@sairsell
|
Haziran ayının başlarında sıradan bir gündü. Öğle sıcağında dereden dönen köy kadınları ellerinde temiz çamaşırlarını koydukları saz sepetleri ile evlerine doğru yürümeye başlamışlardı. Yazın ilk durağı Haziran olmasına rağmen sıcak kasvetli bir o kadar da boğucu bir haldeydi. Yol Hatice kadını hayli yormuş olacak ki soluklanmak için ceviz ağacından olma bastonunu yere sımsıkı bastırdı ve azda olsa yükünü oraya verdi.
Hatice kadın günden güne eğilen bedeniyle kamburlaşıyor yere doğru yaklaşıyordu. Kadınların ardında kalan yaşlı kadın durduğu yerden onlara bağırmaya başladı.
"Duru verin hele kadınlar dinleniverem az şurada" diye konuştu yorgun çıkan sesiyle. "Az bekleyiverin gayrı"
Kadınlar yol kenarında durmuş ardında bekleyen yaşlı kadına bakıp iç geçirmişlerdi. İçlerinden Aysel, yaşlı kadına doğru seslendi.
"Hatçe aba sıcağa bak gari az kaldı sık dişini hele azıcık" dedi bezgin çıkan cansız sesiyle ve alnından akan sıcak teli sildirdi. "Hem kocaların gelmesine az vakit kaldı gayri" dedi başka bir kadın.
Hatice kadınlara doğru kaşlarını çattı.
"Eyi gidin siz ben biraz dinlenivercem"somurtkan bir yüz ifadesiyle konuştu ve usulca kendini toprağın üstüne bıraktı. Kadınlar evlerinin yolunu tutmuşlardı çoktan. Hatçe kadın bezmiş bir ses tonuyla konuştu.
"Az dursa ölecek sanki yallı"
Yanında duran torunu Mihrimah, Kaşlarını çatmış ninesine uzun uzun, bakmıştı. "Nine sabahtan beri yoruldu kadınlar deme öyle " sesinde duran şefkat tınısı yaşlı kadının ona dimdik bakmasına sebep olmuştu.
"Garışma sen hele... şişip galasıca gara çirkin garıları savunma bana" Mihrimah, kaşlarını çatmıştı.
"Az bekleseydiler ölecekler miydi!" diye giden kadınların ardından hem söylendi hem sızlayan dizlerini ovalamaya başladı. Şimdi o eski cabbar hali olacaktı emmi kendine laf ettilir miydi? Evvel Allah onları ikiye katlardı da yaş kemale çoktan ermişti. Düşen ağlasa düşene bir tekme sallayan bu devirde öfkesine yenik düşüyordu. Günden güne devriliyordu yaşı.
Yas dolu içi hüzün dolmasında ne yapsaydı. Köhneleşmiş insanlar yüzünden iyi niyetli insanlara hasret kalmıştı. Eskiden böyle miydi? İnsanlarda ar edep vardı. Şimdi ise yeryüzünde yüzünü kızaran insana az rastlanırdı. Allah biliyordu ya tek derdi dizleri olsaydı geçerdi yüreğinde duran sızı lakin evlat hasreti yüreğine kızgın yağları döküyordu. "Nere vurayım ben bu dizleri yavrum canıma yetti gari" Aşınmış dizleri artık zamana meydan okuyamıyordu. Mihrimah yanında sepete ellerini dayamış yaşlı kadının bu hallerini kara kara, düşünüyordu. Yaşı ilerleyince çok asabi ve her şeye hemen parlar olmuştu.
Mihrimah, eliyle sepetten güç alıp sıcak toprak üstünden kalkmıştı.
Elini yaşlı kadına uzatmış ve tutmasını bekliyordu. Hatçe kadın torununa bakmaya başladı.
"Hayde nene yolumuz kısa kaldı hem güneş tepemize vuruyor başımıza geçecek âlim allah" dedi bezmiş sesiyle. Sağ elini yüzüne güneşten korumak için siper ediyordu. İki mız eden Hatçe kadın torununun uzattığı eli tutmuş bastonundan güç alarak yerden ayağa kalkmıştı. Söylene, söylene eve gitmeye başlamışlardı. Eve geldikleri öğle vaktinde biraz soluklanmak için herkes odasına doğru çekildi.
Öğlen namazından sonra biraz uyurdu ev ahalisi.
🍂
Öğle akşama vardığı vakit hayvan işlerini gören Mihrimâh, anasının seslenişiyle alelacele ahırdan çıkmış onun yanına varmıştı.
"Buyur ana"
Gül hanım ocak başında eliyle yanan ateşi korluyordu. Elinde ocağı karıştırmak için kullandığı ağır demiri ateşten çıkarttı. Yüzünde birikmiş olan teri yazmasının ucu ile sildirdi. Kızaran yüzüyle ona doğru gelmeye başlayan kızına döndürdü bakışlarını.
"Kızım su bitti koş hele testiyi al çeşmeden su getiriver bana işler yarım kaldı emmi" dedi yorgun sesiyle. Mihrimâh başını anasına salladı. "Ben gideyim hemen" diyerek anasının elinden testiyi aldı. "Sıcak vakti olacak iş mi senin ettiğin" diyen kaynanasının sesiyle başını kaldırdı. Bacaklarını uzatmış ona bakıyordu.
"Ben etmesem kim etcek ana"
Üzerinde ince entarisiyle hafif terlemiş olan Mihrimâh, elinde su testisi çeşmenin yolunu tutmuştu. Yaz vakti iyi hoştu lakin sıcak olunca insanın bağrı yanıyordu. İleride olan çeşmenin başında olan kadınlar sıraya girmiş sırasını bekliyordu. Mihrimah, yanlarına gittiğinde kadınların selamını almıştı. Oda onlar gibi sırasına girdi.
Her sokak başında ve köy meydanında çeşmeler mevcuttu. İnsanlar temel ihtiyacı olan suyu oradan karşılıyordu Kiminin bahçesinde kuyuları vardı. Oradan su çekiyorlardı. Konak evlerinin önlerinde bulunan çeşmeler de mevcuttu. Bu kişilerin hâli vakti yerindeyse hem ayır nihetinde hem önlem için olurda bir yangın çıkar diye bahçesinin öne bakan sokak duvarlarında çeşmeleri olurdu.
Mihrimâh, yanına ilişen arkadaşı Pınar ile yüzünü ona doğru döndürdü.
" Mihrimâh, nerdesin kaç gündür uğramaz oldun yanıma küsüm sana bilesin" deyip kollarını birbirine kenetledi. Küskün bir çocuğun edalı bir davranışını üzerine kondurdu. Sitemi üstünde epey eğreti duruyordu.
"Pınar, bu aralar hiç zamanım yok ekim hasat derken..." dedi sesinde sitem yoktu lakin yorgunluk mevcuttu. Bilirdi anlardı Pınar onun halinden.
"Evet bilmez miyim? Hem Hatçe teyze sana yetiyor hatta artıyor bile " diye kahkaha atıverdi ortaya. Kaşlarını çatan Mihrimah, yeis içinde arkadaşına bakmaya başladı.
" O benim nenem başımın üstüne yeri var hem yaşlandı eskisi gibi değil" dedi sesi toktu.
Pınar, kafasını sallamış önüne dönmüştü. Çeşme sırası onlara gelince Mihrimah, eğilip akan sudan testiyi doldurmaya başlamıştı. Toprak testi bileğine ağır gelse de o bu duruma alışıktı.
Arkadaşının eğilen suretinde takılı kaldı Pınar, kara kara düşünmeye başladı. Nasıl etsin söylesin bilemedi bir yolu olmalıydı. Evet içi dışı bir kızdı ama bazı şeyler pat diye dile gelip söylenemiyordu. Yeniden Mihrimah'a baktı. Güzel arkadaşı, kendisine bile itiraf edemediği kara sevdaya tutulmuştu.
Yanmadan küle dönen bir sevda idi.
Ne zamandır içinde tutuyordu. Mihrimah'ı görüp söylese hem rahat olur hemde onun haberi olurdu. Mihrimah'ın yanına eğildi, eğilmesi ile düşen yazmasını düzeltti. Yeri ve zamanı değildi lakin ama söylemese patlayacaktı.
"Mihrimah, sana bişe dicem de nasıl desem bilmiyom " dedi. Söylediği cümlelerle yanında duran kıza dikti bakışlarını. Mihrimah, çeşme başından hafifçe eğik duran suretini arkadaşına doğru çevirdi.
Pınarın siyaha çalan gözleri yakut bir hüznü taşıyordu. Mihrimah 'ın dikkatini çeken bu ayrıntı onu daha çok meraklandırdı. "Söyle Pınar" dedi meraklı bir sesle lakin susan arkadaşı ona pek yardımcı olmuyordu.
"Pınar" dedi yeniden Mihrimah sonunda çömlek dolmuş eğilip çömleği çeşmenin içinden almıştı. Akan su harıl harıl, akmaya devam ediyordu. Eliyle sudan alıp boynuna değdirdi Mihrimah. Sonra yeniden arkadaşına çevirdi bakışlarını derdi neydi bilmiyordu ama onu oldukça meraklandırmıştı.
"Çatlatma da söyle hayde!" dedi sesinde şimdi sitem vardı.
"Ali askere gidecekmiş kulağıma öyle çalındı. Evine askerlik celbi gelmiş herhal" dedi sonunda rahatlamış bir nefes aldı. Mihrimâh, duyduklarıyla birlikte arkadaşının gözlerinde asılı kaldı. Önüne döndürdü bakışlarını zordu arkadaşına bunu dile getirmek kendisinin başına böyle birşey gelseydi kendini epey kötü hissetmişti.
"Bizim kızlar konuşuyodu denk geldim bende"
Duyduğu sözlerle hafif yummuştu gözlerini Mihrimah, biliyordu akardı uslanmaz yaşları ellerinle tuttuğu su dolu testi şimdi sığınmak istediği liman olmuştu. İşim en kötü tarafı ise genç kızın derdine dermanı hiç yoktu.
İçinde başlayan yük, kursağında düğüm olarak kalmıştı. Yutkunmak istedi lakin nafileydi. İçine oturan taş tüm vücudundan ağırdı. Pınara tebessüm etmeye çalıştı.
"Hayırlısıyla gelir inşallah" dedi Mihrimâh, kendi içinde hiç bir cümlenin tesiri yoktu.
Pınar, başka kelime etmemişti. Nihayet çeşmede su testilerini dolduran Mihrimâh eve doğru yürümeye başladı. İki elinde testi Ayakları yavaş yavaş gidiyordu. Gözlerinden akmayan yaşlar içine doluyordu. Bir iç çekti, sonra tahta kapıyı hafifçe ittirip havludan arkaya anasının yanına gitmeye başladı. Önüne çıkan Hatçe kadınla ilkildi.
İki testiyi toprak zemine bıraktı.
Bastonu yere vuran kadınla ödü kopmuştu.
"Nine korkuttun beni" dedi elinin kalbinin üstüne götürdü.
"Ne o gız içli içli" diyen Hatice kadın torununu süzmeye başladı. Gözleri pek bir yorgun bakıyordu.
"Hiç sadece yoruldum da iki soluk alıyordum" dedi Mihrimah. Kırık bir tebessüm kıvrıldı dudaklarının iki yanına. O cam kırılıp düşmeden parçalamıştı gönlünü.
"Bana maval okuma hele! Senin karşında yeni yetme yoğ"dedi Hatice kadın. Ninesinin yanından geçip gitmişti. Anası elinde orak samanların yerini değiştiyordu şimdide.
Elinde ki su dolu testiyi ona uzattı. Anası orağı kenara çekti. Alnında biriken teri yazmasının ucu ile silmişti. Kızın elinden su dolu testiye aldı.
"Hele ekmekler oluyo bende samanları döküveriyom yarına hazırlık" Mihrimah, başını olumlu anlamda salladı. Ona yardım etmek isteyen yanına engel oldu.
"Ana ben yatıyorum ineklerin ahırını temizledim. Samanını önlerine akşam koyarım" dedi sessizce, içinde tökezlendiği cümleler vardı. Gül hanım güzel kızına kaşlarını çatmıştı.
"Ezanı bekle hele uyunmaz bu vakitten gülüm" dedi Gül hanım sesinde şefkat vardı.
Kafasını olumlu sallayan Mihrimah, odasının yolunu tuttu. Kafasını biran önce yastığının altına gömmek istiyordu.
Odasından içeri giren Mihrimâh yerde duran minderin üzerine çöküverdi. Dizlerini önüne alarak, kafasını dizlerinin üzerine gömdü. Gözyaşları akmaya başlamıştı.
Tenini yakan tuzlu yaşla anlamıştı.
"Ali" diye kalbini yokladı elleri
"Hasret olduğum yüzüne daha da nafile olacağım Ali. Dilim lâl olur diyemem gönlümdeki sevdanı" dedi titrek sesle
Bir türkü almıştı içini genç kızın imkansız dediği gözlerine bile yabancı bir adamın savruk adımlarına vurulmuştu körpe kız. Sevda ne demek olduğunu anlayalı hayli zaman olmuştu.
'Şu kışlanın kapısına mail oldum yapısına
Şu kışlanın kapısına mail oldum yapısına Telli kurban bağlayayım asker yârin kapısına
Telli kurban bağlayayım asker yârin kapısına '
Yanaklarında damlayan yaşlarla uyuya kalmıştı Mihrimâh yanaklarında kuruyan yaşların, yeşereceğinin hayalini bile kurmadan. Bazen umudumuz bittiği anda yolumuz aydınlanırdı. Güneş tepeden yeniden doğardı. Her zaman ilk bahar gelirdi ve her kışın bir yazı vardı.
🌼
Günler geçip gidiyordu. Haziran ayı bitmiş yerini Temmuz ayına bırakmıştı Kuru bir sıcak havada hâkimeyetini sürdürüyordu. Koyunları sağan Mihrimah, sağdığı sütü kapı gişine aşmıştı.
Koyunları ağırdan çıkarttı. Otlatmak için bayıra koyuldu. Dere yatağının hemen yanında bulunan çayırda durmuştu.Yaz vaktinde koyunları otlatmak için gündüz çayıra getiriyor idi. Kışın ise hayvanları çıkartmıyor, hayvan yemleri işlerini görüyordu. Çayır hemen derenin yanı başındaydı.

Elinde sopasını, ardıç ağacına dayamıştı. İşleri olduğu için, öğle uykusuna uyuyamamıştı. Biraz soluklanırım diye düşündü üstünde ayak bileklerinde biten entarisi uzun çoraplarını indirdi yazmasını başından çıkarttı. Uzun koyu kahverengi saçlarını rüzgar savurmuştu. Zümrüt yeşili gözleriyle uyum sağlayan beyaz tenine değen hafif esinti, derinlere götürmeye meyilli etmişti.
•
Ali, bir hışım ile fırlamıştı yerinden arkasından bağıran anasına kulak vermiyordu. Vermek istemiyordu. Zerda hanım oğlunun yanına gelmiş Ali'nin kolundan tutmuştu. Ali, kolunu tutan anasının eline dikmişti sert çehresini. Sinirlenmek istemedikçe içinde hoyratça gelen isteğe mani olamıyordu
Sinirliydi hem de çok fazla!
"Yiğidim aslanım babandır iyiliğini ister bilmez misin?" dedi Zerda hanım ortamı yatıştırmaya çalışırken Ali'nin sinirlenmesine yol açıyordu.
Ali, anasının elini tutup kendinden uzaklaştırdı. İçine düşen koru görmezden gelmeye çalışmıştı. Olmuyordu burada durdukça kendine hakim olamamaktan korkuyordu. Tarlada babasıyla olan konuşmadan sonra eve gelmişti. Babasına karşı dursa bile, yüreğini hoplatan bitmek bilmeyen babasının isteklerini sürekli adlandırması sinirlerine mani olamıyordu.
"Ana bak atamdır sözü başımın üstünde ama ben gönlümün değmediği biriyle evlenmem. Bana bu zalimliği nasıl eder" dedi anasına doğru hiddetle konuştu. Boynunda kabaran damarı gören Zerda hanımın içine bir korku düştü.
Sert yüzünü avuçlamak isteyen anasına mani oldu.
"Bilirim oğul, bilirim de sende bilirsin babanın söylediği söz ağzından çıktığıdır. Hem senin iyiliğin iç..." dedi Zerda kadın.
"Ondan gelecek bir iyilik istemiyom ben " diye bağırdı. Gözleri doluydu Zerda kadının elinden birşey gelmiyordu. Bir yandan oğlu diğer yandan kaç senelik eri.
"Yapma etme oğlum babanı ezip geçme dedi Zerda hanım son bir umutla oğluna baktı.
"Benim kimseyi ezdiğim yok ana o sözü dinletecek kukla arıyor, ben o aradığı kukla değilim... "keskin sesi sanki babasına duyulması için daha da yüksek çıkıyordu.
"Oğlum seversin inan bana" diye yenilemeye başladı Zerda kadın Kocasının laflarını çiğnemek istemiyordu. Elbet severdi, ne vardı sanki kendi de görücü usulü evlenmiş eşine iki tane asla gibi erkek evlat vermemiş miydi? Elbet severdi. Eşi bilir, saygıda kusur etmezdi. Saygı sevgi getirir diye düşünüyordu.
"Ah ana"
Hem daha askerliği vardı acelesi neydi? Torunmuş, sopmuş derken isteksiz evlilikler peyda oluyordu da noluyordu sanki diye söylenmişti içinden
Bir hışımla tahta kapıdan çıkan Ali kahyaları Zeynel efendiyle çarpışmasına ramak kalmıştı.Kahya teslim olur gibi ellerini kaldırmıştı çarpmamak için "Beyim göremedim" dedi panik olan Zeyner kahya, Ali'nin sinirinden nasibini almamak için yüzünü yere eğmişti
"Ben göremedim kahya!" dedi ve yürümeye başladı.Bastığı yer sert adımları ile inliyordu. İçinde bastıramadığı öfkenin, esiri olmak istemiyordu adam. Babasının bu tutumu onu sinirlendiriyordu. Askerden önce söz keselim demişti.Daha tanımadığı, yüzünü bile görmediği kadınla. Babası görmüş yetmişti babası için. Çünkü ağa kızıydı. Şanına yakışan bu değil miydi onun için.
Nereye gittiğini bilmiyordu. O an köyün dışına doğru ilerlediğini farketti.
Suya yaklaştığını fark etti. Biraz serinlemek için mintanının düğmesini açmaya başlamıştı. Gaflet basmıştı iki, üç düğme açtı. Derin derin nefesler almaya başladı. Solukları bile hızlıydı genç adamın öfkesini kontrol altına almalı idi
Yutkundu, yutkundukça oynayan adem elması onu zorluyordu.Öfkesi dinmek bilmiyordu eliyle saçlarını karıştırdı, o ara çan seslerini duyunca hafif kaldırdı başını, neydi şimdi bu
"Bir bu eksikti"
Gözüne dere boyu otlayan bir kaç koyun takıldı. Boyunlarında ise çanları vardı.
Yanlız kalmak istedikçe herşey dibinde bitiyordu sanki! Koca bir ardıç göründü gözüne, yemyeşil otların içinde kalıyordu. Hafifçe yaklaştı eğilip sırtını ağaca yaslandı.
Düşünmek istemiyordu. Biraz olsun huzur bulmak istiyordu.
Evet ağa çocuğu idi.Babası öyle yetişmiş, onu da öyle yetiştirmek istiyordu. Ama bu düşünce tamamen Ali'ye saçma geliyor idi. Torun istiyordu.Ali'nin istemediği kişilerle bu nasıl olacaktı. Hem ağabeyi vardı, oda evleneli iki sene olmuş idi.
Babasının sözlerini hatırladı.
"Bende görücü usulü evlendim seversin!" Diyordu
O sıra mırıldanmalar duymaya başladı. Gözleri ile etrafı taradı.Lakin aklı oyun mu oynuyordu ortaklıkla bir kaç koyundan başka kimsecikler yoktu. Eliyle başını ovuşturmaya başladı Ali Fakat ağacın diğer tarafından gelmeye başlayan yeni mırıldanmalar ile kalktı yerinden. Düşüncelerinden tamamen sıyrılmıştı. Ağacın diğer tarafına bakmaya kalmadan bir izci gibi olan keskin bakışları hafif şaşkınlıkla aralandı. Yeşil lastik ve bembeyaz ayak bilekleri daha da yoğunlaştırdı bakışlarını, görüntüyü tam olarak görmek için ağacın diğer tarafına dönmeye başladı.
Bir kadın duruyordu üstünde çiçekli kırmızı fistanı vardı yüzüne odaklanmaya başlamıştı. Öyle minyon burnu vardı ve al al yanakları hafif tebessüm içindeydi yüzü. Dudaklarına buse düşüyordu hafiften
Kız ağaca yaşlanmış derin derin uyuyordu. Uyuduğu için kızım kafası ağaca doğru hafif eğilmiş idi. Dudaklarına değdi gözleri büyüktü lakin ağzının içinde küçücük kalır diye düşündü o an.
Neydi bu fena cümlesi bilmiyordu.
Yerli yersiz düşüncelere kayıtsız kalarak çekilmek istedi. Gözlerini görmek istedi o an, gerdanına kaydı bakışları bir kaç düğmesi açıkta bırakıyordu tenini, süt gibiydi sanki Çatalı gözüküyor hafiften, kendine gelmek istedi genç adam yanlıştı bu durumun içinde olmak, savunmasız bir kadındı karşısında izlemek istemezdi.
İstemiyor muydu gerçekten?
Al al yanakları vardı, al al dudakları Nasıl izlemek istemesindi.Dudaklarına düşen tebesüme engel olamıyor idi. Mani olmamıştı kendine. Köy yerinde daha önce bu kıza rastlanmamış idi.
"Gimeliyim" dedi sessizce Son defa baktı genç adam suyun berraklığı gibi olan genç kıza. Gözleri hala kızın üzerinde durarak geri geri gitmeye başladı. Kendini gösterip rahatsız etmek istemezdi.
Lakin yerde duran taşlar buna engel oldu yere düştü Ali.
"Hay aksi" dedi sözlerini yavaş yavaş söyleyerek. Ama olan olmuştu. Sesle birlikte gözlerini açan Mihrimâh yerde iki büklüm yatan adamla sıçladı.
Yerinden. bir hışım ile yaslandığı ağaçtan kalktı. Yerde iki büklüm yatan cüsseli adamın yüzüne bakmamıştı, bakamamıştı.Hayli uyanmış, sıkılmış idi.Ne ara uykuya dalmıştı. Yazmasını bağlamaya başlamıştı. Adamın yoldan geçen bir çoban olacağını düşündü.
Diğer yandan Ali genç kızı izliyordu. Ara ara dudağı kıvrılıp duruyordu. Genç kız, yüzüne dahi bakmamış yazmasını başına bağlıyor idi.
Mihrimah ağaca yaslı sopasını almak için ağaca bakacağı sırada gözleri Alinin üstüne giden Mihrimâh kaldı bir süre olduğu yerde rüya mıydı? Bu gördüğü, yoksa bir hülya mı?
Gözlerini kapatıp açtı ve Ali halen karşısında gözlerine odaklanmış bir şekilde baktığını gördü. Tebessüm mü ediyordu o?
Gözlerini kaçırdı genç kız.
"Ali" demişti içinden ve yutkundu.
Ali ise gözlerini Mihrimâh a takılı kaldı uyanmıştı.
Güzel bakıyordu kendisine. Hafif çatılmış zümrüt yeşili gözleriyle bütünleşmişti gözlerini bir türlü alamıyordu genç kızdan uzun boyu ve narin boynu arasında uzanan bir yoldu sanki Ali. O an yeniden bakmasını istedi gözlerine, bu hissiyat ona daha önce yaşamadığı hisleri ortaya çıkartmıştı. Bu hissiyat, hislerin üzerini örtmek yerine, gün yüzüne çıkartacağı bilmeden baktı.
Mihrimah, arkasını döndü hemen.
Ali arkasında duruyordu.
Sevdasını arkasında bırakıyordu.
İçi gide gide...
Ali, kızın sırtına uçuşan saçlarına bakıyordu.
Ama niçin arkasını dönmüştü, anlayamadı belki de utanmıştı. Tabi ya, kesin utanmıştı. Mihrimah, ise yandan bakmaya çalıştı. Hiç birşey demeden ve düşen y azmasını görmeden koşmaya başlamıştı.Ali sadece ardından bakıyordu. Mihrimah, düşürdüğü yazması ve koyunlardan bir haber koşuyordu köye doğru saçları etrafa dağıldı. Ali ise baka kalmıştı kızın ardından söylenecek bir söz dahi yoktu yaşadığı saf anlardan başka.
|
0% |