Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@sairsell

Usul usul yanar mıydı insanın bağrı.

 

Yanarmış

 

Sönmeyen bir ateşin içinde yanan bedenim tüm yangınları yüreğime tâbi tutmuştu.

 

Ölüyordum.

 

Yaşarken ölünür müydü? Mahir'in iki dudağı arasından çıkan isimle gözlerim dolup anından taştığında elimle yaşımı sildirirken bir çift göze denk geldim.

 

Ali

 

Bakışlarında çözmeye çalıştığı lakin henüz anlayamadığı bir şey vardı. Ağlıyordum. İnsan sevmediği ve evlenmek için mecbur kaldığı adam için ağlar mıydı hiç. Ben hiç bir zaman gerçek olmayacak bir sevdayı taşıyordum. Hekim evden gidince odaya hemen Zeynep ve Şerife ana girmişti. Ben kendimi burada duran bir fazlalık gibi görüyordum. Zeynep'te bunun kanıtı idi.

 

"Deli oğlum benim..." diyen Şerife ana bana doğru dönüp 'Ben oğlumun yanında sabahlarım sen git bebeni uyut' demiş ve beni odama göndermişti. Gitmek istemesem de buna mecbur kalmıştım. O gece sabaha kadar penceremin önünde bekledim. Kandil ışığını döndüğünde etrafta tenha bir sessizlik hakim olmuştu.

 

Ahraz mışıl mışıl uyuyordu.

 

İçimde duran azap verici bir his boğazıma bir halat geçiyordu. Gün yavaş yavaş aydınlandığı vakit pencerenin önünden kalktım.

 

Ahraz'ı kontrol ettiğimde hala uyuduğunu gördüm. Belki yarım saat belki de bir saat sonra uyanacaktı. Ona sütünü ısıtmak için ayaklandım ve odadan dışarıya attım kendimi. Serin hava içimi titretti. Merdivenlerden aşağıya indiğimde son basamakta duraksadım. Acaba Mahir gece uyuyabilmiş miydi? Hala onu düşünüyor olduğum için kendime kızdım. O benim varlığım dan bir haberdi oysa. O sırada açılan kapıyla gün yüzüne Şerife ana çıktığın da hoca sabah namazını okumaya başlamıştı.

 

"Hayırlı sabahlar ana" dediğim de bana doğru döndü. Gözlerinin çökmüş olduğunu gördüm. Epey uykusuz olduğu belli idi. Benzi sapsarıydı. Yanına gittiğim de yüzünü beni buldu.

 

"Nasıl oldu" diye mırıldandım.

 

"Ah yavrum ah koca yiğit oğlum iki büklüm acı içinde uyuyo buna nasıl yüreğim dayanıversin"diye içli içli ağlamaya başladığı vakit koluna girip sedire doğru oturttum.

 

"İyi olacak ana hem o güçlüdür" dediğim de buna kendim de inandım çünkü o güçlü bir adamdı. "Öyle mi dersin eyi gızım"

 

"Öyle derim elbet hem ben ona kemik suyundan çorba ederim hemen iyi oluverir" dediğim de başını kaldırdı ve gözleri gözlerime değdi. Yüzünden bir ışıltı geçti. "İyi eder misin sahi oğlumu?" diye sorduğunda üstüme bir ağırlık kapladı. O kadar derin o kadar beklentili bakıyordu ki bana.

 

Sahi ben onu iyi edebilir miydim?

 

Tebessüm etmeye çalıştım lakin nafile idi. Elimi sımsıkı tuttu. "Sende olmasan ben ne ederdim bu yaşlı halımla" dediğinde gözyaşlarını sildirdi. "Gece pek sayıkladı" derken gözlerimi ondan hemen kaçırdım. Onun sayıkladığı isim belliydi. "Ana ben Ahrazın sütünü yapayım birazdan uyanır" dediğim de başını salladı. Yanından kaçar gibi gittiğimde bana acımasından korktum. Ahrazın sütünü hazır ettiğim gibi yukarıya çıktım. Hala uyuyordu. Hatta uykusunda tebessüm ediyordu.

 

Aklım yeniden Mahir ile doldu.

 

Acaba uyanmış mıydı?

 

Ağrısı var mıydı?

 

O sırada Ahraz uyandı ve onun sütünü verdim. Bu gün pek neşeli bir hali vardı. Üzerini değiştirdim ve odadan ayrıldım. Mutfağa geçtiğimiz de Şerife ana da ocağın üstüne kazan koymuştu. Bizim geldiğimizi anlamış gibi arkasını döndü.

Yüzünde buruk bir tebessüm bizi karşıladı. Onu Ahraza verip çorba için hazırlık yapmaya başladım. Ağabeyim bu çorbamı çok sever ve kış olunca bol bol isterdi. Çorbayı karıştırır iken beynim de duran düşünceler dalgalandı.

 

Ne yapıyorlardı?

 

Yokluğuma alışmışlar mıydı? Ana diye bildiğim kadını buraya gelin olduğumun ertesi günü gördüğüm de yüzünde ki rahat tavıra şaşırmıştım. Bir insan bu denli hissiz olabilir miydi? Benden kurtulduğuna sevindiğini ne kadar da belliydi. Oysa o benim bir defa saçlarımı okşamamış bir Allah'ın günü laf sokmadan durmamış idi. Bunlar ağırdı onca yıl neden bana böyle yapıyor diye düşünüp kendimi yerdim. Kırık bir tebessüm koptu dudaklarımdan. Ondokuz yıllık ömrümde inandığım tüm gerçekler birbir önümde yıkılmıştı. Koca dünya da kimsesiz kalmıştım. Sonra ağabeyim düştü gözlerimin önüne.

Onca yıl benim üstümde bir kötü sözü olmayan adam beni çok kolay yıkmıştı.

Beni buraya getirip sevdiğim adama mecbur bırakmıştı.

 

Kaynayan etlerle kendime geldim.

 

Çorbayı hemencik yapıp soğuması için kenara bıraktım. "Eline sağlık yavrum inşallah şifa olur yiğidime" dediğin de amin dedim. Şerife ana Ahrazı kucağıma verdi.

 

"Ben hayvanlara bakıverem yavrum Zeynebin sağı solu belli olmaz. Sen Mahir'imin başında duruver emi" dediğin de bana söz hakkı tanımadan mutfaktan ayrıldı.

 

Kısa vakit içinde kendimi sedirli odanın kapısında buldum. İçeriye girsem rahatsız olur muydu? Her şeye rağmen o bir hasta adamdı ya odada kimse yok iken bir şey isteyecek olursa diye düşünüp odadan içeriye girdim. Boylu boyunca sedirde uzanıyordu. Çıplak göğsünü örten beyaz bir örtü vardı. Bu hali içimi yaktı. Ona doğru biraz daha yaklaştığım da esmer alnında biriken ter damlalarını sildirmek istediğim de ellerim yumruk oldu. Rüya mı görüyordu? Bilmiyorum lakin rahatsızca kıpırdanıyordu. Kucağımda duran Ahrazı halıya bıraktığım da epey mutlu olmuştu. Bu günlerde fazlaca hareketliydi.

 

Emeklemesi yakındı.

 

Etrafta bez göremedim bende yazmamı başımdan çıkartıp Mahir'in alnına uzattım ve terini sindirmeye başladım. Onu bu halde görmek bana acı veriyordu.

 

O an kapı açıldığında gün yüzüne Şerife ana çıktı. İşi ne vakit bitmişti ki diye düşündüm.

 

Hemen elimi Mahir'in alnından çektim. "Yavrum çorban soğudu bende tabağa koyuverdim. Mahir uyanınca içiriverirsin. Ben de şimdi gidiverem" deyip çıktı.

 

Ahrazın yanına oturdum. Benim geldiğimi gören küçük kız bana doğru uzandı. Elini tutup onu oturur pozisyona getirdiğim de etrafa bir kahkaha attı. "Gel bakalım sen bana" diye onu kollarından kaldırdığım da oldukça güçlüydü. "Büyüdün de yaşın gelmeden yürüyecen mi yoksa" diye kısık sesle konuştuğum da beni anlıyor gibi yeniden kahkaha attı. Gözlerim Mahir'in üzerine gittiğin de gözlerini hafifçe aralandığını gördüm. O da bize bakıyordu. Ben Ahrazı kucağıma alıp ayağa kalktığımda Mahir de bakışlarını bizden çekti.

 

"Su..." diye mırıldandı.

 

Masada duran suya doğru yürüdüm ve onu alıp Mahir'e yaklaştırdım. Elini uzattı ama oldukça güçsüz olduğu aşikardı. Bir şey demesine fırsat vermeden Ahrazı yere bırakıp Mahir'in dudaklarına suyu uzattım. Beni karşıladı ve dudaklarına değen suyu kabul etti. Kurumuş ve çatlamış dudaklarıyla suyu yarısına kadar içti.

 

"Kafi" dediğin de duraksadım ve dudaklarında ki suyu çektim. Gözleri daha da açıldığında bakışları yerde kendi kendine dönen kızına değdi. Ahraz elleriyle oynuyor ve dönüyordu.

Gözlerinde hüzünü gördüğüm de yutkundum. Çünkü o hüzün hiç bir vakit geçmeyecek idi.

 

Ahraz sıkılmaya başlamış olacak ki ağlamaya başladığın da eğilip onu kucağıma aldığım da ağlaması hemen dindi. Gözleri etrafı tararken babasına değdi.

 

O an ilk defa bir şey oldu.

 

Kimseye açmadığı ellerini babasına doğru açtı ve babasının onu almasını istediğin de içimde bir şey koptu sandım. Ayaklarımın dibine değen acılarım vardı benim.

 

"Baba" dediğin de gözlerim doldu. Küçük bir kız çocuğunun bu denli içime tesir edeceğini hiç düşünmezdim. Bu çok ağırdı. Mahir bir defa olsun kızını kucağına almamıştı. Gözlerimi ona çevirmekten korktum lakin bunu yaptığım da onunda Ahraza baktığını gördüm. O kısa bir an yüzünden bir duygu geçti ama anlayamadım. Sonra çevirdi ansızın yüzünü kızından.

 

Ben ne olduğunu anlamadan ahraz sanki bunu hissetmiş gibi ağlamaya başladığın da onu kendime döndürdüm.

 

O sert sesi duydum.

 

"Çıkın odadan hemen" diye bağırdığın da neye uğradığımı şaşırdım. Ahraz şaşkın bir haldeydi. Oda babasının bu tutumundan korkmuş olacak ki ağlamaya başladı.

 

"Onu korkuttun" dediğim de kaşları daha da çatıldı.

 

"Olmaman gereken yerlerde olma sende kadın" derken gözlerimiz arasında şimşek çaktı. Orada daha fazla durmamam gerektiğini anladım ve odadan çıktım. Gözümden akan yaşlar kalbimden kopan gürültüden daha fazla yaktı canımı. Hiç geçmeyecek ve hiç bitmeyecek bir adamın gönlünde hiç bir zaman yer bile aramayacaktım.

 

O gün çoktan devrildiğin de

Ahrazın sütünü yukarıya çıkaracak iken duyduğum sesler ile duraksadım.

 

"Mahir böyle yakışık alıyor mu heç oğlum. Garın başka odada sen başka odada uyuyon olacak iş mi? Bu gece odana gidivericen" Şerife ananın sözleriyle put kesildim. Mahir ve ben aynı odada nasıl kalırdık.

 

"Ana sabrımı sınama" diyen adam buna her zaman olduğu gibi mani oluyordu.

 

"Allah canımı alsın da bu günleri görmeyiverem ben duydun mu? El kadar yavrumu bir defa kucağına almadın sen emi Hala neyi kabul edemiyon deli Mahir! Yazık değel mi o gencecik kıza günah değel mi o bebeğe " diyen Şerife ananın sesi ağlamaklı geliyordu.

 

"Ana beni damarıma basma bana ortalığı yaktırma" dediğin de bunları yapabileceği aklıma gelince ürktüm. Ona deli Mahir derlerdi yapardı da. Ayten abla ile evlendikten sonra durulmuştu.

 

"Ortalığı mı yakarsın bilmem emme bu gece eğer garının yanına gitmesen sana hakkımı helal edivermem bilesin Mahir" dediğin de kısa bir süre sessilik oldu. Kapı açılıp Şerife ana gün yüzüne çıkınca göz göze geldik. Bana doğru yürüdü ve beni kolumdan tutup odasına doğru yürüttü. Açılan kapıyla içeriye girdik. Şerife ana eskiye nazaran daha yorgun ve bitkin idi.

 

"Ana ahraz uyuyor ya uyan..."

 

"Pınar, bu gece kocan yanına gelivericek sakın ola yüz çevirme emi. Burada büyük iş sana düşüveriyor yavrum. Böyle böyle alışacak sana" dediğin de yüzümü yere eğdim. Biz bunun için evlenmedik diyemedim. Mahir benim yanıma gelmez diyemedim.

 

Yine de gelmeyeceğini bile bile beklerdim ya onu ona ne şüphe.

 

"Ben ne seni ne de benim deli oğlanı mutsuz görmek istemiyom gayri yetti canıma" dediğin de ona hak verdim. Kim çocuğunu mutsuz görmek isterdi ki. "Büyük acılar yaşadı emme sana alıştığı vakit her şey değişeceğini biliyom ben. Ben neler gördüm bu yaşımda." dediğin de eskilere gittiğini gördüm.

 

O akşam geldiğinde bekledim. Ne gelen vardı ne giden. Vakit çok geç olduğunda Ahrazın üzerini örttüm.

 

Yazardan

 

Mahir, eskisinden daha iyi olmaya başlamıştı. O akşam tütünü yakmak için dışarıya çıktığında Şerife hanım da mutfaktan sedirli odaya geçti hemencik.

 

Sedirin üzerine serili olan Mahir'in yatağını deli oğlu gelmeden çabucak kaldırıp yüklüğe koydu. Gömme dolabın kapağını kapadı.

 

"Sen misin deli ben miyim deli görüvericen sen oğlum." dediğin de işi çoktan bitmişti. Şerife hanım oğluna gözükmeden odasından ayrıldı. Kendini buna mecbur hissediyordu. Oğlunu eskisi gibi dik görmek istiyordu. Pınar Mahir'in kızına iyi geldi ise elbette oğluna da iyi gelecekti. Hem güzel hem de hamarat gelini elbet oğlunun gönlünü yapacak ona ikinci baharı yaşatacaktı.

 

Mahir, elinde tuttuğu tütünü kenarda duran tabağın içinde söndürdü. Hareket ettikçe acıyan göğsü ona zorluyor olsa da o dimdik durmayı seçmişti. Tam sedirli odaya girecek iken kızının sesini duydu.

 

Baba diyordu.

 

Elleri yumruk olduğunda içinde bir derin nefes aldı. Kızına hala dokunamamış idi. Çünkü hala karısını ona hatırlatıyordu. Ayten, içinde hiç dinmeyecek bir yara olarak kalacaktı. O sırada kapı açıldığın da Mahir hızla sedirli odaya attı kendini. O kızı görmek istemiyordu. Onunla mecbur kaldığı için evlenmişti. Hiç bir zamanda Aytenden başka kadın istemeyecekti. Sedirli odaya girdiğinde kandil ışığının cılız bir şekilde odayı aydınlattığını gördü.

 

Sedirin üstünde ki açık yatağında toparlandığını görünce kasları çatıldı.

 

"Hasta halimle bana bunu da mı ettin"diye söylenmeye başladı anasına. Çünkü anasına kızgındı. Onu istemediği bir kızın yanında yatmaya mecbur bırakıyordu. Bir de o kız dostunun bacısı idi. Hasan, başını önünde kardeşime sahip çık dediğin de kabul etmişti. O gece sabahı o sedir de etti.

 

Pınar

 

Günler geçip gidiyordu. O günün ardından koskoca iki gün geçmişti. Mahir eskisinden de iyiydi. En azından evde kalıyordu. Mümkün oldukça onunla yan yana gelmemeye özen gösteriyordum. Göğsü kaynamış olacak ki sargısını çıkartmıştı. Vakit öğle vaktini çoktan devirdi. Ben elimde ki kaşığı ocağın yanına bıraktım. Nihayet çorbam kaynamıştı. Her gün aynı çorbadan yapıyor kenara bırakıyordum. "Çorban şifa oldu yavruma gızım ellerin dert görmesin" dediğin de tebessüm ettim. Ahraz Zeynep'te idi.

 

"Ananlar hiç uğramaz oluverdi Pınar, iyilerdir inşallah" dediğin de başımı eğdim. "Sultan hiç böle yapmaz idi" demeye devam ediyordu. Kalbim sitem etmiyordu artık. Lakin birisi bir şey diyecek olsa başımı önüme eğiyordum.

 

"İyilerdir herhalde" diye mırıldandım.

 

"İstersen sen var git bu gün hem ananı görürsün ben Ahrazıma bakarım" dediğin de ne diyeceğimi bilemedim.

Gitmek istemiyorum desem şüphe çekebilirdi biliyorum.

 

"Çamaşır yıkayacaktım ben"

 

"Acelesi mi var yavrum yarın beraber yıkarız." dediğin de ne diyeceğimi bilemedim. O sırada mutfağa giren Mahir ile göz göze geldim. Gözlerimi hemen kaçırıp arkamı tezgâha döndüm.

 

Bir şeyler ile ilgilenmem lazımdı.

 

"Oğlum karını anasına götür geç olmadan hem hasret gideriverirler" dediğin de yerin dibine girmiştim.

 

Karın lafına hiç bir zaman alışamayacaktım. Çünkü biz gerçekte evli bile sayılmazdık. Derin bir hiç çekişi duyduğum da bende nefes aldım.

 

"Kapının önündeyim" tok sesi etrafa dağıldığında Şerife ana bana doğru seslendi.

 

"Kocanı bekletme yavrum emi. Sultana da selamımı söyle" dediğin de başımı sallayıp mutfaktan çıktım. Merdivenlerden odama koştum ve içeriye girip kapıyı ardımda kapadım. Soluk alıp vermem derinleşti.

 

Ben şimdi ne edecektim. Dolaptan üzerime uzun önü düğmeli günlük bir elbise geçirdim. Başıma yazmamı alıp odadan ayrıldım. Dışarıya çıktığım da havluda kimsenin olmayışı yutkunmama sebep oldu. Mahir dışarıda beni bekliyordu. Onun yanına gidecek olmak kendimi tuhaf hissettirdi.

 

Kapıdan çıktığım da beni beklediğini gördüm. Başımı çevirdiği zaman göz göze geldik onunla. Gözlerini ilk çeken yeniden ben oldum. Yürümeye başladığı vakit bende onunla yürüdüm. İnsanlar kapı önlerinde konuşuyorlardı. Kimi de iş yapıyordu. Biz onların yanlarından geçerken tuhaf tuhaf bakışlara mahzur kalıyordum. Çünkü birbirilerine bir şeyler diyorlardı.

 

"Yazık olmuş kıza"

 

Mahir duydumu bilmiyorum lakin ben duymuştum. Yazık olmuş diyorlardı kendini bu adam için harcadı diyorlardı. Kulaklarımı tıkayıp bas bas bağırmak istedim. Canıma yetmişti artık. Takatım günden güne azalır iken yüzüme vurulan acı gerçek tüm umutlarımı yerle bir ediyordu.

 

Bizim sokağa geldiğimiz de duraksadım. Çünkü oraya gidecek olursam kendimi hiçbir zaman affetmezdim. Benim de bir gururum vardı. Benim durduğumu fark eden Mahir de duraksadı ve arkasını dönüp yüzüme baktı.

 

"Ne duruyorsun?"

 

"Gitmek istemiyorum" dediğim de daha da yaklaştı yanıma. Bu kendimi kötü hissettirdi.

 

"Benimle oyun mu oynuyorsun sen" dediğin de dolan gözlerimi ona çevirdim. Ağlamak istemiyordum lakin buna engel olamadım. "Ben gidemem" dediğim de derin bir nefes aldı.

 

"Bak..."

 

"Lütfen" diye mırıldandım. Lütfen beni oraya götürme ne olursun dedim içimden. Benim de gururum var bunu ezdirme diye bağırdı içinden bir ses. Başka zaman yanımda durma ama şimdi dur...

 

"Sen eve dön bende bir kaç saat sonra gelirim" dediğim de arkamı dönüp yürümeye başladığım da eliyle kolumu tuttu. Saçmaydı biliyorum lakin Mahir bana ilk defa dokunuyordu. Gözyaşım yanağımın kenarından akarken ona doğru döndüm. Yanağımdan akan yaşı gördüğün de bakışları daha fa sertleşti. "Gel benimle"

 

O gün o yollardan geçerken insanların ne dediğini umursamadım. Çünkü yanımda ki adam da öyle yapmıştı. Kimseye verecek bir hesabım yoktu kendimden başka. Dere boyuna geldiğimiz de ağacın kenarına gidip oturduğun da bedenini de ağaca yasladı. Mintanının cebinden çıkarttığı tütünü dudaklarına yasladı.

 

"Ne dikiliyorsun geç otur sende" dediğin de ondan az uzağa koca taşın önüne oturdum. Aramızda geçen sessizlik vardı. Upuzun bir yoldu aramızda olan şey adını henüz koyamadığım lakin hiçbir zaman bir olamayacağı bildiğim.

 

"Gitmek istemediğin yere gitmek mecburiyetinde değilsin. İstemediğin bir şeyi bir daha kabul etme" dediğin de başımı kaldırdım ve ona doğru çevirdim. Siyah gözleri bir daha değmedi gözlerime.

 

O benim aksime akan dereye bakıyordu.

 

"Ailemle ilgili sorunları kimsenin bilmesine gerek yoktu ben sadece..." Ona kurduğum en uzun cümleydi.

"Bırak kim ne istiyorsa onu düşünsün."

Benimle konuşuyor oluşu içimi yeniden ısıtıyordu.

 

Tütünü bitti.

 

Gün bitiyordu.

 

"Unutmak kolay değil..." dediğin de ona doğru dönmedim. Çünkü dönsem dağılırdım biliyordum. Bu sefer toparlanacağım bir dağınıklık değildi. Bana onu unutamadığı söylediğin de gözyaşım yanağımın kenarından akıp gitti. "Unutmak azap verici..." dediğin de ona doğru döndüm.

 

"Biliyorum" diye mırıldandım. Bakışları bana uğradığın da derin bir nefes aldım. "Alıp başını gitmek istersin hasretin önünü keser, sesini duymasan ölecek gibi olursun. Bakışları bakışlarına uğramayacak olsa..." derken gözleri gözlerime tanıdık bir duygu ile baktığın da ona yenildim.

 

O başkasını seviyordu.

 

Ben ise karşımda bana bakan siyah gözlü adamı...

 

O kadar tanıdık bir ifadeydi ki onda duran anlatamam.

 

"Felaketin olur" derken bakışlarımı bakışlarından çektim.

 

"Beni neden kabul ettin o zaman" derken sertti.

 

"Mecburdum."

 

"Sevdiğin biri varken bunu neden yaptın." derken benim başkasını sevdiğimi sanmasına acı bir tebessüm ettim.

 

"Sevdiğim biri beni hiç bir zaman sevm

eyecek birini mi bekleseydim." dediğim de bakışlarını benden çekti.

 

"Hiç değilse hayatta değil mi?" derken sesi acı çeker gibiydi.

 

"Değil, bedeni burada olsa ruhu burada değil." diye mırıldandım ama bunu duymadı.

Loading...
0%