemediğimi bana refah gören kendi kanımdan başkası değildi. Bir hıçkırık daha koptu dudaklarımdan. O gece, geç saatte gittiğim odaya detaylı bakamadan şilteyi kaldırıp içine girmiştim.
O sabah kapının şiddetli bir şekilde çalışması ile gözlerimi araladım. Ne oluyor der gibi etrafı tararken o kara sesi duydum. Karanlık odada duyduğum o korkucu ses Arap hizmetçiden başkası değildi.
"Kalk hadi" diyordu bana hatta bağırıyordu.
"Burası han değil, yatıp zıbarasın" dediğin de kapı birden açıldı.
"Hala yatıyor musun sen? " dediğin de elinde tuttuğu kandil mi yoksa gaz lambası mı bilemediğim o şeyin tüm suratıma tuttuğunda insanı ürküten bir hale büründüğünü söylemeliyim. "Bunun hesabını hanıma vereceksin" derken geldiği kapıyı sertçe örtüp gitti. Ne olduğunu hiç anlamıyordum. Kısa bir süre içinde dün bana verilen o kıyafetleri üzerime geçirdim. Eski bir elbiseydi.
Kapkaraydı.
Uzun kolluydu ve etekleri ayak bileklerime uzanıyordu... Önü kapalıydı. Saçlarımı gelişigüzel örmeye başladım. Oldukça uzun olduğu için örmesi epey süre almıştı. Yatağın üzerinde ki şilteyi katlayıp yatağın üzerine geri koydum.
Bahçe'ye çıktığım vakit hava henüz aydınlatmaya başlamıştı. Devasa konak gözlerimin önüne dolduğunda yutkundum. O kadar görkemli bir havası vardı ki anlatamam...
O gün verilen işleri yaparken Hatun hanımın beni çağrılması ile son buldu. Öğlen ikiye doğru merdivenlerden yukarıya çıkarken bacaklarımın bile ağrıdığını hissediyorum.
Kapıyı tıklatıp içeriye girdiğim de hatun hanım sedirde oturuyor ve eline aldığı tespihini çekiyordu.
"Yanıma gel" dediğin de yanına doğru ilerledim. Gözleri üzerimde dolandığı zaman yüzünden geçen o iğrentiyi anlamadım sandı ama ben anladım. Beni gördüğüne hiç memnun değildi hâlbuki ben ne yapmıştım ki ona...
"Bu konağın kurallarına uymadığın taktirde seni cezalandıracağımı Edibe sana demedi mi?" dediğinde sesinde epey bir katı ifade mevcuttu.
"Ben..."
"Sen benim evimde, benim kurallarımı nasıl çiğnersin" diyerek bağırdığı zaman gözlerim aniden kapandı. Ben hangi emrine itaat etmedim de bu sözleri hak etmiştim. Ne ara yerinden kalkmış ne ara yanıma gelmişti bilmiyorum ama yüzümde hissettiğim sert bir darbe ile yüzüm yana doğru kaydı.
Ben Leyla, ömrü hayatında babasından bile bir fiske yememiş bir kızdım.
" Seni iş bilmez..."
"Başıma bela aldım bela! Ben seni adam edeceğim pekte alâ" dediğin de yüzünü ona çevirdim. Yediğim tokadın sitemi hala yanağımda gezinirken sert bakışlarımın odağı oldu. Koca hatun hanım diyerek evin dört bir yanında anlatan kadınlar vardı. Hanım sandığım bu saraylı kadını dediği kelimeler ile bile bu konağa yakıştıramadım ben. O an anladım ki mülk değildi insanı insan ilan eden vicdandı.
O gün neden tokat yedim hala anlamadım lakin odadan çıktığım da gözümden bir damla yaş bile akmadı. Edibe hanım beni gördüğü an pek şaşırmışa benzemiyordu.
"Leyla..."
"Güzel yavrucum yanağının hâli yaman" dediğin de beni çekiştirip mutfağa götürmüş idi. Etraf tenha olduğu için pek endişe etmedim. " Kimseler yok yavrum çekinme" diyerek elinde ki eti yanağıma tuttuğun da bakışlarında endişe gördüm. Kaç yıl sonra benim için endişelenen bir insanın olmasi yaşamış olduğum hayatın acı olduğunu gösterdi bana.
"Hatun hanım pek fevridir kızım lakin ateşi saman alevi gibir hemen de söner. Ne ettin de onu sinirlendirdin" dediğin kaşlarım çatıldı. Bir şey mi etmiştim.
Bir nedeni olsa söylerdi değil mi?
"Bilmem" dediğim de şaşırmadı, çünkü oda onu iyi tanıyordu.
"Bak Leyla daha önce nasıl bir hayat yaşadın bilmem benide ilgilendirmez lakin bu yaşayacağın hayat diğerlerine benzemez kızım. Sana bir abla tavsiyesi vereceğim... Bu konağa geldiğim ilk zamanlar epey gençtim. Hizmetçiler köyünden buraya getirildim beni de babam buraya getirdi. O vakitler hatun hanımın da kayınvalidesi Suzan hanıma hizmet ediyordum. Gel zaman git zaman Suzan hanım oğlu Zayid beyi hatun hanımla nikahladı..." dediğin de yüzünde ki tebessüm kayboldu.
"O vakitler epey genç olduğumdan Suzan hanım beni Hatun hanımın hizmetinden görevlendirdi. Hatun hanım zordur ilk önce bunu bil. İsteklerine ve emirlerine hiç bir zaman karşı gelemedim..." derken Hatun hanımın sesini duydum. O kasvet verici ses tüm ruhuma işlemişti ki başımı hemen öne eğdim.
"Edibe!"
Edibe hanım elimi son defa sıktı.
"Buyur hanımım" dediğin de hatun hanım merdivenlerden iniyordu.
"Erdal efendi o nerede akşam vapurunu unutmadı herhalde!" derken oldukça aksi çıkmıştı sesi.
"Olur mu hanımım unutur mu hiç dört gözle saatin gelmesini bekliyordu" dedi.
"İyi..."
"Hazırlar tamam mı? Olur da bir aksilik çıkarsa..."
"Çıkmaz hanımım her şey istediğiniz gibi yerine geldi" O sırada Dilsafa merdivenlerden iniyordu. Gözlerimi ona çevirdiğim de epey yorulmuş bir hali vardı. Hatun hanım daha fazla burada kalmadan selamlık odasına adımladı.
"Öldüm valla sabahtan beri oda anca bitti" dediğin de Edibe hanım ona sertçe bakıp bir şey demeden yanımızdan ayrıldı. Dilsafa, gozlerini üstüme dikmiş yanağımda ki ize bakıyordu. Yüzünden bir tebessüm geçtiğini gördüm. Neydi şimdi bu? Yanımdan ayrıldığın da ben de mutfağa doğru inmeye başladım. Edibe hanım son kontrolleri yapıyordu.
"Her şey hazır Edibe hanım. Küçük beynimizin sevdiği gibi..."
"Kâfi" merdivenlerden tamamen indiğimde Edibe hanımın yanına doğru ilerledim. Başını çevirip beni görünce solgun yüzünden ufak bir tebessüm geçti.
Yavaş yavas tabaklar hazırlanmaya başladı. Aşçı beni hiç bir işine katmıyor her işi kendi yapıyordu. Oldukça itinalı bir halde servise hazır olan tabakları kapağını kapatıp kenara bırakıyordu. Dilsafa masayı hazırlamış ve götürmeye başlamıştı. Merdivenlerden iki kat yukarıya çıkmaya başladım. Merdivenin duvarlarına resmedilmiş bir bir resim tüm ahengi bana çarpıyordu. Bu resimler bir ressamın elinden çıkmış gibiydi. Kocaman devasa olan kapıdan içeriye girdiğim de büyük masanın yanına doğru yürüdüm. Bembeyaz keten bir örtünün serildiği ahşap masanın üzerine dizilmiş Gümüş diye nitelendirdiğim yemek takımı itinalı bir şekilde dizilmişti.
"Ne duruyorsun öyle versene" diyen Dilsafa elimde ki yemeği almıştı. Merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Mutfağa geldiğim de Edibe hanım yanıma geldi.
"Sen çekilebilirsin Leyla. Akşam servisini biz Dilsafa ile yaparız. Hem odanı temizlersin gün kararmadan dediğin de yüzüm de bir tebessüm oluştu. Sızlayan yanağım şimdi daha iyi idi. Başımı sallayıp yanından ayrıldığım da mutfak kapısından dışarıya çıktım. Bu gün hava epey rüzgarlı olsa da gelen ilk baharın burnuma dolan kokusunu ziyan etmiyordu.
Denizden buraya doğru vuran dalgaların sesi doldu kulağıma.
Küçük eve doğru ilerleyip taşlı yolundan geçip içeriye girdim. Havasız olduğu için kapıyı açık bıraktım. Yorgundum, ve bugün yaşadığım olaylar yüzünden epey hissizdim. İlk önce odama girdiğim perdeyi çekip camını açtım. Kenarda duran çalı süpürgeyi alıp süpürmeye başladım. İçerisi epey toz içinde idi. Süpürge işini bitirip yerine koydum ve lavaboya girdim. Islak bir bez yapıp odanın yerlerini sildirdim.
Ellerim maf olmuştum ama sonunda bitirmiştim.
Küçük dolabı açtığım da dün bana verilen bir kaç parça giysinin olduğunu gördüm. Yanında bir bakır tas onun içinde ise beyaz bir sabun. Hatun hanım benim kendi giysilerimi halamla beraber göndermiş olduğunu biliyordum. İçeriden iç çamaşır aldım. Beyaz bir kilot ve penye sütyendi. Önden düğmeli yeşil çiçekleri olan eski bir elbiseyi elime aldım. Yakaları bebek yaka idi.
El mecbur o gün o soğuk suyun altında yıkandım. Sabunun o güzel kokusu tüm bedenime hücum ettiğin de arındırılmış gibi olduk giysilerimi giymeden elime aldığım siyah eskimiş önlüğü çitileyip yıkmaya başladım. İşim tamamen bittiğinde de banyodan çıktım. Sanki yerin altında bir mazeni andıran banyo epey karanlıktı ve camı bile yoktu.
Odaya gittiğim de elimde ki ıslak havluyu kapının ardında bulunan gişe astım. Aklıma babam düştü. Durumu nasıldı acaba. Bir gün onu ziyarete gitmek istiyordum. Buna izin verilir miydi? Bakır tasın içine konulan küçük bir tarağı elime aldım ve saçımı taramaya başladım.
Kapının sertçe açıldığını duydum ve bakışlarım odanın kapısına gitti. Dilsafa gelmiş olmalı idi. Tahminim doğru idi. Yorgun bir halde odasına girecek iken duraksadı. Odalar karşılıklı olduğundan bakışları buraya doldu.
"Erkenden kaçmışsın hatun hanım duyacak olursa eğer"
Ona hesap vermek nihetinde değildim elbette. Ona hiç ısınmamış idim.
"Kaçmadım, Edibe hanım işimin bittiğini söyledi" pek bozuldu... Sabah ki davranışı gözlerimin önüne geldiği zaman hatun hanımın tavrını anlamam uzun sürmemiş idi. Kim bilir ne yalan atmıştı diye düşündüm. Onunla muhatap olmak istemiyordum. Beni burada istemediğini pek iyi belli ediyordu. Geldiği gibi kapıdan çıkıp gittiğinde odanın içinde sessizlik hakim oldu. Sessizlik, kâh gibi üzerime çöktü sandım. Karanlık üzerime örtüldü.
Gözlerimi araladığım zaman vakit kaça geliyordu bilmiyordum ama uyuduğumu anlamam uzun sürmedi. Pencerenin önünde ki koltukta uyuya kalmıştım. Her yanım tutulmuş olmalıydı ki bedenimde keskin bir acı hissettim. Saçlarım epey kurumuştu. Bedenimi koltuktan kaldırdım. Karanlıkta göz gözü görmüyordu. Bu evde ışık bile yoktu.
Odadan çıkıp dışarıya çıktım. Rüzgar tüm kuvvetiyle beraber saçlarımı dört bir yana uçurdu. Gözlerim heybetli konağa çevirdiğin de bazı odalarında yanan turuncu ışık bir yaşamın hatta bir nefesin belirtisi olurken o hissettiğim buruk bir yanlızlığın hatta kimsesizliğin içime bir sitem olarak haykırışını hissettim. Şimdi değil yıllarca yaşadığım o kimsesizlik içimde ki ezikliği etrafa savuruyor beni güçsüz gösteriyordu. Kollarımı birbirine bağladım ve ağacın altına yürümeye başladım.
Büyük söğüt ağacının altına doğru girdim ve ellerimle sert ve büyük gövdesini okşamaya başladım. Ay ışığı etrafı aydınlatıyor ve az ilerde ki denizin dalgalarını hissettiriyordu. Gözlerimi kapadım. Huzurun o tesirli burukluğu içime dağıldı. Sanki başka bir zamanda bu huzuru yaşıyor gibiydim.
"Gecenin kör vaktin de bir sitem mi yoksa geceye haykırdığın..."
Sert bir ses kulaklarıma dolduğunda gözlerim hemen aralandı. Arkası dönük bir adam vardı... Şaşkınlığın yanı sıra ağzım bir karış açıldığın da arkası bana doğru döndü...Karanlıktan pek seçemiyor olsam da uzun saçlarını gördüm. Bir kadın gibi uzundu şüphesiz.
"Sende kimsin"
|
0% |