@sakuraax_
|
Uyandığımda gün daha ağarmamıştı bile. Yataktan yavaşça doğrulduğum sırada Bayan Parker'ın keskin sesi binada yankılandı. Herkese hızlıca hazırlanması için bağırıp çağırıyordu. Bu da bugünün misafir günü olduğunu açıkça belli edecek bir hareketti. Yataktan kalkıp yalpalayarak tuvalete doğru ilerledim. Linn dışında herkes resmen koşuşturmaca içerisindeydi. O zaten ne zaman bir şeyi umursamıştı ki? "Bir şey mi oldu madam?" diye sordum gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak. Açıkçası pek şaşırmadım. Klasik misafir günleri her zaman böyle geçer. Yetimhanedeki bütün çocukların her biri temiz ve şık olmalı. Ben ve birkaç kişi yaşça büyük olduğumuz için üzerimize pek gitmiyor. Bunun sebebi diğerlerinden küçük olan çocuğun evlat edinilme ihtimalinin her zaman daha yüksek olması. Bayan Parker da bu yüzden en çok onlara ağırlık veriyor. Yarım saat boyunca şunu yap, bunu giydir, bu düzgün olmamış diyen Bayan Parker hazretleri oradan buraya emir yağdırmakla meşguldü. Nihayet misafirler geldiğinde herkes giriş katta tek sıra halinde dizilmiştik. Nadiren gördüğüm bir abla gelip karşımızdaki koltuğa oturan misafirlere kahve ikramında bulundu. Bayan Parker ikide bir üstünü başını düzelterek herkesi en güzel şekilde tanıttı. Misafirler biraz düşünmeden sonra çilli, sekiz dokuz yaşındaki Kelly’i seçer seçmez o kız dışında herkes odalarına çekildi. Ben, Linn ve Fiona yetimhanenin büyükleri olarak yerimizden hareket etmedik. Bayan Parker misafirleri onaylayarak masanın başına geçti. Misafirler kalkıp Bayan Parker'ın uzattığı belgeleri imzaladılar. O sırada oyuncak ayısı ve herkeste olan defteriyle birlikte merdivenleri inen Kelly misafirlerin yanına geçti. Misafirler her şeyi halledip çıktıklar. Bayan Parker bize iğrenç yaratıklar gibi baktıktan sonra alanı terk etti. Üçümüz bu kargaşadan kalan ne varsa temizlemeye koyulduk. Ben kuru kıyafetleri alıp katlarken Fiona bulaşıkları yıkıyordu. Linn ise yerleri süpürüp tozları almakla meşguldü. Birkaç saat boyunca temizlik işini hallettiğimizde derin bir nefes alıp üst kata çıktım. Odaya girdiğimde çoğu seçilmemiş olmanın üzüntüsünü yaşıyordu. Her zaman olduğu gibi. Ve böylece her üç ayda bir misafir gelir çocuğu alır ve gider. Artık bunlara katlanmak zorunda kalmayacağım bile. Çünkü iki gün sonra on dokuz yaşıma giriyorum ve duyduğum bilgilere göre on üç yıldır buradayım. Altı yaşıma kadar da ailemle büyüdüm. Annem, babam ve ablamdan oluşan bir aile. Aralarından kimseyi hatırlamamakla beraber ablama çok benzediğim söyleniyor. Asıl konumuza dönecek olursam bu yetimhaneye özel bilinen bir kuralı var. O da on dokuz yaşına girenlerden umutlarını kestikleri ve artık misafirlerin asla bakmayacaklarını bildikleri için daha önce belirlenen bir adam o çocuğu alır ve çocuğun hayatı boyunca adamın emri altında yaşamaya mahkum edilir. Elbette böyle yaşamayı göze alacak değilim. Çünkü bana denk gelen adamın iyi niyetli olup olmadığını bilmem imkansız, ayrıca yaşadığım süre boyunca şansım hep kötüydü. Bana denk gelen adamın iyi niyetli olmasını bekleyemezdim. Son iki hafta boyunca plandığıma göre yetimhaneden tanıştığım en iyi arkadaşım olan Rufina’ya gideceğim. Onun bana yolladığı son mektubunda Clinton Nufüs Müdürlüğünde çalıştığını öğrendim. Eğer ki yetimhanedekiler yokluğumu fark ederlerse diye adımı değiştirmeyi düşünüyorum ama bunun için dava açmam gerekiyor. Umarım Rufina’yı bu işi davasız yapmaya ikna edebilirim. Temizlik işini bitirdikten sonra üçümüz üst kata yatakhaneye çıktık. Bugün cumartesi olduğu için dersimiz yok. Bu da aşağıda voleybol oynayabileceğimiz anlamına geliyor. Yatakta duran tişörtü ve şortu alıp tuvalete girdim. Üstümü değiştirip kıyafetleri yatağa geri attıktan sonra hızlı adımlarla arka kapıyı açarak parka giriş yaptım. Etrafıma bakındığımda iki takımın da olması gerektiği yerde olduklarını gördüm. “Çok erkencisin bugün hayırdır?” diye sordu Tylor elini sallayarak. “Hayıra bayırdır canım. Ne dememi bekliyordun?” “Neden bu kadar geç kaldın?,” dedi Henri diğer taraftan. Tam cevap vermek için ağzımı açmıştım ki Sofia kolumdan tutup beni kendi yerime sürükledi. “Başlayacak mısınız artık?” diye sordum pozisyon alırken. Tylor göz devirip topu havaya attığı sırada Linn omzuyla bana çarpıp karşı takıma geçti. “Bensiz maça başlamışsınız bakıyorum da,” “Kör müsün canım? Başladık herhalde,” dedim topa vururken. Maç bitene kadar birbirimize laf atıp durduk ve tabii ki biz kazandık. Hepimiz kan ter içinde kaldığımızdan tuvalet kavgası başlamıştı bile. Ben ve Linn bu kalabalığın dağılmasını beklerken kendi aramızda bir oyuna başlamıştık. “Oğlum haksızlık bu.” “Önüme niye geçiyorsun ya?” “Ayağıma bastın ayı!” “Sıra kimde ezikler?” “Üstüme oturmadığın kaldı.” “Allah’ım, benim ne suçum vardı.” “Ne yapıyorsun bir saattir içeride kızım?” “Derdin onlar mı şu an cidden?” Yaklaşık üç saat sonra sıra bana geldiğinde burnuma mandal tutturup duş aldım. Bu kadar kişi girdikten sonra içerisinin iyi kokacağını düşünmüyorum açıkçası. Benden sonra Linn girerken elimdeki madalı ona uzatıp yatağa oturdum. Saçlarımı tararken Dina yatakhanenin kapısını açtı. Yanıma yaklaşıp kulağıma fısıldadı. “Yemek hazır. Önden buyur,” dedi. Tarağı yatak ucuna koyup kapıya doğru ilerledim. “Sağol canım.” Merdivenlerden inerken üst kattan koşma sesleri geldiğini duyar duymaz ben de koşmaya başladım. Masaların bulunduğu yere geldiğimde hızlıca tabağımı doldurup yerime oturdum. Tam o sırada kapıdan giren kalabalığa bakışlarımı çevirdim. Bir süre sonra Dina yanımdaki sandalyeye oturdu. “Anlaştığımız gibi,” dediğinde ona başımı salladım. Dina buranın aşçısı sayılırdı ve beş gün önce onun yerine yemekleri yaptığım için iki kez beni diğerlerinden önce çağıracaktı. Bugün de son hakkımı kullanmıştım. Bir süre sonra Linn gelip karşıma oturdu. “Keşke giderken bana da haber verseydin,” dedi kaşığı eline alırken. “Kusura bakma, bu sadece benim için geçerliydi, canım.” Yemeklerimiz bittiğinde günlük rutinimizi yani çamışırları yıkayıp asmaya koyulduk. Bunu küçük büyük demeden herkes yapıyordu çünkü çok fazla kirli çamaşır vardı. Bizim kendi işimiz yokmuş gibi birde yapmayı beceremeyen küçüklere de yardım ediyorduk. İşi bitirdiğimizde güneş çoktan batmış ve bazıları oturduğu yerde uyukluyordu. Ayağa kalkıp Linn’i benimle beaber yatakhaneye sürüklerken kaç saat uyuyabileceğimi hesaplıyordum. Planım saat sabah dörtte kalkmak çünkü altıda Bayan Parker uyanmış oluyor ve kim bilir odasında saatlerdir neler yapıyordur. Kaçma planımı sadece Linn biliyor ve bunu ona söylediğimde çok üzülmüştü. Eğer onu evlat edinen olmazsa o da burada kaçacağını da belirtti. Linn’i yatağına götürdükten sonra bana uykulu gözlerle baktı. “Gidiyor musun?” diye sordu. Başımı salladığımda “Giderken beni uyandırır mısın vedalaşırız belki,” dedi uyumaya hazırlanırken. “Uyandırırım tabii. Uyan ama olur mu?” dediğimde ondan cevap beklemiyordum çünkü uyumuşa benziyordu. “Hı hı, uyanırım.” Derin bir nefes alıp yatağımın altındaki çantayı çıkardım. Çantayı açıp tüm eşyalarımın orada olduğuna emin oldum. Bititdiğimde çantayı yerine koyup üstümü değiştirdim ve yatağa uzandım. Sadece altı saat uyuyabilecektim. Çok az olmasına rağmen bu şekilde idare etmek zorundaydım. Yastığımın altındaki defteri çıkarıp bir şeyler yazdıktan sonra üstüme yırtık yorganı örttüm. Şimdilik yatıp erken kalkmak için biraz su içtim. Çünkü tuvalete gitmek için her türlü uyanacaktım. Artık uyusam iyi olacak... İlk bölümü atmış olmanın heyecanını yaşıyorum şu an. Yorum yaparak bana destek olmanızı diliyorum. İyi yolculuklar
|
0% |