@salimgulesen
|
"Bu benim ilk yayınladığım hikayemdir. Bir kaç yıldır yazdığım, çalıştığım bu hikayeyi umarım zevkle okursunuz. Ayrıca beni sabırla dinleyen ve destekleyen dostum Mehmet Ayata'ya teşekkür ederim."
32 yaşına girmeme bir gün kala, memleketimden yakın bir dostum İstanbul'a gelerek doğum günümü kutlamak istedi. İstanbul'u gezmeye karar verdik. O, zenginliğe takıntılı biriydi, sürekli daha fazla kazanmak ve lüks bir hayat yaşamak istiyordu. Benim için biraz yabancı bir konuydu. Zengin olmak elbette güzel olurdu, ancak paranın getireceği şeyleri anlamıyordum. Belki bir kısmını aileme verirdim, belki de bağışlarda bulunurdum. Ama asıl amaç neydi? Amaç insanlara hava atmak mıydı ? Aşağılık kompleksi saklayarak herkesi kendinden üstün gösterip, yine o herkesten sahte iltifatlar duymak mıydı ? Ben halimden memnundum. Yaptığım işi seviyor ve hayatımın bu şekilde devam etmesini şikayet etmiyordum. Lakin kalbimin derinliklerinde hep bir eksiklik vardı. Amaçsız gibi hissediyor robotlaşmışım gibi düşünüyordum. Öyle ki bu dünyanın bile bir amacı olmadığını düşündüğüm zamanlar oluyordu. Annemin ölümünden sonra babam depresyona girmişti. Güçlü kalmam gerekiyordu, ancak bu dik duruşun aslında nedenini sorguluyordum. Gençliğimin baharında kendime bu kadar yabancı olmak, hayallerimi ve hedeflerimi belirlemem için yeterli bir zamanın olmamasına sebep olmuştu. İstanbul'da iş bulmak sadece bir bahaneydi, oradan kaçmak için bir sebepti. İşte bu sebep yüzünden, gençliğimin en güzel anlarını yaşamaktan mahrum kaldım. İstanbul'a vardığımda biriktirdiğim para ile yaşamaya çalıştım, minimal bir hayat sürdüm. Bu arada, memleketimdeki yakın arkadaşıma yaşadıklarımı tam anlatamadım. Sadece anlamayacağını düşünmek değil, asıl sebep onu zor durumda bırakmak istemememdi. Şimdi, tekrar doğum günüme dönelim. Doğum günüme bir gün kala arkadaşıma birçok yeri gezdirmiştim. Bu arada arkadaşımın adını söylemedim, değil mi? O kadar zamandan sonra sadece hatırlamıyorum. Yanlış anlaşılmasın, bedenen 32 yaşındayım, zihnen çok daha yaşlıyım. Fırsat olursa söylerim. Neyse, hikayeyi saptırmadan devam edelim. Arkadaşım birden Nişantaşı'na gitmek istedi. "Olur, ama özel bir sebebi mi var?" diye sordum. Yok, sadece zenginlerin yaşantılarını merak ettim, dedi. Gerçekten magazinlerde görüldüğü gibi mi diye merak etmiş. İki saat kadar bayağı gezdik ve dolaştık. Sonra biraz ara vermek için içecek bir şeyler alıp bir parka oturduk. Arkadaşım, "Babanla en son ne zaman konuştun?" diye sordu. Bilmiyorum, sanırım 4-5 yıl kadar önce dedim. -O zaman bir kardeşin olduğundan haberin yoktur. -Hayır, haberim yok. Ciddi misin? Ne zaman oldu? -Şu an 3 yaşında olması gerekiyor. Çok tatlı bir kız çocuğu, görsen yanaklarını sıkmadan duramıyorsun. Ben de geçen yolda dek geldim, biraz sohbet ettik babanla, o sırada kardeşin de oradaydı. -Bu konuda ne diyeceğimi bilemiyorum. Yani, babamın başka bir aile kurması fikri hala beni tuhaf hissettirirken üstüne benim bir kardeşim olduğunu öğrenmek biraz şaşırtıcı. Neden bunu bana söylemedi ? -Belki de senden çekinmiştir yada sana ulaşamamıştır. Yani düşündüğün kadar kötü bir nedeni olmayabilir. -Evet, belki de haklısın. Ama yine de neden bu kadar uzun süre söylemediğini anlamıyorum. Bana ulaşamamak zor değil. Değil mi ? Arkadaşım bu lafımın üzerine sanki hatalıymışım gibi bir bakış atarak omuz silkti. Sonrada "Anlıyorum, gerçekten zor bir durum. Belki bir gün konuşmak istersin, ben buradayım." diyerek desteğini göstermeye çalıştı. Bu konuşma üzerine içimde karmaşık bir his vardı. Babamın beni dışlaması gibi bir şeydi bu. Aynı zamanda, kardeşim olduğunu bilmek beni sevindirmişti. İçsel bir çatışma içinde hissettiğim bu duyguları anlatmakta zorlanıyordum. Çünkü hiç kardeşim olmamıştı. Hele de bir kız kardeş edinmek. Aslında sevinçten ve heyecandan hoplayıp zıplamak istiyordum. Duygularımı nedensizce bastırdım. Artık bu tarz aşırı duygulara kapılmayı kendime yasak görüyordum. Arkadaşım ayağa kalktı. Parkın ortasında ki monolite gözü ilişti. üstünde zaman taşı yazıyordu. Vay ilginç bir anıt dedi. Ben de biraz şaşırmıştım. Buraya geldiğim bir kaç kez de bu monoliti hiç görmemiştim. Sanırım yakın zamanda koydular buraya, dedim. Öyle ki dikkatli bakınca geçen yılın tarihi yazıyordu. Monolite doğru yaklaştım. Bir an da üstümde ağır bir baskı olmuştu. Hava sanki nefes alamayacak kadar yoğunlaşmıştı. Arkadaşım iyi misin diye sordu. Sen hissetmiyor musun dedim ona. Neyi diye karşılık verdi. Daha sonra da birden başımın dönmesi ile dengemi bozmamak için monolite doğru elimi uzattım. Monolite dokunduğumda beynime bir şey oldu. Kafam patlayacak gibiydi. Sanki bir bilgi kafama doluyordu. O an bayıldığımı hissetim. "Seni babam gönderdi değil mi?" "Saklayacak değilim, aslında senin farkına varacağını düşünmüyordum. Ama evet, baban gönderdi beni." "Peki neden? Bir de derdi varsa kendisi arayıp sorabilirdi." "Sence neden olabilir? Telefon numaranı değiştirdin, babanın sana ulaşabileceği her yerden erişimini engelledin. Ben bile sosyal medyadan konuştum senle. Bu şekilde adam sana nasıl ulaşsın?" "Ben bil..." "Bak ne diyeceğim, Uraz. Seni gördüğüme çok sevindim. İyi olman güzel. Ama bahanelerini kendine sakla. Bunu umursamıyorum. Babanla her ne yaşıyorsan da artık nokta koymaya bak. Yarın 32 yaşında olacaksın. Lakin hala bir çocuk gibi tavır takınmayı bırakman iyi olur. Baban seni özlemiş. Kardeşin bile seni hiç görmediği halde tanıyor, merak ediyor. Araç hazır zaten. Doğum gününde orada olacaksın. Senin için en büyük hediye ufak kız kardeşinle tanışman olacak." Sadece "tamam" diyebildim. İşten acil diyerek izin aldım. Sonra da yolculuk için birkaç parça eşya alıp hazırlandım. Arkadaşım şahsi aracıyla gelmişti. Yaklaşık 11 saatlik bir yolculuktu. Yolda çok konuşmadık. Yolun yarısında arkadaşımın yorulduğunu fark ettim. Biraz ben kullanacağım dedim. Hayır dedi. Aracım benim mahremim, benden başka kimse süremez, dedi ve güldü. Biraz daha sessiz kalmaya devam ettik. Sonra birden, "Bu arada tam ne zaman doğduğunu biliyor musun?" diye sordu. Muhtemelen ortamda ki sessizliği bozmak istedi. Annemin öğleden sonraya doğru olduğunu söylediğini hatırlıyorum dedim. Sanırım öğleden sonra 3-4 civarı diye ekledim. Arkadaşım saatine baktı. O zaman tam bu zamanlar desene dedi. Saat 15:46'yı gösteriyordu. "Hadi şimdi kutluyoruz o zaman" dedi. Koltuğunun yanından yolda yemek için aldığımız atıştırmalık ufak bir keki aldı. Bu sırada aracı kullanmaya devam ediyordu. Keki açtı. Bana doğru uzattı üstünde mum olduğunu düşün dedi. Güldüm doğum günü şarkısı eşliğinde kekte bir mum varmış gibi üfledim. Arkadaşım bana bakıyordu. Gülüyordu. Kahkahalar eşliğinde şarkıyı söylüyordu. Kafamı yola doğru çevirmemle hızlıca bir kamyonun arkasına doğru sürdüğümüzü fark ettim. "Dikkat et" diye bağırmamla aracın direksiyonunu çevirmeye çalıştı. Aynı anda da frene bastı. Araç kamyonun sol yanına doğru vurdu ve takla atmaya başladı. Önde ki cam patlamıştı. Cam parçalarından biri boğazıma girdi. Hırıltılı sesler çıkartıyordum. Hemen camı çıkartmak istedim ve her yer kan revan olmaya başladı. Arkadaşımın bilinci yerinde değildi. Aracın ön kaputu takla sırasında ezilmişti. Bacaklarımı hissetmiyordum. O an arkadaşımın kolunda ki saate gözüm ilişmişti tekrardan saat 15:48 di. Gözlerim karardı sonra da sanki uzun bir uykudan uyandığımı hissettim. Gözlerimi açtığımda ortam loş ve hafif karanlıktı. Bulanık bir şekilde etrafı incelemeye çalıştım, ancak bedenimi hareket ettirmek zordu. Kaza anını hatırladım; boğazıma saplanan camı hatırladım, her yerin kan olduğunu hatırladım. Ellerimi hemen boğazıma götürmeye çalıştım, ancak bunu yapmak bile çok uğraştırıcıydı. O an bir şey fark ettim. Ellerim ufacıktı, sanki bir bebek eli gibi. İstemsizce bağırdım, ancak sesim... Yan taraftan bir kapı açıldı. Işığı açan devasa bir kadın bana doğru yaklaştı. Koltuk altlarımdan beni tuttu, yüzüne doğru yaklaştırdı. Hala gözlerimle bir şeyler seçemiyordum. Işığı aniden açmasıyla gözlerim iyice rahatsız olmuştu. Kadın, "Benim bebişim uyanmış mı? Acıktın mı yoksa sen?" diyordu. Kadının kucağında onun kokusunu alabiliyordum. Bu kokuyu nerede olsa tanırım, annemdi bu. Gözlerimi yüzüne doğru çevirdim. O hoş tatlı sevecen gülümsemesi, sıcacık bakan gözleri, cennet gibi kokan kokusu... Kaç yıl olmuştu sen gideli? Bir an duygusallaştım, ağlamak istedim. Duygularımı bastıramıyordum. "Anne, seni özledim," demek istedim, ama ağzımdan sadece "auuuu ouıı" gibi sesler çıkıyordu. Annem ağladığımı görünce beni emzirmek için hazırlandı. Odadaki koltuğa oturdu ve beni emzirmeye başlamak için kafamı memesine doğru yanaştırdı. İçimden "Ben bir yetişkinim, bunu yapamam," demek geliyordu, ama bebeklerdeki bu emme dürtüsü ile baş etmek çok zordu. Normal bir yemek yiyemeyeceğim gerçeğini düşünürsek, sessizce annemin beni emzirmesine izin verdim. Gözlerimi tekrar açtığımda yine yataktaydım. Sanırım geçmişten bir hatıraydı, dedim içimden. Ellerimi kendime doğru çektiğimde ellerimin hala ufak olduğunu fark ettim. Birkaç kez ellerimi sıkıp açmaya çalıştım, ama çok zayıftı. Kaslarımın tam kontrolüne sahip değildim. Şimdi tekrar düşünmem gerekiyordu. Ben neden geçmişteyim? Burası benim cennetim mi? Öldüğüme neredeyse eminim. Peki, neden geçmişteyim? Ölmeden önce neler olmuştu? Bir kaza oldu. Babamın yanına gidiyorduk. Arkadaşım ölmüş müydü? Sanırım hayır. Ondan önce ne olmuştu? Kız kardeşim olduğu haberini aldım. Orada başım döndü. Monolit! Evet, monolite dokunmuştum. Birden beynime bir şimşek çaktı. Beynimin içine yerleştirilmiş o sandığın anahtarı elimdeydi. O bilgiyi idrak edebiliyordum. Sandık artık açılmıştı. Beynimin her hücresine bu bilgi nüfuz ediyordu. Artık ne olduğunu biliyordum. Her zaman bildiğim bir şey gibiydi. Bu bir yasa idi. Dokunduğum şey bir yasa taşıydı. Dokunduğum nesnenin bir yasa taşı olduğunu artık biliyordum. Bu yasanın bir ismi vardı: "Geri Dönenin Varlığı Yasası". Ama sorun şuydu: Yasayı tam idrak edemiyordum. Şu anki çıkarımım, yasa sayesinde öldüm ve geri döndüm. Ölüm, bu bilgiyi idrak etmenin anahtarıydı. En azından bir kez deneyimlemem gerekiyordu. Lakin yasanın tam bilgisine sahip değildim. Bunun için tekrar oraya gitmem gerekiyordu. Ama şu anda İstanbul'a çok uzak bir mesafedeydim. En azından 20'li yaşlarıma gelinceye kadar tekrar gidemezdim. Ve o zaman tekrar kafama dank etti: Annem ben 22 yaşımdayken ölecekti. Annem neden ölmüştü? Verem olmuştu. Hastanede yatıyordu. Doktorlar durumun iyiye gittiğini söylemişti. Sonra birden acı haber geldi. O zamanın şoku ve babamın depresyonundan kaynaklı olarak, durduk yere, iyileşme sürecinde olan bir insan neden ölsün ki? O an bu düşüncelerle tavana bakıyordum. Bu arada ben kaç yaşındaydım? Etrafta bir takvim aradım. Duvarlarda eski yaprak takvimlerden vardı. Gerçi şimdi eski diyemem. Artık benim zamanım bu diyebilirim. Takvimi göremiyordum. Doğrulmak istesem de imkansızdı. O sırada odanın kapısı tekrar açıldı. Annem geldi diye düşünürken bir sigara kokusu içeri daldı. Kafamı çevirmek zaten zordu ki kapının başında bekleyen kimdi? Babam sigara içmezdi. Orada duracağına girsene be adam. Adam sanki içimden söylediğimi duymuşçasına içeri girdi. Elinde sigarasıyla kafasını bana doğru yaklaştırdı. Sigaranın dumanını bana doğru üfledi. Gözlerim, boğazım, burnum, genzim çok fena yanmıştı. Sigara bu kadar korkunç muydu? İllaki sigara içilen ortamlarda bulunduk ama bu kadar etkilenmemiştim. Adamın yüzünü net bir şekilde görünce tanıyamadım. Bu adam babam değil ki? Adam gülerek, keyfin yerinde, "Seni küçük piç," dedi. Annem odaya girerek, yabancı adamın sigara içtiğini fark etti. Hemen sesini yükselterek, ne yaptığını sanıyorsun ufacık çocuğun yanında sigara içilir mi ! diye sitem etti. Odayı da kokutmuşsun şimdi saatlerce havalandırmam gerekecek ! diye ekledi. Sonra hemen beni kucağına aldı. Odadan çıkmak için kapıya yöneldi. O sıra takvimde ne zaman olduğunu görebilmiştim. 16 Ağustos 1992 bu benim doğumumdan sadece 1 ay sonrasıydı. Şuan kesinlikle geriye döndüğümü anlayabiliyordum. Kendime kanıtlayabilmiştim. Aslında bu durumdan şikayetçi olmadan geçmişte yaptığım tüm hataları bu sefer yapmadan başarı ve iyi bir hayata sahip olabilirdim. Evet ! gerçekten çok büyük işler başarabilirim. Belki annemin ölümünü de engelleyebilirim. Odadan çıkarken O adamın hiç bir şey demeden sigarayı içtiğini gördüm gözünü dikmiş bana bakıyordu. Gerçektende kimdi bu adam ? Önceki hayatımda bir kez dahi görmemiştim. Herhangi bir kimseye de benzetemiyordum. Annem beni kendi yatak odasına götürdü ve orada yatağa doğru nazikçe yatırdı. Hadi üstünü değiştirelim. Hemen de kötü kokmuş kıyafetlerin dedi. Sessizce kıyafetlerimi değiştirirken bana bakmadan gözleri dolu bir şekilde sen piç değilsin merak etme annen seni koruyacak, dedi. Hala hiç bir şey anlamıyordum. Kim olduğunu bilmiyorum ancak babam olmadığı bir gerçek. |
0% |