Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@sairsell

"Gecenin avuntusuydu gözlerin"

 

                               

 

🍂

 

 

 

Gecenin bir vakti anasının kapıya tıklaması ile Ali, okuduğu kitaptan başını kaldırdı. Kısık, gözlerini anasına çevirdi. Zehra hanım başını içeriye uzatmış oğluna bakıyordu. Biçimli kaşları olduğunca çatık bir hal içerisindeydi.

 

"Oğul bak hele Mahir seni soruyo aşağıda" dedi Zerda hanım Ali, hızla yerinden kalktı. Elinde duran kitabı şilte'nin üzerine bıraktı.

 

"Tamam"

 

Tahta merdivenlerden inen Ali, Mahir'i alt katta görünce başıyla ona selam verdi.

 

"Hoşgeldin gardaşım gel buyur içeri" dedi ve onun karşısında durdu.

Mahir, daha fazla uzatmak istemedi.

 

"Benim hatun konuşmuş Mihrimah ile yarın öğlen gelecek" dedi. Ali'nin koluna dostane bir şekilde vurmuştu.

 

Ali, hafif şaşkınlık içinde yüreğini heyecan basmıştı. Tuhaf bir his olduğunu hissetti. Yandan bir gülüş peyda olmuştu dudaklarının kenarına doğru.

 

"Bu kıyağı ömrümce unutmam Mahir" dedi Mahir'in kolunu dostane bir şekilde sıktı.

 

Mahir'in gülüşü daha büyüdü. Ali'nin yüzünün güldüğünü görünce içinden onun adını mutlu hissetmiş idi.

 

"Mutlu mesut ol gardaşım bu bana yeter" dedi ve Ali'nin onu tutan elinin üzerine elini koydu. Ali inşallah demişti içinden. İki fasıl edip Mahir'i uğurlandı.

 

Gökyüzüne bakıp havanın ne kadar güzel olduğunu düşündü. Hatta aldığı nefes bile o anlar ona güzel hissettirdi.

Mutluluğun, getirdiği bu hislere o yabancıydı. Daha önce bu kadar yoğun duygular hissetmemişti. Bu kadar heyecana da kapılmamıştı.

 

"Kara kara düşüncelere dalmışsın Ali'm"

 

Akif yaslandığı kapı pervasızından karanlığa doğru bakan düşünceli kardeşine bakmaya devam ediyordu. Akif, Ali'den bir kaç yaş büyüktü.

Ali duyduğu sesle başını ağabeyine çevirdi.

 

"Düşünceler yüreğime mesken tuttu ağabey..."Akif Ali'nin yanına doğru yürümeye başladı.

 

"Yüreğine mesken tutan düşüncelerin inzivaya çekilmesine izin verme"

 

Ali'nin koluna vurup odasının yolunu tutan Akif, geçmişin üzerinde pusu kurmasına müsade etmedi. Geçmiş her daim geçmiş olarak üstünde kalacaktı.

 

 

🍂

 

 

Horozların ötüşüyle odasından çıkan Mihrimah içindeki tarifsiz mutluluğa yabancıydı. Yavaşça yatağından kalktı üstünü değiştirip dışarıda bulunan banyoya doğru gitti. İşlerini halledip hayvan ahırına indi. Süt sağıp samanları önlerine pay etmişti. İşimi bitirip mutfağa girdi.

 

Anasını ocak başında görünce yüzünde tebessüm daha da büyüdü. Dünden beri her hali çocuk gibi ve heyecan içindeydi. Gözüne bir gram uyku girmemiş lakin kendini bitkin hissetmiyordu.

 

"Günün aydın olsun ana"

 

Gül hanım elinde ki küpten çıkarttığı tulum peynirini tabağa yerleştiriyordu

 

"Seninde günün aydın ola gülüm" dedi ve kızının kolunu okşadı. Elindeki peynir tabağını siniyin üzerine bıraktı. Beraber sohbet ede ede kahvaltıyı hazırlamaya başlamışlardı. Hatçe kadın sedirin üstünde tavukların yemlerininden çıkan çaputları kenara ayıklıyordu.

 

Mihrimah, siniyi hemen önlerine yerleştirdi. Gül hanım ise kızın ardından çaydanlığı sofra bezinin üzerine bıraktı.

Sofrayı hazır etmişler idi. Hatice kadının sofraya oturuşu ile kahvaltı etmeye başlamışlardı.

 

 

Mihrimah heyecandan ağızına birşey sürmemiş sadece önünde duran yarısına bile gelmeyen soğuk çayını yudumluyordu. Anası Mihrimahın önüne ekmek sürdü.

 

"Hayde ye kızım bir lokma çalmadın ağzına" dedi Gül hanım kızına bakmadan. Mihrimah, eline ekmeği aldı küçücük bir yudum ağzına doğru attı.

 

"İştahım yok ana" dedi. Heyecandan kursağından birşey geçmiyor idi.

 

"Öğlene değin işimiz var silaj açacaz gızım, ye iki yudum hele hade sıcaktan bitap düşme" diye konuştu.

 

(Silaj; içinde mısır, buğday gibi tahılların karışımı hayvan yemi olarak kullanılmaktadır.)

 

Mihrimah'ın eli birden duraksamıştı.

Nasıl gideceğim ki diye düşünmeye başlamıştı. İş vaktinde pek bir yerlere gitmezler idi. Oda haliyle gitmiyordu. Bir hal çaresine bakarım diye düşündü. Ekmeğini ağzına götürdü. Kahvaltılarını edip işlere koyuldu iki kadın. Saat öğlene geliyordu, Mihrimah elini yüzünü yıkayıp odasına geçmiş kara kara düşünüyordu.

 

Düşüne Pınar geldi o an. Bir tek ondan yardım isteyebilirdi.

 

Aklına gelen fikir ile yerinden doğruldu. Tabi ya Pınar kaç vakittir havlu kenarlarına işlediği kanaviçeleri soruyordu. Çeyizinden çıkardığı havluları alıp sandığın başına koydu. Eliyle beyaz havluları bir beze sardı.

 

Eskimeye yön tutmuş dolabının önüne geçti. Ne giyeceğini bilemedi,

Sadece sayılı entarisi vardı bir kaç kumaş alıp anası bayram niyetine diktirmisti. Özel günlerde mevlüt, düğünlerde giymesi için.

 

Önüne gelen belden aşağı dökümlü çiçek desenli eteğini ve beyaz balon gömleği seçti. Gömleği bayram niyetine diktirmişlerdi. Etek biraz eskimeye yön tutmuştu ama olsundu. Üstüne geçirip aynanın önüne geçmişti. Aynanın içinde oyuk oyuk paslar mevcuttu. Anasının gelinlik aynasıydı, sonra Mihrimah genç kız olunca odasına koymuştu. Zaten kocası öldüğünden beri aynaya baktığı yoktu ya

 

Hafif sürme çekmişti gözlerine anası fark etmemesi için fazla belli olmuyordu. Yanakları heyecandan al al olmuştu. Dudakları hafif kendinden dolgun ve kırmızıydı.

 

Hatçe kadının yaptığı çiçek esanslarından hafif bileklerine ve boyun girintisine sürdü. Eli ayağı birbirine dolanıyordu. Vakit öğleni az geçmişti, öğlen okunmuş anası namaza durmadan beze sardığı havluları alıp anasının yanına gitmişti. Mihrimah'ı gören Gül hanım baştan aşağı süzmeyi ihmal etmedi.

 

"Hayırdır kızım nedip durun böyle "

 

Mihrimahın yalandan başka çaresi yoktu. Çünkü önceden düşünmemiş idi. Gerçi düşünse de yine yalan söylemek zorunda kalacaktı.

 

"Aklımdan çıkmış ana Pınar havluları istemişti oyaları için kendi çeyizine de yapmak istiyormuş hoşuna gitmiş benimde hatırımdan çıkmıştı sen namaza dururken az gidip geleyim hem öğlen vakti pek iş görülmez dersin ya..."

 

Gül hanım başını olumlu anlamda salladı.

 

"Geç vakte kalma. Gömlek pek bi yakışmış" diye kızına tebessüm etti.

Mihrimah eli ayağına dolanmıştı.

 

"Bende beğendim... Hem Pınara göstereyim diye giydim" dedi yüzü yanmaya başlayan Mihrimâh anasına son defa bakıp kapıya doğru yürümüştü

 

Mihrimah, sokağın başında oturan Pınarların yol ağazına gelmişti.

 

Kapıdan içeriye girince Hasan ile karşılaşmıştı, Hasan pınarın ağabeyi idi. Baş selamı verip tahta kapıdan içeriye girdi. Pınar elinde tuttuğu çamaşırı tele asıyordu. Mihrimâhı gören Pınar elinde duran çamaşır eshaplarını gelişi güzel sepete geri koydu. Ona doğru yürümeye başladı.

 

"Anam seni buralara pek gelmezdin amma hoş geldin gel" dedi Pınar mutlu olmuştu. Mihrimah, heyecan içinde pınarın kolunu tuttu.

 

"Pınar" dili varmıyordu bir türlü demeye ismini.

 

Pınar, kızın kızaran suretini inceliyordu.

 

"Neden kızardın sen" diye merak içinde sordu.

 

"Ben Ali ile buluşmaya gidiyom nasıl oldu diye sorma"

 

Pınar duydukları karşısında şok yaşamış çocuk gibi ellerini havaya açıp Mihrimah sımsıkı sarılmış idi.

 

"Çok sevindim Mihrimâh, umarım beklediğin gibi biridir Ali... Hem nasıl oldu heyecandan nasıl dayanacam ben de hele bana" diye Mihrimah'ın ellerini tutup havaya kaldırdı.

 

"Bayramlığını mı giydin kız sen... Pek bi yakışmış de git hade geç kalma sevdiğine'

 

'Ne yalan mı' diye omuz silki.

 

Mihrimâh tebessüm etti.

 

"Pınar anam gelirse onu oyala olur mu? Geç kalmam" dedi ve elinde duran havluları pınara verip, yola koyuldu.

Dere boyuna doğru yol almaya başlamıştı. Ayakları öyle yavaş hareket ediyordu ki genç kızın. Daha yolu yarıya varamamıştı.

 

Duygularını bastıramıyor, dudakları burnu kendinden bağımsız hareket ediyor gibi hissediyor, mimiklerini kontrol edemiyordu.

 

Nihayet geldi.

 

Dereden akan su seslerini duymaya başlamıştı. Ortalıkta kimseyi göremiyordu.Nasıl geldim diye düşündü. Öyle utanıyordu ki bunun bilincine şimdi daha fazla varıyordu. Ardıç ağacı görüş alanına girmişti lakin hala Ali'yi görmemişti.

 

Ağacın önünde durdu amma hala adamı görmemişti. Belki de geldi gitti demişti içinden belki de hiç gelmedi. Bir hüzün esmişti, sanki etekleri hafif uçuyordu genç kızın. Vakit, epey geç olmuştu belki de gitmişti...

 

🍂

 

Mutluydum...

 

Daha önce yaşamadığım bu tarifi zor duygu içimi sarmış bedenimi sımsıcak etmişti. Heyecanım her şeye yenik düşüp beni tuttuğum ardıç ağacından düşürecek kadar kuvvetliydi. Midem çalkalanıyor başıma ağrı giriyordu.

Hiç tanımadığı biri insana acı verir miydi? Sevgi veriyorsa elbette acıda verirdi. O beni görmediği her Allah'ın günü tarifsiz canım yanmıştı.

 

İnsan yüzyüze konuşmadığı birisini uzaktan sevebilir miydi? Severdi elbet

Ben onu uzaktan da sevmiştim. . Sevda dedikleri bu muydu? Onu görünce içimin dolup taşması, ve midemin ağrıması. Vücut hareketlerim hatta mimikleri bile yitirdiği bu şey miydi?Çıkmaz bir sokağın kuytu köşesinde saklı kalan acılar gibi anlamını kaybetmemiş gün yüzüne çıkmaya korkmuştu benim kurak sevdam. Buraya gelen ayaklarım bile daha yeni yeni farkına varıyor idi.

 

Onun karşısına nasıl çıkacak nasıl davranacaktım ben. Ali'nin karşısında nasıl duracaktım. Daha şimdiden bu denli çarpan kalbim onun önünde nasıl atardı kim bilir? Yeniden sağa, sola baktığım vakit kimsenin olmayışı kara, kara düşünmeye beni teşvik ediyordu.

Bir umuda tutundu insan öleceğini bildiği halde yaşamaya devam etmesi gibiydi. Belki gitmeli belki de hiç gelmemeli idim. Gözlerimin dolmasına izin vermedim. Belki biraz daha beklesem diye umut ettim. Biraz daha, biraz daha... Ama gelen yoktu yol boyundan.

 

Gelmemişti.

 

Ona kızmaya hakkım yoktu. İnsanlar fikir değiştire bilirdi. Ben herşeyin bilincinde olmuştum. Çoğu zaman kendimize bile aykırı olduğumuz olmuyor muydu?

 

Ardıç ağacına sokulup iki elimle büyük gövdesini okşadım. Kocaman bir ağaçtı. Benide alsın kondursun dallarına istedim Bir umuda tutunmak değil miydi her şey. Köylüydüm, lakin bilirdim doğruyu yanlışı. Köyde yetişmiş olsam da köhne hiç değildim. Arkamdan gelen adım sesleriyle nefesimin kesildiğini hissettim. Elim hala ardıçın gövdesinde duruyordu. Ali gelmiş miydi? Sevdiğim adam. Arkamı dönmeye cesaretim yoktu. Nefesimi düzene sokmalıydım

Heyecandan ölebilir idim. Adım sesleri dibime kadar gelmişti. Kalbim ağzımda atıyordu. Lakin, artık arkamı dönmem lazımdı. Bunu yapmalı idim.Yavaşça arkamı dönmeye başladım. İçim fokur fokur kaynıyordu.

 

Bir adam belirdi içimde hissettiğim o adam sevdaydı. Bir adam belirdi karşımda o düpedüz intihar idi.

Bir adam bana baktı, ömrüm dedim.

Bir adam benden sevda diledi, tüm sevdamı onun dizlerine serdim.

 

Sahi söylemiş miydim? Ben en çok onu sevmeyi sevdim. Keskin bakışlarını bana savuruyordu.Aramızda az mesafe vardı. Gözl

erini gözlerime dikmiş sadece susuyordu.

 

Sustum.

 

"Hoş geldin Mihrimah"

 

İçimden bir ses gönlümün üstüne dağıldı.

 

"Bana bu yaşıma

Ömrüme hoş geldin Ali"

 

Loading...
0%